İbn-i Abbas'ın rivayet ettiğine göre Rasalullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hastalığı esnasında şöyle buyurmuştur



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə1/20
tarix25.07.2018
ölçüsü0,75 Mb.
#57939
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20

3.2.19
 
Râfizî şöyle diyor:
“İbn-i Abbas'ın rivayet ettiğine göre Rasalullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hastalığı esnasında şöyle buyurmuştur:
“Bana kâğıt kalem getiriniz. Size öyle bir kitap (vaziyetname) yazacağım ki, benden sonra sapmıyacaksınız.” Bunun üzerine Ömer:
Bu adam sayıklıyor mu? Allah (c.c.)'ın kitabı bize kâfidir, dedi. Rasulullah:
“Yanımdan savulun, benim yanımda kargaşa olmaz” buyurdu. İbn-i Abbas şöyle dedi:
“Ah ne büyük musibettir. O musibet ki Rasulullah ile yazmak istediği kitap arasına engel çıktı. Rasulullah vefat ettiğinde Ömer:
“Muhammed ölmedi. Bazılarının el ve ayaklarını kesmeden de ölmez.”
Ebubekir Ömer'i bu sözlerinden vazgeçirtip Ona:
“(Ey Resulüm) elbette sen öleceksin ve elbette o kâfirler de ölecekler” (Zümer: 39/30),
“Şimdi O (Muhammed) ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz?” (Al-i İmran: 3/144) ayetlerini okuyunca Ömer: Bu ayetleri işitmiş gibiyim, dedi.”
Ey Rafizî:
Herşeyden önce Ebu Bekir'in (r.a.) dışında hiç kimseye nasib olmamış ilim ve faziletin Ömer (r.a.) için sabit olduğu bir gerçektir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ömer (r.a.) için şöyle buyurmuştur:
“Sizden önceki ümmetlerde (Allah tarafından mülhem olan) öyle kimseler vardır ki, onlar peygamber olmadıkları halde kendilerine haber ilham olunurdu. Ümmetim içinde de bunlardan bir kimse varsa o da muhakkak Ömer'dir.” (Buhari, Fedail: 6, Enbiya: 54, Ahmed: 6/55)
Müslim'de de buna benzer rivayetler vardır.
Buhari'nin Ebu Hureyre yoluyla rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Uykuda iken bana bir kadeh süt getirdiler. O kadar içtim ki, kanıklık tâ tırnaklarımdan sızdığını duyuyordum. Artığımı Ömer b. Hattab'a verdim” buyurmuştur.
“Ya Rasulullah! Bunu ne ile te'vil ettin?” diye sormaları üzerine:
“İlim ile” cevabını- verdi. (Buhari, İlim: 22 Tabir: 15, Müslim Fedail: 16, Darimi Rüya: 13)
Buharî'deki bir -başka hadiste Ebu Said'den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Rüyamda gördüm ki halk bana arz olunuyordu. Üstlerinde gömlekler vardı. Kiminin gömleği memelerine kadar uzanıyor, kiminin ki daha uzun bulunuyordu. Ömer b. El-Hattab da bana arzolundu. Üstünde (etekleri) yere sürünen gömleği vardı ki onu yukarıya doğru çekiyordu.”
“Ya Rasulullah, bunu ne ile te'vil ettin” diye sormaları üzerine:
“Din ile” cevabını verdi.” (Buhari, Tabir: 15)
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiiğne göre Ömer (r.a.) şöyle buyuruyor:
“Ben üç şeyde Rabbime muvafakat ettim. (Yani görüşüm, Rabbimin ezeli hükmüne muvafık düştü).
“Ya Rasulullah, makam-i İbranim'i musalla (Yani namazgah) ittihaz etsek” dedim. “Makam-ı İbrahim'i namazgah edinin.” âyeti nazil oldu.
Bir de âyet-i hıcab: “Ya Rasulallah, emretsen de ezvac-ı tâhirâtın hicab içine girseler. Çünkü iyiler ve kötüler onlarla konuşabiliyor” dedim. Derken tesettür ayeti nazil oldu. Üçüncüsü Bedir esirleri meselesidir.” (Bedir esirleri hakkında “Allah’ın ilmî ezelisinde mukarrer olmasaydı aldığınız fidyeler mukabilinde elbet büyük bir azaba erişecek idi,” (Enfal: 68) ayeti nazil olup Ömer'in (r.a.) fikri te'yid edilmiştir. )
Vasiyetname meselesine gelince, Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Aişe (r.a.) şöyle buyurur:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) (son) hastalığında (bana) şöyle buyurdu:
“Babanı, kardeşini bana çağır da bir mektup yazayım. Belki biri bir sevdaya düşer, bir müddet davaya kalkar da, ben daha lâyıkım, der. Lakin Allah da, mü'minler de Ebubekir'den başkasını istemezler.” (Buhari Megazi: 83, Müslim Fedail: 11)
Buhari'de rivayet edildiğine göre Aişe (r.a.):
“(Şiddetli bir baş ağrısından) Vay başım (ölüyorum!) demişti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
“Eğer sen ölür de ben hayatta kalırsam senin için istiğfar eder ve senin için dua eylerim,” buyurdu. Bunun üzerine Aişe (r.a.):
“Vay başıma gelen musibet! Vallahi öyle sanıyorum ki, muhakkak sen benim ölümümü istiyorsun. Eğer ben ölürsem muhakkak sen o son günün gecesinde kadınlarının birisiyle gerdekte olup yaşayacaksın,” dedi Aişe'nin bu sözü üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Yâ Âişe! (Endişelenme!) belki ben “vay başım!” demeliyim.
“Yâ Âişe! Şimdi Ebubekir'e ve oğluna haber göndermek ve -Hilafet dedikoducuların sözlerinden ve hilafet umanların temennilerinden nefret ederek- Hilafeti Ebubekir'e vasiyyet etmeği arzu ettim. Fakat sonra düşündüm ki, Allah (Hilafeti Ebubekir'den başkasına müyesser kılmaktan) imtina eder. Mü'minler de Ebubekir'den başkasının halife olmasını men' ederler. Yahud Allahu Taâlâ (Ebubekir'den başkasının halife olmasını) men' eder. Mü'minler de (Ebubekir'den başkasına bîat ve mutâbaattan) imtina' ederler.”
Müslim'de rivayet edildiğine göre İbn-i Ebi Müleyke şöyle diyor:
“Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yerine halife tayin etseydi, kimi edecekti? diye Aişe'ye soruldu. Aişe:
“Ebubekir'i”, dedi. Ondan sonra kimi?”
“Ömer'i” dedi.
“Ömer'den sonra kimi denilince”:
“Ebu Ubey'de'yi” dedi.”
Ömer'in (r.a.) sözleri ise; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hastalığı anındaki sözlerini hastalık şiddetinden mi? Yoksa bilinen normal sözlerinden midir? Şeklindeki bir şüpheye düşmesinden kaynaklanıyor. Tabii ki Peygamberler için de hastalık caizdir. Onun için Ömer (r.a.):
“Rasulullah sayıklıyor mu?” diye şüphe etmiştir. Kesin olarak sayıklıyor dememiştir. Ömer'in (r.a.) şüpheye düşmesi caizdir. Çünkü peygamberlerden başka masum bir kimse düşünülemez. Binaenaleyh Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) söylediklerini hummanın şiddetinden olduklarını caiz görmüştür. Hatta bundan dolayı vefat etmediğini zanetmiştir. Ama vefatını müşahade edince inanmıştır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da Aişe (r.a.) için zikrettiği kitabı (vasiyetnameyi) yazmağa azmetmişti. Ancak bazı şüpheleri müşahade edince bu vasiyetnamenin şüpheleri kaldıramıyacağına, böylece faydasının da olmayacağına inandı. Fakat, Allahu Taala'nın ashab-ı kiramı razı olacağı davada birleştireceğini bildiği için:
“Allah da, mü'minler de Ebubekir'den başkasını istemezler” buyurmuştur. (Müslim Fedail: 11)
İbn-i Abbas'ın:
“Ah ne büyük musibettir. O musibet ki Rasulullah ile yazmak istediği kitab (vasiyyetname) arasına engel çıktı” sözü engelin gerçekten musibet olduğunu gösteriyor.
Bu söz haddi zatında Ebubekir'in (r.a.) hilafetinde şüphe edenlerin ve meselenin kendillerine şüpheli geldiği kimselerin aleyhindedir. Hilafetin Ebubekir'in (r.a.) hakkı olduğuna inananlar için hiçbir musibet yoktur. Allah (c.c.)'a hamd olsun!
Vasiyyetname, Ali'nin (r.a.) hilafeti ile ilgiliydi, diye hayal kuranlar, bütün ehl-i sünnet âlimlerinin ittifakı ile dalalettedirler. Hatta şiîlerin bir kısmı da, ehl-i sünnetin Ebu Bekir'in (r.a.) hilafet ve imametinde müttefik olduklarını kabul etmişlerdir.
Ali'nin (r.a.) halife olduğunu söyleyen şiîler ise, Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) daha önce açık bir nass ile Ali'nin (r.a.) halife olduğunu beyan ettiğini iddia ederek, onun için Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) vasiyyetname yazmamıştır, diyorlar.

3.3.1
 
Râfizî şöyle diyor:
“Fatıma, Fedek (arazisi) ile ilgili olarak Ebubekir'e hitabta bulununca, Ebubekir de bir yazı ile cevabını verdi Fatıma yanından ayrılıp dışarıya çıkınca Ömer'le karşılaştı. Ömer, Fatıma'nın elindeki yazıyı alıp yakması üzerine, Fatma Ona beddua etti ve Ebu Lu'lue'nin belâsına duçar oldu.”
Ey Râfizî!
Vallahi bu iddian râfizîlerin uydurdukları hayasızca yalanlardandır.
Fatıma'nın (r.a.) vefatından onüç sene sonra, kâfir Ebu Lu'lue'nin eliyle şehid edilerek Allah (c.c.)'ın lutfuna nail olan Ömer (r.a.) bu şehadetinden dolayı ayıplanabilir mi?
Ömer (r.a.) gibi Ali (r.a.) de şehid edilerek Allah (c.c.)'ın keremine nail olmuştur.

3.3.2
 
Râfizî diyor, ki:
“Ömer Allah (c.c.)'ın hududunu (kanunlarını) ihmal etmiştir. Muğire b. Şubeyi cezaya çarptırmamıştır.”
Ey Râfizî!
Cumhuru ulema, Ömer'in (r.a.) Muğire b. Şu'be kıssasında takib ettiği yolun doğruluğunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Muğire'ye yapılan zina iftirasında şahidlerin sayısı dörde tamamlanmamıştı. Kaldı ki Ömer'in (r.a.), Muğire kıssasındaki uygulamayı, aralarında Ali'nin (r.a.) de bulunduğu ashab-ı Kiramdan müteşekkil bir cemaat huzurunda yapmıştır. Ashab da Ömer'in (r.a.) yaptığını uygun görmüşlerdir. Delilimiz de şudur:
Ömer (r.a.), Muğire'nin zina ettiğini iddia eden üç kişiyi kırbaçlayınca, Ebubekir'e (r.a.). Muğire'rin zina ettiğini bir daha tekrarladı. Bunun üzerine Ömer (r.a.) Onu bir daha kırbaçlamak isteyince Ali (r.a.):
“Ey Ömer onu kırbaçlayacaksan Muğireyi de recmetmen gerekecektir,” dedi. Yani Ebubekir  (r.a.)'in ikinci şehadeti bir şahit mesabesinde kabul edilerek, böylece şahidler dörde tamamlanmış olacak ve Muğire de recmedilecekti. İşte bu hadise mezkûr üç kişiyi kırbaçlamasından dolayı Ali'nin (r.a.), Ömer'e (r.a.) muvafakat ettiğini açıkça göstermektedir.
Ömer (r.a.), kendi oğlunu da Mısır'da içtiği içkiden dolayı had cezasına çarptırmıştır. Şöyle ki:
Mısır valisi Amr b. As cezayı evinde ve gizli olarak tatbik ettiği için Ömer (r.a.) buna rıza göstermemiştir. Çünkü diğer suçlulara cezalar açıkça tatbik ediliyordu. Bunun üzerine Ömer (r.a.), Amr b. As'a mektup göndererek oğlunu koruduğu için tehdit etmiş ve oğlunun kendisine gönderilmesini emretmiştir. Oğlu geldikten sonra onu ikinci defa ve alenen cezalandırmıştır.
Ömer (r.a.) öyle bir zat idi ki, Allah için başkasının kınamasından çekinmiyordu. Onun adaleti mutevatir olup ancak rafizi olanlar adaletini inkâr edebilir. Aynı şekilde Osman'ın (r.a.) katillerine cezayı tatbik etmediği için Ali (r.a.) de kınanamaz. Çünkü müctehid idi.

3.3.3
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer, Beytülmâlden Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) zevcelerine gerektiğinden fazla mal veriyordu. Ayşe ve Hafsa'ya da her sene onbin ödüyordu.”
Ey Râfizî!
Ömer'in (r.a.) ödemedeki prensibi tercih esasına dayanıyordu. Hâşim oğullarına diğerlerine nazaran daha fazla maaş vermesi gibi. Önce onlara vermeye başlar ve bu malı ilk hak eden sizsiniz derdi. Ayrıca, kişinin maddi ihtiyaçlarına bakılarak ödeme yapılır, sözlerini de eklerdi. Hatta oğlu Abdullah'a Usame b. Zeyd'e verdiğinden daha az verirdi. Vallahi Ömer (r.a.), bazılarını sevdiği, için onlara fazla ödemede bulunurdu gibi sözlerle itham edilemez.

3.3.4

Râfizî:
“Ömer sürgün edilenler hakkındaki Allah (c.c.)'ın hükmünü değiştirmiştir” diyor.


Ey Râfizî!
İçki içenleri sürgün etmek İmamın (Devlet reisi) yetkisinde ve içtihadına mebnî bir şeydir. Bir kısım ashab içki içenlere kırk, bir kısmı da seksen sopa vurmuşlardır.
Ali (r.a.) de “Her iki; durum sünnettir” buyurmuştur.
Âlimler de kırk sopadan fazla had'detmek vaciptir, demişlerdir. Ebu Hanife, Malik ve Ahmed'den nakledilen bir rivayetle hüküm böyledir.
İmam-ı Şafiî “Fazlalık ta'zir olup, imam dilerse uygular.” demiştir.
Ömer (r.a.) de içki içenleri sürgün ederdi. Hatta dört defa içki içenlerin Rasulullah tarafından öldürülmeleri için emir verildiği sahihtir. Ancak neshinde ihtilaf vardır. Ali (r.a.) de, kırk sopadan fazla ceza tatbik eder ve şöyle derdi:
“Kendilerine had tatbik edildiğinden ölenler için üzülmezdim. Ancak içki içenlere üzülür ve onlara diyetlerini vermek isterdim. Çünkü bu işi içtihadımıza binaen yapardık.”
İmam-ı Şafiî, Ali'nin (r.a.) bu sözünü delil getirerek, kırktan fazlasının ta'zîr olduğunu ve içtihada binaen yapıldığını, söylemiştir.

3.3.5
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer hükümlerin, mânâlarını anlamıyordu. Hatta hâmile bir kadının recmedilmesi için emir vermiş, Ali onu bu hareketinden alıkoymuştur.”
Ey Râfizî!
Gerçekten böyle bir hadise vukubulmuşsa, muhtemelen Ömer (r.a.) kadının hâmile olduğunu bilmemiştir. Çünkü esas olan hâmile olmamaktır. Veyahutta Ömer (r.a.) bu hükmü hatırlamamış bilahare Ali (r.a.) O'na bu hükmü hatırlatmıştır.
Kaldı ki, Ali'ye (r.a.) de Sünnetle ilgili bir çok hususlar kapalı kalmıştır. Bilindiği gibi ictihadına binaen sıffînde, Cemel vakasında doksanbin kişi öldürülmüştür. Elbette bu daha büyük bir şeydir.

3.3.6
 
Râfizi şöyle diyor:
“Ömer, deli bir kadının recmedilmesi için emretmiş, Ali, ayılıncaya kadar delinin hüküm dışında olduğunu kendisine hatırlatmıştır. Bunun üzerine Ömer emrini durdurmuş ve “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” demiştir.
Ey Râfizî!
Bu fazlalık da bilinmemektedir. (Yani; Ali olmasaydı Ömer helak olurdu sözü).
Böyle bir şey vuku bulmuştur. Fakat Ömer (r.a.) kadının durumunu bilmediği için bunda hiçbir beis yoktur. Yok bilmiş de unutmuş veya içtihadına mebnî olarak bunu yapmışsa başka müctehidlerde de bunun misali vardır. Ömer (r.a.) masum da değildir.

3.3.7
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer bir hutbesinde: “Kim kadınlara verdiği mehirde aşırı giderse onu beytülmala katarım,” demesi üzerine kadınlardan biri:
“Allah (c.c.)'ın kitabında:
“Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz, evvelkine yüklerle mehir vermiş de bulunsanız, o verdiğinizden bir şey almayınız.” (Nisa: 4/20) ayet-i kerimesi ile bize verdiğini nasıl bizden alabilirsiniz?” diye karşı gelmiştir. Bunun üzerine Ömer:
“Herkes Ömer'den âlimdir,” demiştir.
Ey Râfizî!
Bu hadise Ömer'in (r.a.) kemal ve faziletine delalet eder. Durum meydana çıkınca Allah (c.c.)'ın kitabına müracaat etmiştir. Kadından da gelse hakkı kabul edip, tevazu ile onu itiraf ettiğini görüyoruz. Üstün olana, ondan aşağı olanların kendisini ikaz etmemeleri üstünlük şartlarından değildir.
- İbibik kuşu Süleyman'a (a.s.): “Ben senin bilmediğin bir şeyi bildim” demiştir.
- Kendisinden aşağı olmasına rağmen ondan bazı şeyleri öğrenmesi için Hz. Musa (a.s.), Hızır ile yolculuk etmiştir.
- Ömer'i (r.a.) mehir ile ilgili görüşü faziletli bir müctehidden sadır olabilen bir görüştür. Çünkü mehirde Allah (c.c.)'ın hakkı vardır. Mehir mücerred bir ücret değildir.

3.3.8
 
Râfizî şöyle diyor:
“Kudame b. Maz'un içki içmiş ve haddedilmesi gerekirken Ömer'e:
“İman edip salih ameller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ile imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden (haram kılınmazdan evvel) taktıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah, iyilik yapanları sever!” (Maide: 5/93) ayetini okumuş, Ömer de onu haddetmemiştir.
Bunun üzerine Ali, Kudamenin bu ayetin ehlinden olmadığını hatırlatmıştır. Yine de Ömer, Kudâme'nin ne kadar haddedileceğini bilemediği için Ali, Ona seksen değnek vur, demiştir.”
Ey Râfizî!
Ömer'in (r.a.) bu konudaki bilgisinin mevcudiyeti çok açıktır. Çünkü içki içenleri defalarca kırbaçlamıştır. Bu hadisenin doğrusu şöyledir:
Ebu İshak el-Cevzcânî, İbn-i Abbas'tan rivayet ettiğine göre Kudâme b. Maz'ûn içki içince Ömer (r.a.) Kudâme'ye:
Seni bu duruma sevkeden nedir? diye sorması üzerine Kudâme Allah (c.c.):
“İman edip salih ameller işleyenler üzerine, bundan böyle sakındıkları ve güzel işlere devam ettikleri, sonra takva ve imanlarında kökleştikleri, daha sonra bu takva ile beraber güzel işlerle meşgul oldukları takdirde, önceden (haram kılınmazdan evvel) tattıkları şeylerde, üzerlerine bir günah yoktur. Allah iyilik yapanları sever” (Maide: 5/93) buyuruyor.
Ben de ilk Muhacirlerdenim. Ömer (r.a.), cevab veriniz dedi. Fakat ashab susmuştu. Bunun üzerine İbn-i Abbas'a sen cevab ver dedi.
İbn-i Abbas şöyle cevab verdi :
“Allah (c.c.) bu ayet-i kerimeyi içki haram kılınmadan önce onu içenlere mazeret olarak indirmiştir.”
Daha sonra Ömer (r.a.), Kudame'nin haddedilip edilmiyeceğini sorması üzerine Ali (r.a.) şu cevabı verdi:
“İçki içen sarhoş olur, sarhoş olan, saçmalar, saçmalayınca da iftira eder. Şu halde ona seksen deynek vur.”
Ömer (r.a.) de Kudâme'yi seksen deynekle cezalandırmıştır.
Şâyân-i dikkat olan şu ki, sarhoşun seksen deynekle cezalandırılması için bu fikri Ömer'e (r.a.) veren Ali (r.a.) olmasına rağmen, Buhâri ve Müslim'de sahih olarak bilindiğine göre Ali (r.a.), Osman'ın yanında Velîd b. Ukbe'yi kırk deynekle cezalandırmıştır. Seksen deynek meselesini de Ömer'e (r.a.) mal etmiştir.
Yine Buhari'de sabit olduğuna göre İbn-i Avf da seksen deynek ile cezalandırılması için Ömer'e (r.a.) tenbih etmiştir. Dolayısıyla seksen deynek meselesinde Ömer (r.a.) yalnız Ali'den (r.a.) istifade etmiş değildir. Daha önce de Ali'nin (r.a.):
İçkiden dolayı kırbaçlanıp ölen kimsenin diyetini vermeyi arzuluyorum. Fakat Rasulullah bunu (diyet verme işini) bize sünnet kılmamıştır. Biz, bunu içtihadımızla yapardık dediğini nakletmiştik.

3.3.9
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer bir hamileyi çağırınca korkusundan çocuğunu düşürdü. Bunun üzerine ashab O'na:
“Seni sert bir terbiyeci olarak görüyoruz. Sana birşey gerekmez, dediler. Sonra durumu Ali'ye sorunca Ali, diyet vermesini gerekli gördü.”
Ey Râfizî!
Bu mesele ictihâdidir. Ömer (r.a.) her zaman Osman, Ali, İbn-i Mesud, Zeyd ve İbn-i Abbas ile istişare ediyordu. Yaptığı istişareler onun kemaline delalet eder.
Bir ara zina ettiğini bizzat ikrar eden bir kadını getirirler. Yukarıdaki zevat da kadının recmedilmesinde ittifak ediyorlar. O esnada Osman (r.a.), Kanaatimce kadın zinanın haram olduğunu bilmiyor, der. Bunun üzerine Ömer (r.a.) kadını recmetmiyor.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da, “Lailahe illallah” diyen birisini öldürdüğü için Usame'ye kısas tatbik etmemiştir. Çünkü Üsâme'nin kanaatine göre o kişi korkusundan kelime-i tevhid getirmişti. Onun için öldürülmesini caiz görmüştü.
Halid'in Malik b. Nüveyre'yi öldürmesi de bunun gibidir. (Yani ictihadidir.)

Râfizî şöyle diyor:


“İki kadın bir çocuk üzerine hak iddia ederek münakaşa ettiler, Durum Ömer'e aktarıldı. Ömer aralarında hükmedemedi.. Ömer meseleyi emirul mü'minine (Ali (r.a.)) havale etti. Ali her iki kadını da çağırdı. Onlara vaazetti. Kadınlardan her biri ısrarla çocuğa sahip çıkmak isteyince, Ali  kendisine bir testere getirilmesini istedi. Ve kendilerine çocuğu böleceğini söyledi. İşte o zaman kadınlardan biri; Yâ emirel mü'minin müsaade edersen çocuğun hepsi öbür kadının olsun dedi. Ali de :
“Allahu Ekber! çocuk senindir. Eğer şu kadının olsaydı mutlaka çocuğa acırdı,” dedi
Ey Râfizî;
Bu anlattığın mesele Ömer'le (r.a.) ilgili değildir. Aksine hadise, Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettiği sahih bir hadis ile Süleyman'a (a.s.) ait olduğu bilinmektedir. Hadisenin anlatılmasındaki maksat da Allahu Taala'nın Süleyman'a (a.s.) bildirdiği hükümleri Davud'a (a.s.) bildirmediğini açıklamaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Biz, o meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik” (Enbiya: 21/79).
Süleyman (a.s.) Cenab-ı Allah'tan hükmüne uyacak bir hükmü kendisine vermesini isteyince Allah da Ona istediğini vermişti. Bununla birlikte Süleyman'ın (a.s.) Davud'dan (a.s.) daha üstün olduğunu bilmiyoruz. Davud'un (a.s.) bütün insanlardan daha âbid olduğu hakkında da rivayetler gelmiştir.

3.3.10
 
Râfizî şöyle diyor:
“İki kadın bir çocuk üzerine hak iddia ederek münakaşa ettiler, Durum Ömer'e aktarıldı. Ömer aralarında hükmedemedi.. Ömer meseleyi emirul mü'minine (Ali (r.a.)) havale etti. Ali her iki kadını da çağırdı. Onlara vaazetti. Kadınlardan her biri ısrarla çocuğa sahip çıkmak isteyince, Ali  kendisine bir testere getirilmesini istedi. Ve kendilerine çocuğu böleceğini söyledi. İşte o zaman kadınlardan biri; Yâ emirel mü'minin müsaade edersen çocuğun hepsi öbür kadının olsun dedi. Ali de :
“Allahu Ekber! çocuk senindir. Eğer şu kadının olsaydı mutlaka çocuğa acırdı,” dedi
Ey Râfizî;
Bu anlattığın mesele Ömer'le (r.a.) ilgili değildir. Aksine hadise, Ebu Hüreyre'nin merfu olarak rivayet ettiği sahih bir hadis ile Süleyman'a (a.s.) ait olduğu bilinmektedir. Hadisenin anlatılmasındaki maksat da Allahu Taala'nın Süleyman'a (a.s.) bildirdiği hükümleri Davud'a (a.s.) bildirmediğini açıklamaktır.
Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Biz, o meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik” (Enbiya: 21/79).
Süleyman (a.s.) Cenab-ı Allah'tan hükmüne uyacak bir hükmü kendisine vermesini isteyince Allah da Ona istediğini vermişti. Bununla birlikte Süleyman'ın (a.s.) Davud'dan (a.s.) daha üstün olduğunu bilmiyoruz. Davud'un (a.s.) bütün insanlardan daha âbid olduğu hakkında da rivayetler gelmiştir.

3.3.11
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer doğumundan henüz altı ay geçmiş olan kadının recmedilmesi için emretmiştir. Bunun üzerine Ali O'na: Kadın isterse Allah (c.c.)'ın kitabıyla sana davacı olur, diyerek şu âyetleri okudu:
“Onun (ana karnında) taşınması ile sütten kesilme müddeti otuz aydır.” (Ahkâf: 46/15),
“Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirsinler.” (Bakara: 2/233)
Ey Râfizî!
Herşeyden evvel Ömer (r.a.) ashab ile istişare ediyordu. Allah (c.c) da istişareden dolayı mü'minleri medhederek:
“İşleri de hep aralarında danışıklıdır.” (Şûra: 42/33) buyurmuştur.
Kocası, efendisi olmayan veya şüpheyle münasebette bulunduğunu iddia etmeyen hamile kadının recmedilip edilmeyeceğinde âlimler ihtilaf etmişlerdir.
İmam Malike göre recmedilir. Ahmed'den bir rivayet de böyledir.
Ebu Hanife ve Şafiî kadının zorla veya münasebet kurulmaksızın hamile kalabileceği ihtimalini nazar-i dikkate alarak recmedilmiyeceğini söylemişlerdir.
Birincilerin görüşü hulafaî râşidinden nakledilmiştir.
Buhari ve Müslim'de rivayet edildiğine göre Ömer (r.a.) ömrünün son günlerinde şöyle demiştir:
“Kesin olarak isbat edildikten, hâmilelik veya bizzat itiraf vuku bulduktan sonra zâniyi recmetmek haktır.”
İçki içenin kusması halinde haddelip edilmiyeceği hususunda da âlimler ihtilaf etmişlerdir.
Ömer (r.a.) nâdir olduğunu tahmin etmekle beraber kadının altı aydan önce doğurabileceğini zannetmiş olabilir. Dört yıl veya yedi yıl hâmile kalanların çok nadir olduğu gibi. Bu gibilerin haddedilmesi hususunda âlimlerin ihtilafı vardır.

3.3.12
 
Râfizî şöyle diyor:
“Ömer hükümlerde tereddüt ediyordu. Dedenin mirası hususunda yüz çeşit hüküm vermiştir.”
Ey Râfizî!
Ömer (r.a.) dedenin payı meselesinde ihtilâfa düşen sahabilerin en bahtiyarlarındandır. Ashâbı Kiram, dede kardeşlerle bulunduğu takdirde durumu nasıl olur meselesinde iki görüştedirler.
Birincisi:
Dedenin kardeşleri mirastan düşürmesidir. Bu görüş Ebubekir  (r.a.), Ebu Musa, İbn-i Abbas ve daha bir kısım ashab ile Ebu Hanife, şâfiîlerin İbn-i Süreye ve Hanbelilerden Ebu Hafs el-Bermekkî'nin görüşüdür. Hak olanda budur. Alimler dedenin torunlarla bulunması halinde baba gibi mütâlâa edileceğinde ittifak etmişlerdir. Baba da elbette amcalardan mukaddemdir. Onun için babanın babası (dede) kardeşlerden önce olması gerekir.
İkincisi:
Dede kardeşlerle ortak olacağı fikridir. Bu da Osman, Ali, Zeyd ve İbn-i Mesud'un (r.a.) görüşüdür. Fakat tafsilata geçince aralarında çok açık bir ihtilaf vardır. Cumhur, Zeyd'in görüşündedirler. Mâlik Şafiî ve Ahmed gibi.
Ali'nin (r.a.) dedenin payı hususundaki görüşüne fakihlerden hiçbir imam katılmamıştır. Ancak İbn-i Ebi Leylâ'nın bu görüşe katıldığı söylenmektedir.
Ömer'in (r.a.) dede meselesinde yüz çeşit hüküm vermesi mümkün değildir. Kaldı ki on senelik halifeliği esnasında dede meselesinde az konuşmuş ve Buhari'de rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Üç şeyin Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından bize açıklanmasını istiyordum. Dedenin mirastaki payı, Kelâlenin durumu ve Ribanın bütün çeşitleri. ”
Bunları bilmeyenler onlar hakkında hüküm vermemişlerdir.

3.3.13
 
Râfizî şöyle diyor:
“Allah (c.c.) eşitliği emretmesine rağmen Ömer, ganimet mallarının dağıtımında bazılarına az, bazılarına fazla verirdi.”
Ey Râfizî!
Herşeyden önce ganimeti kendisi değil, Onun komutanları taksim ederlerdi. Onlar ganimetin dörtte birini dağıtırlar, beşte birini de Ömer'e (r.a.) gönderirlerdi.
Alimler ganimetlerin taksiminde maslahata binaen bazılarına ez, bazılarına çok verilmesi hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ahmed b. Hanbel'den iki rivayet vardır ki, birisi caiz diğeri caiz olmadığı hususundadır.
Ebu Hanife maslahata binaen ganimetlerin şahıslara göre az veya çok taksim edilmesini caiz görmüştür. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) başlangıçta ganimetleri beşe böler ve beşte dördünü taksim etmesine rağmen, bilahare geri kalan beşte biri dörde bölmüş ve dörtte üçünü taksim etmiştir.
Müslimde rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) El-Gabe gazvesinde Seleme b. El-Ekve'e yaya olmasına rağmen bir süvari ve bir yaya hissesini vermiştir. Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) Seleme'yi tercih etmesinin sebebi başkasına nazaran Onun savaşta kahramanca davranması, düşmanı yıldırması ve ganimeti elde etmesi olmuştur. Mâlik ve Şafiî, bu fazlalığın ancak beşte birden verilebileceğini söylemişlerdir.
Evet Ebu Bekir (r.a.) taksimde eşitliğe riayet ederken, Ömer (r.a.) bazılarına ve maslahata binaen biraz fazla veriyordu. Fakat bu durum onun adaletsizliğine delalet etmez. O Ömer ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Onun hakkında:
“Allah hakkı Ömer'in kalbine ve lisânına damgalamıştır.” buyurmuşlardır.
Şüphesiz ki bu taksimler içtihadı bir meseledir.
Râfizînin “Allah, ganimetin taksiminde eşitliği vacip kılmıştır.” sözü delilsiz bir iddiadır. Bu hususta delil olsaydı, diğer ictihadi konularda konuştuğumuz gibi, bu konuda da konuşurduk.

Yüklə 0,75 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   20




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin