mitralyöz...
Necmettin Varlı
ARALIK 17 1920, İSTANBUL
Zemheri, erken çöktü bu kış İstanbul’un üstüne. Bir fırtına değil,bir zulüm. Boğazdan giren rüzgar, ne çatana bıraktı Haliç’te ,ne mavna….Hepsi birer ceviz kabuğu gibi yalpalamakta.
Martı çığlıkları üzerine düşen akşam ezanıyla birlikte, bir güne daha kapılarını kapatırken İstanbul,
Kulaksız Yokuşu’ndaki iki göz kerpiç evin penceresindeki loşluk, karanlığa dönüşür. Kırık-dökük
kapıdan çıkan İsmail, kendini ayazın acımasız kollarında bulur. Niyeti,Tatavla’ya (Kurtuluş) kadar çıkıp, Ardeşenli Rüstem’in kahvesine uğrayıp,memleketten haber koklamak.
Nalıncı Bayırı’nı çıkıp,Tarlabaşı’na varınca, kol kol İngiliz devriyeleri karşılar İsmail’i.Öyle,mutat
turlamaktalar.Bir Şişhane,bir Beyoğlu.Çalımlarından geçilmiyor.Bin çalımlı,bin küstah.
Yokladı belini İsmail,avuçladı Sürmene oluklu kamasının kabzasını.Daha bir güvenle doldu yüzü. Kadınların peçelerini açmaya çalışıyormuş İngiliz askerleri. Gelirse kötüsü,sıyırır olukluyu İsmail.
Takmaz,İngiliz-mingiliz.
Tatavla’da ,bir göz odadan birazca büyük Ardeşenli’nin kahvesi.Yoğun sigara dumanı altında İsmail’i domino oynayanlar ve memleketten iyi bir haber vereceği anlaşılan,Rüstem’in gülen yüzü karşılar.İsmail, bir masa bulup oturur.Rüstem,elinde çay ve muska gibi katlanmış bir kağıtla gelir.
Rüstem:Yoktun çoktandur.Açıkta miydun ?
İsmail: Yok,değildum.Kalafattaydı taka on gündür.Onun başındaydum.Bugün alarga ettuk.
Rüstem:Uzun sürdi kalafat.Yolculuk mi var?Memlekete gideceksan var birkaç emanetum. İsmail:Var da… memlekete geçer miyim bilmem.
Rüstem: Anladum…Anladum…
İsmail,muska biçimi katlanmış mektubu açar,okumaya başlar.
ARALIK 17 1920,İNEBOLU
Sulu kar; İkiçay rüzgariyla birleşince,İnebol’u sokakları,mekan yoksunu birkaç köpekten ve ellerinde gemici fenerli ,beş-altı kişiden başka can taşımaz bu akşam.
Gemici fenerlerinin silik aydınlığında,Hamidiye Camisi müştemilatına girerken grup ,İnebolu’nun üzerine yatsı ezanı düşer.Önce gelenlerle,on kişi kadar olmuştur içerdekiler.Hoş beşten sonra.
Müftü: Bu ateşi söndürecek suyun kaynağı bizde,İnebolu’muzdadır komşular.Bugüne kadar ateşe
su taşımaktaki gayretimiz,takdire şayan olmuştur.
“Gözüm; Sakarya’da ,Dumlupınarda,lakin kulağım İnebolu’dadır.” demiştir Mustafa Kemal’imiz. Paşa’mızın bu sözü,memleketin düşmandan temizlenmesi için,işimizin daha bitmediği,aksine daha mühim bir mevkide olduğunu beyan değil midir?Bakın,Ağalar.Yarın,erkenden İstanbul’dan birkaç
taka gelecek Moloz’a. Şimdi dağılasız Köyünüzde, belinizde ne kadar kağnı varsa tespit edesiz ve
sabah ezanında dizesiz İkiçay’a.
1
Ha,Bu arada .Civa Hüseyin,Kel Raif eşkıyaları yetmezmiş gibi,Rum keferesi de fırsattan istifade, çeteler kurmuş, basar köylerimizi. Haya etmez, edepsiz şürekası.
Mala ,cana ve de namusa tasallut ederler. Demem odur ki, tedbir alasız . Kadunları, bağa- bahçeye salmayasız bir başına. Çok muhkem tutasız kapılarınızı. Köylere Alman Mavzeri verilecek dedi,
Mevki Kumandanı . Kötüsü gelirse, basın tetiğe, etmeyin tereddüt.Yedi düvelle uğraşırken, telefat vermeyelim bu çakallara.
ARALIK 18 1920,İSTANBUL
Uyanırken yeni bir güne İstanbul ,Mapavri’nin halatını fora eder Şaban Kaptan Haliç’ten.Tekmil
Mürettebat dört kişi. Güvertede , Oflu Nuri, Lostromo İsmail ve makinist Rıfkı .Kıyıya yakın, viya viya geçerler çatanaların arasından. Dolmabahçe önlerinde, kol kola girmişçe sıralanan işgalcilerin
gemilerini yalayarak dönerler Sarayburnu’nu,Makriköy (Bakırköy) açıklarına demir atarlar. İsmail,çözer mataforayı,binerler patalyaya doğru balıkçı kulübelerinin olduğu sahile.
Tekneler,kayıklar,ağlar…Herkes balık telaşında sanki.Ancak, avlanacak balık değil gibi…
ARALIK 18 1920,İNEBOLU-SATIKÖY
Şerife, ateşin başında.Al al. Bir yandan hamur açmakta, bir yandan sacda gözlemeleri pişirmekte. Sabahın er vaktinde hazırlığı, hem çıkacağı yolculuğa,hem de yokluğunda kocasına bırakacağı azık.
Satıköy, bu sabah başka bir telaşta. Bugün, Satıköy’ün cephane taşıma günü Kastamonu’ya sefere
çıkacak kağnılar ,toplanmışlar büyük çınarın altına.
Sırtına, muhkem bağladığı Elif’iyle, Şerife, biri boz, biri kara iki öküzün çektiği kağnısıyla katılır kalabalığa. Kadınlar, kağnı gıcırtıları eşliğinde, Satıköy’ü arkalarına bırakarak yollanırlar İnebolu’ya.
ARALIK 18 1920,İSTANBUL-BAKIRKÖY
Makriköy (Bakırköy)Sahili.Mavnalar, motorlar, takalar alargada.Oltalar atılıyor, oltalar çekiliyor.
Oltalarda salkım saçak lüfer, palamut. Sofralarda da lüfer, palamut. Karınlarını doyuruyor denizciler.
Zira, uzun bir gecedir onları bekleyen. Karanlık çökünce, karınca sürüsü gibi “çökecekler” Karakola. Fransızlar, karakol olarak inşa ettikleri binayı,silah deposu olarak kullanıyorlar.İşte,sahili bu soğukta
dolduran kuvvacı denizcilerin asıl maksadı bu.O ağlar,o balıklar“ hepsi yalan-dolan, hedef şaşırtma.
Çökümce karanlık, beşerli gruplar halinde gidecekler. Yakalanma olursa beş kişi versinler ele.Zira,
yakalananı atıyor İngiliz ,Bekirağa Zindanına. Çık,çıkabilirsen…
Mapavri Motoru’nun denizcileri, başlarında kaptanları Şaban Reis, bir grup. Dört kişilik gruba ilave,beşinci,Kamacı Ustası Bekir .Kaşla-göz arası boşatılır Fransız deposu,yığılır kayıklara. Oradan da motorlara .
Bekir Usta, omuzundakini selavatla indirirken kayığa, ”Evladım.Bak,bu mübarek,kudretli mitralyöz olup, hiç kimseye değil, sana emanettir .Tutmazsa gözün İnebolu Komutanı’nı, ulaştırasın Ankara’ya,
teslim edesin bizzat Mustafa Kemal’imize”der İsmail’e.Bu,İsmail’e emanet edilen ikinci mitralyözdur.
2
Kendine emanet edilen ilk mitralyözün öyküsünü şöyle anlatır İsmail.
“Dursun Kaptan, yelkenli takasıyla Batum’dan, cephane taşırdı İnebolu’ya. İlk seferimdi benum. Yukleduk takayi,”avare”ettuk Batum’dan.Rize’nin,Pinyoz Feneri’nun selamını alıp, Malpet (Rize,
Derepazarı)Burnu’na vardığımızda ,bir kara duman yükseldi Aspet (Rize,İyidere) açıklarından.Yol kesti Dursun Kaptan.Kaptı durbini geçti başüstine.
Bakayi ,bakayi bi şey göremeyi.Daha karanluk .Sabah ezanına en az bi saat var.Emir almişik.Kötüsü gelirse,sahile vira edip atacağuk cephaneyi suya.Ama,biliyirüm.Ölür de atmaz Dursun Kaptan,bunca
cephaneyi denize.Hele hele kudretli mitralyözi…
Kaptan,indirdi gözinden durbini:
-Getür ula şu mübareği İsmail.Dedi,bağa.
Ambardan mitralyözi çıkardım başüstüne.
-Ula,bi halat getürün bakayim ,bağlayalum muhkem bir şekilde bu mübareği.
Bir kat daha muşamba vurduk,iyice bağlayıp attuk gemici düğümlerini.
-Ula,İsmail, tutacasun bu halatun ucini, çıkacasun pruva direğinün başına. Aşırtacaksun uci direğun başından,atcasun bize.Çekecesun yanuna buni.Sen durursun orda,şu dumanun sahibi belli oluncaya kadar. Bakarsun duruma.Gavur ise gelen,yedeğe alıp kıyıya çekeyisa bizi, atarsun buni denize.Bize yaramadı,gavura da yaramasun bari.
Bağladum halatı belume çıktım direğe,attum halatun ucini aşağa,bağladilar mitralyözi,çektum yukarı.
Bir yandan da tayfalar boşaltiyiler ambarı,yığayiler güverteye silahı,cepaneyi. Kötisi gelirse, kayığa yükleyüp çıkaracaklar sahile.
Kaptanun gözinde dürbin. Bakayi,bakayi,bi ses yok.Duman iyice yaklaştı bize,hava da aydınlandı az.
Birden,Dursun Kaptan bağurdi başustinden:
-Ula bizdendur, bizden…Gülcamal ‘dur,Gülcemal…
Fora ettum halatı,indurdum aşağa mübareği.Süzüldüm ben da direkten aşağa,yılan gibi.Çok sevinduk tabii.Sevinmez miyük?
Dursun Kaptan:-Ula İsmail.Al o kaybanayi.Dedi bağa.
Biliyirum. Kaybana kemenceye deyi. Aldum kemençeyi ,vurdum saytayi, inlettum Aspet aykırılarını “sihsarayla”. Kaptan’ı bile horon etturdum.Salladum,Aspet aykirilarini…
Samsun’a varınca,limana girdük maslahat içün.Haber geldi,Kuvayi Milliye’den.Düşman gemileri
cirit atmakta Sinop aykırılarında.Değil cephane taşımak,kuş olsanuz bile uçmayın oralarda diye.
Demir attuk .Bir tuhaf oldi Kaptan. O,denizlere sığmayan Kaptan, elden, ayaktan düşti, birkaç gün
içinde, iğne ipliğe döndi.Önce,üşitmiştür derken,gecenun derin bi vakti iyice kötiledi.
Çıkarduk sahile,götürdük doktora. Doktor,”koleradır bu,salgın vardır “dedi.
Sabaha karşı can çekişmeye başladı rahmetli. Su verurken dudaklarina .”o mübareği sen götüresin
İnebolu’ya uşağım” dedi bağa.
3
Tuttum vasiyetini .Dursun Kaptan’un cenazesini Rize’ye yolcu ettukten sonra, atladum Alemdar ‘a
varıp İnebolu’ya ,mitralyözi teslim ettum Kuvva kumandanına.”
İkincisi ya nasip.İsmail, mataforada asılı duran kayığın üzerindeki tenteyi açarak, mitralyözü tahta
bavulunun yanına yaslar .Vurur asma kilidi.
Yükünü alan denizciler,avara ederler.Gece yarısına kadar aşmaları gerekir Boğaz’ı.Kontrol,gece
yarısına kadar Fransız’ın elinde.Daha gevşek Fransız.İngilizler,sürekli dolduruşta Yunan tarafından.
Daha ceberutlar.Geçmeden kontrol İngiliz’e,açılmalılar Karadeniz’e…
ARALIK 19 1920, İNEBOLU
Şerife, kağnısını diğerlerinin yanına bırakır. Çözer kuşağı,alır Elif’i kucağına.Kuytu bir köşede, bulur bir ağaç duldası. Emzirir, doyurur karnını. Elif’i Kolbaşı Halime’nin kucağına emanet ederek, kayıklardan cephane taşımaya koyulur kağnısına.Bu, Şerife’nin silah ve cephane taşımak için ikinci gelişidir bu sahile. İlk gelişini, elbette unutması mümkün değildir.Ne geçmişti aradan altı- yedi ay…
Ramazan Bayramının birinci günüydü. Aşı boyalı rengarenk evlerden bayram namazı için
çıkan İnebolulu’lar, Kerempe açıklarında yükselen kapkara dumanları, hayra yormadılar. Namazı ağırdan alıp, set üstünde toplandılar. Biraz sonra da, duyan gelince, nerdeyse İnebolu yalıya taşınır.
Gelen,Yunan’ın iki uğursuzuydu. Kılkış ve Panter. İki ceberrut zırhlı.
Filikayla sahile çıkan Yunan subaylarını ,Liman Reisi Numan Bey karşılar.
Kaymakamlığa geçilince anlaşılır Yunan’ın maksadı.Yazılı bir emri dayatırlar Numan Bey’e,Yunan
subayları.Şehirdeki tüm silah ve cephanenin teslimini,denk kayıklarının batırılmasını ve şehrin ileri
gelenlerinden on kişinin rehin olarak verilmesini istiyor. Numan Bey, ”Taleplerinizi yerine getirmek,
elbette mümkün değildir. Burası müstemleke,biz de köle değiliz. Ankara’da Millet Meclisi açılmıştır.
“Artık ,emir de ondadır, kumanda da” deyip , kestirip atınca,Yunan subayları hükümet konağından
ayrılır, filikaya binip zırhlıya yollanırlar.Filika, zırhlıya varınca, toplar yağmaya başlar İnebolu’nun
üzerine. Önce,sahilde kalan birkaç kayık parçalanır.Sonra hükümet konağı.Devamında,evler yara alır
birer birer.İnebolu, bu orantısız güç karşısında pes edecek değildir elbet.Abaş Tepesi’nde bir sahra
topu konuşlanmıştır.Lakin,yeterince güllesi yoktur.
İnebolu,cephaneyi Reji binasında zulalamış. Şerife’nin kağnısının da yer aldığı kağnı alayı,yüklerler
gülleri,vururlar Abaş Bayırı’na.
Topun başında , Mülazım-ı sani Şefik Bey. Bu, Yunan’ın ağa babası İngiliz, iyi tanır Şefik Bey’i.
Çanakkale’de, Kraliçe’nin Elizabet’ini denizin dibine gömen gülleyi gönderen ,işte bu Şefik Bey’dir.
Kraliçeyi takmayan Şefik, dinler mi Yunan’ı..Dizili gülleleri başlar namluya sürmeye birer, birer.İlk
gülle karavana. İkincisi de.Ahalide bir umutsuzluk.Şefik Bey,kendinden emin.Üçüncü gülle,Kılkış’ın
bacasına tam isabet.Bacası da, kaptan köşkü de berhava.Bir gülle de Panter’e.Ağzının payını alan
Yunan’da“yürek Selanik”Kuyruğu kısıp,Kerempe’ye doğru kaçmaya başlayınca,İnebolu’lular kadın,
erkek halay olup,başlamazlar mı horona…
4
Masruf( Ecevit)geçidini aşıp tepeye varınca kervan,Kolbaşı Halime’nin“hoooo…hoooo”suyla gıcırtılar susar. Kadınlar,doluşur çeşme başına. Öküzler yemlenir. Abdest alınır, sonra namaza.Öğle namazı bu kılınan. Olmazsa bir mani ,akşam namazını Kastamonu Kumandanlığı’nda kılacaklar.
Şerife, Elif’i çözer sırtından,alır kucağına.Bir kuytu bulup,emzirmeye başlar.Namazını bitirenler,ak patiskalı bohçalarını kağnı arabalarını kenarlarına serip, yemeğe koyulurlar Birkaç gözleme, biraz çökelek, birkaç baş soğan. İşte, bu kadınlar için demiştir Mustafa Kemal, ”Dünyada, hiçbir milletin kadını, milletini kurtuluş ve zafere götürmekte ,Türk kadınından daha fazla çalışmamıştır” diye.
Kar ve soğuk altında ,dağları, vadileri aşıp ,menzile ulaşmaya çalışan kağnıların sadece silah ve cephane değildi taşıdıkları.Onların yükü,vatanın kurtuluşu için taşıdıkları umuttu.Oğlunu cepheye gönderip yokluklar içinde bacasını tüttürmeye çalışan analar, daha elinin kınası solmadan erini şehit vermiş
taze gelinler… Ölüm dâhil , fedakârlıkta sınır tanımadılar.
Yükseğe vardıkça, kar arttırıyor şiddetini. Toprak,karla kaplanmak üzere.Artık,yeşil ot yok öküzler için. Köyden gelen otlar da bitti bitecek. Öküzler yorgun,öküzler aç…Bunca yükün ve bunca açlığın altında Küre Dağı’nın nasıl aşacaklar…
ARALIK 20 1920, KARADENİZ ve İNEBOLU
Dümende,Şaban Reis.Lostromo İsmail,kamarada kemençe çalmakta ince ince.Ses,Reis’e gitsin diye kapı aralık. Gaz ocağında,“muhlama”.Başında, Oflu Nuri. Bir sahana muhlamadan, koyar Oflu.
Reis’e gidecek.
İsmail,elinde sahanla açınca kaptan köşkünün kapısını, şiddetle sarsılır motor.Zor tutar kendini sağa sola vurmaktan.Kaptan sarılır dümene.
İsmail -Nedur bu Reis, neoliyi ?
Şaban Reis,açar pencereyi,elini siper ederek bakar karanlığın derinliğine.
-Görünmeyi bişe. Ya furtuna kopacak, ya da keferelerun baltabaşidur bu. Yarar denizi kiliç baluğu gibi. Sallar bizi esintisi.
Yetmezmiş gibi kar, bir de sis çöker Oyrak Geçidi’nin eteklerine. Sisin körlüğünde,hey hey “
nidaları çınlatır durur kar denizi ormanları. Ne bir dal, ne bir yaprak, ne bir yeşil. Kağnılar,bin bir
zorlanmayla da olsa,ulaşırlar tepeye.Şerife’nin “bozu”saplamış ayaklarını karlı çamura.Ne mümkün
adım attırmak. Şerife,”belli zor olacak yol” der içinden.Işık fukarası gemici fenerini koyup arabanın
üstüne,yatırır Elif’i cephane sandıklarının arasına, saman yığar etrafına.Sırtındaki battaniyeyi çıkarır,
sarar Elif’e ve mitralyöze, bir ananın iki çocuğunu sarıp sarmaladığı gibi.
Boz öküzü çözer boyunduruktan ,kucaklar boyunduruğu, gömer göğsüne. Göğüs yetmez. Boynuna geçirir boyunduruğu, eş olur siyah öküze.Boyunduruk arkadaşını gayrete getirmek için “gah gah”la, tüm bedeniyle yüklenir kağnıya. Ah,bir de ayakları kaymasa…
5
Kerenpe Feneri’nin selamını alıp, dönerken burnu, bir projektörün ışığı, ayan- beyan etti Mapavri’yi
Şaban Kaptan,gecikmedi anlamada durumu. Açtı kaptan köşkünün penceresini,
-Tam yol ileri.Ula Rifki,tam yol,tam yol…
Diye, bağırdıysa da canhıraş,makinist Rıfkı’nın duyduğu ise, bir makinelinin takayı tarama sesiydi.
Davrandı dürbüne Şaban Reis. Baştankara etmiş bocalanıyordu üzerlerine bir baltabaş zırhlı. Belli,
Yunan’ın Panter’iydi bu.Panter, bir yandan salvo top atışında,bir yandan da makineliyle taramakta Mapavri’yi. Salvolar şimdilik karavana,lakin makineli delik-deşik ediyor yelkenleri.
Sağ omuzunda bir sıcaklık hissetti Reis.Yokladı,kan geldi avucuna.Sonra acı.Düşmeye başlayınca takattan sağ eli,sol eliyle kavradı dümeni .
İsmail koşturdu kaptan köşküne. Şaban Reis çökmüş,yerde.Bir hışım ,kavradı dümeni İsmail.
Şaban Reis-Uşaklar nasuldur ?
İsmail -Eyi değiller Reis.Hiç eyi değiller…
Reis-İsmail,ya teslim alacak bizi Yunan,ya da batıracak.Yoktur kurtulmanun mümküni.Geçmesun
eline gavurun bu cephane, ille de kudretli mitralyöz. Park beni. Çöz mataforayı, at pataliyaya
mitralyözi.
Son sözleridir bunlar Şaban Reis’in.İsmail,ateş altında,süzülerek iner kaptan köşkünden.
İskelesinden yanmaya başlayan Mapavri’nin üç şehidi var bu gece.Oflu Nuri,Makinist Rıfkı ve de
Şaban Reis…
Sis, engin bir deniz gibi çökmüş Oyrak Geçidi’nin üstüne. Boz öküz,dinlenince biraz, almış
yerini. Şerife’nin “Halime Abla…Halime Abla” çığlıklarına, ürküp kaçan birkaç alıcı kuşun kanat
çırpışlarından başka ses veren yok . Sis,yutmuştur kervan yolunu.Bir başına kalmıştır Şerife. Siyah
öküzün gayretiyle,kağnı ağır ağır aşmaya çalışır geçidi.Şerife,durmadan siler kağnının karını.
Açar battaniyeyi yoklar Elif’i. Minik parmaklar soğuktan daha da küçülmüş,sertleşmeye başlamış,
katılaşmıştır.
Çıkarır Şerife hırkasını,sarar Elif’e, kucaklar gibi.Boz öküz,saplamış ayaklarını yere.Ne bir adım ileri,ne
de geri.Övendireyi dener.Nafile. Okşar başını şefkatle Şerif’e.Yalvarır içinden” Ne olur,kalk. Çok kalmadı
kışlaya. Koman bizi böyle çaresiz”.Ne gelir elinden öküzün.Yediği bir tutam kuru otla bu tipide bu karda.
Çene kemikleri birbirine vurmaya başlamıştı Şerife’nin. Son bir gayretle,”gah” diyerek gayrete getirmeye
çalıştı öküzleri.Yeşil ot bulmak için kazırken karı, kayar ayakları yığılır kalır .Zorlukla kalkar. Anlamıştır,
gidişat kötü . Bir hamle,çıkar kağnıya sürünerek. Kapaklanır Elif’in ve mitralyözün üstüne. Dayanılmaz bir
uyku çökmüştür gözlerine. Kucaklar Elif’i, gücü tükenmeye başlayan kollarıyla. El yordamı, bulur yanağını.
Buzlanmaya başlayan dudaklarıyla öper,soğuk soğuk.Dalarken buz gibi bir uykuya,düşmez mi aklına birden
sarı kıvrak yaptığı günler .Daha on üçündeyken Şerife, değil Satıköy’ün, Seydi’lerin de anlı şanlısıydı.
İpeği, düğümler halinde çarşafların dört biryanına dizip,en güzel sarı kıvrakları yapan oydu.
Başlar dudakları morarmaya.Morarmış dudaklarında beliren soğuk bir tebessüm,Seyit’in aklına düştüğü andır.
6
On altısında evlenmiş, sevmiş Seyyit’i. Altı ay sonra, daha silinmeden elinin kınası şehit düşer Seyyit, Çanakkale’de .Kopar koca evinden,sığınır baba ocağına.Lakin,baba yok.Kalırlar,bir ana,bir taze gelin.
Zaman kötü.Kargaşa had safhada memlekette. Rum çeteler bir,yandan,dağılan Osmanlı ordusundan oluşan çapulcular bir yandan ,ne mal bırakıyorlar memlekette,ne de namus .
Şerife’de bir güzel,bir alımlı. An meselesidir bir çapulcunun hoyrat kollarında telef olması. Bağlamalı başını diye düşünür anası.Bir Yusuf vardır köyde. Bir ayağını ve bir gözünü yitirmiştir Çanakkale’de.
İkinci kocaya varır Şerife,ki yeni girmiştir on sekizine.İşte,o ikinci kocadır,tek dayanağı Elif’in babası.
Arar,bulur ellerini Elif’in Şerife.Alır parmakları ağzına.Buzlamaya başlayan bedeninde sıcaktan
eser kalmamıştır.Ana sıcaklığıyla ısıtır , buz saçağı minik parmakları…
Kerempe Feneri’nin şavkı yalayınca kayığı umudu artar İsmail’in.Yaklaştım karaya der,daha bir yüklenir küreklere. Lakin, hala deniz tekin değil. Hala dalgalar minare boyu,hala dalgalar kayığı beşik gibi sallamakta.Sordu kendine İsmail,“emanetimizle varabilecek miyiz acep.”Varmamış olmaz
menzile” “dedi…
Yüklendi küreklere Kollarının kuvveti, dik hızar biçmekten gelir İsmail’in.Kestane kalaslarının dik
hızarda biçmek, her babayiğidin harcı değildir. Hele hele ,hızarın üstünde. İsmail, hep üsteydi dik
hızarda. Kuvveti kollarıyla bel kalınlığı kalasları tahtaya çeviren İsmail,maharetli parmaklarıyla da
kemençeyi döktürürdü.İşte,döktürürken kemençeyi bir düğünde ,gördü Gülizar’ı. Sevdi, evlendi.
İki kızı oldu peş peşe. Anası sızlanmaya başladı ikinci kızdan sonra,“uşak…uşak “ diye.Üçüncüsüne
hamileydi Gülizar.Biliyordu İsmail.Üçüncüsü de kız olursa,Gülizar’ın üzerine kuma alması için ısrar
edecektir anası.Anadan mı,yardan mı?Onun için kaçmıştır Arhavi’den.İş tutar, kök salarsa denizcilik
işinde, alacak çoluk-çocuğu yanına. Olsa da on kızı,asla almayacak Gülizar’ın üstüne kuma Ama
kalmamıştır bu ihtimal.Olmuştur uşağı İsmail’in.İbrahim vermiştir adını babası,şehit ağabeyinin adı.
İsmail,dalıp gitmişken bunlara,büyük bir dalga yer bodoslamadan.Peşinden gelen ise” üçkardeşler”...
Küreklere sarılan elleri bu denli kuvvetli olmasaydı,çoktan alabora olmuş gitmişti.
Bir dua mırıldandı içinden. Bu insafsız denize, ne dua para eder ,ne de kol-kuvvet. Ne düşman uyuyor bu gece, ne de su. Yükleniyor var gücüyle küreklere İsmail, açığa sürüklenen kayığı kıyıya döndürmek için. Dayanamıyor,kırılıyor küreklerden biri. Tek kürekle çırpınır İsmail bir süre. Artık çevirmek mümkün değildir kayığın burnunu sahile. Alıp başını açılmaya başlamıştır engine.
Serzeniş içeren bir küfür dökülür İsmail’in dudaklarından.Akabinde ,kelime-i şahadet.Sonra…Sonra, Şair’in dediği gibi “malum olmadı insanlara,Arhave’li İsmail’in akibeti” .Akibetini,bir Allah bilir,bir de deniz…
Şerife’nin kağnısı, sabahın kimsesizliğinde,Oyrak Geçit’ini inmiş,Karaçomak Deresi kenarına kadar
ulaşmıştır.Sahipsiz, rahvan ilerleyen,tepeleme kar dolu kağnıya anlam veremeyenler hemen,Mevki
Kumandanlığı’na bildirirler durumu.
7
İnebolu sahili…Bugün ,bir başka köyün cephane taşıma günü. Gene kağnılar alıyor yerini. Ve gene
denk kayıkları diziliyor sahile boy boy ,sıra sıra.Kayıkçıların,gözleri açıkta ,Şaban Reis’in cephane getirecek motorunu beklerken, sahipsiz bir kayık görünür,”dalgalara kapılmış kuru yaprak misali” sahile doğru gelen.
Kastamonu Kışlası Kumandanı ve emrindekiler tutmuştur Şeker Köprüsü’nün başını.Sahipsiz
kağnıyı durdururlar.Belli,cephane kolundandır.Kazma,kürek girişirler kağnının üzerindeki tepeleme karı küremeye…
İnebolu sahiline baştankara eden kayık çekilir karaya .Kayıkçılar,bir anlam yüklemeye çalışırken kayığa, kırık ıskarmozları ve bordosunda görünce Mapavri yazısını, anlarlar durumu. Şaban Reis’in motorunun tahlisiye kayığıdır bu.
Kağnıyı, kardan temizleyince , şudur görünen. Övendiresi elinde, boylu boyunca uzanmış,kaskatı bir
kadın,Şerife. Şerife’nin, şehit bedenini çarşafa sardıkları sıra, bir inilti duyulur otların altından.Sonra ise bir çocuğun çığlıkları.Kaldırınca çulu çaputu, altından çıkan;anasız bir hayata göz açan Elif Bebe,
bir de sarıp sarmalanmış kudretli mitralyözdür.
Denk kayıkçıları, kayığın baş altındaki asma kilitli dolabı açtıklarında, tahta bir bavul ve bir
mitralyöz çıkar karşılarına.Açarlar tahta bavulu.Bir lacivert takım,bir kafa kağıdı.Okuyunca anlarlar.
Arhave’li İsmail’dir ,bu gecenin bilinen ilk şehidi.İki yaprak kafa kağıdı içinde, muska gibi katlanmış kağıdı açtıklarında, bir küçük elin resmini, bir de şu yazıyı görürler:
“Uşağun İbrayime aittur bu el. Uşağun deyiki ,baba acele gel…”
Biri, ”sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”, diğeri,
”hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin,bir şarkı gibi ölebilen” iki insan..Satıköy’lü Şerife, Arhave’li
İsmail. Ayni şehrin dağlarında ve denizlerinde, ayni gün şehit oldular. Ne tanırlar ,ne de bilirler
birbirini. Tek ortak yanları,vatan söz konusu olduğunda,canlarını ” teferruat” olarak görmeleri…
8
Dostları ilə paylaş: |