Gerçeklik payi



Yüklə 46,13 Kb.
tarix26.10.2017
ölçüsü46,13 Kb.
#14126

GERÇEKLİK PAYI

Bu sokakları kaç senedir mekik dokuyordum. Ama hala incelenecek o kadar şey var ki. Bu şehirde doğmuştum ve sokağımın, semtimin bu halini görünce, tüylerim her zaman diken diken oluyordu. Ama hala geziyordum. Belki bir ipucu bulurum. Belki kıyametin derinlerinde birkaç sır bulurum diye. Umutluydum. Sanırım günlerden çarşambaydı. Aylardan Ağustos. Hiç yaşayamadığım bir özlemdi belki Ağustos gecelerinde sokaklarda gezmek. Belki içimdeki özlemi dindiriyordum usulca. Ama ne önemi vardı? Sonsuz bir ölüm kokusu hâkimdi her tarafta. İnsan, başka bir insan yüzü görünce rahatlıyordu bu kentte. Her gece.

O gece hüzün hâkimdi her günden farklı olarak. Sessiz bir çığlık. Karanlık. Sanki birileri beni çağırıyordu. Yardım istiyordu. Belki de gecenin sessizliğinden dolayı böyle hissediyordum. Ama ne önemi vardı. İçimde derin bir sıkıntı vardı. Bu sıkıntı ağabeyimin öldürüldüğü gece de vardı. Ağabeyimi kimin öldürdüğünü bir bulabilseydim bu sıkıntılar geçecek miydi? Yine sokakları mekik dokumaya başladım. Zaten ne işe yarıyordum ki başka. Ama ağabeyim için yapıyordum bunları. Belki de ağabeyimin intikamını almak içindi bu yaptıklarım. Ama hissediyordum. Ağabeyimin intikamını alacaktım. Zaten çaylaklık döneminde hep o günü düşünüp tatbikatlara katılıyordum. O gün, bana ilham veriyordu. Zaten bana başka neyi öğretmişlerdi. Sadece savaşmayı. Kıyamet günlerinde bu bana yeter ve artardı bile. Ama tabii ki korkunçtu. Ürpertici. Ölümün kokusunu her zaman burnumda yaşıyordum. Aman Allah’ım. Kan izleri mi bunlar? Elimle inceledim. Acemi birliğinde bize kanı ayırt etmeyi öğretmişlerdi.Çantamdaki turnusol kağıdını çıkardım. Biraz bekledim. Aman Allah’ım. Bu kan lekesi. Üstelik yol boyunca. Neler oluyordu bu gece Şehr-i İstanbul’da. Acaba kimin kanıydı. Nereden gelip nereye gidiyordu? İncelemeyi düşündüm. Sanırım yeni bir maceranın içine giriyordum. Sokağı döndüm ve izleri takip etmeye başladım.

Kan izleri gittikçe belirginleşiyordu. Ama daireler şeklinde ilerliyordu. Gece zifiri karanlıktı. El fenerini yaktım. Kan izlerini takip etmeye başladım. Kahvehanenin önüne gelmiştim. Ah. Bir örümcek ayağımı ısırmıştı. Küçüklükten beri örümceği hiç sevmezdim (Sefiller) Ama nedense hep beni buluyordu bu yaratıklar. Yanımdaki oksijenli bez ile yara yeri sardım. Ama kan izlerini takip etmem gerekiyordu. Ayağımdaki acıya rağmen devam etmek zorundaydım. Çünkü bu kan izleri belki kaderin bana oyunuydu. Belki de ağabeyim hakkında bir ipucu bulacaktım. Kim bilebilirdi ki? Her ipucunu değerlendirmek zorundaydım. Acıma rağmen ayağa kalktım. Etrafı kolladım. Yavaş adımlarla boş kahvehaneden çıktım ve yoluma devam ettim. Çabuk olmalıydım. Kan izleri kuruyabilirdi. Koşar adımlarla yürümeye başladım. Kan izleri bir yerde duraklamıştı. O da neydi. Bir zarf vardı masanın üstünde. Açmalı mıydım? Ben kadere inanan bir insandım ve her şeyin bir nedeni olduğuna inanıyordum. Açtım. Zarfın içinde makasla titizlikle kesilmiş birkaç gazete parçası ve küçük bir kâğıt parçası duruyordu. Gazete parçalarını inceledim. Üstünde tarih ve birkaç not yazıyordu. Bu ağabeyimin kaybolduğu günün yani 02.04.2009 tarihini gösteriyordu. Aman Allah’ım! Ağabeyim hakkında bir manşet vardı. Neler oluyordu? Büyük bir heyecan, merak ve korkuyla küçük kâğıdı titizlikle açtım. İçinde bir dörtlük vardı;



Tarihtir bu, yanından insan geçen,

Kolaylıktır bu, saati söyleyen,

Ayrıcalıktır bu, yolları kısa kılan,

Aradığın şey buradadır, her zaman.

Nedir bu? Bir şey ima etmeye mi çalışıyor. Yoksa bir yer mi gösteriyor. Aradığın şey acaba ne olabilir. Saati söyleyen derken ne demek istiyor. Sanırım bu bir bilmece.

Biraz düşünmek için gezindim. Zaten başka nasıl düşünebilirdim ki ortalık insan ölüsü kokarken. Tarih derken ne kastediyor. Sanırım bu yer eski bir yer. Eminönü’nde eski olan ve tarihi bir yer olan Yeni Cami, Mısır Çarşısı ve Sirkeci Garı var. Yolları kısaltan dediğine göre işimizi kolaylaştıran bir yer. O zaman bu yer Sirkeci garından başka bir yer olamaz. Amacıma ulaşmış ve bilmeceyi çözmüştüm. Eminönü’ne indim ve birkaç kertenkele avlamam gerekse bile Sirkeci garının ön cephesine ulaştım. Burada bir şey daha anladım. Sirkeci garının ön cephesinde 2 tane saat var. Bu da saati gösteriyor. Ama şimdi ne olacaktı. Bulmuştum fakat bulmamın bir ödülü olmayacak mıydı? Buralarda bir ipucu daha olması gerekmez miydi? Kafamın içi karmakarışıktı. Biraz uyusam iyi olacaktı. Barakaya gittim. Bugün yaşadıklarımı düşündüm. Dakikalar sonra uykuya daldım.

Yeni bir gün, yeni bir başlangıç diyordu annem her sabah. Zar zor hatırlıyordum annemin yüzünü. Bu afet her şeyi yeniden çizdi kaderimde. Hayatımın en değerli şeylerinden birini, annemi aldığı yetmezmiş gibi, ağabeyimi de alıp götürdü. Bu düşüncelerle kalktım 2 tahta çakılı ve çivileri kaburgama girmiş olan yataktan(!).Yanımda bir mektup duruyordu. Bu ne olabilirdi. Yoksa aradığım şey miydi? Hemen açtım ve aradığım şeyi gördüm. Bir bilmece daha vardı. Hemen bölge çavuşunun yanına gittim. Mektubu sordum. Kimin koyduğunu gördün mü diye. Görmedim dedi. Ama nasıl olurdu. Kim koymuştu bunu. Kimin koyduğunu nasıl bulacaktım. Bilmeceye baktım ve bağırarak okumaya başladım.



Kimi yiğitler düşmüş; kimi analar, babalar.

Bizim olmayanı almış derler kimi analar, babalar.

Herkes gidecek derler kimi analar, babalar.

Yol yakınken tövbe et derler, kimi analar, babalar.

Yine bir bilmece. Yine sebepli sebepsiz sorular ve cevaplar. Yine karanlık bir gece ve yine ağabeyimin acısı. Her şey üst üste geliyordu. Bu bilmeceler ağabeyim hakkında birkaç ipucu bulmama yardım edecekti ama sonu olmamasından da korkuyordum. Bu bilmeceyi incelemeliydim. Kalemimi elime aldım. Boş bir kâğıt çıkardım ve bir şeyler karaladım. Biraz dolaşmak için dışarı çıkmalıydım. Belki yolda bir çeteci çıkar da beni öldürür inşallah da demiyor değildim.Çıktım ve sirkeci garına gittim.Belki bir şeyler yakalardım.Gözden kaçırdığım bir şeyler olurdu.Sirkeci garının önüne geldim ve duvarda kan izleri gördüm.Aman Allah’ım! Duvarda ÖLÜM YAKINDA yazıyordu.Bu bir mucize miydi? Acaba ne demekti bu? Mektubu çıkardım ve bunun ölüm hakkında bir şey olabileceğini hissettim. Herkesin gideceği tek yer ahiretti. Bizim olmayanı almış derken de ölümden bahsediyor.Burası ya bir mezarlık ya da cami.Doğru Yeni Cami’ye gittim ve etrafı inceledim ama bir şey yok gibi gözüküyordu.Birden aklıma mezarlık geldi.Orası kaç senedir kullanılmıyordu ama olsun bir bakayım diye düşündüm birden.Gittim.Ve o malum şeyi gördüm.Bir mektup daha…

Mezarlık havası çok kötüymüş bunu bir daha anladım. Hemen oradan ayrılmam gerektiğini düşündüm.Tabi ki mektubumu da alıp.Mektubumu okumaya can atıyordum. Barakaya geldim ve mektubu açtım.İçinde 200 TL ve bir kağıt vardı. Acaba bu parayı bana niye göndermişti bu malum kişi? Galiba afetten önce kullanılan bir paraydı. Üstünde 1943 yazdığına göre öyle olmalıydı. Ama hala sağlamdı. Bu derin hayallerden kurtulup kağıdı açmam gerektiğini düşündüm. Açtım ve içinde o malum yazı vardı yine.

Paralar sayılır, alışverişler yapılır;

Kavgalar edilir, konuşmalar yapılır;

Gel bence geri dön, erken kalkan yol alır;

Baştan üçüncü dükkâna bakılır.

Sanırım bu kez bu sorunun cevabını biliyordum. Burası olsa olsa mısır çarşısı olur dedim içimden sırıtarak. Ama mısır çarşısında ne yapacaktım. Orada bir sürü eski yığın ve çürümüş malzemeler vardı. Ama son satırda da bunun cevabı vardı. Baştan üçüncü. Mısır çarşısına gitmeliyim dedim kendi kendime. Her ne kadar korksam da gidecektim. Mısır çarşısının Eminönü kapısından girdim. Çok pis kokuyordu. Ama devam ettim. Birinci dükkanı geçtim. Ağır adımlarla ilerliyordum. Arada arkama bakmayı ihmal etmiyordum. Ve o malum dükkana geldim. Ve yine şaşırmadım. Aynı kağıt,aynı mektup. Başka ne olabilirdi ki? Bu her kimse benle oyun oynuyordu. Neden o kan lekelerini gördüm ki? Neden buralara geldim? Neden bu maceranın içine daldım barakamda uyumak ve keyif yapmak varken Aman Yarabbi? Neden? Cevapsız soruların içinde buldum bir anda kendimi. Mektubu bir an yırtmayı düşündüm açmadan. Ama içimdeki çocuğu yenemedim ve bu son olsun diyerek yeniden açtım. Bu kez bilmece yoktu çok şükür. Ama bir resim vardı. Bu neydi? Olamaz! Bu ağabeyimin resmi.

Kafası kesilmiş ve kollarına pilot kalemle işaret konmuş bir adamın yanında ağabeyim vardı. Üstelik kol kola ve mutluydu. İşte ağabeyimi öldüren adam bu diye düşündüm. Kesinlikle buydu. Artık emindim ağabeyimin cinayete kurban gittiğine. Ama bu adam kimdi? Bana bu mektupları yazıp, bilmece sorup benle oyun oynayan bu adam kimdi? Ağabeyimin yakın bir dostu yoktu ama bu adamla neden kol kolaydı neden? Biraz düşünsem iyi olacaktı. Barakaya gitmeyi düşündüm ama ayaklarım hareket etmiyordu. Ama zorlamalıydım. Toparlanmalıydım. Ağabeyim için bunu yapmalıydım. Ağabeyimi yattığı yerde mutlu etmeliydim. Ve başaracaktım. Bu adamı bulacaktım ve onu öldürecektim. Ağabeyimin intikamını alacaktım. Alacaktım. Alacaktım. Alacaktım…

Barakama gittiğimde saat 12ydi. Akşam 12 değil,sabah 12. Ve gözlerimi kapatamıyordum. Uyuyamıyordum. O kafası kesik fotoğrafa bakıyordum ve iç geçiriyordum. Ağabeyim, canım ağabeyim. Neden bu adamla kol kolasın. Neden seni öldüren caniyle kol kolasın ağabeyim. Bu sözlerle gözlerimi kapadım. Gözlerimi kapamam yeterliymiş aslında uyumak için. Kapar kapamaz uykuya daldım. Rüyamda o fotoğrafı bir masanın üstünde dururken gördüm. Bir adam kafasını kesiyordu fotoğrafta. Ama kafasını göremiyordum adamın kol düğmesinden. Kol düğmesi. Aman Allah’ım ne safım. Kol düğmesi değildi o. O bir saatti. Artık beynimi bile kontrol edemiyordum. Uyanmıştım bu sözleri içimden söyleye söyleye. Fotoğrafı aradım elimle. Bulamadım. Nereye gitmişti bu fotoğraf. Nereye. Ama fotoğrafın yerinde hiç hoşnut olmayacağım bir şey vardı. Bir mektup. Mektubu açtım. İçinde garip harflerle yazılmış bir yazı vardı. Belimin acısına katlanarak eğildim. Tam olarak şöyle yazıyordu.



Bu günlerde yağmur var İstanbul’da. Sanırım sonbahardayız değil mi? Ama her ne olursa olsun. Ne de olsa afetin etkilerini yaşıyoruz. Ve afette ; cesur,kararlı ve atik olan biraz daha afetin izlerini bulmayı başarır. Senin ağabeyin çok hırslıydı. Belki de bu yüzden ağabeyin fazla yaşayamadı. Seni de kaç yıldır uzaktan izliyorum. Sen de tam olarak ağabeyin gibisin. Çok cesursun. Ölüme korkusuzca her fırsatta atlıyorsun. Bunu da işin sayesinde kazandın öyle değil mi? Ama afet günlerinde,yıllarında yaptığın işin ne önemi var? Ne de olsa hiçbir şey eskisi gibi değil. Ama her neyse. Sen ağabeyin gibisin yiğidim. Ve Allah sevdiği ve çalışkan kullarını yanına erken alırmış. Ben bu ipuçları dizisini yazmayı niçin düşündüm sence? Cesaretini görmek istedim. Hırsını ve atikliğini ölçmek istedim. Çünkü sen de afetin bir parçasısın. Ama her neyse. Sence ağabeyini kim öldürdü ??

Ağabeyin çok iyi bir insandı. Benimle daima dosttu. Hiçbir kötülüğü ve yanlışlığı olmazdı. Ama son saatlerinde SEN TAM BİR HAYVANSIN sözü beni çileden çıkardı. Onu elimdeki pürüzsüz baltamla kel kafasına vurarak öldürdüm. Ama yiğidim. Vicdan azabı çekiyorum. Çok acıtıyor bu vicdan azabı beni. Belki 2-3 gün sonra kendimi derin ve yalnız Haliç’e bırakacağım. Ama o güne kadar bu dünyada yapmak istediğim bir iş daha var. Onu da tahmin ediyorsundur elbet. Bu oyunun bir sonu olmalı. Yiğidim, senin de kaderin ağabeyinin kaderi gibi olacak. Her ne kadar içim kan ağlasa da bunu yapmalıyım. Ama ben neden siz ikinizi öldürüyorum. Neden? Sizinle bir husumetim mi var? Ha,şimdi hatırladım. Sence neden siz kardeşleri öldürüyorum. Bir düşün bakalım yiğidim…

Kaderinizle sizin babanız oynadı. Ah,ne iğrenç bir insandı. Siz nasıl onun çocuğusunuz hayret ediyorum. Babanız benim hayatta en değer verdiğim ama değer verdiğim şeyin benim ona değer verdiğimi bilmediği şeyi çaldı. Annenizi çaldı annenizi. Ben annenizi çok sevmiştim. Hem de çok. O günden beri babanızdan ve babanızın yakını olduğu herkesten nefret ediyorum. Ben annenizi çok seviyordum yiğidim. İpek gibi saçları vardı. Yemyeşil gözleri. Benim hayallerimin kadınıydı anneniz. O benim gibi teşkilatın çıkarları için çalışmıyordu ama olsun. Anneniz çok güzeldi ve ben ona sahip olmalıydım. Ama olmadı. O babanız benim güzel yârimi elimden aldı. O günden beri tek amacım İNTİKAM. Sizde bu döngünün birer ürünüydünüz yiğidim. Sen beni çok iyi tanıyorsun. Verdiğim ipuçlarından da benim kim olduğum açıkça görünüyor. Eğer 2 gün içinde beni bulursan beni öldürebilirsin. Ama 3 gün olursa, bu kadar insancıl davranmam. Görüşeceğimiz güne kadar,hoşça kal,esen kal. Yiğidim. Ama bir şeyi unutma. BEN HER ŞEYİ YAPABİLİRİM.

Aman Allah’ım. Ağabeyimin katiliydi bu. Annem yüzünden babama kinli olduğu için yapmış bunları. Zarfın içinde mektuptan hariç bir kağıt daha vardı. Onu da çok büyük bir merakla açtım.



Eğer beni çabucak bulmak istersen, bir Halime Abla’nın yanına git bakalım Yiğidim.

Halime Ninenin bu işle ne ilgisi olabilirdi ki? Üstelik ölüm döşeğinde bir kadındı. Ama mektupta öyle yazdığı için bir bakmalıydım. Sakin olmalıydım. Her halükarda artık ağabeyimin katilini bulacaktım. Ama ya o ölecekti, ya ben. Doğru Halime Nine’nin eski evine doğru yürüdüm. Belki umuda yolculuktu bu. Belki son defa yürüyordum bu yolları. Eski bankanın karşısına geldim. Biraz daha yürüdüm ve Halime Ninenin evine geldim.

Ali kapıyı açtı. Bana öyle bir içten sarıldı ki. Nasılsın dedim. O da ağlamayı koyuverdi. Sırtına vurdum. Arslan parçası diyerek sıkıca sarıldım. Bu üzüntü paylaşma merasimi bittikten sonra içeri girdim. Halime Nine koltukta yatıyordu. Doğrulmaya yeltendi. Bir hamleyle kalkmaması için elimle bastırır gibi yaptım. Hal hatır sordum. İyi diyelim iyi olalım Yiğit oğlum dedi. Çok kansızdı. Çok halsizdi. Ve asıl konuya girdim :

“Halime Nine, annemi gençken seven birisi var mıydı? Veya anneme kafayı takan birisi.”

Halime Nine: Hayırdır oğlum, ne oldu kötü bir durum mu var?

“Ağabeyimin katili bana bir haftadır mektup yazıyor. Ve bugünkü mektubunda annemi sevdiği ve babamdan nefret ettiği için bizi öldüreceğini söylüyor. Onu bulmam gerekiyor ve senin vereceğin cevaplar çok önemli ninem.”

Halime Nine : Işık kendi halinde bir kızdı. Ama kim onun için bu kadar ileri gitsin. Ben eskiden çiçek ve çeyizlik satıyordum. Bir dakika, Işık’a çiçek göndermiş miyim, bakayım. Ali oğlum, satış hesap dosyası olacaktı ikinci vitrinde. Bi getiriver güzel oğlum.

“Ha gayret Halime ninem. Hissediyorum, az kaldı o soysuz sefili bulmaya.

Halime Nine: Agop’tan Yasemin’e; Terzi Fahriden Ayşe’ye. Rüstem’den Dilek’e demir makasla beraber 1 buket. Oktay’dan birisine. Bundan sonra çeyizliklere geçiyor ve orda da hep bayanlar göndermiş. Aradığın yok Yiğit’im.

“Tamam Halime nine. Ama 1 dakika, Oktay’dan birisine dedin. Gönderdiği kişi belli değil mi?”

Halime Nine: İsmini söylememiş sanırım gönderdiği kişinin. O sıralar Ali götürüyordu çiçekleri sanırım ama onu Ali götürmemiş. Başka birisi veya kendi götürmüş.

“Tamam ninem. Allah şifa versin sana. Ben biraz dolaşayım dışarıda. Ali, görüşürüz canım kardeşim. Sen de iyi bak kendine.”

Halime Nine’den umduğum cevabı alamadım. Ama o mektupta Halime Nine’ye bak beni erken bulmak istersen diyordu. Ama anneme gönderilen bir çiçek veya başka bir şey yok. Ama bir tek Oktay adlı birinin gönderdiği çiçek isimsizmiş. Acaba kim bu Oktay? Çiçeği kime gönderdi. Ne zaman gönderdi. Bunu Halime Nine’ye sormam gerektiğini düşündüm. Tam arkamı dönecekken Ali bağırdı. Yetiş Yiğit ağabey. Nine’me bir şeyler oluyor yetiş ne olur ağabey. Koştum. Halime Nine diye bağırdım. Nefes almıyordu. Hemen Seyfi efendiyi çağırdım. Halime Nine ölmüştü. Aman Allah’ım. Ağabeyimin katilini bilen biri ölmüştü. Halime Ninenin bende çok emeği vardı ve herkes tarafından sevilen bir kadındı ama ölmüştü. Halime Ninem. Seyfi efendiye sordum neden vefat etti ninem diye. Kalp krizi demiş. Ali yanıma geldi ve bağırmaya başladı. Sen öldürdün ninemi , senin yüzünden öldü. Annenin yüzünden öldü. Çık git evimizden çık git gözüm görmesin seni. Sen nasıl ağabeysin ha. Ninem,neden beni bırakıp gittin. Git artık git. Git ,git ağzımdan kötü şeyler çıkacak yoksa.

Haklıydı çocuk. Her şeyin suçlusu bendim. Neden bir ruh hastasının sözüne uydum. Neden. Nedendi bu acılar. Nedendi bu savaş. Nedendi her şey. Ağabeyimin katili beni de öldürsün artık da bu acılar son bulsun artık. Son bulsun. Barakama dönüyordum. Barakamın karşısına gelmiştim. Yine mi. Duvara yazı yazılmıştı. Tam olarak şöyle yazıyordu.

SUÇLU SEN DEĞİLSİN, BUNLAR KADERİN OYUNU.

Kaderin oyunuydu evet. İlk defa katile hak vermiştim. Artık beynimi kontrol edemiyordum. Neden buralara kadar gelmiştim. Artık katilin beni öldürmesini ve bu acının bitmesini istiyordum. Veya ben kafama mı sıkmalıydım? Sessiz ve sakin bir şekilde mi ölmeliydim? Ama biraz daha gayret diye düşündüm. Bu kadar yaklaşmışken bu olmamalıydı. Son günümdü bugün. Halime Nine’nin en yakını Ali’ydi ve onla şansımı denemeliydim. Hemen cenaze evine gittim. Kapıyı çaldım. Ali açmadı kapıyı. Açmalıydı. Tek umudum oydu. Ben katil değildim, ağabeyimin katilini bulmaya çalışıyordum. Ali! Diye bağırdım. Ali ne olur aç. Senin bilgilerine çok ihtiyacım var. Ali bana cevap ver sonra bana ne yapacaksan yap ama benim soruma cevap ver ne olur…

Ali kapıyı açtı. Gözlerinden ateş fışkırıyordu. Kapıyı açmasıyla üstüme atlaması bir oldu. Zor sakinleştirdim diğer komşu evlerdeki insanların da yardımıyla.

“Katil” diye bağırıyordu. Onunla birlikte bende ağlıyordum. Sonra sarıldık ve dertleşmek için beni içeriye aldı. İçeriye girdiğimizde bana ilk sözü:

“Ben şimdi ne yapacağım ağabey, ben ninemsiz ne yapacağım.”

Ali’m, birlikte atlatacağız bu zorlukları inşallah, ama benim de içimde çok büyük bir acı var. Senin yardımın lazım Ali. Bana yardım et dedim. Ali merakla sordu:

“Hayırdır ağabey, kötü bir durum mu var?

Çocuğu meraklandırmak istemiyordum. Hayır dedim. Ama birisinin kimliğini öğrenmem gerek. Onu sana soracaktım Ali. Çok önemli bu kişinin kim olduğu.

“Ağabey, bilgimin yettiği kadarıyla sana yardım ederim. Kim aradığın kişi, biliyorumdur belki.”

5-6 sene evvel Oktay adlı bir kişi Halime Nine’den çiçek almış ve kime yolladığını söylememiş. Sen de yollamamışsın. Sanırım kendisi götürmüş. Bu Oktay kimin nesidir? Kime göndermiş bu çiçeği eğer biliyorsan yardım et kardeşim,dedim. Ve Ali’den cevabı aldım. Beni hayrete düşüren cevap:

“Sen Bankacı Oktay ağabeyi diyorsun. Evet o çiçek almıştı ben Nine’me bahçede yardım ederken, hayal meyal hatırlıyorum. Hatta bana 200 TL bahşiş de vermişti. Ne iyi adamdı. Şimdilerde görünmüyor. Sen niye sormuştun Oktay ağabeyi”

200 TL mi. Cebime bir göz gezdirdim. Bir mektubun yanında da 200 TL koymuştu bu faili meçhul kişi. Mezarlıkta mektubun yanında bulduğumu anımsadım. Demek Oktay, bankacıydı. Gömleğimin sağ cebindeki annemin gençken çektirdiği fotoğrafı elime aldım. Arkasında GEREKSİZ HAYALLERE DERSİNİ VERMELİ yazıyordu. Bu kadar tesadüf olamazdı. Çünkü mezarlıktaki mektubun arkasına dikkatlice bakıldığında yazılmış ve sonradan silinmiş olan GEREKSİZ HAYALLERE DERSİNİ VERMELİ sözü açıkça görünüyordu. Bütün parçalar uyumluydu. Ali’nin pantolonunun cebindeki beylik tabancasını çıkardım ve Ali’ye döndüm. Gazamız mübarek olsun dedim. Katili bulmuştum ama şimdi ne yapacaktım. Bankacı Oktay’ı nerede bulacaktım. Ali bana Hızır gibi yetişti. Bir fotoğrafını ve ev adresini verdi. Hemen verdiği ev adresine gitmek üzere barakama gittim. Pantolonumu ve yırtık olmayan gömleğimi giydim. Bıçağımı sol cebime,silahımı sağ cebime yerleştirdim ve yola çıktım. O pis katili öldürecektim ve sonra ağabeyimin yanına gidecektim. Eve vardım. Kapıyı omzumla kırdım. İçeri girdim, içerisi zifiri karanlıktan farksızdı. Ellerimle lambanın düğmesini aradım. Yaktım ama lambadan kıvılcım çıktı. Masanın üstünde el fenerinin olduğunu fark ettim. Aldım ve o andan sonra kafama bir şeyin vurduğunu hissettim…

Rüyaydı sanırım. Annemi görmüştüm. Beni yanına çağırıyordu o güzel yüzüyle. Ağabeyimde yanımdaydı. Koçum diyordu bana. Onların yanındaydım ama ellerini tutamıyordum. Elimi uzattıkça elime şimşekler çakıyordu. Annem ve ağabeyim çok derin bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Bu hayallerle gözlerimi açtım. Uyandığımda İdris ağabeyin yanındaydım. Hayırdır İdris ağabey dedim, kaç saattir uyuyorsun dedi bana gülerek. Annen, baban ve ağabeyin biraz önce çıktı, sana kıyamadılar evlat dedi. Nasıl olurdu bu. Her şey rüya mıydı? Rüyamda acıdan ağlıyordum, şimdi mutluluktan. İşte kıyamet hayatının en güzel şeylerinden de bu. Psikolojin bozuluyor ve rüya görüyorsun. Sonra uyandığında her şey eskisi gibi oluyor. Kalktım ve kendimi İdris ağabeyin mangalında kızarttığı mis gibi kokan istavritlerin eşsiz kokusuna bıraktım. O sırada ağabeyim ve annem geldi. Doyasıya sarıldım ikisine de. Rüyamı anlattım. Artık geçti, diye beni teselli etti annem çocukluğumdaki gibi başımı okşayarak.



“Her rüyada bir gerçeklik payı vardır” der atalarımız. Bu görüşe kesinlikle katılıyorum. Ama sadece güzel rüyaların gerçeklik payı olsa keşke, ama kabuslar da insanı olgunlaştıran etmenlerden. Ama olsun. Annem yanımda, ağabeyim yanımda. Daha ne isteyeyim. Keşke işimi bırakabilsem. Ama işimi seviyorum. Saatime baktım ve devriye vaktinin yaklaştığını süzdüm. Herkesle vedalaştıktan sonra hafif adımlarla ilerledim…

Eminönü,2011



Mehmet Acar.
Yüklə 46,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin