Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder’le Sosyal Politika Forumu’ndan: Ekonomik Kriz ve İstihdam Sorunları 14. 10. 2009 ÖM



Yüklə 29,08 Kb.
tarix27.10.2017
ölçüsü29,08 Kb.
#15584

Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder’le Sosyal Politika Forumu’ndan:
Ekonomik Kriz ve İstihdam Sorunları

14.10.2009

ÖM: Günaydın Çağlar.

Çağlar Keyder: Günaydın Ömer, günaydın Avi.

ÖM: Biz biraz gene krizin ekonomik krizin istihdam sorunlarının bizi nerede bıraktığını konuşalım, global bakalım diyorduk.

ÇK: Evet, dünyanın gidişatı hakkında biraz spekülasyon yapalım. Şimdi tabii krizin orta yerindeyiz ve biliyorsun herkes köşeyi döndük artık bundan sonrası sağlam kriz atlatıldı vs. diye gayet iyimser laflar ediyor. Ama bir yandan da işsizlik tabii artmaya devam ediyor. Her gün şu sanayide ya da şu sektörde ücretler tekrar düşürüldü diye yeni haberler çıkıyor. Yani krizden standart olarak beklediğimiz şeylerin hepsi, özellikle de istihdamla ilişkili olarak devam ediyor. İşsizlik her yerde artıyor, enformel sektörde de insanlar işlerini kaybediyorlar. Yani şirketler mecburen formel işçileri atıyorlar ama onların yerine daha düşük ücretli insanları alıyorlar diye birşey yok. Daha düşük ücretli, enformel olarak çalışan insanlar da işlerini kaybediyor, dolayısıyla enformel sekötrdeki işsizlik de artıyor. İşsizlik artışı ile beraber ücretler de düşüyor; "istersen çalışma ne yapalım, senden başka çalışmak isteyen çok insan var" türü bir tavır süregidiyor.

Krizin temizleyici etkisi olması, yani krizin bir dönüştürücü etkisi olması beklenir. Oysa buna karşı da epey güçlü bir direnme var. Sanki hiçbir kuralın değişmemesi isteniyor. Yeni bir çözüm, yeni bir anlayış, yani “kriz bakın şu tür nedenlerden dolayı ortaya çıkmıştır; şimdi o nedenleri ortadan kaldıracak birtakım uygulamalara geçelim” gibi bir anlayış da pek söz konusu değil. Hiç kimse kuralların değişmesini istemiyor. Krizin birtakım sorunları halletmesi gerekir, krizin ortaya çıkma nedeni biraz da budur biliyorsun. Etimolojik olarak da böyledir. Kriz fırsatlar yaratır, birtakım yeni kararların verilmesini sağlar. Bugünkü durumda bunun tam tersi gibi görünüyor. "Krizin semptomları ile uğraşalım, ortaya çıkardığı sorunları yavaş yavaş gidermeye çalışalım" deniyor fakat kuralları değiştirmek, biz nerede yanlış yapmıştık, neyi yeniden inşa edelim, nasıl bir mimari lazim gibi sorular pek ortada yok. En fazla yapılan şey mali piyasaların kurallarını biraz oynatmak. (Onu da tabii çok yavaş ve asgari düzeyde yapıyorlar.) Mali piyasaların sorunlarının krizin gerçek nedenlerinin semptomu olduğu hakkında bir düşünce de pek yok ortalıkta. Demek istediğim şu: Eğer kriz bir fırsatsa, o fırsat heba ediliyor.



ÖM: Evet ya biraz önce sözünü ettiğin bu ekonomik krizin mimarları sayılabilecek olanlar, bankerler ve sigorta şirketleri. Oysa hisse senetleri piyasasındaki şirketler filan ödüllendirilmeye de devam ediyor; yani onları sorumlu tutmak şöyle dursun ilginç bir yaklaşım var.

ÇK: Evet, dediğin gibi bu bütün bu şirketlerin tepelerindeki insanlar sanki tanri vergisi haklarıymış gibi 100 milyon dolar bonuslarını ceplerine koyuyorlar.

ÖM: Evet tazminatlar filan çok acayip.

ÇK: Evet, şimdi niye böyle oldu sorusuna çeşitli cevaplar verilebilir. En çok verilen cevap, özellikle ABD'de başta olmak üzere mali oligarşinin sadece denetim kurumlarını değil devleti de ele geçirmiş olması. Bu tam "state capture" denilen durum: bakıyorsunuz ki meğerse denetim kurumları oligarşinin elindeymiş. Dolayısıyla ne Beyaz Saray'da ne de Ingiltere'de, veya Brüksel'de bunlardan kurtulmaya imkân yok. Bu mali oligarşi heryerde hazır ve nazır. Bütün denetim mekanizmalarını da kontrol ediyor. Dolayısıyla gerçekten de sadece semptomların ortadan kaldırılmasına yönelik birtakım tedbirler almaya hazırlar fakat o semptomları doğuran durumun yeniden ele alınmasına tabii karsi cikiyorlar. Belki Çin'de ya da Hindistan'da aynı durum yok. Oralarda denetim yapacak ya da kural koyacak insanlar belki biraz daha özgürler, mali oligarşinin tamamen güdümünde değiller. Fakat onların tek başlarına birşey yapması da çok anlam ifade etmiyor çünkü bütün finans ağlarının esas yönetimi yine Wall Street'de, Londra'daki City'de Frankfurt'taki bankalarda vs. Dolayısıyla dünya açısından mali oligarşi herşeyi ele geçirdi herseyi kontrol ediyor epey gerçeklik taşıyan bir analiz gibi gözüküyor.

ÖM: Bir de böyle işin garip tarafı “tüm meselenin özünü gördük, hataları da gördük, devrim yaptık” gibi söylem de değiştirildi. Buradaki IMF Dünya Bankası toplantısının akabinde resmen devrimin ilk sabahı havası vardı, bu söylem düzeyleri çok tuhaftı.

ÇK: Şimdi bu analizi alalım. Bunun arkasında başka bir analiz yatıyor, o da şu: Diyebiliriz ki aslında bütün bu finans balonunun bu kadar öenm kazanmasının nedeni aslında reel sektördeki yahut da reel ekonomideki dengelerin bozulması ile ilişkili. Bu da şu demek: Reel sektörlerde oluşan ücret gelirleri, kar gelirleri bildiğimiz gibi 1970’lerden itibaren duraklamaya basliyor. Bu gelir dagiliminin alt tarafindaki gelirlerin goreli dususu 1980’lerden sonra biraz daha hızlanıyor. Bütün dünyada çok hızlı bir gelir dağılımı bozulmasi söz konusu.

ÖM: Evet, artarak da devam ediyor.

ÇK: Artarak da devam ediyor; bütün bu rakamları da biliyoruz. En yukarıdaki yüzde 1'in gelirdeki payınin ABD'de yüzde 25'lere yakin oldugunu biliyoruz. Daha da ufak dilimlere baktığımız takdirde en yukarıdaki onbinde 1'in (yani %0,01'in) gelir payı %6. Bir yandan da tabii aşağıdaki nüfüsun diyelim altındaki alt yarısı, yüzde 50’si hiçbir gelir artması görmemiş; en alt üçte birine yahut dörtte birine baktığımız zaman gelirleri azalıyor. 2000 yılı ile bugün arasında ABD ekonomisinde bir tek grubun istisnasiyla (o da işgücünün yüzde 2’si) bütün işgücünde herkesin geliri düşmüş. Geliri düşmeyenler de profesyonel Master derecesi alan, işletme masteri, hukuk derecesi, doktor, yuksek muhendis gibi insanlar. Bunlar da tabii neredeyse işe başlar başlamaz hemen bu yukarıdaki ust gelirli kesimin parçası oluyorlar. Finansal krizin ortaya çıkarması açısından gelir bozukluğunun bu şekilde seyretmesinin iki neticesi oluyor. Bir tanesi şu: Gelir dağılımı bu kadar bozuksa artık üretim için yatırım yapmak fazla özendirici olmamaya başlıyor. Yani siz yatırım yapacaksınız ama ortada gerçek bir orta sınıf olmadığı için kimin satın alacağı çok da belli değil. Dolayısıyla standart anlamda mesela 1950 ile 1980 arasında veyahut da Türkiye'nin en hızlı geliştiği dönem sırasında düşünürsek sanayiciler yatırım yapıyordu çünkü buzdolabı ya da otomobil almayı bekleyen bir sürü insan vardı. Şimdi eğer bu orta sınıf bu kadar gelir kaybeden bir durumda ise yani daha doğrusu orta sınıf diyebileceğimiz insanların oranı azalıyorsa, o zaman yatırım yapmak çok cazip değil. E, ne yapacak bu çok para kazanan insanlar? Yine de bir şekilde paralarını işletmek istiyorlar, dolayısıyla paralarını giderek üretimin dışındaki yerlere koymaya başlıyorlar. Daha çok gayrımenkul alıyorlar, daha çok sanat eseri alıyorlar, daha çok bankaya para koyuyorlar. Finans sektörünün böyle şişmesini sağlayan esas kaynak bu. Paralarını finans sektöründe çevirmek istiyorlar. Şimdi böyle bir durumda finans sektörü bir furyaya giriyor ve muazzam boyutta ve hiç anlamadığımız yeni enstrümanlar, “derivative”ler oluşturuyorlar. Ancak matematik doktorası sahibi ya da finans doktorası sahibi insanların ne olduğunu anladığı birtakım acayip şeyler ortaya çıkıyor. Bugünkü gazetede çok hoş bir makale vardı, eskiden bu finans sektörüne giren insanlar genelde sınıflarının en az zekalı insanları idi, dolayısıyla da bunlar gayet güvenli şeyler yaparlardı, fazla açılmazlardı, çok cesaret göstermezlerdi. Ondan sonra bu kadar para yağmaya başlayınca finans sektörüne birdenbire sınıfın en zekileri girmeye başladılar, onlar girince de tabii şirketleri idare eden daha az hayal gucu olan sınıfın altındakiler olayı fazla anlamadıkları için ipin ucunu kaçırdılar. Sonunda ortaya böyle kimsenin kontrol edemedigi bir durum çıktı. Bu tabii karikatür ama finans sektörü içinde hakikaten hiçkimsenin anlamadığı bir kaynak bolluğu var ve bu kaynak bolluğunun işletilmesi söz konusu. Bir yandan da gene gelir dağılımı ile ilişkili olarak, orta sınıfın geliri oran olarak azalıyor, hatta alt sınıfın daha da çok azalıyor. Fakat sonunda toplumu sürdürebilmek açısından insanlara birtakım şeyler vermek lazım. “Tamam bundan böyle siz tüketmeyi kesin” diyemiyorsun, dolayısıyla da kredi balonu ortaya çıkıyor. Türkiye'yi düşün, 1980’lerde sıfır kredi kartı varken vatandaşın elinde şu anda 40 milyon kredi kartı var. Her kredi kartının ortalama borcu şudur desen, bunun ne kadar büyük bir tüketim kapasitesi oluşturduğu hemen belli oluyor. Aynı şekilde mesela Türkiye'de iki sene öncesine kadar ipotek kanunu yoktu. İpotek kanunu çıktı, insanlar borcla ev alıyorlar. Demek istediğim su: bu iki olayi ele aldığımız takdirde bir yandan çok parası olanların finans sektörüne bu kadar para aktarmaları, bir yandan da geliri genel ortalamaya göre az büyüyen ya da hiç büyümeyen grupların borç alarak tüketimlerini yüksek tutmaya çalışmaları finans sektörünün büyümesinin, bu şekilde şişmesinin en büyük nedeni oluyor.

ÖM: Nereye gider bu?

ÇK: Mesele orada zaten. Bu durumun düzelmesinin imkânı var mi? Karşımıza çıkan olay eğer gerçekten bir gelir dağılımı bozukluğu, yani gelir dağılımından dolayı ortaya çıkamayan bir tüketim kapasitesiyse cozum de daha buyuk bir donusum gerektiriyor. Ben bunu sanki sadece ülke içinde bir olay gibi anlattım, bir de bunu global olarak düşünelim. Eskiden kendi köyünde nispeten ilkel teknolojide çalışan bir Çin köylüsünü düşün, bu Çin köylüsü 20 senedir Şanghay'da dünya teknolojisi standartlarıyla gayet çağdaş bir fabrikada çalışıyor. Şimdi bu fabrikada çalışmasına rağmen orada yarattığı değere nazaran çok daha az bir ücret alıyor, dolayısıyla yarattığı değer ile aldığı ücret arasındaki büyük fark, 30 sene öncesine nazaran çok daha büyük bir fark. Yani Marx'in değer kavramları ile baktığımız zaman simdiki gelir dağılımı aslında cok daha bozuk. Yani alınan gelir ile yaratılan değer arasındaki kopuş şimdi çok daha büyük. Çin'de yahut da aynı şekilde Hindistan’da hâlâ ayda 100 - 150 USD'ye çalışan işçileri düşündüğümüz takdirde, dünya açısından bu gelir dağılımının bozukluğu daha da çarpıcı. Demek ki esas sorun ancak global düzeyde gelir dağılımını düzeltmekle halledilebilir.

ÖM: Evet, olay bir sonuç gibi gözüküyor ama belki de yapılması en zor olan şey.

ÇK: Dünyadaki işçileri örgütlemek çok zor çünkü Çin'deki işçiler var, Hindistan'daki işçiler var, bir yanda Avrupa'daki, ABD’deki işçiler var. Bunların hepsi aynı sendikal mücadele çerçevesinde nasıl örgütlenebilir? Şimdiye kadar konuşuldu ama bütün bu küreselleşme çerçevesinde buna kimse bir cevap getiremedi. Peki ne olabilir? İşçilerden vazgeçelim çünkü zaten işçiler artık bizim eskiden tanıdığımız fabrikada 8-10 saat çalışan insanlar değiller. Çoğu enformel çalışıyor, çoğu bugün burada yarın köyünde. Önemli bir kısmı sadece fabrikada değil aynı zamanda fabrikanın dışında da başka şeyler yapıyor. O zaman acaba böyle daha vatandaşlık bazında düşünebileceğimiz bir sosyal politika şeklinde düşünebileeğimiz gelir aktarımları söz konusu olabilir mi? Yani devlet ...

ÖM: Pardon, sözünü kestim, çok önemli bir kelime aklıma geliyor: Regülasyon. Bunu tepeden bir kurumun, devletin düzenlemesi...

ÇK: Ama yani tabii burada gelir dağılımına yönelik olarak

ÖM: Evet, gelir dağılımına yönelik regüle edici işler.

ÇK: Mesela şöyle birşey düşünelim. Diyelim ki biz iş ilişkileri çerçevesinde ya da çalışma hayatı çerçevesinde bunu yapamıyoruz çünkü bu anlamda kapitalistlere karşı elimizde bir silahımız yok. Eskisi gibi genel greve gidemeyiz çünkü biz genel greve gitsek yandaki şehir gitmiyor. O zaman ne yapalım? Devletleri ikna edelim ki devletler geliri yeniden dağıtsın. Mesela herkese bir vatandaşlık maaşı versin veyahut da herkese bedava sağlık hizmeti versin. İnsanın yaşaması için böyle gerekli olan bütün şeyleri diyelim ki devlet üstlensin, böylece gelir dağılımını o anlamda düzeltiriz gibi bir çözüm olabilir. Tabii burada da devletleri razı etmek meselesi söz konusu. Devletler vergi alacaklar bir yerden ki bu işi yapabilsinler, devletleri şirketlerle karşı karşıya getiricek bir oneri bu... Şimdi tabii bu işi tek başına hiçbir devlet üstlenmez. Niye? Çünkü devletlere her zaman yatırım lazım, istihdam lazım. Daha çok vergi alırsam sermayedar kalkar gider, yandaki devlete yatırım yapar der. Nasıl ki mesela bizim Türkiye'deki firmaların bazıları gittiler, daha az ücret daha az vergi diye Mısır'a, Romanya'ya yatrım yaptılar. Küresel kapitalizm çerçevesinde baktığımız zaman sermayedar "ben küresel düşünüyorum, eğer bu devlet bana istediğim koşulları vermezse ben başka bir yere giderim" diyecek. Herhangi bir tekil devlet açısından sonuçta vergi almak da o kadar kolay değil. Burada şu ortaya çıkıyor; o zaman global düzeyde o koşulların yaratılması lazım ki her devlet aynı işe girişsin ki bir anlamda koşullar eşitlensin.

ÖM: Biz dünya devletine doğru, Kantiyen bir...

ÇK: Yani başka bir çözüm de yok gibi gözüküyor şu sırada doğrusu. Bu çözüm olmadığı takdirde de şöyle birşey soylenebilir: eğer krize yol açan koşullar zaten global gelir dağılımının bozulmasından ileri geliyorsa, global düzeyde birtakım polıtıkalar gerekiyor demektir. Biliyorsun, Marx'ın önemli bir lafı vardır. Hiçbir sosyal formasyon kendi bütün potansiyelini yaşamadan ortadan kaldırılamaz der. Şimdi kapitalizmin bütün potansiyelini yaşamadık, çünkü dünyada muazzam dengesiz gelisme var. Yani daha bırakalım kapitalizmin, meta ekonomisinin girmediği yerler var, Çin'de belki 800 milyon insan, Hindistan'da da o kadar, Afrika'da bilmem şu kadar, bu insanlar henüz daha bizim şimdi normal varsaydığımız tüketim malları ile daha tanışmamış durumda, buzdolapları yok, elektrikleri az vs.

ÖM: Bilgisayar şöyle dursun kalemi bile yok...

ÇK: Demek ki kapitalizmin daha potansiyeli var. Yine eskilerden Rosa Luxembourg'u analım. Biliyorsun şöyle demişti: Bu içerideki kapitalizm tıkanabilir belki ama dışarıda hâlâ bu işle daha tanışmamış insanlar var, kapitalizmin yeni yeni girebileceği yerler var. Onların orada olması bizim içerideki tıkanıklığımızi engeller. Onlar orada olduğu müddetçe biz içeride tıkanmayız çünkü sermaye oraya da gider. Yani bir global düzenleme, regulasyon söz konusuysa global sermayenin daha tam olarak giremediği yerlere gitmesini bir şekilde sağlamak gerekiyor. Bu olayı biraz da böyle düşünmek lazım.

ÖM: Çağlar onu bekleyecek vaktimiz var mı?

ÇK: Hah ben de şimdi sana onu söyleyecektim. Bunu da bir son dipnot olarak düşün. Hatırlarsın eskiden biz hep feodalizmden kapitalizme nasıl geçildi diye merak ederdik. O sırada insanlar bir sürü birşeyler yazarlardı. O sırada okuduğumda tam da pek anlamadığım, anlamadım değil de anlamının ne olduğunu çok da çıkaramadığım bir makale vardı. Şu an kimin yazdığını unuttum ama bize tarihten anlatılan kapitalizme geçiş sürecinin bayağı uzun, yani öyle 40 sene filan değil, 200-300 senelik bir olay olduğunu, yavaş yavaş birtakım nüvelerin ortaya çıktığı, ondan sonra onların daha böyle bir network’ler kurduğu, uzun bir süreç sonunda geliştiğini anlatıyordu. Fransız Devrimi gibi bugün yarın barikatlar, devleti ele geçirmek gibi düşünmeyin, bu uzun bir süreç ve de biliyoruz ki zaten bu süreç aynı zamanda uzun bir kriz süreciydi diyordu. Oradan cikarak da kapitalizmden kurtulmanin da boyle uzun surecegini anlatiyordu. Acaba öyle mi düşünmemiz gerekir? Böyle uzun bir sürü kriz süreci; bu illa sokaklarda vahşet olan bir kriz olmayabilir. Ama çok yavaş bir büyüme, çok fazla büyük olmayan teknolojik gelişmeler ama yavaş yavaş koşulların daha çok eşitlenmesi, bu nüvelerin daha çok ortaya çıkması, burada bir devlet regülasyonu, yeni vergilendirme şekli, daha çok dağılım, insanların illa pazarda değil de mesela devletin veya komünitenin, mahallenin ortaya çıkardığı birtakım iş sahalarında çalışmaları ve bu iş sahalarının geçerli ve değerli olduğunun kabülü. Tamam, dünya devleti diyoruz ama bu olayı biraz daha böyle gevşek yorumlamayalım. Acaba dünya bu tür bir dönüşümün başında mı? Çünkü aksi takdirde bu olaylardan çıkmak kolay değil.

ÖM: Peki, ben de biraz düşüneyim, çok teşekkürler.

ÇK: Oldu, hoşçakal.
Yüklə 29,08 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin