FIGTH THE FUTURE
PROLOG
Kuzey Teksas
M.Ö. 35000
Sadece kar,buz ve engin gökyüzünden ibaret tenha yeryüzü ufuktan ufka uzanıyordu. Uzakta, ümitsizce koşan iki küçük figür belirdi. Karmakarışık,kirli saçları ve kaba yüz hatlarıyla insana benziyorlar ve vücutlarını deriden yapılmış kabaca giysilerin altında gizliyorlardı. Beyaz toprakta koşarken sanki yerde ayak izleri arıyormuşçasına eğiliyorlardı. Takip ettikleri izler kalın buz tabakaları ve çökmüş kayalar arasındaki üçgensel bir yarığa gidiyor ve mağaranın ağzında kayboluyorlardı. İlkel adamlardan bir girişte eğilip ,içeriye dikkatlice göz attıktan sonra içeri girdiler.
Mağaranın içinde duvarlar sarmal ve zayıfça parlayan kalın bir buz tabakasıyla kaplıydı. İlkellerden biri meşalesini yakıp,onu yukarı tutacakken ,arkadaşı kolunu çekiştirerek birkaç metre önlerinde ,mağaranın bükülerek ilerlediği noktayı işaret etti. Orada, yeni ve bozulmamış karın üzerinde izledikleri şeyin izleri duruyordu. Meşale kuru gürültüler yayıyor ve kendi gürültüleri sanki ilerdeki karanlıktan bir cevapmışçasına onlara yankı olarak geri geliyordu.
Daha çabuk ilerleyerek ,ileride mağaranın iki tünele ayrıldığı yere geldiler ve hiçbir söz etmeksizin, her biri farklı bir yöne gitti.
İlk ilkel adam,tünel boyunca sessizce ilerleyip ancak bir adamın sığabileceği genişlikte bir açıklık bulur. Oradaki duvardaki bir açıklıktan sürünerek geçer ve bir sonraki odaya düşer.
Nefesini tekrar yakalaması bir anını aldı,sonra meşalesini alıp etrafa dikkatlice baktı. Kabaca çember biçiminde olan mağara 30 metre genişliğindedir. Duvarlar orada burada bulunan kaya dikitlerindeki buz çentikleri ile parlaktır. Bu dikitlerden en büyüğüne bakan ilkel kaşları çatılı,yaklaşır.
Dikite santimler kala durur ve gördüğüne uzanmak için uzanır ;gördüğü , deri ve kürk giymiş ve tepeden tırnağa buzdan bir deri ile kaplanmış başka bir adamdır. Ona dokunamadan ,arkasından güçlü bir şey ona saldırır. İlkel adam bir çığlıkla yere düşer ,meşale elinden yuvarlanmıştır. Ana rahmindeki bir fetüs gibi kıvrılır,ellerinden biri göğsünde,bir bıçağı dışarı doğru tutmaktadır ama bir şey zaten oradadır,pençeleri giysilerini yırtar,sıkı deriyi ve koruyucu kürk tabakasını sanki kuru bir çimen parçasıymış gibi parçalarlar. İlkel tekrar çığlık atarak bir yanına yuvarlanır,dirseğini yaratığın yüzüne iterek,körce ve ümitsizce bıçağıyla saldırır. Yaratık bağırdığında eline sıcak ve yapışkan bir şeyin fışkırdığını fark eder .İlkel, inleyerek geri çekilir ve duvara doğru sendeler. Hala onu ayaklarının dibinde duyuyordur,yaratık ona vurunca ilkel tekrar saldırır ve bıçağının yaratığın cildi boyunca,onu kestiğini hisseder. Ama elinin altında güven verici bir kemik ya da kas parçası yoktur,sanki bıçağı çamura saplamıştır.
Fazla hızlı...İlkel bir an içinde dengesini kaybedip düşer,o şey üzerindedir ve pençeleri uyluğunu parçalamaktadır. Bıçağı kayıp elinden fırlar;daha ona ulaşamadan , mağarada başka bir gölge belirir. Mağara ışığın her yandan yansımasıyla sanki dönüyormuş gibi olur,sonunda belirginleşerek ikinci ilkelin elindeki meşaleye dönüşür. Yaratık yukarı baktığı an,ikinci ilkel bir çığlıkla elindeki bıçağı yaratığa saplar.
Sağır edici bir çığlıkla yaratık geriye doğru kaykılır. Bir an ve ilkel tekrar üstündedir,yaratık kaçmaya çalışırken bıçağı tekrar tekrar saplar. Ancak yaratık şok edici bir güç ve hızla onu mağara tabanına fırlatır.
Sersemlemiş haldeki ilkel ayağa kalkar ve saldırı pozisyonu alır ancak yaratık gözden kaybolmuştur. Duraksar,nefes almaya çalışırken yerdeki arkadaşına bakar. Giysileri kanla sırılsıklamdır ve gözleri bulutlanmıştır bile. Ölmüştür. İlkel arkasına dönerek düşmanını arar,mağarada ilerlerken gözleri kısılmıştır. Yakında bir odada düşmanının yerdeki vücuduyla karşılaşır. Şüpheyle yaklaşır ve yaratığın başına doğru meşalesini sallar. Kapalı gözler yavaşça açılır,bir an için av ve avcının bakışları karşılaşır.
İlkel son vuruşu için bıçağını kaldıramadan,yaratık saldırır. Bir hareketle ilkel meşalesini düşürür ama bıçağını yaratığın üst vücuduna saplamıştır. Yaratık kıvranır ve mağara çığlıklarıyla çalkalanırken,bıçağı geri çekip ,o yerde hareketsiz yatana dek tekrar saplamaya devam eder.
İlkel nefes nefese geri çekilir,avı önünde ölü yatmaktadır ve yaralarından siyah bir şey sızmaktadır. Meşalenin altında koyu bir sıvı birikintisi gibidir. İlkel birikintiye bakarken kaşlarını çatar. Mağara tabanında küçük bir çatlak vardır ve siyah ,yağlı madde oraya ilerlemektedir. Suyun doğal olarak seviyesini bulmak istemesi gibi değil ,sanki canlı bir şeymiş gibi. İlkel,yağın çatlağı neredeyse taşacakmış gibi doldurup,sonra aşağı doğru kaybolmasını,gözlerini ayıramadan izler. Ancak birkaç dakika sonra başka bir şey fark eder.
Göğsünde,yaratığın kanının sıçradığı yerde,koyu lekeler vardır ve ilkelin gözü bu yağlı damlacıkların birine takılmıştır. Yüz ifadesi can sıkıntısından,meraka,meraktan korkuya dönüşür. Siyah damlalar her yerdedir. Vücudunu tırmanırlar,kollarında,uyluklarının ve göğsünün üzerinde. Homurdanarak onları silmeye çalışır ama yağlı damlalar kımıldamamaktadır. Çığlık atmak için ağzını açar ama hiç ses çıkmaz.
BÖLÜM 1
Blackwood , Teksas
Günümüz
Aniden,bir erkek çocuk bir mağaranın tavanından içeri düşer.
“Stevie? Hey,Stevie—iyi misin?”Yukarıda Stevie’nin üç arkadaşı,endişeyle aşağıdaki büyük deliğe bakarlar. Son birkaç gündür ,burada bir ‘kale’ inşa etmek için kazı yapıyorlardır. Arkalarında güneş parlar,millerce doğuda,Dallas’ın parlayan yapıları ufka doğru yayılır. Yakında ise yeni bir yerleşim alanı vardır. Aynı tip mat gri evler kahverengi yeryüzü üzerine yayılmıştı .
Stevie mağara tabanında ,soluksuz yatmaktadır.”Ben _ ben ...soluksuz kaldım bir an “der nefes nefese. Çocuklardan rahatlamış bir gülüşme duyulur,Jason’un yüzü Jeremy’nin yanında belirir.”Görünüşe bakılırsa sen haklıydın Stevie “diye seslenir aşağı.”Bir mağara ya da onu gibi bir şeye benziyor”
Jeremy , öbür çocukları ittirerek daha iyi görmeye çalıştı.”Aşağıda ne var Stevie? Herhangi bir şey?” Stevie yavaşça ayağa kalkıp , birkaç dengesiz adım attıktan sonra karanlıkta parlak,yuvarlık ve bir futbol topu büyüklüğünde bir şey gözüne çarpar. Yerden alıp ,hafifçe sallar ,böylece ışık cismin üzerine düşer.
“Stevie? “ diye bağırır Jeremy “Hadi! Ne buldun?”
“İnsan kafatası,bu bir insan kafatası!!!!”
Jason heyecanla bağırır.”Buraya fırlat ahbap”
Stevie kafasını olumsuz manada sallar.”Olmaz,ben buldum. Bu benim.” Etrafına hayretle bakar.”Boş ver,burada her yerde kemikler var”.
Gün ışığına doğru birkaç geri gider. Yere bakarken,bir çeşit yağ sızıntısının üstünde durduğunu görür. Ayağını çekmeye çalıştığında ,ayakkabısının tabanı yere yapışmıştır.
“Kahretsin” diye mırıldandı.”Ne cehen...”
Ve sonra yağın sadece ayakları altında değil ,her yerde olduğunu gördü. Hareket ediyordu. Kara yağ ayakları altından ayakkabılarının içine doğru sızdı. Kafatası elinden düşüp,taştan yerde yuvarlanırken , o şortunu çekiştirip açıkta kalan bacaklarına bakıyordu. Derinin altında,parmağı kadar uzun bir şey kıvranıyordu. Şimdi onlardan onlarca vardı ve derisinin altında yuvarlanıp,yukarı doğru ilerliyorlardı. Bundan başka bir şey daha vardı. Aynı derecede korkutucu bir şey. Kara yağın geçtiği yerlerde,organları uyuşmuş ve donmuş gibiydi. Felçli.
“Stevie?” Jeremy aşağıdaki karanlığa seslendi.”Hey! Stevie?”
Stevie homurdandı ama yukarı ona bakmadı. Jeremy bunun bir çeşit şaka olup olmadığından emin olamadan onu izler.”Stevie,yapmasan iyi...”
“Stevie?” diğer çocuklar da çağrıya katılırlar.”İyi misin?”
Stevie kesinlikle iyi değildir. Çocuklar bakarken,Stevie’nin kafası geriye düştü,sanki yukarı , onlara bakıyormuş gibi ...ve parlayan çöl güneşinde ,önce gözlerinin siyahla dolduğunu sonra da doğal olmayan bir şekilde tamamen siyaha döndüğünü gördüler.
“Hey adamım” diye fısıldadı Jason.”Hadi gidelim buradan “
“Bekle” dedi Jeremy “Ona yardım etmeliyiz...”
Jason ve diğer çocuk onu kendileriyle birlikte çektiler. Jeremy ,ayakları tozlu toprakta gürültülü ekolar oluşturarak isteksizce onlarla gitti.
Sirenler , boş arazi üzerinde rüzgara karışıp ; yeni yapılan evlerde insanlar kapı önlerine toplanırken kapılar çarpılıyordu. Bir garaj girişinin sonundaki bir kadın figürü kollarını kendine dolayıp ufku inceledi ve caddeye doğru yürümeye başladı.
İtfaiye arabaları çoktan varmıştır. Tam bir kurtarma modu içindeki adam araçtan atladılar ,bir merdiven alıp ,çocukların terk ettiği oyuğa doğru koştular. Yüzbaşıları arabasını durdurup,elinde bir telsiz dışarı çıkarken ,birkaç başka adam daha onları izledi.
“Yüzbaşı Miles Cooles konuşuyor.” Diye bildirdi.”Bir kurtarma operasyonumuz var.”
Oyuğa doğru ilerledi.3 itfaiyeci şimdiden merdiveni aşağı doğru sallamıştı ve onlardan biri çabucak aşağı doğru inmeye başladı. Kaskı gün ışında parladı ,sonra itfaiyeci aşağı ulaşıp,merdivenlerden uzaklaştığında onunla birlikte gözden kayboldu.
“Aşağıda neyin var J.C” diye arkasından bağırdı Cooles. Cevap yoktu..Bir an geçtikten sonra 2. ve 3. adamlarda ilkini izledi. Dışarıda güneş , giderek büyüyen çocuk ve aileler topluluğu üzerinde ,acımasızca parlıyordu. Yüzü endişeyle gerilmiş olan yüzbaşı Cooles, mağaranın girişine bakmaya devam ediyordu. Aşağıya iki adam daha gönderdi. Kısık ve uğursuz bir ses duyup keskince yukarı bakınca ,parlayan günbatımından esrarengiz bir biçimde ortaya çıkan bir helikopter gördü. Çevresinde ,hepsi batı ufkuna bakan,daha da fazla insan birikiyordu. Mümkün görünenden daha kısa bir sürede ,helikopter toplanan gruba yetişti ve insanlar kulaklarını tıkayıp,kaldırdığı tozdan gözlerini korumaya çalışırken ,hafifçe yere indi.
“Ne cehennem?” diye düşündü Cooles. Helikopterin yan kapısı açıldı ve hepsi TEHLİKELİ MATERYAL üniformaları giymiş,yüzleri ağır oksijen maskeleri altında saklı 5 adam aşağı atladı. Sanki dev bir böcek kabuğuna benzeyen ,yarı şeffaf plastik kapaklı,parlak metalden bir sedye taşıyorlardı..Aceleyle mağaraya doğru ilerlediler. Cooles onların peşinden gitmeye başlamıştı ki,helikopterden , ciddi bir beyaz gömlek içindeki uzun ,sıska bir adam daha indi,kravatı pervanelerin rüzgarıyla savruluyordu.
“O insanları uzak tut!” diye bağırdı,ilk yardım elemanlarına merakla bakanları göstererek..boynun asılı plastik bir etiket adının Dr. Ben Bronschweig olduğunu söylüyordu.”Çıkar onları buradan”.
Cooles onayladı,bekleyen itfaiyecilere dönüp “Onları geriye alın. Hemen!”diye bağırdı. Sonra,Bronschweig’i yakalamak için koşturarak “Adamlarımı ,çocuğun arkasından aşağı gönderdim. Çocuğun gözlerinin siyaha döndüğü rapor edildi. Bu en son duyduğum...”
Bronschweig onu dikkate almadan ,deliğe doğru ilerledi. Adamları şimdiden çocuğu , kapaklı sedyeye koymuş yukarı çıkıyorlardı. Bu görüntüyü gören Bronschweig sonunda durdu;kurtarma ekibi çocuğu,toplanan kalabalığın sessiz bakışları altında,helikoptere koyup havalandı. Bir dakika sonra helikopter sadece,al gökyüzünde küçük siyah bir lekeydi.
“O benim oğlum mu? “kalabalığın arasından bir kadın bağırdı.”O benim oğlum mu?”
Bronschweig arkasında yüzbaşı Cooles evlere doğru yürümeye başladı. Yakın mesafedeki otoyolda büyük bir hızla ilerleyen bir sıra işaretsiz ağır vasıta,aynı tip küçük evlerin sıralandığı yola doğru döndüler. İşaretsiz kargo minibüsleri ve bodur kamyonlar ,koyu renk üniformalar içindeki boş ifadeli adamlar tarafından kullanılıyordu. Bu tehdit edici konvoyun önünde ,üzerinde hiçbir logo veya reklam bulunmayan ,iki tane dev tır ,batan güneşin altında uğursuzca parlıyordu. Bronschweig ,kollarını kavuşturup yüzünde gergin bir ifadeyle onları izledi.
Yüzbaşı Cooles ,yüzü kıpkırmızı ,doktorun yanında kızgınca bağırdı.”Ya benim adamlarım?”
“Aşağı 5 adam gönderdim”
Bronschweig tek kelime etmeden arkasını dönüp gitti. Cooles sinirle elini deliğe doğru salladı.”Allah Kahretsin! Ne dediğimi duydun mu? Adamlarım...”
Onu duyuyormuş gibi görünmeyen Bronschweig birkaç kamyonun park ederek oluşturduğu çıkmaz sokağa girdi. Resmi görünüşlü personel şimdiden çadırları ,çadır direklerini ,uydu alıcılarını ve onlarca elektrik ışıklarıyla ,izleme aletlerini kamyonlardan indiriyorlardı. Kasaba insanları inanmazlıkla aşağıdaki mağaraya indirilen onlarca soğutma ünitelerine bakarken ; sürücüler dev tırlarla manevra yapmaya devam ediyor,sanki eylem alanını kalabalığın gözlerinden saklayan bir bariyer oluşturuyorlardı.
Bronschweig bu karmaşanın içinde kayboldu. Tırlara ulaştığında ,gizlice bir cep telefonu çıkardı. Yüzü gergin bir numarayı tuşladı,bekledi ve konuştu.
“Efendim? Şu planlamadığımız ,imkansız senaryo varya..”
Bir an için dinledikten sonra kısaca cevapladı.
“Bir planla gelsek iyi olacak”
BÖLÜM 2
Federal Bina
Dallas,Teksas
Bir hafta sonra ,üzerinde FBI yazan koyu rüzgarlıklar giymiş 15 ajan,yüzlerinde bir ifade olmaksızın havadaki helikopteri izliyorlardı. Çatıda çembersel bir düzen içinde beklerken ,gözleri güneş gözlükleriyle gölgelenmiş, yüzleri ifadesizdi. Yarısının yanında ,tasmalı dobermanlar ve alman kurtları ,yorgunlukla oturmuş,dillerini dışarı sarkıtmışlardı. Helikopter indiğinde,kulaklarını kafalarına doğru dikleştirmek dışında bir şey yapmadılar. Bir an sonra,helikopterin yan kapısı açıldı ve bir adam dışarı çıktı. Uzun ve dar yüzü keskin ifadeler taşıyordu;çatıda bekleyen erkek ve kadınlara bakarken gözleri kısıldı. Sorumlu Özel Ajan (SAC) Darius Michaud durakladı ve sonra onu bekleyenlere doğru otoriter bir tavırla yürüdü.
“Binayı boşalttık ve baştan aşağı araştırdık.”dedi elinde bir cep telefonu olan ajanlardan biri ve çatıyı işaret etti.”Patlayıcı bir alete ilişkin hiçbir iz yok ya da ona benzeyen herhangi bir şeye”
Michaud dudaklarını sıkıp ona baktı.”Köpekleri dolaştırdınız mı?”
Ajan onayladı.”Evet efendim.”
“İyi,onları tekrar dolaştırın.”
Biran için yüzündeki yorgunluğu saklayamayan ajan ona baktı,sonra “Evet efendim.” Diye cevaplayarak geri döndü. Arkasında Michaud döndü ve ufku taradı. Elleri arkasında kenetlenmişti. Bir ya da iki dakika böyle durarak Dallas gökyüzünün tanıdık siluetini kaydetti. Düz gümüşi ,geniş,bulutsuz gökyüzü ve mat merdiven sıraları,türbinler ,yan yana beton gökdelenler...
Aniden ifadesi sertleşti;gözlerine elleriyle gölge yaparak,çatının kenarına yürüdü ve oradaki bariyere yaslandı. Hiçbir şey söylemedi ama ,yakındaki çatıda bir kapıdan çıkan yalnız figürü gördüğünde ,ağzı incecik bir çizgi halini aldı. Bu mesafeden bile ,narin formun FBI rüzgarlığı altında hareket ettiğini ve onun kızıl saçlarının ,güneş altında parlamasını,rahatça görebiliyordu. Michaud’un elleri duvarın kenarını sıkıca kavradı.
Öbür çatıda,Özel Ajan Dana Scully ,kapı ardından çarparak kapanınca irkildi. Dikkatle merdivenlerden aşağı inip,evresine yorgunca bakarken,cep telefonunu tuşladı.
“Mulder?” dedi aceleyle,cep telefonu yanağına karşı serin.”Benim”
Mulder’ın sesi metalikmiş gibi kulağında çınladı.
“Neredesin Scully?”
“Çatıdayım.”
“Bir şey buldun mu?”
Scully burnunun üzerinden bir ter damlası sildi.
“Hayır,bulamadım.”
“Sorun ne,Scully?”
Scully dikleşti ve başını sabırsızca iki yana salladı;sanki Mulder telefonun öbür ucunda bir yerde değil de,önünde duruyormuş gibi.
“Daha şimdi 12 kat tırmandım,terledim,susadım ve dürüst olmak gerekirse burada ne yaptığımı merak ediyorum.”
Mulder’ın sakin sesi cevapladı.”Bir bomba arıyorsun.”
Scully içini çekti.”onu biliyorum ama ihbar karşıdaki federal bina için geldi.”
“Sanırım onu korumaya aldılar.”
Scully,daha da sabırsız bir biçimde yüzünü buruşturdu,derin bir nefes aldı ve başladı.
“Mulder ,bir terörist bomba ihbarı alındığında ,bu bilginin verilme nedeni,mantıklı olarak ,bombayı bulmamıza izin vermektir. Terörizmin genel amacı ,terör yaratmaktır. Eğer istatistikleri çalışmış olsaydın,neredeyse bir ihbarın ,bir bombaya dönüştüğü hemen hemen her davada bir model davranış şekli bulurdun...”
Duraksadı,telefonu daha yakına getirip,sözcüklerini sanki küçük bir çocuğa açıklıyormuşçasına ,dikkatle seçerek “eğer bu datayla uyum içinde davranmazsak Mulder,eğer bizim yaptığımız gibi önemsemezsek,eğer gerçekten bir bomba varsa onu bulamama şansımız büyük. Hayatlar kaybolabilir...”
Nefes almak için duraksadı ve aniden ,birkaç dakikadır tek konuşanın kendisi olduğunu fark etti. Sesi hafifçe yükseldi.”Mulder...?”
“İçgüdülerle hareket etmeye ne oldu?
Scully neredeyse cildinden dışarı fırladı,ses cep telefonundan değil,iki adım arkasından geliyordu. Orada, trafo ünitesinin gölgesinde Fox Mulder duruyordu. Bir ay çekirdeğini dişleri arasında kırıp,çöpü yere fırlatırken,kaşını belli belirsiz kaldırdı. Cep telefonun kapattı ve ona doğru bir adım attı.
“Jesus ,Mulder ..”
“Bir sürpriz öğesi var Scully “ dedi pürüzsüzce “tahmin edilemezliğin gelişigüzel hareketleri”
Ağzına başka bir ayçiçeği alıp devam etti.”Eğer tahmin edilemezi beklemeyi veya tahmin edilemez olasılıklar evreninde beklenilmezi ummayı beceremezsek ,kendimizi programlanamaz ,kategorilenemez veya kolaylıkla referans edilemez birinin ya da bir şeyin acımasına terkedilmiş buluruz...”
Konuşurken ,binanın kenarına doğru yürüdü. Duvardan aşağı doğru eğildi,ay çekirdeklerini silkeledi;biran için düşünceli hatta üzgün bir şekilde etrafa bakıp,Scully’e döndü.
“Burada ne yapıyoruz? Cehennemden daha sıcak”
Scully cevap veremeden,tekrar yürümeye başlamış,birkaç dakika önce Scully’nin indiği merdivenlere doğru uzun adımlarla yürüyordu. Scully durup onu izledikten sonra ,gülümsemesini saklayarak kolunu kavradı.
“Bu görevde sıkıldığını biliyorum” dedi. İyice zayıflayan gülümsemesi kayboldu.”ama şimdi geleneksel olmayanı düşünmek seni sadece belaya sokar.”
Mulder vurdumduymaz bir şekilde ona baktı.”Nasıl yani?”
“Orada olmayanı aramaktan vazgeçmen gerek. X Files’ı kapattılar Mulder. Burada izlenecek bir prosedür var. Protokol” dedi kelimeye uyarıcı bir vurgu ekleyerek.
Mulder sanki onun tavsiyesini tartıyormuş gibi kafasını bir yana eğdi. Sonra,
“Houston’a bomba ihbarı yapmamıza ne dersin? Sanırım bu gece Astrodome’da bedava bira gecesi”
Scully ağzını açtı ve ona bir bakış attı ama işe yaramıyordu. İçini çekerek kapıya gitti ve kapı kolunu kavradı. Bir-iki çevirdi ama yararsız. Mulder’a baktı.
“Şimdi ne?” diye söylendi.
Mulder’ın afacan çocuk ifadesi kayboldu.”Kilitli mi?” diye sordu.
Scully ona baktı ve tekrar kapı kolunu çevirdi.”Çok fazla tahmin edilemeyeni umma ..”
Başka bir şey söyleyemeden Mulder kapıya doğru bir hamle yaparak,kolu çevirdi ve kapı kolayca açıldı.
“Kandırdım” diye sırıttı Scully.
Mulder olumsuzca başını salladı.”Hayır,kandıramadın”
“Oh evet. Seni fena halde kandırdım.”
“Hayır-yapamadın...”
Scully onu geçip ,protestolarını önemsemeyerek asansöre bindi.
“Eminim ki yaptım.”dedi. Mulder asansöre girdiğinde o hala sırıtıyordu. Asansörden çıktılar. Taze serin hava onları kucakladı;lobi çok kalabalık bir günündeydi,takım elbiseleri ve bond çantalarıyla iş adamları,ulaklar ve sıkılmış görünen güvenlik
“Tam bir Mulder panik anıydı.” Dedi Scully. Yanından geçen bir grup okul çocuğu ,FBI rüzgarlığını görünce heyecanla bakarken;
“Panik?” Mulder kafasını olumsuzca salladı.”Hiç beni panik halinde gördün mü Scully?” Tam anlamıyla ifadesiz bir surat yapar.”Ben panik olunca ,bu yüzü yaparım.”dedi.
“Evet bu yüz.”
“Bu yüzü görmedin”
“Evet bu yüzü gördüm. Sen alıyorsun.”
“Pekala!” dedi Mulder isteksizce
İçecek yazan kapıya doğru yürüyüp,ceplerini bozuk para için karıştırırken sordu “ Ne olacak? Coke Cola,Pepsi? Tuzlu bir şey?
“tatlı bir şey “dedi Scully bir zafer gülümsemesiyle. Mulder,bir grup bozuk parayı ayarlamaya çalışarak ,yavaşça yürüdü;yanından içeceklerin olduğu odadan çıkan bir adam yanından hızla geçerken,bakışları gelişigüzel Mulder’a takıldı.Mulder kapıyı kapanmadan yakalayabilmek için,aceleyle içeri doğru ilerledi.
İçerdeki penceresiz odada ,bir sürü içecek ve yiyecek makinelerini geçip,büyük ,parlakça aydınlatılmış ,alkolsüz içecek makinesine doğru ilerledi. Doğru miktarda bozuk parayı saydıktan sonra,onları birer birer küçük delikten içeri attı,her birinin dibe vurduğunda çıkardığı sesi dinledi. Sonra bir düğmeye bastı,topuklarına yaslandı ve...
Hiçbir şey
“oh ,hadi...”diye homurdandı Mulder. Yumruğunu makineye vurdu,hala bir şey yok ve sonunda ceplerini alt üst edip daha fazla bozuk aradı,makineye atıp,tekrar düğmeye bastı...hiçbir şey
“Kahretsin!.”
Neşeli neşeli parlayan kutuların resimlerine baktı sonra iki yumruğuyla makineye vurdu ve tekrar düğmeye bastı.
Hiçbir şey
Sessizce küfredip,makineden bir adım uzaklaştı. Ters ters makineye bakıp,arkasına doğru ilerledi. Makineyle duvar arsında yaklaşık bir karışlık mesafe vardı. Mulder yere çömelip,dikkatle baktı. Kaşları çatılmıştı. Yerde ,ağır siyah bir elektrik kablosu yatıyordu.
Makinenin fişi takılmamıştı.
Mulder fişi yerden alıp,giderek büyüyen bir anlama ile baktı. Sonra çok çabuk ve çok dikkatlice onu yere koyup,hafifçe biraz önce yumrukladığı makinenin ön tarafına geçti. Ön paneli açtı ve dehşetle içine bakakaldı. Biraz önce makineye nasıl saldırdığını hatırladı biran,aceleyle kapıya yöneldi. Kapı kolunu kavradı,çevirdi—ve direnişle karşılaştı.
“Has ..”diye mırıldandı. Kapı kolunu,ileri geri çevirdi ...ama aklında hiçbir şüphe kalıntısı kalmamıştı. İçeri kilitlenmişti. Çılgınca cep telefonunu çıkarıp,bir numarayı tuşladı ve makineye bakarken telefonu sıkıca kulağına doğru tuttu. Bir an sonra Scully’nin sesi telefonda duyuluyordu.
“Scully”
Mulder derin bir nefes aldı.”Scully,bombayı buldum.” Dışarıda Scully ,gözlerini yuvarlayarak birkaç adım attı.
“Komik ,Mulder...Neredesin?” bu arada oraya doğru yürüyordu.
“İçeceklerin olduğu odadayım.”
Scully bir koridora doğru döndü ve hafif yumruklamayı duyunca ,kendini bir kapıyla yüz yüze buldu.
Yiyecek/İçecek
“Yumruklayan sen misin?” diye sorarak,kapı kolunu çevirdi.
Öbür tarafta ,Mulder ,telefonunu çenesine sıkıştırıp daha da güçlü bir biçimde kapıyı yumruklayarak;
“Scully,bu kapıyı açması için birini getir” dedi.
Scully başını salladı.”İyi deneme Mulder”
Mulder kapıdan çekildi ve makineye doğru bir iki adım attı. “Scully,dinle beni” dedi ümitsiz ama kontrollü bir güç sesini doldururken
“Bomba kola makinesinde. Bu binayı boşaltmak için yaklaşık 14 dakikan var.”
Scully başını olumsuz biçimde sallayıp; kapıyı tekrar denedi. Hala kilitli. Sabrını kaybederken,”Hadi...kapıyı aç”dedi.
Cevabı daha da güçlü bir yumruklamayla geldi. İlk defa ,Scully bir korku kıvılcımı hissetti. Mulder’ın sesi kulağında yankılanıyordu.
“13.59,13.58,13.57...”Mulder her sayıyı yavaş yavaş söylerken ,Scully metal kapı koluna bakmak için eğildi. Metal kol kaynaklanmıştı. Scully baş parmağını o noktaya sürttü,ılıklığı ve basıncı hissetti. Yeni çalışma...
“...13.56...Burada bir modelin ortaya çıktığını görüyor musun Scully?
Sesinde hafif bir panikle “Bekle “ dedi Scully “Seni oradan çıkaracağım”
İçeride Mulder’ın telefonu sustu;telefonu cebine koyup,makinenin önünde bir yere oturdu. İçerde,onlarca devir pilleri,kıvrılan kablolar,dijital göstergeler ve sıra sıra,berrak sıvıyla dolu plastik kutular ve bütün bunların ortasında ,geri sayımı gösteren bir gösterge vardı. Mulder içinde büyüyen korkuyla savaşarak düşündü.
“Bir uzmanın bunun neresinden başlayacağını çözmesi bile 13 dakikadan daha fazla zaman alır”
*************************
Lobide ,Scully bir yandan hızlı adımlarla güvenlik masasına yürürken bir yandan da kolunu sallayıp,lobideki ofis elemanlarını göstererek,emirler yağdırıyordu.
“Bu binanın 10 dakika içinde tahliye edilmesine ihtiyacım var.” Parmağını güvenlik şefine doğru sallayıp ,bağırdı.
“Telefona geç ve itfaiyeye ,binanın 1 mil çevresi içindeki şehir merkezini bloke etmelerini söyle.”
Güvenlik şefi yutkundu.”10 dakika içinde mi?”
“DÜŞÜNME!” diye bağırdı Scully.”SADECE TELEFONU AL VE OLMASINI SAĞLA”
Ama lobideki insanlar şimdiden dışarı koşuyorlardı ve Scully , ona bir şey soramadan gitmişti bile. Scully çabucak başka bir numarayı aradı.
“Ben Özel Ajan Dana Scully .Sorumlu Özel Ajan (SAC) Michaud’la konuşmam gerek...Yanlış binayı arıyor__”
Binanın ön giriş kapılarında durdu ve aniden ortaya çıkıp,kaldırım kenarında gürültüyle fren yapan kamyonet ve arabalara baktı. Darius Michaud ,işaretsiz arabalardan inen FBI rüzgarlıklı ajanlarla birlikteydi.
Scully’le karşılaşmak için hızla ilerlerken “Nerede?” diye sordu. Çevrelerinde ,çalışanlar binadan koşarak ayrılıyor;okul öğretmeni sınıfını aceleyle çıkarırken bağırıyordu ama çocuklar bu kadar çok FBI ajanını görmekten dolayı çok heyecanlıydı. İtfaiye araçları büyük bir hızla binaya ulaştı,arkalarında birkaç şehir otobüsü de vardı. Sanki her şey kontrolden çıkmış gibi büyük bir hızla oluyordu.
Scully ,Michaud’a “Mulder onu içecek makinesinde buldu. Onunla kilitli kaldı” dedi.
Michaud omzundan geriye doğru bakıp,insanların kapılardan geçişini yönlendiren ajana bağırdı.
“Kesey’i getir. Bomba içecek odasında”
Scully’e bakıp “Beni oraya götür “ diye emretti.
“Bu taraftan __”
********************************
Penceresiz oda Mulder’a ,makinenin önünde oturup,boş boş,sürekli değişen göstergeyi izlerken,bir hücre gibi geliyordu.
Gösterge
7.00
Telefonu aniden çalınca ,yerinden sıçradı. Telefonun çaldığını anlayınca bir rahatlamayla telefonunu açtı.
“Scully? Sana yaptığım yüzü biliyorsun değil mi?__Şimdi yine onu yapıyorum.”
“Mulder” Scully’nin sesi koridordaki keskin bir ses yüzünden boğuk geliyordu.”Kapıdan uzaklaş. İçinden geçeceğiz”
Oksijen kaynağından çıkan büyüleyici mavi-beyaz alevler kabaca metal kapıyı keserken,Mulder geri çekildi. Kaynak işini bitirdiğinde ,kapıda daha küçük bir dikdörtgene benzer bir şekil oluşmuştu. Mulder hafifi bir ses duydu.
“İlerle!...”
Sonra ,sessiz bir darbeyle kapı içeri düştü.
Scully “Mulder...” diye başladı ama Michaud onu geçip,büyük ve ağır bir alet çantasını kapınca sustu. Michaud yanında 3 bomba uzmanı ajanla içeri girip,Mulder’ın ayakta ,kola makinesinin dijital göstergesine baktığı yere ilerledi.
4.07
Mulder başını salladı.”Bu kutuların içinde sadece asitli içecek olduğunu söyle bana “
Michaud hafifçe alet çantasını makinenin önüne koydu ve hafifçe eğilerek
“Hayır. Görünüşe bakılırsa ,büyük bir I.E.D...780 l kadar astrolite.”
Bombayı birkaç saniye inceledikten sonra bakmadan emir verdi.
“Pekala. Herkes buradan çıksın. Binayı boşaltın.”
Mulder’ın kaşları çatıldı.”Biri burada seninle kalmalı.”
“Sana bir emir verdim.”diye cevapladı Michaud kızgınca.”Şimdi çık dışarı ve alanı boşalt”
Scully emin olamayarak arkasın ayaklaştı.”Fitili çıkarabilir misin?”
“Evet” dedi Michaud ve alet çantasını açarak bir çift tel makası çıkardı.
Diğer ajanlar birbirlerine onay işareti verip,odayı çabucak boşalttılar.
Mulder’sa işe başlamaya hazır görünen Michaud’a “Yanılıp yanılmadığını anlamak için yaklaşık 4 dakikan var” dedi.
Aniden,Michaud Mulder’a döndü.”Ne dediğimi duymadın mı?”Sesi hafifçe titriyordu ve bakışlarında sinir dolu bir gerginlik vardı.
“Hadi gidelim” diye mırıldandı Scully.”Haydi!”.kapıya doğru yürümeye başladı. Mulder bir an geride kalıp Michaud’a baktı ama diğer adamın dikkati yalnızca bomba üzerinde yoğunlaşmıştı. Sonunda Mulder döndü ve Scully’i koridora doğru takip etti. Arkasından,Michaud tel kablo makasını dikkatlice dizine koydu ama başka hiçbir şey yapmadı;sadece bombaya bakıp durdu. Sadece baktı.
Dışarıda,binanın son sakinleri de dışarı çıkarılıyordu. Okul çocukları aceleyle bir şehir otobüsünün basamaklarını tırmanırken,diğer otobüsler egzoz gazları içinde oradan ayrılıyorlardı.
“Gidin,hemen!” diye bağırıyordu megafonlar ve sesleri panikten oluşan bağırışları bastırıyordu.
Binanın önündeki plaza tamamen boştu şimdi. Son otobüsler kükreyerek uzaklaştı,itfaiye arabaları , kaldırım kenarındaki tek bir polis arabası ve büyük bir sedan dışındaki polis arabaları da öyle. Mulder ve Scully döner kapıdan dışarı koşup,bekleyen arabaya doğru ilerlediler;birdenbire Mulder yavaşladı ve durdu. Gözlerini gölgeleyip binaya geri baktı.
“Ne yapıyorsun?” Scully ilerlemişti ama aniden Mulder’ın tereddütünü fark etti.”Mulder?”
FBI ajanlarından biri bağırdı.”Tamamen boş!!” Mulder ise binanın önünde kalmıştı.
“Bir şeyler yanlış...”
Scully aceleyle yanına koştu.”Mulder?”
“Bir şey doğru değil!” dedi Mulder,sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi.
Scully başını olumsuzca salladı ve Mulder’ın kolunu kavradı.”Mulder! Arabaya gir !” Bekleyen araçtaki ajan kızgınca onlara bakıyordu.
“Hiç zaman yok,Mulder!”
Scully onu arkasından çekerek arabaya doğru ilerledi. Mulder başını çevirip omzunun üstünden geriye baktı.”Michaud...”
İçecek odasında ,Michaud kablo makaslarını alet kutusuna geri koydu ve kutuyu kapattı. Şimdi,kutunun üzerinde oturuyor ve dijital göstergeden gözlerini ayıramıyordu.
:30
Saniyelerin yok olmasını izledi,yine de hiçbir şey yapmadı. Sonunda başının ileri ,göğsüne doğru düşmesine izin verdi ancak vazgeçmek gibi bir ümitsizlikle değil,sonuna kadar sadık bir Büro adamı gibi...
Dışarıda güneş neredeyse boş plazanın üzerinde acımasızca parlıyordu.
“Mulder!” diye bağırdı Scully ve sonunda Mulder onunla birlikte arabaya doğru koştu.
Açık olan sürücü kapısındaki ajan “İsa aşkına ,içeri girin.” diye bağırdı.”Her saniye havaya uçabilir__”
Mulder arka koltuğa , Scully ön koltuğa doğru kaydı ve araba ileri doğru atıldı . Arka pencereye döndüler ve binanın geride kalışını izlediler__10 m.,20m.,...yeterince çabuk değil...
Ve aniden havaya uçtu;bütün bina alt kattan dalga dalga yukarı çıkan inanılmaz bir alev topunda kavruldu,sanki alevler görünürdeki her şeyi yok ediyormuş gibiydi. Duman eğilip bükülmüş çelik kirişler ve kırılmış dev camlarla birlikte dışarı yayıldı. Hava sağır edercesine gürledi. Scully çığlık attı ama sesi korkunç gürleme içinde yok oldu; o inanılmaz güç dalgası onlara yetiştiğinde ,araba caddede park etmiş başka bir arabaya arkadan çarptı. Arabanın arkasını kaldırdı ve tekrar yere çarptırdı. Çevrelerindeki tüm arabalarda aynı şeyi yaptılar. Keskin bir sesle ,arka cam küçük parçalara ayrıldı ve üzerlerine yayıldı.
Cam parçacıkları dışarıda her yere yayılmıştı. Hava yanmış plastik kokularıyla,yerler siyah enkaz,kül ve metal parçalarıyla doluydu. Mulder ve Scully ,dehşet içinde binanın dumandan arınmasını izlediler;böylece içerde alevlerin boş koridorlarda ve harabe halindeki ofislerde yarışmasını izleyebiliyorlardı. Alevler tabandan çatıya binayı sararken ilk sirenler uzaktan duyulmaya başlamıştı.
İkisi sarsılmış ve nefes nefese binaya bakarken ,kırılmış cam ve kağıt parçaları her yere yayılmıştı.
Mulder “Gelecek sefere sen alıyorsun.” dedi Scully ‘e ve binadan uzaklaşmaya başladı.
Dostları ilə paylaş: |