Bahar Dervişcemaloğlu



Yüklə 92,61 Kb.
tarix27.01.2018
ölçüsü92,61 Kb.
#40780

Çeviren: Bahar Dervişcemaloğlu

PRAGMATİK ve SÖZ EDİMLERİ (SPEECH ACTS)1
Pragmatik (Edimbilim) Nedir?
Biz insanlar, en yakın akrabalarımız olan hayvanlarla kıyaslandığımızda oldukça farklıyızdır. Biz, onların aksine, istediğimiz şeyi istediğimiz zaman söyleyebiliriz. Normal olan her insan, birçok yeni kelime ve cümle üretip, bunları anlayabilir. Hatta insanlar dile ait çeşitli seçenekleri çoğunlukla düşünmeden kullanırlar. Ancak bazen fark etmeden dilin tuzağına düşerler. Bu açıdan tıpkı kendi ördüğü ağı kullanan ama yine bu yapışkan ağın içinde sıkışıp kalan örümceklere benzerler.

Jean Aitchison


Pragmatik, bizim toplumsal etkileşim esnasında dille ilgili tercihimizi belirleyen faktörleri ve tercihimizin başkaları üzerindeki tesirlerini inceler.

David Crystal


Pragmatik; kelimeler (lexis), gramer ve fonoloji arasındaki anlamlarla ilgili her şeydir. Anlamlar ima edilir; takip edilen kurallar da açığa vurulmamış ve yazısız kurallardır.

George Keith


Pragmatik, semantik açıdan değerlendirildiğinde bitmemiş ya da gerçekte söylemek istediğinden farklı bir anlam taşıyor gibi görünse de, bu metinlerden ne gibi anlamlar çıkarılabileceğini araştıran bir yöntemdir. Çocuk kıyafetleri satan bir mağazanın vitrinindeki “Çocuk satışında büyük indirim” (Baby sale-lots of bargains) yazısını bir düşünün. Şüphesiz bizler biliyoruz ki satılan şey çocuklar değil onların kullandığı malzemelerdir. Pragmatik, “kelimelerin ötesindeki anlamın” herhangi bir belirsizlik (ambiguity) olmadan nasıl anlaşılabileceğini araştırmamıza imkan tanır.

Pragmatik, sizin alanınız için de önemli bir araştırma sahasıdır. Pragmatik üzerine düşünmenin basit bir yolu da dilin dikkat çekici bir biçimde kullanılması gerektiğini bilmektir. Zira bir konuşucu ya da yazar, dinleyici ya da okuyucuyu fazla uzun ve sıkıcı bir dil kullanarak bıktırmak istemez. Böylece insanlar belki de bir metni daha kısa, daha ilgi çekici, daha uygun, daha amaçlı ve daha şahsî hale getirmek için dilsel (linguistic) anlamlar bulmaya gayret ederler. İşte pragmatik buna imkan tanır.

Steve Campsall


Pragmatik, dilin bağlam (contex) içerisindeki kullanımını açıklayan sistematik bir yöntemdir. Pragmatik, tıpkı semantiğin yaptığı gibi, kelimelerin ya da yapıların görünüşteki anlamlarında fark edilemeyen yönleri açıklamaya çalışır. Dil araştırmasıyla ilgili bir saha olarak pragmatik, oldukça yenidir. Pragmatiğin kaynağı, dil felsefesi ve Amerikan felsefî pragmatizm okuludur. Dil bilimi içerisinde bir disiplin olarak pragmatiğin temelleri Herbert Paul Grice’ın konuşmaya dayalı ima (conversational implicature) ve işbirliği ilkesi (cooperative principle) üzerine; Stephen Levinson, Penelope Brown ve Geoff Leech’in de görgü kuralları (politeness) üzerine yaptığı çalışmalardan kaynaklanır.

Pragmatiğin nasıl işlediğini, futbol maçından (ve diğer saha sporlarından) bir örnek vererek açıklayalım. Bazen takım arkadaşlarımdan biri bana “Man on!” (Kendini kolla!) diye bağırabilir. Semantik analiz, sadece bu tümceyle (phrase) oldukça ileriye gidebilir.




  • Mesela, “man” (insanoğlu ya da insan ırkı, bir kimse, erkek) isminin ve “on” (üzerinde, yukarıda) ilgecinin farklı sözlüksel (lexical) anlamlarını ortaya çıkarabilir.

  • Ayrıca yapısal anlamı da açıklayabilir ve bu tümcenin daha kapsamlı bir şekilde kullanıldığı örnekleri de verebilir: First man on the moon (Aydaki ilk insan), a man on the run ( telaşlı bir insan), the man on top of the Clapham omnibus ( Clapham otobüsünün tepesindeki adam).

Ancak bunların hiçbiri futbol maçının kontekstiyle ilgili anlamı açıklamaz. Bu, oldukça karmaşıktır ancak en azından şu unsurları içerdiğini söyleyebiliriz:




  • Takım arkadaşım, başka bir futbolcunun hareketini görmüştür ve benim ya bunu fark etmediğimi ya da buna gerekli karşılığı veremediğimi düşünmektedir.

  • Takım arkadaşım, herhangi bir şekilde durdurulabileceğimi ya da engellenebileceğimi fark etmemi istemektedir.

  • Takım arkadaşım buna uygun şekilde -mesela topu saklayarak, beklenmeyen bir oyuncuya atarak veya başka bir takım arkadaşıma verip uzaklaştırarak- karşılık vermemi istemektedir..

  • Takım arkadaşım şu anda benimle çok ilgilidir ancak bu ilginin gerçek sebebi, onun takımında oynayan bir oyuncu olarak , topu korumamı ya da elimde tutmamı sağlamaktır çünkü bu sayede bizim takım daha avantajlı hale gelecektir.

  • Takım arkadaşım, rakibimin de bu uyarıyı duyacağını bilmektedir ancak onun bunu duymasının, takımımıza, benim yaklaşan oyuncuyu fark etmememden daha az zarar vereceğini düşünmektedir.

  • Takım arkadaşım, uyarılmadığım takdirde, ona (ve takımdaki diğer oyunculara) kızabileceğimi tahmin etmektedir.

Şayet bu (ya da bunun bir kısmı) doğruysa, takım arkadaşımın mevcut zaman içerisinde (yani rakip beni durdurmadan önce) bu bilgiyi bana yukarıdaki gibi açık (explicit) bir şekilde iletemeyeceği bellidir. Ancak bu, benim futboldaki dil değiştirme (interchange) yöntemlerini bilip bilmememe de bağlıdır. “Man on!” yerleşmiş bir uyarı şeklidir. Bildiğim kadarıyla bir serbest vuruş ya da korner atışı esnasında alışılmış işaretler kullansalar bile, profesyonel oyuncuların kendilerine has örtülü ifadeleri vardır.


Her ne kadar takım arkadaşım beni bilgilendirse de, oyunun konteksti içerisinde asıl yapmak istediği şey, beni doğru hareketi yapmaya yöneltmektir. Eğer benim uyarıya tepkim bir şartlı refleks haline dönüşürse (uyarıyı duyuyorum ve derhal topu saklıyorum ya da başka birine pas veriyorum), takımımla yardımlaşma konusunda ilerleme kaydetmiş olacağım. Ayrıca şunu da unutmamalıyız: Ben bunun sadece erkeklerin oynadığı bir oyunda gerçekleştiğini farz ettim ama “man on” tümcesi kadınların oynadığı ya da karma oynanan sporlarda da kullanılmaktır. Mesela ben hokey maçlarında kadın oyuncular için bunun sıkça kullanıldığını duyuyorum. Zira “woman on” tümcesi etkisiz (fazla heceli ve baştaki “w” sesinin telaffuzu zor) olabilir ve belki de iyi bir değerlendirme yapamayan oyuncunun, yaklaşan tehlike karşısında daha az endişelenmesine yol açabilir.
Bizler bir şeyler yaptırmak için her zaman dili kullanırız. Birilerinden bize tuzu uzatmasını ya da bizimle evlenmesini isteriz. (Ama bunları genellikle aynı anda istemeyiz) Bir pizza sipariş ederiz ya da dişçiden randevu alırız. Söz edimleri (speech acts), bir bira istemeyi, birayı içeceğine dair söz vermeyi, birisini daha fazla bira içmesi için tehdit etmeyi, başka birine bira ısmarlamayı vb. şeyleri içerir. Özel yetkilere sahip bazı insanlar, kelimelerle istisnaî (extraordinary) şeyler yapabilirler: Bir bebeği vaftiz etmek, savaş ilan etmek, Arsenal FC lehine penaltı kararı vermek ya da bir suçluyu mahkum etmek gibi.
Dilbilimciler bütün bunları “söz edimleri” (speech acts) diye adlandırmış ve bunların nasıl işlediğini açıklamak için de “söz edimi teorisi” denilen bir teori geliştirmişlerdir. Bunlardan bazıları sağduyudan (common sense) ve -başarı koşullarında (felicity conditions) görüldüğü gibi- herkesçe aşikar olanın ifade edilmesinden kaynaklanır. Bu da bize sadece kelimeleri söylemenin, söz konusu edimin (act) başarıyla tamamlanacağı anlamına gelmediğini gösterir. Hakimler (aynı zamanda hakem de değillerse) Arsenal lehine penaltı kararı veremezler ve futbol hakemleri (aynı zamanda devlet başkanı da değillerse) savaş ilan edemezler.
Söz edimi teorisi pragmatiğin tümünü teşkil etmemekle birlikte hâlâ onun en temel kısımlarından biridir. Günümüzde, pragmatikle ilgili tartışmalar çoğunlukla onun semantikle olan bağlantılarına odaklanır. Madem ki semantik dildeki anlamı araştırıyor, neden anlama yeni bir bakış açısıyla yaklaşan yeni bir araştırma sahası daha ekleyelim?
Bu, temel bir karışıklıktır. Şüphesiz, dilbilimciler pragmatiği de kapsayan bir semantik modeli geliştirebilirlerdi. Ya da her biri için, ikisi arasındaki sınırları, bazı inceleme ve açıklamalarla ortaya koyan ve bunların birbirinden ayrıldıkları noktaları da belirten bir model geliştirebilirlerdi. Bununla birlikte semantiğin üzerinde fazla durmadığı anlamları açıkladığı için pragmatiğin ayrı bir araştırma sahası olarak gerekli olduğu konusunda bir uzlaşma vardır.
Pragmatik Neleri İçerir?
Pragmatiğin kategorileri konusunda yayınlanan listelerde kesin bir uzlaşma yoktur. Ancak bu konuda bilmeniz gerekenler arasında şunlar vardır:


  • Söz edimi teorisi (Speech act theory)

  • Başarı koşulları (Felicity conditions)

  • Konuşmaya dayalı ima (Conversational implicature)

  • İşbirliği ilkesi (The cooperative principle)

  • Konuşmaya dayalı kurallar (Conversational maxims)

  • Bağıntı (Relevance)

  • Görgü kuralları (Politeness)

  • “Phatic” işaretler (Phatic tokens)

  • Gösterim (Deixis)

Bunlar, bunlarla ilişkili konular ve alt-kategorilerin hepsi aşağıda -kısmen de olsa- açıklanacaktır.


Pragmatiğe Yöneltilen Eleştiriler
Pragmatiği hedef alan eleştirilerden bazıları şunlardır:


  • Pragmatiğin kesin bir odak noktası yoktur.

  • Pragmatiğin ilkeleri muğlak ve müphemdir.

  • Pragmatik lüzumsuzdur; semantik bu alanı zaten kapsamaktadır.

Pragmatiği savunmak için şunları söyleyebiliriz:




  • Söz edimleriyle ilgili araştırmalar, toplumsal dildeki etkileşimleri aydınlatmıştır.

  • Pragmatik, semantiğin (şimdiye kadar) üzerinde fazla durmadığı şeyleri ele alır.

  • Pragmatik, dil öğretme stratejilerine dair bilgi vermede yardımcı olabilir.

  • Pragmatik, edebiyatı anlama konusunda yeni bakış açıları sağlamıştır.

  • İşbirliği ilkesi ve görgü kurallarına dair teoriler, kişilerarası (person-to-person) etkileşimde yeni bakış açıları sağlamıştır.


Söz Edimleri (Speech Acts)
Bir filozof olan J.L. Austin (1911-1960) birçok sözcenin (insanların söylediği şeylerin) davranışlarla eşdeğer olduğunu öne sürer. Herhangi bir insan “Bu gemiye isim veriyorum” ya da “Şimdi sizi karı-koca ilan ediyorum” dediği zaman, bu sözcelerle yeni bir toplumsal ve psikolojik gerçeklik (reality) yaratır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz:


  • Başçavuş: Bölük, sola dön!

  • Hakem: (Orta sahayı işaret ederek) Gol!

  • Damat: Bu yüzük vasıtasıyla, seninle evleniyorum.

Söz edimleri teorisi, bu sözceleri üç kısma ayırarak etraflıca inceler:




  • Düzsöz edimleri (locutionary acts), sadece söylenmiş olan söz edimleridir.

  • Edimsöz edimleri (illocutionary acts), sözceyle birlikte gerçekleştirilen davranışlardır, mesela bahse girmek, evlenme sözü vermek, hoş geldin demek, uyarmak gibi edimleri söylemek aynı zamanda yapmak demektir.

  • Etkisöz edimleri (perlocutionary acts), sözcenin (bahsi veya evliliği kabul eden, hoşça karşılanan veya uyarılan) dinleyici üzerindeki etkileridir.

Bazı dilbilimciler edimsöz edimlerini (illocutionary acts) kategorilere ya da çeşitlere ayırmaya çalışmıştır. David Crystal’ın J.R. Searle’den alıntıladığı beş kategori şunlardır:




  • Temsil ediciler (Representatives): Burada konuşucu onaylamak, inanmak, sonuçlandırmak, reddetmek, bir şeye dayanmak (report) gibi filleri kullanarak, bir önermenin doğru olduğunu iddia eder.

  • Yönlendiriciler (Directives): Burada konuşucu dinleyiciye bir şey yaptırmak ister ve rica etmek, yalvarmak, mücadele etmek, emretmek, cesaret etmek, davet etmek, ısrar etmek, dilemek gibi fiilleri kullanır.

  • Yükleyiciler (Commissives): Burada konuşucu kendini daha çok gelecekte gerçekleşebilecek bir faaliyete hasreder ve güvence vermek, yemin etmek, söz vermek, vaat etmek, adamak, üstlenmek, kefil olmak gibi fiilleri kullanır.

  • İfade ediciler ( Expressives): Konuşucu, ilişkilere ait bir durumla ilgili tutumunu ifade eder ve özür dilemek, takdir etmek, tebrik etmek, teessüf etmek, nefret etmek, pişman olmak, teşekkür etmek ve hoşgeldin demek gibi fiilleri kullanır.

  • Beyanlar (Declarations): (Bu kategori için beyan ediciler (declaratives) de diyebilirdik ancak bu terim, bildirim (statement) ifade eden bir cümle çeşidi olarak zaten kullanılmıştır.) Konuşucu, sadece sözceyi söyleyerek bir nesnenin görünüşteki durumunu değiştirir: Sizi karı-koca ilan ediyorum, sizi idama mahkum ediyorum, bu gemiye … ismi veriyorum gibi.


Edimseller (Performatives)
Edimseller, toplumsal bir edimin (act), uygun kişi tarafından, uygun bir durumda, uygun kelimelerden oluşan sözcelerle fiilen gerçekleştirildiği özel bir tür söz edimidir. Bazı durumlarda söz (speech), resmî ya da dinî bir eylem eşliğinde gerçekleştirilir. Konuşucu gerekli toplumsal ya da yasal (ya da başka bir tür) yetkiye sahip olsa da, edimin başarıyla gerçekleştirilmesi, sadece kelimeleri söylemenin ötesinde bazı şeylere bağlıdır; bunlar başarı koşulları (felicity conditions)dır.
Aşağıda edimsellerin yürürlükte olduğu farklı sahalardaki insan faaliyetleriyle ilgili bazı örnekler verilmiştir. Bunlar esnek kategorilerdir ve birçok edimsel birden fazla kategoriye dahil edilebilir:


  • Üniversiteler ve okullar: Öğrencileri onurlandırmak, okuldan uzaklaştırmak veya atmak.

  • Kiliseler: Vaftiz etmek, teyit etmek ve evlendirmek, şeytanları kovmak için dua etmek, lanet etmek, aforoz etmek.

  • Yönetim ve vatandaşlık : Hükümdarın taç giymesi, meclisin feshedilmesi, yasaların onaylanması, asalet ünvanı ya da madalya verilmesi.

  • Hukuk: Çeşitli hükümleri kanunlaştırmak ve uygulamak, mahkumiyet kararı vermek, yemin ettirmek ve evlenme sözü verdirmek.

  • Silahlı kuvvetler: Askerliğe kaydetmek, saldırı ya da geri çekilme emri vermek.

  • Spor: Oyuncuları uyarmak ya da dışarı atmak, oyundan çıkış izni istemek.

  • İş ve ticaret: İşe almak veya işten çıkarmak, sözlü bir anlaşma yapmak, bir gemiye isim vermek.

  • Kumar oyunları: Bahse girmek, poker oyununda para artırmak.


Başarı Koşulları (Felicity Conditions)
Bir söz ediminin başarıya ulaşması için bazı koşullar gereklidir. Bu koşullar isimlerini Latince “felix” ya da “happy” kökünden alırlar. Bunlar bir edimselin (performative) başarıya ulaşması için gerekli olan koşullardır. Sadece belirli insanlar savaş ilan etme, vaftiz etme ve suçluları mahkum etme yetkisine sahiptir. Bazı durumlarda konuşucu (özür dilerken ve yemin ederken olduğu gibi) samimî olmalıdır. Bununla birlikte haricî koşullar da uygun olmalıdır: “Beni aracınıza alır mısınız?” (Can you give me a lift?) cümlesi dinleyicinin motorlu bir taşıta sahip olduğunu, onu kullanarak bir yerlere gidebildiğini ve böylece konuşucunun da böyle bir ricada bulunmasının bir sebebi olduğunu akla getirir. Farklı bir yorum söz konusu olduğunda, bu sözce bir şaka ya da iğneleme anlamına gelebilir. Başarı koşullarını kabaca üçe ayırabiliriz: Hazırlayıcı koşullar (prepatory conditions), icra (uygulama) koşulları ( conditions for execution) ve içtenlik koşulları (sincerity conditions).
Hazırlayıcı Koşullar (Prepatory Conditions)
Hazırlayıcı koşullar, söz edimini gerçekleştirmek için konuşucunun sahip olması gereken toplumsal durumu ya da otoriteyi, diğer şahısların durumunu ve benzeri şeyleri içerir.
Buna göre, bir adayı kiliseye kabul ederken, konuşucu bir piskopos olmalıdır; ayrıca muhtelif din yetkilileri ve kayıt memurları (İngiltere’de) evlilikleri resmen icra edebilirken, sadece bir rahip insanları vaftiz edebilir. Evlilik durumunda başka koşullar da gerekir, mesela çiftlerden hiçbirinin evli olmaması, kendi söz edimlerini yapmaları vb. şeyler gerekir. Bizler bazen bir film ya da oyunda evlilik sahnesinde rol alan insanların durumu hakkında tahmin yürütürüz: Acaba onlar gerçekten evli mi? Shakespeare’in böyle bir endişesi yoktur çünkü nikah törenine ait sözler sahnede söylenmez ve Juliet’in rolü bir erkek tarafından oynanır. ( Bununla birlikte bu durum, düğün sahnesinin seyirciler tarafından günahmış gibi algılanmasına sebep olabilir.)
İngiltere’de sadece kral ya da kraliçe meclisi feshedebilir. Yetki sahibi bir hakem, şayet maç yönetiyorsa, bir oyuncuyu uyarabilir; Yardımcı hakem (ki birinci ligde o da yetki sahibidir) bunu yapamaz.
Söz konusu sözcenin konumu (situation) önemlidir. Eğer ABD başkanı gayriresmi bir görüşme esnasında başka bir ülkeye şakadan savaş ilan ederse, ABD gerçekten savaşa girmiş olmaz. Zira bu durum 11 Ağustos 1984’te gerçekleşmiş ve Ronald Reagan, yayında olunmadığı bir sırada böyle bir beyanatta bulunmuş ve bu konuşma gelecek kuşaklar için kaydedilmiştir.
İcra (Uygulama) Koşulları (Conditions for Execution)
İcra koşullarının fazlasıyla büyük bir öneme sahip olduğu düşünülebilir. Bizler söz ediminin bir ayin ya da tören eşliğinde gerçekleştirilmesine o kadar alışmışız ki, bir faaliyet (action) olmadığı zaman, edimin (act) geçersiz olduğunu düşünürüz ama az da olsa buna verilebilecek örnekler vardır.
Bir futbol karşılaşmasında hakemliği düşünün. Hakem bir oyuncuyu uyardığı zaman, onun adını, numarasını ve oynadığı takımı not eder. Bununla birlikte hakem sarı kart da gösterebilir ama bu, uyarmak için ille de şart değildir.
İngiliz kralları bir kişiye şövalyelik payesi verirken, geleneksel olarak kılıç namlusunun düz yüzeyiyle onun her iki omzuna da dokunurlar. Ancak bu da, söz ediminin gerçekleştirilmesi (icra edilmesi) için mutlaka gerekli değildir.
Oxford Üniversitesi’nde, final sınavlarına giren genç bir adam hakkında bir hikaye anlatılır. Bu genç adam -tıpkı ortaçağ kanunlarında içki temin etmek için yapılması gerektiği gibi- üzerinde kılıç olduğunu belirterek gözetmenlerden bira ister. Gözetmen, genç adamın söylediklerine inanır ve birayı getirir fakat kanunları da gözden geçirir. Sonuçta genç adam para cezasına çarptırılır; söz konusu kanunun gerektirdiği gibi üzerinde kılıç bulundurmamıştır. Bu hikaye neredeyse bir mit haline dönüşmüştür ve icra koşullarını zekice izah eder.
İçtenlik Koşulları (Sincerity Conditions)
İçtenlik koşulları, basitçe, konuşucunun söylediği şeyi yapmaya gerçekten niyetli olması gerektiğini ifade eder. Söz verme ya da özür dileme durumunda diğerleri için konuşucunun ne kadar içten (samimi) olup olmadığını bilmek imkansız olabilir. Bununla birlikte içtenlik, özrün bir daha tekrarlanmayacağına ya da verilen sözün tutulacağına dair garanti vermez. “Evlenme sözü vermek, and içmek” gibi bazı söz edimlerinde bu içtenlik, şahitlerin varlığıyla belirli hale gelir. Sözü veren kişi daha sonra “Ben böyle demek istememiştim” diye bir şey öne süremez.
Daha kompleks bir örnek verelim: Öğretmen bir soru sorduğunda, sınıftaki öğrenciler öğretmenin cevabı bildiğini ve dolayısıyla soruyu sorarken içten olmadığını düşünürler. Bu durumda, çocuklar açısından “X nedir?” yerine “Bana X’in ne olduğunu söyler misiniz lütfen?” diye sormak daha uygun olabilir.

Bizler, kendi kendimize söz verirken ya da başkalarından, gerçekleşmesinin imkansız olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapmalarını isterken, içtenlik koşullarına dair kavrayışımızı mizahi bir şekilde de kullanabiliriz: “Yarın havanın güneşli olmasını sağlayabilir misin lütfen?”


Konuşmaya Dayalı İma (Conversational Implicature)
İngiliz dil felsefecisi H.P.Grice, 1967 yılında Harvard Üniversitesi’nde verdiği derslerde konuşmaya dayalı ima (conversational implicature) diye adlandırdığı bir yaklaşımın ana hatlarını belirlemiştir. Bu yaklaşım, konuşucular söylediklerinden daha fazla şeyi ima ederken, dinleyicilerin asıl mesajı bulmayı nasıl başardıklarıyla ilgilidir. Grice’ın konuşmaya dayalı imayla ne demek istediğini şu sözceyi örnek göstererek açıklayabiliriz:
“Üzerinde nakit para var mı?”
Burada aslında konuşucu, dinleyicinin şunu anlamasını istemektedir:
“Bana biraz borç para verir misin? Üzerimde yeterli para yok.”
Konuşmaya dayalı ima, cümlenin görünüşteki anlamında belli olmayan bir mesajdır. Konuşucu onu ima eder. Dinleyici, sözcedeki mesajı, konuşmaya dayalı başarılı bir etkileşimi yöneten kurallara başvurmak suretiyle çıkarabilir. Grice’a göre birinci cümleden, ikinci cümledeki gibi imalar çıkarabilmek için üç şeyi anlamak gerekir:


  • Söylenenin alışılmış (herkesçe bilinen) lengüistik anlamı.

  • Kontekste dair bilgi.

  • Konuşucunun, Grice’ın “işbirliği ilkesi” diye adlandırdığı ilkelere riayet ettiğini farz etmek.


Konuşmaya Dayalı Kurallar (Maxims) ve İşbirliği İlkesi (Cooperative Principle)
Bir konuşmanın başarılı olması, muhtelif konuşucuların etkileşime nasıl yaklaştıklarına bağlıdır. İnsanların, konuşmaları işler hale getirme yolu bazen “işbirliği ilkesi” olarak adlandırılır. Bizler işbirliği ilkesini, kısmen, bu kurala istisna teşkil eden ve bir konuşmayı işler hale getirme yeteneğinden yoksun insanları dikkate alarak kavrayabiliriz. Ayrıca bizler de bazen, pek hoşnut olmadığımız bir satıcı bizi telefonla aradığı zaman ya da korkunç bir suçtan gözaltına alınıp polis memuru tarafından sorgulandığımız zaman bu ilkeyi kasıtlı olarak ihlal edebilir ya da dikkate almayabiliriz.
Paul Grice’a göre gündelik konuşmalarda, konuşucular ve dinleyiciler işbirliği ilkesini paylaşır. Konuşucular, sözcelerini dinleyiciler tarafından anlaşılacak şekilde oluşturur. Bu ilke, dört alt kural ya da “maxim”le açıklanabilir. (David Crystal bunları konuşmaya dayalı kurallar (conversational maxims) diye adlandırır. Bunlar ayrıca Grice kuralları diye de bilinir.)

Bunlar nitelik, nicelik, bağıntı ve kiplik kurallarıdır.




  • Nitelik (Quality): Konuşucular dürüst olmalıdır; yanlış olduğunu düşündükleri şeyleri ya da ellerinde kanıt olmayan şeyleri söylememelidirler.

  • Nicelik (Quantity): Yapılacak katkı, konuşmanın uygun bir biçimde ilerlemesi için gereken ölçüde bilgilendirici olmalıdır. Ne çok uzun ne de çok kısa olmalıdır.

  • Bağıntı (Relevance): Konuşucuların katkısı, söz alış-verişinin amacına uygun olmalıdır.

  • Kiplik (Manner): Konuşucuların katkısı açık, derli toplu, kısa bir şekilde gerçekleşmeli; bulanık ve belirsiz olmamalıdır.

Grice tabiî ki bu kuralların kullanılmasını buyurmaz. Ayrıca (sanıyorum), bu kuralları konuşmaları oluşturmak için yapay (artificial) bir şekilde kullandığımızı da öne sürmez. Ancak bunlar konuşmayı analiz etmek ve yorumlamak için faydalıdır ve (ister konuşucu ister dinleyici olarak) daha önce fark etmediğimiz bazı maksatları açığa çıkarabilir. Bizler çoğunlukla bu kuralları ihlal eder ya da dikkate almaz gibi görünerek, aslına uygun olmayan (non-literal) belirli anlamlar ifade ederiz. Eğer bir kişinin “iyi bir gözü var” şeklinde tasvir edildiğini işitseydiniz, o kişinin diğer gözünün -bu konuda hiçbir şey söylenmediği halde- kusurlu olduğunu düşünebilirdiniz.


Bağıntı (Relevance)
Bazı dilbilimciler (bağıntıyı “supermaxim” diye niteleyen Howard Jackson ve Peter Stockwell gibi) bağıntıya, Grice’ın verdiğinden daha fazla önem veririler. (Grice, nitelik ve kipliği supermaxim olarak nitelendirir.) İşbirliği ilkesinin birçok konuşmada geçerli olduğunu düşünürsek, dinleyicilerin anlamsız ya da alakasız gibi görünen sözcelerde (utterance) nasıl anlam bulmaya çalıştıklarını görebiliriz. Bizler, bütün bunların bir anlamı olduğunu düşünürüz. Jackson ve Stockwell, bir dükkan sahibiyle 16 yaşındaki müşteri arasında geçen bir konuşmayı aktarırlar:
Müşteri: Şunlardan istiyorum lütfen.

Dükkan sahibi: 18 yaşında mısın?

Müşteri: Oh, ben Middlesbroughluyum.

Dükkan sahibi: (Bir süre durakladıktan sonra) Tamam (Birayı müşteriye verir).


(Jackson H. ve Stockwell P. (1996), An Introduction to the Nature and Functions of Language, s.142)
Jackson ve Stockwell, müşterinin verdiği garip cevabın hiçbir açıklamasının olmadığını öne sürer. Bunu şöyle de değerlendirebiliriz: Açıklamanın ne olduğu konusunda emin olmayabiliriz fakat bazı makul cevaplar bulabiliriz. Muhtemel açıklamalar şunları içerebilir:


  • Genç adam, Middlesbroughlu olmasının, dükkan sahibinin onun yaşı hakkındaki şüphelerini gidereceğini düşünmüştür.

  • Genç adam, alışılmadık konuşma tarzından dolayı dükkan sahibinin böyle bir soru sorma ihtiyacı duyduğunu düşünmüş ve bu durumu açıklamak istemiştir.

  • Genç adam gerçekten telaşlanmış ve yaşının küçük görünmesine dair daha iyi bir sebep bulmak için düşünürken aklına gelen ilk şeyi söylemiştir.

  • Genç adam, dükkan sahibinin Middlesbroughlu birine daha müsamahalı davranacağını düşünmüştür.

Jackson ve Stockwell ayrıca şunu da öne sürer: Dükkan sahibi, genç adamın cevabından bazı çıkarımlar yaptıktan sonra birayı vermiştir. Tabiî şöyle bir şey de olabilir: Dükkan sahibi müşteriye kaç yaşında olduğunu sormuş fakat müşteri soruyu yanlış anlamış görününce, dükkan sahibi soruyu yeniden sormak ya da açıklamak istememiştir; belki de bu ona zor gelmiştir.


Sözceleri analiz ederken ve “bağıntı”yı (relevance) incelerken bir önerme (proposition) hiyerarşisi kullanabiliriz. Bunlar dört şekilde olabilir:Önesürüm (assertion), önvarsayım (presupposition), gerektirme (entailment) ve çıkarım (inference)


  • Önesürüm (assertion): Öne sürülen şey (her ne kadar birçok sözce herhangi bir şey öne sürmese de) sözcenin açık ve birincil anlamıdır.

  • Önvarsayım (presupposition): Sözcede olduğu gibi kabul edilen şeydir. “Louvre’da Mona Lisa’yı gördüm.” sözcesi Mona Lisa’nın Louvre’da olduğunu önvarsayar.

  • Gerektirmeler (entailments): Bir sözcenin mantıksal ya da zorunlu sonuçlarıdır. Buna göre “Louvre’da Mona Lisa’yı gördüm.” örneği şunları gerektirir:




  • Louvre’da bir şeyler gördüm.

  • Bir yerlerde bir şey gördüm.

  • Bir şey görüldü.

  • Louvre vardır.

  • Mona Lisa vardır vb.




  • Çıkarımlar (inferences): Başka insanların sözceden genellikle dolaylı olarak çıkardığı yorumlardır. Yukarıdaki örnekten, mantıkî olarak Mona Lisa’nın halka açık bir şekilde sergilendiği çıkarılabilir. Ayrıca daha az mantıkî olarak, konuşucunun son zamanlarda Fransa’da bulunduğu sonucu çıkarılabilir. (Eğer bu, yıllar önce gerçekleşmiş olsaydı konuşucu bunu belirtirdi.)


Görgü Kuralları (The Politeness Principle)
Görgü kuralları, “maxim”lerden oluşan bir dizidir. Geoff Leech bunları, görgü kurallarının konuşma alış-verişinde nasıl işlediğini açıklayan bir yol olarak öne sürmüştür. Leech, görgü kurallarını, karşılıklı anlayışı sağlayan ve sürdüren davranış şekilleri olarak tanımlar. Bu da etkileşime, izafî uyumdan oluşan bir atmosferde katılanların kabiliyetiyle ilgilidir. Leech, “maxim”lerini belirtirken, edimsöz edimlerinin (illocutionary acts) iki çeşidi için kendi bulduğu terimleri kullanır; temsil ediciler (representatives) için iddia ediciler (assertives), yönlendiriciler (directives) için de talep ediciler (impositives) terimlerini kullanır.


  • Her kurala (maxim), daha az öneme sahip bir alt-kural (köşeli parantez içinde) eşlik eder. Bunlar negatif görgü kurallarının (uyumsuzluktan sakınmanın), pozitif görgü kurallarından (uyum için çabalamaktan) daha önemli olduğu fikrini destekler.

  • Kuralların hepsi eşit derecede öneme sahip değildir. Mesela, takdir etmenin, tevazu göstermekten daha önemli olduğu durumda; nezaket, cömert davranmaktan ziyade etkili bir şekilde ne istediğimizi belirler.

  • Konuşucuların, aynı anda birden çok görgü kuralına bağlı kalabileceğini de belirtmek gerekir. Çoğunlukla birinci kural sözcede belirgin şekilde yer alır, ikinci kural ise ima yoluyla karşımıza çıkar.

  • Şayet karşı tarafa nakledilmemişse, nezaket davranışının mevcut olmadığını düşünebiliriz.


Leech’in “Maxim”leri


  • Nezaket kuralı (yönlendiriciler [talep ediciler] ve yükleyiciler (commisives)de): Bedeli, diğeri için azaltmak [kârı (çıkarı) diğeri için artırmak]

  • Cömertlik kuralı (yönlendiriciler ve yükleyicilerde): Kârı kendisi için azaltmak [bedeli kendisi için artırmak]

  • Takdir etme kuralı (ifade ediciler ve temsil ediciler [iddia ediciler]de): Diğerini beğenmemeyi azaltmak [diğerini övmeyi artırmak]

  • Tevazu kuralı (ifade ediciler ve temsil ediciler): Kendini övmeyi azaltmak [kendini beğenmemeyi artırmak]

  • Muvafakat (agreement) kuralı (temsil edicilerde): Kendisi ve diğeri arasındaki uyuşmazlığı azaltmak [kendisi ve diğeri arasındaki uyuşmayı artırmak]

  • Sempati kuralı (temsil edicilerde): Kendisi ve diğeri arasındaki antipatiyi azaltmak [kendisi ve diğeri arasındaki sempatiyi artırmak]


Yüz İfadesi ve Görgü Stratejileri
“Yüz”, konuşucunun lengüistik anlayışına ve toplumsal kimliğine gönderme yapar. Herhangi bir söz edimi bu anlayışın zaaflarından istifade edebilir ve bunun için korkutucu bir yüz ifadesi kullanılabilir. Konuşucular da bu korkutuculuğu azaltmak için bazı stratejiler geliştirirler. Pozitif görgü kuralları, karşıdakine iltifat etmek ve nazik davranmak anlamına gelir. (Fakat konuşucu bu durumu abartırsa, karşı taraf rahatsız olabilir.) Negatif görgü kuralları ise talebi hafifletmek için çeşitli şekillerde karşımıza çıkar:


  • Çekingenlikle: Ih, şey, pencereyi, ıh, kapatabilir misiniz, acaba?

  • Kötümserlikle: Pencereyi kapatabileceğinizi sanmıyorum ama yapar mısınız?

  • Hürmet göstererek: Affedersiniz beyefendi, pencereyi kapatmanızın bir sakıncası var mı?

  • Özür dileyerek: Rahatsız ettiğim için çok özür dilerim ama pencereyi kapatabilir misiniz?

  • Gayrişahsilikle: İdare, bütün pencerelerin kapalı tutulmasını rica ediyor.

Belki de “görgü” kavramını en mükemmel şekilde ele alanlar Penelope Brown ve Stephen Levinson’dır. (Bu iki araştırmacının yazdığı eser 1978’de yayınlanmış ve daha sonra 1987’de uzun bir önsözle birlikte yeniden basılmıştır.) Onların modelinde, “görgü” (politeness) “face-threatening acts” (FTA)ın yıkıcı etkisini telafi etmek için başvurulan düzeltici bir harekettir.


Brown ve Levinson’ın teorisinde iletişim (communication), potansiyel olarak tehlikeli ve uyuşmaz (antagonistic) görülür. Onların yaklaşımının Geoff Leech’inkinden daha etkili olmasının sebebi, görgüyü, insanı merkez alan daha esaslı fikirlerden hareket ederek açıklamalarıdır. Onların modelinin temel fikri yüz ifadesidir. Bu, “toplumun her üyesinin kendinde olmasını talep ettiği umumi imaj” olarak tanımlanır. Brown ve Levinson’ın yaklaşımının temelinde, yüz ifadesinin birbiriyle ilişkili iki görünüşü vardır:


  • Bunlardan biri olan negatif yüz ifadesi (face), kişinin özel alanıyla ilgili hakları, hareket özgürlüğünü ve talebi reddetme özgürlüğünü içerir. Yani bu ifadeyi takınan kişi, hareketlerinin başkaları tarafından sınırlanmasını veya engellenmesini istemez.

  • Diğeri ise pozitif yüz ifadesidir. Bu, insanların en azından diğerleri tarafından takdir edilmek ve kabul görmek arzusundan kaynaklanan uzlaşmacı pozitif bir imajdır.

İnsanların kendileri ve etkileşimde bulundukları diğer insanlara karşı her iki çeşit yüz ifadesini muhafaza etmeye yönelik makul (rational) hareketleri, görgüyü oluşturur. Brown ve Levinson, ister sözlü ister yazılı olsun, insanlararası iletişimde, insanların sürekli birbirlerinin yüz ifadesini kollamaya eğilimli olduğunu da ileri sürer.


Günlük konuşmalarda, konuşmamızı farklı durumlara göre adapte ederiz. Arkadaşlarımızla birlikteyken çok rahat davranırız ya da yabancılara nezaketsiz gelebilecek şeyler söyleriz. Ayrıca fazla resmî olmaktan da kaçınırız. Her iki durumda da dinleyiciyi utandıracak ya da rahatsız edecek şeylerden sakınmaya çalışırız. FTA, dinleyicilerin gururuna ve saygı görme ihtiyacına engel olan edimlerdir. Görgü stratejileri, esasında FTA’yla meşgul olmak için geliştirilmiştir. Komşumun evinde bir kasa bira gördüğümü farz edin. Susamış bir şekilde, şunu söyleyebilirim.


  • Biraz bira istiyorum.

  • Bir bira alabilir miyim?

  • Umarım çok uzakta değildir, bir bira almam mümkün mü acaba?

  • Hava çok sıcak, insanı susatıyor.

Brown ve Levinson, görgü davranışlarını dört strateji halinde özetler: Dolaysız strateji (The bald on-record), negatif görgü, pozitif görgü, dolaylı strateji (off-record indirect strategy).




  • Dolaysız strateji (The bald on-record strategy), dinleyicinin yüz ifadesindeki korkutuculuğu azaltmak için hiçbir şey yapmaz.

  • Pozitif görgü stratejisi, sizin, dinleyicinizin saygı görmek istediğini dikkate aldığınızı gösterir. Ayrıca aradaki ilişkinin arkadaşca olduğunu da teyit eder.

  • Negatif görgü stratejisi de dinleyicinin yüz ifadesini dikkate alır. Fakat sizin herhangi bir şekilde dinleyiciden bir talepte bulunacağınızı da belli eder. Bazı örnekler vermek gerekirse: “Sizi rahatsız etmek istemiyorum ancak…” ya da “Acaba rica etsem…”

  • Dolaylı stratejiler (Off-record indirect strategies), baskının birazını sizin üzerinizden alır. Siz, bira istemek için dolaysız FTA’dan kaçınmaya çalışırsınız. Bunun yerine dinleyicinin, sizin bira istediğinizi fark eder etmez, bunu kendisinin size ikram etmesini tercih edersiniz.

Bu stratejiler evrensel değildir; başka kültürlerde az ya da çok sıklıkta kullanılırlar. Mesela bazı doğu toplumlarında dolaylı strateji, dinleyicinizi, beğendiğiniz her şeyi toplumsal bir yükümlülük olarak size vermek durumunda bırakır. Bu yüzden konuşucular, ziyaret ettikleri evlerdeki pahalı ve değerli şeylere dair beğenilerini ifade etmemeyi öğrenir.


Brown ve Levinson’ın görgü stratejileriyle ilgili örnekler:
Dolaysız Strateji (Bald on-record)


  • Acil bir durum: İmdat!

  • Sinirli bir hal: Onları bana ver!

  • İstek: Ceketinizi oradan kaldırın.

  • Uyarı: Farlarını aç! (Araba sürerken)


Pozitif Görgü Stratejisi


  • Dinleyiciye ilgi göstererek: Kahvaltı edeli bayağı oldu, acıkmış olmalısınız. Öğle yemeğine ne dersiniz?

  • Uyuşmazlıktan kaçınarak: A: Nasıl bir şey, küçük mü? B: Evet, evet küçük sayılabilir, ıh, aslında ne çok küçük ne de çok büyük.

  • Uyumu farz ederek: Pekala, bizi görmeye ne zaman geleceksin?

  • Temkinli düşünerek: Çok daha fazla çaba göstermelisin.


Negatif Görgü Stratejisi


  • Dolaylı olarak: Bir kalem arıyorum.

  • Af rica ederek: Beni affedin ancak…

  • Talebi hafifleterek: Size sadece bilgisayarınızı kullanıp kullanamayacağımı sormak istiyorum.

  • Sorumlu kişi sayısını artırarak: Uçak biletinizi dün almanız gerektiğini size söylemeyi unutmuşuz.


Dolaylı Strateji


  • İma ederek: Burası biraz soğuk.

  • Müphemlikle: Belki de bazıları daha sorumlu davranmalıydı.

  • İğneleyici ya da şakacı bir şekilde: Evet, o gerçek bir Einstein (roket uzmanı, Stephen Hawking, dahi vb.)!

Phatic” İşaretler (Phatic Tokens)


Bir durumu ifade etmek için düşünceyi kendimize, bir başkasına, genel ya da hakim olan duruma (İngiltere’de bu genellikle hava olur) yöneltmek gibi yollar kullanılabilir.


  • Kendi-merkezli (self-oriented) “phatic” işaretler, konuşucunun kendisiyle alakalıdır: “Ben bunu yapabilecek durumda değilim” ya da “Çok yorgunum” gibi.

  • Öteki-merkezli (other-oriented) işaretler dinleyiciyle ilgilidir: “Burada mı çalışıyorsunuz?” ya da “Ne yaptığınızı biliyor gibi görünüyorsunuz”.

  • Nötr bir işaret, kontekste ya da genel duruma gönderme yapar: “Soğuk, değil mi?” ya da “Ne güzel çiçekler” gibi.

Yüksek mevkide olan biri, düşüncesini öteki-merkezli bir işaretle ifade eder, tıpkı Kraliçenin fabrika işçilerine “Şunlardan birini yapmak oldukça zor olmalı” demesi gibi. Aşağı derecedeki kişi bunu “Evet, zor iş” diye kendi-merkezli bir işaretle yanıtlayabilir. Görünüşte bir bilgi alış-verişi vardır. Ancak aslında statüye bağlı hiyerarşinin telkini ve kabulü söz konusudur. Fabrika işçisinin şöyle bir cevap vermesi pek mümkün olmazdı: “Evet, ancak bu, dünyayı dolaşmak, bayrak törenine katılmak, Noel’de konuşma yapmak ve parlamentoyu feshetmek gibi işlerin yarısı kadar bile zor değildir.”


Gösterim (Deixis)
Not: Bu bölüm oldukça zordur, şimdiden uyarıyoruz. Öncelikle bunu nasıl telaffuz edeceğimize bakalım. Bu terim Yunanca “deiktitos (=”gösterebilmek”)ten gelir. Yunancada “izah etmek” ya da “göstermek” anlamlarına gelen dèiknymi (dyke-nimmy) ile de alakalıdır. Bu terimin standart telaffuzu iki hecelidir (dyke-sis); sıfat olarak ise deictic (dyke-tik) şeklindedir.
Stephen Levinson’a göre:
“Gösterim (deixis), dillerin, sözcenin kontekstiyle ilgili özellikleri… ne gibi yollar vasıtasıyla kodladığıyla ve dolayısıyla sözcelerin yorumunun o sözcenin geçtiği kontekstin analizine hangi yollarla bağlı olduğuyla ilgilenir.”
Gösterim, başlı başına önemli bir dil araştırması alanıdır ve ikinci bir dil öğrenenler için de çok önemlidir. Bununla birlikte pragmatik ve konuşma analiziyle de ilişkilidir. Gösterim, çoğunlukla ve en uygun şekilde “sözel işaret” (verbal pointing) diye tanımlanır; yani bir anlamda dil vasıtasıyla işaret etmek demektir. Bu işaretlemenin lengüistik biçimleri; gösterici ifadeler (deictic expressions), gösterici işaretler (deictic markers) ya da gösterici kelimeler diye adlandırılır; bunlara aynı zamanda “indexicals” da denir.
Gösterici ifadeler şu gibi sözlükbirimlerini (lexemes) içerir:


  • Şahıs ya da iyelik zamirleri: (ben/sen/benimki/seninki)

  • İşaret zamirleri: (bu/o)

  • Yer/zaman zarfları: (burada/orada/şimdi)

  • Şahıs ya da iyelik sıfatları: (benim/senin)

  • İşaret sıfatları: (bu/şu)

  • Tanımlıklar (the)

Gösterim, bir metnin (text) dışındaki dünyaya gönderme yapar. Bir sözceyi içine alan kontekste yapılan gönderme, çoğunlukla birincil (primary) gösterim, dış (exophoric) gösterim ya da sadece “gösterim”e yapılan gönderme olarak değerlendirilir. Birincil gösterim, bir metnin dışındaki bir duruma (durum gösterimi) ya da konuşucu ve dinleyici tarafından paylaşılan hayat bilgilerine (bilgi gösterimi) işaret etmek için kullanılır.


Gösterici ifadelerin kontekste bağlı kullanımı, ikincil (secondary) gösterim, metinsel gösterim ya da iç (endophoric) gösterim olarak bilinir. Bu gibi ifadeler bir metinde, önceki ve sonraki unsurlara gönderme yapar:


  • Anaforik gösterim, metnin öncesine işaretleme yapar ve İngilizce metinlerde sıkça kullanılır. İşaret zamirleri için verilen örnekler buna dahildir: bunun gibi, buna benzer şekilde, bunun aynısı.

  • Kataforik gösterim, metnin sonrasına işaretleme yapar. Şu örnekleri içerir: Aşağıdaki, bazı (Konuşucu bazı itirazlar ortaya attı), bu (Bunu söylememe izin verin), bunlar, çeşitli…

Gösterici ifadeler (Deictic expressions) üç kategoride değerlendirilir:




  • Şahıs gösterimi (siz,biz)

  • Yer (Spatial) gösterimi (burada, orada)

  • Zaman (Temporal) gösterimi (şimdi, sonra)

Gösterim, açıkça konuşucunun kontekstine bağlıdır; bu konuda en temel ayrım konuşucuya yakın (proximal) ve konuşucudan uzak (distal) oluş şeklindedir.




  • Yakın (Proximal) gösterim ifadeleri; bu, burada, şimdi gibi örnekleri içerir.

  • Uzak (Distal) gösterim ifadeleri; şu, orada, sonra gibi örnekleri içerir.

Yakın ifadeler genellikle konuşucunun konumuna ya da gösterici merkezine (deictic centre) bağlı olarak açıklanır. Mesela “şimdi” derken, konuşucunun sözcesinin söylendiği zamana eşdeğer olan belirli bir zaman ya da dönem ifade edilir.




1 Bu yazı, http://www.universalteacher.org.uk/lang/pragmatics.htm sitesinden çevrilmiştir.




Yüklə 92,61 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin