Bruno Pesery ve Philippe Carcassone Sunar
Benoit Poelvoorde Isabelle Carre
Entre ses Mains / In His Hands / Hayatım Ellerinde
Gösterim Tarihi : 28 Nisan 2006
Bir Anne Fontaine Filmi
Süre : 90 Dakika
İthal eden Firma : Erman Film
Dagıtım : Bir Film
www.entresesmains-lefilm.com
wwww.ermanfilm.com
OYUNCULAR
Laurent Benoit Poelvoorde
Claire Isabelle Carre
Fabrice Jonathan Zaccai
Valerie Valerie Donzelli
Pauline Agathe Louvieaux
The Manager Bernard Bloch
Laurent’’in annesi Veronique Nordey
Claire’in babası Michel Dubois
Claire’in annesi Martine Chevallier ( Comedie Français’in üyesi)
Co-worker Jean- Chretien Sibertin Blanc
Fabrice’in annesi Dominique Dubois
Fabrice’in babası Patrick Brasseur
FİLM EKİBİ
Bir Anne Fontaine Filmi
Dominique Barberis’in Gallimard yayınlarından çıkan « Les Kangorous » isimli kitabından filme uyarlandı.
Senaryo Anne Fontaine ve Julien Boivent
Görüntü Yönetmenliği Denis Lenoir (AFC-ASC)
Ses Jean-Claude Laureux- Jean Pierre Laforce
Set düzneleme Sylain Chauvelot
Kostüm tasarım Jackie Budin
Kurgu Philippe Ravoet- Luc Barnier
Orjinal Müzik Pascal Dusapin
Bölüm yapımcısı Julie Salvador
Ortak Yapımcı Dominique Janne
Yapımcılar Bruno Pesery ve Philippe Carcassone
Bir Soudaine Compaigne – Cine B –K2/ K-Star
Sofica EuropaCorp
Banque Populaire Images 5
The CRRAV Nord –Pas de Calais
The Nord- Pas de Calais Region
The Wallon Region işbirliği ile
Canal+ ve TPS’in katılımı ile.
Format :35 mm/ 1.85 /Color
Ses : Dolby SRD
Dram – Polisiye
Süre : 90 Dakika
Entre Ses Mains/ In his hands/ Hayatım Ellerinde (Sinopsis)
Noel’de Lille’de ...
30 yaşındakiş Claire Gautier, bir sigorta şirketinin doğal afetler departmanında çalışmaktadır. Kocası Fabrice ve küçük kızı Pauline ile birlikte tekdüze bir hayat sürmektedir.
Claire, bir gün kendisine bir su baskınından kaynaklanan bir hasarla ilgili danışmaya gelen veteriner Laurent Kessler’le tanışır. Bu, aşk ve korku dolu bir hiakayenin başlangıcıdır.
Laurent bir play-boy daha doğrusu saplantı derecesinde bir “kadın avcısı”dır. Fakat işler Claire’le farklı gitmektedir. Şüphesiz, bunda bir genç kadının, Laurent saklamaya çalıştığı karanlık geçmişini hissetmesinin etkisi vardır.
Şehirde terör estiren bir adam kadınları öldürmektedir. Claire, Laurent ile bu katil arasında bir bağlantı kurmaktan kendini alamamaktadır.
Garip bir şekilde bu şüpheleri kuvvetlendikçe Laurent’e daha çok bağlanmaktadır. Acaba kendisini bu korku ve cazibe kıskacından kurtarabilecek midir?
Entre Ses Mains / In his Hands/ Hayatım Ellerinde
Anne Fontaine
Röportaj
- Siz Dominique Barberis’in romanı “Les Kangourous”u özgürce filme uyarladınız.
Bu hikayede sizin ilginizi çeken tam olarak neydi?
Oğlumun okul çantasında bir el yazmasını keşfettim.Gallimard’ta sinema bölümünün müdürü Prune Berge, oğlumla aynı okula giden küçük bir kız çocuğuna da aynı metni vermiş. İşte bu şekilde, sıradışı yollardan elime ulaşan metin çok ilgimi çekti. Hikayede karşısına çıkan adamdan hem korkan hem de büyülenen kadın kahraman var.Tabi bu durum hemen ilgimi çekti. Kitapta erkek karakter soyut ve hatta nerdeyse yok gibi. Kitabın yazarı ile buluştum eğer karakterle ilgili bazı değişiklikleri kabul etmeseydi, ben ona ihanet etmiş olacaktım. Ama Dominique Barberis bu konuda bana güvendi. Kitapta sade denebilecek aşk hikayesinin bir çılgınlığa ve trajediye dönüşebileceğini düşündüm. Ve ilk karşılamanın romantik olmayan doğal koşullarda olmasını istedim. Bunu yaparken seyircinin kuşkuları ile oynamamak gerekiyordu.
-Sizin filminiz romantik polisiye.
Evet bu film romantik polisiye türünde. Dramatik bir gerilim yaratıp, duygu ile hislerin
yardımı sayesinde kuşkunun yükselişini koruyarak, iki karakter arasında sanki Demokles’in kılıcı altında gelişen bir aşkı anlatmak istedim. Klasik polisiye standartlarını kullanmak bu filmde ilgi çekici olmazdı. Seyircinin filmi izlerken Claire ile Laurent arasında tanımlanamayan, herkesin yaşadığına benzer durumları, hissetmelerini istedim.
-Laurent zor bir kişi.
O karizmatik ve inanılmaz sancılar çeken birisi. Kim bu adam? Doğruluk ve gerçeklik onun yaşamının neresinde? İşte Claire kendine bunu soruyor? Çünkü Claire’in düzgün bir yaşamı var. Fakat o da hayatında bir şeyin eksikliğini yaşıyor.
-Bu noktada romantizm ile korkunun karşı karşıya gelmesi gerçek bir meydan okuma değil mi?
Her iki karakter diğeri için kendine has, farklı özellikler taşıyor. Bu noktadaki paradoksta, iki karakter birbirlerini hem bulundukları durumdan kurturmaya çalışıyor ve hem de kendi kayıplarının ne olduğunu görüyorlar. Claire Laurent’in neyi başarabileceğini biliyor ayrıca Laurent’i koruyabileceğini düşünüyor. Laurent ise, Claire’in kendisi hakkında ne hayal ettiğinin farkında. Ve Laurent kendisini Claire için kendisini kurban etmeye hazır. Ben bu noktada romantizm ve korku arasında bir çelişki olduğunu düşünmüyorum.
-Ve Claire bir sigorta şirketinde çalışan genç ve sessiz bir kadın. Onun rolü insana güven veriyor...
Claire doğal felaketlerle karşılaştığı bu işi şans eseri seçmiş. O mesleğinde; hem kontrol etmenin illüzyonunu ve hem insanların acılarını dindirmenin nasıl bir şey olduğunu yaşıyor.
-Laurent ise veteriner. Filmde bir hayvan dostunun tamamiyle kötü olamayacağı söyleniyor.
Bundan çok emin değilim....Seri katiller konusunda uzman olan Stephane Bourgoin, bu tipteki suçların mesleki parametrelerle bağlantısı olduğunu doğruluyor. Laurent uzun süreli ilişkilere inanmıyor. Onun ilgisini çeken yaşanan an. Anlık yaşananlar onun ilgisini çekiyor. Ve Benoit Poelvoorde bu kişinin portesini olağanüstü bir şekilde çiziyor. Bir kadınla olan ilişkisini inşa ederken zorlandığını izleyici olarak görebiliyoruz.
- Claire kendini ön plana çıkarmayan bir karakter olarak Laurent’e güven veriyor.
Claire’in sağduyusu ve hatta sıkıntılı hali Laurent’e güven veriyor. Claire seksiliğini saldırgan bir şekilde kullanarak Laurent’e gösteriş yapmıyor. Laurent da içki içtiği ve ‘ava’ gittiği gece kulübündeki kızlarla konuştuğundan daha farklı Claire ile konuşuyor. Ve hatta Claire’e masum bir şekilde, Claire’in insanlarla konuşma tarzının onlara yardımcı ve güven verici olduğunu söylüyor. Claire’in varlığı, Laurent’ın şüphelerini ve maskesini aşağıya indiriyor. Biz işte o zaman Laurent’ın baştan çıkacağı ve Claire’e her şeyi itiraf edeceğini hissediyoruz.
- Biz Laurent’ın Claire’i bir koruyucu melek mi yoksa bir kurban olarak mı gördüğünü merak ediyoruz?
Film bu iki fikir arasında gidip geliyor. Laurent’i katil olarak düşünürsek, Claire onun kurbanı da olabilir. Claire, Laurent’i kendi kötülüklerinden koruduğu için koruyucu bir melek de olabilir. Onların ilişkisi Laurent’a, yaşadığı korkutucu ve umutsuzluk ortamında, beklenmeyen bir umut veriyor. Çünkü Claire, Laurent’a dünyada varoluşunun dayanılmazlığının ona ne kadar çok acı verdiğini ortaya çıkarıyor, onun belki de en zayıf noktasına dokunuyor. Ve böylece Claire, Laurent için tedavinin mümkün olabileceği olasılığını ortaya çıkarıyor. Bu gerçekten olabilir mi? Soru şu aslında; Laurent acı çekiyor ve bu onun suçu değil.
- Bu tipteki suçluların aslında suçlu olmadıklarını mı demek istiyorsunuz ?
Hayır, ben sadece filmde sosyal ve ahlaki sorumlulukları açıklamaya çalışmanın çok gerekli olmadığını söylemek istiyorum. Ama tabi bu açıklamalar, o duruma hem duygusal ve hem de etkili bir şekilde ışık tutmaya yardım edebilir. ‘Canavar’ın duyguları ilginç gibi gözükebilir ama onun hakkında kesin bir yargıya varmamıza yaramayabilir.
-Siz izleyiciye şehirde bir seri katil var diyorsunuz, ama onun suçlarını pek görmüyoruz. Katil ile yeni tanıştığı Laurent arasında bir bağlantı olduğunu düşünmesinin Claire’in bir fantasizi olarak mı düşünmemiz gerekiyor?
Taşradaki, seri cinayetlerin insanlar üzerindeki etkisi şehirde olanlara nazaran daha fazladır. Claire için bu açıdan başlamak kolay değil. O Laurent’i çekici buluyor ama bir süre sonra onun hakkındaki şüpheleri ortaya çıkmaya başlıyor. Bu şüpheler, Claire’i, Laurent ile aranan katil arasındaki ilişki kurmaya kışkırtıyor. İlişkileri ilerledikçe, Claire bir ikilem içinde kalıyor. Çünkü her bir tesadüfü bir işaret olarak tercüme ederseniz şüpheler büyümeye başlar. Bu noktada filmde dönersek, Laurent oldukça depressif ve Claire’e taşradan ayrılıp, haftasonu ailesini ziyaret etmesi yerine kendisi ile birlikte kalmasını teklif ediyor. Claire evinden ayrılıyor ve Lille’de başka bir cinayetin işlendiğini öğreniyor. Dönüşte Laurent haftasonun geçirdiği Le Havre’den ona bir hediye getiriyor. Claire’in yüzündeki endişe ortadan kalkıyor. Ve ikisi arasında yeniden bir inşa ediliyor. Bu durum önemli çünkü böylece aşk ilişkisi devam edebilecektir. Ve bu aşk ilişkisinde, Claire için iki farklı dünyası olan Laurent, tek kişi bir tek dünya haline gelecektir.
- Acaba Claire fantazilerinin kendisini sürükleyip götürmesine izin vererek, kendi korkusu ile ilginç bir oyun oynayabilir mi?
Claire, kocası ve çok tatlı güzel bir kızı olmasına rağmen, yaşamı çok sakin ve sıkıcı. Bu ilişki Claire’in, yaşamında bir kenara attığı ve uzun süredir sıkıntılar yaşadığı duygularında bir kıvılcım çakıyor. Claire’in kocası bir fotoğrafçı. Claire aslında kendi yaşamını kontrol edemiyor gibi hissediyor. Bir çok insan zaman zaman yaşamında bir şeyleri kaçırdığını hisseder. Bu durum, bir başka insanın gelip, duygularında kıvılcım yaratmasıyla ortadan kalkar. Claire gözlüklerinin ve sıkı topuzunun arkasında, kendine has bir duygularını saklıyor. Claire’de Bovary’vari bir şeyler var. O aktif olarak bir şey aramıyor. Canı sıkılıyor ama bu durumu umarsamıyor görünüyor. Bu ilişki açığa çıkarken bunun altında şiddet var, bilinmeyeni istemek var.
-Madame Bovary zinanın sınırlarını zorluyorsu, Claire ise yaşamını riske atıyor.
Claire bir ara Laurent katil olabilir diye düşünmeye başlıyor fakat bu düşüncesinden dolayı yolundan dönmüyor. Kendi korkularının üstesinden geliyor ve düşünülmeyen, bilinmeyene yönleniyor. Kendisini analiz etmede acizlik söz konusu olduğu açık. Bu hikayede ayrıca tutkuda var. Bir an kocasına dönüyor fakat ardından çıktığı yolculuğun sonuna kadar gitme kararı alıyor. Şunun çok iyi farkında ölü ya da diri bir daha eskisi gibi olmayacak. Dönüşü ile ilgili her şeyi ağır ağır kesip atıyor. Ben özellikle bu iki karakterin psikolojileri hakkında bilgi vermek taraftarı değilim. Onların içsel gelişimlerini anlamak için bir miktar bilgi verilebilir. Ama “ Tabi şu şu nedenden dolayı Claire ya da Laurent bunu yapmıştır.” gibisinden açıklamaların yapılmasının bize bir faydası olmayacaktır
-Kişisel olarak bir kadının limitleri zorlamasına ilişkin bulguları ortaya çıkarmak sizi ilgilendiriyor mu?
Filmin kurgusunun yaparken yaşadığım bir olayı hatırladım ve kendi kendine şunu dedim. “Ben kişisel olarak benzer bir durumun ön aşamalarını daha önce yaşadım. 18 ya da 19 yaşındayken, bir gazete ilanlanında bir mahkumun kendisi için yazı yazacak birine ihtiyaç duyduğunu gördüm. O dönemde çok fazla problemim olmasına rağmen, neden o ilana cevap verdim bilmiyorum. Bir yıla yakın yazıştık. Ve bir gün birbirimizi görmemiz için bir fırsat doğdu. Ve karşılaştık. O hapishanede olma nedenlerini bana anlattı. Ben de tekrar karşılaşma sözkonusu olursa kendi şartlarımın ne olacağını kendisine ilettim. O ise kesin bir şekilde red etti. Onunla kurduğum iletişimi kesmek zorunda kalınca uzun süre tereddüt içinde kaldım. Çünkü onun hakkında gerçekleri duymaya hazırlıklı değildim. Ve o bir süre sonra bana hikayesini kendi açısından duymak istemeyen ve kendisini yargılayan biri gibi davrandı. Onun bu tavrından sonra büyük bir düş kırıklığı yaşadım.
-Bu film tutkularımızın şeytani yönünü mü gösteriyor?
İzleyicileri yargılayamayacakları ya da anlamakta zorluk çekecekleri durumlarla karşı karşıya getirmek ilgimi çekiyor. Bazı insanların oldukça karizmatik ve tehlikeli oluşları beni her zaman tedirgin etmiştir. Çelişkili varoluş ve çelişkili duygular yaşamın gizemidir. Bazı psikopatlar sıkıntılarını görmezden gelirler. Bir süre sonra, yaşamlarını dayanılmaz kılan bu acı daha sonra aksiyona dönüşür. Laurent’ın durumu bu kategori içine giriyor.
-Claire ile Laurent arasında büyüyen bir tutku var.
Birlikte olmadıkları halde aralarında arzu var. Bu konuyu düşündüğümüzde, Claire bir noktada kendini Laurent’in kollarına atıyor, sanki 10 yıldır Laurent ile birlikteymiş gibi bir ağırlık taşıyor. Belki de hissettiği bu tutkuda korku da var. Bu açıdan bakınca Claire kendini Laurent’a karşı dizginliyor. Bu belki garip görünebilir, kapıdaki çatlak ne kadar küçükse, tutkular da o kadar heyecan vericidir. Sadece ikisi bu dar koridordan birlikte geçebilirler. Bu yeni bir ilişkiye ait bir durumdur. Kısaca yeni bir ilişkidir.
-Siz bir çifti konu alan filmi ilk defa çekiyorsunuz?
Evet. Kendime şunu söyledim. İki kişi arasındaki ilişki ile yüzleşmeye hazırdım. Bir üçünçü kişi ilişkiyi bozabilir ya da rahatsız edebilirdi. Ama hala onlar ilginç bir çift ! Onların ilişkisindeki garipliğin doğası beni onların ilişkisine yoğunlaşmamı sağladı. Onların yolculuğundaki bireysellik ise doğal çevre, aile gerçeği ya da sosyal yaşamdan dolayı sulandırabilirdi.
-Claire’in arkadaşı daha maceracı… Seks maceraları çok ama buna rağmen aşkı bulamıyor.
Claire’in arkadaşı oldukça seksi ama aynı zamanda kaybetmiş biri. Filmdeki her karakter sevgi açlığı içinde….
-Kadın katillerinin profili için özel bir araştıma yaptınız mı?
Evet, karakterin doğruluğu hakkında ısrar ettim. Bir çok bilgi edindikten sonra, “Seri katiller aramızda” isimli kitabın yazarı ve 70 ile 80 seri katil ile görüşmüş Stephanie Bourgoin ile bir araya geldik. Benim yazdığım senaryoyu okudu, davranışsal yönden baktı ve Laurent’in karakterini akla yatkın buldu.
-Siz bu hikayeyi anlatmak için bir kadın ve bir erkek oyuncuyu yanyana getirdiniz ve onlara duygusal bir drama oynamaları konusunda yol gösterdiniz. Ve bu iki oyuncu daha önce yan yana hiç oynamamamıştı.
Önce Isabelle Carre aklıma geldi. Tabi ki yeteneği için fakat aynı zamanda o herkesin inandığı ve güvendiği yan komşumuz olan kız imajını verebilecek bir aktristi. Isabelle bu role tazelik ve incelik verebilecekti. Çünkü onda seksi anlamda bir saldırganlık ya da belirsizlik yok. O rolünü oynadığı zaman, kendi doğrularının sarsıldığını görüyorsunuz. Onun azmine hayran oluyorsunuz. Isabelle o karakterin hazırlığı için kendini ortaya koydu. İzlerken sanki o eforu görmüyor gibi hissedebilirsiniz ama ekrana yansıyan uzun ve yoğun bir çalışmanın ürünü. Isabelle benim küçük kız kardeşim gibi, onunla güçlü aile bağlarımız var.
-Benoit Poelvoorde nadir olarak duygusal yönü olan karakteri canlandırmayı seçiyor. Onun için çok yeni olan kendine hakim olma gibi bir durumla karşı karşıya.
Bu filmde aktörü seçerken fiziksel olarak çok yakışıklı olmasını istemedim. Buna rağmen sevimli olmalıydı. Bizim karakterin saklı olan acılarını hissetmemiz gerekiyordu. Şuna inandım, Benoit o karakterin acılarını, huzursuzluğunu ve alçak gönüllüğünü herhangi bir oyuncudan daha iyi yansıtabilirdi. Onun reaksiyonunu kavramaya çalıştım ve bu rolün altından kalkıp kalkamacağını düşündüm. Benoit uzun süre tereddüt içindeydi böyle bir karakterin portesini iyi çizip çizemeceğini düşündü. Ve tüm kuşkularına rağmen bana güvendi. İkimiz de bu yeni deneyim için motive olduk. Bazen çekimler onun çok zordu. Mesela çekim sırasında onu video monitorünün yanına gelmesine engel oldum. Çünkü Benoit komediden gelen alışkanlıkla zamanlamasını ayarlamak için mönitöre bakmaya alışmıştı. Bu filmde Benoit’in ilk defa sessiz nitelendirilebilecek yüz çekimleri oldu. Bence aktörler sadece pazarlama açısından değil, filmdeki rollerine samimiyetle seçilmişlerse, kendilerini rahat hissetmeliler. Isabelle sağduyusu ve değişmeyen güzelliğine rağmen, o rolü gereği herşeye rağmen bitip tükenmeyen bir kadını oynadı.. Benoit ise kendisi için sıradan olmayan bir rolü oynadı. Bence bu filmin hikayesi için seçilmiş ideal bir aktör ve ideal bir aktristten oluşan bir çifti oluşturdular. Onlar olmadan bu filmi yapamazdım.
-Noel zamanı Lille’i film çekmek için kullandınız…
Lille boyutundaki şehirlerde, insanlar birbirlerini çok dikkatli incelerler. Katilin varlığının tehditi altında, bu şehirde yaşananlar sanki kapalı bir kutudaki rezonansa benziyor. Tüm bunların üstünde ise, bir aile tatili olan noelde şiddetin hüküm sürmesi var.
-Filmi çekerken nasıl bir yol izlediniz?
Film çekimi sırasında çok fazla tercih edilen bir yol izlemedik. Önceki filmlere nazaran daha az hazırlık yaptım ve daha az tiyatral bir yöntem izledim. Görüntü yönetmenim Denis Lenoir’a danışarak, film boyunca ayrı bir el kamerası kullandık. Böylece görüntünün sallanmasını ve değişen duyguları anlatmaya çalıştık.
-Ve Pascal Dusapin’e inandınız ve ilk film müziğini yapmasına olanak sağladınız.
Pascal Dusapin günümüzün en iyi Fransız müzisyenleri arasında bulumuyor. Onun film hakkındaki görüşlerini ifade etmesinden dolayı memnunum. Tıpkı bir aktör gibi, müzik de filmde varolmalı ve kelimelerle ifade etmenin zorlaştığı zamanlarda müzik filmle bütünleşmeli. Ben Pascal Dusapin’in filmle ilgili müztevazi işbirliğinden çok memnunum.
Anne Fontaine
2004
Senaryo ve Yönetim: “Entre ses mains”, Oyuncular: Isabelle Carre ve Benoit Poelvoorde
2003
Senaryo ve Yönetim: “ Nathalie”, Oyuncular: Fanny Ardant, Emmanuelle Beart ve Gerard Depardieu.
2000
Senaryo ve Yönetim: “ How I killed My Father”, Oyuncular: Michael Bouquet, Charles Berling, Natacha Regnier, Stephane Gullion ve Amira Casar.
Cesar En iyi actor ödülü: Michael Bouquet.
1999
Senaryo ve Yönetim: “Augustin, King of Kung – Fu”, Oyuncular: Jean, Chretien Sibertin- Blanc, Maggie Cheung, Darry Cowl ve Bernard Campan.
1997
Senaryo ve Yönetim: “Dry Cleaning”, Oyuncular: Miou- Miou, Charles Berling, Stanislas Merhar ve Mathilde Seigner.
Venedik Film Festivalinde en iyi senaryo ödülü
Cesar Umut veren Genç Aktör ödülü: Stanislas Merhar
1994
Senaryo ve Yönetmen: “ Augustin”, Oyuncular: Jean – Chretien Sibertin- Blanc
1995 yılı Cannes Film Festivali’nde “Un Certain Regard” ödülü.
1992
Senaryo ve Yönetmen: “ Les Histories D’amour Finissent Toujours Mal… En General”, Oyuncular: Alain Fromager, Sami Bouajila, Nora Djeziri, Jean- Claude Dreyfus ve Eric Metayer.
Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenler Haftası özel bölümünde gösterim.
Jean Vigo Ödülü 1993
1986
Louis Ferdinand Celine ile birlikte “ Voyage Au Bout de la Nuit isimli filmin yönetimi, Oyuncular: Fabrice Luchini.
Benoit Poelvoorde ile söyleşi.
-Filmin senaryosunu okuduğunuzda ilk reaksiyonunuz ne oldu?
Biz Anne Fontaine ile çok eski arkadaşız. Anne bu tipte bir karakteri oynama konusunda
şüphelerim olduğunu biliyordu. Senaryodaki her şey beni bir tarafa itti. Karşımda depresif bir
karakter vardı. Baştan çıkarma sahnelerine cesaret etme ve bu sahnelerin üstesinden gelmek
benim için zordu. Anne bu bölümleri red edeceğimi biliyordu. Bu yüzden ilk olarak once
Anne senaryoyu bana gönderdi ama rol önermedi. Sadece fikrimi sordu. Ve bazı oyuncular
hakkında görüşlerimi sordu. Bu tabi benim düşüncem! Ama daha tahmin etmem gerekirdi
çünkü biz eski arkadaşız. Bana senaryosunu okumam için daha önce hiç teklifte
bulunmamıştı! Hikayeyi keşfettim ve fantastik buldum fakat bana göre değildi. Anne’a şu
aktörler olabilir diye öneride bulundum. Anne’da “ O… sahi öyle mi düşünüyorsun… dedi.
Bu “Podium” isimli filmimden önceydi. Anne ile birbirimizi uzunca bir süre göremedik.
Benim film çekimleri bitti ve Anne geldi. Bir sabah Yokohoma Film Festivali’nde , Anne
yaşadığım jetlag’tan doğan yorgunluğumu fırsat bilerek senaryonun son halini okuyup
okumadığımı sordu. Hatta biraz da şart koşarak, “ inan bana, iyi olmazsa ben yerin dibine
geçerim!!” dedi. Ben çok yorgundum ve yolculuk sırasında hiç uyumamıştım ve iki saat
boyunca beni ikna etmeye çalıştı. Sonunda pes ettim. Ve Anna “çok iyi olacak ve yapmalısın”
dedi. O benim geçmiş filmimde çok sıkıldığımı biliyordu ve haince bir zariflikle, “ Beni izle
en azından canın sıkılmaz…” dedi. Bir tarafım denemem gerektiğini söylüyordu. Çok
korkuyordum ama bu korkunun üstesinden gelmemi sağlayacak bir heyecan da taşıyorum.
Aslında bu film, en değerli terapilerden biri oldu. Ve bana bir hediye olarak sunuldu.
-Laurent, senin canlandırdığın karakter, çift kişilikli. Onu nasıl tanımlarsın?
Laurent’in kadınlarla imkansız bir ilişkisi var. O Claire’e bütün içtenliğiyle “ Daha önce hiç
aşık olmadım ve aşık olunca nasıl baş edebilirim, bilmiyorum” diyebiliyor. Bu adamı arzuları
şiddete doğru yönlendiriyor, korkuları ile yüzleşmeye çalışıyor, ama kendi arzularını tatmin
edebilme kapasitesi yok. Tatmin edemeyince o da arzusunu yok etme yolunu seçiyor.
Karşısına çıkan insanı unutuyor, yaşamına girmesini kabul etmiyor ve sonunda onu yok
ediyor. Laurent sanki siyah bir güneş. Etrafa gece ışığı veriyor. Onun yaşadığı romantizm
beni çok etkiledi. Ben onu romantik bir kahraman olarak görüyorum. Melankolik insanlar
rahat olmayan, kıpır kıpır yerinde duramayan insanlardır. Laurent ne zaman kendini ortaya
koyma cesaret ediyor ama hemen kendini geri çekiyor. Örnegin dans ile ilgili planlarda
Laurent açısından bu durumla yüzleşiyor. Laurent için bu gerçek bir ıstırap.
Bundan başka, Laurent aynı zamanda çok sinik biri, bu onun kendisine siyah bir fotoğraftan
oluşan bir dünya çizmesine kaynaklanıyor. Yaşamın ciddi yanı ise Laurent’i etkilemiyormuş
gibi gözüküyor. Ben bu filmde Laurent’i mahkum etmeme fikrini sevdim Çünkü herkesin
karanlık bir yanı vardır. Ben canlandırdığım karakterlerden hiçbir zaman utanmadım. Bu
sebepten dolayı Laurent karakterini diğer karakterler gibi severek oynadım. Claire karakteri
de beni etkiledi, çünkü Laurent gibi sınırlarını zorluyor. Sınırları zorlama her zaman ilgimi
çekmiştir. Çünkü zevk almak da bir bakıma sınırları zorlama oyununun bir parçasıdır.
-Laurent’i bir romantik olarak mı görüyorsunuz?
Laurent genç bir kalbe sahip, geçen yüzyıldan kalmış bir çocuk gibi. O, romantik bir dünyada
yaşamayı hayal ediyor. O, Claire’e “seninle uyumak isterim. Birlikte uyumak, seks
yapmaktan daha fazla yakın olmaktır” diyor. Bu şu demek aslında Laurent Claire ile
rüyalarını paylaşmak istiyor. O aşkta oyunları ve platonik arkadaşlığı seviyor. O karşısına
çıkan kadınlara “seks yapmayalım” diyor. Sanki bir çocuk gibi… Onun portresini böyle
çizdim. Düşünürseniz, ne zaman kadınlar erkekler üzerinde üsteleyici bir rol üstenirse,
işte o zaman kadınlar erkekleri kolay elde edemiyor. Laurent da bu konuda tek örnek değil.
Kadınlar ilişkide dizginleri ellerinde tuttuklarında, erkeklerin düzeni alt üst olabiliyor.
-O gecekulübünden kadınlar buluyor ?
Evet ama o yırtıcı bir hayvan değil, bir avcı. O kendisini öyle tanımlıyor. Oldukça rahat
konuşan bir adam. İçki içince arzuları onu kontrol altına alıyor ve o arzularının kendisine
gösterdiği yolu izlemeye başlıyor. En azından böyle düşündüğünü biliyoruz. Onun için gece
kulübünde Claire’i izlemesi oldukça zor. Benim için o planlar ilginç bir tecrübeydi. Çünkü o
planlarda sarhoş olma fikri üzerine çalışmam gerekti. Çünkü sarhoş olunca kendi derinliğini
ve yürüyüşünü bir kenara bırakıyorsun. Sınırları zorlamaya başlıyorsun. Laurent bizim için,
elinde tek bir bardağı olan, - ama tek bardaktan fazla içki içen-, bizim birlikteyken
güldüğümüz komik ve saf adamlardan biri hiç değil.
-Peki neden Claire ?
O saf ve suçsuz. Dışardan bakıldığında o, her şeyi çok düzgün biri olarak görülüyor. Claire’i
ilk gördüğümüzde, kırılgan ve porselen bir güzelliğini, küçük çenesi ile gözlüklerini
fark ediyoruz. Mümkün değil diyoruz. Bu kadın çok saygıdeğer ve hiç bir kusuru yok
Ama aslında Claire, Laurent’ten bile çılgın. Normal şartlarda Claire, Laurent’ı
çok önce başından atardı. Anne, ikimizin arasına kesin bir utangaçlık duygusunu yerleştirdi.
Provalarda bir araya gelmemizi istemedi. Sadece çekimlere başlamadan 1 hafta kadar
önce birlikte yenilen bir yemeği saymazsak tabi. Ne zaman yüzyüze geldik, işte o anda
ikimiz de çok gergindik. Ben genelde etrafta insanlarla şakalaşırım ama bu sefer bir prensesle
karşılaştığımı düşündüm. Dilim tutuldu ve kelimeler boğazımda düğümlendi. Film boyunca
aramızdaki bu utangaçlık mesafesi korundu. Birbirimize karşı mesafeli olduk. Bu
çekimlerin hikayesi de böyle oluştu.
-Laurent gerçekten Claire’e aşık mı?
Laurent’ın başı Claire ile dertte çünkü Claire’in çılgın bir tarafı var . Laurent’ın
bir de kendi ruhsal çalkantıları nedeniyle başı dertte. Onlar birbirlerini tanıyorlar. Tıpkı
insanların birbirlerinin benzerliklerini keşfetmeleri gibi. Claire ile Laurent iki kayıp ve yalnız
iki insan. Biri sosyal anlamda güvenliği ve aile yaşamının konforunu seçmiş. Diğeri ise
gerçeklikle arasındaki kontrolü kaybetmiş. Fakat Claire kendi yalnızlığını kabul ediyor ve
üzerine gidiyor. Laurent ise, toplum içinde yok gibi. Gri paltosu ile dışarda dolaşınca kimse
onu fark etmiyor. İkisi de toplumda dikkate alınmıyorlar sanki toplumda yoklar , o toplumda
yaşamıyorlar. Laurent ‘görünmeyen adam sendromunu’ yaşıyor. Bu tipteki adamlar bir
cafede otururken, bir saate yakın elini kaldırarak, garsonun dikkatini çekmeye çalışırlar. Aynı
şey sizin başınıza gelse, kendinize şunu söylersiniz, ‘ne komik ben de bugünlerde
görünmeyen günlerimi yaşıyorum.’ Tıpkı Claire ile Laurent gibi. Aslında gerek Claire
gerekse Laurent toplumda yaşayan sıradan insanlar. Senaryo bence muhteşem
çünkü senaryoda sıradandan sıradışıya doğru bir gidiş var. Biliyorum bunu söylemek kolay
değil fakat Laurent’in davranışları filmin metaforu olarak ortaya çıkıyor. Gerçek yaşamda,
insanları öldürmek için ortalıkta dolaşmazsın. Bu sıradışı bir durum, tamamiyle kurgu
diyebiliriz.
-Peki onun son davranışını nasıl yorumlarsınız ?
Bence hayat Laurent için dayanılmaz. Fakat Laurent’in intihar etmeye cesareti de yok. Belki
de Claire, Laurent’in kendini öldürmesi ya da kendisini öldürmemesi konusunda cesaret
veriyor. Bir de Laurent’ın Claire’in yanında kaybolduğuna dair bir izlenimi var. Tıpkı
romantik aşıklar gibi. Örnek olarak Stefan Zweig ve eşi gibi el elele tutuşmuş bir şekilde
birbirlerini zehirlemişlerdi. Kayıtsız şartsız bir aşk ! Ben severim çünkü sonunda başka
kapılar açılır.
-Bu kompleks karaktere nasıl yaklaştınız ?
Sadece içgüdülerle. Ben karakterlere hazırlık yapmam. Özellikle de bu tipte bir karaktere...
Bu karakteri gerçek, apaçık olarak ele aldım. Ne yapmam ve hissetmem gerektiğini anlamama
ihtiyacım vardı. Bu karakteri düşünmeden oynadım. Bazen kendime kesin yazılmış
diyalogları kritik etme serbestisi sağladım. Senaryo yazarları genelde aktörlere güvenmezler
ya da texte çok fazla şey koyarlar. Anne ayrıca beni bir veterineri ziyaret etmem ve bir aslanı
nasıl diktiğini görmem konusunda zorladı. Dürüst olmam gerekirse; çok zor değildi.O
planlarda içgüdülerime güvenerek oynadım. Ayaklarım yere basıyordu. O anın ve durumun
gerçekliğine inandım.
-Sizin farklı bir çalışma biçiminiz var ?
Isabelle çekimler sırasında kendini kaptırıyor ama hiç yorulmuyor. Hatta 25 tekrar yapmış
olsa bile. Bence o hem başarılı hem de inanılmaz. Eğer Isabelle karşımda oynamasaydı, çok
zorlanırdım. Ben karşımdaki kadının beni dinlemesine ihtiyaç duyarım. Bu da aslında bu
hikayenin özü. Yemin ederim, çekimler sırasında Isabelle bana baktığında bana derinden
aşıktı ! Sanki öyle gibi hissettim. Benim için zor geçen filmin ilk haftasının sonunda
tamamiyle moralim bozuldu. Moralimin bozulduğunu gören Isabelle gelip bana şunu söyledi: “bir dağın zirvesine bakarsan, ulaşamayacak gibi görünebilir. O zaman kendine şunu söyle:
biz bu zirveye yavaş yavaş çıkacağız.” İtiraf etmeliyim ki, Isabelle’in çekimler boyunca bana
çok yardımı dokundu.
-En çok korktuğunuz sahneler ?
Bütün sahnelerden korktum. Ama şanslıyım. Anne Fontaine her zaman gün içinde gelip bir
sonraki sahne ile ilgili düşüncelerimi soruyordu.“ Mesela seni rahatsız eden bir yer var mı?
Bu sahne ile ilgili ne hissediyorsunuz, senin için uygun mu ? gibi. Her zaman Anne ile
sahnelerin üzerinden geçtik. Anne, Claire’in rolünü oynadı. Son sahne benim açımdan çok
korkunçtu. Anne çok gergindi. Ben tam vazgeçmek üzerindeydim ki, Anne filmi kronolojik
çekmeye karar verdi. Böylece karakterin gelişimi güven verici oldu.
-Bu tecrübeden en çok ne hatırlıyorsunuz ?
Anne Fontaine ile çalışmanın zevki diyebilirim. Beni dinlediği için minettarım. Aktörleri
sever ve bizim ona ihtiyacımız olduğunu bilir. Anne benim korkudan zorlandığımı biliyordu
fakat benden vazgeçmedi. Hiç bir şey onu yıkmadı. Ben ona “abide” adını verdim. O baştan
itibaren nereye gideceğini biliyordu. Isabelle Carre ise filme ve karaktere güvenmem
gerektiğini öğretti. Sette genelde birisi ‘haydi şunu yap’ derdi ve ben de el kol haraketleri
yapmaya ve bağırmaya başlardım. Bu sefer hayatımda ilk defa bir yönetmen fısıldamamı
istedi. Sanki sahnelerin çoğunda tek bir kelime bile yoktu. İlk defa kendimi uçurumun
kenarında ayakta duruyor gibi hissettim. Ve bu durum benim için hiç de kolay değildi.
-Öyleyse bu film sizin aktör olarak çalışmalarınızın bir dönüşümü...
Evet. Anne her defasında gelip benim stresimi aldı. Bazen korkmuş bir çocuk gibi
üşüyordum. Yönetmen ve kadın oyuncunun gözleri benim aynalarım oldu. Kadın oyuncuya
güvendim. İkimizde aynı gemideydik ve bu açıdan bakınca hiç problem yaşamadım. Ayrıca
yönetmene güvenmek gerekiyordu. Bunların ötesinde yönetmen her şeyden önce bir kadındı.
Hayatımda ilk defa bir kadın yönetmenle çalıştım. Bu filme bir teşekkür borçluyum. Bir
aktör olarak korkularımı atmamı sağladı. Bu filme kadar bazı duyguları ekranda
göstermeyi red ediyordum. Şimdi ise bunu yapmak benim için daha kolay !
Benoit Poelvoorde’nin Filmografisi
2006
DU JOUR AU LENDEMAIN Yönetmen: Philippe Le Guay
SELON CHARLIE Yönetmen : Nicole Garcia
2005
ENTRE SES MAINS Yönetmen : Anne Fontaine
AKOIBON Yönetmen : Edouard Baer
BORN TO FILM Yönetmen : Frederic Sojcher
TU VAS RIRE MAIS JE TE QUITTE Yönetmen : Philippe Harel
2004
NARCO Yönetmen : Tristan Aurouet ve Gilles Lellouche
AALTRA Yönetmen : Benoit Delepine
THE RETURN OF JAMES BATTLE Yönetmen : Didier ve Thierry Poiraud
PODIUM Yönetmen: Yann Moix
Cesar’da En İyi Erkek Oyuncu Adaylığı
2003
RIRE ET CHATIMENT Yönetmen : Isabelle Doval
2002
LE BOULET Yönetmen : Alain Berberian ve Frederic Forestier
2001
LE VELO DE GHISLAIN LAMBERT Yönetmen : Philippe Harel
LES PORTES DE LA GLOIRE Yönetmen : Christian Merret- Palmair
1999
LES CONVOYEURS ATTENDENT Yönetmen : Benoit Mariage
1997
LES RANDONNEURS Yönetmen :Philippe Harel
POUR RIRE ! Yönetmen : Lucas Belvaux
1992
C’EST ARRIVE PRES DE CHEZ VOUS( MAN BITES DOG ) Yönetmen : Remy Belvaux, Andre Bonzel ve Benoit Poelvoorde
ISABELE CARRE İLE RÖPORTAJ
-Senaryoyu ilk okuduğunuzda ilk reaksiyonunuz ne oldu ?
İlk önce öyküye kendimi kaptırdım. Senaryo bende hem önemli izlenimler bıraktı hem de
beni biraz korkuttu. Çekimlerin zor geçeceğini hissettmeme rağmen hiç düşünmeden bu
projeye kendimi attım.
-Sizin oynadığınız aşık kadın karakteri aklınıza yattı mı ?
Benim için Claire’in, gerçeği inkar eden yüzünü oynamak ilginçti. O aynı zamanda aşık
olduğu adamın da kişiliğini taslak taslak çiziyor. Bu noktada şunu çok heyecanlı buldum. Bir
şeyi görmek istemediğimizde sesimizi kesiyoruz. Sevmediğimiz, duymaya ve görmeye
tahammül edemediğimiz bilgilere duvarlar koyuyoruz. Bu rolde işte bu duyguları keşfettim.
Bu film gerçeği görmemiz için sorular sormamız gerektiğini söylüyor. Gerçeği görmek ister
miyiz ? Biz etrafımızdaki insanları ve kendimizi nasıl algılarız ? Ve tabi görünümler...
Etrafımızda eskiden beri tanıdığımız insanlar bize normal görünürler. Aslında iç dünyaları
nasıldır ? Onlarla nasıl bağlantılar kurarız? Onlar kendilerini nasıl görmenizi isterler?
Onların kafasında aslında ne vardır? Fikirleri ve fantazileri nedir?
- Bu karaktere film boyunca nasıl baktınız ve nasıl göstermeye çalıştınız ?
Ben karakteri opaktan görünene doğru bir skalada çizmeye çalıştım. Claire sanki bir fanusta
yaşıyor izlenimi veriyor. O her zaman bir miktar sürükleniyor. Küçükken kendini canlı
olduğunu hissetmek için bileğini kesmiş. Bunu da itiraf ediyor. Claire, şimdi duygu yönü
ağırlıklı bir işi başarıyla yürütüyor. İşinde başarılı olmasına rağmen özel yaşamında tatmin
olmamış. Sade ve küçük yaşamında bir aşk ve dram yaşamak istiyor. Onun dış görünüşünün
tatlılığının arkasında şiddet saklı. Bu da onun karanlıkta kalan yönü.
-Karakterin zorluğunun altında yatan nedenleri ne zaman keşfettiniz ?
Özellikle bu karakterin belirsiz gibi görünen halini oynamak istedim. Karakterin bir tarafta
insani yönü diğer tarafta kaygılandıran bir öğe olarak bir adam için duyduğu şefkat var.
Claire’in aşırı uçlara doğru gitme eğilimi var. Daha şiddetli duygular yaşamak istiyor. Bu
karakteri gerçekten oynamak istedim çünkü bir kişi alçak gönüllü iken, nasıl bir değişim
yaşadığını görüyorsunuz. Tavırları değişime uğruyor. Claire kendi yaşamını
tekrar yazıyor.
-Claire kendi işi olan sigortacılıkta gerçek yaşamda yaşanan dramlarla karşılaşıyor böylece diğer insanların acılarını dindirmede bir görev üstlenmiş oluyor.
Evet. O, işinin güzelliğini ve cazibesinin farkında. O, bu mesleği seçmesini şöyle
açıklıyor: Bir deponun yandığını görünce, yangının olduğu tarafa doğru gitme
ihtiyacı duyuyor.Ve mesleğini bu olaydan sonra seçiyor. Gariptir ki, Laurent da,
kasten bir şey yakma gibi bir çılgınlık yapabileceğini söyleyebiliyor. Her iki karakterde
kontrolleri dışında deneyimler yaşamak istiyorlar. Bence bu durum oldukça şiirsel.
-Claire dans etmenin hayallerini kurmuş...
Evet ama başarısız olmuş. Ama bu başarısızlıkla yaşıyor. Onun duygularını
ifade etmek için farklı bir tarz geliştirdim. Claire’in hayallerinin peşinden gitmekten
vazgeçmesinin ona getirdiği acıları hayal ettim. Claire, kendince duygularını ifade etme
yolunu bulmuş. Aslında Claire, tutkuları için ve kontrolü dışında olacaklar için yanıp
tutuşuyor.
-Claire Laurent’ta ne arıyor ? Onun Laurent’a olan ilgisini nasıl tanımlarsınız ?
Laurent’i Claire’in kendisine olan merakı heyecanlandırıyor. Laurent, Claire için farklı
görünüyor. Farklı bir konuşması var. Mesela Björk... Björk ne zaman dans etmeye başlasa,
beni heyecanlandırır. Bu tipteki insanlar önemlidir çünkü farklılıklarımızı ve deliliklerimizi
anlamamızı sağlarlar. Aniden bizim bazı şeyleri yapmaya cesaret etmemizi sağlarlar. Mesela
kendi dansımızı etmek için hakkımız olduğunu hatırlatırlar. Bu tipteki insanlar, bizim
bilinçaltımızda yer eden toplumda normalllikle ilgili modelleri ve toplumun değişmeyen gibi
görünen kurallarını sorgulamamıza neden olurlar.
-Bu ilişki nasıl doğuyor?
Evet. Claire’in Laurent’tan hoşlanmasının nedeni, Laurent’in sınırları zorlamasından
kaynaklanıyor. Claire şimdiye kadar kurallar kırmaya cesaret edemiyor ve sonunda
cesaretini topluyor. Aynı şekilde Laurent’ta kuralları yavaş yavaş kırıyor. Biz bu filmde tıpkı
normal bir ilişkide olabileceği gibi Laurent’in Claire ile saf bir şeyler yaşamak istediğini
düşünmeye başlıyoruz.
-Claire’in bazı şüpheleri var . Onunla mı yoksa o olmadan mı yaşamına devam etmeli?
Şüpheleri tabi olabilir. Başlangıçta Claire çok çekingen ve hatta utangaç. Belki çocukluğunda
yaşadığı bir travmadan dolayı acı çekiyor. Bu travma şiddeti bünyesinde bulunduruyor
olabilir. Biz ayrıca Claire için şunu hayal edebiliriz; Laurent ile ilgili fantazilerinde bir
miktar heyecan var. Onun sessiz yaşamına heyecan katma ihtiyacı var. Bizler, yaşamımız boş
gibi göründüğünde aslında yaşamla ilgili bir çok şey deneyimleriz. Oyuncuların da film
çekimi boyunca aldrenalin düzeyleri yükselir. Bazen bu alrenalin seviyesinin düşmesi ve
tekrar sakin ruh haline dönmemiz oyuncu olarak bize acı verebiliyor.
-Arzu ile acının kombinasyonunu nasıl tanımlarsınız ?
Devam etmek için özlem duyarsınız. Tıpkı bir çocuk gibi sınırları zorlarsınız. Ceza alana
kadar, nereye gidebileceğinizi görmek istersiniz. Korkuların üstesinden gelmek , gücünüzü
test etmenin yoludur. Sanki yüzmek gibi. İlk önce deniz soğuktur, sonra yavaş yavaş fark
edersiniz ki, batmadan yüzebiliyorsunuz ve hatta başınız deniz altında.
-Claire çok konuşkan değil.
Ben karakteri çok dokunaklı buldum. Kendini kelimelerle ifade etmede zorlanıyor. İlişkisinde
ise her şey hayallerini dışında. Kendi duyguları ve kendine ne olduğu hakkında konuşmak
istemiyor. Bence bu senaryonun kuvvetli noktalarından biri. Biz yorumlarla değil duygularla
ilgilendik. Claire’in suskunluğu onun inkar etmesi aslında. Mesela ikisi dönme dolabın
önündeyken, Laurent ona şunu soruyor; “sence o ben miyim”. Laurent gerçekten şüpheli.
Onun bu sorusu Claire’i sarsmaya yeter. Seyirci, Claire’den “bir dakika bunu yapan sen
miydin?” sorusunu sormasını istiyor. Ama Claire bununla yüzleşmek istemiyor.
-Ve Claire bu ilişkiyi sonuna kadar götürmeye karar veriyor.
O da Laurent kadar kayıp. Bu noktada kaçınılmaz bir durum var, onları kaçınılmaz bir
şekilde birbirine bağlıyor. Buluşuyorlar ve bu noktadan sonra birlikte yeni kaderlerine
doğru yola çıkıyorlar. Bence Claire, Laurent’in kaderinde etkili olmak istiyor. O, biricik
olmak istiyor. Bir kadın homoseksüel bir adama ilgi duyarsa, o durumda bile biricik olmak
ister. Yaşadığı anın tamamiyle kendisi ile ilgili olmasını ister. Tekrar etmek gerekirse, burada
varolma açlığından ve hayatın yoğunluğundan bahsediyoruz. Claire’in en iyi bildiği
şeylerden biri insanlara yardım etmek. O, dayanılmaz acılar çeken Laurent’i görüyor ve .
Laurent’in acılarını sarmada yardım edebileceğini düşünüyor.
-Bu kadını anlıyor musunuz ?
Filmi görünce ikna oldum. Çünkü film çekimleri sırasında, bu kadın sonunda nereye gidecek
diye düşünmek gibi hafiften bir delilik yaşıyorsunuz. Aslında o da tam bir deli! Fakat filmi
görünce, Claire’in kendi yaşamına dönmesine izin verilse diye düşündüm, acaba ne olurdu?
İşte o anda Claire’e karşı derin bir acıma duygusu hissettim. O Laurent’in yaşamına kendini
monte ediyor. Bu da tam bir delilik ! Bu karakteri severek oynadım çünkü her şeyi biliyor ve
her şeye rağmen Laurent’in arkasından gidiyor. Bu oldukça zor bir durum. Onu
gerçekten anlamaya çalıştım. Bazen insan olarak mantık dışı yönlerimiz olduğunu kabul
etmemiz gerekir. Bu kadını çözümlerken hem yaşamında hem de aşk hayatında aşırı uçlara
gidebileceğini düşündüm. Bence filmdeki önemli planlardan biri kocasının görüşünden
ayrıldığı an. Claire için 2 yol var. Normal olan ve diğeri. Filmin sonunda onun yürüyüşünü
gördüğümüzde, biliyoruz ki, o başka bir yerde, başka bir noktada. Eski yaşamına geri
dönmeyecek. O artık uzaklarda.
-Siz karaktere hazırlanırken, titiz bir çalışma yapıyorsunuz. Claire’e nasıl yaklaştınız ?
Anne ile birlikte Claire’in psikolojisini tartıştık. Claire’in değişirken, neyi ya da neleri
görmek istemeyeceğini konuştuk. Bu konuşmalar ilginçti çünkü her ikimiz de aynı noktadan
bakmıyorduk.
-Daha önce bu tipte bir tecrübe yaşamış birisiyle tanıştınız mı ?
Hayır. Gazetede hapishanede bir seri katille ilişkisi olan bir genç kızın haberini
okumuştum. Birlikte olmak için izin alıyorlardı. Haberin gazeteden fotoğrafını kestim.
Haberde genç kız saçları ile yüzünü saklamıştı. Bu haberi senaryonun bir tarafına yapıştırdım.
Çünkü o benim için anlaşılmaz bir şeydi. Onu kafasından neler geçmişti ? Ne hissetmişti.
Anne ile şöyle düşündük ; o genç kız hayatında ilk defa bir adama yakınlık hissediyor. Ama
o adam da hapishanede. Fakat o genç kıza başka bir dünyanın kapıları açılıyor. Ve o biricik
oluyor.
-Benoit Poelvoorde ile çalışmak nasıldı ?
Onunla karşılaşmaktan mutlu oldum. O gerçekten sıradışı bir insan. Filmde, Laurent ‘ben çift
kişilikliyim’ diyor. Benoit kendisi için de aynı şeyi söyleyebilir. Benoit ilk defa oyuncu
olarak kendi stiline çok yüklendi. Oyunculuğuna başka bir perspektiften baktı. Bu sefer başka
bir deyişle ‘köpek adamı değil, adam köpeği ısırdı’. Benoit şunu biliyordu ki, espiri anlayışını
bırakmak onun için zordu. Çünkü yaşam ve iş anlayışını buna göre kurulmuştu. Bu filmde
Benoit, insanlığını, yumuşaklığını, tutkusunu ve duygularını oyuna kattı. Ve çok
dokunaklıydı.
-Ya Anne Fontaine ?
Ben onun filmi yönetirken aldığı kararlarda ve seçtiği konulardaki cesaretini seviyorum.
Aktörlerden filme belli bir derecede yoğunlaşmalarını istiyor. Aktörlere kompleks bir
atmosfer kurmada yardım ediyor. O etrafında onunla uyum içinde olacak ve onun deneyimini
paylaşacak insanlar istiyor. Bence onun yanında herkese iş var. Kişisel düzeyde çok cömerttir.
Zamanını gerçekten istediği şeyi gerçekleştirmek için feda etmeye hazırdır. Bu noktada o da
tıpkı Claire gibi, onun gibi merak, korkusuzluk ve merhameti içinde barındırıyor.
Isabelle Carre’ın filmoğrafisi
2005
ANNA M Yönetmen : Michael Spinoza
QUATRE ETOILES Yönetmen : Christian Vincent
ENTRE SES MAINS Yönetmen : Anne Fontaine
L’AVION Yönetmen : Cedric Kahn
2004
HOLY LOLA Yönetmen : Bertrand Tavernier
EROS THERAPIE Yönetmen : Daniele Dubroux
2003
LES SENTIMENTS Yönetmen : Noemie Lvovsky
Cesar En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Adaylığı
LA LEGENDE DE PARVA Yönetmen : Jean Cubaud ( Ses)
2002
A LA FOLIE...PAS DU TOUT Yönetmen : Laeticia Colombani
SE SOUVENIR DES BELLES CHOSES Yönetmen : Zabou Breitman
Cesar En iyi Kadın Oyuncu- Lumiere Ödülü
2001
BELLA CIAO Yönetmen : Stephane Guisti
MERCREDI, FOLLE JOURNEE Yönetmen : Jeanne Lebrun
L’ENVOL Yönetmen : Steve Suissa
1999
LA BUCHE Yönetmen : Daniele Thompson
THE CHILDREN OF THE CENTURY Yönetmen : Diane Kurys
SUPERLOVE Yönetmen : Jean- Claude Janer
1998
LA MORT DU CHIOINS Yönetmen : Jean – Louise Benoit
SENTMENTAL EDUCATION Yönetmen :C.S. Leigh
1997
LA FEMME DEFENDUE Yönetmen : Philipe Harel
Cesar umut veren kadın oyuncu ödülü adaylığı
1996
BEAUMARCAHIS THE SCOUNDREL Yönetmen : Edouard Molinaro
1995
THE HORSEMAN ON THE ROOF Yönetmen :Jean-Paul Rappeneau
Cesar umut veren kadın oyuncu ödülü adaylığı
BELLE EPOQUE Yönetmen : Gavin Milliar
1992
BEAUX FIXE Yönetmen : Christian Vincent
Cesar umut veren kadın oyuncu ödülü adaylığı
1991
LA REINE BLANCHE Yönetmen : Jean- Loup Hubert
1989
MAMA, THERE’S MAN IN YOUR BED Yönetmen : Coline Serrau
Dostları ilə paylaş: |