Eminönü’nde yaşamak… Acaba eskiden de böyle miydi? Çocuklar rahat mıydı sokaklarda? Anneler bir şey olacak korkusuyla sürekli pencerelerde nöbet tutarlar mıydı? Meteor felâketinden önce nasıldı dünya



Yüklə 18,14 Kb.
tarix26.10.2017
ölçüsü18,14 Kb.
#14124

Aylin yatağına uzanmadan önce her şeyi aklından kontrol etti: Pencerelerin parmaklıkları sağlamdı, kapının çelik bantlarını yerleştirmişti, İnat Kıran’ı başının ucundaydı ve son olarak yatağın kenarındaki gizli bölmeye baktı. Gerekirse kaçış için orayı kullanacaktı.
Eminönü’nde yaşamak… Acaba eskiden de böyle miydi? Çocuklar rahat mıydı sokaklarda? Anneler bir şey olacak korkusuyla sürekli pencerelerde nöbet tutarlar mıydı? Meteor felâketinden önce nasıldı dünya?
Aylin yatağına sırtüstü uzandı ve battaniyesini karnına kadar çekti. Yatağı sertti, derin uykuya dalmasın diye. Çocukluğundan beri böyle olmuştu. Sert yatak, hafif ve az uyku demekti, yani hayatta kalmanın şartlarından biri.
Acaba eski dünya nasıldı diye düşünmekten alamıyordu kendini Aylin… Agâh Efendi’nin kendileri çocukken anlattığı masallar gibi miydi acaba? Ne günlerdi… Yeni Cami’nin bahçesinde oynadıkları bir gün Agâh Efendi gelip sohbet etmişti onlarla, masallar anlatmıştı. O yaşlı adam, sert yüzünün arkasında ne sevecen bir yürek taşıyordu. Aylin gülümsedi ve yatağında sağ tarafa dönerek battaniyesini omuzlarına kadar çekti.
Uğur ile tanıştığı gün geldi aklına. Aylin, arkadaşları ile sokaktaydı yine, saklambaç oynuyorlardı. Birden annesinin çığlığını duydu. Tabi ya, annesi bağırıyordu, tanırdı annesinin tiz; ama tatlı sesini. “Aylin dikkat et! Arkanda!” diye bağırıyordu. Arkasında bir kılıcın havayı yarma sesini duydu. Evet, bu sesi de iyi tanıyordu, zaten tanımayan var mıydı? Arkasını döndüğünde Uğur’un elindeki pala ile iki adet Gri Akrep’i parçalamış olduğunu gördü. Hayatını kurtarmıştı Uğur. Aylin o zamanlar kaç yaşında olduğunu hatırlamaya çalıştı. 10? Belki 11? Çok uzak gibi geliyordu kendisine. Aradan geçen uzun ve yorucu yıllar boyunca, yüzlerce yıl yaşlanmış gibi hissediyordu kendisini… Uğur o zamanlar 17 yaşındaydı herhalde. Daha bıyıkları bile yoktu; ama zırhını kuşanmış bir savaşçıydı. Güneş kalkanından ve palasından yansırken, Aylin onun yüzünü seçememişti; ama sonra yansıma geçince yorgun bir gülümseme görmüştü, Uğur’un çizgiler çıkmaya başlamış yüzünde. O günden beri de onun için kaybettiği abisinin yerine geçmişti Uğur. Kaybettiği abisinin…
Aylin sol yanına döndü, battaniyeyi biraz sıyırarak karnına kadar çekti tekrar. Yüzü düşünceli bir hâl aldı; ama gözleri hâlen kapalıydı. Gözleri yaşardı birden, Furkan ile tanıştıkları gün gelmişti aklına… Şifacı ocağındaydılar. Sanki ezelden beri devam ediyormuş gibi olan bir Arz-Lodos çatışmasının Arz yaralıları gelmişti. Niye Arz olmayı seçmişti Aylin? Çünkü bir karıncayı bile incitemezdi ki o, Lodos’lar gibi insan olmayan her canlıyı katletsin. Ama uzun yıllar boyunca hayatta kalmak için birçok canlıyı incitmiş, çoğunu katletmişti. Hayatta kalmak farklı bir durumdu. Nefsi Müdafaa söz konusuydu, kendi hayatı, kendisine saldıranların hayatından daha önemliydi Aylin’e göre. Ayrıca zehirli sarmaşıklara onun gibi hükmedebilen az kişi vardı. Bunu defalarca kanıtlamıştı.
Aylin tekrar sırtüstü uzandı ve bu defa gözlerini açtı. Sağ elinin tersi ile gözlerindeki yaşı sildi. Sonra ellerini başının arkasında kavuşturdu, tavandaki çatlakları izlemeye başladı. “Furkan…” diye mırıldandı. Gözleri tekrar yaşardı; ama bu defa silmedi. O güne döndü tekrar, Furkan’ın bir yaralı olarak ocağa getirildiği güne. Oğuz getirmişti onu, kapı komşuları Oğuz… Kerem’in o sırada daha ağır bir yaralı ile ilgilenmesi üzerine Aylin devralmıştı bu yeni yaralıyı. Yüzüne bakmıştı Aylin ve daha o anda Furkan’a bir yakınlık hissetmişti…
Aylin düşüncelerine ara verdi ve yataktan kalktı. Mutfağa doğru ilerlerken çıplak ayakları tahta döşemede gıcırtılara sebep oluyordu. Hoşuna gitmezdi bu ses Aylin’in, zaten şu anda evde tek başınaydı. Ev arkadaşı Elif, şu anda Arz ocağında nöbetteydi. Musluğa uzandı ve vanayı çevirmeye başladı. En başta su akmadı; ama sonra boz bulanık bir su akmaya başladı. Anlaşılan Teşkilat hâlen cinlerin yaptığı işi temizleyememişti.
Azul’un öldürülmesinden sonra bir süre rahatlayan Eminönü, cinlerin tekrardan toparlanması ile yine sıkıntıya girmişti. Pis hayvanlar, nefret ediyordu Aylin onlardan. Geçenlerde yine bir su şebekesine saldırı düzenlemişlerdi. Suyun zehirlenmiş olabileceğinden kuşkulanan Teşkilat, iki gün süreyle suyu kesmişti. Tabi sonunda zehir çıkmadı suda; ama şebekenin geri tamiratı çeşitli pürüzlerle karşılaşmıştı. Aylin bir anda Teşkilat’ın kendi şifacılarının ne düzeyde olabileceğini merak etti.
Son günlerde klanlar arası sürtüşme yine artmıştı. Teşkilat her ne kadar tarafsız kalacağını belirtmiş olsa da, son kurallardan sonra anlaşılan artık müdahale etmeye başlayacaktı. Mısır Çarşısı’nda dövüşmek kesinlikle yasaktı. Ceza bildirilmemişti, cezanın ne olduğunu bilen de yoktu zaten.
Demir parmaklıklar arasından sokağa baktı Aylin. Bardağı dudaklarına götürdü ve kokuya aldırmadan içmeye başladı suyu. Aşağıda birkaç kişi vardı. Gece olduğundan yüzlerini veya sınıflarını pek seçemiyordu. Galiba jandarmaydılar, gece devriyesi başlamıştı anlaşılan, demek saat 12 olmuştu. Aylin bardağı tezgâhın üzerine bıraktı ve yatağına geri dönmeye başladı. Yine sevmediği o gıcırtıları duyuyordu, derken bir çıtırtı duydu.
Hemen kendini toparlayarak evdeki sessizliği dinlemeye başladı. Üzerinde hiçbir efsun yoktu, İnat Kıran’ı da yatağının yanındaydı. Karşısındaki eğer güçlü bir düşmansa zorlanabilirdi, tabi eğer karşısındaki düşmansa, ya da karşısında biri varsa. Aylin bu düşüncelerle biraz rahatladı; ama çok değil, zira çok rahatlık ölümün kesin davetçisiydi, bunu şifacı ocağında her gelenin geliş hikâyesini dinlerken öğrenmişti. Gülümsedi; ama gergin bir gülümsemeydi bu, tüylerinde bir ürperme hissetmeye başlamıştı. Bir anda yanına döndü ve hemen küçük bir asit bulutu gönderdi. Kırmızı gözler bir anda açıldı, bir ciyaklama duyuldu ve iri fare hemen oracıkta öldü.
Aylin hemen bir eline mum, bir eline de İnat Kıran’ı aldı. Farenin ölüsünü inceledi ve tiksintisine rağmen bir bez parçası ile kaldırıp arka pencereden dışarı fırlattı. Farenin ölüsü düşerken parçalandı ve orada bulunan birkaç kızıl akrep hemen ölünün üzerine üşüştü. Göremiyordu Aylin; ama üşüşenlerin kızıl akrep olduğunu biliyordu, zira o köşede başka akrep türü yoktu. Daha büyük ve daha tehlikeli olan akrep türleri Mısır Çarşısı’nın oralarda kalıyordu; ama kim bilirdi?
Aylin yine de bütün evi kontrol etti, bütün pencereleri, yatak altlarını, köşeleri… Anlaşılan gireceği bir yer yoktu bu farenin. Muhtemelen bugün evi havalandırmak için açtıkları pencerelerin birinden girmiş ve geceye kadar saklanmıştı. “Ah, aptal kafam” diye söylendi Aylin. Tabi ya, evi havalandırırken parmaklıkları da açmıştı, hem de hiç gerek olmadığı halde; ama nedense öyle istemişti. Demir parmaklıklar onu sıkıyordu. Evet, belki bir güven hissi de vardı; ama sevmiyordu işte. Masmavi gökyüzüne parmaklıklar arkasından bakmak, tarifsiz bir hüzün veriyordu ona. Agâh Bey’in bahsettiği o “özgürlük sevdası” mıydı? Olabilirdi.
Aylin odasına döndü ve yatağına oturdu. İnat Kıran’ı yatağın kenarına bıraktı. Gözleri karanlığa alıştığından odadaki her şeyi seçiyordu. Abisini düşündü ve yatağına uzandı, bu defa battaniyeyi üzerine çekmedi. Kurt Adamlar… Meteor Bölgesi girişinin üst taraflarını mesken edinmişlerdi, sonra Tepegöz baskını olunca ayrılmışlardı oradan; ama o zamana kadar çok zarar vermişlerdi Eminönü’ne. Abisi de kurt adamların yaptığı bir saldırı sonucunda hayatını kaybetmişti. Aylin çok üzülemiyordu bu durum içim, çünkü abisini çok küçük yaştayken kaybetmişti, hayal meyal hatırlayabiliyordu onu. Uğur’un öz abisinden daha çok yeri vardı hayatında. O da kurt adamlar ile kapışmış ve şifacı ocağında açmıştı gözlerini bir gün.
Battaniyeyi üzerine çekti yine ve uyumaya çalıştı. Zorlanıyordu uyumakta; ama yarın erkenden kalkması gerekiyordu her günkü gibi. Yine sabah kalkacak, efsunlarını ve eşyalarını giyecek, şifacı ocağına gidecekti aynı yoldan. Evet, aynı yoldan, çünkü bilinen bir yoldu orası ve genelde Arz’lar kullanırdı o yolu. Bilinmedik yollar her zaman tehlikeye davetiyeydi. Daha geçen gün iki sokak ötede bir Lodos savaşçısı, fare adamların saldırısına uğramıştı. Aylin o yolu hiç görmemişti. Eminönü’nün bu bölgesine taşınalı çok olmuştu belki; ama sadece birkaç yeri biliyordu. Annesinin öğüdüydü ona, asla bilmediği yerlere gitmeyecekti. Ondan belki de şimdiye kadar ne adaya, ne de meteor bölgesine gitmişti.
Uğur ile Kerem’i düşündü. Acaba ne yapıyorlardı şimdi. Ayrılırken Oğuz onu eve kilitlemişti peşlerinden gitmesin diye. Aylin gidecekti yine de; ama sonra vazgeçmişti nedense. Şimdi ise sadece beklemekti tek yapabildiği. Geleceklerdi, biliyordu; ama öyle boş gelmeyeceklerdi, büyük işlerle geleceklerdi. Her nasılsa hissedebiliyordu bunu.
Gözkapakları ağırlaşmaya başlamıştı, bu iyiye işaretti. Eminönü sahilini getirdi aklına bu defa Aylin. Sarı örümceklerin zehrini toplama görevi geldi aklına ve gülümsedi elinde olmadan. Komik bir gündü o. Altı şifacı örümcek peşinde koşuyorlardı. Normalde gördükleri insana saldıran örümcekler, ne hikmetse kaçışıyorlardı. Çok yaklaştıklarından olsa gerek bir fare adam onlara saldırınca Aylin hemen zehirli sarmaşıkları kullanıp fare adamı etkisiz hale getirmişti. Bunu gören diğer fare adamlar da guruba doğru koşmaya başlayınca şifacı gurubu yeteri kadar zehir topladıklarına karar vermişlerdi hemen ve arkalarına bile bakmadan kaçmışlardı. Komik geliyordu bu durum; ama acaba eski Eminönü’nde komik durumlar nasıldı. Acaba eski Eminönü’nde insanlar korkmadan sokaklarda dolaşabiliyor muydular? Acaba eski Eminönü’nde sahil âşıkların dolaşma mekânı mıydı? Acaba eski Eminönü’nde insanlar, korkmadan uyuyabiliyorlar mıydı?
Aklından bu sorular geçerken Aylin’in, yavaş yavaş uykunun kollarına bırakıyordu kendini. Belki sadece şanstı; ama o gece eski Eminönü’nü görecekti rüyasında.
Yüklə 18,14 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin