Futbol Kültürü ve Psikolojisi
Türk Futbol Tarihinin İki Unutulmazı
Futbol Nedir?
Futbol, on birer oyuncudan oluşan iki takım arasında, kendine özgü küresel bir topla oynanan takım sporu. 21. yüzyıl itibarıyla 200'ün üzerinde ülkede 250 milyonu aşkın oyuncu tarafından oynanmaktadır ve dünyadaki en popüler spordur.
Futbol maçları dikdörtgen şeklindeki, yapay veya gerçek çimle kaplı sahada oynanır. Sahanın kısa kenarlarının ortalarında birer kale bulunur. Oyuncuların amacı, temelde ayak olmak üzere vücudunun belli kısımlarını kullanarak (eller ve kollar hariç) topu karşı takımın kalesine sokarak gol atmaktır. İstisnai olarak her iki takımın kalesini koruyan kaleciler, ceza alanı olarak adlandırılan kendileri için belirlenmiş alanların sınırları dahilinde topa elle müdahale edebilmektedirler. Topun; sahanın uzun kenarlarından saha dışına çıkması durumunda taç atışı (topa son olarak hangi takım oyuncusu temas etmişse karşı takım kullanır), kısa kenarlarından dışarı çıkması durumunda ise köşe (bir oyuncunun, topu kendi kale çizgisi dışına çıkarması durumunda karşı taraf lehine kale çizgisi ile yan çizgisinin kesiştiği noktadan kullanılır) veya aut atışı (topun, hücum oyuncuları tarafından kale çizgisi dışına vurulması sonucunda ceza sahası içinden aut vuruşu yapılarak top oyuna sokulur) ile oyun tekrardan başlar. 45'er dakikalık iki devreye ayrılan 90 dakikadan oluşan maçlarda karşı takımdan daha fazla gol atmayı başaran takım galip gelirken atılan gol sayılarının eşit olması durumunda maç berabere tamamlanır. Bazı organizasyonlardaki kurallara göre normal süresi berabere tamamlanan maçlarda 15'er dakikalık iki devre halinde oynanan uzatma dakikaları, eşitliğin bu sürede de bozulmaması durumunda penaltı atışları sonucunda galip gelen taraf belirlenir.
”Futbol kelimesi Türkçeye, İngilizcedeki "foot" ("ayak") ve "ball" ("top") kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan "football" kelimesinden geçmiştir. İngilizcede "football" adını taşıyan diğer futbol sporlarından ayırmak amacıyla, modern futbolun ilk kurallarını belirleyen kurumun adı olan Futbol Birliğinden (İngilizce: The Football Association) yola çıkılarak "association football" ("birlik futbolu") ifadesi kullanılmaktadır. "Football association" ifadesindeki "soc" hecesine -er eki getirilerek oluşturulan ve İngilizce konuşan bazı ülkelerde futbolu tanımlamak için kullanılan "soccer" kelimesinin çıkışı 1880'lere denk gelir. Günümüzde, İngilizce konuşan ülkelerin bazıları futbolu tanımlamak için yalnızca "football" ifadesini kullanırken bu kelime diğer bazı dillere değişerek girmiş ve bu şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Bazı dillerde futbolu tanımlamak için özgün kelimeler kullanırken bazılarında ise "foot" ve "ball" kelimelerinin o dillerdeki karşılıkları kullanılarak bu kelimeler birleştirilmiş ve futbol ifadesi bu şekilde yer edinmiştir.
Nizami Ölçüler
Aşağıda dünya çapında çok ünlü bir yazarın, 1996 Avrupa Şampiyonası sırasında yazdığı futbolu konu alan bir yazısı, futboldaki evrenselliğin boyutlarını bir edebiyat adamının gözü ile göstermesi açısından ilgi çekicidir.
“Bundan bir kaç yıl önce Brezilyalı antropolog Roberta da Matta’nın muhteşem bir konferans verdiğini işitmiştim; konferansta futbolun popülaritesinin yasallık, eşitlik ve özgürlük için doğal bir isteği anlattığını vurguluyordu.
Matta’nın argümanı zekice ve komikti. Ona göre halk futbolu bir çeşit toplum modeli olarak görüyordu. Herkesin anlayabileceği açık ve basit kurallar bütünü ile yönetilen bir toplum, şiddete yönelindiği takdirde suçlu grubun cezasını aldığı bir düzen. Futbol, kayırmacılığa ve imtiyaza yer olmayan bir eşitlik sahasıdır. Beyaz hatlarla işaretlenmiş bu çimlerin üzerinde insan sadece ne olduğu ile değerlenir; yetenekler, kendini adaması, kabiliyeti ve etkinliği ile. Skoru belirleyen gol geldiğinde tribünlerden ıslıklar ve tezahüratlar yükseldikçe, alkışlar koptuğunda artık ün, para ve nüfuz hiç önemli değildir.
Futbol oyuncusu, toplumun üyelerine izin verdiği tek bir özgürlük şeklini sergiler. Herkesin kabul ettiği kurallarca yasaklanmadığı sürece kendilerini memnun edecek her türlü şeyi yapmak.
Bu, sonunda kendinden geçmiş bir dikkatle televizyonda maçları izleyen ve futbol idolleri yüzünden kavga eden dünya daki tüm kalabalığın heyecanını sahalara taşır. Bu içinde yaşadığımız ve her türlü adaletsizliği, çürümüşlüğü, yasadışılığı ve şiddeti içinde barındıran dünyadan çok farklı olarak, uyum, yasallık ve eşitlik sunan bir dünya için duyulan bilinçsiz bir nostalji ve gizli bir gıptadır.”
Araştırmadan elde edilen verilere bağlı olarak futbolculara öneriler; Futbolcular, Profesyonel Futbolcular Derneğine üye olmalıdır. · Her futbolcunun bir menajeri olmalıdır. Futbolcular, ihtiyaç duyduklarında tereddüt etmeden, bir spor psikologuna gitmelidir. · Futbolcular, geçiş döneminde kesinlikle futbola uzak kalmalı ve tatillerini hiç gitmedikleri yerlerde, yeni tanıdıkları insanlarla, iyi bir şekilde ve aktif dinlenme yaparak geçirmelidir. · Futbolcular, antrenman maçlarında tekmelik takmalıdır. · Hiçbir futbolcu, sakat olmasına rağmen sağlığını ve futbolculuk ya- şamını riske atarak önemi ne olursa olsun bir maçta ilaç veya iğneyle oynamamalıdır. · Kulüpler, futbolcuların kural bilgilerini arttırmak için sezon başında ve sezon ortasında, hakem hocalarına seminer verdirmelidir. · Kulüpler, bünyelerinde bir spor psikologu veya bir psiko-sosyal danışman bulundurmalıdır. · Kulüpler, futbolcularına karşı yapmaları gereken görevlerden biri olan maddi ödemeleri aksatmamalıdır. Futbolcular, olabildiğince beslenmelerine ve uykularına dikkat edip sigara ve alkolden uzak durmalıdır.
Kültür, toplumun beğeni ve değerlendirme yeteneğini arttırır. Kişilere kazandırdığı alışkanlıklarla, onların yaşam biçimini düzenler. Kültürle elde edilen alışkanlık ve beceriler kalıcıdır. Toplumda süreklilik gösteren bu alışkanlıklar, o toplumun gerçek yapısını yansıtır. Kültür düzeylerine göre toplumların yönlendirilmelerini etkiler. Spor da, toplum yapısından kaynaklanan alışkanlıklardan biridir topluma birçok aksiyonlar kazandırır. Köyde kentte, toplu yerlerde hatta ailede spor kültürünün geliştirilmesi için yayınlar çok etkileyicidir. Televizyon dışında etkin ve yaygın kurs, seminer vs. pek gerçekleştirilemedi- ği için, yayın konusu kendiliğinden önem kazanmaktadır. Futbol, günümüz dünyasında büyük kitleleri etkileyen bir oyun sporudur. Bu etki, onun daha fazla incelenmesini gerektirmektedir. Futbol, 20.yüzyılın belki de en büyük toplumsal yeniliklerinden biri olarak ortaya çıktığında büyük yazarlar ve şairler ona karşı ilgisiz kalmadılar. Fransız yazar Henri de Montherland “ Yalnız Adamın Duyguları” adlı şiirinde kaleciyi, İspanyol şair Rafer Alberti “Platko’ya Övgü” adlı şiirinde Barselona takımının ünlü oyuncusunu göklere çıkarmış- lardı. Ancak entelektüellerin büyük çoğunluğu yıllarca futbolu küçümsediler; hatta onda şeytansı bir yan buldular. Bu aydınlara göre kitlelerin isyanı futbol yüzünden sıradanlaşıp silikleşiyor ve stadyumlara hapsoluyordu. Ama son yıllarda yazarlar, sosyal bilimciler ve düşünürler futbolu başka bir gözle ele almaya başladılar. Stadyumların konfor düzeyinin yükselmesi, gelişen teknolojinin sağladığı üretim artışının hakça paylaşılması, çalışma saatlerinin kısalması gibi ek faktörler kitlelerin futbola daha çok ilgi duymasında yardımcı oldu. Ancak futbol seyircisinde patlamayı sağlayan en büyük etken, televizyondu. Özellikle sahalardan yapılan canlı yayınlar seyirci sayısının ona, yirmiye, yüze katlayıverdi. Artık daha iyi futbol oynamak için her şey hazırdı. Mükemmel sahalar, bol bol seyirci ve para ve para. Bunun sonucu olarak, sahaya çıkan herkes kazanmak istiyordu. Kazanmak, ne pahasına olursa olsun kazanmak.
Futbol ile ilgili yapılmış bir sosyolojik araştırma sonuçlarını paylaşmak isterim;
Araştırmadan elde edilen verilere bağlı olarak futbolculara öneriler;
“Futbolcular, Profesyonel Futbolcular Derneğine üye olmalıdır. · Her futbolcunun bir menajeri olmalıdır. · Futbolcular, ihtiyaç duyduklarında tereddüt etmeden, bir spor psikologuna gitmelidir. · Futbolcular, geçiş döneminde kesinlikle futbola uzak kalmalı ve tatillerini hiç gitmedikleri yerlerde, yeni tanıdıkları insanlarla, iyi bir şekilde ve aktif dinlenme yaparak geçirmelidir. · Futbolcular, antrenman maçlarında tekmelik takmalıdır. · Hiçbir futbolcu, sakat olmasına rağmen sağlığını ve futbolculuk yaşamını riske atarak önemi ne olursa olsun bir maçta ilaç veya iğneyle oynamamalıdır. · Kulüpler, futbolcuların kural bilgilerini arttırmak için sezon başında ve sezon ortasında, hakem hocalarına seminer verdirmelidir. · Kulüpler, bünyelerinde bir spor psikologu veya bir psiko-sosyal danışman bulundurmalıdır. · Kulüpler, futbolcularına karşı yapmaları gereken görevlerden biri olan maddi ödemeleri aksatmamalıdır. Futbolcular, olabildiğince beslenmelerine ve uykularına dikkat edip sigara ve alkolden uzak durmalıdır.”
Britanyalı ünlü spor yazarı Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol sadece futbol mudur?”, yoksa içerisinde birçok sosyolojik, psikolojik ve ekonomik faktörler mi barındırır.
Futbol sadece futbol mudur? sorusuna verilen farklı yanıtlara bir göz atalım.
Berkiye Kırmızıgil (Akademisyen):
“Futbol her şekilde zevkle oynanan bir oyundur. Futbol bazen sokaklarda bir teneke ile oynanan, bazen ise modern statlarda pahalı malzemeler ile oynanan bir oyundur. Bununla beraber içerisinde birçok sosyolojik ve psikolojik faktörler barındıran bir oyundur. Futbol bazen bir uğraş, bazen bir maneviyat, bazen ise bir maddi kazanç aracı olarak düşünülebilir. Artık modern çağda aileler çocuklarını iyi bir futbolcu olarak yetiştirebilmek adına büyük uğraşlar veriyorlar. Bununla beraber futbolun bir erkek oyunu olarak zikredildiği zamanların geride kaldığı ve bu oyunun artık bir kadın oyunu olduğu aşikar bir gerçek olmuştur.”
Orçun Kamalı (KTFF Yönetim Kurulu Üyesi)
“Futbol bir sanat, sanayi, ticaret ve en önemlisi bir nevi bağlılıktır. Özellikle ülkemizin her döneminde futbolun ve kulüplerin önemi her zaman ortaya çıkmaktadır. Bununla beraber futbol sadece bir oyun değil, gençlerimizi her türlü kötü alışkanlıklardan uzak tutan, onları bir araya getiren çok önemli bir araçtır.”
Arif Albayrak (Milletvekili-Doktor)
“Futbol sadece bir oyun değil, dünyada kapitalist düzenin önemli bir merkezi durumundadır. Futbolda güzellikler konuşulduğu gibi rant, para, şike rüşvet gibi unsurlar her zaman varolmuştur. Ama bununla beraber FIFA’nın özellikle bu yıl ki dünya kupasında öne çıkardığı ırkçılığa hayır en önemli güzelliklerden biridir.”
Ümit İnatçı (Sanatçı)
“Futbolun her zaman sosyolojik bir angajmanı vardır. Takımların taraftarı ile özdeşleşmeleri onları her zaman bir aidiyet duygusu içine katar. Bununla beraber futbol her zaman sosyolojik olarak topluma çok şeyler verir. Örneğin modern mitoloji ortaya çıkarır. Bugün dünyada yıldız futbolcular her zaman toplumda örnek olarak alınan kişiler olmuştur. Seyirci futboldan bir kahraman çıkarmayı her zaman çok sevmiştir.”
Hasan Piro (Futbolcu)
“Futbol bir hobi, bir uğraş olduğu kadar önemli bir geçim kaynağıdır da. Futbolda var olan tutku kişiyi her zaman yaptığı işe daha da motive etmiştir. Bununla beraber futbolun evrenselliği sayesinde oluşan toplumlararası diyalog, ülkeler için çok önemli olmuştur.”
Hasan Ecer (Spor Yazarı)
“Futbol bir zeka oyunudur. Bununla beraber müthiş bir ekonomi gerektiren, daha güçlü olmak için her zaman daha fazla çalışmayı gerektiren bir spordur. Futbol ayrıca toplumlar üzerinde inanılmaz saygınlığı olan bir oyundur. Örnek vermek gerekirse bugün FIFA başkanı, dünyada birçok devlet başkanından daha çok saygı görmektedir.”
Fırat Canova (Teknik Direktör)
“Futbol bir sosyolojik, psikolojik ve ekonomik bir eylemdir. Sadece sahada belli sayıda kişinin mücadele etmediği, peşinden milyonların sürüklendiği bir kitle sporudur.
Bununla birlikte toplumları birleştiren veya bölen bir oyundur. Bünyesinde barındırdığı ekonomik güç dolayısıyla büyük paraların döndüğü bir sektördür. Kısacası sahada oynanan oyunun her zaman öncesinin ve sonrasının olduğu bir spor dalıdır.”
Futbol Nereye Gidiyor?
Avrupa tribünlerinde yaygın kullanılan terimle ‘modern futbol’, Türkiye’de yaygınlaşan kullanım ifadesiyle ‘endüstriyel futbol’ ve hakkındaki tartışmalar son yıllarda artarak sürmektedir. Endüstriyel futbol, ekonomik, sportif, sosyolojik açıdan pek çok tartışma başlığı barındıran bir başlık olarak öne çıkmaktadır. Futbolun modern bir oyun olarak ortaya çıkmasından bu yana oldukça değiştiği ve bu değişim sürecinin farklı aktörleri ortaya çıkardığı söylenebilir. Bu nedenle tek başına 'endüstriyel futbol' başlığı, barındırdığı konular açısından yeterli bir kapsama sahip değildir. Özellikle 90'lı yıllarla birlikte bir ekonomik sektör olarak öne çıkan futbol, şirket kulüpler, hisse senetleri, güvenlik yasaları, bilet fiyatları, şiddet ve benzeri bağlamlarda tartışma konusu edilebilir. Futbolun değişimi ve taraftarlık konusunda Batı Avrupa merkezli birçok çalışma olduğu bilinmektedir. Buna karşın Türkiye’de de futbol, seyircilik ve taraftarlık üzerine son yıllarda dikkat çekici bir literatürün hem özgün ülke futbol hayatıyla ilgili yapıtlarla, hem de çevirilerle oluşmakta olduğu söylenilebilir. Her şeyden önce futbol konusunda son yıllarda yapılan çalışmaların bir bölümü oyunda artan orandaki piyasa hakimiyetini ve şekillenen ilişkileri içeren çalışmalardır.
Bugün anladığımız anlamda endüstriyel futbolun gündelik hayattaki yansımaları, pahalı biletler, sponsorluklar, reklam, yıldız oyuncular, profesyonelleşme ve iştah kabartan bir yatırım alanı olmasıdır. Arık, takımların şirketler ya da zengin işadamları tarafından ele geçirildiği ve başka türlü bir biçimin de imkânsızlaştığı günümüzde futbolun ‘masumiyet’ çağının bittiğine işaret eder (Arık, 2004: 220). Arık’ın bu vurgusu, endüstrileşme süreci ile beraber aslında kapitalizmin derinleşme ve yaygınlaşmasının getirdiği bir sonuç olarak bir ‘oyunun’, ‘bir ‘gösteriye’ dönüşmesi sürecine işaret eder. (Arık, M.B. (2004). Top ekranda. İstanbul: Salyangoz.)
Endüstriyel futbolun günümüzdeki dönüşümünün önemli göstergeleri olarak gösterileşme ve profesyonelleşme dikkat çekmektedir. İki ana damar halinde, profesyonellik ve gösteri eğilimleri olarak gelişen değişimin toplamı bugün endüstriyel futbol olarak adlandırabilinir. Profesyonellik ve gösterileşme tarihi de ‘modern futbolun’ tarihiyle neredeyse paraleldir.
“1870'li yıllardan sonra maç biletlerinin satılmaya başlaması eskiden hayal bile edilemeyecek bir yenilikti. Kupa maçlarında elde edilen gelirin büyük bir kısmı federasyonun o sırada tamtakır olan kasasına akardı. Federasyonun kurulduğu 1863 yılında kasada yalnızca 5 sterlin vardı, bu rakam 1904 yılında 17.000 sterline çıkmıştır” Önceleri oyunculara oynadıkları için para ödemek ‘ayıp’ sayılırken, futbol oyuncusunun, oyun oynayıp çalışmadığı zamanlardaki kayıplarını telafi etmek için küçük ücretler ödenmesiyle başlayan süreç, profesyonelleşmeyi de beraberinde getirir. Britanya’da profesyonel futbolculara yapılan ilk ödeme 1876 tarihinde gerçekleşmiş ve profesyonel oyuncular futbol otoritelerince kısa bir süre sonra, 1885’te resmen tanınmıştır.
Günümüzün reklam ve sponsorluk ilişkilerinin ilkel biçimleri, futbolun kitleselleştiği 1900’lerin başında ortaya çıkmıştır. Walvin bir araştırmasında; dönemin ünlü futbol sigara kartlarının, sigara içmenin özellikle işçiler arasında popüler bir sosyal alışkanlık olduğu 1920'lerde futbola girdiğini ve bilinçli bir şekilde geleceğin tütün pazarını oluşturmak için bir adım olduğunu belirtir. Yine 1930'larda, bazı futbolcular sigara ve erkek kozmetiği de içeren ürünlerin reklâmını yaparlar. 1930'ların sonuna doğru ise FA (Football Association), yeni organizasyonlar düzenlemek için sponsor almaya başlar. Yine de tüm bunlar günümüzdeki anlamıyla endüstriyelleşmenin sadece belirtileri olabilir. 1960'larla birlikte, Avrupa ülkelerinde profesyonel kulüpler arasındaki eşitsizliğin daha net görülmeye başlandığı söylenebilir. 1961 yılında oyunculara tavan ücret uygulamasının kaldırılması, özellikle belli başlı liglerde oynayan futbol oyuncularının yeni bir yaşam tarzı kimliğin başlangıç sinyalleri olur. 1970'lerin sonunda ticarî sponsorluk futbola çok daha net olarak girmeye başlar, kulüpler artık formalarında bir sponsorun ismini taşıyabilirler. 1980'lerin başında ilk kez kulüplerin sahalarında oynadıkları maçların gelirlerinin tümünü almasına izin verilir ki bu durum ‘büyük’ kulüpler lehine ciddî bir avantaj sağlar. 1980’lerdeki bu eğilimlerin İngiltere’de ‘big five’ (beş büyükler) olarak tanımlanan Manchester United, Arsenal, Everton, Liverpool ve Tottenham Hotspur kulüplerinin başarılar Taraftarlık 297 konusundaki ‘tekellerinin’ daha net görülmeye başlandığı yıllar olduğunu belirten King, bu süreçte özellikle televizyonların bu kulüplere odaklanan yayın eğilimlerinin de etkili olduğunu, dolayısıyla buna dayalı olarak geleneksel kulüp takipçilerinden farklı şekilde oluşan yeni bir ‘televizyon takipçisi’ bir kitleden de bahseder.
Bugün diliyle, kültürüyle ve temsiliyle endüstriyel-para merkezli futbol dünyasının değerlerinden birçok noktada farklılaşan taraftarlıktan bahsetmek mümkündür. Bugün özellikle televizyon üzerinden bir şov endüstrisi olarak tanımlanan futbolu, sistemin bu ana söyleminden farklı şekilde anlayan bir olgu olarak taraftarlığın birçok ayrıştırıcı özelliğini bulmak mümkündür. Her şeyden önce günümüzün ‘endüstriyel futbol’ anlayışının paraya ve metaya odaklı yaklaşımına karşın, taraftarın dünyasında para ve meta merkezli anlayış merkezi değil, aksine taraftarların anlam dünyasında bu anlayışa karşı bilinçli ya da bilinçsiz bir karşı koyuş potansiyeli bulunmaktadır.
Basit bir ayaktopu oyunundan, güç sembolüne, milli kimliğe, çağdaş bir dine, halkın afyonuna ve neticede profesyonelliğe taşınan, uzun ve hareketli bir geçmişe sahip futbolun tarihini anlatmak bu sporu kronolojik bir düzlemde ele almak değil, onu üreten insan yaşamındaki yeriyle açıklamaya çalışmaktır. Futbol tüm dünyayı etkisine almış, içine girdiği her toplumda yeni bir tarih yazmış ve bu toplumlar tarafından ilk defa kendi ülkesinde doğmuşçasına benimsenmiş ve öznelleşmiş kitlesel bir tutkudur.
Futbolun geniş kitleler tarafından izlenmesi ve ilgi odağı haline gelerek popülerleşmesi, sanayileşme ve sonrasına rastlar. “Sanayi öncesi futbolun tarafından kabul gören standart kuralları ve düzeni yoktu. Top, tekmelenebildiği gibi, taşınabilir, atılabilir veya kapatılabilirdi. İşaretlenmemiş alanlarda, yerleşim alanlarının cadde ve sokaklarında yapılan karşılaşmalara bazen yüzlerce kişi katılırdı. Bu karşılaşma ve oyunlarda gelenek ve göreneklerin izleri vardı. Bunun aksine modern oyun, ileri derecede düzene sokulmuş ve sistemleştirilmiş kurallara göre bir merkezden yönetilir. Doruk noktası cemaat düzeyinde değildir. Oyuna bağlanma yerelden çok, ulusal ve uluslararası düzeydedir. Sanayi sonrasındaki futbol, katılmaktan ziyade seyirliktir. Her karşılaşma izlenmek, seyretmek ve eğlenmek için düzenlenir. Sanayi ve sonrası dönüşümlere bağlı olarak futbol diğer spor dalları içinde üzerinde en çok konuşulan ve taraftarı sürekli artan bir durumdadır. Dünya üzerinde kaç tane futbol hastası olduğunu hiç kimse bilemiyor.
Futbol kolaylıkla her ortamda oynanabilir bir oyun olması ve içinde barındırdığı göstergelerin toplumsal hayat içinde taşıdığı anlamların çokluğu, futbolun evrensel bir referans haline gelmesini sağlamıştır. Futbol tek bir çerçeveye sığdırılamayacak kadar kapsamlı bir spor dalıdır. Futbol olgusu, oynanan maçın ötesinde anlamları bünyesinde taşımaktadır. Maçların oynandığı stadlar, tıpkı kitlesel teslimiyetlerde yaşanmakta olduğu gibi kitlelerin anlam dünyalarında geçişgenliği sağlayabilen, Ehrenberg’in deyimiyle “demokrasi ütopyasının ete kemiğe büründüğü yerlerdir.” Futbol insanların kişilik özelliklerinin açığa vurulduğu ve insanoğlunun sosyalizasyon süreci içerisinde hem kendisini hem de çevresindekileri tanıma fırsatı bulduğu anlardan bir tanesi, bu öylesine geniş bir kitleyi içermektedir ki, atılan her adımda futbolla ilgili bir şeylere rastlanabilir. Ünlü İngiliz futbol adamı Bill Shankly “futbol her şey değildir, ondan da önemli bir şeydir” sözleri ile dünyadaki futbol çılgınlığını özetlemiştir. Futbol, tüm dünyada sosyolojik bir hareket olarak ortaya çıkmış ve kitlelerin dili haline gelmiştir. Bromberger’e göre; “futbol, toplumun fenomenlerini yoğunlaştırıyor, o bir ortaya çıkarıcı ve bu her düzeyde insan için geçerli. Kişilik sorunu, kadın-erkek ilişkileri duygusal statüler… Neden öteki sporlar değil de futbol? Çünkü futbol evrensel bir referans. Basit bir oyun, çağdaş bir dünyanın değerlerine uygun olarak demokratik, dikey geçişlere açık, başarı ve dayanışma söz konusu, ayrıca şansa da yer veriyor ve tesadüfler sonucu değiştirebiliyor.
Tıpkı Nelson Rodrigues’in bir hayli anlamlı sözünde olduğu gibi; tek gördüğünüz topsa, hiçbir şey görmüyorsunuz demektir.” Hâlbuki futbol ardında bireysel olandan toplumsal olana ya da tam tersini izleyen bir süreçte tüm alanlarla içli dışlıdır, etkileyen ya da etkilenen konumundadır. “Futbol, yaygın düşüncenin tersine, toplumun büyük sorunlarının dışında kalan kurtarılmış bir bölge değildir. Aksine, büyük ekonomik çıkarlar, ideolojik çarpışmalar, ulusal ve uluslararası politikalarla şekillenen alanlardan biridir. Futbol çağımızın sorunlarının aynasıdır
“Futbol toplumların Afyonu(mu)dur”
Eduardo Galeano ise futbolun afyon olup olmaması konusu üzerine yeni bir soru türetiyor:
“Futbol tanrıya ne yönüyle benzer? Hemen söyleyeyim; Birçok insanın ona inanmasıyla ve entelektüellerin ona kuşkuyla yaklaşmasıyla. Birçok muhafazakâr aydını bu konudaki aşağılamaları, topa tapınmanın, halkın hak ettiği bir batıl inanç olduğu savına dayanır. Her şeyiyle futbola inanmış olan halk kitleleri, kendilerine yakışan bir şekilde ayaklarıyla düşünmeye başlarlar ve bilinçaltlarında tatmin olurlar. Bu aşamada hayvansı içgüdüler insan mantığına hâkim olur, cehalet kültürü ezer ve böylelikle ayaktakımının istediği gerçekleşmiş olur. Buna karşın birçok solcu aydın, futbolu, yığınların gücünü azalttığı ve devrimci güçlerini başka yöne kanalize ettiği için aşağılarlar. Ekmek ve sirk, sirk var, ekmek yok: İşçiler onların ahlaklarını bozan top tarafından hipnotize edilerek bilinçlerini yitiriyorlar ve sınıflarının düşmanları tarafından sürü gibi güdülüyorlar.”
Ekvatorlu yazar Jorge Manuel Rodriguez ise, “Çorba halkın ishali midir? Hayır. Futbol halkın afyonu mudur? Ona da hayır. Futbol bir spordur. Halkın gerçek afyonu ise tefeciliği, cehaleti, bilinçsizliği, istismarı, adaletsizliği ve yolsuzluğu destekleyen sosyal sistemdir. Bu şeyler afyon ya da haşhaş değildir. Bizim onları kullanma biçimimizdir. Sanıyorum televizyondan bir gösteri olarak futbolu kullanma biçimimiz futbolun kendisinden daha kötü. Bu durumda bir sporun kitle terbiyecisine dönüşme hali sadık bir bireyin sahip olduğu özveriye bağlı oluyor. Eğer bizler futbol bağımlısına dönüşürsek (futboladictos-futbolbağımlısı), o zaman futbol afyondur, vibratördür, esrardır ve ansiyolitiktir. Fanatikler futbol yüzünden, bir din yüzünden politika ve savaşlar yüzünden sapıtan kişilerdir. Herhangi bir toplumun düşmanları fanatiklerdir. Dengenin koşulu ise taraftarınkidir.”54 şeklinde yanıtlar karşı çıkışını. “Futbola yöneltilen “afyon” suçlamalarının haklılık payı vardır; ancak futbol aynı zamanda dünyanın pek çok ülkesindeki muhalif örgütlenmelerin de adresi olmuştur.” şeklinde bir yaklaşım sunar Ahmet Talimciler.
Futbol, XX. yüzyılın belki de en büyük toplumsal yeniliklerinden biri olarak ortaya çıktığında, büyük yazarlar ve şairler ona karşı ilgisiz kalmamışlardır. Fransız yazar Henri de Montherlant (1895-1972) ‘‘Yalnız Adamın Duyguları’’ adlı şiirinde kaleciye övgüler yağdırmış, 1926 yılında yayımladığı Olimpicas: El-paraiso la sombra espadas-Los once ante la puerta dorada (Olimpiyatlar: Kılıçların Gölgesinde Cennet - Altın Kapıdaki On Bir) adlı romanı ise o dönemlerin futbolu hakkında yazılan ilk kurgusal hikâyedir.
“Futbol sadece futbol değildir”
Türk Futbol Tarihinin İki Unutulmazı (Hakkı YETEN ve Metin OKTAY)
“Şükürler olsun, tartışmalarla, tapelerle, mahkemelerle, skandallarla dolu bir ligi geride bıraktık! Futbolcuların deyimiyle, artık önümüzdeki maçlara bakma zamanı! Lakin şöyle bir geriye dönüp baktığımızda, mahkemeler kadar kimi futbolcular da gündem oluşturmadı değil! Bu sene -sanki memleketimizde ilk defa oluyormuş gibi- ırkçı söylemleriyle andık kimi futbolcuları, şike yapıp yapmamak için imamdan aldığı onaylarla tarihe geçti diğerleri… Daha önceki senelerde gece hayatlarıyla, manken sevgilileri ve olay transferleriyle konuşulan “milyonluk kramponlar” birden kimlik değiştirmişlerdi. Oysa aynı formaları, daha onlar doğmadan önce terletenleri bu memleket hâlâ “efsane” diye anıyor. Metin Oktay, Lefter, Baba Hakkı, Fethi Heper ve nicelerinden söz ediyorum… Onun Gibisi Gelmedi (Memleket Futbolundan Portreler) her açıdan dört dörtlük futbolcular takımı gibi bir kitap. Cem Zamur’un kaleme aldığı portre yazıları veya yaşayan efsanelerle yaptığı söyleşilerden oluşuyor. Babalarımızın, dedelerimizin bir mitolojik hikâye anlatır gibi anlattığı isimler ve maçları yeniden karşımıza çıkıyor, her kelimesinde! Heykeli dikilecek adamların, okumuş yazmış forvetlerin, sahada hakemden daha geçerli otoritesi olan “beyefendiler”in, rakibine-oyuna-taraftara saygı duyanların geçit töreni bir kitap.”
[Onun Gibisi Gelmedi / Cem Zamur / İletişim Yayınları / Futbol - Portre]
Hakkı YETEN
Beşiktaş’ın sembolü Baba Hakkı, 1910 yılında Vodina’da doğdu. Henüz 1 yaşındayken ailesi İstanbul’a yerleşti. Babası Binbaşı Mahmut Nedim Bey, 1914’te Çanakkale’de şehit düştü. 5 kardeşiyle birlikte yaşam savaşı veren Hakkı Yeten askeri okula yazıldı. Bu dönemde Beşiktaş Muradiye semtinde futbola başladı. Maltepe, Halıcıoğlu ve Kuleli askeri takımlarında oynadı. Beşiktaş Futbol Şubesi’nin kurucusu Şeref Bey tarafından Siyah-Beyazlı renklere kazandırıldı. Bu arada askerlik mesleğini bırakarak avukat oldu. 17 yıl Beşiktaş forvetinde özellikle sağiç olarak yer aldı. Otoriter ve teknik oyunculuğuyla kısa sürede kaptan oldu. Özellikle disipline verdiği önem nedeniyle kısa süre içinde “Baba” lakabını aldı. Saha dışında da tam bir beyefendi olan Hakkı Yeten, güçlü yapısıyla rakip oyuncularla ikili mücadelelerde kollarını açar ve karşı takım oyuncusu önüne geçemezdi. 1945’te futbolu bırakana kadar, 1 Türkiye Birinciliği, 2 Milli küme, 1 Başbakanlık Kupası, 7 İstanbul Ligi, 1 İstanbul Şildi, 2 İstanbul Kupası şampiyonluğu yaşadı. 17 yıl formasını giydiği Beşiktaş’ta 439 maçta 382 gol kaydederek inanılması güç bir sayıya erişti. Derbilere de damgasını vuran Baba Hakkı, hem Galatasaray hem de Fenerbahçe’ye 30’ar gol atarak tarihe geçti. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle A Milli Takım çok az sayıda maç yaptığından Hakkı Yeten de yalnızca 3 kez ay-yıldızlı formayı giyebildi. 27 Eylül 1931’de Bulgaristan’a 5-1 yenildiğimiz maçta tek golümüzü Baba Hakkı atmıştı. Futbolu bıraktıktan sonra Futbol Federasyonu’nda Asbaşkanlık yaptı. Beşiktaş’ta 3 dönem başkanlık yaptı. Daha sonra yönetimi kurulu tarafından şeref başkanı seçildi. Hakkı Yeten, 16 Nisan 1989 tarihinde yaşama veda etti. Beşiktaş Belediyesi, Fulya Stadı’nın bulunduğu caddeye O’nun ismini verdi.
Baba Hakkı Hikayeleri
-
Karambolde çekilen şut ağın yırtık yerinden dışarı çıkıyor. Hakem autu gösteriyor, tribün ayaklanıyor, ne var ne yok sahaya atıyorlar. Hakeme çok fazla küfür edilmeye başlanınca Baba Hakkı tribüne dönüyor ve "susun" işareti yapıyor. Taraftar kızgın, aynen devam ediyor. Baba tribüne doğru yürürken sesler kısılmaya başlıyor. Taraftara bağırıyor "Çıkın dışarı, susmayacaksanız boşaltın hemen". Beşiktaş maçı alır ancak çıkışta hakemin işi zordur. Hakemler Baba Hakkı'nın eşliğinde sahayı terk eder ve hiç sıkıntı çıkmaz...
-
Bir maçta kırmızı kart yiyen takım arkadaşı Baba Hakkı'ya dönüp "çıkayım mı Baba?" der ve baba "çık" deyince sahayı terk eder.
Harp okulu ile oynanan maçın ilk yarısı 3-0 yeniş biter. Soyunma odasına gidip takım arkadaşlarına ;
"__Dönüş biletlerinizi yırtarım, yürüyerek İstanbul'a dönersiniz"
demesi ile sahaya giren Beşiktaşlı oyuncular ikinci yarıda 6 gol atarak 6-3 kazanır.
-
1948 yılında bir müsabakada taraftar Baba Hakkı'yı ıslıklayınca
"Bu formayı bana taraftar giydirdi. Şimdi onlar isteyince de çıkarırım"
der ve o maçta (38 yaşında) futbolu bırakır.
Farketti iseniz hep delikanlılık, efendilik, adamlık üzerinden giderek tanımlanır “Baba” Hakkı. O öyle bir figürdür ki, sadece oyuncular için futbol tabirleri ile veya insan için sosyoloji, psikoloji tabirleri ile tanımlamaya kalkar isek bir şeyler hep eksik kalır. O, “Baba” Hakkı’dır. Öyle baskın bir figürdür ki, arkasından gelen birçok birçok futbolcuyu “korkutucu” derecede etkilemiş ve hatta Türk futbol tarihini değiştirmiş diyebiliriz. İstanbul liginde fırtına gibi eserken ani bir kararla askere alınan Lefter Küçükandonyadis’i ilk başta Beşiktaş’lı yöneticiler keşfetmiş ve transfer teklifinde bulunmuş ama Lefter “Baba Hakkı’nın olduğu yerde ben heyecandan oynayamam” deyip teklifi geri çevirmiştir. Yine Metin Oktay, İzmir Ligi’nde oynarken ilk başta Beşiktaş’ın yöneticileri ile temasa geçilmiş, rivayete göre ilk önce maçı izleyen yöneticiler Oktay’ı beğendikleri halde sözleşme imzalamadan önce “Baba” Hakkı’nın ceketi Metin Oktay’a bol geldiği için “bu çocuk çelimsiz” denilerek transferden vazgeçilmiş. 2015 yılı alışkanlıklarından 1940-50’lere bakınca neredeyse “komik” denecek olaylar ama böyle olmuş.
Tüm karakteristik ve sportif özellikleri ile birlikte “Baba” Hakkı Yeten asla halktan kopuk bir hayat yaşamamıştır. Futbolculuğu sırasında 1937 yılında Hukuk fakültesini bitirmiş, futboldan (siz onu Beşiktaş olarak anlayın) arta kalan zamanlarında toplumsal meselelerle de ilgilenmiştir. 12 Eylül öncesi “Red” dergisinde sol ve sosyalizm üzerine makaleler yazmıştır. Ben, hiçbir zaman Beşiktaş ve Beşiktaşlılığı Hakkı Yeten’in karakterinden bağımsız değerlendirmedim. Bugün bile Beşiktaş taraftarının, en azından “semtte” yaşayan maçları aktif olarak takip eden kısmının büyük bölümü sosyal demokrat veya halkçı olarak tanımlanabilir. Belki de ne olursa olsun, kendi ektiği tohumların meyvesi böyle olmaktadır.
Beşiktaşlı futbolculara her zaman nasihat edilen "şeref'inizle oynayın, hakkı'nızla kazanın" lafında adı geçen, beşiktaş'ın gelmiş geçmiş en önemli futbolcusudur, babasıdır, hakkısıdır.
Beşiktaş - Galatasaray derbisinde en çok gol atan futbolcu ünvanına da sahiptir. Oynadığı 61 maçta, 29 gol atmıştır.
“bozkurt kulübü, karagümrükle bir maç almıştı. Oyun halıcıoğlu sahası'nda yapılacaktı. Ve maç günü mezkûr sahaya gidildi. Saatinde takımlar karşılıklı dizildiği zaman, bozkurt takımı devrin kuvvetli kulüplerinin futbolcularıyla takviye edilmişti; rakip kaleyi zamanın meşhur kalecilerinden; harbiyeli paşa sırrı koruyordu. Maç başlamak üzere bizim baba hakkı yok; idareciler ve taraftarlar telaş içinde hakkı'nın yolunu gözlüyorlardı! Oyuna başlandı. Az sonrada hakkı, balat istikametinden gelen bir sandal içinde göründü; taraftarlar oyunu bırakmış sevinçle ona doğru koşmaya başladı. Maça geç kaldığını anlamış olacak ki; "hakkı baba" sandalda soyunuyordu! O sahile çıktı, idareciler da takım kaptanı sebahattine geldiğini haber verdi. Fakat kaptan hakkı'nın geç kalmasına kızarak oyuna sokmadı; maçın ikinci yarısında hakkı'nın oynaması için idareciler, sabahattin'i ikna ettiler. Kaptan da verdiği cezayı kâfi görerek bu bomba futbolcuyu oyuna dâhil etti.
ve o gün yarım devre oynayan hakkı, bozkurt takımına hem de sırrı gibi kaleciye; tam 6 gol attı.. o gün hakkı'nın şutlarına dayanamayan sırrı kaleyi terketmişti...”
Metin OKTAY
1936 yılında Karşıyaka'da doğan Metin Oktay, 1952 yılında İzmir Profesyonel Ligi'nde gol kralı oldu ve İstanbul'daki büyük kulüplerin hemen ilgisini çekti.
O tarihte onu isteyen Fenerbahçe peşin 20 bin lira ve yıllık 10 bin lira teklif ederken, o Galatasaray'ın yıllık 8 bin liralık sözleşme teklifini kabul etti ve sözleşmeyi hiç düşünmeden imzaladı. Çünkü onun için Galatasaray demek, aşk demekti. Galatasaray demek, çocukluk hayallerinin gerçek olması demekti. Galatasaray'ı bir din, bir mezhep olarak gören Metin Oktay, yıllar boyunca Galatasaray kulübüne hizmet etti.
Evliliğinin ilk günlerinde eşinin ve ailesinin sürekli "İzmir'e dön" demelerine rağmen Galatasaray'ı bırakmayı bir kere bile düşünmeyen Metin Oktay, bu olayı şu sözlerle anlatır : "..."Galatasaray'ı bırak İzmir'e dön" diye diretiyorlardı. Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun, Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam... Tamam, İzmir'i de eşim kadar severim ama benim bir de sevdiğim Galatasaray'ım var..."
Daha sonra eşi, Metin Oktay Rusya'da iken, onun imzasını kullanarak Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne bir yazı götürmüş ve gazetecilere "Metin Oktay Galatasaray'ın kendisini satışa koymasını istedi." diyerek, Metin Oktay'ı zorla İzmir'e getirmeye çalışmış. Bunu ciddiye alan Galatasaray taraftarı Metin Oktay'ı takımda tutmak için para toplamışlar fakat eşi Oya Hanım "Metin 500 bin liraya bile Galatasaray'da kalmayacak" demiş. Bu sürede Metin Oktay "Galatasaray'da kalma konusunu ailemle konuşacağım" derken, eşi bu sırada onun Galatasaray taraftarının onlar evlenirken aldığı eşyaları İzmir'e götürmüş bile...
Metin Oktay Rusya'dan dönüşte hava alanında iki farklı grup tarafından karşılanmış; birisi elinde bir bavul parayla İzmirspor yetkilileri, diğeri ise Galatasaray yöneticileri... Kendisi hiç düşünmeden Galatasaraylı yöneticilerin arabasına binmiş ve evine doğru yola çıkmış. Yöneticilerle evine girerken, kayınvalidesi "bu eve Galatasaraylılar giremez" diyerek yöneticileri içeri almamış. Kendisi bundan sonrasını şu cümlelerle özetliyor: "...hava elektriklenmiş, eşimle tartışmış, yüzükleri atmıştık. Ben bir basın toplantısı düzenleyerek "Ben parayı Galatasaray'a tercih etmem" diyor ve Galatasaray'da kalıyordum. Avukatım ise Karşıyaka'daki boşanma davasını üçüncü celsede bitirmişti bile..."
Taçsız Kral'ın nasıl bir insan olduğunu anlamak için, şu olay yeterlidir herhalde:
70'li yılların ortalarında, bir gün bir lokalde eğlenirken, şans eseri kendisi bir o dönemin gençlerinden Ahmet Çakır ile birlikte tuvalete giriyor ve çıkışta kapıda bekleyen yaşlı kadına bugünün parasıyla 500 lira veriyor. Ahmet Çakır "baba ne yaptın, ne kadar verdiğinin farkında mısın?" diye sorduğunda Metin Oktay onun kolunu tutuyor ve "Bana bak, biz her gece buralarda gerekirse sabaha kadar gezip, eğlenip tozuyoruz. Anamız yaşındaki kadınlarsa burada bok kokusu içinde ekmek parasını kazanmaya çalışıyor. Sana vasiyetimdir, bundan sonra en büyük bahşişi tuvalette oturan teyzelere vereceksin." diyor.
Futbolu bıraktıktan sonra bir muhabir sorar ustaya, "o golü anlatsana kral?" diye..
Verdiği cevap aşağıdaki gibidir;
"O seneler futbolda kaliteli malzeme kullanılmazdı.. Ağlar çürük, toplar kafalarımızı yarardı.. Yine maç öncesi yağmur yağmıştı ve hafif sert vurduğum top ağları deldi.. Sonradan ayıp olmasın diye gittim maç sonu, şemsiye açıp koydum deliğin üstüne.. Basit bir gol o.. Zaten rövanşında Fenerbahçe bizi eledi.. Ayrıca, bu golün bu kadar konuşulmasının sebebi, Fenerbahçenin büyüklüğünden kaynaklanır."
Metin Oktay, 1991 yılında geçirdiği trafik kazası sebebiyle aramızdan ayrılmıştır.
Yazıda geçen tarihsel ve istatistiksel bilgilerin çoğu başta Ekşisözlük ve Wikipedia olmak üzere internetten derlenmiştir.Başta Onun Gibisi Gelmedi / Cem Zamur / İletişim Yayınları / Futbol – Portre kitabı kaynak olarak alınmıştır.
Cem DEMİRBAŞ
İTÜ PDR Koordinatörü
Dostları ilə paylaş: |