Ahmed hulûSİ’de kavramlar



Yüklə 491,6 Kb.
səhifə1/3
tarix06.12.2017
ölçüsü491,6 Kb.
#33955
  1   2   3

Ahmed Hulûsi’de Kavramlar





AHMED HULÛSİ’DE

KAVRAMLAR

S

AV. ASUMAN BAYRAKÇI

www.allahvesistemi.org

KİTSAN


Kavramlar S,

İstanbul


Yayın Dağıtım: Kitsan

Bu kitabın telif hakkı yoktur.

Dileyen herkes, tüm eserlerimiz gibi

bu kitabı da,yazar ve kaynak belirtmek ve

orijinaline sadık kalmak kaydıyla

çoğaltabilir, çevresiyle paylaşabilir,

yayınlayabilir, tercüme edebilir…



KİTSAN KİTAP

BASIM YAYIM DAĞ.

SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.

Alemdar Mah. Ticarethane Sk.

No: 41/3-4 34400

Sultanahmet - İSTANBUL

Tlf: (0212) 513 67 69 - Fax: 511 51 44

http://www.kitsan.com

VAHYE DAYALI MUHAMMEDİ ÖĞRETİ”DE

KUR’ÂN RUHU”YLA “OKU”MA
Bu kitabımızda, öncekilerden farklı olarak, ilgili kavramlara dönük, Kurân-ı Kerim âyetlerine("Allah ilminden yansımalarla KUR’ÂN-I KERİM ÇÖZÜMÜ"-Ahmed Hulûsi) geniş yer verilmiştir.

Bir Kurân öğrenicisi olarak, Vahye dayalı Muhammedi öğretinin verdiği bakış açısıyla Kurân-ı Kerim’in ruhunu algılayabilmek ve bu anlayışla değerlendirebilmek amacıyla yaptığımız bu çalışmanın, okuyuculara da ışık tutacağını ümid ediyorum.

Asuman Bayrakcı

MUHAMMEDÎ ŞİFRE VE KODLAR

KAVRAMLAR İLE KURÂN-I KERİM’E BAKIŞ



Ey insanlar! Hakikaten Rabbinizden size bir burhan (hakikatin dillenmişi Hz.Muhammed s.a.v.) geldi... Size apaçık bir Nur (Kur'ân) inzâl ettik.

Esmâ'sıyla her şeyin aslı olan Allâh'a iman edip, O'na hakikatleri olarak sımsıkı tutunanlara gelince, onları HÛ'dan bir rahmetin ve fazlın içine sokacak ve onları kendisine varan sırat-ı müstakime hidâyetleyecektir.(Nisâ/174-175)

O'nu seven, Allah'ı sevmiş olur...

O'na şükreden, Allah'a şükretmiş olur...

O'ndan yüz çeviren, Allah'tan yüz çevirmiş olur...

O, ALLAH adıyla işaret edilenin “Hüviyeti”nin “ABD”ı

ve “RASÛLÜ”dür...

Fark edene, görene ve de bu gerçeği kavrayabilene!...



FİHRİST




  • SALÂVAT{İlâhi özellikler-Özel rahmet-Rasûlullah'a yönelmek-Zât’ın Şefaati-Mânevi yardım-Doğru Bilgi-“Kesinlikledir ki Allah ve melekî kuvveleri Nebî’sine yönlenmektedir. Ey iman edenler siz de O'na yönlenin ve teslim olun, selâmet bulun” uyarısı}

  • ALLAH’IN SALÂVATI->"SİSTEM"İ YARATMAK!

  • ALLAH”IN("Allah" ismiyle işaret edilenin) YARATIŞ ÖZELLİKLERİ(Allah'ı tanımanın anahtarları-"Allah İsimleri-"El Esmâ'ül Hüsnâ")

  • Toplu varlığımız itibariyle uzayımızdan gelen bir şekilde fışkırırız… Bilincimiz ise, açığa çıktığı katmanın şartları altında düşünür. (“İman” etmen istenen “Hakikatin” ise Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olan “Hakikat-i Muhammedî”!)

  • Bütün Bâtıni yaşamlar, bedensel beyin çalışmalarıyla birlikte değerlendirilir.

  • Beyindeki tüm algılamalar, tamamıyla bir elektromanyetik dalga çözümüdür.

  • Salâvat, “Zikir”dir.

  • ÜZERLERİNE “RABLERİNİN SALÂVATI” VE ÖZEL RAHMETİ OLANLAR{İman edenler-Sabredenler-Sabır ve Salât ile yardım isteyenler-Hidâyeti bulanlar}

  • RAB”BİNİN SALÂVATI”(“Hakikat”lerini fark ettirmek üzere tecellisi)

  • RAB”BİNİN RAHMETİ(Esmâ'sının açığa çıkış seyri güzellikleri)

  • "ESM MERTEBESİ”NİN HİTABI->RASÛLULLAH'TAN YAYILAN NUR(Esma mertebesinin Hz. Muhammed'in beynindeki yansıması)

  • RASÛLULLAH'TAN YAYILAN NUR,
    EVLİYAULLAH'TA YANSIR! {Güneş tek… Aylar çok. Ay'ın nuru güneşten gelir.}

  • HAKİKAT”İN DİLLENMİŞİ(Nûru Muhammedî)->{(Hak-hakikat olarak irsal olunan)-“Hakikat”in zuhuru olan o sonsuzluğa uzanan EN MUHTEŞEM RUH-ALLAH adıyla işaret edilenin “Hüviyeti”nin “ABD”ı ve “RASÛLÜ”-Rabbinizden size gelen bir burhan-"Sistem"i "OKU"yan, Vahdeti açıklayan Rasûl-Üzerinizdeki şâhit-Son Nebi}->HZ.MUHAMMED MUSTAFA Aleyhisselâm

  • Allah ve meleklerinin salât ettiği o Zât’a siz de salât edin…

  • ZÂT'IN ŞEFAATI(Mânevi yardımı-Doğru Bilgi)

  • Zât'ın şefâati, Dünyada yaşarken(Beden manyetizmasını yitirmeden-Ölümü tatma'dan evvel) size ulaşmalı(Bilincinizdeki basiret perdesi açılmalı-yanlış bilgilerden arındırarak gerçeği idrak ettirmeli-ruhâni diriliş gerçekleşmeli)}

  • Hamidiyet, “Mahmudiyet”e döndüğü içindir ki yardıma(Şefaate) gerek vardır.

  • RASÛLULLAH'TAN YAYILAN NUR,
    EVLİYAULLAH'TA YANSIR!(Güneş tek… Aylar çok. Ay'ın nuru güneşten gelir.)

  • RASÛLULLAH'A SALÂVAT “OKU”MAK->O’na yönelerek O’ndan yayılan frekansı alıp, “Ayna nöronlar”ızla bu gelen yayını(“dalga”ları-“Öz”ünüzden gelen “Bilgi”yi) değerlendirmek

  • SALAVAT VE ”AYNA NÖRONLAR”->Kişinin “Hakikat”ini oluşturan “Allah İsimleri”nin işaret ettiği özellikler, kişinin “Öz”ünden-içinden-derûnundan irsal olup, beyinde açığa çıkar.

  • Öz”ündeki “Hakikat-i Muhammedi”den, kulluk görevini yerine getirmekte olan tüm sâlihlere dalga dalga yayılır selâmet…

  • Tüm Evliyaullah, Rasûlullah'ın nuruyla nurlanarak parlayan zevattır. Hakikatından alır, ama hakikatından aldığı şey, Hakikati Muhammedi'nin nurudur.

  • RASÛLULLAH ÖLMEDİ; BOYUT DA DEĞİŞTİRMEDİ... O DÜNKÜ AHMED DEĞİL, BUGÜNKİ AHMED'DİR. BÜGÜN DE AYNI AHMED'DİR!

  • Boyut, senin gözünden doğuyor. Aslında Rasûlullah ile sen, aynı boyutta yaşıyorsun. Ama gözünle beynin sınırlandığı içindir ki onu göremiyorsun; ondan gafilsin!...

  • HİÇ RASULULLAH'A SALAVAT OKURKEN, O, BİZATİHİ KARŞINDAYMIŞ GİBİ OKUDUN MU?(İman ediyorsan Resulullah'ın yaşadığına, ölmemiş olduğuna; salavatı getirirken yani okurken onu karşındaymış gibi görüp bizzatihi ona hitap edebildin mi hiç? Bunu düşündünüz mü?)

  • O SONSUZLUĞA UZANAN MUHTEŞEM RUH, YÖNELDİĞİNİZDE SİZİ ALGILAR!

  • (İyi anlayın ki, RASÛLULLAH İÇİNİZDEDİR! (Hucûrat/7)

  • Ölmüş Peygamber”in ardından birtakım kelimeleri tekrar etmek(“Çekmek”!) değil…. Sizi algılayan, “Hakikat”in zuhuru olan o sonsuzluğa uzanan EN MUHTEŞEM RUH ile iletişime geçerek, açıkladığı “Sistem”i tümüyle “Oku”yabilmek...

  • Kime yöneldiğinizi fark edin...

  • Müşriklerin gördüğü “Yetim Muhammed”i değil, Âlemler kendisi için yaratılan “Allah Rasûlü”nü görebilmek için yönelin…

  • O’na yönelerek O’ndan yayılan frekansı alıp, “Ayna nöronlar”ınızla bu gelen yayını(“Dalga”ları-“Öz”ünüzden gelen bu bilgiyi) değerlendirin.

  • Vechinizi o Zât’a(Hz.Rasûlullah’a) dönmüşseniz(Anlamını düşünerek Salâvat okuyorsanız), o muhteşem Zât yönelişinize vâkıftır.

  • RASÛLULLAH KAPISINDAN GİRİNİZ Kİ, ALLAH'A ERESİNİZ!

  • O MUHTEŞEM RUH İLE İLETİŞİME GEÇEBİLMEK  İÇİN SALÂVAT “OKU”YUN{(Varlığın bütün katmanlarına kati delil-“Hakikat” mertebesinin konuşan dili-Âlemlere rahmet olarak yaratılmış en güzel(saf-orijin varlık)-Bütün rûhların, melâikenin ve varolanların mihrabı olan o yüce rûh-Bütün Nebilerin ve Rasûllerin imamı-Cum'a salâtının imamı-Bütün Cennet ehlinin önderi-Tüm insanlığın önderi-İslâm Dini’ni hakkıyla anlayıp gereğini yaşamak için tek örnek olan Zât} ile iletişime geçmek için)- “HÛ” nin “ABD”ı ve “RASÛL”ü-"Allah" İsmine  “AYNA” olan Hz.Rasûlullah’ın ruhuyla-bilinciyle bağlantı kurup, o yayın kanalından bilgi almak için)- “Allah” adıyla işaret edilenin “Rasûl” ve “Nebi”si olan “Muhammed Mustafa” isimli “KİTAB”ı “Oku”mak için)-(“Sistem”in tümünü“Oku”yabilmek için)-(Müşriklerin gördüğü “Yetim Muhammed”i değil, Âlemler kendisi için yaratılan “Allah Rasûlü”nü görebilmek için)-(“Peygamberlik”le bloke olmamış beyinlerin Allah Rasûlünü değerlendirebilmesi için)}

  • O'nu seven, Allah'ı sevmiş olur...O'na şükreden, Allah'a şükretmiş olur...O'ndan yüz çeviren, Allah'tan yüz çevirmiş olur...

  • SALAVATLAR

  • Üzerlerine Rablerinin salâvatı (Hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi) ve özel rahmeti (esmâsının açığa çıkış seyri güzellikleri)  olanlar

  • Yüksek derecelerin-övülmüş makamın mazharı olduğu için şefaati olan o Zât’a salâvat getirin…

  • Hz.Fâtıma(r.a)nın Divan toplantısında Cennet lisanıyla okuduğu salâvat

  • Gelmiş geçmiş bütün Nebi ve Rasûllerin şefaati(Mânevi Yardımı-Bilincinizdeki basiret perdesinin açılması-Doğru bilgi) için okuyun…

  • 70 melek 1000 sabah ecir yazar…

  • Arş’ın ağırlığınca ve tüm “Kelime”lerin adedince salât edin…

  • Delâili Hayrat’ı ondört defa okumaya bedel olan salâvat(Seyyid Ahmed Bedevî Hazretlerinin tertiplemiş olduğu salâvat

  • RUH GÜCÜ(Ruhâniyet-Ruhtaki kudret-beynin güçlü dalga yayımı-Melekî güç)kazanmak için okunacak 70.000 salâvata denk olan salâvat(Bâtın âleminin sultanı Hazret-i Âli efendimizin devam ettiği salâvat)

  • RASÛLULLAH’IN RUHÂNİYETİNDEN YARDIM İSTEMEK

  • Sıkıntınız olduğunda Rasûlullah’ın ruhâniyetinden yardım isteyin…

  • Zamanımızın ne kadarını Salâvata ayıralım?

  • ("Cum'a salâtı"nın yöneticisi-yol göstereni-önderi-imamı) HZ.RASÛLULLAH'I KÂİM HALDE TERK Mİ EDİYORSUNUZ?

  • KURÂN'I BIRAKIP NEREYE GİDİYORSUNUZ? {O, âlemler(İnsanlar) için yalnızca bir Zikir'dir (HATIRLATMADIR!)-Tekvir/26}!

  • RASÛLULLAH HAKK’TIR; KURÂN-I KERİM HAKK’I BİLDİRMEKTEDİR!

SALÂVAT



  • İlâhi özellikler

  • Özel rahmet

  • Rasûllah'a yönelmek

  • Zât’ın Şefaati

  • Mânevi yardım

  • Doğru Bilgi

  • “Kesinlikledir ki Allah ve melekî kuvveleri Nebî’sine yönlenmektedir. Ey iman edenler siz de O'na yönlenin ve teslim olun, selâmet bulun” uyarısı



ALLAH’IN SALÂVATI

("SİSTEM"İ YARATMAK!)
(Soru: Üstadım, birimin salâvatı, “Sistem”i okumaksa; Allah’ın salâvatı, “Sistem”i yaratmak mı olur? ...)

Evet...



“ALLAH”IN("Allah" ismiyle işaret edilenin)

YARATIŞ ÖZELLİKLERİ




  • Allah'ı tanımanın anahtarları

  • "Allah İsimleri

  • "El Esmâ'ül Hüsnâ"



TOPLU VARLIĞIMIZ İTİBARİYLE,

UZAYIMIZDAN GELEN BİR ŞEKİLDE FIŞKIRIRIZ…

BİLİNCİMİZ İSE,

AÇIĞA ÇIKTIĞI KATMANIN ŞARTLARI ALTINDA DÜŞÜNÜR
(“İman” etmen istenen “Hakikatin” ise Muhammed Mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olan “Hakikat-i Muhammedî”!)
Lâfını çok yapıyoruz, “Zâhir” veya “Bâtın” diye de… Nerede “Bâtın”, düşündünüz mü bu konuyu hiç, derinlemesine?

Bâtın”, neresinde “Zâhir”in?…

Zâhir”, neresinde “Bâtın”ın?.

Zâhir” ile “bâtın” arasındaki sınır nerededir?

Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!..

Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!…



Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.

Yâni, görüş alanın içinde olmasına, görmene rağmen, görmekte olduğunun “algılayamadığın yanı”dır “bâtın”!.

Nasıl oluyor, görüş alanı içinde olup da, bakmaya rağmen, algılayamamak?

Beyin veri tabanının, dışardan veya içerden beyne ulaşan verileri, onları deşifre edecek kadar yeterli verisi olmaması yüzünden, gelen veya gelmekte olan verileri değerlendirememesi, tanımlayamaması sûretiyle…

Dışarıdanı anladık da, peki “içeriden” ne demek oluyor?

İçeriden” demek, beş duyu ile beynine ulaşmayan verilerin tüm türleri demektir..

Beynine ulaşan veriler dört yoldan olabilir;


    1. Beş duyudan

    2. Cin” ismi ile işaret edilen kapsam içindeki, gerek dünyada ve gerekse diğer planetlerde yaşayan, çeşitli bilinç sahibi varlıklardan…

    3. Astrolojik etkilerden…

    4. Şuur boyutun itibariyle, uzayın hakikatından

Bunlardan son ikisi, senin, “içerden” kelimesiyle işaret ettiklerindir.

Cin” isminin işaret ettiği varlıklar ikiye ayrılır;

1-Benim, “Ruh İnsan Cin” adlı kitabımda bahsettiğim tür…

2-Bu türün dışında kalan; fizik bedenleri olmayan, gerek güneş sistemi içindeki planetlerde –Güneş dahil- ve gerekse galaksi içi diğer yıldızlarda yaşayan, dalga yapılı bilinç varlıklar!… Bu türlerle, ancak keşf veya feth hâlini yaşayanlar iletişim kurabilir… Bunların dışındakiler, bir üstteki türle –cin-, iletişim kurup; onların takdimi dolayısıyla da, cinlerle değil bu türle görüştüklerini sanırlar.



Uzayından alınanlara gelince…

Buna, Rasûl ve Nebîlerde olursa, vahiy; Velilerde olursa, ilham denilir… Bunların dışında, ender olarak, bazı çok hassas kişilerde de olması imkândışı değildir.

Esas îtibâriyle, en zor anlaşılabilecek boyut burasıdır…

Bu boyutta, “Tek”lik bilinci geçerlidir!.

Bu boyut îtibâriyle, Evren-Ruhu Â’zâm, tek bir yapı-birim-beden hâlindedir; ve O’nun, o boyutu îtibâriyle, tek bir bilinci söz konusudur!.

Evren içre evrenler, “Ruh-u A’zâm” indinde, âlem içre âlemlerdir!.

Bedeni, “uzay” adıyla tanıdığımızdır!… Bizler ve varolan her birim, Uzayımızdan gelen bir şekilde fışkırırız, toplu varlığımız îtibâriyle!. Bilincimiz ise, açığa çıktığı katmanın şartları altında düşünür…

O, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in, “NOKTA”dan yarattığı ilk varlıktır; “Nokta”dır!

Sonluluğu, hükmîdir!. Âlemlerinin sonu yoktur!… Ehline malûmdur…



Aklı îtibâriyle, “Akl-ı Evvel” denilir…

Nefs-i îtibâriyle, “Hakikat-ı Muhammedî” adı verilir…

Rûhu îtibâriyle, “Rûh-u A’zâm” denilir…

Esmâ-ül hüsnâ”, O’nun “Rûhu”dur!.

Mi’râc”ın ereni, O’na erer!…

Salât”ın amacıdır!.

Vâhidiyet” mertebesidir…

Vitriyet” sahipleri, O’nu yaşar!.

O”nda kendini bulanlar –ki dünyamızdan olmaları şart değil-, “Refîk-i Â’lâ” ehli olarak tanınır…

Makâm-ı Mahmud”, O’nunla zâhir olur!.

Melekül mukarreb”, O’nun emrindedir!..

Tek bir nefs olarak gelirsiniz” işareti, O’nun yaşamının, işâretidir…

Âlemler, O’nun indinde bir hayâldir!..

Hologram” bedendir, bedeni.. Yâni, Uzayın, algılayamadığımız yanı!.

Gökte Ay'ın ondördü gibi” sembolüyle anlatılan; Cennet ehlinin göreceği “rabbi”, O’dur!.

O’na erenin, O’nunla arasına, “ne bir Melekül Mukarreb ne de bir Nebiyyi Mürsel” girer!

Mukarreb” olmayanlar, “O”nu, “ALLAH Adıyla İşaret Edilen” sanır!.

Kesinlikle sanmayın ki, “AllahO’nunla kayıtlanır!.

ALLAH Adıyla İşaret Edilen”, âlemlerden “Ganî”dir!. “Leyse kemislihi şey’”!

Özür dilerim, neyi anlatmak isterken, söz başını alıp nerelere gitti… Haddimizi aşıp, okyanusa atladık; farkında olmadan dibe daldık!.. Âcilen çıkmazsak su yüzüne, yakîn galebe çalacak bize!.. Hemen dönelim kaldığımız yere!… Zira, bu şartlanma ve duygusallıkla varamayız o mübarek illere…


BÜTÜN BÂTINİ YAŞAMLAR

BEDENSEL BEYİN ÇALIŞMALARIYLA BİRLİKTE

DEĞERLENDİRİLEBİLİR


Bu güne kadar söylenmemiş bazı şeyleri söyledik…

Bu güne kadar açıklanmamış bazı sırlara işaret ettik…

Kurân âyetleri nin işaret ettiği, bu güne kadar pek üzerinde durulmamış bazı derûni muhtevalarına temas ettik…

Takdirimizdeki kadarıyla bunları ele alıp; ortamın ve insanlık bilgisinin kaldırabileceği nispette açıklamalar yaptık…

Ne var ki…

Bazı anlayışı sınırlı veya anlayışı kıt insanlar bütün bunlardan yanlış hükümler çıkardılar!.

Âdeta ibâhaya sapacak oldular!.

Bilgi yüklü bilgisayarlara döndüler yazdıklarımızı ezberleyip!

Sistemi açıklamaya çalıştık; “ sistemi fark ettiklerini söyleyip ”; sonra da sisteme kafa tutup, savaş açan bir zihniyet içine girdiler!.

Silindirin önünde durmayın, ezer geçer; dedik; “silindirin ezip geçeceğini fark ettik ”, deyip; silindirin önüne uzandılar!!!

“Ateş yakar, acıma duygusu yoktur ateşin; su boğar” dedik… “Anladık, fark ettik ateşin yakacağını, suyun boğacağını”, deyip; içine atladılar ateşin, suyun, güya sistemi anlamış(!?) olarak!.

Yuh olsun!.

Bu ne anlayış?.

Bu ne gaflet!.

Bu ne ters kavrayış!.

Akılla yaşadığını söyleyen güya hesap-kitap adamları, nasıl bu kadar akılsız olabiliyorlar!.

Sanırım bu da bir tür ters mûcize!?

Tüm yayınlarımda, Allah Rasûlü'nün “İKRA=OKU”yup bildirdiği “DİN”i= Sistemi bir kere daha açıklamaya çalıştım…

“Salât”ın bâtın boyutuna işaret ettim; ancak bütün bâtınî yaşamların bedensel beyin çalışmalarıyla birlikte değerlendirilebileceğini defalarca anlattım!

Ayrıca, bedensel boyutuyla “salât”ın yeterli olmayacağını, gönül=şuur yanının yaşanmasının da şart olduğunu anlatmaya çalıştım… Bunu ters anlayıp, “beş vakit salât”ın bedensel yanını rafa kaldırdılar bazıları!.

İnsan, bu dünyada, bedeni, ruhu ve şuûru yla bir bütündür!.

İbadet adı verilen bütün çalışmalar dahi, beden-ruh-şuur boyutları bir arada olarak kemâle ulaşır.

Bunlardan yalnızca biriyle o ibadetin yerine getirilmesi eksikliktir; sonuçta, ihmal edilenin, o boyuttakinin karşılığını ağır bir bedelle ödemek zorunda kalır insan!.

Sistemin sonucudur bu!.

Allah Rasûlü 'nün yapılmasını tebliğ ettiği şeyi yapmayan kişi, otomatik olarak, Allah 'ın yaratmış olduğu SİSTEM SONUCU , eksik bıraktığı çalışmanın karşılığı olarak, cezasını çekecektir!.

İnsan, gittiği ortamda, yanında götürmediğinin eksikliğini duyacak; ve bunun sonucuna çok acı bir şekilde katlanacaktır!.

Dışardan biri onu yargılamayacak; o kendi yapmadıklarının sonucunu yaşayacaktır!.

Sistemde ve sistemin işlemesinde duyguya yer yoktur!.

Gereken ilacı kullanmadığın zaman, nasıl bedenin, o davranışının sonucunu otomatik yaşıyorsa; ilaç almadın diye dışarıdan birisi cezalandırmıyorsa seni; mâzeretin ne olursa olsun yapmadığının sonucunu elde edemiyorsan…

Aynı şekilde, ölümötesi yaşamın ihtiyaçlarından olan BEDENİ İBADETLERE, çalışmalara da gereken önem ve değeri vermezsen, bunun da sonuçlarını orada otomatik olarak yaşayacaksın…

Belki gökteki bir tanrı seni cezalandırmayacak; ama gittiğin ortamda, çok kuvvesiz olduğun için, o ortamın yaşam koşulları içinde perişan olacaksın!.

Bundan seni ne Ahmed Hulûsi kurtarabilir; ne de bir başkası!.

Çünkü sen dünyada, ŞEFÂAT olarak Allah Rasûlü'nden gelip sana ulaşan ilmi, inkâr anlamına gelen yaşam biçimini seçtin!.

Defalarca söyledik ve yazdık ki; “salât”, “oruc”, “hac ” ve diğer teklif edilenler, hep senin kendini geliştirmen içindir; yukarıdaki bir tanrının gönlünü alman amacıyla değil!.

İşin püf noktası budur!.

Sana, bugün ve yarın içinde yaşayacağın evrensel SİSTEM açıklanarak, buna göre kendini geleceğin tehlikelerinden koruman isteniyor!.

Oysa sen, hem sistemi anladığını söyleyip; hem de, “bana bir şey olmaz” demek hamâkatini ortaya koyuyorsun!.

“Kızım Fatma seni baban olduğum halde ben bile kurtaramam”

diyor Allah Rasûlü, SİSTEM=değişmez Allah sünneti gerçeği ışığında… Bizim anlayışı kıt, sisteme kafa tutmanın “ mârifet ” olduğunu sanıyor!.

Güneşi batmış; yıldızı dökülüp sönmüş; kör olmuş; hayâlindekiyle avunuyor; kendini, “evrenin sırlarını görüyorum” diye kandırıp avutuyor!.

Hâlâ sistemi kavramayacak mısınız?

Hâlâ kişiye göre DİN=SİSTEM olmayacağını idrâk etmeyecek misiniz?

Ey ulaşabildiklerim…

Kendi iyiliğiniz için, içinde yaşadığınız SİSTEMİN GERÇEKLERİNİ fark etmek için, kozanızdaki hayâl dünyanızdan başınızı dışarı çıkartın!.

Sisteme uymadığınız zaman, nasıl bu dünyada perişan oluyorsanız; bilin ki, gelecek ölüm ötesi boyutta da aynı EVRENSEL SİSTEME tâbi olarak, perişan olacaksınız!.

Hiç kimse de, buradaki inkârınızdan dolayı size orada yardımcı olamayacak!.

Kim, Sisteme kafa tutarsa, sonucuna çok ağır katlanır!…

Böylece biline!


Beyindeki tüm algılamalar,

tamamıyla bir elektromanyetik dalga çözümüdür.


SALÂVAT, “ZİKİR”DİR


Dua ve namaz zikrin bir çeşididir, kezâ Kur'ân okumak ya da salâvat dahi.

Zikir dinde yer alan en büyük ibâdet, olarak nitelendirilmiştir. Niçin?..

Astroloji bölümünde, yaklaşık 15 milyar hücreden oluşan insan beyninin ancak çok cüz'î bir kısmının doğum sırasında aldığı ışınlarla faaliyete girdiğini; bundan sonra da yeni tesirlerle yeni açılımlara kavuşmasının imkânsız olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.

Evet, beyin doğum anından sonra, dışarıdan gelen ışın etkileri ile yeni hücre gruplarını devreye sokamaz. Ancak beyindeki devreye girmemiş kapasite ilelebed âtıl durmak için varedilmiştir demek değildir bu!..

Beyinin ilk anda açılmamış hücre gruplarının bazı çalışmalar ile devreye girmesi, kapasite genişlemesi, yeni kabiliyetlerin elde edilmesi mümkündür!..

Esasen din dediğimiz olayın temeli de beynin yeni bölümlerinin devreye girmesi ve bu bölümlerin çalışması suretiyle elde edilecek yeni güçler gerçeğine dayanır.

Zikir dediğimiz «Allah»a ait bir mânânın beyindeki tekrarı olayı nedir?..

«Allah» ismini dilinizle söylediğinizi kabûl edelim. Dilde söylenen bu kelime bilindiği gibi, öncelikle beyinde hazırlanacak, sonra da dile uzanan sinirle dil hareket ettirilerek düşünülen mânânın ses şeklinde dışarıya ulaşması sağlanacaktır.

«ALLAH» kelimesinin beyinde hatırlanması demek; bu kelimenin mânâsını oluşturan hücre grupları arasında bir bioelektiriğin akışı demektir.

Esasen beyindeki tüm fonksiyonlar, beyin hücreleri arasındaki bir bio - elektrik faaliyetten başka bir şey değildir!.. Her mânâya göre beyinde değişik hücre grupları arasında bir bioelektrik akış sözkonusudur. Bu akış neticesinde devreye giren hücre grubuna göre ortaya sayısız mânâlar çıkmaktadır.

Beynin tüm fonksiyonları hep bu hücre gruplarının oluşturduğu sayısız krozmanlar neticesinde gelişmektedir. 15 milyar nöron ve her bir nöronun 16 bin nöronla bağlantısı. Ve bunların sayısız işlevi!.. (fetebarekAllâhu ahsenül halikîn!..)

Hormonların bu alandaki fonksiyonları ise bilebildiğimiz kadarıyla, hücrelerin kimyasal yapısını etkileyerek, bio-elektriğin akış hızını ve yönünü kanalize ederek değişik anlamlar taktığımız oluşumları meydana getirmesi!..

Her an sayısız takım yıldızlardan gelen değişik frekanslı ışınlar. değişen açılar dolayısıyla beyin üzerinde meydana gelen sürekli değişik kozmik etki ve bunun sonucu bio-elektrik akış. mevcût potansiyelin her an yeni gelenler istikâmetinde sürekli yeni mânâlar oluşturacak şekilde faaliyeti.

Esasen beyin için uyku diye bir olay sözkonusu değil!.. Beyin, anlattığımız istikâmette sürekli olarak çalışmada ve sürekli olarak tesir almada.

Ruh'ta oluştuğu iddia edilen tüm haller, aslında ruhta değil beyinde oluşmada!.. «Ruh» ise beynin tüm hasılasını her an yüklemekte olduğu hologramik yapılı «dalga beden».

Evet, konudan uzaklaşmayıp, tekrar «zikrin» olayına gelelim;

«Zikir» yaptığınız zaman, yâni «Allah»a ait olarak bilinen bir mânâyı tekrar ettiğiniz zaman. Beyinde, ilgili hücre grubunda bir bioelektrik akım meydana geliyor ve bu, bir tür enerji şeklinde dalga bedene yükleniyor!

Aynı zamanda siz bu mânâyı tekrara devam ederseniz. Yâni, bu kelimeyi tekrara devam ederseniz. Bu defa, bu kelimenin tekrarından oluşan bioelektrik enerji daha güçlenerek yeni hücre birimlerini devreye sokuyor ve bir kapasite genişlemesi sözkonusu oluyor.

Bu tekrara daha uzun bir süre devam ettiğimizde ise, devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla, beyninizde yeni mânâlar oluşmaya başlıyor. Tekrarladığınız kelimelerin işaret ettiği mânâ istikâmetinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor ve siz:

«Ben zikre başladıktan sonra kafam değişmeye başladı, huylarım değişmeye başladı. bir takım şeyleri daha iyi anlamaya başladım!»gibisinden şeyler söylemek durumunda kalıyorsunuz!..

Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mânâ, hem de enerji, dalga bedeninize yüklendiği için, fizik beden ötesi yaşamınız daha farklı bir düzeye erişiyor!..

 "DÜNYADA A'MÂ OLAN ÂHİRETTE DE A'MÂDIR!." (İsra: 72)

 Âyeti kerîmesinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize fark ettirmeye çalışmaktadır.

Zira, beyin ne düzeyde açılır ne düzeyde gerçekleri görmeye geçerse; o açılımı aynen dalga bedene yâni ruha yükleyeceği için. ve ruh da beynini yitirdikten sonra asla yeni bir kayıt alamayacağı için. Dünyada açılmayan beyinlerin meydana getirdiği «ruhlar için ölüm ötesi yaşamda asla açılma imkânı yoktur!» denmek istenmiştir.

Bir an düşünün... Milyarlar ve milyarlar sürecek ebedî denen bir yaşam!.. Ve siz bu yaşam için gerekli olan potansiyeli ancak şu son derece kısıtlı olan dünya hayatında beyninizi değerlendirebildiğiniz oranda elde edebileceksiniz!..

Şayet bunun ne demek olduğunu düşünemiyorsanız. Elbette ki size söyleyecek başkaca bir sözümüz yok!..

Evet, zikrin birinci yönünden bahsederken, beynin ürettiği bio elektrik enerjinin, bir tür dalga enerji biçiminde ruha yüklenmesidir, dedik!..

Şimdi gelelim zikrin ikinci tür yararına.

Kur'ân-ı Kerîm bir âyet-i kerîmesinde insanın varoluşuyla ilgili olarak şöyle der:

 «BEN YERYÜZÜNDE BİR HALİFE MEYDANA GETİRECEĞİM!..» (2-30)

 İşte bu «halîfe» sözcüğü, Allah'ın tüm isimlerinin mânâlarının insan beyninde aşikâre çıkabileceğine. Beynin, bu kapasiteye sahip olarak meydana getirildiğine işaret eder!..

Siz hangi ismin mânâsına dönük olarak «zikir» yaparsanız; yâni, Allah'ın «esmâ-ül  hüsnâsı» tâbiriyle işaret edilen Allah'ın hangi ismini tekrar ederseniz, beyninizde o mânâ yönünden bir kapasite genişlemesi söz konusu olur. Bu bahse ilerde tekrar geleceğim için, burada fazla genişletmiyorum ve işin başka bir teknik yanına girmek istiyorum.

Varlık tümüyle Allah'ın varlığı ve Allah'ın mânâlarının aşikâre çıkma mahalli olduğu için. Ve varlıktaki sayısız «şey»ler hep O'nun çeşitli mânâlarının sanki yoğunlaşmış hali olduğu için; sayısız takımyıldızlardan gelen sayısız ışınım, hep, bize O'nun sonu gelmez isimlerinin mânâlarını ulaştırmaktadır.

Bunu şöyle bir misâl ile açıklayalım;

Bulunduğunuz odada sayısız radyo ve televizyon dalgası, yayını mevcut. Oysa sizin radyonuz belli sınırda dalga boyunu alma kapasitesinde, televizyonunuz sadece «VHF» bandına, sahip!..

Şimdi düşünün bitişik evdeki komşunuz Avrupa’daki gibi 18-20 kanaldan çeşit çeşit yayın alıyor. Ya da Amerika'da olduğu gibi 100 kanaldan türlü renkli yayın alıyor, siz ise tek kanallı siyah-beyaz televizyona sahipsiniz!.. Hele bir de böyle bir imkânı ömür boyu elde edemeyecekseniz ve bunu biliyorsanız!?..

Evet, beyninizin alıcı kapasitesini arttırmak sizin elinizdedir.

Esasen beyin 12 burçtan, sayısız yıldızdan gelen sayısız ışınımı değerlendirebilecek kapasiteye sahiptir!.. Ancak ne var ki, kişinin bu kapasiteyi genişletmesi önemlidir. Elinize, size sonsuz yarar sağlayacak bir sermaye, bir kapasite verilmiş; siz ise bunu oyun oynayıp boşa harcamakla tüketiyorsunuz!..

«Cennet ehlinin çoğunluğunu BÜHL kimseler teşkil eder»

buyruluyor.

«Bühl» kelimesi Arapçada «saf» kişiler anlamında kullanıldığı gibi «ahmak» anlamına da gelebiliyor.

Nitekim Hazreti İsâ aleyhis-selâm’a ait olduğu söylenen şu sözde bu mânâ çok açık görülmektedir:



«Allah devâsı olmayan tek dert yaratmıştır, o da «BÜHL»lüktür!..» Yâni, «ahmak»lıktır!..

Evet, cennete girenlerin çoğunluğunu «saf» vatandaşlar teşkil edecektir!.. amennâ ve saddakna!.. Niye bu böyle?..

Çünkü cennet ehlinin çoğunluğunda ilâhi rahmete nail olma neticesinde, beyinlerinde dünyanın manyetik çekim alanına karşı koyacak olan «antiçekim dalgalarını» üreten devre açılmış ve cennete gidebilecek güce nâil olmuşlardır. Ancak ne var ki, oralardaki sonsuz ve sayısız nimetleri değerlendirebilecek üst düzey kapasiteye ulaşabilmek için yeterli çalışmayı yapmamışlardır!.. Cennette, dünyadan bildikleri sayısız zevkler ve bunların daha değişik türleri içinde ebedî bir yaşam süreceklerdir.

Oysa Allah'a yakınlık kazanmışların (mukarreblerin) cennetteki yaşamlarını normal beyinlerin tahayyül bile etmesine imkân yoktur!..

Bunu basit bir misâl ile açıklamaya çalışayım.

Bir insan tüm yaşamı boyunca düşünüyor, taşınıyor, araştırıyor her şeyini feda ediyor ve sonunda bir anda ömrünü feda ettiği konu kendisine açılıyor ve o şeyi keşfediyor!.. Bir yaşamı harcadıktan sonra keşfedilen o şeyin değerini ve o kişinin sevincini gözlerinizin önüne getirmeye çalışın!..

Şimdi düşünün ki beyni üst düzeyde çalışma kapasitesine erişmiş biri. Sayısız yepyeni mânâlara yol açan ışınları değerlendirebilecek bir düzeye erişmiş; sürekli yeni yıldızlarla, ya da bir diğer ifade ile bu yıldızlardaki meleklerle rezonansa girebilen bir beyne sahip!.. Her an yepyeni şeyler alıp bunları değerlendiriyor ve sonsuza dek sürekli artan bir biçimde bu gelişmeyi tadıyor!..

Bilmem anlatabiliyor muyum?..

Evet, beyninizde, Allah'ın sayısız isimlerinin mânâlarını anlayıp âşikâre çıkartabilecek bir kapasite, bunları yaşayabilecek bir özellik mevcut.

Ve siz bunları, ne kadar zikrederseniz, o düzeyde Allah'a yaklaşabilecek yâni O'ndaki mânâları tanıyabileceksiniz. Ve bunun anahtarı da zikirdir!..

Şimdi siz, ister bu anahtarı kullanın, ister kullanmayın denize atın; isterseniz de ne güzel oyuncak diyerek anahtarın dişlerini taşa sürte sürte eğlenip hoşça vakit geçirin!!!..

Bugün dünya üzerinde hangi kişide normal ya da olağanüstü diye nitelendirilen ne tür fiil görüyorsanız, biliniz ki bunların hepsi de beynin değişik değerlendirilişlerinden başka bir şey değildir.

Kimde âşikâre çıkan hangi özellik varsa, o özellik aynıyla gerçekte sizde de mevcuttur. Ne var ki onun beyninde açılmış bulunan o devre, sizin beyninizde açılmamıştır!..

Beden tümüyle, beyne hizmet edip ona gerekli olan bioelektrik enerjiyi temin için yaratılmış bir yapıdır. Aynı zamanda beyindeki sayısız alıcı güçlere bir nümûne olması itibariyle de bazı basit alıcı organlar bu bedene yerleştirilmiştir ki; beyni sadece bunların kapasitesiyle sınırlı saymak insanlığın en büyük gafletidir!..



Makrokozmos evrendir;

Mikrokozmos ise beyin!..

Evren, esas yapısı itibariyle, tümüyle, sayısız manyetik dalgalardan oluşmuş bir kütledir ve her dalga boyunun kendine has orjinal bir mânâsı vardır. Beyin ise orijini itibariyle bu dalga boylarındaki mânâları değerlendirecek bir alıcı, bir değerlendirici ve sayısız yeni mânâlar oluşturucu bir cihaz gibidir!.. Ve bu beyin, elde ettiği tüm hasılayı, ürettiği ruha yâni hologramik dalga bedene yüklemektedir!..

Kişinin ölüm ötesi kapasitesi, bir diğer ifade ile mertebesi, derecesi, dünyada iken geliştirebildiği son beyin kapasitesi kadardır.

Öldükten sonra herkes, kim ve ne derecede olursa olsun, değerlendiremediklerini fark ederek, bundan dolayı büyük bir pişmanlık duyacaktır!.. Ne çare ki, iş işten geçmiştir.

Şimdi de zikrin iki türünden bahsedelim.

Enerji türü zikir!...

İlim türü zikir!.




RAB”BİNİN SALÂVATI”

(“Hakikat”lerini fark ettirmek üzere tecellisi)


RAB”BİNİN RAHMETİ

(Esmâ'sının açığa çıkış seyri güzellikleri)...


ÜZERLERİNE “RABLERİNİN SALÂVATI” VE ÖZEL RAHMETİ OLANLAR


  • İman edenler

  • Sabredenler

  • Sabır ve Salât ile yardım isteyenler

  • Hidâyeti bulanlar


Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerledir (Es Sabur Esmâ'sıyla-mâiyet sırrı).

Allah için (iman ehli olduğu ve iman mücadelesi verdiği için) öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak siz bunu idrak edecek kapasiteye sahip değilsiniz.

Biz benliğinizi, korkacağınız bir şeyle, açlıkla, malınızı, canlarınızı (canınız gibi sevdiklerinizi), çalışmalarınızın mahsulü olan şeyleri eksiltmekle sınarız. Bu olaylara karşı sabredenleri (tepki koymayıp olayın nasıl sonuçlanacağını bekleyenleri) müjdele!

Onlar, kendilerine hoşlanmadıkları bir olay isâbet ettiğinde, "Biz Allah (Esmâ'sının açığa çıkması) içiniz ve O'na dönücüyüz (sonuçta bu gerçeği yaşayacağız)" derler.

İşte bunlar üzerinedir Rablerinin salâvatı (hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi) ve rahmeti (Esmâ'sının açığa çıkış seyri güzellikleri)... İşte bunlardır hidâyet bulanların ta kendileri...(Bakara/153-157)



ÜZERLERİNE RABLERİNİN SALÂVATI



(Hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi)

VE ÖZEL RAHMET OLANLAR


Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede ile) yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabur Esmâ'sıyla - mâiyet sırrı).

Allâh için (iman ehli olduğu ve iman mücadelesi verdiği için) öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak siz bunu idrak edecek kapasiteye sahip değilsiniz.

Sizi, korkacağınız bir şeyle, açlıkla, malınızı, canlarınızı (canınız gibi sevdiklerinizi), çalışmalarınızın mahsulü olan şeyleri eksiltmekle sınarız. Bu olaylara karşı sabredenleri (tepki koymayıp olayın nasıl sonuçlanacağını bekleyenleri) müjdele!

Onlar, kendilerine hoşlanmadıkları bir olay isâbet ettiğinde, "Biz Allâh (Esmâ'sının açığa çıkması) içiniz ve O'na dönücüyüz (sonuçta bu gerçeği yaşayacağız)" derler.

İşte bunlar üzerinedir Rablerinin salâvatı (hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi) ve rahmeti (Esmâ'sının açığa çıkış seyri güzellikleri)... İşte bunlardır hidâyet bulanların ta kendileri...(Bakara/153-157)



"ESM MERTEBESİ”NİN HİTABI

(RASÛLULLAH'TAN YAYILAN NUR)

(Esma mertebesinin Hz. Muhammed'in beynindeki yansıması)



“HAKİKAT”İN DİLLENMİŞİ



(Nûru Muhammedî)


  • Hak-hakikat olarak irsal olunan

  • “Hakikat”in zuhuru olan o sonsuzluğa uzanan EN MUHTEŞEM RUH

  • ALLAH adıyla işaret edilenin “Hüviyeti”nin “ABD”ı ve “RASÛLÜ”

  • Rabbinizden size gelen bir burhan

  • "Sistem"i "OKU"yan, Vahdeti açıklayan Rasûl-Üzerinizdeki şâhit

  • Son Nebi->HZ.MUHAMMED MUSTAFA Aleyhisselâm


RABBİNİZDEN SİZE (Bir burhan),

“HAKİKAT”İN DİLLENMİŞİ Hz.Muhammed s.a.v.

GELDİ


Ey insanlar! Hakikaten Rabbinizden size bir burhan (hakikatin dillenmişi Hz.Muhammed s.a.v.) geldi... Size apaçık bir Nur (Kur'ân) inzâl ettik.

Esmâ'sıyla her şeyin aslı olan Allâh'a iman edip, O'na hakikatleri olarak sımsıkı tutunanlara gelince, onları HÛ'dan bir rahmetin ve fazlın içine sokacak ve onları kendisine varan sırat-ı müstakime hidâyetleyecektir.(Nisâ/174-175)


ALLAH VE MELEKLERİNİN SALÂT ETTİĞİ O ZÂT’A

SİZ DE SALÂT EDİN…
İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne âlennebîy ya eyyühelleziyne âmenû, sallu aleyhi ve sellimu tesliyma.

Muhakkak ki Allah ve melekleri, nebîsine çok salât ederler. Ey iman edenler, siz de O’na salât edip lâyıkiyle selam verin.
Efendimiz, Rasûlümüz, basiretimizin nûru, Allah’ın habibine salâvat getirmemiz yukarıdaki Âyet-î Kerîme ile bize emrolunuyor…

Niçin bu böyle?..

Buyuruyor ki Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem:

İNSANLARA ŞÜKRETMEYEN HAK’KA ŞÜKRETMİŞ OLMAZ”

İşte bu açıklama, tasavvufun en derinliklerine ait bir gerçeği bizim basiretimiz önüne sermekte; şayet biraz olsun kalp gözümüzü örten perdelerden kurtulmuş isek!.

ALLAH MUHSİNLERLE İHSÂN EDİCİDİR”

Âyetinin inceliğine vâkıf olursak, anlarız ki, herhangi bir ihsân ediciden o şeyi bize ihsân eden Allah’tır!.Ve bize o şeyi ihsân Allah’a şükür de ancak, ihsân ettiği mahalle şükretmekle mümkündür!.Aksi halde biz, gerçek verene değil; hayâlimizde yarattığımız TANRI’ya şükretmiş oluruz!.

Allah, mutlak gerçeği bize göstermek ve idrâk ettirmek için Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile bize ihsanda bulunduğuna göre; Resûl-i Ekrem’e şükür Allah’a şükür olacaktır!.

Bu kitap, bu işin derinliklerini göstermek için yazılmadığından; görevi sadece gerçek ve tek kapı olan DUA ve ZİKİR kapısını tanıtmak olduğundan; biz dönelim mevzûumuza…

İşte bu yüzdendir ki, biz, Rasûlullah aleyhisselâma şükürle emrolunduk Kur’ân-I Kerîm âyeti ile; yâni Rabbimiz olan âlemlerin Rabbı Allah emri ile..Ve işte, Rasûlullah dahi, bu emir dolayısıyla, şükredilenin kim olduğunun bilgisiyle, kendisine çokça salâvat getirilmesi yolundaki aşağıda nakledeceğimiz konuşmaları yaptı çeşitli zamanlarda…

Burnu yere sürtülsün o kişinin ki, yanında benim ismim anılır da, üzerime salât etmez!.”



Her cimriden daha cimri olan adam yanında anıldığım zaman, bana salat etmeyendir.





Her DUA semâya yükselmekte güçsüzdür; bana salat edince gücüne kavuşur, yükselir (icâbet makamına)”



Kim bana bir kere salât ederse, Allah ona on kere salât eder; onun on günahını siler; onu on derece yükseltir.”





İnsanlardan bana en yakın olanı bana ençok salât getirendir.”



Kim bana salât getirmeyi unutursa ona Cennetin yolu unutturulur.”





Kim kabrimin yanında bana salât ederse, ben onun sesini işitirim. Kim uzaktayken benim üzerime salât getirirse, o bana ulaştırılır…”



DUA eden kimse, Nebilere ve Rasûllere salat etmedikçe,duası perdelidir.”





Allah’ın yeryüzünde seyâhat eden melekleri vardır ki, onlar bana ümmetimden selâm tebliğ ederler.”



Bana salât edenlere Cenâb-ı Hak sırat üzerinde bir nur ihsan eder…Ehli nûr ise ehli nârdan olmaz!.”





Hangi topluluk bir yerde oturur da, Allah’ı zikretmeden, bana salât getirmeden oradan kalkıp giderlerse, üstlerine Allah’tan hasret siner!.”



Her biriniz Allah’tan bir dilekte bulunmak istediği zaman, evvelâ O’na şânına yakışır şekilde hamd etsin, sonra Rasûlüne salât etsin, ondan sonra duasını yapsın. Bu amacına ulaşmak için daha elverişlidir.”





Cuma günleri benim üzerime salâtınızı çoğaltın… Zîra, sizin salâtınız bana o gün arz olunur.”



Her kim Cennet’te bana yakın olmak istiyorsa, o nisbette bana salât etsin!.”





Cebrâil’le buluştum… Bana şöyle dedi: Sana müjdelerim ki, Allah; kim sana salât ederse, ben ona salât ederim; kim sana selâm verirse ben ona selâm ederim; buyurdu…”


ZÂT'IN ŞEFAATI


  • Mânevi yardımı

  • Doğru Bilgi


O ZÂT’IN ŞEFAATİ

DÜNYADA YAŞARKEN

(Beden manyetizmasını yitirmeden-Ölümü tatma'dan evvel) SİZE ULAŞMALI!
(Bilincinizdeki basiret perdesi açılmalı-yanlış bilgilerden arındırarak gerçeği idrak ettirmeli-ruhâni diriliş gerçekleşmeli)}
Rasûlullah kimlere şefaat eder veya etmektedir? Eğer bu dünyada şefâat ulaşmamışsa, sonrasında fayda eder mi? Veya, bizler bir diğerimize ne kadar yardımcı olabiliriz?

Hangi şartlarla şefaatten yararlanmak mümkündür?

İşte bu konuda Âyetel Kürsî’deki bir cümleyi hatırlayalım; zirâ, kişide Allah’ın tasarrufu nasıl açığa çıkmaktadır ve dış etkiler veya şefâat bu tasarrufu ne kadar etkiler sorusunun cevabı buradadır.

...men zelleziy yeşfeu indehu illâ bi iznihi”...

...Kim şefaat edebilir “bi izni hi” olmadan!”...

Diyeceksiniz ki niye başını Türkçe yazdın da “bi izni hi” kelimesini Arapça orijinaliyle bıraktın?

Konunun sır noktası işte o kelime de onun için!.

B izni H”...



Besmele açıklamasında belirttiğim üzere Kurân-ı Kerîm’i sırlarına ermek için okumak istiyorsak öncelikle “B “ anahtarını kullanmak zorundayız. Bu sır anlaşılmaz ise, hep yukarıdaki bir tanrıdan, ötedeki ya da ötendeki bir tanrıdan söz edildiğini düşünürüz. Ne yazık ki, mevcut Kur’ân çevirilerinin neredeyse tamamında ve hattâ orijinalinde mevcut olmasına rağmen güncelleştirilmiş Kur’ân tefsirlerinde “ B “ harfinin anlamı gözardı edilip, yer verilmemiş ve bu çok çok önemli anlama hiç işaret edilmemiştir!

Oysa...


B izni H” işareti, kişinin hakikati olan esma terkibine (isimler bileşimine) işaret etmektedir burada!.

Bu durumda bu âyetin anlamı şu olur:

“Senin Rabbin olan, Allah isimleri bileşimin, o şeyin oluşmasına elvermiyorsa, kim sana o konuda başarılı olman için yardımcı olabilir”!.

Nitekim bu gerçekler bakın şu âyetlerde nasıl vurgulanmaktadır:



"Yevmeizin la tenfaaüş Şefaatü illa men ezine lehür Rahmanu ve radıye lehu kavla" (Taha:109)

O gün şefaat fayda vermez. Ancak Rahman’ın kendisine izin verdiği (şefaat edilen) ve kavline (etkin söz) razı olduğu (şefaat eden) kimse müstesna!."

Isteiynu B illahi.” (A’raf:128)

“Yardımı, özünüzdeki ulûhiyet hakikatından isteyin!..”

Ya eyyuhellezine amenu, âminu Billahi...” (Nisa:136)

Ey iman edenler, iman edin “B” harfindeki anlam itibariyle ALLAH`a..”

Ve minennasi men yekûlu amenna Billahi ve Bilyevmilâhiri; ve mâhum Bimu`minin” (Bakara:8)

 “Ve insanların bir kısmı, “B” harfinin işaret ettiği sır ile Allah`a ve yine “B” harfinin işaret ettiği sır ile âhirete iman ettiklerini söylerler... Oysa, onlar “B” harfinin sırrını anlamış olarak iman etmemişlerdir.”

Feâminu Billahi ve Rasûlihin Nebiyyil Ümmiyi.” (A’raf:158)

B sırrı ile Allah`a ve ümmi Nebi olan Rasûlüne iman edin!.”

Feemmelleziyne amenu Billahi va`tasamu Bihi feseyudhiluhum fiy rahmetin minhu ve fadlin ve yehdiyhim ileyhi siratan mustakiyma.” (Nisa:75)

 “B’nin sır anlamıyla Allah`a iman eden ve B sırrı ile O`na bağlanıp O`nunla korunanları rahmetine ve fazlına erdirir, sıratı mustakıyme hidayet eder.”

Velev şâe rabbuke leamene men fil ardı küllühüm cemiy`a; efeente tukrihun nase hatta yekûnu mu`miniyn. Ve ma kâne linefsin en tu`mine illa “B”iiznillahi....” (Yunus:99-100)

Eğer Rabbin isteseydi yeryüzündekilerin tamamı iman ederdi... Bu durumda sen mi insanları zorlayacaksın mü`min olmaları için.. “B” izni Allah olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir....”

İşte bu yüzdendir ki:

Ma alerrarasûli illel belağ..”

Rasûl`ün üzerinde tebliğden başka vazife yoktur.” (Maide:99)

La ikrâhe fid DİYN.” (Bakara-256)

Din içinde zorlama yoktur.”

İşte bu yüzdendir ki, Şefâat yani yardım ancak kişinin fıtratı o işe elveriyorsa geçerli olabilir!. Fıtratı meydana getiren Fâtır isminin özelliği dahi, kişin Rabbi olan ve rubûbiyet boyutunu oluşturan kendi yapısındaki esmâ mertebesinde yer almaktadır!

Feakim vecheke liddiyni haniyfa. Fıtratallahilletiy fetarennase aleyha. La tebdiyle lihalkillah; zâlike diynül kayyım; velakinne ekseren nasi la ya`lemun” (30.Rum-30)

 “Vechini hanîf (tanrıya inanmayan) olarak dine (sisteme) döndür. O ALLAH FITRATI ki, insanları, fıtratlar üzerine yaratmıştır; Allah`ın [belli bir amaç ve programla] yarattığı sisteminde asla program değişikliği olmaz!. İşte dosdoğru din budur!. Ne var ki insanların çoğunluğu bu gerçeği bilmezler.”

Evet, günümüzde keşfedilen holografik gerçeklik ile “zerre külün aynasıdır” uyarısının işareti burada çakışmaktadır.



NOKTA’dan meydana gelen açı içindeki Rahmaniyet zuhuru ve bu zuhurun üretkenliği ile meydana gelen Rahîm’den, arş isimli evrensel doğurganlık —algıladığımız madde boyutunda değil— ile tüm esmâ mertebesi hâsıl olmakta; ve Kürsî, “Rubûbiyetin tahakkuk ve tahakküm mertebesi” olarak açığa çıkmaktadır!.

Kül, bu arada, aynıyla zerreye yansımış olduğu için de; zerrelerde yani birimlerde, Rabbin, yani esma terkibinin getirisi hükmü, kademe kademe kişinin semâvâtından bedene nâzil olmaktadır!.

Bu her birimde böyledir ki, işte holografik gerçeklik bu sistemi anlatır.

Allah Rasûlü’nün “zerre külün aynasıdır” cümlesiyle özetlediği gerçek kanaatimce bunu anlatır.

Zerre itibariyle, zerre ve külden söz edilirken; İlm-i ilâhide, hepsi tek bir nefs olarak yer alır.

Buna, “TEK BİR NEFS OLARAK GELİRLER” ayeti işaret eder.

Yani, ilm-i ilâhide “zerreler” yoktur “tek bir yapı” sözkonusudur. Bunun idrak edilmesi herkes için kolay olmayabilir.

Evren tek bir canlı gibidir sanki tüm boyutsallıklarıyla; ya da evren içre evrenleriyle!!! “Ruh-u Â’zâm” da demişlerdir buna...

Peki ya bu muazzam yapıda, “insan”ın varoluşunu, özelliklerini ve işlevini idrak edebilecek miyiz?..


HAMİDİYET,

“MAHMUDİYET”E DÖNDÜĞÜ İÇİNDİR Kİ YARDIMA

(Şefaate) GEREK VARDIR
Hamidiyet, Mahmudiyete döndüğü için şefaat olayına gerek olur. Mahmudiyet Zât mertebesinde Bakabillah olarak kendini bulmak…

Yerler ve gökler yaratılmadan önce her şey Levhi Mahfuz’da yazılmıştır.. İnsan varlığında evrenin katmanları mevcuttur.

Levhi Mahfuz hıfzedilmiş, korunmuş İlimdir. Bu ilim, Hz. Muhammed as.in “Allah ilk defa ruhumu yarattı.. Allah ilk defa aklımı yarattı” buyurduğudur.

Cenab-ı Hak kendi ilmi, kendi Zâtı ile baş başa olduğu bir anda, ilminde kendisindeki mânâları seyrediyor… Rahmaniyet, Melikiyet… deki mânâları ortaya çıkararak mânâları düşünüyor.

Bunu bizim akıl boyutumuzla seyretmemiz mümkün değil.. Ancak ilim yollu seyredilebilir.. Bu esmaların belli terkipler halinde ortaya çıkması Levhi Mahfuzu oluşturur. Bizim değerlendiremediğimizi melekler değerlendirir. Ezelden Ebede tüm boyutları alır bir şekilde Evren içre Evrenlerde manalar. Bu ilmin kayıtlı olduğu yer levhi mahfuzdur. Varlıkların aslı- orijini “âyan-ı sâbite”dir.

Her şey esma boyutundan kaynaklanan esma terkibi… Bu esmaların çıkış noktası “ayan-ı sabite”dir. Ayan-ı sabite, bir boyuttur. Bu boyut ilmin enerjiye dönüş noktasıdır.

Enerji başlangıç noktasından doğar.. İlim ile enerji, Evren boyutuna dönüşür. İlim boyutu, Evren enerji boyutunda yoğunlaşınca makro kozmosa dönüşür. Bu olay bizim mikro yapımıza da uygundur.. HİÇLİK noktası, Mutlak Varlıktaki AHADİYETe gelir. Önce HİÇLİK, sonra BEN noktasına gelinir. O nokta yani Vahidiyet noktasında değişik özellikleri hissedersin. Bu nokta, Esma noktasıdır. Sıfatlarında bulduğun kendinde bulduğun özelliklerin kuvveden fiile dönüşmesi, Esma boyutunda olur.

Esmalar kuvveden fiile dönüşerek eylemleri meydana getirir.



Allah, Adem’i kendi sureti üzere yarattı!”

Bu suret, HİÇLİK noktası Zât, sıfat, esma ve fiillerdir.

Zerredeki görüntü, ana yapıdakinin yansımasıdır.

Allah’a vuslat, kendi özünde Onu hissedip yaşamaktır. Bu da “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak” denilen olaydır.



RASÛLULLAH'TAN YAYILAN NUR,

EVLİYAULLAH'TA YANSIR!

{Güneş tek… Aylar çok. Ay'ın nuru güneşten gelir.}




SALÂVAT VE AYNA NÖRONLAR

RASÛLULLAH'A SALÂVAT “OKU”MAK




  • O’na yönelerek O’ndan yayılan frekansı alıp, “Ayna nöronlar”ızla bu gelen yayını(“dalga”ları-“Öz”ünüzden gelen “Bilgi”yi) değerlendirmek


KİŞİNİN “HAKİKAT”İNİ OLUŞTURAN

“ALLAH İSİMLERİ”NİN İŞARET ETTİĞİ ÖZELLİKLER

KİŞİNİN “ÖZ”ÜNDEN-İÇİNDEN-DERÛNUNDAN

İRSAL OLUP BEYİNDE AÇIĞA ÇIKAR
-Salâvat , Allah Rasûlü’nü değerlendirebilmektir!. Kişiliğini değil, getirdiğini... Yani o da, “OKU” yabilmektir!.

Bugüne kadar yazmadığım bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum... Ama önce şu biline...

Acelem yok!

En kötü ihtimalle, birkaç yıl içinde, belki de dünyamı değiştirdikten sonra kesinleşecek...

İnsan beyninin, İngilizcede "wave" denen "dalga" yapılı kendi "RUH"unu ürettiği...

Her beynin, kendi parmak izini, yani "özel şifresini", taşıyan -http ://en.wikipedia. org/wiki/Brainfingerprinting- ruhunu ürettiği kesinleşecek; bundan dolayı da, reenkarnasyonun mümkün olmadığı, yani ölümü tatmış kişinin tekrar yeni bir bedende dünyaya gelmeyeceği gerçeği netleşecek.

1972 yılında yayınlanan "Ruh İnsan Cin" isimli kitabımda ilk defa yazmıştım her insan beyninin kendi özel şifresiyle kendi ruhunu ürettiğini; "insan" denen "bilinç" yapının, beyinle iletişimi kesildikten sonra, "ruh" adı verilen "dalga" bedenle (ruhu nurânî), yaşamına değişik boyutlarda, çeşitli aşamalardan geçerek hep ileriye doğru devam ettiğini...



Yeryüzüne gelmiş en muhteşem insan Allah Rasûlü Muhammed Mustafa'yı, Orion yıldızında oturan tanrının peygamberi sananlar; insan ruhunun da, oradaki ruhlar âleminden kanatlı meleklerle getirilip ceninin içine sokulduğunu tasavvur etmekteler...

Evrensel boyutlardan, Galaksi içinde Dünya'nın yerinden ve dahi Dünya üstündeki insan bedeninin ölçütünden habersiz, kozası içinde yaşamakta olanlar; elbette ki, Rasûlullah (aleyhisselâm)'m Kuran ile açıkladığı, hâlâ değeri fark edilememiş işaret, sır ve bilgilerden de mahrumdurlar!

Bilelim ki, "RUH", bir anlamı itibariyle varlığın varoluş özellik ve amacıdır ("sen bu işin ruhunu kavramamışsın" cümlesi örneğinde olduğu gibi)... Diğer anlamı itibariyle de, beynin ürettiği "dalga"ların oluşturduğu "bilinci" ihtiva eden beden manasınadır.

"Ruhumdan nefhettim" işaretinin anlamı ise...

"Üflemek" anlamına gelen "nefh", ciğerdeki havanın dudaktan açığa çıkarılması anlamında olduğuna göre; kişinin hakikatini oluşturan Allah isimlerinin işaret ettiği özelliklerin, kişinin içinden-özünden-derûnundan "irsal olup", gelip(?) beyinde açığa çıkarılışını ifade etmektedir.

Yoksa, yukarıdan üfleyen dudaklı bir tanrı mevcut değildir bazılarının sandığı gibi!

Esasen yazmak istediğim konu bu değildi... Ama kalem, geçerken uğradı buraya...

Ana konumuz, "bilgi"!



Kozmik okyanus, gerçekte "dalga" hareketinden başka bir şey değil! Bir diğer deyişle, "bilgi" hareketliliği ve akışından başka bir şey değildir evren içre evrenler!

Her şey, bir "bilgi dalgacığı"...

"Hiçbir şey hariç olmamak üzere her şey O'nu anar, ama siz bunu kavrayamazsınız!" hükmü apaçık dalga-bilgi bütünlüğünün uyarışıdır! Çünkü, her şey "can"lıdır, "ölü" yoktur! "Ölü", "canlılığını yaşamayan" demektir. "Can", "bilgi"dir! "Can" mutlaktır; "ölü" ise göresel (muzaf)!

"Bilinç" ise, "bilgi"den başka bir şey değil!

Bir düşünün bakalım... Bilinciniz ile bilginizi ayırabilir misiniz?



"Ben" dediğiniz şey, gerçekte "bilgi"den başka bir şey değildir!

Evrendeki her şey aslında çok boyutlu "TEK KARE" bilgiden ibaret olmasına rağmen; algılayan bilgi birikimlerinin algılamalarına GÖRE çok kareler olarak kabul edilmektedir. (İlim sıfatının açığa çıkışıyla var olan ilmî sûretler!)

Her an sürekli etkileşen, gelenlerle her an yeni bir hâl, yeni bir şan alan "bilgi" birikimlerinin oluşturduğu "dalga" okyanusu!



"Bilgi" ve "dalga" aynı şeyin algılayana göre iki ayrı değerlendirilişi! Sûreti itibariyle "dalga"; mahiyeti veya muhteviyatı itibariyle "bilgi"!

Bedeni ve beyni oluşturan da, gerçekte, "bilgi"den başka bir şey değildir!



Bilgi, Rasûlullah'ın "Allah" ismiyle işaret ettiğinden açığa çıkan, evren içre evrenler sûretinde algılanan, "nefh" olmuş "nefesi Rahman"dan başka bir şey değildir!

Nokta, "ilmi ilahî"dir.

"Bilgi", Allah isimleri diye geçmişte açıklanmış olan özelliklerin mânâ sûretleridir.

Algılayanın, algılama kapasitesini oluşturan "bilgi" birikimine GÖRE, algılanan varlık ve kapasiteler söz konusudur.

Varlıktaki tüm oluşumlar, tüm birimlerde, kendi noktalarından dışa doğru açığa çıkmaktadır; bilgi birikimleri oranında ve getirisine göre!

Her yazı veya resim, gerçekte, nasıl ak kâğıt üzerinde yan yana gelmiş noktalardan oluşmuşsa; tüm varlığı, tüm boyutları ve katmanlarıyla meydana getiren ve her an yeni bir şan alan "bilgi" de "tek kare" resmi öylece meydana getirmiştir.

Bu yüzdendir ki her insan, kendi "nokta"sının oluşturduğu "bilgi" kozasında yaşar; kâh mutlu kâh mutsuz bir hâlde! "Bilgi"sinin sonucu olarak!.. "Sünnetullah" gereği...

Beyin sağlığı, insan için yeryüzünde en büyük nimettir. Beyin, "bilgi" yumağıdır, hazinesidir!

İnsan yaşamındaki her şey beyinden açığa çıkar! Beyin, insandır! Beyin nakli yapılsa dahi hiçbir şey değişmez; beyin kendi kişiliğiyle yaşar çünkü! İşe yaramadığı için çıkarılan beynin yaşamı bitmiş ve onun ürettiği kişilik madde dünyasından kopmuştur artık!

Beyin, aklı kısıtlıların sandığı gibi "et parçası" değildir!

Bugünün bilimi, daha beynin ne olduğunu çözememiştir. .. Beyin hakkında bildiklerimizle, okyanus kıyısında dizine kadar denize giren insanın konumundan farklı yerde değiliz.

DNA'ların "bilinçli bilgi birikimleri"nden başka bir şey olmadığını yeni fark ediyoruz.

Nöronların ya da DNA'ların "dalga"larla değişik veritabanları oluşturduklarını yeni yeni fark ediyoruz!

Beynin biyokimyasının, biyoelektrik yapı tarafından yönlendirildiğini daha dün fark ettik...

Enzimlerin dahi "can"lı ve "bilgi"li olduğunu hayretle fark ettik!.. Her hücredeki binlerce enzimin her birinin özel görevi olduğunu şaşkınlıkla izlemeye başladık... Örneğin, DNA'yı kesen enzimler var. Bunlar DNA'daki belli dizilimleri tanıyor, oraya bağlanıyor ve bir makas gibi DNA sarmalını o noktadan ikiye ayırıyorlar... DNA'daki "bilgi", proteinde bir "aksiyon"a dönüşmüş oluyor... İşte böylece, DNA'daki "bilgi" enzimde "can" olarak ortaya nasıl çıkıyorsa; enzimlerden oluşan vücutta da, daha farklı bir düzeyde "Can" ortaya çıkıyor!.. "Bilgi-can"ı izliyoruz derin düşüncelere dalarak!

Öte yandan beynin, dışarıdan dalgalarla değişik işlevlere yönlendirilmesi (mind control) olayını daha yeni yeni kavramaya ve görmeye başladık.



Günümüzün "dünde yaşayan bilgi birikimlerinin",bunları algılaması veya kabullenmesi elbette ki çok zor!

Bundan 30 yıl evvel bir dileğim vardı... İnsanlık uzaya para saçacağına, beyni tanımaya (neuroscience'a) bu yatırımı yapsa diyordum... Bugün bu gerçekleşiyor... Bu yolda çok önemli çalışmalar yapılıyor...



"Zikir" diye işaret edilmiş "beyinde kavram tekrarı" şeklindeki çalışmanın, yukarıdaki tanrıyı hoşnut etmek için değil, insan beynindeki farkında olmadığımız özelliklerin ortaya çıkması için tavsiye edildiğini yazdığım zaman; çağlar öncesi anlayışı günümüzde tekrarlayanların şiddetli karşı çıkışlarına maruz kalmıştım...

Beynin aldığı ve yaydığı mikrodalgalardan söz ettiğimde, "Beyinde mikrodalganın ne işi var; mikrodalga fırınlarda olur, mikrodalgada beyin pişer" diyen bilgi sahipleri(!) tarafından eleştirilmiştim... Bugün, internetteki, beynin mikrodalga alışverişi hakkındaki yazıları toplasam kamyon dolar!

Dedim ya, acelem yok!

Şükrederim, Rabbimin açığa çıkarttıklarına!

Bilim dünyasının buluşları, her geçen gün, yazdıklarımı bir kere daha haklı çıkartıyor.

Kilitlenmiş beyinler dışında kalan, yeterli bilgi sahibi beyinler, bir gün gelecek Kurân'ın kıyamete kadar geçerli tek bilgi kaynağı olduğunu, Allah Rasûlü Muhammed Mustafa'nın yeryüzüne gelmiş en muhteşem beyin ve "ruh" olduğunu tasdik edeceklerdir.

Çünkü zaman içinde, Kurân'daki işaret yollu anlatımların neye işaret ettiğini fark edecekler ve böylece de Kurân-ı Kerîm adını taşıyan BİLGİ kaynağının kodlarını çözerek gerçekleri göreceklerdir.



Rasûlullah'ın "Nokta"sından "Arş"ına, oradan da melekî kuvveler ile beynine ve dolayısıyla bilincine inzal olan Kurân-ı Kerîm; "nokta"dan açığa çıkması sebebiyle, tüm "Evrensel Sistem ve Düzen"in işleyiş mekanizmasını, "Sünnetullah" ismiyle işaret ederek anlatır. Zira her birim kendi "Nokta"sının projeksiyonu olarak vardır ve hepsi aynı Sistem ve Düzen'e tâbidir!

Önceki yazılarımda da vurguladığım gibi, gökten, uzaydan bir yerden ciltli veya ciltsiz kitap veya sayfalar inmemiş; Rasûl veya Nebilerin hakikat "nokta"larından bilinçlerine "bilgi" inzal olmuştur.



Bilgi, aynen bilinçtir! Bilgi ile bilincin ayırt edilmesi asla mümkün değildir!

"Unutulan veya hatırlanmayan bilgi dolayısıyla bilinç de mi ortadan kalkıyor" diyenlere deriz ki, bilgisiz bilinç olmaz! Bilinç dendiği anda ortada bilgi vardır. Bilgi, bilincin sûretidir! Bilinç, bilginin benliğidir. Kısacası, ikisi aynı şeydir.



“ÖZ”ÜNDEKİ “HAKİKAT-İ MUHAMMEDİ”DEN

KULLUK GÖREVİNİ YERİNE GETİRMEKTE OLAN TÜM SÂLİHLERE DALGA DALGA YAYILIR SELÂMET


Rükû, belden öne eğilmedir... “Okuyan” önünde, haşyet içinde boyun bükülür, bel kırılır... Tüm varlığın, “Okuyanın” hükmü altında varoluş görevlerini yerine getirmek suretiyle “kulluklarını” yerine getirdikleri tesbit edilir!...

Bu eğilişe karşılık “Kıraat sahibi” dilinden seslenir;



-"Semi Allahu limen Hamideh"

Hamd edenin hamdını Allah algılamıştır”!.

Nasıl algılamaz ki, zaten söyleyen kendisiydi!. Ama, bunu söyleyen dil, “kul”dadır!...

Ve rükûdan kalkılır;



-"Lekel hamd!... Kemâ yenbağıy licelâli vechike ve liazîmi sultanik!.."

Hamd sana aittir!. Vechinin celâlini ve saltanatının azâmetini hakkıyla değerlendirmekten âcizim!." denir..

Bunu hisseden ve dile getiren Hazreti Rasûlullah Aleyhisselâm’a uyarak...

Ve bu acziyet ile “yokluğa” uzanılır; “secde” edilir!. Bu “secde”de tüm varlığın vücudunun "ALLAH" indinde “yok”luğu hissedilir ve müşahede edilir.

Secdeden kalkılır, oturulur ve bu oturuşta, secdede yaşanılan sonucu olarak şöyle denilir:

-Va'fuanna, vağfirlena, verhamna!.

"Acı bize; bağışla; merhametini ihsan et".

Ve sonra ikinci defa “secde”ye gidilir...

Tüm varlığın "ALLAH" indinde “yok”luğunu müşahede eden de bu defa “yok” olmuştur!. “HİÇ”lik tahakkuk etmiştir!...

Secdeden kalkılıp, oturulur ve sesleniş yükselir:

-"Et tahıyyatu lillah, ves salâvatu vet tayyibat!.."

Cevap ise Rabbindendir, “özündeki Hakikatı Muhammedî”ye hitâben:

-Es selâmu aleyke ya eyyühen nebiyyü, ve rahmetullahi, ve berekatuh!.

Selâm, dalga dalga yayılır “özündeki Hakikatı Muhammedî”den “kulluk” görevini yerine getirmekte olan tüm “sâlih”lere... “benliğinden kurtulmak suretiyle tüm SALÂHA ermişlere”...



-SELÂM, üzerimize ve “kulluk” ifa etmekte olanların içindeki tüm “sâlih”leredir!.

Ve böylece, müşahedemizden anlatabileceğimiz kadarıyla “müminin mi'râcı” olan namaz gerçekleşir..

Şayet, bu yaşanılanlar, o kısa süreçten taşar, tüm zamanlara yayılırsa...işte o vakit, bu "daimi namaz" adını alır; ve bu tâbirle, kişide yaşanılanın sürekli o müşahede hali olduğuna işaret edilir... ALLAH bu hâle hidâyet ede!..


TÜM EVLİYAULLAH,

RASÛLULLAH’IN NURUYLA NURLANARAK PARLŞAYAN ZEVATTIR.
(“Hakikat”ından alır, ama “Hakikat”ından aldığı şey, Hakikati Muhammedi'nin nurudur.)

Hakikat-ı Muhammedi”…

Âyet diyor ki; “Ya Muhammed benim Hidayet etmediğime sen Hidayet edemezsin.”

Şimdi bu hitap nerden geliyor?

Bu hitap, Esmâ mertebesinden geliyor.

Esmâ mertebesinin hitabı”.



Esma mertebesinin Hz. Muhammed'in beynindeki yansıması!.

Esmâ mertebesi Rasulullah'ın hakikati. Fakat Rasûlullah'ın hakikati olan esmâ mertebesi, Rasûlullah'ın birimselliğini meydana getirdiği gibi aynı şekilde o kemâlâtı derece derece yansıtacak diğer varlıklarıda meydana getiriyor.

Eğer böyle bir varlık meydana getirmemiş böyle bir fıtrat oluşturmamış olsa, o zaman Rasûlullah'tan yayılan Nur orda yansımaz. O cam olur, sırlanmamıştır; sır elde etmemiştir. Sırrı elde etmediği için cam hükmündedir. Rasûlullah'tan yayılan Nur onun içinden geçer gider ama yansımaz. Etrafı aydınlatmaz.

Ama, eğer Rasûlullah'tan yayılan Nur sırlanmış bir cama vurursa, o zaman o cam aynen ışığı yansıtır, dışardan gören de “o cam Resulullah'tır” der. Rasûlullah değildir. O sırlı camdır. O Resulullah'a iman etmiş ve bunun gereğini yaşayan ve Resulullah'ın nuruyla ayakta duran bir kişidir.

AbdulKadir Geylani de böyledir, AbdulKerim Ciyli de böyledir, diğer bildiğin büyük velilerde böyledir, hepsi Rasûlullah'ın nuruyla nurlanarak parlayan zevattır. Hakikatından alır, ama hakikatından aldığı şey, Hakikati Muhammedi'nin nurudur...


RASÛLULLAH ÖLMEDİ; BOYUT DA DEĞİŞTİRMEDİ...


O DÜNKÜ AHMED DEĞİL, BUGÜNKÜ AHMED'TİR.

BÜGÜNDE AYNI AHMED'TİR

O, “Dünki Ahmed” tâbiri, gafletle söylenmiş bir sözdür.

O, “Dünki Ahmed” değil;

BUGÜNKİ AHMED”DİR.

BUGÜN DE “AYNI AHMED” DİR!

Anlatabildim mı olayı?

Yani hepimiz aynı boyutta ve aynı yerde yaşıyoruz, fakat biz yani beynimiz algılamamız gözümüzle sınırlandığı içindir ki aramızda yaşayan Rasûlullah'ı göremiyoruz...

O Rasûlullah’ın nuru, bugün başka bir suretle çıkıp konuşuyor olmaz!



SÛRETİYLE SİRETİYLE AYNI RASÛLULLAH'TIR VE AYNEN DEVAM EDİYOR....

Efendim… Mevlana demiş ki; "Dünkü Ahmed değilim, ben bugünki Ahmed'im!".

Yani dün Hz. Muhammed aleyhisselâm kisvesinde ben zâhir oldum… Bugün de Celâleddin kisvesinde zâhir oluyorum?!!!

HAYIR!. Öyle değil…

Dün ki Ahmed, bugün de Ahmed!.

Bugün de seyrediyor yine bulunduğu boyuttan.



YAHÛ RESULULLAH ÖLMEDİ, RESULULLAH BOYUT DADEĞİŞTİRMEDİ!.

Boyut, senin kafanda var!.

Daha doğrusu boyut, senin gözünden doğuyor.

Aslında Rasûlullah ile sen, aynı boyutta yaşıyorsun. Ama gözünle beynin sınırlandığı içindir ki onu göremiyorsun; ondan gafilsin!...

O, dün ki Ahmed; bugün de aynı Ahmed!.

Haa dünki Ahmed bugünki Ahmed ama bugün bir başka Ahmed’de de ondan yansıyan ışıklar aksediyor. Bugünkü Ahmed’de akseden ve etrafı AYDINLATAN IŞIK, işte o “DÜN”Kİ DEDİĞİN AHMED'İN AYNASINDAN YANSIYANLARLA YANSITIYOR.

Güneş tek... Aylar çok.

Ay’ın nuru, güneşten gelir.

Onun içindir ki bütün evliyaullahın nuru Resulullahtan akseder.

Çok önemli nokta burası…



Vahdet ehli dediğimiz birçoklarının burada ayağı kaymıştır.

KENDİ VARLIĞINDAN HAKİKATINDAN BU IŞIK AÇIĞA ÇIKTIĞI ZAMAN KENDİNİ RASÛLULLAH ZANNEDİYOR.

Veyahut ta, o Nur-Hakikat-i Muhammedî o dönemde Rasûlullah diye âşikâr oldu; bu devirde de “ben” diye aşikar oldu diye zannediyor.

Hayır!

HER AN NURU DEVAM EDEN, RASÛLLAH!

Eğer O’ndan bu Nur bize yansımasa, O’ndan bu ilim bize akmasa, bizim kılımız kıpırdamaz!...


HİÇ,

RASÛLULLAH'A SALAVAT OKURKEN,

O, BİZÂTİHÎ KARŞINDAYMIŞ GİBİ OKUDUN MU?
(İman ediyorsan Resulullah'ın yaşadığına, ölmemiş olduğuna; salavatı getirirken yani okurken onu karşındaymış gibi görüp bizzatihi ona hitap edebildinmi hiç? Bunu düşündünüz mü?)


Yüklə 491,6 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin