Ek 1 Başvuru Formunda Belirtilen Hak İhlallerine Dair Detaylı Açıklamalar ÖZGÜRLÜk ve güvenlik hakki ihlali (Aİhs mad. 5)



Yüklə 187,31 Kb.
səhifə1/2
tarix02.11.2017
ölçüsü187,31 Kb.
#26686
  1   2

EK 1

Başvuru Formunda Belirtilen Hak İhlallerine Dair Detaylı Açıklamalar

ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK HAKKI İHLALİ (AİHS mad. 5)

  1. Gözaltına alındıktan sonra derhal kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önüne çıkarılma hakkının ihlali (AİHS mad. 5/3)

a. Kanunla önceden kurulmuş mahkeme huzuruna çıkarılma hakkı

  1. AİHS’nin 5. maddesi anlamında bir mahkeme aynı zamanda kanunla kurulmuş olmalıdır. AİHM’ye göre, “Sözleşmeye mündemiç olan hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, “mahkeme” her zaman kanunla öngörülmüş olmalıdır; aksi halde mahkemeler, demokratik toplumda kişilerin davalarını karara bağlamak için gerekli olan meşruiyetten yoksun olurlar” (Lavents/Letonya, par. 81). Kanunla kurulmuş mahkeme ilkesi veya diğer bir ifade ile doğal hâkim güvencesi, belirli bir olaya özgü mahkeme kurma yasağını ve özellikle ceza hukuku söz konusu olduğunda, mahkemelerin suçun işlendiği tarihten önce kurulmuş olmasını gerektiren çok temel bir güvencedir.

  2. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) 6 Haziran 2016 tarihli “The functioning of democratic institutions in Turkey” isimli Raporu’nda (Doc 14078)1 belirtildiği gibi, yargı üzerindeki yürütme baskısı, dört bakan ile Başbakan Erdoğan’ın oğlunun isminin de karıştığı 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk operasyonları ile başlamıştır. Bu çerçevede, ilk olarak HSYK yasasında ve bahse konu Raporda “özel mahkemeler” ya da “süper hâkimler” olarak nitelendirilen sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasını öngören yasal değişiklikler yapılmıştır. Sulh ceza hâkimlikleri, 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını yürüten ve iktidar tarafından “paralel yapı” olarak adlandırılan kamu görevlileri ile ve genel olarak Gülen Hareketi ile mücadele için kurulmuştur (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 5, 31, 40, 65 ve özellikle 68). Yolsuzluk soruşturmalarını yürüten polislere karşı açılacak soruşturmalarda, Paralel Yapıya mensup oldukları iddia edilen polisleri tutuklayıp, bir daha serbest bırakmamak üzere, işlendiği iddia edilen suçlardan sonra özel bir amaçla kurulmuştur.

  3. Belirtilen rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarından hemen sonra, 2014 yılı başında, polislere karşı başlatılan ilk ceza soruşturmaları, Adana ve Ankara illerinde gözaltına alınan polislere karşı yapılmıştır. Gözaltına alınan polislerin bazıları tutuklanmış, ancak atılı suçlara ilişkin somut delil olmadığı gerekçesiyle itiraz mercii olan mahkemelerce serbest bırakılmışlardır. O tarihteki Başbakan Tayyip Erdoğan bu durumdan rahatsızlığını, “ortadaki delillere rağmen polisler nasıl tutuklanmaz?” anlamına gelen cümlelerle ifade etmiştir.

  4. 22 Haziran 2014 tarihinde, bir gazetecinin “Paralel Yapıya operasyon yapılacak mı?” şeklindeki sorusuna, “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanının önünde. Onun tarafından onaylanınca hızlı adımlar atılacak.2 Başbakan aynı konuşmada, yolsuzluk operasyonlarını yürüten polislere karşı 22 Temmuz 2014 tarihinde başlatılacak operasyonları kast ederek, “Bir proje geliştiriyoruz. Bu işin alt yapısını oluşturuyoruzbeyanında da bulunmuştur3. Dönemin Cumhurbaşkanının önünde bekleyen ve proje olarak adlandırılan yasal düzenleme, 28 Haziran 2014 tarihinde yürürlüğe giren yasal düzenlemedir. Bu yasal düzenleme ile tutuklama ve tutuklamaya itiraz, arama, el koyma, kayyım atama ve tekzip yargılamaları konularında münhasıran yetkili, sınırlı sayıda ve hâkimleri özel olarak seçilip atanan ve kapalı devre çalışan (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 69) sulh ceza hâkimlikleri kurulmuştur. Böylece Adana ve Ankara’da istediği kararları aldıramayan iktidar, yapılacak yasal düzenlemeler ile, bundan sonra istediği kararları aldırabileceği özel mahkemeler (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 5 ve 69) düzeni oluşturma isteğini kamuoyuna açıklamıştır.

  5. O tarihteki Başbakan, yukarıdaki görüşlerini, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ziyaret ettiği Büyük Birlik Partisi temsilcileri önünde de tekrarlamıştır. BBP Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çayır bu durumu, “Recep Tayyip Erdoğan ziyarette, “Sulh ceza hâkimlikleri ile ilgili düzenleme yaptık. Şu an Abdullah Bey’in önünde; bir hafta, 10 gün içerisinde çıktığında bunların defterini düreceğim.” ifadelerini kullandı4 şeklinde kamuoyuna duyurmuştur. Remzi Çayır, bu beyanını bir televizyon kanalında da tekrarlamış olmasına rağmen5, söz konusu görüşler bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar yalanlanmamıştır.

  6. Hâkim ve savcı atamalarının yapıldığı HSYK 1. Dairesi’nin iki üyesi, 15 Ocak 2014 tarihinde Adalet Bakanının teklifi üzerine değiştirilmiş ve bu değişiklik sonrası, iktidarın bu dairede çoğunluğu ele geçirdiği ve istediği hâkim ve savcıyı istediği göreve atayabileceği medyada ileri sürülmüştür. HSYK 1. Dairesi, 16 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul Adliyesine toplam 6 sulh ceza hâkimi atamıştır. 20 Temmuz 2014 tarihinde, Başbakan Ordu ilinde, (iki gün sonra) polislere karşı yapılacak operasyonu kast ederek, “Yargı süreci başlıyor; (bu süreci) sulh ceza hâkimlikleri götürecek” şeklinde açıklama yapmıştır6. Aynı gün, “Paralel yapıyla mücadele için, biliyorsunuz bu atamaların yanında, sulh ceza hâkimliği ile alakalı da atamalar yapıldı. Bunların hepsi yarından itibaren görevlerini yapmaya başlayacaklar. Gerek emniyet, gerek yargıda nelerin olacağını göreceğiz.” açıklamasını yapmıştır7. Yürütmenin başı tarafından yapılan bu açıklama, sulh ceza hâkimliklerinin gerçek kurulma amacını açıkça göstermektedir.

  7. 21 Temmuz 2014 tarihinde sulh ceza hâkimleri göreve başlamışlardır. Bu hâkimlerden biri, aynı gün, 106 klasör, 7 hard disk ve 238 kişiye ait dinlemeler ile 1292 sayfalık CD’yi ve daha birçok belgeyi inceleyerek (?), Paralel Yapıya mensup olduğu iddia edilen 100’den fazla polise ilişkin arama ve el koyma kararları vermiştir. 22 Temmuz 2014 tarihinde gece saat 1.30’da ise söz konusu arama işlemleri fiilen başlamış ve polisler gözaltına alınmıştır.

  8. O tarihteki Başbakan, polislere karşı yapılan gözaltılar başladıktan hemen sonra ise, Şimdi hesap soruluyor, ortaya daha neler çıkacak neler, …Bitmedi bu daha başlangıç…” ifadesini kullanarak8, yargı sürecinin bizzat merkezinde yürütme organının olduğunu ifade etmiştir.

  9. Hükümeti yakından destekleyen gazeteci Nagehan Alçı, NTV haber kanalında, 1 Mayıs 2015 tarihinde katıldığı bir programda, “Sulh ceza hâkimlikleri Paralel Yapı’yı bertaraf etmek için kuruldu ifadelerini kullanmıştır9. Aslında bu kanaat, toplumun neredeyse tamamında var olan olguya dönüşmüş algının açığa vurulmasından başka bir anlama gelmemektedir.

  10. Bütün bu belirtilenlerden anlaşılacağı üzere, tutuklama hususunda münhasıran yetkilendirilen sulh ceza hâkimlikleri10, özel olarak yürütmeyi elinde tutan gücün kendisine düşman gördüğü Gülen Hareketi’ne mensup olduğunu iddia ettiği kişileri hukuk devletinin çizdiği sınırların dışına çıkarak, baskı yapmak, hürriyetlerinden yoksun bırakmak, mal varlıklarına el koymak, en temel haklarını kullanmalarını engellemek ve o tarihte Başbakan olan Erdoğan’ın ifadesiyle, Gülen Hareketi ile mücadele etmek amacıyla kurulmuştur.

  11. Kısaca, sulh ceza hâkimlikleri, 17 Aralık 2013 tarihinden önce işlendiği iddia edilen suçlarda, tutuklama, arama, el koyma, iletişimin tespiti, kayyım atama gibi kişi özgürlüğüne, özel hayata ve mülkiyet hakkına çok ağır müdahale oluşturan tedbirlere ve basın yoluyla bireylerin kişilik haklarına yapılan saldırılara ilişkin tekzip uyuşmazlıklarında münhasıran karar vermek üzere kurulmuştur.

  12. Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, sulh ceza hâkimlikleri, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında görev almış ve ülke genelinde Hükümetin hoşuna gitmeyen soruşturma işlemlerini yürütmüş, iktidar mensuplarının (delilsiz olarak) “Paralel Yapı” mensubu olarak fişledikleri veya hissettikleri kamu görevlilerini ve Gülen Hareketine mensup olduğu iddia edilen kişileri tutuklatmak ve serbest kalmalarını hukuken imkânsız kılarak, yargılamadan cezalandırmak için kurulmuştur. Gülen Hareketine sempati duyan insanların sahip olduğu şirketlerde, hiçbir makul suç şüphesi olmadan arama kararı almak ve baskı oluşturmak için kurulmuştur. Gülen Hareketi sevenleri tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarına, eğitim kurumlarına ve şirketlere illegal şekilde baskı yapmak ya da kayyım atama kılıfı altında el koymak için kurulmuştur. Eleştirel yayın yapan medya şirketlerine kayyım atama kılıfı altında el koyup, kısa süre sonra da kapatmak için kurulmuştur. Tüm bu belirtilenlerin somut delilleri, özellikle yürütme organının en etkili mensuplarının açıklamaları ve son iki yıllık uygulamalar ile özellikle 22 Temmuz 2014 tarihinden sonraki kararlar incelendiğinde açıkça görülecektir.

  13. Kısaca, sulh ceza hâkimlikleri özellikle Gülen Hareketi’ni veya bu harekete mensup olduğu iddia edilen kişileri hukuk dışı yargılamadan tutuklayıp cezalandırmak ve bu Harekete baskı yapmak için özel olarak kurulmuş hâkimliklerdir. 20 Temmuz 2014 tarihindeki Başbakanın ifadesi ile, sulh ceza hâkimlikleri, ADALET DAĞITMAK İÇİN DEĞİL, “Paralel Yapı adını verdikleri, yürütmenin (yargının değil) terör örgütü ilan ettiği Gülen Hareketine mensup olduklarını iddia ettikleri kişi, kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütleri ile mücadele için” özel olarak kurulmuşlardır.

  14. Somut olayda da, başvurucu, iddia edilen silahlı terör örgütüne üye olmakla suçlanmış ve tutuklanmıştır. Dolayısıyla, belirtilen oluşumla mücadele amacıyla özel olarak kurulmuş bir hâkimlik kararıyla tutuklanmış, itiraz talebi de yine başka bir sulh ceza hâkimliği tarafından, şablon bir gerekçe ile reddedilmiştir. Özellikle itiraz merciinin de bir diğer sulh ceza hâkimliği olarak belirlenmesi, yasa koyucunun niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bu niyet, yürütmenin başı tarafından da ifade edildiği gibi, bir proje olarak geliştirilip, sınırlı sayıda özel olarak belirlenip atanan hâkimlerle, arzu edilen kararlar çıkarılabilecek ve yargı kararları şansa bırakılmayacaktır. Son iki yıllık uygulama da bu görüşü net bir şekilde kanıtlamakta olup, bu durum herkesçe malumdur.

  15. Sonuç olarak, sulh ceza hâkimliklerinin, özel olarak Gülen Hareketi veya bu Harekete mensup olduğu iddia edilen kişilerle mücadele etmek için kurulduğunda, Başbakan’ın beyanı karşısında, en küçük kuşku yoktur. Bahse konu Harekete yakın olduğu düşünülen kişi, şirket ve kurumlara karşı alınacak tedbir kararlarında ve açılacak davalarda (arama, tutuklama, el koyma, kayyım ve tekzip gibi) karar vermek üzere özel amaçla kurulduğu hususunda çok sayıda somut delil bulunan sulh ceza hâkimlikleri, özellikle Gülen Hareketine mensup oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma açılıp tutuklanan veya başkaca tedbir kararları alınan kişiler ya da kuruluşlar açısından doğal hâkim güvencesinden yoksundurlar.

  16. Oysa başvurucu, gözaltına alındıktan sonra derhal kanunla önceden kurulmuş veya doğal hâkim güvencesine sahip bir yargı organı önüne çıkarılma hakkına sahiptir (AİHS mad. 5/3). Doğal hâkim ilkesi, özellikle atılı suçun işlendiği tarihinden önce kurulmuş bir mahkeme huzuruna çıkarılma hakkını güvence altına almakta ve belirli bir olaya özgü mahkeme kurma yasağını öngörmektedir. Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, sulh ceza hâkimlikleri başvurucuya atılı eylemin gerçekleştirildiği tarihinden sonra ve özel olarak toplumun bir kesimiyle (başvurucunun da üyesi olduğu iddia edilen bir toplumsal kesimle) mücadele için kurulmuş yargı organlarıdır. Somut olayda başvurucu, gözaltına alındıktan sonra, doğal hâkim güvencesinden yoksun olan sulh ceza hâkimliği önüne çıkarılmış olmakla, Sözleşmenin 5/3 maddesi ihlal edilmiştir. Kısaca, doğal hâkim güvencesinden yoksun bir organ önüne çıkarıldığı için başvurucunun gözaltı süresi sona ermemiştir.

  17. Sonuç olarak, gözaltı sonrası huzuruna çıkarılan kişi AİHS anlamında bir hâkimde bulunması gereken kanunla önceden kurulmuş olma niteliğine sahip olmadığı için, AİHS’nin 5/3 maddesi ihlal edilmiştir.


b. Bağımsız ve tarafsız mahkeme huzuruna çıkarılma hakkı

  1. AİHS’nin 5. maddesi anlamında bir mahkemenin olmazsa olmazlarından ya da kurucu unsurlarından biri de, bağımsızlık ve tarafsızlıktır (D.N./İsviçre, 29.03.2001 Nikolova/Bulgaristan, par. 49). Bağımsız ve tarafsız olmayan bir organ, ismi mahkeme de olsa, AİHM’nin anladığı anlamda mahkeme olarak dahi adlandırılamaz (Beaumartin/Fransa). AİHM, Bulgaristan’ı ilgilendiren bir kararda, başvurucuyu tutuklayan organın AİHS’nin 5/3 maddesi anlamında bağımsız ve tarafsız değerlendirilemeyeceğini saptadıktan sonra, söz konusu organın AİHS’nin 5. maddesi anlamında mahkeme sayılamayacağını ve dolayısıyla başvurucunun gözaltı süresinin söz konusu organ kararı ile sona ermeyeceğini değerlendirmiş ve böylece Sözleşmenin 5/3 hükmünün ihlal edildiğine hükmetmiştir (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, par. 148-149). Bağımsız ve tarafsız olmayan bir hâkim önüne çıkmak, gözaltındaki kişinin AİHS anlamında hâkim huzuruna çıkması anlamına gelmeyeceği için, gözaltı süresini sona erdirmez; bu durumda da AİHS’nin 5/3 maddesi anlamında, kişinin gözaltına alındıktan sonra derhal hâkim huzuruna çıkarılma ilkesi ihlal edilmiş olur. Gözaltına alınmış bir bireyin, AİHS’nin 5. maddesi anlamında bağımsız ve tarafsız bir hâkim huzuruna derhal çıkarılmaması durumunda Sözleşmenin 5/3 hükmü ihlal edilmiş olur (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, par. 146-150 - Nikolova/Bulgaristan, par. 51 ve 52). Gözaltına alınan her birey, derhal bağımsız ve tarafsız bir hâkim ya da mahkeme huzuruna çıkarılma hakkına sahiptir (AİHS md. 5/3).

  2. Somut olayda da, gözaltına alınmış olan başvurucu aynı hakka sahip olmasına rağmen, aşağıdaki somut bulgulardan anlaşılacağı gibi, kendisi, gözaltı süresi sona ermeden, bağımsız ve tarafsız bir yargı organı huzuruna çıkarılmamıştır. Başvurucu, özellikle 17-25 Aralık 2013 öncesi işlendiği iddia edilen suçlarda tutuklama, el koyma, arama ve kayyım atama gibi konularda karar vermek üzere, 28 Haziran 2014 tarihinde, toplumun bir kesimi (Gülen Hareketi) ile mücadele etmek için özel olarak sonradan kurulmuş sulh ceza hâkimlikleri önüne çıkarılmıştır. Kendisinin de üyesi olduğu iddiasıyla tutuklandığı bir oluşumla mücadele için kurulmuş bir hâkimlik tarafından tutuklanmıştır. Toplumun bir kesimi ile ve tutukladığı kişi ile mücadele için kurulduğu yürütmenin başı tarafından açıklanmış hâkimlik, bağımsız ve tarafsız olabilir mi? Sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadığını gösteren onlarca somut bulgu bulunmakta olup, bunlardan bir kısmına aşağıda kısaca yer verilmiştir.

  3. AİHM’ye göre, mahkemelerin bağımsız olup olmadığı özellikle üç ölçüt dikkate alınarak değerlendirilebilir. Bunlar, mahkeme üyelerinin atanma şekli ve üyelerin görev süresi, dış etkilere karşı teminatların bulunup bulunmaması ve söz konusu mahkemenin bağımsızlık görüntüsü verip vermemesi ölçütleridir (Findlay / İngiltere, par. 73).

Görev Süreleri Dolmadan Görev Yerleri Değiştirilen Hâkimler

  1. Bir mahkemenin bağımsız olup olmadığının en önemli göstergelerinden biri, bu mahkemeye atanan hâkimlerin, bir üst mahkemeye seçilme durumu hariç, talepleri olmadan ve görev süreleri dolmadan görevlerinden alınamamasıdır (bu konuda örnek olarak bkz. Campbell ve Fell/Birleşik Krallık, par. 80 - Lauko/Slovakya, par. 63).

  2. 12 Ekim 2014 tarihinde HSYK üyelikleri için Türkiye genelinde seçimler yapılmıştır. Yeni HSYK’nın oluşumundan sonra yayınlanan 27 Kasım 2014 tarihli ilk kararname ile, özellikle seçimleri kazanan HSYK üyelerine rakip olan ve yüksek oy alan adaylar, adeta cezalandırılır şekilde, talepleri olmadan ve görev süreleri dolmadan başka illere atanmışlardır. Örneğin, atandığı Ankara Adliyesinde henüz bir yıllık görev süresi dolmamış olan ve seçimlerde 4816 hâkim ve savcının oyunu alan bağımsız aday Hâkim Ayşe Neşe Gül, talebi olmamasına rağmen, aradan 45 gün geçmeden Edirne iline atanmıştır.

  3. Normal bir kararname süreci olmamasına rağmen, 15 Ocak 2015 tarihinde yeni bir kararname daha çıkarılmış ve bulundukları görevde, görev süreleri dolmamış olan 888 hâkim ve savcının görev yeri, kış ortasında ve talepleri olmadan değiştirilmiş ve başka illere atanmışlardır. Bu kararname ile, sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmadıkları gibi doğal hâkim güvencesine de sahip olmadıkları yönündeki gerekçeleri haklı bularak, dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne somut norm denetimi yoluyla gönderen Eskişehir 1. Sulh ceza hâkimi Kemal Karanfil de, görev süresi dolmadan ve talebi olmadan Zonguldak iline atanmıştır.

  4. 12 Haziran 2015 tarihli yaz kararnamesi ile de toplam 2665 hâkim ve savcının tayinleri başka illere yapılmıştır. Kural olarak her yıl ortalama 1600-1700 arası hâkim ve savcının yaz kararnamesi ile atamaları yapılırken, bu kez yaklaşık 900 hâkim ve savcı, talepleri olmadan ve görev süreleri dolmadan başka illere tayin edilmiştir. Bazı hâkimlerin görev yerleri ise, bir yıl içerisinde birkaç kez değiştirilmiştir. Örneğin, Hâkim Bahattin Aras’ın görev yeri, talebi olmamasına rağmen, bir yıl içerisinde toplam beş kez değiştirilmiştir.

  5. 6 Haziran 2016 tarihli yaz kararnamesinde de benzer bir uygulama yaşanmıştır. Belirtilen tarihli kararname ile, normal sayının neredeyse iki katı olan 3228 hâkim ve savcının görev yeri değiştirilmiştir. CHP milletvekili Mahmut Tanal, HSYK 2016 Yılı Haziran Kararnamesini, “Halen çalışma süreleri bulunan hâkim ve savcılar talepleri olmadığı halde görevlerinden alınıp gönderildiler. Artık yargının kararları kin ve öfke ile değerlendiriliyor. Sanki hâkimlerin verdiği kararların şeceresi tutuluyor. Hâkim ve savcının aldığı kararlar Hükümeti sevindiren kararsa ileride ödüllendirilir. Reza Zarrab’ın adamlarını tahliye eden hâkimler taltif edildi. Hükümetin çok sevmediği, istemediği şekilde karar veren hâkim ve savcılar soruşturma geçirerek açığa alındı, ceza evine atıldı.” şeklinde değerlendirmiştir. Toplumsal olaylarda Hükümet aleyhine tolere edilecek karar alanlar HSYK kararnamesi ile sürgün edildi” şeklinde değerlendirmiştir. Bu kararname ile yüzlerce hâkim, talepleri olmadan ve görev süreleri dolmadan başka illere atanmıştır. Karşıyaka asliye ceza mahkemesi hâkimi ve YARSAV Başkan Yardımcısı Murat Aydın ve eşi hâkim Gülay Aydın görev süreleri dolmadan, iradelerine aykırı olarak Trabzon’a atanmıştır. Murat Aydın, Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen TCK’nın 299. maddesinin Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvuran hâkimdir. 17 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında tutuklanan Reza Zarrab’ın adamı Abdullah Happani ile Halk Bank eski Genel Müdürü Süleyman Aslan ile diğer dört kişiyi tahliye eden sulh ceza hâkimi Hulusi Pur ise, ödüllendirilerek İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na atanmıştır.

Verdikleri Kararlar Nedeniyle Görev Yerleri Değiştirilen Hâkimler

  1. Ankara’da dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın çalışma ofisine dinleme cihazı konulduğu iddiasıyla açılan ve kamuoyunda adı “Böcek Davası” olarak bilinen davada beraat kararı veren Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi hâkimleri İsmail Bulun ve Numan Kılınç, görev süreleri dolmadan, 25 Temmuz 2015 tarihli HSYK kararnamesi ile görevlerinden alınmışlardır. Aynı davada, tutuklu Hasan Palaz’ı tahliye eden 2. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Fatma Ekinci de başka bir mahkemede görevlendirilmiştir.

  2. 16.07.2014 tarih ve 1644 sayılı HSYK Kararnamesi ile Ankara Adliyesine atanan ilk sulh ceza hâkimleri Hülya Tıraş, Seyhan Aksar, Hasan Çavaç, Bahadır Çoşlu, Yavuz Kökten, Orhan Yalmancı, Deniz Gül, Faruk Kırmacı’dır. İlk kez atama yapılan 16.07.2014 tarihinden 28.07.2015 tarihine kadar geçen bir yıllık süre zarfında, Ankara’da görev yapan sekiz sulh ceza hâkiminden yedisi (8. Sulh ceza hâkimi hariç) görevden alınmıştır. Ankara’da, ilk olarak iktidarın tutuklanmasını istediği bazı polisleri serbest bırakan sulh ceza hâkimleri Yavuz Kökten ve Süleyman Köksaldı görevden alınmış ve başka mahkemelere atanmıştır. 01.03.2015’te tutuklamaya sevk edilen 24 polisi tutuklamayan Orhan Yalmancı ve bir kısım itirazları ret eden Hasan Çavaç ve polislere yönelik daha önceki bir operasyonda şüpheli polisleri serbest bırakan Seyhan Aksar, dokuz gün sonra, 09.03.2015 tarihinde görevden alınmıştır. Ankara 7. Sulh ceza hâkimi Hülya Tıraş, 14.07.2015 tarihinde, 110 gün tutuklu kalan 25 şüpheli hakkında tahliye kararı vermesi üzerine, bu karardan iki hafta sonra görevden alınmıştır. 23.07.2015 tarih ve 1157 sayılı HSYK kararnamesi ile yine aynı dosya kapsamında tahliye kararı veren Yaşar Sezikli ve Ramazan Kanmaz da görevden alınmıştır. Ankara’da eski istihbarat polislerine yapılan usulsüz dinleme operasyonunda tutuklamaya sevk edilen 18 polisi serbest bırakan Osman Doğan da görevinden alınmıştır. Yürütme organının Gülen Hareketi aleyhine kullandığı soruşturmalardan biri olan KPSS soruşturmasında 25 tutuklu hakkında tahliye kararı veren 4. sulh ceza hâkimi Ramazan Kanmaz da, henüz bir yıl dahi görev yapmadan başka bir mahkemede görevlendirilmiştir. Bu hâkimlerin temel görevden alınma nedeni, 2015 yılının Şubat, Mart ve Temmuz aylarında verdikleri ve iktidarın hoşuna gitmeyen tahliye kararları ya da tutuklama taleplerine ilişkin ret kararlarıdır.

  3. 63 tutuklu hakkında tahliye kararı verdikleri için 30 Nisan ve 1 Mayıs 2015 tarihlerinde İstanbul’da tutuklanan hâkimler Metin Özçelik ve Mustafa Başer’in 24 Temmuz 2015 tarihli aylık tutukluluk incelemesinde, tutuklu hâkimlerin tahliye edilmesi gerektiği yönünde oy kullanan Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi Nilgün Güldalı, bir gün sonra HSYK kararı ile iş mahkemesinde görevlendirilmiştir.

  4. Youtube’a erişimin engellenmesi yönündeki TİB kararının yürütmesinin durdurulması yönünde karar veren Ankara 4. İdare Mahkemesi Başkanı Cihangir Cengiz, görev süresi dolmadan Konya İdare Mahkemesine tayin edilmiştir.

  5. İstanbul’un siluetini bozan 16/9 kulelerinin (Cumhurbaşkanının arkadaşı bir yüklenici tarafından inşa edilmiştir.) yıkılması yönünde karar alan ve 3. Havalimanı’nın ÇED raporu için yürütmenin durdurulması kararı veren İstanbul 4. İdare Mahkemesinin başkan ve iki üyesi de başka illere tayin edilmiştir.

  6. Gezi Parkı ve çevresindeki Taksim Meydan Projesi’ni iptal eden kararı alan İstanbul 10. İdare Mahkemesinin Başkanı Rabia Başer Bölge İdare Mahkemesi’nde görevlendirilmiş, üye Ali Kurt da Van iline tayin edilmiştir. Hâkim Rabia Başer, 6 Haziran 2016 tarihinde ise İstanbul Vergi Mahkemesi’ne atanmıştır.

  7. 17 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında Hükümet üyelerinin çocuklarının da bulunduğu şüpheliler hakkında tutuklama kararı veren hâkim Cemil Gedikli, 1 yıl 6 ay içerisinde, hiçbir talebi olmadan önce İstanbul’dan Erzurum’a, daha sonra da Kastamonu’ya tayin edilmiştir.

  8. 15 Ekim 2015 tarihli HSYK kararnamesi ile, Cumhurbaşkanı’nın kızı Sümeyye Erdoğan’a suikast yapılacağı yönünde Hükümete yakın bazı gazetelerde çıkan haberlerin yalan ve iftara olduğunu içeren iddianameyi kabul eden Bakırköy 2. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Osman Burhanettin Toprak, görev süresi dolmadan ve talebi olmadan Konya’ya tayin edilmiştir.

  9. 1 Kasım 2015 tarihli genel seçimlerden bir süre önce, Gülen Hareketi’ne yakın bazı televizyon kanalları, iktidarın baskısı sonucu, Digitürk isimli yayın platformundan çıkarılmıştır. Bu televizyon kanallarından Bugün TV ile Samanyolu Yayın Grubunun bünyesinde yayın yapan televizyon kanallarının bağlı olduğu tüzel kişiliklerin açtığı davada, televizyon kanalları lehine karar veren Mersin 1. Tüketici Mahkemesi hâkimi Mustafa Çolaker, 7 Aralık 2015 tarihinde HSYK tarafından bu görevinden alınarak, hemen Çorum ilinde görevlendirilmiştir. Hakkında inceleme başlatılmış ve bu incelemeyi yürütmesi için bir de müfettiş atanmıştır11.

  10. Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mazlum Bozkurt, Kurmay Albay Hüseyin Kurtoğlu ile beş subayın mahkûm edilmesine ilişkin ilk derece mahkemesi kararının onanması yönünde görüş bildirdiği için, HYSK tarafından 1 Aralık 2015 tarihinde açığa alınmıştır.

  11. Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimi iken Fetullah Gülen’in pasaport iptali haberi için 5. Sulh Ceza Hakimliği’nde, TİB’deki casusluk haberi için 7. Sulh Ceza Hâkimliği’nde tekzip kararı veren hâkim Süleyman Köksaldı, Ankara 21. İş Mahkemesi hâkimliğinde görevlendirilmiştir12.

  12. İktidarın kontrolündeki bir yayın organı olan Sabah Gazetesi’nde, 26.07.2015 tarihinde, “Paralele kararsız hâkime yetki ayarı” başlıklı bir haber yayınlanmıştır. Haberde, “Paralel yapı soruşturmalarında kararlı tutum takınan hâkimler ağır ceza mahkemesi üyeliği gibi görevlere getirilirken, ikircikli davranan hâkimler aile ve asliye ceza mahkemelerinde görevlendirildi.” ifadeleri kullanılmıştır13. Böylece, hâkim ve savcılara meslekte yükselmenin adeta yolları gösterilmiştir. Bu duruma birçok örnek bulunsa da, İstanbul sulh ceza hâkimi Hulusi Pur açık bir örnek olarak gösterilebilir. Hulusi Pur, sulh ceza hâkimi olarak verdiği kararlar sonrası, kısa sürede Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına atanmıştır. Bu hâkim, 17 Aralaık 2013 tarihli yolsuzluk soruşturmalarında tutuklanan 6 şüpheliyi 14 Şubat 2014 tarihinde tahliye etmiştir. Ayrıca, 21 Temmuz 2014 tarihinde, sulh ceza hâkimlerinin göreve başladıkları ilk iş gününde, 17-25.12.2013 tarihli yolsuzluk soruşturmalarını yürüten 100’den polise ilişkin iki ayrı soruşturma dosyasında, arama ve el koyma kararları vermiş, müteakiben söz konusu polislerin bir kısmını tutuklamıştır.

  13. 28 Şubat 2016 tarihinde, Artvin’deki maden ocağı işletme iznine ilişkin yürütmeyi durdurma kararı veren iki hâkim hemen başka yerlere atanmıştır. Söz konusu maden ocağının işletilmesine ilişkin ruhsat, Cumhurbaşkanı’na yakın işadamlarından Mehmet Cengiz’e verilmiştir (@farukmercan - 28/02/2016 14:06).

Yargının Yürütmeden Bağımsız Olmadığının Somut Örnekleri

  1. 22 Haziran 2014 tarihinde bir gazeteci, o tarihteki Başbakan Erdoğan’a, “Paralel Yapı’ya operasyon yapılacak mı?” şeklinde bir soru sormuştur. Başbakan bu soruya, “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanının önünde. Onun tarafından onaylanınca hızlı adımlar atılacak.” şeklinde cevap vermiştir14. Aynı gün, tam bir ay sonra 100’den fazla polisin gözaltına alınmasına ilişkin operasyonu kast ederek, “Bir proje geliştiriyoruz. Bu işin alt yapısını oluşturuyoruz” açıklamasını da yapmıştır15.

  2. Tayyip Erdoğan, 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi Büyük Birlik Partisi’ni (BBP) ziyaret etmiştir. Bu ziyarette, yukarıdaki düşüncesini daha açık bir şekilde BBP temsilcileri ile de paylaşmıştır. Ziyarette hazır olan BBP Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çayır, Tayyip Erdoğan’ın kendileri ile paylaştığı görüşü şu şekilde açıklamıştır: “Recep Tayyip Erdoğan ziyarette, “Sulh ceza hâkimlikleri ile ilgili düzenleme yaptık. Şu an Abdullah Bey’in önünde. Bir hafta, 10 gün içerisinde çıktığında bunların16 defterini düreceğim.” ifadelerini kullandı”17. Remzi Çayır, yaşanan bu olayı bir televizyon kanalında da yinelemiş olup18, bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar bu beyanlar yalanlanmamıştır.

  3. Sulh ceza hâkimlerine ilişkin yasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra, 16 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul Adliyesine toplam 6 sulh ceza hâkimi atanmıştır. 20 Temmuz 2014 tarihinde, Başbakan Ordu ilinde, (iki gün sonra) polislere karşı yapılacak operasyonu kast ederek, “Yargı süreci başlıyor; (bu süreci) sulh ceza hâkimlikleri götürecek şeklinde açıklama yapmıştır19. 20 Temmuz 2014 tarihinde, “Paralel yapıyla mücadele için, biliyorsunuz bu atamaların yanında, sulh ceza hâkimliği ile alakalı da atamalar yapıldı. Bunların hepsi yarından itibaren görevlerini yapmaya başlayacaklar. Gerek emniyet, gerek yargıda nelerin olacağını göreceğiz.” açıklamasını yapmıştır20. Özellikle bu açıklama, sulh ceza hâkimliklerinin gerçek kurulma amacını ve hâkimlerin nasıl atandığını açıkça göstermektedir.

  4. İstanbul Adliyesi’ne atanan sulh ceza hâkimleri 21 Temmuz 2014 tarihinde görev yapmaya başlamışlardır. Atanan altı hâkimden biri olan Hulusi Pur, göreve başladığı ilk gün, toplam 106 klasör, 7 hard disk, 1292 sayfalık CD ve 238 kişiye ait dinleme kayıtlarını inceleyerek (?), 100’den fazla polise ilişkin arama ve el koyma kararları vermiştir. Kararın alınmasından birkaç saat sonra da, 22 Temmuz 2014 tarihinde, gece yarısı saat 01.30’dan itibaren polislerin evlerinde aramalar başlamış ve 100’den fazla polis gözaltına alınmıştır.

  5. 22.07.2014 tarihinde, o tarihteki Başbakan, polislerin gözaltına alınmasını kast ederek, “Şimdi hesap soruluyor, ortaya daha neler çıkacak neler, ... Bitmedi; bu daha başlangıç” şeklinde beyanda bulunmuştur21. Böylece, savcı ve sulh ceza hâkimi tarafından alındığı zannedilen kararların hangi amaçla ve kim tarafından alındığı açıklanmıştır.

  6. O tarihteki Başbakan, 7 Ağustos 2014 tarihinde Gaziantep ilinde yaptığı bir konuşmada, polislere yönelik yapılan operasyonları kast ederek, “İnlerine gireceğiz dedik; girildi mi? (Evet). Girmeye devam edeceğiz.” şeklinde, halkın önünde beyanda bulunmuştur. Böylece, savcı ve hâkimlerce alındığı zannedilen kararların gerçek karar alıcısı kamuoyuna açıklanmıştır. Aynı durum, 4 Mart 2016 tarihinde Zaman Gazetesi’nin bağlı olduğu şirkete bir sulh ceza hâkimi tarafından kayyım atama kararı verilmesinden sonra da yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gazeteye polis zoruyla el konulması ve barışçıl gösteri yapanlara polis tarafından şiddet uygulanması sonrası, Burdur’da 11 Mart 2016 tarihinde yaptığı konuşmada, “Ne dedim? Bunların inine gireceğiz. Girdik mi? Girmeye devam ediyor muyuz?” ifadelerini kullanarak22, gazeteye kayyım atama kararını kimin aldığını açıkça ifade etmiştir. Bu beyandan, herkesin bir hâkim tarafından alındığını düşündüğü kararın, esasında Cumhurbaşkanı (yürütme) tarafından alındığı anlaşılmaktadır.

  7. Cumhurbaşkanı seçildikten bir süre sonra, bu kez Gülen Hareketi’ni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne (“MGSB” veya “Kırmızı Kitap”) “terör örgütü” olarak koyduracağını kamuoyuna açıklamıştır. Her iki ayda bir gerçekleşen ve başkanlık ettiği birkaç Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra, Gülen Hareketinin artık Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne konduğunu açıklamıştır. 12 Mayıs 2015 tarihinde, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Belçika dönüşünde, uçakta gazetecilere Yargı bundan sonra Kırmızı Kitaba göre karar verecek şeklinde açıklama yapmıştır23. Bunun anlamı, mahkemeler bundan sonra, Anayasa, yasalar ve evrensel normlara göre (AY m. 138/1) değil, erişilebilir ve öngörülebilir olmayan, neleri içerdiği halk tarafından bilinmeyen, resmen gizli bir belge olan ve hukukun kaynakları arasında yer almayan MGSB’de yazılanlara göre karar verecektir. Bu talimatın üzerinden 38 gün geçtikten sonra, İstanbul 5. Sulh ceza hâkimi, tutuklamaya ilişkin 23 Haziran 2015 tarihli kararının gerekçesinde, açıkça Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne dayanmıştır. İstanbul Anadolu 3. sulh ceza hâkimliği ise, 8 Eylül 2015 tarihli kararında (No. 2015/2983) açıkça şu gerekçeye yer vermiştir: “Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde tavsiye olarak Paralel Devlet Yapılanması (PDY/Fetullahçı Terör Örgütü, Fetö) olarak kabul edilmiş, bu tavsiye üzerine, Bakanlar Kurulu Kararıyla da bu yapılanmalar terör örgütü olarak kabul ve ilan edilen terör örgütüne finansal destek sağladıkları …”. Benzer ifadeler, İstanbul Anadolu 9. Sulh ceza hâkiminin 7 Eylül 2015 tarih ve 2015/1291 değişik iş sayılı kararında da tekrarlanmıştır. Bu örnekleri artırmak mümkün olup, tüm bu örnekler, yürütmenin yargıya verdiği talimatın aynen uygulamaya konduğunun açık göstergeleridir. Yürütmenin “Yargı bundan sonra Kırmızı Kitap’a göre karar verecek” talimatı, sulh ceza hâkimlikleri tarafından derhal yerine getirildiğine göre ve birden çok sulh ceza hâkiminin kısa aralıklarla aynı hukuk dışılığı kararlarına yazdıklarına göre, bu hâkimlerin yürütmeden bağımsız olmadıkları açıktır.

  8. Koza-İpek Holding’e ait 18 şirkete kayyım atama kararı veren Ankara 5. Sulh ceza hâkimi, 26.10.2015 tarihli bu kararında “Bu büyüklükte ve yoğunlukta Devletimizin yapısına yönelik hükûmeti yıkmaya, değiştirmeye, görevlerini yapmaya engel olmaya çalıştığı iddia edilen FETÖ/PDY adı altındaki böyle bir Örgütün faaliyetlerine katılan, yardım eden olduğu raporlarla belirtilen şirketlere sadece denetim yönünden kayyum atanması bu suçların işlenmesine engel olamayacağı gibi, delillerin toplanması ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması yönünden yetersiz kalacaktır" ifadelerine yer vermiştir. Bu karardan tam 3 ay 15 gün sonra, İstanbul Anadolu 1. Sulh ceza hâkimi de, 11.02.2016 tarihli kararının gerekçesinde, “Bu büyüklükte ve yoğunlukta, Devletimizin yapısına yönelik, Hükûmeti yıkmaya, değiştirmeye, görevlerini yapmaya engel olmaya çalıştığı iddia edilen FETÖ/PDY adı altındaki böyle bir örgütün faaliyetlerine katılan, yardım eden olduğu raporlarla belirtilen şirketlere …” ifadelerine yer vermiştir. Aynı cümlede yapılan üç ayrı ağır hukuk ihlali (masumiyet karinesi, “devletimizin” ibaresi ve önyargıları karara yazıp tarafsızlık kaybı) dikkate alındığında, tüm bunlar, başvurucunun tutuklanmasına karar veren ve toplumun belirli bir kesimi ile mücadele etme amacıyla kurulduğu yürütmenin başı tarafından ifade edilen sulh ceza hâkimliklerinin kararlarının dahi başkaları tarafından yazılıp kendilerine imzalatıldığını ve yürütmeden bağımsız olmadıklarını açıkça göstermektedir.

  9. Cumhurbaşkanı, 12.05.2015’te Belçika dönüşünde gazetecilere ayrıca, Adana’da MİT Tırlarına ilişkin soruşturmalarını yürüten dört savcı ile bir albayın tutuklandığı olayı kast ederek, Burada bu tutuklama süreci muhtemelen diğerleriyle devam edebilir. Görünen o.” şeklinde de bir beyanda bulunmuştur24. 15 Eylül 2015’te, yolsuzluk soruşturmalarında hâkimlik kararlarına imza atan hâkim Süleyman Karaçöl, örgüt üyeliği ve Hükümete darbeye teşebbüs suçlamasıyla tutuklanmıştır25. Aynı yolsuzluk soruşturmasının savcısı Muammer Akkaş hakkında da, 12 Eylül 2015 tarihinde tutuklanması amacıyla yakalama kararı çıkarılmıştır. Her iki yargı mensubu hakkında açılan soruşturmanın tek nedeni, aldıkları yargısal kararlardır. Sadece bağımsız mahkemelerin, ancak dosyadaki delillere bakarak ve sadece inceleme aşamasında dosyada bulunan delilleri dikkate alarak tutuklama kararı verebileceğine göre, hâkim ve savcıların tutuklanacağı, yürütme tarafından en hafif ifade ile aylar öncesinden bilinmektedir. Bu durumdan, tutuklama kararlarının mahkemeler tarafından değil, bazı iktidar mensuplarınca alınıp, zamanı gelince bu kararların mahkemelere imzalatıldığından başkaca bir sonuç çıkmamaktadır. Bu durum, Türkiye’de sadece sulh ceza hâkimlikleri değil, bir bütün olarak tüm yargının, bağımsızlık açısından yeterli güvencelere sahip olmadığının açık kanıtlarından biridir (bkz. Venice Commission Declaration on Interference with judicial independence in Turkey, adopted on 20 June 2015).

  10. Cumhurbaşkanı, 20 Mart 2015 tarihinde Ukrayna ziyareti dönüşü, Paralelle bağlantılı davalarda karar veren hâkimleri yakından takip ediyoruz şeklinde de bir bayanda bulunmuş, hâkim ve savcılara, adeta kararlarınızı yakından takip ediyoruz; ayağınızı denk alın anlamına gelen bir mesaj vermiştir. Bu açıklamayı duyan ve HSYK’nın 15 üyesinin (15/22) iktidara yakın veya doğrudan iktidarın belirlediği üyelerden oluştuğunu bilen bir hâkim, belirtilen oluşumla ilgili davalarda, yürütmeden korkmadan, bağımsız bir şekilde karar vermesi, imkân dâhilinde dahi kalmamıştır.

  11. Paralel yapıyla bağlantılı oldukları iddia edilen 62 polis ile bir gazetecinin reddi hâkim talebi ile tahliye taleplerini karara bağlayan ve şüphelileri tahliye eden İstanbul Asliye ceza hâkimleri Metin Özçelik ve Mustafa Başer, sırasıyla 30 Nisan ve 1 Mayıs 2015 tarihlerinde tutuklanmışlardır. Tutuklama kararlarında, verdikleri yargısal kararlar dışında başkaca hiçbir somut suç delili gösterilmeden (bkz. 20.1.2016 tarihli AYM kararı, par. 135 ve Karşıoy Gerekçesi), söz konusu iki hâkim, Hükümete darbe teşebbüsü ve silahlı terör örgütü üyeliği ile suçlanmışlardır. Böylece, Cumhurbaşkanının Ukrayna dönüşü verdiği mesajın içeriği anlaşılmıştır.

  12. Ancak yürütmenin iki hâkimin tutuklanmasındaki müdahalesi belirtilenle sınırlı kalmamıştır. 25 Nisan 2015 tarihli 63 şüphelinin tahliye kararından hemen sonra, HSYK toplanarak iki hâkim hakkında soruşturma açmış, buna rağmen Cumhurbaşkanı, 26 Nisan 2015 tarihinde “HSYK geç bile kaldı” açıklamasını yapmıştır. HSYK 2. Daire Başkanı Mehmet Yılmaz ise, kamuoyuna “Geç kaldık, özür diliyorum” anlamında bir açıklamada bulunmuştur. 27 Nisan 2015 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası açıklama yapan Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, iki hâkimin verdiği kararı kast ederek, “Bu ne cüret” şeklinde açıklama yapmıştır. Başbakan, aynı tarihlerde yaptığı Gümüşhane mitinginde, yargı kararlarını kast ederek, bu kararlarla Hükümete karşı darbe yapılmaya çalışıldığını iddia etmiş ve verilen kararın uygulanmasına ilişkin olarak, “buna asla izin vermeyeceklerini” beyan etmiştir. Hâkim atamalarının yapıldığı HSYK 1. Daire Başkanı Halil Koç, hâkimlerce verilen tahliye kararlarını kast ederek, “Elbet bunun bir karşılığı olacak” şeklinde Sabah Gazetesi’ne açıklama yapmıştır. Aynı zamanda HSYK Başkanı da olan dönemin Adalet Bakanı Kenan İpek ise, “... bu fiil ve eylemlerin hukuki bir sonucu bulunduğu kuşkusuz, ... hukuk çerçevesinde hak ettiği karşılığı mutlaka bulacaktır beyanlarına, Adalet Bakanlığı’nın internet sitesine koyduğu basın açıklamasında yer vermiştir. Sonuç olarak, ilgili yürütme mensuplarının tüm üyelerinin belirtilen açıklamalarından ve açık baskıları sonucu, 25 Nisan 2015 tarihli tahliye kararları uygulanmamış ve iki hâkim, kararın üzerinden 5 gün geçmeden tutuklanmışlardır. Aslında, bu olay dahi yürütmenin yargıya yaptığı açık baskının ve müdahalenin en bariz örneğini oluşturmaktadır (bkz. Venice Commission Declaration on Interference with judicial independence in Turkey, adopted on 20 June 2015).

  13. Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, 1 Mayıs 2015 tarihinde “iki hâkimin tamamen yetkisiz hareket ettiğini” ifade etmiştir. Yargıtay Başkanı, birinci sınıf statüsünde hâkim oldukları için, haklarında ceza davası açılması durumunda Yargıtay’da yargılanacaklarını bilmesine rağmen bu türden bir açıklamada bulunmuştur.

  14. 12.05.2015 tarihinde, HSYK, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk soruşturmalarını yürüten dört savcı ile bir hâkimi meslekten ihraç etmiştir. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, 13.05.2015 tarihinde, meslekten ihraç edilen hâkim ve savcıları kast ederek, “17-25 Aralık’ı sahiplerine iade ettik” açıklamasını yapmıştır. Bu açıklamadan, HSYK tarafından alındığı zannedilen kararın, aslında Başbakanlıkça alındığı anlaşılmaktadır. Başbakan’ın ifadesi, yargının, yürütmenin talimatları ile hareket ettiğinin önemli bir göstergesini oluşturmaktadır.

  15. 12.06.2015 tarihinde ise, Yeni Şafak Gazetesi’ne demeç veren HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran, gazeteye göre, “... HSYK’nın paralel yapı soruşturmalarında görev alan yargı mensuplarının arkasında olduğunu dile getiren HSYK Genel Sekreteri Bilgin Başaran, Mayıs ayında gerçekleştirilen kamikaze hâkim vakasının bir benzerinin planlanması veya hayata geçirilmesi durumunda ise gereğinin aynı şekilde yeniden yapılacağını ifade etti.”. Bu ifadelerin suç oluşturduğu kamuoyunda özellikle Prof. Dr. Sami Selçuk tarafından ifade edilmesine rağmen, ilgili hakkında hiçbir işlem yapılmadığı gibi, başvurunun yapıldığı tarih itibariyle görevine devam etmekte olup, gazete haberi de yalanlanmamıştır.

  16. 20 Kasım 2015 tarihinde, “İçişleri Bakanlığı, “Gizli” ibareli bir yazıyı (Sayı: … -2043.(31420) 152488 – Konu: Yargı kararları) HSYK’ya göndererek, idari yargıda görev yapan ve bakanlık aleyhine karar veren 78 idare mahkemesinde görev yapan hâkimler hakkında işlem yapılmasını talep etmiştir. Bunun üzerine, HSYK 3. Dairesi söz konusu hâkimler hakkında inceleme kararı almış, 2. Daire ise, Bakanlık aleyhine karar verdikleri gerekçesiyle, bu hâkimlerden terfi sırası gelen 12 hâkimin terfi işlemini durdurmuştur. Benzer talepler Diyarbakır, Sakarya ve Siirt Valilikleri tarafından da yapılmış olup, bahse konu valilikler, kendileri aleyhine karar veren mahkemeleri ve kararlarını HSYK’ya göndererek, işlem yapılmasını talep etmiştir26. Sadece bu örnek dahi, Türkiye’de yargının artık yürütmenin kontrolüne girdiğini göstermeğe yetmektedir.

  17. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, 29 Mayıs 2015 tarihinde, 19 Ocak 2014 tarihinde Adana’da durdurulan MIT TIR’larıyla ilgili olarak, TIR’larda Suriye’ye silah taşındığının kanıtlarını içeren bir haber yapmıştır. Bu haber sonrası, 31 Mayıs 2015 tarihinde katıldığı TRT 1’deki canlı yayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Milli İstihbarat Teşkilatına atılan bu iftiralar, yapılan gayri meşru operasyon, bir yer de bu ajanlık ve casusluk faaliyetidir. Bu casusluk faaliyetinin içine bu gazete de girmiştir. Orada rakamlar falan veriliyor. Bu rakamların kaynağı nedir? Kimden aldın sen bu rakamları? Paralel Yapı’dan. Bunlarla ilgili avukatıma talimatı verdim, davayı anında açtım. Bu, birileri adına algı operasyonudur. … Bu haberi özel haber olarak yapan kişi de öyle zannediyorum ki, bunun bedelini ağır ödeyecek; öyle bırakmam onu” açıklamasını yapmıştır27. 26 Kasım 2015 tarihinde, Can Dündar aynı gerekçelerle (casusluk ve terör örgütüne (paralel yapıya) yardım), en küçük somut suç delili olmadan, İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimi tarafından tutuklanmış ve yaptığı gazetecilik faaliyetinin bedelini, hürriyetinden mahrum bırakılarak ağır şekilde ödemeye başlamıştır.

  18. Can Dündar ve Erdem Gül, 92 gün tutuklu kaldıktan sonra, Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü ve özgürlük ve güvenlik hakkı ihlali kararı vermesinden sonra tahliye edilmişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Şubat 2016 tarihinde, Can Dündar ile Erdem Gül’ün tahliyesi sonrası, “Bu olayın ifade özgürlüğü ile yakından uzaktan alakası yoktur; bu bir casusluk davasıdır. Bana göre, medyanın sınırsız özgürlüğü olamaz…. Anayasa Mahkemesi bu şekilde bir karar vermiş olabilir. Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sessiz kalırım. … Ama onu kabul etmek durumunda değilim ve verdiği karara da uymuyorum; saygı da duymuyorum. Bu bir tahliye kararıdır. Aslında onlarla ilgili karar veren mahkeme kararında direnebilirdi. Eğer kararında direnmiş olsaydı Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karar boşa çıkacak veyahut da şu anda tahliye edilmiş olan bu kişiler AİHM’ye gideceklerdi. Oradan alacakları netice bellidir. Bu şekilde atılmış adımlar doğru adımlar değildir.”

  19. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 4 Mart 2016 tarihinde Batı Afrika ziyareti sırasında, Türkiye’nin Nijerya Büyükelçiliği’nde gazetecilere yaptığı açıklamada “Anayasa Mahkemesi Başkanı “Anayasa Mahkemesinin verdiği karar her şeyin üstündedir; herkesi bağlar” diyor. Anayasa ve yasa değişikliklerinde evet bağlayıcıdır ama bireysel başvurularla ilgili olarak böyle bir şey ileri süremezsiniz. Eğer bağlayıcı ise tekrar birinci mahkemeye gitmemesi lazım. Birinci mahkeme kalkar da kararında diretirse Anayasa Mahkemesinin verebileceği hiçbir karar yoktur. Nereye gider bu? O kişiler isterlerse AİHM’ye gidebilirler. AİHM eğer Anayasa Mahkemesinin verdiği istikamette karar verirse, o da sadece tazminat bakımından bağlayıcıdır. Devlet de o tazminata itirazlarını yapar veya o tazminatı öder. … Kusura bakmayın bu tür tutuksuz yargılamalar ülkenin güvenlik sırlarını tehlikeye atanlara karşı uygulanırsa, bunun altından kalkamazsınız28.

  20. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11 Mart 2016 tarihinde Burdur’da yaptığı bir konuşmada da, “Anayasa Mahkemesi, Anayasayı açıkça hiçe sayarak, kendini mahkemenin yerine koymuş, bireysel başvuru hakkıyla ilgisi olmayan bir karar vermiştir. … Bu aceleniz ne? … Şu ifadeye bakın: bu kişilerin tutukluluk hallerinin “kuvvetli suç şüphesi olmadığı gerekçesiyle kaldırılmasını” istemiş. Bu konuda mahkeme kesinlikle yetkisi olmadığı halde işin esasına girerek karar vermiştir. … İlk derece mahkemesi kararında direnebilirdi. Yap bakalım, o zaman AYM ne yapacak? Bir de onu görelim. … Bu konunun yargının bağımsızlığı ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. … Bu konuda kim yetki sınırlarının dışına çıkarsa karşısında da beni bulur. Anayasa Mahkemesi böyle bir yola girerse milletim adına ona karşı itirazlarımı dile getirmekten çekinmem, bu tür haksızlıklar karşısında susarsam milletimin itimadına layık olmamış olurum; mesele bu. … Anayasa Mahkemesi bu ülkede devletin ve milletin hakları, menfaatleri, çıkarları konusunda en fazla hassas olması gereken kurumların başında geliyor. Ama bu kurum, üstelik de Başkanının da içinde yer aldığı bir kısım üyeleri eliyle son dönemde Türkiye'ye yönelik en büyük saldırılardan birinin somut örneği olan bir konuda ülkesinin ve milletinin aleyhine karar almaktan çekinmemiştir. Kendi ülkesine ve çıkarlarına karşı saygı duymayan bir kuruma ne dedim? 'Ben de bu karara saygı duymuyorum' dedim. … Anayasa Mahkemesinin kendi varlığını ve meşruiyetini tartışmaya açacak bu tür yollara temenni ederim ki bir daha tevessül etmez29.

  21. Bu ve benzeri birçok uygulama ve beyanlar sonrası, 16.03.2016’da, Venedik Komisyonu, Avrupa Konseyi’ne üye devletlerin Anayasa Mahkemelerinin çalışmalarına yönelik gayri meşru müdahaleler nedeniyle bir bildiri yayınlamıştır. Declaration by the Venice Commission on undue interference in the work of Constitutional Courts in its member Statesisimli bildiride, Venedik Komisyonu, özet olarak, siyasilerin yaptığı açıklamalardan ciddi kaygı duyduklarını ve Anayasa Mahkemesi’ne yönelik beyan ve tehditlerin, Türkiye’nin bağlı olduğu Avrupa Konseyi’nin temel değerlerini (Demokrasi, Hukuk Devleti ve İnsan Haklarının Korunması) açıkça ihlal ettiğini beyan etmiştir30.

  22. 04.04.2016’da, Sabah Gazetesi yazarı Fatih Tezcan, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a hitaben yazdığı bir tweet mesajında, “Şırnak’ta PKK’lı terörist Ahmet U.’yu mahkemeden serbest bırakan hâkim Ayşe Özel. Sicil no 100601. Gereğini yaparmısınız? @bybekirbozdag(@fatihtezcan 10:02 - 04 Nis 16) ifadelerini kullanmıştır31. Bunun üzerine, HSYK, mesajda ismi geçen hâkim hakkında hemen soruşturma başlatmıştır (@defnebulbul1 6/04/16 16:00)32. Bu somut olay, Türkiye’de yargının dış etkilere karşı ne kadar açık olduğunun açık kanıtıdır.

  23. 05.04.2016’da A Haber isimli iktidar güdümündeki bir haber kanalında, “Arka Plan” isimli bir programa katılan AKP’nin etkili milletvekillerinden Galip Ensarioğlu, Başkanlık Sistemini savunduğu beyanlarında, “Parlamenter sistem bizim işimize gelir. Yasama da bizde, yürütme de bizde, yargı da bizde. Bizim, yani Meclis’in AK Parti hükümetini denetlemek gibi bir şeyi olabilir mi?” ifadelerini kullanarak, yargının resmen AKP’nin kontrolünde olduğunu itiraf etmiştir. Aynı programda, üç dönem AKP milletvekilliği ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığı yapmış Anayasa Hukuku profesörü Burhan Kuzu da, bu beyanları destekler mahiyette, “Oğlan bizim, kız bizim; niye denetleyelim” ifadelerini kullanmıştır. Kuvvetler Birliği rejimine geçiş ve dolayısıyla yargının da tek kişi ya da grubun talimatlarına bağlı olduğu ve diktatörlük anlamına gelen bu beyanların kamuoyunda eleştirilmesi üzerine, 07.04.2016’da RS FM isimli radyoda, gazeteci Yavuz Oğhan’ın “Yanlışlıkla mı ağzınızdan kaçırdınız?” şeklindeki sorusuna, Galip Ensarioğlu, “Yanlışlıkla ağzımdan kaçırmadım.” diyerek, beyanlarının sürç-i lisan olmadığını ifade etmiştir33. Unutulmamalıdır ki, belirtilen iki isim, iktidar partisi AKP’nin MKYK’sında yer alan ve beyanları partiyi bağlayan isimler arasındadır.

  24. 26 Nisan 2016 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin haberine göre, Can Dündar ve Erdem Gül hakkındaki AYM kararıyla ilgili olarak Cumhurbaşkanı, görüştüğü “AYM heyeti ve (AYM Başkanı Zühtü) Arslan’a “sitem ederek” … “Verdiğiniz karar yanlıştır. Çünkü mesele, (MİT TIR’ları haberleri), bizim için milli güvenlik meselesidir, bizim bu konudaki hassasiyetimize uyumlu karar vermenizi beklerdik...” demiştir. AYM Başkanı ise, “Erdoğan’ın “milli güvenlik konusunda hassasiyet gösterilmesi” yönündeki sözlerine Doğu ve Güneydoğu’daki “sokağa çıkma yasakları” konusunda yapılan başvuruların AYM tarafından reddedilmesini örnek gösterdi. Arslan, yüksek mahkemenin hak ihlallerinin “devleti yönetenlerin emriyle yapıldığı” yönünde kanaat oluşması halinde sokağa çıkma yasağının hak ihlali olarak görülebileceğini belirterek, “Ancak, sokağa çıkma yasaklarını bu kapsamda değerlendirmedik ve devletin milli güvenlik politikası çerçevesinde karar verdik” mesajını iletti.34 Türkiye Cumhuriyeti’nin fiilen en önemli karar alıcısı olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AYM üyelerine “bu konudaki hassasiyetimize uyumlu karar vermenizi beklerdik” şeklindeki mesajının, söz konusu üyeler üzerinde yapacağı etkiyi ve benzer konularda daha sonra verilecek kararları nasıl etkileyeceği hususunu açıklamaya dahi gerek yoktur. Bu haber bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar yalanlanmamıştır.

  25. Venedik Komisyonu’nun eski üyesi olan Anayasa Hukuku Profesörü Ergün Özbudun, 15.10.2015 tarihinde katıldığı ve Özgürlük Araştırma Derneği tarafından İstanbul’da, Taksim Elit World Hotel’de düzenlenen “Hukuk Devleti Konferansı”nda, “Son yıllarda demokrasimizin en büyük yara aldığı alan yargı, yargı bağımsızlığı ve hukuk devletidir. … Yargı alanındaki gerilemeyi, bozulmayı esas tetikleyen olay da 17-25 Aralık soruşturması olmuştur. Bunu örtbas etmek amacıyla çıkarılan bir dizi kanun, netice itibariyle yargı bağımsızlığını sıfırlamıştır. İlk hamle olarak da adli kolluk kanunlarının değiştirilmesidir. Sonra malum HSYK Kanunu ve yaraların en büyüğünü açtığına kani olduğum sulh ceza hâkimlerini kuran kanun. … Nihayet iki yüksek mahkemenin yapılarını iktidar lehine değiştirme amacını güden kanun ve düzenleme tamamen bu mahkemeleri kendi yandaşlarıyla doldurma amacını gütmüştür. Öyle görünüyor ki bunu da başarmıştır. Bunlarla birlikte, yargı organının zaptı ya da bağımlı bir yargı organı yaratılması teşebbüsünün büyük bir ölçüde başarıya ulaştığı söylenebilir. HSYK seçimlerinde bu görülmüştür. Hükümetin lojistik destek verdiği grup, (13 Ekim 2013 tarihli HSYK) seçim sürecinde amacını yasama ve yürütme ile uyumlu çalışma olarak açıkça itiraf etmiştir. Benim bildiğim yargının görevi yasama ve yürütme ile uyumlu çalışmak değil, onları denetlemektir. Böylece, kısmi bir Anayasa Mahkemesi dışında yargıyı zapt etme süreci tamamlanmış gibi görülüyor” değerlendirmelerinde bulunmuştur. Esasında bu değerlendirmeler, objektif bir gözlemcinin son otuz ayda yargı alanında Türkiye’de yaşananları özetleyen ve son durumu tespit eden son derece önemli değerlendirmeleridir.

  26. 13 Mayıs 2016 tarihinde http://m.t24.com.tr isimli internet haber portalında kaleme aldığı “Bir demokrasi cephesine gereksinim var” isimli yazıda, AİHM eski hâkimi Rıza Türmen, “Türkiye’deki rejimin adının demokrasi olmadığı konusunda artık içeride ve dışarıda bir görüş birliği var. Yargının bağımsız olmadığı, basın ve ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlüklerin sürekli ihlal edildiği, güçler ayrılığının ortadan kaldırılarak tüm gücün tek elde toplandığı, her türlü eleştirinin “paralel yapı” ya da “terörle mücadele” bahanesiyle bastırıldığı, toplumda korku ve baskının egemen olduğu, kendi deneyimlerimizden ve uluslararası deneyimlerden yenen ya da yenilen olamayacağını bildiğimiz bir iç savaşta her gün onlarca insanın yaşamını yitirdiği, kentlerin boşaltıldığı, giderek içine kapanan, kendi karanlığına gömülen bir Türkiye’de bir uçuruma doğru sürüklendiğimizi görmemenin olanağı yok. Bunu iktidar partisi de görüyor. Ancak onlar için her şeyden önemli bir “dava” var. Kendisinden olmayan yüzde 50 üzerinde hegemonik bir yapı kurarak, tek tipçi, otoriter, tek adamın iradesine dayanan, dinsel referanslı yeni bir Türkiye kurmak.” ifadeleri ile Türkiye’de son dönemdeki resmini çekmiş ve yargının bağımsız olmadığı gibi, kuvvetler ayrılığının da ortadan kaldırıldığını beyan etmiştir.

  27. 14 Mayıs 2016 tarihinde ortak basın açıklaması yapan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) dört başkan adayı Koray Aydın, Meral Akşener, Sinan Oğan ve Ümit Özdağ, 15 Mayıs 2016 tarihinde yapılması planlanan MHP Tüzük Kurultayı ile yaşanan süreçte yargıya yürütmenin müdahalesini şu şekilde açıklamışlardır. “… 15 Mayıs 2016'da yapılacağı karar bağlanan MHP olağanüstü kurultayı ile ilgili olarak Gemerek Asliye Hukuk Mahkemesinin "hukuka aykırı olarak" verdiği tedbir kararının kaldırılması talebi ile Ankara 2. İcra Hukuk Mahkemesine yapılan başvurunun kabulü halinde 15 Mayıs 2016 tarihinde kongremizin gerçekleştirileceği, … açılan dava işlem aşamasında iken, Ankara 25. İcra Müdürlüğü'ne Adalet Bakanlığından işlemin devamı yönünde yazılı talimat verilmiş ve bu talimat dosyayı görmekte olan Ankara 2. İcra Hukuk Mahkemesinin dosyasına da UYAP üzerinden gönderilerek mahkemenin vereceği karara tesir edilmeye çalışılmıştır. Dün itibarıyla tüm baskılara rağmen Ankara 2. İcra Hukuk Mahkemesi talebin kabulü ile Ankara 25. İcra Müdürlüğünce yapılan tüm işlemlerin iptaline karar vermiştir. Böylece MHP'nin Olağanüstü Tüzük Kurultayının yapılması önündeki engel kalkmıştır. Ancak mahkemenin bu kararı avukatlar marifetiyle gereğinin ifası için Ankara 25. İcra Müdürlüğüne teslim edildiğinde, İcra Müdürünce kongrenin yapılması yönündeki işlemlere derhal başlanmışken, avukatlarımızın da şahit olduğu üzere Adalet Bakanlığından gelen bir telefon üzerine yapılan işlemler durdurulmuştur. İcra Müdürü işlemi durdurmasının akabinde Adalet Bakanlığından konu ile ilgili nasıl bir işlem yapacağı yönünde görüş istemiş bu istem üzerine Adalet Bakanlığı yazılı cevap vererek, İcra Müdürlüğünün Ankara 2. İcra Hukuk Mahkemesinin kararını yok sayması talimatını vermiştir. İcra Mahkemelerinin kararını derhal uygulamakla görevli İcra Dairesi bu görevi uygulamaya koymak yerine konunun tarafı haline gelen Adalet Bakanlığından talimat sorarak tamamen hukuksuz bir işlem gerçekleştirmiştir ve Ankara 2. İcra Hukuk Mahkemesi kararını hukuka aykırı şekilde yok saymıştır." (@meral_aksener).35 Gerçekten de bu basın açıklamasında bahsedilen Adalet Bakanlığı yazısı, Altan Fatih Mehan isimli bir genel müdür yardımcısı tarafından imzalanıp Ankara Başsavcılığı aracılığıyla Ankara 25. İcra Müdürlüğü’ne gönderilen 13 Mayıs 2016 tarihli resmi evrak, Yeniçağ Gazetesi ve internet medyasında yayınlanmıştır.36

  28. 26 Mayıs 2016 tarihinde yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27 Mayıs 2016 tarihinde Kırşehir ilinde Ahilik Haftası çerçevesinde yaptığı konuşmada, “Dün (MGK’da) yeni bir karar daha aldık. Legal görünüm altındaki illegal terör örgütü dedik. Fetullahçı Terör Örgütü olarak tavsiye kararını aldık ve Hükümete gönderdik. Şimdi Hükümetten de Bakanlar Kurulu kararı bekliyoruz. Bunların terör örgütü olarak tescilini de gerçekleştireceğiz. PYD ne ise, YPG ne ise, PKK ne ise bunlar da aynı kategoride yargılanma sürecinin içerisine girecekler. Zira bu millete çok çektirdiler. Bu milleti, ümmeti parçaladılar. Bunların ümmeti parçalamalarına fırsat veremeyiz. Bir kısmı kaçtı, bir kısmı cezaevinde.” ifadelerine yer vermiştir. Cumhurbaşkanının bu sözleri sarf ettiği ve Ankara’ya 187 km uzaklıktaki bu mitingde, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay başkanları da ön sıralarda kendisini dinleyenler arasında yer almış ve Cumhurbaşkanının ana muhalefet partisini eleştiren beyanlarını müteakip, alkış tuttukları gözlenmiş, bu durum medyaya yansımıştır.

  29. 30 Mayıs 2016 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantısı sonrası, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, “Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) daha önceki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında legal görünümlü illegal bir yapılanma olduğunun altı çizilmiş, yine daha önceki MGK toplantılarında Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili olarak, devlet olarak top yekün mücadelenin esas alındığı ifade edilmiştir. MGK’nın tavsiye kararı ile birlikte Paralel Yapı ile mücadelede yeni bir safhaya geçilmiştir. PDY ilk kez MGK toplantısında tavsiye kararı olarak bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş ve bundan sonraki mücadelenin ana çerçevesi de bir terör örgütü ile mücadele şekline getirilmiştir. Dolayısıyla bunun gerektirdiği her şey hem Hükümet tarafından hem gerekli yargı birimleri tarafından yerine getirilecek, uygulama aksatılmadan sürdürülecektir.” açıklamasını yapmıştır. Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın 26 ve 27 Mayıs 2016 tarihlerinde yaptığı Rize ve Kırşehir ziyaretlerinde yüksek yargı organlarının başkanlarının kendisine eşlik etmesine ilişkin eleştirilere dair olarak, “Yargı kurum ve kuruluşları son olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır.” değerlendirmesinde bulunmuştur. Bu açıklamanın yürütme organı adına yapıldığı ve tüm bir yürütmeyi bağladığı, uluslararası hukuk açısından devleti bağladığında kuşku yoktur.

  30. 31 Mayıs 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, yukarıda belirtilen tartışmalara dayalı olarak, “Ben, yargının da, yürütmenin de yasamanın da Cumhurbaşkanıyım” açıklamasını yapmıştır.

  31. Tüm bu belirtilen somut örneklerden anlaşılacağı üzere, Türkiye’de yargı erki, artık bir bütün olarak yürütmeden bağımsız görünmemektedir. Benzer yönde görüşler içerene ve 2014 yılı başından bu yana yayınlanmış ondan fazla uluslararası kuruluş raporu da bulunmaktadır. Yargı erkinin bir parçası olan sulh ceza hâkimlerine gelince, bu hâkimliklerin verdikleri kararlardan önce ve sonra yapılan açıklamalar, iktidarın hoşuna gitmeyen karar veren sulh ceza hâkimlerinin derhal bu görevden alınıp başka görevlere atanmaları, yukarıda belirtilen ve dönemin Başbakanının bu hâkimliklerin Paralel Yapı ile mücadele için kurulduklarına ilişkin açıklaması ve olaylar kısmında belirtilen diğer tüm somut bulgular dikkate alındığında, başvurucuyu tutuklayan, tahliye talebini ve itirazlarını reddeden sulh ceza hâkimlikleri yürütmeden kesinlikle bağımsız olmadıkları gibi, tarafsız da değildirler.

  32. Sonuç olarak, başvurucu gözaltına alındıktan sonra derhal bağımsız ve tarafsız bir yargı organı huzuruna çıkarılma hakkına sahip olmasına rağmen (AİHS mad. 5/3), somut olayda huzuruna çıktığı ve kendisini tutuklayan sulh ceza hâkimi, yukarıdaki bulgular ışığında bağımsız ve tarafsız değildir. Sulh ceza hâkimliklerinde görev alan hâkimler, yürütmenin hoşuna gitmeyen karar vermeleri durumunda hemen görevden alındıkları, görev süreleri dolmadan her hâkimin görev yerinin değiştirilmesi baskısı altında oldukları, bu açıdan hiçbir güvencelerinin bulunmadığı, HSYK’nın mevcut yapısı dikkate alındığında, her zaman yürütme baskısını üzerlerinde hissedecek bir yapının kurulduğu ve sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların çok önceden iktidar tarafından kontrol edilen sosyal medya hesaplarından açıklandığı, kararların da aynı yönde verildiği dikkate alındığında, sulh ceza hâkimlikleri bir bütün olarak bağımsız ve tarafsız değildir. Kısaca, sulh ceza hâkimlikleri bağımsız ve tarafsız yargılama yapmak için ya da adalet dağıtmak için değil, başvurucunun da üyesi olduğu iddia edilen Gülen Hareketi ile mücadele etmek” ve onların “defterini dürmek” için kurulmuşlardır. Bu Harekete mensup olduğu iddia edilen kişileri hukuk dışı bir şekilde tutuklayarak, yargılamadan cezalandırmak, mallarına el koymak amacıyla özel olarak ve isnat edilen suçun işlenmesinden sonra kurulmuşlardır. Doğal hâkim ilkesine açıkça aykırı olarak, geçmişte işlendiği iddia edilen eylemlerde soruşturma işlemleri yapmak için kurulmuşlardır. Mücadele etmek ve defter dürmek için kurulmuş bir yargı organının, özellikle mücadele ettiği kesimle doğrudan ya da dolaylı irtibatı olan davalarda bağımsız ve tarafsız olma ihtimali bulunmayıp, bu nedenle sulh ceza hâkimlikleri özellikle Gülen Hareketi’ne mensup olduğu iddia edilen kişi ve kuruluşlara yönelik davalarda bağımsız ve tarafsız değildir. Son iki yıllık uygulamalar yukarıda belirtilenleri net bir şekilde doğrulamakta olup, belirtilen mücadele iktidar (yürütme) adına yürütüldüğüne göre, sulh ceza hâkimliklerinin yürütmeden bağımsız olmadıkları açıktır.

  33. Yukarıda belirtilen tüm unsurlar dikkate alındığında, başvurucu gözaltına alındıktan sonra, derhal kanunla önceden kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir yargı organı önüne çıkarılmadığı için Sözleşmenin 5/3 hükmü ihlal edilmiştir (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan - Nikolova/Bulgaristan).

  1. Yüklə 187,31 Kb.

    Dostları ilə paylaş:
  1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin