Bizim Dijital Matbaa 160x244 Şablon



Yüklə 325,26 Kb.
səhifə1/4
tarix29.10.2017
ölçüsü325,26 Kb.
#19523
  1   2   3   4



AK NUTUK

-

KARA NUTUK

__________

Suat Başkır

2015


Ak Nutuk – Kara Nutuk

Copyright © 2015, Suat Başkır


Kapak Tasarım: Ebrahel Lurci
Felsefe – Deneme
Bu bir “koloni-k” eserdir.

ISBN: 978-XXX-XXXXX-X-X


BASKI:

yaşamın dingin sevgili ezgisiyle,

..demir gibi bir irade

ve toprak gibi bir var edişle..



Önsöz..

İnsanlar, çağlar boyu yanlış yaptılar.

Evet haklısınız, gerçekten acıklı bir durum. Bu yanlışları tespit eden ve onları öğüt / tehditle uyaranları da kayıtsız şartsız kabullendiler. . Ancak uyarılarını anlamak için hiç bir çaba göstermemişlerdi…

Çünkü, çağlar boyu sistemin böyle işlediği yalanı çıkarlarına uygun geldi.


Ancak, uyarıcıları kabullenen insanlar çağlar boyu yanlış yapmaya devam ettiler. Evet, yine, haklısınız bu daha da acıklı bir durum. Bu yanlışları tespit eden ve onları öğüt / tehditle uyaranları, ilk uyarının kesinliğinde kayıtsız şartsız reddettiler. Çünkü kurdukları sistemin ihtiyacı, doğuşlarının hediyesi olan ve yaptıklarını şu an için tek kesin olan yaşam hakkı sağlamasıyla sorgulayarak, vicdan – mantık matematiğiyle süratle sonuca ulaşan farkındalık yerine , ertelenmiş, yani ta ölümden sonra( kesinliği bile bilinmeyen) yargılayacak olan bir adalet mekanizmasıydı.
Böylece nesillerdir bir çıkar sistemi kuran insanlar, yanlış yaptılar / yanlış yapmaya devam ettiler, sorgulamalarından vicdanlarını ayırdılar. Bu durum, sistemlerinin değiştirdikleri, yeni tembel dünyaya uyum sağlaması için çok önemli bir güncelleme olmuştu. Evet, insan, yanlış yapan bir varlıktı. Bu acizliği elbette ki düzeltilmesi gereken bir sorundu ve sistem de bunu kabul ediyordu. Fakat ne ilginçtirki insan ne yapsa da, ne etse de maalesef bu hata yapan güdülerinden kendi başına kurtulamıyordu.
Madem yargı konusunda bu kadar acizdi, artık kendisini, tüm yaptıkları için ileride hüküm verecek olan, en emin olan mutlak yargıya emanet etmesi, vicdanların sorgulamadan rahat etmesi için yetmeliydi. Lütfen, sakın sorgulamayın.. ! Yetmeliydi…
Ama yetmedi…
Belki benim algılayamadığım bir akıl boyutunda zaten yetmekte.. Onu bilemem. Fakat insanların, kurnaz, tüm parıltısını, albenisini, sempatisini ve etkileyici tutkusunu, egosunun genişliğinde ki zifiri kuyulardan alan, doğarken kulağına fısıldanan yaşam amacını, öz karakterini kendisinin bile unuttuğu karakter maskelerinin ardında, canlı olmanın yüceltilmesi yerine, canlı hiyerarşisi yaratarak, kimi canlının yüceliğinin ibraz edilmesine dayalı bir yaşam hırsıyla çabalayan bir sistem yaratan hükmedenler ile onları kayıtsız şartsız tasdikleyen tedirgin hükmedilenler olarak sınıflandırıldıkları modern yabanıl bir sistem kurulduğunu çok iyi biliyorum..!
Bu sebeple nereden geldiği bilinmez tuhaf bir bilgeliğin izinde ilerlemekte olduğum ruhsal ve bilinçsel yolculuğumda, kendi kör cahilliğimden fark ettiklerimi, farkındalık uğruna anlatabildiğim tüm kanallardan sizlere anlatmayı seçtim. …larca yıldır anlatılan tüm pozitif öğretilerden bildiğim anladığım kadarıyla hala öğrenebilmenin umuduyla bakan “Ak Nutuk” ile …larca yıldır anlatılanları görmezden gelenlerin yarattığı sisteme ..uyumlanmış, herhalde böyledir diyen asalak, zalim, ahmak grubun ruhuna bir şoklama yapabilmesi amacıyla da tüm distopik ve karamsarlığı açıklayabilme adına sert uyarılardan yola çıkarak da “Kara Nutuk” u kaleme aldım. Bu metinlerden sonra kurgulayarak yayınladığım (“İnsanın İtirafları ( Yeni Gelen Türe Mektuplar)”, ve “Mekanik” eserlerinin çıkış noktası olan, zamanında çeşitli basılı yayın organlarında seri olarak yayınladığım bu metinlerin, yeniden derlenmiş halini sizlerin beğenisine sunmak istedim.
Düşünebilmenin,erdemli, huzurlu, bilgece gülümsemesiyle..


1978 yılının nisan ayı boğa burcuna henüz girmişken, istanbul’da şişman hemşirenin yoğun baskısıyla bu dünyaya gözlerini açtı suat başkır. fulya’da ıhlamur kokusu, beşiktaş’ta martı çığlıklarıyla çarşıda, köyiçinde kanat açıp koşturup durduktan sonra mekanik tesisat okuma bahanesiyle bol bol trakya üzümü damıttı. fakat bitirme projesini mecburen derslikteki kolçağa rapido ucuyla manowar kazımadan ve aydınger kağıdını yaşamın sırrı yerine termodinamik yasalarına uygun bir şekilde doldurarak verdi. henüz kendine gelmeden birkaç ortaoyunu yazdı ama sahnelenen o (bir)ini bile izlemedi. vazgeçmeyerek yıllarca hem yazıp hem de izlemiş olanlarla tiyatro.. tiyatro dergisinde söyleşip onların yazdıklarını diğerlerine anlattıktan sonra,

..karakalem ekibinin içinde kendisinin bile anlayabileceği felsefeler karaladı, karaladıklarını bizlerle paylaşmış olan uçlardakilerin portrelerini tanımladı. dergide bulunduğu sürece o kadar çok yazdı ki ondan bıktılar ve çareyi editörlük yaptırmakta buldular. böylece bir sürede dergiye gelen yazıları inceledi. elbette yazmayı bırakmadan. yoldaşlarıyla beraber gerçeküstücü fanzinimsi bir şey olan koful’u yayınlayıp kısa filmler, video manipülasyonları ve internet gazetelerinde çeşitli makalelerle derdini anlatmasının ardından "insanın itirafları ( yeni gelen türe mektuplar)"'ı bastırdı. yitik ülke yayınlarından çıkan "80'lerde çocuk olmak" ve "90'lar kitabı" nın ardından çoktan yazarlar ( ezgi başkır, boğaç yener ve serhat duran )ile "sh5mset11n"'i,  sevgili eşi ezgi başkır ile beraber Toprak Demir’e masallar ve son olarak “Mekanik” i sizlerin beğenisine sundu. Kolektif yazar grubuyla beraber boka batmış olan bu çağda bir sistem eleştirisi olan Boktan Hikayeleri de yayına hazırlamaktadır. Tüm bunlar olurken onu cesaretlendiren yanı başındaki sevgili ezgisi ve 2013'te aralarına katılan  erkek insan, toprak demir beyefendi hazretleri ile beraber bakalım bundan sonra ne hayal edeceğiz diye gülümsemekte ve kendine has bir şekilde hayat denen kısıtlının değerini bilmeye çalışmaktadır.



Yaşam Hakkı Evrenselliği Üzerine…

Bu Sözleşmeye Taraf İnsanlar,

İnsanın doğumunda ilân edilen ilkeler uyarınca insanlık ailesinin tüm üyelerinin, doğuştan varlıklarına özgü bulunan haysiyetle birlikte eşit ve devredilemez haklara sahip olmalarının tanınmasının, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu düşünerek,

İnsan olarak doğmuş tüm insanların, insanın temel haklarına ve bireyin, insan olarak taşıdığı haysiyet ve değere olan kesin inançlarını Yaşam Antlaşmasında bir kez daha doğrulamış olduklarını ve daha geniş bir özgürlük ortamında toplumsal ilerleme ve daha iyi bir yaşam düzeyi sağlama yolundaki kararlılıklarını hatırda tutarak,

Yaşam Hakkına sahip herkesin, bu metinlerde yer alan hak ve özgürlüklerden ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuştan veya başka durumdan kaynaklanan ayırımlar dahil, hiçbir ayırım gözetilmeksizin yararlanma hakkına sahip olduklarını benimsediklerini ve ilân ettiklerini kabul ederek,

İçlerinden yaşam hakkına sahip olmuş fakat, henüz karar alamayacak bir çocuğun kişiliğinin tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış havasının içindeki bir dünyada yetişmesinin gerekliliğini kabul ederek,

Çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının ve özellikle barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini göz önünde bulundurarak,

Çocuğun korunması ve uyumlu gelişmesi bakımından her halkın kendine özgü geleneklerinin ve kültürel değerlerinin taşıdığı önemi göz önünde tutarak,

İnsanlık topluluğunun bütün fertleriyle uzuvlarının bu beyannameyi daima göz önünde tutarak öğretim ve eğitim yoluyla bu haklar ve hürriyetlere saygıyı geliştirmeye, bu hakların dünyaca fiilen tanınmasını ve tatbik edilmesini sağlamaya gayret etmeleri amacıyla bütün halklar ve milletler için ulaşılacak ortak ideal olarak işbu Yaşam Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ilan eder.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne öykünerek..



İnsana Dair Ak Nutuk !
Çünkü ağacı ağaç yapan kabuğu değil duygusuz sorumsuz doğasıdır. Yük hayvanını yük hayvanı yapanda postu değil kaba hayvansal ruhudur. Göksel varlıkları göksel varlık yapansa yörüngesel biçimleri değil uyumlu düzenleridir. Ve melekleri melekler yapan da bedenden kurtulmuş olmaları değil ruhsal ahlaklarıdır.”
Bölüm 1
Ey İnsan!
Sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçene, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilene kadar. Bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belirlenip sınırlanmıştır. Oysa senin önünde böyle sınırlamalar yok, kendi yüzünün çizgilerini sana koruma görevini verdiğimiz özgür isteğinle çizebilirsin. Seni dünyanın tam ortasına koyduk, görebilesin diye. Seni ne yersel ne göksel, ne ölümlü, ne ölümsüz olarak yarattık; özgür olağandışı bir yontucu gibi kendini, kendi seçiminle biçimleyebilesin diye. Aşağıya, yaşamın kaba biçimlerine inmek de tanrısal yaşam sürenlerin düzenine çıkmak da senin elinde.

Rönesans’ın Manifestosu

Ey İnsan!


Senin hakkında nice şey söylenir. Ancak bil ki sen sadece yaratıklar arasındaki aracısın. Duyularının keskinliği, aklının sorgulaması, ve algının göz kamaştırıcılığı ile doğanın yorumlayıcısısın. Sen zaman dışı değişmezliğin sırrıyla zamanın akışının orta yolunda oturansın. Kendi altındaki varlıkların beyi olmak ta yukarıdaki Tanrılara yakın olmak ta senin elinde.

Ey İnsan!


Yalnızca hayvanlar değil, yıldızların, dünyanın sınırlarının ötesinde yerleşmiş varlıklar da bil ki sana imrenir. Nasıl ki yaratıcı, en sevgili tapınağı olarak yarattığı bu dünya için, gök üstünde ölümsüz ruhların yaşamıyla düzenlenmiş bir yaşam içinde değil bütün öteki yaratıklara bağışlananlardan birer pay vererek seni yarattı, sen bu kayırıcı sevginin doğasında tanrısal cömertliği övdün mü? Seni dünyanın ortasına koyarak senden aldığı sözü hatırlıyor musun? O zaman yaratıcıya inanarak ve ruhuna hayran olarak saygıdeğer olmakta, yaratıcıya inanmayarak ve varlığına hayran olarak saygıdeğer olmakta senin elinde.
Çünkü sen bu temelde, tam bir adaletle var oldun. Sen bütünüyle saygı değer bir varlık olarak düşünülüp adlandırıldın.
Ey İnsan!
Hayvanlar her zaman sahip olacaklarını, daha analarının döl yatağından kendileriyle birlikte getirirler. Ve en yüce ruhsal varlıklar, yaratılır yaratılmaz ölçüsüz sonsuzluklar aracılığı ile kendileri olan o değişmez varlık tarzına yerleşirler. Oysa, sana var oluş anında bütün olanaklara gebe, yaşamın tüm biçimlerinden mamül tohumlar bağışlanmıştır. Bu tohumlar onlara bakan insanlar ile beraber yeşerip meyve vereceklerdir. Bitkisel tohumlar kadarsa bitki, Duyusal tohumlar kadarsa hayvanımsı, Akılsal tohumlar kadarsa göksel bir hayvan olarak…
Yalnızca düşsel tohumlar kadar bakabilen insan yüce olacaktır. Ve bu insanlar eğer doğarken bahşedilen tüm yaratıkların payına düşenlerden hoşnut olmazlarsa kendini, kendi benliğinin merkezinde toplayacak ve orada yaratıcının yalnız karanlığına karışarak her şeyin ötesine bütün varlıkların ötesine ulaşabilecektir.
Ey doğuşun aşılmaz cömertliği, ey insanın aşılmaz mutluluğu! Emin ol ki sana dilediğin, istediğin olması için yeterli güç verilmiştir.

İnsanın varlığından bu yana tartışılan hayvanlık benzetmesinin iç yapısı budur. Peygamberlerin sıkça dile getirdiği yasalardan ayrılanların hayvanlaşacağı gerçeği insanın yaratılış yazgısında açıkça belirtilmektedir.

Çünkü ağacı ağaç yapan kabuğu değil duygusuz sorumsuz doğasıdır. Yük hayvanını, yük hayvanı yapanda postu değil kaba hayvansal ruhudur. Göksel varlıkları, göksel varlık yapansa yörüngesel biçimleri değil uyumlu düzenleridir. Ve yüceleri, yüce yapan da bedenden kurtulmuş olmaları değil ruhsal ahlaklarıdır.

Ey İnsan!


Buna göre kendini midesine adayan, yerde sürünen birini görürseniz bilin ki o bir adam değil bitkidir.
Caliypso( Homeros’a göre deniz perisi)’nun hilelerinde ki gibi, imgelemin boş biçimlerinden gözü kamaşmış birini görürsen - baştan çıkartıcı dilekleri yüzünden kendi duyularının kölesi olduğu halde- bilin ki o bir adam değil hayvandır.
Her şeyi aklın kurallarına göre yargılayıp ayırt eden bir filozof görürsen ise, ona saygı duyman gerekir. O yersel değil göksel bir varlıktır.
Bedenine aldırmayan bütün gün aklın ve ruhun gizli odalarına kapanmış bir düşünür görürsen onda insan arama o insan etine bürünmüş yaratıcının yalnızlığına ortak olabilmiş ilahi bir varlıktır.

O halde bitki, hayvan, yüce ya da büyük huzurlu yalnızlıkta senin elinde


Ey İnsan!
Tüm bunların amacı nedir?

Seçtiğin şey olabilecek koşulda doğmanın şansıyla her şeyden önce değerini bilemediğin bu yüksek durumu kavrayabilmek belki de. Ya da bu yaratılışın amacı bir şekilde bu yüksekliği bırakıp, anlayıştan yoksun olduğunu düşündüğün hayvan ya da bitkilerin durumuna düşmekten kaçınma kibrinden ziyade, hepinizin merak ettiği tanrı üstü boyutuna ulaşabilmek için çaba sarf edilmesi olmalı en akılcı mantıkla.


Belki de bırakmalısındır ruhunu koruyucu bir güce, ya da orada olanın tez canlılığına ve hatta yüce şeyler becerebilme ustalığına. Hatta sen bu erişmeyi hedeflediğin mükemmelliğe ulaşmak için yersel şeyleri küçümsemeli dahası göksel şeylere de dudak büker bilince ulaşmalısın. Dinsel gizemlerin bile üzerine çıkarak, var oluş ahdinin ve o ahde vaat edenin, saygınlığına, onuruna ulaşmalısın.
O halde ona öykünüp o olmakta senin elinde, arayarak o üstü olabilmekte…

İnsana Dair Kara Nutuk!

"İçinde yaşadığımız cehennem, şehirlerimizin cehennemine karşılık geliyor. Şehirlerimiz zihniyetlerimizin ölçüsü, ölüm istenci yaşama coşkusuna öncülük ediyor ve hangisinin bize esin kaynağı olduğunu ayırt edemiyoruz. Tekrarlanıp duran işlere koşturuyor ve doruklara yükselmekle övünüyoruz. Ölçüsüzlüğün elinde esiriz ve düşünüp taşınmadan sürekli binalar inşa ediyoruz.”

İnsan’ın itirafı!
Bölüm 1

Hey Ölümlü!


Ölüme doğru gidiyorsun, tıpkı okun hedefe doğru gitmesi gibi, asla ıskalayamayacağın kadar da kesin. Çünkü ölüm senin tek kesinliğin, tek gerçeğin. Öleceğini hep bildin, herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde biçiminin önemi olmadan. Çünkü ebedi yaşamın bir anlamsızlık olduğunu anlayabilecek kadar algıların açıktı hep senin. Ancak sandığın gibi ebediyet hata değildi belki ama ölüm o hep özlem duyduğun istirahatti. Neden ölümlü olduğunu duymak ister misin?
Hey Ölümlü!
Bizler sözcüklerle yetinemeyenler, yok olmaya razıydık her zaman ve böylece rıza göstermekte de haklıydık. Sonuçta doğmayı biz seçmemiştik ve bize verilmekten çok dayatılmış olan bu yaşama, hiçbir yerde katlanamadığımız için kendimizi mutlu addetmemizin neresi isyan olabilir ki.

Hey Ölümlü!


Bir insanın mutlu olması neyi kanıtlar? Mutluluk türe özgü bir durum mudur? Eğer cevabın hayırsa cinsin ve türün yasalarında ne arıyorsun hala, cevabı bu yasalardan yola çıkarak düşündüklerin ya da bu yasalar üzerine kafa yorman ve bu yasaları derinleştirdiğin kadar aradığın mucizelerin verecek mi sanıyorsun.
Hey Ölümlü!
Çoğunuz gibi sende yaşadığı süre boyunca uyuklayıp, yok olacağı anda uyanmaktan çekinenlerden misin? O zaman unutma ki yalnızlık ölümün okullarından biridir. Ancak çoğunluk asla bu okula giremez, onlar bütünlük barışına erişmek için uykuda kalmayı tercih edenlerdir. Çünkü bütünlük aynı zamanda yalnızlığında ödülüdür. Eğer yok olurken uyanmak istemiyorsan, ölümünün tam bir bütünlük içinde oluşması için çalış.

Bize soracak olursan tek bildiğimiz her birimizin tek başına bütünüyle öldüğüdür sadece.

Hey Ölümlü!
İnsanları birbirinden ayırt etmen gerekirse çekinmeden üç takıma ayır.

Ve ekle;

Uyurgezerler ki bunlar sürüyledir,

Aklı başında ve duyarlı olanlar ki bunlar iki düzlemde yaşarlar ve kendilerinde neyin eksik olduğunu bilerek, hiç bulamadıkları şeyi aramaya çalışırlar,

Tinsel insanlar ki onlar iki kez doğmuşlardır, onların amacı tek başına ölmektir ve bütünüyle ölebilmek için düzenli adımlarla ölüme doğru yürürler.
Uyurgezerler putperesttir,
Aklı başında ve duyarlı olanlar mümindir mi demeliyiz?

Tinseller ise uyurgezerlerin hayal edemedikleri, aklı başında ve duyarlı olanlarınsa tahayyül bile edemedikleri şeyi bularak ona taparlar. Onlar kamil insanlardır. Zaten elde etmiş oldukları şeyi ne reddeder ne aramaya çalışırlar, çünkü kendileri bizzat o’dur zaten.


Hey Ölümlü!
Yok olacağı anda uyanmaktan çekinenleri nasıl ayırt edersin biliyor musun? Cehennem dediği deliği kendisi yaratıp içine hapsetmiş olanın mutsuz bakışlarıyla ızdırap içindedir onlar. Tamamen kendisinin yarattığını bir başkasının suçu olarak kabul etmiş hatta bunu öğretenlerdir onlar ve içinde yaşadıkları şehirlerin ölümün okulları olduğunu bilmeden uyuklayıp giderler. Çünkü yaşadıkları bu yerler hiçte insani değildirler. Bu şehirlerin her biri uğultunun ve leş kokusunun kesiştiği birer kavşak halini almıştır, her biri binalardan oluşan bir kaos oluşturur, ve onlar bu şehirlerin içine milyonlarcası olduğu halde yığılarak, yaşama nedenlerini yitirirler.
İçinde yaşadıkları şehirler, çarkın her bir dönüşünde birbiri ardına ilerler ve bunu hissedemezler. Ama şehirler birbiriyle kaynaşma özlemiyle yanıp tutuşarak ilerlemeye devam ederler. Mutlak kaosa doğru, uğultulu ve leş kokusu içinde…
Ve o çarkın her dönüşünde arazi fiyatları artar, o boş alanı yutan labirent içinde dengesizleşen gelir, şehir duvarlarını yükseltir. Paranın para getirmesi ve içinde yaşadığımız şehirlerin ilerlemesi şart olduğundan, her kuşağın evlerinin iki misli yükselmesi ve iki günde bir sularının kesilmesi kabul edilesidir bir yığın halinde duran milyonlarcası için.

Ama bir cevabı vardır uyanıklar doğasının, uyuklayanlar doğasına ironi dolu.. Onlara bu kaderi hazırlayan labirent inşa edicilerinin ve mimarların özlemi bir kırda yaşayabilmektir.


Halbuki insanlar hem özgürdür, hem bağlı, arzu ettiklerinden daha özgür, fark ettiklerinden daha bağlıdır. Çünkü faniler kitlesi uyurgezerlerden ibarettir ve onların uykudan uyanması asla düzenin çıkarına değildir. Yönetilemez olurlar çünkü o zaman. Labirent ve şehirlerin duvarları düzenli bir şekilde onları keyfince yönetmekle yetinir, çok ender de olsa biraz da uygarlaştırmaya yeltenir…

Ve daha da ender olarakta insanileştirmeye çalışır.

Ve ne acıdır ki düzen şaşmaz olduğundan eninde sonunda onun hatalarını telafi etmek için tek bir çözüm yolu bulunur: Savaş!
Ve düzen, insana savaş ve istikbalin ayrılamaz bir bütün olduğunu aşılar, halbuki tek bir bütün tek bir kesinlik vardır; Yani, Ölüm!

İnsana Dair Ak Nutuk !

Çünkü onlar arınmış, aydınlatılmış ve yetkinleştirilmiş bir ordudur. Ve onlara sadece tutkularımızın itişlerinden kurtularak ve aklın karanlığını dağıtarak ( bilgisizlik ve dağınık kötü yaşamın kirini yıkayarak) ruhumuzu benzer biçimde arıtmalıyız ki tutkular yeterince sınırlandırılmadığı için doğal sınırlarını aşmasınlar. Saf ruhumuzu doğal felsefenin ışığı ile boyayarak mutlak bilgi ile onu en son yetkinlik derecesine ulaştırabilelim.”



Bölüm 2
Ey İnsan!
Sana nesillerdir anlatılan tüm bu seçilmişlik ve kurtuluş söylemleri ciddi bir yanılgıyı beraberinde getirir. “Ben”

Bu türlü kutsal söylemlerde sana açıklanan “ben” bilincini dengeli kuramazsan eğer, güneş’i denizden yukarı çıkaran sen olursun, gündüz yalnızca senin seçtiğin yolları süsler, yeryüzü önünde yeşillenir ve çiçekler seninle açar.


Dikkat etmelisin ki o cahil düşüncelerin elinden sizleri kurtaran, senin ruhundan yükselen sesin bilgeliğinden çok bilincinin mağaralarından zincirlerini koparan heyecanın olmasın.

O merak ettiğin Tanrı ve arzuladığın üstü olabilmek sen istediğin zaman olan veya olmayanları kontrol edebilmek değil, bir avuç çamurdan, muhteşem bir eser yaratmaktır.


O halde yaşamını bir sanatçı tutkusuyla fırçalamakta senin elinde, bir başkasının eserine hayranlık duyarak yaşamını bir sanatçı fırçasının esareti altında geçirmekte …

Ey İnsan !


Her şey; “Nasıl davranmalı bu tutkuyu gerçekleştirmek için ne yapmalı?” sorusuyla başlar.
Ve sen, onların ( Melekler, yaratıcının yalnızlığının hizmetkarları) ne yaptıklarına bir bakmaya, herhangi bir hayatın yollarına rehberlik yapabilme özlemiyle gözlemlemeye başlarsın. Dinsel gizemlerin, anlattıklarını hazmetmeye çalışarak, tutkunun peşinde koşabilmek için.

Ve böylece üç kapı sıralanır önünde;


Seraflar ( 6 kanatlı, Tanrıya en yakın melek grubu ( belki “Başmelekler”); yardımseverlik ateşiyle yanarlar

Kerubiler ( Kartal kanatlı, boğa gövdeli kurtarıcı melek, kimi yerde insan yüzlü( belki “Burak”); anlama yetisinin görkemiyle çakar dururlar

Tahtlar( Tanrının yalnızlığına açılan son kapı olan makamını koruyan melekler); adaletin sağlamlığına sımsıkı yapışmışlardır.

Bu üç kapıya ulaşınca bedenden kaynaklanan ağırlığını üstünden atmaya başlamışsın demektir. Unutma önce bir duygu bir düşünce hızına ulaşmalısın.


Ve dersin ki;

Bizler etiz. Olsa olsa yersel şeylerin gökselle bağlantısına kadar bilebiliriz. Çünkü bize bu şekilde bir bilgiye ulaşmak en azından kendi çabamızla ulaşabilmek bağışlanmadı. İşte bu an’ın sana sanatçılığın bahşedildiği andır. Tadını çıkar ve istemeyi, talep etmeyi becer..

Çünkü isteyeceklerin, sorunlarla ilgili sağlayacakları tanıklıklarıyla, göksel şeyler üzerine doğuştan gelen bilgilerini seninle paylaşacaklardır. Ve bunun için ayrı bir evrene ihtiyacın olmadığını da yavaş yavaş öğreneceksin.

Çünkü onlar sadece tutkularının itişlerinden kurtulmanı ve aklın karanlığını dağıtarak ( bilgisizlik ve dağınık kötü yaşamın kirini yıkayarak) ruhunu kendi yaşayışlarına benzer bir biçimde konsantre edebilmeyi yani tanrılık veya tanrısallıktan arınmayı öğütleyeceklerdir sana. Tutkularının ruhunda olması gerektiğinden daha fazla olmasını engellemek için. Böylece seni merak ettiğin tanrı ve arzuladığın üstü-lüğüne ulaştıracak saf ruhun, doğal felsefenin ışığı ile boyanarak ilahi bilginin bile dışında ki mutlak bilgiye ulaşmak için en son yetkinlik derecesine doğru yol alır.


Ve bu ulaştığın derece savaşın ötesinde bir noktadır. Çünkü savaş mezarda ki, bağırsakta ki savaştır. Ve insan bu savaştan uzak kalabilmek için, hükmetme egosunu ancak doğal felsefenin uzlaştırıcı bilgisiyle engeller. Her savaşı yapıp kazanmak zorunda olmadığını elbet bir gün bulmak zorundasın. Doğal felsefe( Mutlak bilgi), rahimden uzandığın ilk anda nasıl yapabildiğini hala bilmediğin nefes alma yetindir, nefes alırken bilinçli emirler ile bunu yapamadığın gibi ya da yediklerini ayrıştırıp bir atık (bok) haline getiremediğin gibi kontrolün dışındaki her şeye hükmedemeyeceğini bir şekilde kendine öğretmen gerekir. Yoksa (misal) doğa onu kontrol edemediğin kadar seni yok edecektir. Senin şu andaki tüm hamlelerini yöneten düşünce mekanizmanı doğal felsefe sürümüyle güncellediğin ana kadar.
O halde bu savaşta arınmış, aydınlanmış, yetkinleşmiş bir ordu olmak ta senin elinde, hedeflediğin tüm ideallerden uzaklaşan bir ideal olmak ta senin elindedir. Savaşa gereksinim bile duymadan.
Ey İnsan!
İçinde yaşadığın bu dünya, bedeninde yer almakla birlikte aslında kökeni aşkın-üst bir alanda yatan bir iradenin eseridir. Bu şekilde tasarlanan bir dünya sana duyulur algıların vasıtasıyla kendi hakkında bir şeyler sunmaktan çok, şifre çözücü bir bilgi aygıtı olan beynin vasıtasıyla sana kendisini tasarımlaştıran öz-ne’nin özellikleri hakkında bilgi sunar. Sen beyninin algıladığı duyulur bilgiyi ruhuna yansıyan mutlak bilgiyle beraber harmanladığın vakit öncelikli amacının tüm canlılarda olduğu gibi türünü koruyarak çoğaltmak olduğunu görürsün. Bu ölümlü oluşu kabul eden canlılar için çok doğru bir sonuçtur. Ancak sen tanrının yalnızlığını hedefleyensen bunun dışında bir gerçeği bulmak gerektiğini bilirsin. Dünyanın varoluşunu tasarımlayan iradenin, düşünce yapısına erişebilmek ve bilme algısına ulaşabilmek için, önce dış etkenlerle yapılmış olan kendi iradene hayır diyebilmeli ve onun çizdiği resmi silerek, sana has iradeni ve böylece buyruğunu düşünebilmelisin. Türünün varlığını devam ettirmek ve çoğaltabilmek için; Tüm olarak sen, kendin için var olabilmeli, bunu başardıktan sonra, başaranlara ulaşabilmeli, yönlendirilen tedirgin bir kalabalıktan evrenlerine hükmeden bir topluluk olarak var olabilmelisin.

Yüklə 325,26 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin