24 ve 31 AĞustos tariHLİ hsyk kararlari ile hakiMLİk ve savcilik mesleğİnden çikarilanlara iLİŞKİn aym başvuru örneğİ



Yüklə 375,56 Kb.
səhifə1/7
tarix15.11.2017
ölçüsü375,56 Kb.
#31828
növüYazı
  1   2   3   4   5   6   7

24 ve 31 AĞUSTOS TARİHLİ HSYK KARARLARI İLE HAKİMLİK VE SAVCILIK MESLEĞİNDEN ÇIKARILANLARA İLİŞKİN AYM BAŞVURU ÖRNEĞİ

AÇIKLAYICI NOTLAR:

Her ne kadar yeniden inceleme yoluna başvuranlar açısından henüz 30 günlük başvuru süresi işlemeye başlamamış olsa da aşağıdaki başvuru formunda yazılı hak ihlallerinin birçoğu açısından HSYK etkili bir merci olmadığından, kararı öğrenme tarihinden itibaren 30 gün içerisinde AYM’ye aşağıdaki başvuruyu sunmakta yarar var. Bu açıdan öğrenme tarihini 30 günlük süre içerisine gelecek şekilde, aşağıda başvuru formunun son bölümüne yazınız. İhtiyaten en kısa sürede, en geç 26-31 Eylül tarihlerinde başvuru yapmakta ve öğrenme tarihini ona göre yazmakta, keyfilikleri önleme adına yarar var. Zaten 2000’den fazla hakim ve savcı tutuklu olup, büyük ihtimal HSYK kararının gerekçesini tutuklu hakimlerin öğrenmesi birkaç hafta sonra olmuştur. AİHM’ye göre, dava açma açısından öğrenme veya tebligat tarihi GEREKÇELİ KARARI öğrenme veya tebliğ tarihidir. Çünkü gerekçeli kararı görmeden kişilerin nasıl dava açacaklarını ve hangi argümanları kullanacaklarını bilmeleri imkânsızdır. Dava süreleri bireylere etkili şekilde yargı yollarını kullanmak için verilmiştir. Bu nedenle, başvuru yapma açısından tebligat da yapılmadığı için, 30 günlük AYM başvuru süresi en erken HSYK’nın gerekçeli kararını öğrenme ve okuma tarihi ile başlar; Resmi Gazetede HSYK kararının yayınlanması ile değil. Bu şekilde gerekçe yazıp başvurunuz; AYM buna rağmen sizlerin başvurusunu reddederse, bu durumda AİHM önünde ileri süreceğiniz sağlam argümanlar olacaktır. Bu konuda başvuru formunun son kısmında kısa bir gerekçe yazılmıştır; isterseniz bu gerekçeyi durumunuza göre (karar gerekçesini fiilen öğrendiğiniz tarihi belirterek) geliştirebilirsiniz.
Başvuru formunun 2. sayfasını eksiksiz olarak doldurunuz. Ayrıca başvuru formunda farklı renkteki boşlukları doldurunuz. Son sayfaya başvurucu ismini yazınız, başvuruyu avukat yapmayacaksa son sayfayı mutlaka başvurucu imzalamalıdır. Avukatınız varsa da bu başvuru formunu esas alarak ve özellikle hak ihlallerini bu başvuru formu ışığında yazmalarını kendilerinden isteyiniz. Eğer başvurucunun avukatı varsa vekâlet belgesi ile zaten başvuruyu avukat yapabilir.
Avukatı yoksa tek çözüm başvuru formunu başvurucunun imzalamasıdır. Başvurucu tutuklu ise ailesinden bir fert cezaevine gidip başvuruyu başvurucuya imzalatabilir. Eğer avukatı yoksa en kısa sürede cezaevine gidip, son sayfa kendisine imzalatılmalıdır.
Başvuru formuna son şeklini verdikten sonra, aşağıda imzaya ilişkin son sayfayı yazıcıda yazdırıp, cezaevine hitaben bir dilekçe yazıp, dilekçeye imza atılması gereken son sayfayı da ekleyerek cezaevi idaresine başvurunuz. Başvurucuya imzalatıp size aynı gün vermelerini bu dilekçe ile talep ediniz.
Bu talebiniz cezaevi idaresince fiilen veya yazı ile reddedilirse, başvuru formunun son sayfasındaki imzanın yanına “Başvurucunun eşi/babası” yazıp, siz imzalayınız ve ertesi gün başvuruyu yapınız. Ekine de cezaevi idaresince verildiyse imzalatma talebinin reddine ilişkin belgeyi ekleyiniz. Cezaevi idaresince ret belgesi verilmediyse, yaşadıklarınızı imzanın altına aynen açıklayınız; imzalatmak için cezaevine gittiğinizi, başvurucuyla görüşüp imzalatmak için izin verilmediğini, bir görevli aracılığıyla bu sayfanın başvurucuya imzalatıp kendisine verilmesi talebinizin de reddedildiği ve avukatların da baskılar nedeniyle vekâlet almaktan çekindiğini yazınız. Başvuruyu imzalatma fırsatı olduğu ilk anda imzalatıp tekrar AYM’ye sunulacağını da yazınız ve imzalatınca AYM’ye imzalı başvuruyu da sununuz. Buna rağmen AYM başvuruyu kabul etmezse, kısa süre içerisinde AİHM Başvuru Formu örneği hazırlanacaktır. Bu başvuru formuna bu olayları yazıp ayrıca mahkemeye erişme hakkının bu nedenle de ihlal edildiğini de ileri süreceksiniz. Ayrıca AYM başvuruyu bu şekilde kabul eder ancak sonra usulüne uygun olarak 30 gün içerisinde yapılmadığı gerekçesiyle reddederse, 4 ay içerisinde AYM’nin ret kararı nedeniyle de mahkemeye erişim hakkı ayrıca ihlal edilmiştir diyerek, aşağıdaki hak ihlallerini de ekleyerek AİHM’ye başvuru yapabilirsiniz. AYM başvurucunun imzası olmadığı veya başka gerekçelerle reddeder ve 30 günlük süreyi kaçırırsanız, daha sonra da fırsat bulduğunuz ilk anda başvuruyu yine yapın; ancak MAZERET bölümüne yaşadığınız olayları yazınız; mahkemeye erişmeye engel olan somut olayları başvuru formunun son bölümündeki mazeret bölümünde ayrıntılı olarak açıklayınız.
Aşağıdaki başvuru formunda yazılı olayların tamamını kullanmanız zorunlu değil ancak ilgili olanları başvurudan çıkarmayınız; büyük çoğunluğu başvuru formundaki hak ihlalleriyle bağlantılıdır. Ancak hak ihlallerine ilişkin bölüme (s. 34 ve devamı) dokunmamanız sizin lehinizedir. Eğer hak ihlallerine ilişkin bölümde fazla ileri giden cümleler olduğunu düşünüyorsanız, bu cümleleri düzeltebilirsiniz. Unutulmamalıdır ki, bir davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü fikir, görüş ve hukuki gerekçeler, başkalarının haklarına saldırı oluşturmadıkça İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN kapsamı ve koruması altındadır. Herhangi bir disiplin ya da ceza soruşturmasının konusu olamaz. Aksi durum ifade özgürlüğünün, savunma haklarının ve adil yargılanma hakkının ihlaline yol açar.
Aşağıdaki başvuru formunun sonundaki Ek-1’i de (ÖZET) mutlaka başvuru formuna ayrı bir sayfa olarak ekleyiniz.
Başvuruya neden olan ihlalin kaynağı bir OHAL KHK’sı ve KHK’ya dayalı HSYK kararı olduğu için, KHK’ları Danıştay’ın iptal yetkisi yoktur. Hatta bir istisna hariç AYM’nin de OHAL KHK’larını iptal yetkisi yoktur (AY m. 148/1). Bu durumda dahi bireyler OHAL KHK’sının iptali için doğrudan AYM’ye dava açma hakkına sahip olmadıklarından, bu yol bireyler açısından etkisizdir. HSYK kararının dayanağı ve ihlallerin yasal temeli bahse konu KHK’dır. HSYK kararının yasal dayanağı olan KHK’yı iptal yetkisi olmayan Danıştay kural olarak etkili sayılamaz. İhlal yasadan (KHK’dan) kaynaklandığı için bu KHK’yı iptal yetkisi olmayan bir mahkeme, ihlali gideremez, ihlali gideremeyen bir makam ya da mahkeme kural olarak etkisizdir. Kaldı ki, bu başvuru formunda ileri sürülen birçok insan hakkı Danıştay’ın iptal kararı ile dahi giderilemeyecek türdendir. Dolayısıyla Danıştay’a iptal davası açma ile ihlallerin tamamını giderme imkânı yoktur. Başvuru formundaki gerekçelerden anlaşılacağı gibi Danıştay artık bağımsız ve tarafsız da değildir; bu nedenle de etkili değildir. Bu nedenlerle öncelikle AYM’ye bireysel başvuruda bulunulması, süreyi kaçırmama adına önemlidir. Kısa bir süre sonra da AİHM’ye bireysel başvuruda bulunulması gerekir; AİHM başvuru formu da kısa sürede hazırlanacaktır. AİHM’ye de bu aşamada başvurulmasının nedeni, AYM’nin de KHK’ları iptal yetkisinin olmaması ve birçok açıdan etkili bir merci olmaktan çıkmış olmasıdır. Ancak ileride içtihat yoluyla AYM bazı bireysel başvuruları kabul eder ve ihlal kararı verirse, AİHM’nin “Neden AYM’ye başvurmadın? İç başvuru yolu tüketilmediği için başvurunuz reddedilmiştir” deme ihtimali olduğu için, ihtiyaten öncelikle AYM’ye başvuru yapmanızda yarar var.
İleride sürprizlerle karşılaşmamak için Danıştay’da iptal davası açılmasında da yarar vardır. Danıştay önünde HSYK kararlarına karşı iptal davası açma hakkı bulunduğu için, bağımsızlığını kaybetmiş olsa da yine de ihtiyaten iptal davası açmanızı öneririz. İleride AYM’nin “idari yargı yolu etkili olmasına rağmen tüketilmemiştir” diyerek başvuruları reddedebilmesini önlemek için bu yola da mutlaka başvurunuz.
Kısaca, hem zaman kazanmak hem de hak kaybına yol açmamak için aynı anda hem AYM’ye 30 gün içinde başvurunuz (ilk olarak bunu yapınız) hem de aşağıdaki başvuru formundaki gerekçeleri de kullanarak Danıştay’da iptal davası açınız (ikinci olarak bunu yapınız). Daha sonra 4 ay içerisinde AİHM başvurusunu yapınız (şimdilik başvuru süresi 6 ay ancak ihtiyaten 4 ayı dikkate alınız).
İhlalleri gidermek için yaptığınız tüm masraflarınıza ilişkin her türlü belgeyi saklayınız; AYM aşamasında elde edemeseniz dahi, AİHM aşamasında ihlal kararı verilmesi durumunda, bu belgeleri sunarak tüm yaptığınız mahkeme, posta ve avukatlık masraflarını geri alabilirsiniz.
AYM BAŞVURUSU NASIL YAPILIR? AYM başvurusunu bir mahkeme kalemine veya AYM’ye doğrudan giderek yapabilirsiniz. Yurt dışında ise konsolosluklara başvurarak yapabilirsiniz.
Okuduktan sonra bu açıklamaları (3 sayfa) başvuru metninden çıkarınız.




T.C.

ANAYASA MAHKEMESİ

BİREYSEL BAŞVURU FORMU

ÖNCELİK VERİLEREK İVEDİ İNCELEME TALEPLİ BAŞVURU
Başvurucu bir hakim ve savcı iken 23 Temmuz 2016 tarihli 667 sayılı KHK’nın 3. Maddesine dayanılarak, Anayasanın 129. Maddesine tamamen aykırı olarak hiçbir savunması alınmadan HSYK tarafından meslekten çıkarılmıştır. Hiçbir yargısal güvence sunulmadan, hiçbir delil gösterilmeden, bir terör örgütüne mensup olduğu sabitmiş gibi işlem yapılarak kamu görevinden çıkarılmış ve birçok sosyal hakkı da elinden alınmıştır. Bir KHK hükümlerine dayalı olarak HSYK kararı ile terör örgütü üyesi olmakla suçlanmış, bu suç sabitmiş gibi ifadeler kullanılıp yargılanmadan mahkûm edilmiş, böylece masumiyet karinesi ile adil yargılanma hakkının tüm güvenceleri açıkça ihlal edilmiştir. Terör örgütü üyesi ilan edilerek kamu görevinden çıkarılıp birçok sosyal hakkına son verilmesi, OHAL’in neden olduğu durumla ilgisiz ve ölçüsüzdür. Anayasanın birçok hükmü ihlal edilerek (AY m. 15, 35, 36, 38/4, 121, 129, 138 vd. gibi) bahse konu tedbirler uygulandığı için ve ağır hak ihlallerine derhal son verilmesi açısından, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 68 ve 71/1. maddeleri gereğince başvuruya öncelik verilerek ivedi olarak incelenip karar verilmesi talep olunur.
Başvuru formu 10 sayfayı aştığı için İçtüzüğün 60. maddesi gereği hazırlanan özet ektedir (Ek-1).

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 59. maddesine göre hazırlanmıştır.

BİREYSEL BAŞVURU FORMU

I- KİŞİSEL BİLGİLER

A- GERÇEK KİŞİLER İÇİN























BAŞVURUCUNUN

1- T.C. KİMLİK NUMARASI:




X
2- ADI: 3 - SOYADI:

4- CİNSİYETİ: ERKEK: KADIN:

5- UYRUĞU: Türkiye Cumhuriyeti

















6- MESLEĞİ: GÜN AY YIL

7- DOĞUM YERİ VE TARİHİ: / / /

8- YAZIŞMA ADRESİ:

9- TELEFON NUMARASI VE ELEKTRONİK POSTA ADRESİ

a- EV :

b- İŞ :

c- CEP :

ç- ELEKTRONİK POSTA ADRESİ :

AVUKATININ

1- ADI : 2 - SOYADI :

3 - YAZIŞMA ADRESİ:
4- TELEFON NUMARASI VE ELEKTRONİK POSTA ADRESİ

a- EV:

b- İŞ:

c- CEP:

ç- ELEKTRONİK POSTA ADRESİ:
II- AÇIKLAMALAR

A- Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti:

  1. Olayların ortaya çıkışı

  1. 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişiminden hemen sonra, 16 Temmuz 2016 tarihinde, iddia olunan FETÖ/PDY terör örgütüne üyelik suçlamasıyla 2745 hakim ve savcı hakkında gözaltı kararı verilmiştir. Bahse konu tüm hakim ve savcılar hakkında aynı gün HSYK tarafından görevden uzaklaştırma kararı verilmiştir. 24 Ağustos 2016 ve 31 Ağustos 2016 tarihli iki HSYK kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu toplam 3390 (2847+543) hakim ve savcı hakkında 667 sayılı KHK’nın 3. maddesi gerekçe gösterilerek, hiçbir savunma hakkı tanınmadan meslekten ihraç kararı verilmiştir.

  2. Meslekten çıkarma kararında özet olarak şu gerekçeye dayanılmıştır: “23/07/2016 tarih ve 29779 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 Sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/1'inci maddesinde; 'Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir...' düzenlemesine yer verilmiştir. 667 Sayılı KHK'nın 3'üncü maddesi kapsamında yapılacak değerlendirmeye esas olmak üzere; ilgililerin mesleğe kabulleri ile başlayan, eğitim merkezi ve Türkiye Adalet Akademisindeki faaliyetleri, hizmet içi eğitim ve yabancı dil eğitimlerine katılımlarına, yurtdışına gönderilmelerine, özel yetkili savcılıklara veya mahkemelere yahut idari görevlere atanmalarına ilişkin bilgiler ile bu görevlendirmelerde ve yine bir silah olarak kullanılan özel yetkili mahkemelere hâkim veya unvanlı olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığına, başkan, başkan yardımcısı veya müfettiş olarak, idari kurumlara tetkik hâkimi, daire başkanı veya yardımcısı, genel müdür veya yardımcısı v.s. şeklinde yapılan atamalarda dikkate alınan kriterler, özlük dosyalarındaki bilgi ve belgeler, sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları, ilgililer hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna intikal eden şikâyet, ihbar, inceleme ve soruşturma dosyaları ile bu dosyalar hakkında verilen kararlar, mahallinde yapılan araştırmalar, FETÖ/PDY terör örgütü ile ilintili dosyalarda görev alan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının bu dosyalarda yapmış oldukları işlemler ve verdikleri kararlar, örgüt mensuplarının haberleşme için kullandıkları şifreli programlarda yer alan kayıtlar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun FETÖ/PDY mensubu oldukları Emniyet Genel Müdürlüğü terörle mücadele birimlerince düzenlenen raporlarla sabit olan örgüt üyeleri hakkında tayin ettiği disiplin cezaları ve muhalefet şerhleri, sosyal çevre bilgileri, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen bilgi ile belgeler, ilgililer hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın niteliği ve isnat edilen suçlamalar ile gözaltı ve tutuklama kararları, soruşturma kapsamında ifadelerine başvurulan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının ifade ve sorgu tutanakları, itirafçıların beyanları ile diğer bilgi ve belgeler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin incelemesine sunulmuş olup Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulu'nun 24/08/2016 tarih, 2016/426 Karar no.lu kararıyla, ekli listede yer alan 2847 hâkim ve Cumhuriyet savcısının FETÖ/PDY örgütü ile irtibat ve iltisakları bulunduğu değerlendirildiğinden 667 sayılı KHK'nın 3. maddesi uyarınca meslekten çıkarılmalarına oybirliği ile karar verilmiştir.” Benzer bir gerekçe 31 Ağustos 2016 tarihli kararda da tekrarlanmıştır.

  3. Yukarıdaki gerekçeden de anlaşılacağı gibi, başvurucunun meslekten ihracına “FETÖ/PDY örgütü ile irtibat ve iltisakları bulunduğu iddiası gerekçe gösterilmiştir. Aynı suçlama ile başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltı kararı verildiği de dikkate alındığında, başvurucunun bir terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla meslekten ihraç edildiği açıktır. Başvurucu yargılanmadan bir terör örgütüne üye olmakla suçlanıp bir daha kamu görevinde çalışamayacak şekilde meslekten ihraç edildiği ve çok ağır bir yaptırıma tabi tutulduğu için bazı hususların açıklığa kavuşturulması gereklidir. İlk olarak adı geçen isimde bir terör örgütünün bulunup bulunmadığı, bu örgütün terör örgütü olduğunu gösteren somut deliller olup olmadığı, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin bu açıdan değerlendirilmesi, başvurucunun bu örgüte üye olup olmadığı ve bu açıdan masumiyet karinesinin ihlal edilip edilmediği, HSYK kararında dayanılan faaliyetlerin suçlamalara dayanak olup olamayacağı ve bir hakim ve savcı hakkında doğrudan soruşturma açılıp açılamayacağı, HSYK’nın bir OHAL KHK’sına dayalı olarak hakim ve savcıları meslekten çıkarıp çıkaramayacağı ve bu durumun Anayasa ve AİHS’ye uygun olup olmadığı gibi hususların olaylar temelinde kısaca da olsa irdelenmesi gerekmektedir.

  1. FETÖ/PDY isimli örgütün varlığı iddiasına dayalı suçlamalar

  1. Herkes tarafından bilindiği gibi, iddia edilen isimde mahkeme kararı ile kesinleşmiş bir terör örgütü bulunmamaktadır. Hatta 28 Şubat Sürecinde bu hususta açılan bir kamu davası iddia edilenin tam tersi bir şekilde karara bağlanmış ve bu karar Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2008 tarihli kararı ile kesinleşmiştir. En çok tartışılan konulardan biri olduğu için, bu hususun devlet yöneticileri ve yargıyı yönetenler tarafından bilinmemesi mümkün değildir. Bilindiği gibi, hukukun en temel ilkelerinden olan masumiyet karinesi gereği, herkes, kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile mahkûm oluncaya kadar suçsuz sayılır (AY m. 38/4). Başvurucu iddia edilen terör örgütüne üye (üye, iltisak, irtibat) olmakla suçlanıp meslekten ihraç edildiği için öncelikle bu durumun bilinmesinde yarar vardır.

  2. Belirtilen isimle kast edilenin, kamuoyunda “Gülen Hareketi” veya “Cemaat” olarak isimlendirilen oluşum olduğu herkesçe malumdur. İddia edilen isimde bir terör örgütünün varlığı, “kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme” tarafından ve adil yargılanma hakkının tüm güvencelerine saygı gösterilecek bir yargılama sonucu, bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar kesin olarak kararlaştırılmadığı için, masumiyet karinesine saygı ilkesi gereği, belirtilen örgüt ismine yer verilmeyecektir. Bu başvuruya konu yargılamanın uluslararası yargı organları önüne gitme ihtimalinin bulunması nedeniyle, uluslararası kamuoyundaki tanınan ismiyle, bu başvuru formunda “Gülen Hareketi” ifadesi kullanılacaktır.

  3. Ayrıca bu konuda bir hususun daha altını çizmekte yarar vardır. Anayasaya göre, “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” (AY m. 6/3). Masumiyet karinesinin gerekleri dikkate alındığında (Suçluluğu hükmen (yargılama sonucu) sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. AY m. 38/4), kişileri suçlu gösterme veya mahkûm etme, bir yargısal işlevdir. Anayasanın 9. maddesine göre, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Dolayısıyla yargılama ve mahkûm etme konusunda yürütme veya yasama organı ya da başka bir organın karar verme yetkisi yoktur. Her ne kadar adı geçen örgüt MGK ve Bakanlar Kurulu kararı ile terör örgütü ilan edilmiş olsa da,1 Bakanlar Kurulu kararı veya MGK kararlarıyla kişiler ya da kişi grupları suçlu ilan edilemeyeceği gibi mahkûm da edilemez. Bu durum açık bir fonksiyon gaspına yol açar; aynı anda Anayasanın 6/3, 9 ve 38/4 maddelerini ve adil yargılanma hakkına ilişkin tüm hükümlerini ihlal eder.

  4. Bilindiği gibi, bir kişinin terör örgütü üyeliği ile suçlanıp hakkında disiplin veya ceza soruşturması başlatılabilmesi için öncelikle bir terör örgütünün varlığının gösterilmesi gerekir. Bir terör örgütü olmadan hiç kimse, olmayan terör örgütü üyeliği ile suçlanıp hakkında işlem yapılamaz. Terör örgütü üyeliğine dayalı disiplin veya ceza soruşturması başlatılabilmesi açısından, ya bahse konu terör örgütünün varlığı kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile ispatlanmış olmalı ya da objektif gözlemcileri ikna edecek ölçüde, asgari yeterli şüphenin varlığını gösteren ve “toplumu dehşete düşürecek türden şiddet eylemlerine” (TMK m. 1) ilişkin kanıtlar ortaya konmalıdır. Daha sonra da bu örgüt ile suçlanan kişi arasındaki bağı gösteren somut kanıtlar gösterilmelidir. Somut olayda Gülen Hareketinin bir terör örgütü olduğu herhangi bir mahkeme kararı ile kesin olarak ispatlanmadığı için bu gerekçeye dayalı hiç kimse hakkında disiplin veya ceza soruşturması açılamaz. Ancak eğer bu hareketin yönetim kademesinin talimatlarıyla girişilmiş, toplumu dehşete düşüren tedhiş (şiddet) eylemleri, somut kanıtlara dayalı olarak gösterilirse, bu durumda suça bulaşmış ilgililer hakkında disiplin ve ceza soruşturması başlatılabilir.

  5. Bu açıdan, ilk olarak şu hususu belirtmekte yarar vardır. 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen Hareketinin şiddet eylemlerine başvurduğuna dair, objektif gözlemcileri ikna eder ölçüde yeterli şüpheyi gösteren somut kanıtlar ortaya konmadığı gibi, bu iddianın birincil sahipleri de bahse konu Hareketin terör örgütü olduğuna inanmadıklarını, 15 Temmuz 2016 sonrası yaptıkları açıklamalarda açıkça ortaya koymuşlardır.

  6. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Temmuz 2016 tarihinin ilk saatlerinde, saat 03.20 civarında İstanbul Havalimanında yaptığı açıklamada, darbeci askerler henüz yakalanıp sorgulanmadan, darbe girişiminin arkasında Gülen Hareketinin olduğunu açıkladıktan sonra, “Bu grubun silahlı terör örgütü olduğu açığa çıkmıştır” demiştir. Bu ifadeler, Gülen Hareketini daha önce MGK kararı ile terör örgütü ilan ettirmesine rağmen, Cumhurbaşkanın da 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen Hareketinin terör örgütü olduğuna inanmadığını göstermektedir. 19 Ağustos 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin “15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yeni bir terör örgütü ile karşı karşıya olduğunu” ifade etmiştir2. Böylece, Cumhurbaşkanının en yakın mesai arkadaşlarından biri olan ve kendisine uluslararası ilişkiler konusunda danışmanlık yaptığı biline Doç. Dr. İbrahim Kalın da, Gülen Hareketinin 15 Temmuz 2016 tarihine kadar terör örgütü olduğuna inanmadığını açıkça ifade etmiştir. AKP kurucularından olan, TBMM eski Başkanı ve Başbakan eski yardımcısı Bülent Arınç da, 21 Temmuz 2016 tarihinde, “Silahlı terör örgütünün Fetullahçı olduğunu o gece öğrendim” açıklamasını yapmıştır. Bülent Arınç, birçok MGK ve Bakanlar Kurulu toplantısında bulunmuş, tüm tartışmalara birincil elden vakıf bir devlet adamı olarak, tüm iddialara ve en gizli devlet belgelerine vakıf olmasına rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen Hareketinin terör örgütü olduğuna (şiddete başvurduğuna)3 inanmadığını açıkça beyan etmiştir. Böylece AKP iktidarının son iki yıldır sürekli terör örgütü olmakla suçladığı Gülen Hareketinin terör örgütü olduğuna, bu iddianın birincil sahiplerinin de 15 Temmuz 2016 tarihine kadar inanmadığı ifade edilmiştir.

  7. Bu iddiaya hiç kimsenin inanmadığı, esasında iktidar yanlısı bir gazete olan Karar Gazetesinin darbe girişiminden 18 gün önce yayınlanan 27 Haziran 2016 tarihli manşetiyle de ilan edilmiştir. Son iki yıldır Gülen Hareketinin şiddete başvurduğunu ispatlamak için devletin tüm imkânları kullanılmasına rağmen bir türlü delil elde edilemediği için, söz konusu gazete, “Paralel’de ilk cinayet suçlaması” başlığını atarak, ilk şiddet olayını duyurmaya çalışmış ancak bu iddia da temelsiz çıkmıştır. Bilindiği gibi toplumu dehşete düşürecek türden şiddet olaylarına başvurma, terör örgütü suçunun olmazsa olmazlarındandır. Darbe girişiminden çok önce, MGK ve Bakanları Kurulu kararı ile Gülen Hareketi terör örgütü ilan edilmiş4 olmasına rağmen, MGK Başkanı olan Cumhurbaşkanı ile üye olarak birçok MGK toplantısına katılmış Başbakan eski yardımcısı Arınç’ın 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimine kadar, Gülen Hareketinin terör örgütü olduğu (tedhiş eylemlerine başvurduğu) iddiasına inanmadıkları anlaşılmaktadır.

  8. Bu konudaki somut bilgiler yürütme organı mensuplarıyla sınırlı değildir. 22 Eylül 2016 tarihli Cumhuriyet Gazetesine beyanda bulunan HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, “Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk, Odatv, Hüseyin Kurtoğlu, şike davası gibi dosyalarla ilgili disiplin soruşturması vardı. Bu soruşturmalarda o örgütün üyesi olanlar soruşturuluyordu. Biz ayrıca o örgütün yargı içindeki yapılanmasına ilişkin de soruşturma başlatmıştık. Bununla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda da adli soruşturma yapılıyordu.Soru şu: Darbe girişimi olana kadar neden bunlar görevde tutuldu? “Biliyorsunuz bu örgütün silahlı terör örgütü olup olmadığı konusunda tartışma vardı. Bunun kriminal hale gelmesi için silahlı terör örgütü tespitinin yapılması gerekiyordu.O gün, darbe gecesi bu örgütün terör örgütü olduğu yönünde ayan beyan, kimsenin karşı çıkamayacağı deliller çıkınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanununun örgüt üyeliği suçunu düzenleyen 314. Maddesi gereği soruşturma açtı. Böylece Ankara Başsavcılığı elindeki ceza soruşturmasında delil ele geçtiği için silahlı terör örgütü üyesi olmaktan hâkim ve savcılarla ilgili gözaltı kararı verdi.” Bu ifadelerden açıkça anlaşıldığı gibi, 15 Temmuz 2016 tarihli menfur darbe girişimine kadar, Gülen Hareketinin şiddet eylemlerine başvurduğu iddiası konusunda herhangi bir delil elde edilemediği HSYK Başkanvekili tarafından da beyan edilmiştir.

  9. Tüm bu değerlendirmeler ve bahse konu Hareketin son iki yıldır devlet kurumları tarafından sürekli denetlendiği ve incelendiği dikkate alındığında, şiddete başvurma unsuru açısından herhangi bir somut delil tespit edilemediği, devletin en gizli belgelerine vakıf yöneticilerin beyanları dahil yukarıdaki beyanlardan açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda Gülen Hareketinin terör örgütü olup olmadığının değerlendirilmesi açısından tek kalan unsur, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimidir. İktidarın ve iktidar tekelindeki medya her ne kadar bahse konu darbenin Gülen Hareketine mensup olduğu iddia edilen askerler tarafından yapıldığı iddia edilse de (henüz sınırlı bir kısmı medyaya yansıyan ve) aşağıda belirtilen somut deliller, darbe gibi son derece karmaşık bir olayın küçük bir grubun yapamayacağı kadar son derece ciddi bir olgu olduğunu göstermektedir. İktidar ve iktidar kontrolündeki medyanın iddia ettiğinin aksi kanıtlanırsa, başvurucu dahil kendisiyle birlikte açığa alınan, gözaltına alınan ve/veya tutuklanan ve son olarak meslekten ihraç edilen 3390 hakim ve savcının tamamen temelsiz şekilde bahse konu uygulamalara maruz bırakıldığı kanıtlanmış olacaktır. Bu nedenle aşağıdaki somut olay, olgu, kanıt ve bilgilere bu başvuru formunda yer verilme ihtiyacı duyulmuştur.

  10. Bu konuda bir hususun da altını çizmekte yarar vardır. Bilindiği gibi 1960 darbesi, daha çok ordu içerisindeki sol eğilimli askerler tarafından, 1980 darbesi ise emir komuta zinciri içerisinde bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Aslında 15 Temmuz 2016 tarihine kadar her askeri müdahalenin özellikle Atatürkçü düşüncede olduğunu iddia eden askerler tarafından yapıldığı da bir vakıadır. 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminin sivil kanadının da olduğu, darbe sonrası bazı üst düzey iktidar partisi mensuplarının devletin üst düzey kadrolarına getirilecekleri, Cumhurbaşkanı ve Başbakan olacakları da medyada ileri sürülmüştür. Bilindiği gibi, son darbe girişimi nedeniyle ordudaki general ve amirallerin neredeyse yarısı tutuklanmıştır. Darbe teşebbüsünde bulundukları iddiasıyla tutuklanan 163 general arasında, koyu Atatürkçü kimliği ile bilinen 2. Ordu Komutanı Orgeneral Adem Huduti ve YAŞ üyesi eski Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk de vardır5. 163 general ve amiralin Gülen Hareketine mensup olduğu iddiası, somut bulgudan ve inandırıcılıktan tamamen yoksun olup yıllardır ordudan ihraç edilen subaylar dikkate alındığında bu tezin doğru olduğuna inanmak imkânsızdır. Darbeye girişen askerler arasında Gülen Hareketine sempati duyan askerlerin var olduğu bir an için varsayılsa dahi, bu durum, bu girişimle hiçbir ilgisi olmayan kişileri suçlu yapmaz. Bu durum, haklarında soruşturma açılan sivil, bürokrat ve başvurucunun da aralarında bulunduğu yargıda görev yapan diğer kamu görevlilerini suçlu yapmayacağı gibi, bir bütün olarak bahse konu yapıyı da terör örgütü yapmaz. Aksi düşüncenin kabulü halinde, darbeyi solcu veya Atatürkçü düşüncedeki askerlerin yapması (1960) durumunda, darbeciler dışındaki tüm Atatürkçü ve solcular da terör örgütü üyesi olarak kabul edilebilecektir. Darbenin emir komuta zinciri çerçevesinde yapılması (1980) durumunda ise, tüm bir ordu terör örgütü olarak kabul edilebilecektir. Ayrıca, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişiminde iktidar partisi mensubu bazı sivillerin de yer aldığı ortaya çıkarsa, bu durumda da iktidar partisi ve üyeleri de bir bütün olarak terör örgütü ve terör örgütü mensubu olarak kabul edilebilecektir. Kısaca, suç ve cezaların şahsiliği prensibi dikkate alındığında, bir an için darbeciler arasında Gülen’in fikirlerine sempati duyan subayların bulunduğu varsayılsa dahi, hukuken sadece bu nedene dayalı olarak bahse konu yapının terör örgütü olduğuna karar verilemez; verilerse yukarıdaki tüm grupların da terör örgütü olduğu kabul edilir.

  11. Suç ve cezaların şahsiliği prensibinin bir sonucu olarak, atılı suçla hiçbir ilgisi olmayan insanların veya insan gruplarının suçlu kabul edilmesi imkânsız olduğu için, ne 1960 darbesi nedeniyle solcular, ne 1980 darbesi nedeniyle tüm bir ordu, ne de 2016 darbe teşebbüsü nedeniyle bir bütün olarak bir yapı veya iktidar partisi ya da başka bir grup terör örgütü olarak kabul edilemez. Kısaca, darbe girişiminde bulunan askerler darbeye teşebbüs suçunu işlemişlerdir. Unutulmamalıdır ki, darbe girişiminin bir numarası (lideri), planlayıcıları veya beyin takımı (planlayıp azmettirenler) henüz tespit edilebilmiş değildir. Somut olaydaki suç tipi, eylem dikkate alındığında, TCK’da özel olarak düzenlenmiş olan darbeye teşebbüs suçu olup, terör örgütü suçu değildir. Aksi düşünce, her darbe girişiminden sonra (Türkiye’de bugüne kadar en az beş askeri müdahale yaşanmıştır.) o darbe girişiminin savunduğu siyasi düşünceye mensup herkes terör örgütü üyesi kabul edilir ki, suçun manevi unsuru (kast unsuru) ve suç ve cezaların şahsiliği prensibi dikkate alındığında, bu düşünceyi kabul etmek imkânsızdır. Darbe teşebbüsü özel bir suç tipi olup, henüz kimler tarafından organize ve orkestra edildiği bilinmeyen (Bakan Nabi Avcı ve iktidar tarafından bilinmesine rağmen açıklanmayan) özel bir suç tipidir. Ankara Başsavcı vekilinin, hiçbir darbeci yakalanmadan ilan ettiğinin aksine, darbe teşebbüsünün kimler tarafından organize ve orkestra edildiği açığa kavuşturulmamıştır; her geçen gün ortaya çıkan yeni deliller darbe girişiminin gerçek aktörleri hakkında izler taşımaktadır. Yurtta Sulh Konseyi başkanı oldukları iddia edilen şahısların imzaladığı ve kaleme aldığı bir belge ele geçirildiği darbe girişiminin üzerinden 6 saat sonra savcı tarafından açıklanmış olmasına rağmen, 25 gün sonra, Yurtta Sulh Konseyinin kimlerden oluştuğunun belirlenemediğini açıklanmıştır.

Yüklə 375,56 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin