Bekir Coşkun Bay Hırt ne zaman ağzını açacağını bilir



Yüklə 50,68 Kb.
tarix18.12.2017
ölçüsü50,68 Kb.
#35232
növüYazı

Bay Hırt...

Bekir Coşkun


Bay Hırt ne zaman ağzını açacağını bilir...

Fransızlara kızdı...

“Onlara ifade özgürlüğünü öğretme zamanı geldi” dedi mesela...

Bizim hapishanelerimiz “ifade özgürsüzlüğü” yüzünden üniversiteli gençlerle, liseli çocuklarla dolu... 60 tutuklu gazeteci yetmedi, 50’sini daha topladılar... Ağzını açanı sabaha karşı evinden alıp götürüyorlar...

Bay Hırt suspus...

Yazılmamış kitaplar tutuklanıp hücreye kapatılırken sesi çıksaydı da... Dünyanın özgür, güçlü, saygın ülkesine elin eli kalkmasaydı...

*

Bay Hırt biliyor ortaya çıkacağı zamanı...



“Fransız mallarını boykot edelim” diyor televizyonda...

O an dediği gerçekleşse var ya...

Ekrandan uçacak...

Çünkü ekranlardaki görüntü, Fransız (Thales Alenia Space) firmasının uzaya attığı uydu ile sağlanıyor...

Bay Hırt, teknik okullar yerine imam yetiştiren okullara çanak tuttuğu için...

*

Böyle zamanlarda iktidara yalakalık yapma fırsatı...



Diyelim ki “İnsanların konuşmasını engellemek insanlık dışıdır yani” diyor...

Konuşmak?..

Telefonda dünürü ile konuşmaya korkuyor insanlar...

Cep telefonlarını ekmeğin içine koyup, onu da buzdolabının sebzeliğine atıyorlar geveze misafir geldiğinde...

Bir millet sustu...

“Ne alakası var?” diyecek şimdi Bay Hırt...

*

Söyleyeyim:



Gündemde daha şu Ermeni tasarısı yokken, bu köşede “Meclis kürsüsünden Atatürk’ü ve bu ülkeyi kuran arkadaşlarını Dersim’de katliamla suçluyorsunuz... Ya yarın bu söylediklerinizi Ermeni soykırımında önünüze koyarlarsa” demiştik...

İşte:


Dün Le Monde gazetesi manşet haberinde “Başbakan Erdoğan 1937’deki Dersim katliamını tanıdı. 1915 olaylarını konuşmak niye zor geliyor?” diye koydu önünüze...

*

Ve dün Fransa, Ermeni tasarısını onayladı...



Kendi cumhuriyetini ve değerlerini yıkmak isteyen basiretsiz ellerde, Türkiye’nin saygınlığı, tutarlılığı, gücü tükendiği için...

*

Sen sesini çıkarma...



Yaman...

Sus...


Yalakalığa devam et...

Hırt...


Bizi elin itine soytarı ettiniz.

 

 

Tarihimizle yüzsüzleşelim

Yılmaz Özdil


1972...

Fransa’da ilk soykırım anıtı dikildi. Paris Büyükelçimiz Hasan Esat Işık, ilk THY uçağıyla geri çekildi. Sonra bakıldı ki, Fransa jömanfu diyor, Eyfel’den aşşa Kasımpaşa bi nevi... Türkiye çark etti, Bizim Dışişleri Bakanı, Fransa Dışişleri Bakanı’nı aradı, büyükelçi göndermek istiyoruz dedi, Fransa Dışişleri Bakanı “keyfiniz bilir, nasıl isterseniz” dedi. Bizim Dışişleri Bakanı’nın keyfi yerine geldi, anıt meselesini açtı, “vatandaşlarımızı rahatsız ediyor, önüne bi ağaç dikelim de görülmesin, ne dersiniz” dedi. Fransız Dışişleri Bakanı ne cevap verdi biliyor musunuz? “O işe ben bakmıyorum, bizim Orman Bakanı’yla görüşün” dedi!


*
2001...
Fransa, soykırımı tanıdı. Paris Büyükelçimiz Sönmez Köksal, ilk THY uçağıyla geri çekildi, “adiyö” filan denildi, “elveda” yani... Sonra bakıldı ki, adamlar bizi sallamadığı gibi, arkamızdan el bile sallamıyor, anında u dönüşü yapıldı, büyükelçimiz tıpış tıpış geri gönderildi.
*
2006...
Fransa, soykırım yok diyeni hapse tıkan yasayı geçirmeye çalıştı. Paris Büyükelçimiz Osman Korutürk, ilk THY uçağıyla geri çekildi. Yumurta kapıya gelene kadar
kılını kıpırdatmayan Türkiye, baktı ki, yumurta rafa kaldırıldı... Büyükelçimiz rafadan olarak geri gönderildi.
*
2006...
Kanada, soykırımı tanımakla kalmadı, devlet okullarında müfredata koydu. Ottawa Büyükelçimiz Aydemir Erman, ilk THY uçağıyla geri çekildi. Sonra
bakıldı ki, koyduklarını çıkarmıyorlar, bari biz çıkardığımızı koyalım denildi, büyükelçimiz geri gönderildi.
*
2007...
ABD Temsilciler Meclisi, soykırımı tanıdı. Washington Büyükelçimiz Nabi Şensoy, ilk THY uçağıyla geri çekildi.
Ankara’da yakıt ikmali yapıldı.
İlk THY uçağıyla geri gönderildi.
*
(İlk tanıyan ülke, teee Uruguay...
Angusları teee oradan alıyoruz.)
*
(Arjantin, iki-üç değil, yedi defa tanıdı... Bizi “insan kasabı” ilan eden Arjantin’in devlet başkanı, geçenlerde Türkiye’ye geldi, Çankaya’da onur konuğu olarak ağırlandı, Dışişleri Bakanım az önce
imzayı attı, Türkiye’ye 80 milyon dolarlık “sığır” göndereceğiz dedi.)
*
2009...
Kanada’da soykırımı anma gecesi yapıldı, Kanada Hükümeti resmen katıldı. Ottawa Büyükelçimiz Rafet Akgünay, ilk THY uçağıyla geri çekildi. Sonra bakıldı ki, en azından daha bi sene anma gecesi yok, öbür seneye kadar zaten bizim ahali çoktan unutur, büyükelçimiz geri gönderildi.
*
2010...
İsveç, soykırımı tanıdı. Stockholm Büyükelçimiz Zergun Korutürk, ilk THY uçağıyla geri çekildi. Sonra düşünüldü ki... Kardeşim biz daha önce soyadı Korutürk olan öbür büyükelçiyi geri çekip, gerisingeri göndermedik mi? Gönderdik... E madem öyle, bu Korutürk’ü niye göndermeyelim ki? Ha yaşa be denildi... Bu büyükelçi Korutürk de gerisingeri gönderildi.
*
2010...
ABD Temsilciler Meclisi, soykırımı bi daha tanıdı. Washington Büyükelçimiz Namık Tan, ilk THY uçağıyla geri çekildi.
Ankara’da yakıt ikmali yapıldı.
İlk THY uçağıyla geri gönderildi.
*
2011...
Fransa, soykırımı tanımakla kalmadı, soykırım yok diyeni hapse tıkan yasayı kabul etti. Paris Büyükelçimiz Tahsin Burcuoğlu, tahminim ilk THY uçağıyla...

Dikkat!

Mustafa Mutlu –

mmutlu@gazetevatan.com

KCK’nın medya ayağına yönelik operasyonda gözaltına alınan arkadaşımız Çağdaş Ulus, bugün savcı karşısına çıkacak, gerek görülürse mahkemeye sevk edilecek...
Adaletin tecelli edeceğinden asla kuşkumuz yok.
Sayın savcılardan ve hâkimlerden tek ricamız var:
Lütfen, önünüze gelen dosyayı okuyun, bir adalet kazasına neden olmayın!

***


Dokurcum Değirmeni’ne‘Fransız’ kalmak...
İki gün sonra, Gaziantep’in düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü...
“Hangi düşmandan” diyorsanız; okuyun:
17 Aralık 1918: İngilizler Antep’i işgal etti.
29 Ekim 1919: İngilizler Antep’ten çekildi.
30 Ekim 1919: Fransızlar Antep’i kuşattı.
20 Ocak 1920: Fransızlar Antepli bir kadınının çarşafını çıkarmaya kalkıştı. Kadının 12 yaşındaki çocuğu Kâmil onlara taşla saldırdı. Süngülenerek şehit edildi. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra yaşadığı ilçeye adı verildi.
28 Mart 1920: Fransızlar Bostancı Köyü yakınlarında mevzilenmişti. Çetelerle çatıştılar. Bölgedeki bazı Ermeniler kendilerine yardım ediyordu. Fransızları Antep’e sokmamak için savunan Şahinbey ve yanındaki direnişçiler, bu tarihte şehit düştü. Daha sonra onun adı da yaşadığı ilçeye verildi.
Aynı gün 10-12 yaşlarındaki 14 çocuk, Şahinbey ve askerlerine yiyecek ve cephane götürmek için yola çıkmıştı. Yüklerini Dokurcum Değirmeni’ne indirerek geceyi orada geçirdiler. Sabah kalktıklarında Şahinbey ve arkadaşlarını şehit eden Ermeniler ve Fransız askerler, elleri silah tutmamış bu çocukları Dokurcum Değirmeni’nde yakaladılar. Ellerini bağlayıp, dik kayaların önünde sıraya dizdiler ve kurşun yağdırdılar. Öldüklerinden emin olmak için de süngülediler!
O çocukların mezarları Şıh Camii‘nin bahçesinde duruyor. İnanmayan gidip görebilir!
30 Mart 1920: Antep’i kuşatan Fransızların sayısı 6 bini aştı. Yerli halka yapılan zulüm akıl almayacak boyutlara ulaştı.
01 Nisan 1920: Antep’te halk isyan etti, Fransız askerleriyle sokak savaşları başladı.
23 Nisan 1920: Ankara’da yeni Meclis’in açıldığı gün, Antep’teki Fransız askerler, halkın camilerde olduğu bir sırada Boyacı, Hacı Nasır ve Musullu camilerini top ateşine tuttu... Yüzlerce vatandaş namaz kılarken öldü. On altıncı yüzyılda yapılan Çınarlı Camii’nin avlusunda bulunan asırlık çınar ağaçları yakıldı. Boyacı Camii’ne atılan top mermilerinden biri, caminin hemen arkasındaki bir Antep evinin duvarına saplandı. İnanmayan bunu da gidip görebilir; çünkü o mermi hâlâ o evin duvarında duruyor!
30 Mayıs 1920: Gece yarısından başlayarak ateşkes ilan edildi.
10 Ağustos 1920: Sevr Antlaşması imzalandı.
09 Şubat 1921: Antep, 11 maddelik sözleşmeyle teslim oldu!
Fransızların işgali sırasında 7 bin Türk öldürüldü, on binlerce vatandaşımız yaralandı. Kentteki 10 bin evin 8 bini yıkıldı, yakıldı.
Antep’e, tesliminden üç gün önce, Millet Meclisi tarafından “Gazi” unvanı verildi.
20 Ekim 1921: Fransa’yla Ankara Antlaşması imzalandı.
25 Aralık 1921: Antlaşma sonrası Fransızların şehri boşaltması üzerine Ermenilerle birlikte bazı vatan hainleri ve işbirlikçileri Halep’e kaçtı.

***

Dün Fransız Meclisi, sözde Ermeni soykırımını inkâr edenlere hapis cezası verilmesini öngören yasa tasarısını kabul etti ya; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek buna tepki olarak Fransa‘nın Ankara Büyükelçiliği‘nin önüne Cezayir‘deki Fransız zulmünü anlatan bir anıt dikeceklerini açıklamış...


Gökçek’e sormak isterim:
Neden Cezayir de Gaziantep değil?
Bugün Ermeni Diasporası’na yaranmak için Türkiye’yi karalamaya çalışan Fransızların, Ermeni işbirlikçilerle birlikte Gaziantep’te yaptığı zulüm; Cezayir’dekinden daha mı az önemli?
Dokurcum Değirmeni’nde katledilen 14 çocuğun anısına yapılacak bir anıt, Cezayir Anıtı’ndan daha etkileyici ve bizim açımızdan daha mantıklı olmaz mı?
Yoksa Sayın Gökçek...
Siz, Dokurcum Değirmeni katliamını bilmiyor musunuz?

***

Günün Sorusu
Dün kabul edilen soykırımı inkâr yasasının mimarı Valerie Boyer isimli Fransız kadın milletvekilinin, aslen Cezayirli olduğu ortaya çıkmış... Cezayir’deki Fransız soykırımını sorgulamaktansa, Türkiye’ye çamur atmak gibi kolay bir yolu seçmiş... Sorum size:
Şu “politika” denen şeye hâlâ güveniyor musunuz?

***

Şaka gibi atamalar!
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yüksek Danışma Kurulu üyeliğine Prof. Dr. Necati Polat’ı, Yönetim Kurulu üyeliğine ise Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne’yi atadı.
ODTÜ’lü Prof. Dr. Necati Polat ve Zaman Gazetesi yazarı Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Atatürk‘e “Bu adam” diyerek hakaret etmekten 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Prof. Dr. Atilla Yayla’ya destek için açılan imza kampanyasına katılmıştı...
Şimdi Atatürk’ün adını taşıyan kurumun danışmanlığını ve yöneticiliğini yapacaklar.

***

Dünyanın başka bir ülkesinde acaba, ülkelerinin kurucularını ve onları destekleyenleri bu kadar açık ve sert biçimde eleştiren kişiler, o kişilerin adlarını taşıyan böylesine önemli kurumların başına getirilir mi?


Bizde getiriliyorsa; bu, bizim “ileri demokrasi”ye geçmiş olmamızdan mı, yoksa o kurumların taşıdığı anlamların içini iyice boşaltmak isteyişimizden mi kaynaklanıyor?
Cumhurbaşkanı Gül, bu atamalarla bir kez daha tarihe geçti. Tebrik ederim.


Mümtaz atamalar!


Melih AŞIK

Cumhurbaşkanı Gül , Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu’na harika atamalar yaptı! Yönetim Kurulu’na getirdiği beş isimden Zaman yazarı olan üçünün Atatürk’le ilgili çalışmaları olmadığı gibi Atatürkçülere açıkça karşıtlığı söz konusudur...


Bu harika atamalardan Mümtaz’er Türköne klasik bir Atatürk ve Cumhuriyet karşıtıdır. Atatürk’e cepheden saldırmamaya özen gösterirse de çevreden sert biçimde saldırır. Geçen yıl 7 Mayıs’ta Zaman’da şunları yazıyor:
“İnönü ve CHP’liler çok kuvvetle muhtemeldir ki Hitler hayranıydı. Ancak İnönü, daha çok Mussolini’nin Türkiye şartlarına uyan bir kopyasıydı. 1930’lu ve 40’lı yılların CHP’li faşistlerinin takip ettiği fikir ve eylem modeli İtalyan faşizmi, kişi kültü ise Mussolini’dir.”
* * *
“Geride bir dogma bırakmadığını ısrarla vurgulayan Atatürk’ün kendisi Atatürkçü değildi. Onun sağlığında üretilen Kemalizm ise İtalyan faşizmine derin bir hayranlık besleyen Cumhuriyet Halk Fırkası teorisyenlerinin eseridir. 1931 CHP Kurultayı’nda kabul edilen Kemalizm, faşist ideolojinin eyleme dayalı eklektik yapısını yansıtır...”
* * *
Türkiye’yi ikinci dünya savaşına sokmamak için Hitler ve Mussolini’ye karşı muazzam bir diplomasi savaşı veren İsmet İnönü yukardaki sözleri hak ediyor mu?
Abdullah Gül’e gelince... Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı olduğu 1995 yılında gazetelere geçen iki sözü çok çarpıcıdır...
- Cumhuriyet döneminin sonu geldi...
- İslam’a aykırı kanunlar kalkacak...
Beyefendinin Cumhuriyet ve demokrasiye bakışında aradan geçen yıllara rağmen değişme olup olmadığı yukarıda açıkça görülüyor...

Feysbuk cezaları
Zonguldak’ta PTT memuru İbrahim Damatoğlu, basında Başbakan Erdoğan ve hükümet aleyhinde yer alan yazıları facebook sayfasına koyduğu gerekçesiyle Ordu Gürgentepe’ye tayin edildi... Ayrıca maaş kesme ve kademe ilerlememe cezasına çarptırıldı. İktidar bir memurdan böylesine korkuyor!
Öte yandan geçenlerde Sözcü gazetesinde Mehmet Şehirli’nin köşesinde THY’nin kimi mensuplarının twitter mesajları yayımlandı.
Marka danışmanı Serdar Özer Öztürk, CHP üzerine analizler yapıyor:
“CHP köylü Gürsel Tekin, memur KK kıyafetlerini giyerek halkın karşısına çıktı ama olmadı.”
Serdar Bey kadın milletvekillerine de değiniyor: “Kadın milletvekili oranı yüzde 13.4’müş. Acaba bu oranın yüzde kaçı kız, yüzde kaçı kadın?”
THY Budapeşte müdürü Levent Arısoy’un, “Bir işkembe olsa da içsek. Şöyle bol sarmısaklı, sirkeli. Tuzlamadan. Burada bulma ihtimalim KK’nin Başbakan olma ihtimalinden az” şeklindeki tweeti’ne Serdar Bey cevabı yapıştırmış:
“Aynı mantıkla İstanbul’da çok iyi bir kaz ciğeri yeme şansımız KK’nin 23 Nisan’da başbakan olma ihtimalinden daha az diyebilir miyiz?”
THY Orta Avrupa Bölge Müdürü Ziya Taşkent... Genelkurmay eski Başkanı Işık Koşaner’in istifasından sonra döktürüyor:
“O şimdi Işık’lar içinde bizi izliyor.”
Orgenerallere açıkça hakaret etmekten de geri durmuyor:
“Siz o Orgeneralleri Kor-ken görecektiniz.”
Pek çok mesaj bu doğrultuda...
Her biri iktidardan torpilli gençler twitter kanalıyla Taraf gazetesi gibi yayın yapıyor...
Zonguldak CHP Milletvekili Ali İhsan Köktürk Başbakan’a dün önergeyle sordu:
- Devlet memuruna AKP aleyhtarı ifade yasak AKP yanlısı yayın serbest öyle mi?
Maalesef öyle...

***

Araştırmalarının titizliği ile tanınan Economist Intelligence Unit tarafından birkaç gün önce yayımlanan “Democracy Index 2011” raporu bizim basında rağbet görmedi!


Türkiye bu indekse göre dünyada 88. sırada yer alıyor....
-  Demokrasisi bizden daha iyi ülkelerin bazıları şunlar:
Bulgaristan (52), Hırvatistan (53), Surinam (54), Mali (63), Namibia (68), Moğolistan (69), Zambia (71), Guyana (77), Bangladeş (83).
Sıralamayı belirleyen endeks, 5 alt kriterin birleştirilmesinden oluşuyor. Beş alt kriterin şu ikisinde notumuz aşırı düşük:
-  Katılımcılık: 10 üzerinden 3.89
-  Sivil Özgürlükler (civil liberties) : 10 üzerinden 4.71
CHP Milletvekili Osman Coşkunoğlu diyor ki:
- Ülkemizde “liberal” geçinenlerin ve AKP’nin “ileri demokrasi”sini övenlerin bu not karşısında hemen susması gerekir; ama, sanmıyorum. Atatürk dönemindeki özgürlükleri eleştirenlerin, bugün bazı Afrika ülkelerinden ve Bangladeş’ten beter durumda olmamızı görmezden gelmeleri, üstelik aydın diye geçinmeleri dehşet verici!
(http://www.eiu.com/public/topical_report.aspx?campaignid=DemocracyIndex2011) 

Uzun süredir bölünmeye alışmış
biz Türkler arasında geçici de olsa birlik ve beraberliği sağladığı için Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye teşekkür ederiz...
Haldun Ertem


Tahrir
Bağımsız dış politika derken aklıma geldi, Tahrir Meydanı’nda Mübarek’e karşı eylem yapanlara çok belirgin bir şiddet uygulanmadığı halde hükümetimiz her gün Mübarek’i kınayıp görevden çekilmesini istiyordu. Mübarek gitti, bu defa yeni yönetime karşı Tahrir’de toplananlara yapılan müdahalelerde yaklaşık 50 kişi öldü bizden çıt yok. Acaba kınamak için ne bekliyoruz? Bir yerden talimat mı?
Kaan Korkmaz

Abdullah Gül, Atatürk karşıtlarını Atatürk kurumuna atamış.
Kurumu kapatamayınca çözüm olarak bunu bulmuş demek!
Fahrettin Fidan



Göstermelik yaptırımlarla milleti oyalamak!


Arslan Bulut

BDP hariç, başta hükümet olmak üzere herkes Fransa Meclisi’nin aldığı “Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza” kararını kınıyor. Kınama, halk dilinde kına yakma ile birlikte kullanılır ve hiçbir işe yaramaz..


1990’dan itibaren Avrupa Birliği’nin Kıbrıs, Ege, Ermeni iddiaları, Patrikhane, Heybeliada Ruhban Okulları ve IMF programları konusunda aldığı kararlar var. Bütün kararlarda, Türkiye Kıbrıs’ta işgalci olarak gösterildi. Ege’de Yunanistan’ın hak iddia ettiği adacıklar ve karasuları, Avrupa Birliği’nin sınırları olarak ilan edildi. Türkiye, Ermenilere katliam yaptığını kabul etmeye zorlandı. Patrik, ekümenik olarak tanındı. “Heybeliada ruhban okulunu açın” dediler..
Türkiye, AKP iktidarı boyunca bu birliğe girmek için uğraştı. Gerçi, bu politikayı kapalı kapılar arkasında “Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığınmak” olarak savunuyorlardı, yani Avrupa Birliği onlar için gerçek bir hedef değildi ama halkı bu ümitlerle oyaladılar. Bu arada bütün milli meselelerde taviz üzerine taviz verdiler ve şer merkezi saydıkları bütün kurumları ele geçirdiler. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu yönetimine, Atatürk’ün kuruluş felsefesinden rahatsız bir insanı getirecek kadar ileri gittiler.
Yine Dersim operasyonunun bir katliam olduğunu ilan ettiler ve doğrudan devletin kurucularını suçladılar. Şimdi Fransa, Ermeni soykırımı yoktur diyene ceza veririm diye bir karar alınca iç kamuoyunu rahatlatmak için sözde tepki gösteriyorlar.
Avrupa Birliği ekonomik olarak tökezleyince de AB hedefinden vazgeçebileceklerini söylemeye başladılar.
***
Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın da tespit ettiği gibi, “Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için dayatılan üç önemli nokta vardır. Birincisi etnik gruplara önce kültürel, daha sonra politik özerkliği veya federal bir yapıyı kabul etmesidir. İkincisi, devletin bu süreci durdurması halinde veya Türk vatandaşlarının devletlerini kaybettiklerine inanmalarından dolayı tepki göstermeleri durumunda ülkenin bir iç savaşa sürüklenmesi ve parçalanmasıdır. Üçüncüsü, bir iç savaştan sonra devletin yeniden şekillendirilmesi ile federal bir Türkiye’nin kurulmasıdır.”
Acı olan şudur ki Türk toplumunun asli unsuru olan Kürtler ve Aleviler’i azınlık gibi gösterenler arasında iktidar mensupları da vardır.
***
Tabii bir de meselenin ABD ayağı vardır. ABD, Avrupa Birliği ile sözleşmiş gibi aynı baskılarda bulunmakla kalmamış, Türkiye topraklarında Ermenistan ve Kürdistan devletleri kurulmasını öngören Wilson prensiplerini ve Sevr maddelerini hayata geçirebilmek için daha somut projeler uygulamıştır. Mesela Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde çizdikleri haritalarda, Türkiye’yi parçalanmış göstermektedirler. Üstelik projenin eş başkanlığı görevini Türkiye’nin Başbakanı’na vermişlerdir. AKP’nin kuruluşunda gönderdikleri memorandumda da “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız...” demişlerdir.
Tamamı 3,5 sayfa olan bu gizli metin, hemen hemen aynı ifadelerle AKP’nin parti programı haline getirilmiş ve programa “Partimiz merkeziyetçi devlet anlayışından vazgeçilmesini öngörür. Partimiz küreselleşmenin gerektirdiği yapısal dönüşümlerin kaçınılmazlığını ve en az maliyetle gerçekleştirilmesini savunur. Partimiz, eğitim hizmetlerinin yerelleşmesinden ve özelleştirilmesinden yanadır. Temel eğitim hizmetlerinin verilmesi, pilot uygulamalarla merkezi idarenin taşra birimlerine ve yerel yönetimlere aktarılacaktır. Çağımız bir yönüyle küreselleşme çağı, diğer yönüyle yerelleşme ve yerel yönetimlerin devlet sistemleri içindeki ağırlıklarının arttığı bir çağdır” ifadeleri yazılmıştır.
Yani iktidar bugüne kadar ABD ve AB ne istiyorsa onu yapmıştır. Libya ve Suriye politikasında da böyledir..
Şimdi Fransa’ya karşı göstermelik yaptırımlar uygulamak da Türk Milleti’ni oyalamak anlamına gelmiyor mu?


“İstikrar sürsün diye”dir...


Selcan TAŞÇI

Hiç kusura bakmayın ama size de yaranılmıyor!


Belli ki kalp sağlığınızı düşünmüş Cumhurbaşkanı! Belli ki “sürpriz” bir atama yapmaktan, sizi şaşırtacak, heyecanlandıracak vücut kimyanızı bozacak bir karar almaktan kaçınmış. ve son tahlilde “kendinden bekleneni” yapmakta karar kılmış!
Hal böyleyken, kendi adıma iki gündür kopan fırtınayı anlamakta hayli zorlanıyorum aslında. Abdullah Gül’ün Mümtaz’er Türköne tercihinde “garip” olan ne?
***“

Ne Mutlu Türk’üm Diyene” lafını her yere yaza yaza yaza, Türkiye aslında ilkel bir hale dönmüştür” diyen bir Cumhurbaşkanı, elbette “Bu ilkel düzenin senyörleri direniyor; ayrıcalıklarını, saltanatlarını, despotluğu sürdürebilmek için ayağa kalkıyor ve ilk sözleri “Anayasa’da Atatürk’e dokundurtmayız” oluyor. Atatürk heykellerinin, büstlerinin kaideleri üzerine inşa edilmiş çağdışı saltanatlar bunlar” diyen kişiyi atayacaktı...


“Bu resmi ideolojinin tabii karakterleri, bu sistemi kuran tek partinin altı sloganı  ile ortaya çıktı. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Hakçılık, Devrimcilik, Devletçilik ve Laiklik. Ama işin ilginç yanı, bu milletin halkı bir araya gelip biz devletçi olalım, laik olalım, milliyetçi olalım diye böyle bir karar vermediler. Bu ilkeler bu millete zorlatma şeklinde dayatıldı”diyen bir Cumhurbaşkanı, pek tabii “Bu sığ ve ilkel ideoloji, bütünüyle geçekliğin çarpıtılmasına dayandığı için ülkemizin ilmen ve fikren gelişmesine engel oldu. Bu zorba azınlığın iktidarını sürdürebilmesi için herkesin Atatürkçü olması gerekiyordu. Atatürkçü olması için de çocukça yalanlara, çarpıtmalara herkesin inanması gerekiyordu.
Gerçeklik duygusu ters yüz edilmiş bir toplumdan hangi başarıyı, hangi performansı bekleyebilirsiniz?
Allah’tan Atatürkçülük metazori, dar ve sıradan beyinler tarafından üretildiği için akıl ve izan sahiplerinin idrak duvarını geçemedi” diyen kişiyi atayacaktı.
“Devletin kutsallığına inanmayan” bir Cumhurbaşkanı o devlet için kolaylıkla “Atarsınız çöplüğe, olur biter” diyen biri varken “seçme” hakkını kimden yana kullansaydı?
“İdeolojisiz bir Anayasa” öneren bir Cumhurbaşkanı doğal olarak “Şu kısır resmî ideolojiden vazgeçmek zorundayız. Resmî ideoloji çökerken, bu güzel ülke ve bu güzel insanlar neden altında kalsın?” diyen birini atayacaktı.
“Türkiye’de 75 yıldan beridir resmi ideolojinin inkarcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmi ideolojiyi yüksek sesle sorgulamalıyız” diyen bir Cumhurbaşkanı’ndan kalkıp da Atatürk’ün emanetini “asimilasyoncu, baskıcı” ve dahi “çılgın Türkler”i yere göğe sığdıramayan Turgut Özakman’a filan emanet etmesini beklemiyordunuz herhalde değil mi!
***
Hem size ne vaat etmişlerdi; “İstikrar sürsün diye” değil miydi bir kere daha ülkeyi yönetmeye talip olma nedenleri?
Ne yapsaydı yani adamlar, “Türkiye’nin 70 yıllık tarihi boşa harcanmış bir zamandır. Türkiye’nin yarınında artık Kemalizme veya başka herhangi bir resmi ideolojiye yer yoktur” derken bir anda “U dönüş” yapıp Atatürk’ün emanetine sahip çıkarak istikrarı mı bozsaydılar!
Yeni görevi için biçilmiş kaftan olduğunu gösterdi(!)
Teşekkür yazısı...
Cumhuriyet ulus devlet için bir kalıp biçerken kimse bir yere kaçmasın diye en dar ölçüleri tercih etti.
Sağlıklı bir dengeyi, bütünleşmeyi ve toplumsal barışı sağlayan dinamikler yerle yeksan edilirken yenileri oluşturulamadı. Bu daracık elbise hâlâ duruyor. Eski bir hatıra gibi; siyah-beyaz bir fotoğraf gibi. Bir işe yaramıyor ve kullanılmıyor. Bu elbisenin içinde kimse kalmadı. Değiştirmeyi ise henüz başaramadık. Her tarafı sökülmüş, paçaları dizlerimizde, kolları dirseklerimizde bu modası geçmiş ulus-devlet elbisesinin içinde çok komik ve garip duruyoruz.
Cumhuriyet Türkiyesini gayrı meşru ilan etti
Diyanet’in ’mele’ uygulaması, Cumhuriyet’in resmî ideolojisine, bu ideolojiye hayat veren temel yasalara aykırı. Şöyle diyelim: Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu tepeden tırnağa ihlal eden Doğu’daki medreselerden yetişenlere, anayasal bir devlet kurumu, yani Diyanet İşleri Başkanlığı kadro tahsis ederek bu eğitime resmiyet ve meşruiyet kazandırıyor. Resmî ideolojinin o daracık sınırlarına aldırmadan, bu ülkenin hatta devletin geleceğini esas alarak cevaplayalım: Doğru mu yapıyor? Kesinlikle. Bu uygulama ile gerçekte medreseler değil, bizatihi devletin kendisi vatandaşları nezdinde meşruiyet kazanıyor. Üstelik bu meşruiyete en çok ihtiyaç duyduğu bölgede.
Federalizmi yapılandıran bir “Yeni anayasa” önerdi
Bütün bu sorunlar ulus-devletin dar ve boğucu yorumlarından çıktı. Üniter devlet bir ulus devlet formudur. Ama federal devlet de bir ulus devlet şeklidir. Özal, Kürt sorunu için ’federalizm bile tartışılabilir’ dediği zaman ulus-devlet dışında bir şey söylemiyordu. Kürt sorunu, uzlaşma dışındaki bütün çarelerin tüketildiği istikamette ilerliyor. Çözüm ulus-devleti Kürtlerin kendilerini içinde rahat, eşit ve onurlu bir şekilde yer alacakları bir şekilde yeniden inşa etmek. Dar gelen elbiseden kurtulup, filinta gibi duracağımız çağa uygun bir ulus devlet elbisesi dikmek. Ne ile? Elbette anayasa ile.
“Güç bende artık” deyip meydan okudu
Bu dar elbisenin çöpe atılması ve yeni anayasanın son model bir ulus devlet formunda yapılması lâzım. Korkacak bir şeyimiz yok. Kaybettiklerimizin hepsi geride kaldı. Kendi çıkarları peşinde ülkeyi sağa sola savuranların artık sesi çıkmıyor. Kontrol bizde, yani halkın elinde. O büyük enerjiyi gelecek için mucizelere dönüştürmek için her şeyimiz var.  Mümtaz’er Türköne, Zaman‘

Yüklə 50,68 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin