HANE: 4
KAHVECİGİL
MEHMET oğlu MUSTAFA, 1872 tarihinde Emine’den doğmuş ve 24.02.1918 tarihinde de vefat etmiştir. 1874 tarihinde doğan eşi Sare’nin babası Hüseyin ve annesi Emetullah’tır.
MUSTAFA’nın oğlu olan MEHMET SEZGİN 1912 tarihinde doğmuş ve 28.10.1978 tarihinde de vefat etmiştir. Mehmet Sezgin’in hanımı Hanife (Külefli)’dir.
Mehmet Sezgin’in oğlu Mustafa Sezgin ve kızı Hesna Güngör ve Çalışlara giden Necmiye’dir.
MEHMET SEZGİN’in;
Kardeşleri: Rahime Akbıyıkoğlu (d:1900- ), Güneydemirciler köyüne giden Emine (d.1906 ) ve Mangallar köyüne giden Şerife (d. 1904- )’dir.
MUSTAFA SEZGİN’nın hanımı Fatma ve çocukları İsa, Mehmet, Yazı köye giden Meryem ve Ferides Orhan’dır.
OLAYLAR
Ömrünü değirmencilikle geçiren Mehmet Sezgin, gençliğinde İstanbul’a çalışmaya gider. Orada bir kahvehanede çalışır. Memlekete döndüğünde, nerede çalıştığını soranlara “Kahvehanede” diye cevap verir. İşte bundan sonra kendisine “Kahveci” lâkâbı verilir.
Rahime de İstanbul’da bir Paşa ailesinde evlatlık olarak verilmiştir. Mehmet Sezgin kerdeşini geri getirmekte ısrar edilince, Rahime’ye bol ikramda ve yardımda bulunduktan sonra memleketine gönderirler.
Mustafa Sezgin de değirmencilik, kalıpçılık ve inşaat ustası olarak çalışmış ve ömrunu tamamlamıştır.
Avşar’da Yukarı Değirmen (Kazkıran Değirmeni)
Binanın sol tarafında demir oluğun binaya giren kısmı fark ediliyor. Sağ tarafta değirmen taşları, unluk, tahıl konan yer, çakıldaklar görülmektedir.
Değirmenin Çarkı
Sol tarafta demiroluğun poyra kısmı sezilmektedir.
HANE: 5
HACIGİL (KURU ÖMERLER)
ABDURRAHMAN oğlu KAZIM, 1875 tarihinde Fatma’dan doğmuş ve 30.10.1917 tarihinde de vefat etmiştir. 1837 tarihinde doğan ve 29.06.1910 tarihinde vefat eden annesi Zeynep’in babası Hüseyin ve annesi Zeynep’tir.
1875 tarihinde doğan ve 1952 tarihinde vefat eden eşi Zekiye’nin babası Mehmet ve annesi Durkadın’dır.
KAZIM’ın oğlu İbrahim 1896 tarihinde doğmuş ve 30.07.1917 tarihinde, kızı Hatice Balcı 1910 tarihinde doğmuş ve 25.05.1975 tarihinde vefat etmiştir
KAZIM’ın kardeşi OSMAN KIYMAZARSLAN 1886 tarihinde doğmuş ve 25.03.1959 tarihinde de vefat etmiştir.
Eşleri İbrahim kızı Zekiye, Fatma ve Durkadın’dır.
OSMAN KIYMAZARSLAN’ın oğulları Fahri ve Abdurrahman Kıymazarslan’dır. Kızları Zeynep, Ayşe Demircioğlu, Zeliha Yaman, Zeyneti Çetin, Nazire Çetin, Hatice Bodur ve Zeynep Gülseven’dir.
OLAYLAR
OSMAN KIYMAZARSLAN, köyde zararına da bakkallık yapar ve köyün ihtiyacını karşılar. Bir müddet sonra iflas eder, ama duramaz, dükkânını yine açar, satışa devam eder.
Osman Kıymazarslan çok güçlü biridir ve güreşlerde herkese kafa tutar. İstiklâl Savaşı’ndan sonra köyün muhtarlığını da yapar.
Bir gün hak köy odasinda otururken ayakkabılar çalınır. Hırsızları takip ederler, köyün altına doğru ilerlemektedirler. Kimisi, yakın olan evler silahlarını alır ve takibe katılırlar. Ne var ki geceleyin, biraz da karanlık olduğundan korkanlar, takibe katılmaz. Osman Pehlivan, biraz da güçlü olduğu için takibe devam eder. Köyün iki, üç yüz metre aşağısında pusuya düşer. Hırsızlar 5-6 kişidir.
Oracıkta Osman Pehlivan’ı hemen soyarlar, pantalonunu ve çeketini de alırlar. Alırlar da Osman Pehlivan’ın yiğitliğine de pis sürülür.
Onuru kırılan Osman Pehlivan, beş altı ay sonra panayırda insan avına çıkar. Neticede Oracı köyünden olan eşkiyanın sırtında ve bacağında elbiselerini tanır.
Osman Pehlivan da eşkiyayı panayır yerinde don gömlek açıkta bırakır.
HANE: 6
ÇULFAOĞULLARI
DURMUŞ oğlu ALİ, 1837 tarihinde Zeliha’dan doğmuş ve 01.07.1917 tarihinde de vefat etmiştir. 1854 tarihinde doğan ve 12.04.1909 tarihinde vefat eden eşi Sare’nin babası Ahmet ve annesi Asiye’dir.
1875 tarihinde doğan ve 1952 tarihinde vefat eden eşi Zekiye’nin babası Mehmet ve annesi Durkadın’dır.
ALİ’ın oğlu YUNUS (FEHMİ) 1869 tarihinde doğmuş ve 10.02.1930 tarihinde, kızı AYŞE 1864 tarihinde doğmuş ve 1910 tarihinde vefat etmiştir
YUNUS (FEHMİ) ’ın 1881 de tarihinde doğmuş ve 20.12.1937 tarihinde vefat eden eşi Fatma’nın babası Emin ve annesi Azime’dir. 1891 de tarihinde doğmuş ve …….. tarihinde vefat eden sonraki eşi Zeliha’nın babası Halil ve annesi Sehure’dir.
1937 tarihinde doğmuş kızı Feride Kural’ın annesi Fatma’dır. Feride’nin çocukları İbrahim, Mehmet ve Emin’dir.
Yunus Fehmi’nin oğullarının annesi Zeliha’dır.
01.04.1920 tarihinde doğan Mehmet İnci 01.04.2005 tarihinde vefat etmiştir.
02.05.1922 tarihinde Durmuş İnci 18.05.1994 tarihinde vefat etmiştir.
OLAYLAR
Köyde on seneden fazla muhtarlık yapan Durmuş İnci ve Mehmet Gündoğdu’dur.
YUNUS FEHMİ
A. HAYATI
Yunus Hoca, 1867 yılında Gerede’nin İkinci Avşar (Avşar Sânî) Köyü’nde doğmuştur. Babası Ali, Çulhaoğulları’ndandır. Babasının soyu, iki-üç asır kadar önce Ankara’nın ilçesi olan Bâlâ’nın Emirler Köyü’nden ilk gelip yerleşenlerdendir.
Gerede panayırında, 2-3 yaşları civarında olan Yunus (Hoca) kaybolur. Kendisini teslim alan Belediye zabıtası sorar: “Hangi köydensin?” Cevap verir: “Avşarlıyım.” 1 “Hangi avşar (Evvel, Sânî, Tarakçı) köyündensin?” İstedikleri cevabı veremez, şöyle konuşur: “Yeni minare yapılan Avşar’danım.”
İlim ehli olan ve okumayı seven köy halkı tarım ve hayvancılıkla hayatını sürdürmüştür. Köy, Gerede’nin en düşük râkımlı ve düz ovasına yerleştiği için arazisi sulak verimlidir.
Köy, yetiştirdiği ve ticaret kaynağı olan çükündüre (kırmızı pancara) nisbetle “Çükündür Avşarı,” olarak bilimektedir. Bâlâ’nın Emirler Köyü’nden gelindiğine işaretle de “Küçük Avşar” ve “Avşar-ı Şerif” olarak da tanınmıştır.
1. TAHSİL YILLARI
a) Çocukluk Yılları
Memlekette, yoğun malî ve siyasî istikrarsızlıkların olduğu bir devrede yaşamış olan Yunus Hoca’nın çocukluğu hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır.
Hoca’nın, Gerede Danişmentler Medresesi’nde çocukluk yıllarını geçirdiği bilinmektedir. Yazdığı bir şiirinde hayatını şöyle özetler.2
Bir gizli kenz idim sulb-ü pederde,
Dokuz ay, dokuz gün rahm-i mâderde,
Dünyaya gelmemiz varmış kaderde,
İzn-i Hüdâ ile doğdum cihâna.
................................................
Yediyle sekizde ilme yâr idim,
Dokuz yaş deyince uydum Kur’ân’a.3
Yunus Hoca’nın dokuz yaşları civarında tuttuğu anlaşılan defterinde yer alan yazı denemeleri,4 duâlar, “Kerem ile Aslı” gibi hikayeler, türküler ve ilâhiler onun zevk ve ilgi alanına işaret etmektedir. Bu notlarından çocukluk dönemini şen-şakrak olarak geçirdiği anlaşılmaktadır.
Yunus Hoca’nın çocukluk yıllarında, ülkenin genel durumu şöyle özetlenebilir:
Osmanlının çöküşünün hazırlandığı ortamda, Şehzâde Murat tahta çıkarılmış, 30 Mayıs 1876 gününde tahtından alınan Padişah Abdülazîz, dört gün sonra bilekleri kesilerek öldürülmüştü.5
V. Murat da hasta olduğundan, 3 ay sonra tahttan alınarak yerine 31 Ağustos 1876 Tarihinde II. Abdülhamit tahta çıkarılmıştı.
1877 Osmanlı-Rus savaşının (93 Harbinin) ve Rusların İstanbul önlerine gelmeleri sonunda Kars ve Ardahan Ruslara terk ediliyor, Kıbrıs İngiltere’ye bırakılmış oluyordu.
Yunus Hoca’nın çocukluğu; memleketin her köşe ve bucağının etkilendiği, gençlerin hizmet ve çalışma azmini kamçılayan böyle bir kriz devresinde geçer.
-
Gençlik Yılları
Yunus Hoca baharları ve kış aylarında medreselerde ilim tahsilinde bulunurken, yazlarını da köyünde geçirmektedir. Halkın arasından da ayrılmış değildir. Düğünde, bayramda, halkla beraber olan Yunus Hoca’nın, geleneklere uygun olarak güreş tuttuğunu ve bir sene kadar bu spora devam ettiğini öğrenmekteyiz:
Sinnim onyedide pehlivan oldum,
Onsekize vardım, haddimi bildim.6
Gençlik yıllarını anlatan bu şiirinde söylendiği gibi Yunus Hoca, güreş sporunun kendi işi olmayacağının farkına vararak, kendini geri çekmiş, Çolak Mümin Molla gibi bir pehlivan olamayacağını düşünerek ilme dönmüştür.
Yunus Hoca’nın gayreti ve seviyesiyle ilgili, halk arasında bir hikâye anlatılır.
Danişmentler Medresesi,7 Ankara-İstanbul yol güzergâhında olduğundan, sık sık ilim erbâbının ziyaret ettikleri ve mola verdikleri bir yermiş.
Arap memleketlerinden gelen bir ilim heyeti, Medrese’yi ziyaret ederler. Sorulacak sorular karşısında zor durumda kalacaklarını düşünen müderrisler telaşa kapılırlar ve talebe Yunus’u heyetle muhâtap ederler.
Sorulan sorulara yerinde ve mantıklı cevaplar veren Yunus Hoca, ziyaret heyetinin takdirini kazanır.
2. OLGUNLUK VE MÜDERRİSLİK YILLARI
Yunus Hocafendi, Danişmentler Medresesi’nde kendini göstermesi üzerine Gerede’de tahsiline devam eder. Önce Müftü Sa’düddin Efendi Medresesi’nde, daha sonra da yeni yapılan, ahşap Dabbağhane Medresesi’nde, merhum müderris Hacı Emin Efendi’nin derslerine devam eder ve ondan feyz alarak yetişir.8
Böylece gençlik yıllarını Gerede Dabbağhane Medresesi’nde geçirir.9
Yunus Hoca, talebelik günlerini ve hocasının özelliklerini şöyle anlatır:
Sabah olur ders vaktine everdik,
Varıp görsek, mâh cemâlini derdik,
Herbir sözü idi, aselden lezîz,
Yok idi gönlünde, asla siz ve biz,
Sevgisi canlarda, cân gibi azîz,
Kimseye demezdi, aslâ kem sözü,
Nasihattı sözü, güleçti yüzü,
* * *
Ulûmda imâm idi,
Tarîkta hümâm idi,
Hep onda, temâm idi,
Mürşitliğin nişanı.10
1912 Yılında Hakk’ın rahmetine kavuşan, hocası Hacı Emin Efendi’nin değeri ile ilgili sözlerine şöyle devam eder:
Eyvâh, kadr-ü kıymetini bilmedik,
Sıdk-ü sadâkatle hizmet kılmadık,
Cemâline bakmaklığa doymadık,
Gitti, ol Hak dostu gitti dünyadan.11
Yunus Hoca, aynı Dabbağhane Medresesi’nde 20-25 sene müderrislik yapmış ve sayısız öğrenci yetiştirmiştir.12
Cumhuriyetin kurulmasından sonra Mengen Mederesesi’ne müderris olarak tayin olan Yunus Hoca, burada da iki seneye yakın bir zaman görev yapmıştır.13
Bunun dışında, bilhassa son zamanlarında imamlık hizmetlerinde ve âşâr memurluklarında bulunmuştur.
Arapça ve Farsça dillerinin çok güzel öğrenen Yunus Hoca, temel İslâmî ilimler ve fıkıh ve edebiyat konularında eserler vermiştir.
Hece vezninde halk deyişlerine benzer şiirler yazmış ve aruzla da vasıflı beyitler yazmıştır. Bu arada, Mesnevî’den seçtiği 130 beytin tercüme ve şerhlerini yaparak basılabilecek bir duruma getirmiştir.
Hocafendi’inin, böylece kendisini çok iyi yetiştirdiğini görüyoruz.
3. AİLESİ VE ASKERLİK YILLARI
Hayatını anlattığı şiirine şöyle devam etmektedir:
Ondokuza vardım, zifâfı buldum,
Yirmi bir deyince girdim esnâne.14
Tahsil hayatı, ailesiyle ilgilenmesine pek izin vermeyen Yunus Hoca’nın ilk evliliği çok kısa sürmüştür.
Adapazarı’nda, sonra da İstanbul-Üsküdar’da Dersaâdette, 39. Alayın 2. Taburu, 5. Bölüğünde, Sultantepesi’nde askerliğine devam ettiğini yazmaktadır.15
Yine şiirinde askerlik yıllarını anlatmaktadır:
Yirmibir deyince yürek yaralı,
Çektim masrayı, birbir sıralı,
Yirmi altıda çıktı kurrâm, karalı,
Ayırdılar bizi, durduk bir yana.
............................................
Bir pazar akşamı vapura bindik,
Sağ-sâlim, cümlemiz Rize’ye indik,
Kış vakti idi, soğuktan donduk,
Sürdüler bizi, hep Ardahan’a.16
Bu şiirin devamında, 1877 Osmanlı-Rus Savaşından beri işgali devam eden Ardahan ve civarının nasıl temizlendiğini ve Ruslara karşı taşıdığı düşünceleri anlatmaktadır.17
Yunus Hoca, amcasının küçük kızı Fadime ile evlenmeye ikna edilir. Ne var ki, Fadime çok küçüktür, evliliğin ne olduğunu ve evleneceği kişiyi seneler sonra öğrenir. Yunus Hoca da on seneye yakın bir zaman bu evliliği bekler.
Kırk yaşlarına merdiven dayadığında ikinci evliliğini yapan Yunus Hoca’nın bu evliliğinden iki kızı doğmuştur.
Çok zekî ve gösterişli olan büyük kızı Hatice onbeş yaşlarına geldiğinde felç olur. Kendisini tamamen ilme veren Hatice, babasını en iyi anlayanlardan biri olmuştur.18 Hatice ızdırab ve şikâyetlerini şöyle dizilere döker:
İyiler uyanmaz, zârımdan,
Geçtim ulu vârımdan,
Dağlar taşlar dayanmaz,
Benim âh-ü zârımdan,
Ne yaman da, derdim var, benim,
Onulmadık yaralarım var, benim.
Kaldım dalâlette, gayrı tut elim,
Tevekkül bâbına (kapısına), bağladım belim,
Esirge, ya Rab! Küfre varmasın dilim,
Yatarken rızkımı, bol etmedin mi?19
Bir gün, bir kağıda şöyle bir not yazar ve babasının masasının üzerine bırakır:
“Babamsın, hastalığıma bir çare bulmadın;
Benim, onulmaz derdime bir deva olmadın;
Revâ mı; çektiğim çile, ızdırab, hep keder?”
Babası, sitemi görür ve karşılığını yazar, bir ucu görülücek şekilde örtünün altına kağıdı sıkıştırıverir:
“Sabretmeyenler de, şikâyet eder,
Kader olmayınca, neylesin peder!”20
Kısaca değindiğimiz, kızı Hatice’nin bu çileli hayatının da Yunus Hoca’yı etkilemediği düşünülemez.
Elli yaşına adım attığında, başkalarının teşvikiyle yaptığı üçüncü evliliğinden iki oğlu doğmuştur. 1918 Yılında doğan, büyük oğlu Mehmet İnci hâlen hayattadır.
Köyüyle bağlantısını koparmayan Yunus Hoca, yaz aylarında ve boş zamanlarında köyündeki işlerini organize etmiş ve çocuklarıyla ilgilenmiştir.
4. ÖĞRENME MERAKI VE İLİM AŞKI
Yunus Hoca, bütün sıkıntıların, dertlerin ve problemlerin bilgisizlikten, akılsızlık ve cehâletten kaynaklandığına inanmaktadır. Cehâlet ortadan kaldırıldığında ilerlemenin ve kalkınmanın önündeki engellerin de kalkacağını düşünmektedir.
Yunus Hoca bu konuda şöyle der:
“Akıllı bana sövüp-saysa, düşmanlık etse, ben razıyım. Zira, onun düşmanlığı lüzumsuz değildir. Belki nice hikmet ve iyilik ve menfaatleri içerir. Yani, akıllının düşmanlığı, câhilin sadâkatından hayırlıdır. Zira, akıllının düşmanlığı, elbette barış için olur. Amma, câhilin dostluğu tabîatının gereği olmakla zarardan başka türlü olmaz.”21
Câhil kendi düşmanıdır; gayre, nice dost ola.
1.Câhil ile sohbet etmek, katı âdîdir, biline,
Çünkü câhil ne gelirse onu söyler, diline,
Yunus Hoca, bu mısralardan sonra şöyle devam eder:
“Câhil ve ahmağın ne sözünde, ne işinde, ne dostluk ve düşmanlığında hiçbir fayda beklentisi yoktur.”22
Süfehâyı levm eden, kendisini mat eder.
Tâze necis taşlayan, üstünü berbat eder.23
Cehâletin okumakla ortadan kalakacağına inanan Yunus Hoca şöyle der:
‘İkra’ oku, okumakladır herşey. İnsanın saâdeti, selâmeti okumakladır.24 Yunus Hoca’nın hayatı cehâletle mücadele ile geçmiştir.
Müntehabbü'n-Nefâis isimli kitabının önsözünde, okuma ve yazmanın önemini şöyle belirtir:
İşbu öğrencilerin en hakîri ve yazanların en zayıfı Yunus b. Ali der ki;
“Âdeti âcizânem budur ki; mütâlaasını gerekli gördüğüm kitapta, bazen anlamlı latîfelerden veya mühim meselelerden acayip hikâyelerden ne gördü isem kaleme alıp, ﻉﺎﻀ ﺲﺎﻃﺮﻗﻠﺎﺑ ﺲﻴﻠ ﻡﻠﻋﻞﻜ (Her ilim kağıtla kaybolmaz.) mefhumunca kaybolmamasını ve korunmasını isterim. ...
Bu mecmuamı inceleyen kardeşlerden hayır-duâ talep ederim.
Allahü Teâlâ (C.C.) niyetlerimizi hâlis ve amellerimizi sâlih kılsın!”
Yunus Hocanın bu sözleri, bir kitabın “hangi amaçla, niçin ve nasıl?” okunması gerektiğini çok güzel özetlemektedir. Pek çok okur ve öğrenci, okunan kitabın özeti diyebileceğimiz, işaret edilen bu ölçülere dikkat etmediği için, o güzel sözler ve düşünceler, zamanla kaybolmaktadır. Ne yazık ki, yazılanların bir kısmı da ne okunmakta ve ne de yararlanılmaktadır.
Yunus Hoca "Bu mecmuamı inceleyen kardeşlerden hayır-duâ talep ederim." demekle yazılarını, kendisinin okuması için değil başkalarının yararlanması için kaleme almakta ve okuyanlardan “hayır-duâ” beklemektedir.
Bu konuda, Yunus Hoca’yı daha iyi tanımak amacıyla, öyküsü ile ilgili bazı hatıralara değinmede yarar olduğu düşüncesindeyiz.
a) Öğrenme Merakı
Hayvanlar pazara götürülmekle kâr elde edildi mi?
Yunus Hoca hayvanlarını pazara götürmüştü. Küçük İlyas’a:
- Oğlum, İlyas! Şu anda henüz müşteri yok. Pazar daha yeni kuruluyor, sen hayvanları bekle! Ben Kemaleddin (Üstün) Efendi’nin yanına gidiyorum, der.
İlyas, hayvanları bekler, bekler, bekler. Müşteriler gelir, ama boş dönerler.
Öğleden sonra olur. Pazar dağılır, kimseler kalmaz. Küçük İlyas, dayanamaz ve Yunus Hoca’yı aramaya gider. Kemaleddin Efendi’nin kütüphanesinin merdivenlerinde Hocefendi ile karşılaştığında:
- Efendim! Pazar dağıldı, herkes evine döndü, hayvanlar da satılmadı! deyince, Hoca:
- Bunlar olur, oğlum İlyas! Hayvanları gelecek haftalarda da satabiliriz. Kemaleddin Efendi’ye İstanbul’dan üç cilt, yeni kitap gelmiş, bir cildini okudum, iki cildini de götürüyorum, sonra okuyacağım, der.25
b) Gayretin Önemi
“Gayret üç manaya gelir: Biri, usanmaksızın, bıkmaksızın çalışmak; diğeri, kendini ve sâirlerini fenalıklardan korumak; üçüncüsü, kendine âit olan şeyi rızası olmaksızın, yasalara uymadan başka adamın eline geçmesine müsaade vermemektir.”26
Hacı Ömer Cevahircioğlu, hocası Kemalettin Üstün Hocafendi’den, Yunus Hoca’yla ilgili bir olay onlatır.
Kemalettin Efendi şöyle konuşur:
“Yunus Hocafendi, odasına çekilir, ders çalışırdı. Uzun süre kapısını kapatıyor, kilitliyor ve içeri de kimseyi kabul etmiyordu. Günlerdir, aylardır içeride ne yaptığı belli değildi. Ne yaptığını herkes merak ediyordu. Bir gün kapının kilitlenmediğini, hafif aralık olduğunu görünce, içeriye daldım.
Beni çalışma odasında gören Hocafendi şaşırdı, yüzüme bakmaya başladı. Bu kadar acele gelişimin bir hikmetinin olduğunu düşündüğünü hissettim.
‘Hocafendi! Günlerdir böyle, yalnız başınıza ne çalışıyorsunuz?’ diye sordum.
‘Kur’ân-ı Kerim’in bir fihristini hazırlıyorum,’ cevabını verdi. Bu hareketimle Hocafendi’nin, çalışma sistemini bozduğum için, hâlâ çok pişmanım ve üzüntülüyüm.”
Bu anlatılanlar, Yunus Hoca’nın bitmez bir çalışma azmi olduğunu göstermektedir.
Sabır ve Metanet
Mustafa Orhan Hoca ile ilgili şu olay anlatılır:
Talebesi Mustafa Hoca derslerini mütalaa ederken, bazı noktalarda takılır. Sorunu açıklığa kavuşturacak ve çözecek bir başka yardımcı da yoktur. Sıkıla sıkıla Yunus Hoca’nin kapısını çalar.
Yunus Hoca da kendisine, bilgisini genişletmek ve birşeyler öğrenmek için gelenlerden hayli memnun olduğundan konuyu tam açıklamak ister.
Yunus Hoca, sabırla derse devam ederken, hocasını fazla meşgul etmek istemeyen öğrencisi Mustafa Hoca, “dersi anladığını” ifade ederek müsaade edilmesini ister.
Vermek istediği gerekli bilgiler yarıda kalan Yunus Hoca, “Konuyu henüz kavramadı. Derse başladığında geri dönme ihtiyacını duyacak Biraz sonra yine gelecek,” der.
Bir müddet sonra Mustafa Efendi geri döndüğünde, Hocafendi’nin yüzünde bir işi tam yapmanın mutluluğu okunur.
Tarladan Eli Boş Dönüldü mü?
Yunus Hoca’nın yanında kalem-defter ve okuyabileceği bir kitap bulunmadığı zaman rahatsız olduğu anlatılır.
Bir gün tarlasına gider, sabanını indirir, bir köşeye çekilerek kitabının başına çöker ve merak ettiği konuyu okumaya başlar. Yemek molası ile ihtiyaçların giderilmesinden ve konunun hizmetkâra anlatılmasından sonra tekrar kitabına döner. Tarlasına bir çizi dahi çekmeyen Hoca:
- Oğlum, Seyit! Artık vakit geçti, hazırlan, dönelim, der ve evinin yolunu tutar.
- Yunus Hoca! Bugün hiç iş yapmadın, diye söyleyen komşularına:
- Şu, ..., şu konuları okudum ve şu, ..., şu meseleleri de çözdüm, cevabını verir.
-
Harf Devrimi ve Çamurun İçinden Toplanan İnciler
Harf Devrimi’nden sonra Yunus Hoca, çok önceden tanıdığı yeni harflerle yayınları yakından takip etmiştir.
1929 yılının ilkbaharında, komşu beldede (A. Güney K.) tertip edilen bir cemiyete gidilirken, geçilen yolun kenarında bir kısmı çamura düşmüş yeni bir gazeteyi alır, temizler ve katladıktan sonra cebine koyar.
Gazetenin yabancı dilde ya da Türkçe olup olmadığını bilmeyen halktan bazıları:
“Hocafendi, Hocafendi! Gayri, gavur gazetesi mi okuyorsun, günah değil mi?” derler.
Yunus Hoca, vakarlı bir edâ ile:
- Ben günaha girmiyorum. Orada değerli bilgiler var. Uygun zamanda okuyacağım. Ben çamurun içinden inciler topluyorum. İlmin gavuru, müslümanı olmaz, cevabını verir.
Tartışma cemiyetin bulunduğu yerde de devam eder. (Vahip Hocafendi tartışmayı uzatır.) Hocafendi:
- Kim ne derse desin, Türkiye’nin yeni düzeni budur ve değişmesi de mümkün değildir. Herkes yeni yazıyı ve bu yazı ile verilecek ilmi öğrenmeye bakmalıdır! der ve orada bulunanları susturur.27
Bu örnekte de olduğu gibi Yunus Hocafendi cehâletten nefret etmekte, halkın kurtuluşunun ve refaha ulaşmasının ilim ve irfanda olduğunu fark etmekte, bunun yolunun da gayret ederek, sabır ve metanetle okumaktan geçtiğini bilmektedir. Hocafendi’inin ömrü bu gaye uğrunda ilim tahsili ile geçmiştir.
-
Halk Arasında
Öldün de Ölemedin!
Yunus Hocafendi, vasiyet üzerine Halil Efendi’nin babasının cenazesini yıkar ve kefenler. Hemen musallaya kaldırılmasını ister. Acele olarak, cenazenin evden çıkarılmasını da sağlar.
Cenaze evden çıkarılırken Yunus Hoca, ağlayan kadınların seslerini işitir:
“Öldün; öldün de, ölemedin!..”
Böylece, halkın bâtıl geleneklerinin kefenlenen cenaze üzerinde uygulanmasına fırsat verilmemiştir.28
Yağmur Duâsında Tavaf
Bölge halkı yağmur duâsına çıkmıştır. Hocafendi topluluğa katıldığında halkı, duvarla çevrili mescidin (“Yağmur Baba”nın kabrinin bulunduğu alanın etrafında) tavaf ederken (dönerken) bulur.29
Yunus Hoca, tavaf edenlerin başında olan Hafız Hoca’ya yaklaşır ve seslenir:
“Siz, Kâ’be’den başka, nerenin tavaf edildiğini gördünüz? Bu tavafınıza delil nedir?”
Hafız Hoca, halkın arasında tavaf etmekte olan oğlu Emin Efendi’ye seslenir: “Oğlum, gel! Bu tavafımız meşrû’ değil, bâtıldır, tavafı bırakınız!”
Böylece usulsüz tavaf bırakılır ve gelenek olmaktan çıkar.30
Böylece Yunus Hoca, her zaman ve her yerde kötülüklere engel olma ve halkı uyarma görevini yürütür.
-
VEFÂTI
Yunus Hoca, bir şiirinde şöyle söyler:
Gecelerini “Kadir Gecesi” ede gör,
Menzil-i râhını yüce ede gör,
“Men arefe” dersini hece ede gör,
Zîrâ, câhillikte ünün ele girmez.
Seyrâna çekilir kervan, araba,
Ansızın gidersin, yarın turâba,
Cevap veremezsin, anda Arâba,
Bağırsan, çağırsan, ün ele girmez.31
Bu şiirde; hayatın bir gün duracağına, ansızın toprağa defnedileceğine işaret etmiştir. Eğer cehâlet varsa, hazırlığın yoksa; o hayatta yani âhiret hayatında sorulacak sorulara cevap verilemeyeceğini anlatmaktadır.
Oğlu Mehmet İnci Hocafendi anlatıyor:
“Hastalığını bilemediğimiz babam uyuyordu. Uyandırdılar.
Babam uyandığında:
- Beni niye uyandırdınız? Rüya görüyordum, dedi. Çok güzel süslenmiş, hârika bir araba ile bir ‘arap’ geldi. Bana, ‘Seni almaya geldim, bin arabaya gidelim,’ dedi. Ben öleceğim, yanımdan ayrılmayın, çocuklar korkabilir, dedi.
- Daha çok yaşarsın, diye cevap verdiler.
- Hayır, öleceğim. Melek, Peygamberimize ‘arap’ suretinde geldi. Azrâil de bana ‘arap’ suretinde göründü. O araba da, beni mezarlığa götürecek olan saldır. Ben gideceğim, dedi.
Bir saate yakın, bir zaman sonra da babam vefât etmişti.”
Yunus Hoca, yukarıdaki şiirinde işaret ettiği “araba” ve “Araba” deyimleri, ölüm döşeğinde gördüğü rüyâda açıkladığı “araba” ve “Arap” deyimleri birbirine çok benzemektedir.
Bu rüyasından, öyle zevk alıyor ki “Beni niye uyandırdınız?” diyor ve devam ediyor Yunus Hoca, “Ben öleceğim.” İnsan ölüm anının geldiğini bildiği, dünyada bütün her şeyinin sona ereceğini bildiği anda zevk duyabilir mi?
Bu olay Yunus Hoca’nın mânevî tarafını göstermektedir.
Yunus Hoca, sebebi anlaşılamayan bir hastalığa yakalanmış ve verimli olabilecek yaşlarında iken 10 Şubat 1930’da hayata gözlerini yummuştur.32
Dostları ilə paylaş: |