Insan nicin butun yaratilmislarin en degerlisidir?



Yüklə 62,39 Kb.
tarix03.11.2017
ölçüsü62,39 Kb.
#29959

YİRMİ ÜÇÜNCÜ SÖZ

https://www.youtube.com/watch?v=TnjtKj5lEwY



  1. Insan nicin butun yaratilmislarin en degerlisidir?

  2. “Insan Allah’in antika bir sanatidir.” Nasil anlamaliyiz?

  3. Iman insana neler kazandirir?



İMAN NURU İNSANI A’LAY-I İLLİYİNE ÇIKARIR, CENNETE EHİL HALE GETİRİR

İMANIN MAHİYETİ ve GÜZELLİKLERİ

İnsan ve iman ilişkileri; insanın kuvvetli ve zayıf yönleri ve tekâmül yolları. 1.Mebhas: İmanın güzellikleri ve insana kazandırdıkları.

1. Nokta: İnsanın, Yaratıcısına mensup olmakla kazandığı değer. İnsanın yaratılışında, iman ışığında okunan mânâlar.

Sözler / Yirmi Üçüncü Söz - s.132



YİRMİ ÜÇÜNCÜ SÖZ

Şu Sözün iki Mebhası vardır.




1

BİRİNCİ MEBHAS


İmanın binler mehâsininden yalnız beşini, Beş Nokta içinde beyan ederiz.

Birinci Nokta:



İnsan, nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne çıkar, Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü, iman, insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor. İman bir intisaptır. Öyleyse, insan, iman ile insanda tezahür eden san'at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır. Küfür o nisbeti kat eder. O kat'dan, san'at-ı Rabbâniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.

Bu sırrı bir temsille beyan edeceğiz. Meselâ, insanların san'atları içinde, nasıl ki maddenin kıymetiyle san'atın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazan müsavi, bazan madde daha kıymettar; bazan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san'at bulunuyor. Belki, bazan, antika olan bir san'at bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir san'at, antikacıların çarşısına gidilse, harika-pîşe ve pek eski, hünerver san'atkârına nisbet ederek, o san'atkârı yad etmekle ve o san'atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir.

İşte, insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san'atıdır. Ve en nazik ve nazenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.

Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, "Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım" gibi mânâlarla, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

Eğer kat-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz. Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz, adeta başaşağı düşer. O mânidar âli san'atların ve mânevî âli nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvânâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz'î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder.

Bismillâhirrahmânirrahîm,

Elhamdülillâhi rabbil âlemîn velâkıbetülil müttekîn vessalêtü vessalêmü alê seyyidine Muhammedivve alê êlihi vesahbihi ecmain, alê rasulüne salevât

23.SÖZ ACIKLAMA

Andolsun ki, Biz insanı en güzel bir surette yarattık.


Daha sonra onu aşağıların aşağısına attık. Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna.
(Tin Suresi: 4-6)

İmanın binler mehâsininden yalnız beşini, Beş Nokta içinde beyan


ederiz.

BİRİNCİ NOKTA


İnsan, nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne çıkar,
Cennete lâyık bir kıymet alır.
Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer,
Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer.


Nur, zulmetin (karanligin) zıddıdir…
Cehalet zulmettir, ilim nur..
Küfür zulmettir, iman nur..
Zulmet nasıl ortalığı kaplayınca hiçbir şey görünmez.
Nur yayıldığı vakit her şey aydınlanır ve her şey görülmeye başlar.
Zulmet bilmemekle başlar belki.
Tanımamakla, öğrenmemekle, anlamamakla…

Sağlığın ne olduğunu bilmeyen insan,


Onu korumaya da çalışmaz.
Hastalıklara düçar olur, ömrünü karartır.
İmanı bilmeyen insan da, onu korumaya çalışmaz.
Ve hem dünyasını hem ahiretini karartır.

İnsan en ala surette ve şekilde yaratılmış.
İçine envai çeşit istidad yerleştirilmiş.
Envai çeşit cihaz verilmiş.
Bunların ne olduğunu bilmediği zaman
Hiçbirisini kullanamaz, hiçbirisinden istifade edemez.
Ve hepsini boşa sarf eder.
Paranın ne olduğunu, nasıl kullanıldığını bilmeyen
Bir insana trilyon verseniz
Elindeki para ne kadar kıymetli olsa da
Doğru kullanamayacağı için onu çarçur eder boşa savurur.

İnsan ancak nur-ı iman ile kendisine verilen cihazatın,


İstidatatın ne olduğunu görebilir,
Ve bunları olması gerektiği gibi kullanabilir.
Ve ancak o zaman cennete layık bir kıymet kazanabilir.
Ancak o nur ile çevresini görebilir.
Her yere nakşedilmiş isimleri okuyabilir.

İman nuru kaybolduğunda


Boşa sarf edilen bir ömre karşılık,
Cehenneme ehil olacak bir vaziyete bürünür.

Çünkü, iman, insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor.


İman bir intisaptır.

İntisab, bağlanma


Bir odanın içini ampullerle doldursak
O ampuller elektrik kaynağına bağlanmadığı sürece
bir işe yaramadığı ve vazifelerini yerine getiremediği gibi
İnsan da iman ile Rabbine bağlanamadığı zaman
Kendisine verilen vazifeleri yerine getiremez.
Üzerindeki cihazları hakkıyla kullanamaz.
Ve hiçbir kıymeti, değeri kalmaz.

Öyle ise, insan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye


ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır.
Küfür o nisbeti kat’ eder.
O kat’dan, san’at-ı Rabbâniye gizlenir.
Kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur.
Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat
bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.

Bir yağlıboya tablo olsa karşımızda.


O tabloyu izleyen insan eğer resim sanatını bilmiyorsa
Tabloda sergilenen sanatı göremiyorsa
O kişi için tablo sadece bir parça boyadan ibaret bir hal alır .
Değeri onun için üç beş kuruş olur.
Ama müzayedelerden açık artırmalardan biliyoruz ki
Öyle tablolar var ki milyarlar fiyatlara satılıyor.

Peki ben bir resim yapıp satmaya kalksam


Kim ne kadar para verecek?
Boya aynı boya
Tuval aynı tuval
Ama ben de sanat yok.
O tabloya o milyarlar pahayı veren kullanılan
malzeme değil, sergilenen sanattır.

İnsan Sani-i Zülcelalin en nadide sanatlarını sergilediği


bir varlık, sergilenen bir sanattır.
İnsan Sani-i Zülcelalin
eğer kendisine değer kazandıracak olan bu sanattan
habersiz olursa üzerinde sergilenen sanatları göremez
ve gösteremezse kıymeti ancak maddi değeri kadar olur ki
madde hem bozulmaya dağılmaya kaybolmaya müsaid
Eskiyor ve muvakkat…
Hem fanidir, ömrü bitecek…

Bu sırrı bir temsille beyan edeceğiz.


Meselâ, insanların san’atları içinde,
nasıl ki maddenin kıymetiyle san’atın kıymeti ayrı ayrıdır.
Bazan müsavi, bazan madde daha kıymettar;
bazan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san’at bulunuyor.
Belki, bazan, antika olan bir san’at bir milyon kıymeti aldığı halde,
maddesi beş kuruşa da değmiyor.
İşte, öyle antika bir san’at, antikacıların çarşısına gidilse,
ârika-pîşe ve pek eski, hünerver san’atkârına nisbet ederek,
o san’atkârı yad etmekle ve o san’atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır.
Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına alınabilir.
İşte, insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san’atıdır.
Ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki,
insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar
ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır.
Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur.
O mü’min, şuurla okur ve o intisapla okutur.
Yani, “Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım”
gibi mânâlarla, insandaki san’at-ı Rabbâniye tezahür eder.
Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san’atı izhar eder.
İnsanın kıymeti, o san’at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır.
O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan,
şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî
ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.

Birisiyle konuşmak istesek


Seçeceğimiz insanın bizimle eşdeğer seviyelerde olmasını isteriz.
Aynı dili konuşmayı söylediklerimizi anlayacak birisi olmasını isteriz.
İnsan ve Allah
Haşa kıyasın mümünatı yok…
Ama Rabbimiz bizi kendisine muhatab seçmiş.
Siz benimle muhatab olabilirsiniz diyor.
Bize bu değeri veren imanımızdır.
İmanımızla rabbimizin üzerimize yazdığı,
Tezahür ettirdiği isimleri okunmaya başlıyor.
Ve bize kazandırdığı kıymet ile bizi bütün mahlukatın üzerine çıkarıyor.

Efendimiz a.s.m
Allah ile perdesiz direkt konuşan tek kamil insan…
Ve bizim için de o yol açık bırakılmış.
Cemalullahı görme, onun selamını işitme şansı verilmiş.
Değerlendirebilenlerden oluruz inşallah…

Subhâneke lâ ılmelene illema allemtene inneke entel alîmul hakîm ve ahiru de'vehüm enilhamdülillahi rabbil âlemin, el fatiha

Ders: 23. Söz. 1. Mebhas

İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi



*Cenab-ı Hakkın nihayetsiz mahlûkatı var. Ama bunlar arasında sadece insan için "ahsen-i takvimde yarattık" (Tin Suresi: 4) buyuruyor. Bak, melaikeler hakkında böyle demiyor. Buradan "insanları mahlûkatın en güzeli olarak yarattım" manası çıkıyor.

İnsanın ruhu da, cesedi de ahsen-i takvime mazhar. Mesela akıl ruhun bir sıfatı. Akıl öyle bir nimet ki ondan büyük nimet yok. Akıl cennetten de üstün. Deli adamı cennete koysan ne anlar?

Sadece akıl değil? Kör adam cennette ne etsin yani? Kulağı olmayan cennette ne yapsın? Demek göz de, kulak ta ahsen..

*Allah'ı bilene cahil denmez. Allah'ı bilmeyenden büyük cahil olmaz. Onun için mümine cahil denmez. Malumatı eksik bile olsa..



Not: Kastamonu ulemasından merhum Mehmed Feyzi Pamukçu Efendi de bir sohbetinde şöyle der; " Mümine 'cahil' demeyelim de, "malumatı kifayetsiz" diyelim. Çünkü müminde iman nuru, marifet nuru, tasdik nuru vardır.' 

* İmanın binler mehasininden.. diyor. (Sözler s: 311 ) Demek ki iman etmenin binlerce güzelliği var. İlki de cenneti kazandırması..

* "İman, insanı Sâni'-i Zülcelal'ine nisbet ediyor; iman, bir intisabdır. (Sözler s: 311 )

 Allah'a nispette büyük bir şeref var. Allah'ın kulu olmak ne büyük şeref..

Mesela adamın babası fakir, ama dayısı zengin. Kendisini tanıtırken "ben filanın yeğeniyim" diyor. O nispet ile kendisini gösterme istiyor. İşte iman ile kul da kendisini Allah'a nispet ediyor, "Onun mahlukuyum, Onun masnuuyum, onun kuluyum" diyor.. Başkalarına kulluktan kurtuluyor, imandaki nispetinin kuvvetine göre..

*Herşey Allah'ın yarattığı bir nakış, ama insan üstadın tabiriyle "nakş-ı azam.."

*Bir zaman Mehmed Fırıncı ağabeyle merhum Hattat Hamid Aytaç beyi(1891-1982) ziyarete gitmiştik. Bir yandan hat yazıyor, öte yandan bizimle sohbet ediyordu. Derken bir adam içeri girdi, "efendi bana bir besmele yazar mısın" dedi. Hamid bey "yazarım "dedi. Hemen eline aldığı kağıda bir besmele yazıverdi. Adam borcunu sorunca "bin lira" dedi. Adam "ya olur mu bir dakikada yazdın" deyince cevaben dedi ki; "Yetmiş senede yazdım."

İşte bir besmele önemsiz bir kağıd parçasını birden bin lira kıymetine çıkardı. "Demek Sâni'ine intisabdan ibaret olan iman; insandaki bütün âsâr-ı san'atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san'at-ı Rabbaniyeye göre olur ve âyine-i Samedaniye itibariyledir. O halde şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlahî ve Cennet'e lâyık bir misafir-i Rabbanî olur." (Sözler s: 312 ) ifadesine bir misal..

*Cenab-ı Hakkın isimlerinin dereceleri var. Mesela Hâlık ismini derecesine bakalım, sinekler bir derecesi, gergedanlar bir derecesi.. İnsan ise nihai derecesi.. Diğer isimler de böyle..

Not: Bu sözü izah sadedinde Hocamızın Hikmet Pırıltıları adlı eserinden şu nükte yerinde olur; "Muhtelif sanatlarda maharet kesbetmiş bir usta tasavvur ediniz. Bu zat süpürge yapabildiği gibi, koltuk takımı da yapabilsin; aynı şekilde taksi yapabildiği gibi, uçak ve füze de yapabilsin. Mezkûr eserlerin her biri ustasını göstermekte ve onun bilgili ve kudretli bir zat olduğuna şahadet etmektedir. Lâkin şurası zâhirdir ki; bu zatın ilminin, kudretinin ve maharetinin süpürgedeki tecellisiyle taksideki tecellisi bir olmadığı gibi, taksideki tecellisiyle de uçaktaki ve füzedeki tecellisi bir değildir. Tecelli ziyadeleştikçe eserin de kıymeti yükselmektedir.

Şimdi bu zatın öyle bir eser yaptığını farzediniz ki, bu eser kendisinin eser olduğunu bilsin, bir ustanın tezgâhından çıktığını müdrik olsun ve sahibini tanısın, Ayrıca diğer eserleri ve onların vazifelerini de anlasın.

Artık bu eser kıymet ve ehemmiyetçe diğer eserlerle kıyas kabul etmez.

İşte "İnsan, Cenâb-ı Hakk'ın böyle antika bir sanatı ve eseridir." Şöyle ki:

Güneş ışık verdiği halde, yaptığı işi anlayamamakta, ışıklandırdığı şeyleri görememekte, hattâ kaç tane gezegene sahip olduğunu dahi bilememektedir. Buna mukabil insan; kendinin nasıl bir eser olduğunu ve ne gibi vazifelerle mükellef bulunduğunu bilmesi ve Sâni'ini tanıması yanında, güneşin de vazifelerini bilmekte ve onu tanımaktadır. Bu cihetle güneş, insanın çok aşağısında kalmaktadır.

Diğer mahlûkat da buna kıyas edilebilir.



Soru: İmanın insana vaat ettiği güzellikler nelerdir? Bu güzelliklerin insan vicdanında duyulup hissedilmesinde derece farklılıkları var mıdır?

Cevap: Şimdiye kadar imanın gerek dünyada gerekse ukbada insana vaat ettiği güzelliklerle ilgili çok şey söylenmiş ve imanla alâkalı pek çok münciyat (insanı kurtuluşa, felâha götüren hususlar) üzerinde durulmuştur. Hususiyle Hazreti Bediüzzaman, eserlerinin değişik yerlerinde bu mevzuu tafsilatlı olarak ele almıştır. Bütün bunlara bakıldığında imanın, hayatı ve varlığı doğru okuyup değerlendirme adına insana çok geniş ve engin bir bakış açısı kazandırdığı görülecektir. Mesela, iman sahibi bir insan varlığa baktığında, her şeyi kendisine candan bir arkadaş ve samimî bir yoldaş gibi görür. Dolayısıyla o, ne yol ne de yoldaş gurbeti yaşar. Aynı zamanda o, imanın hayatına serptiği nur sayesinde, geçmiş ve geleceği aydınlık görür; zira ona göre ne geçmiş korkunç bir kabristandır, ne de gelecek kapkaranlık bir ölüm çukuru.

Aslında insanın gelecekle ilgili korku ve endişelerinin olması tabiîdir. Fakat imanın verdiği ümit ve nur, ilerisine yönelik bu korkulara galebe çalar. Zira inancını sağlam esaslara bağlayan bir insan, bu endişe ve korkuların, çaresi bulunmayan şeyler olmadığını anlar ve böylece onların kendisini tehdit etmesi karşısında duyduğu sıkıntı ve ızdıraptan sıyrılma imkânı bulur. İnsan, berzah ve kabir karanlığından mı endişe ediyor? İman orada bir nurdur. Sırattan mı endişe duyuyor? İman kendisini oradan geçirecek bir Burak’tır. Akıbetinden mi endişe ediyor? İman, onu Cennet’e ulaştıran en emin bir yoldur. Akıbetiyle ilgili korkuları mı var? İman onu Cehennem’den koruyan en sağlam sığınaktır. Evet, iman, insanın çıktığı bu uzun yolculukta adeta yolun sağında ve solunda durup ona emniyet ve güven vaat eden bir rehber ve mürşittir.



Ölüm Gerçeği ve Devekuşu

Esasında, Hazreti Pîr’in ifadesiyle iman, mahiyetinde mânevî bir tûbâ-i Cennet çekirdeği taşıdığından, iman sahibi insan daha dünyada iken huzur içinde bir hayat yaşar. Zira o, çürüyüp yok olma korkusundan, hiçliğe gitme endişesinden imanı sayesinde kurtulur. Kim ne derse desin, kim meseleye nasıl yaklaşırsa yaklaşsın, şurası bir gerçektir ki, inanmayan bir insanın, yok olmanın endişelerini, kafasından ve kalbinden bütün bütün silip atması mümkün değildir. Hatta bu endişe ve korkular yer yer insanı öyle kıvrandırır ki, daha buradayken ona Cehennem hayatı yaşatır. O insan bu sıkıntılardan kurtulmak için ise çoğu zaman kendisini eğlenceye ve zevk u sefaya salar. Bazen, kendini içkiye vererek, bazen cismanî ve bedenî arzulara dalarak, bazen de uyuşturucu kullanarak yok olma, hiçliğe gitme, çürüyüp toprak hâline gelme düşüncesinin ruhlarda hâsıl ettiği endişelerden sıyrılmaya çalışır. Farklı bir tabirle çakırkeyf, serazat ve bohemce bir hayat yaşayarak, akıbetini düşünmemeye, duymamaya gayret eder. Buna bir nevi kendini hipnoz etme gayreti diyebilirsiniz. Heyhat ki, bütün bunlar muvakkat bir süre için insanı avutsa da, hakikatte ona hiçbir faydası olmayan beyhude çırpınışlardır. Nasıl ki, avcıdan saklanmak isteyen bir deve kuşunun başını kuma sokması onu avcının elinden kurtaramazsa, akıbete dair korkuları gidermek için başvurulan bu tür eğlencelerin de insanı korktuklarından emin kılması mümkün değildir. İnsanı bütün bu endişelerden kurtaracak ve onu sahil-i selamete çıkaracak bir şey varsa o da, insan için emniyetli bir sefine, emin bir rehber ve güçlü bir ümit kaynağı olan imandır.



Bir insan ne kadar günahkâr olursa olsun, eğer imanı varsa akıbetiyle ilgili ümit ve recası da olacaktır. Çünkü imanın mahiyetinde bu hakikat vardır. Nitekim Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesine göre, insan, ne kadar günah işlemiş olursa olsun eğer kalbinde zerre kadar imanı varsa ebedî Cehennem’le cezalandırılmayacaktır. (Bkz. et-Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd 2/229-231) Zira insanda iman gibi bir güzellik varsa, günahlar onda aslî değil, arızî demektir; onların çıkış noktası iman değildir. Bilâkis onlar, insanın iman adına durması gerekli olan yerde duramamasından kaynaklanır. Diğer bir ifadeyle günahlar, iman adına bırakılan boşluklardan insanın içine giren virüslerdir. Küfre gelince, günahlar ve isyanlar küfrün mahiyetinden fışkırmaktadır. Dolayısıyla onlar küfürde aslîdir. Evet, bir kez daha belirtecek olursak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in icma ile kabul ettikleri akideye göre, zerre kadar imanı olan bile Cennet’e girecektir. Yani, Allah düşürmesin, bir insan zina etse, hırsızlık yapsa veya daha başka bir günah işlese bile imanı varsa netice itibarıyla ebedî mutluluk yurduna kavuşacaktır. Eğer günahlarına tevbe eder, Cenâb-ı Hak da onun tevbesini kabul buyurursa o kişi günahlarının cezasını görmeden de Cennet’e girebilir. İşte bütün bunlar imanın insana vaat ettiği, yeri başka bir şeyle doldurulamayacak güzelliklerdendir. O hâlde iman, insan için çok güçlü bir ümit kaynağıdır. Bu sonsuz güç kaynağıyla insan her zaman kendi dar dünyasından sıyrılıp ebedî hayatın güzelliklerine yelken açabilir.

Samimî Kardeşliğin Ötelere Yansıyan Hali

Öte yandan iman, mü’mini çevresine ve hatta bütün bir varlığa karşı bir emniyet insanı yapar. Onun daracık dünyasını, evrensel bir dünya hâline getirir. Mü’min, kâinata mehd-i uhuvvet (kardeşlik beşiği) nazarıyla bakar. Dolayısıyla herkesi belli ölçüde kardeşi gibi görür. Hazreti Ali Efendimiz’in ifadesiyle, insanlar içinde Müslüman olanları dinde, Müslüman olmayanları ise insanlıkta kardeşler olarak değerlendirir. Elbette ki onun mü’minlere bakışı çok daha farklıdır. Zira onlarla aynı duygu ve aynı düşünceyi paylaşmakta, berzah âleminde ve mahşerde bir araya geleceğine, hesabının aynı yerde görüleceğine, sıratı onlarla birlikte geçeceğine inanmaktadır. Böyle bir inanca sahip insan, çevresiyle münasebet ve irtibatını sadece geçici bir menfaate veya karşısındakinden bazı çıkarlar elde etmeye bağlamayacak, bilâkis muhataplarıyla ötelerde de devam edecek bir irtibat ve münasebet kurmaya çalışacaktır. Şayet Cenâb-ı Hakk’ın uhrevî yörüngeli böyle bir irtibat ve münasebete farklı bir bakışı varsa, bu, insanı Allah’a yaklaştıracak ve onu hem burada, hem de ötede muvaffak kılacaktır ki, bu da imanın ayrı bir vaadidir. Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem),

يَدُ اللّٰهِ مَعَ الْجَمَاعَةِ

“Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” (Tirmizi, fiten 7) kutlu beyanına bir de bu açıdan bakabilirsiniz. Yani Allah (celle celaluhu) cemaat hâlinde hareket eden insanları bu dünyada kötülüklerden muhafaza buyurup işlerinde onlara muvaffakiyetler ihsan ettiği gibi, öte tarafta da onları hep beraber değişik nimetlere mazhar kılacaktır. Başka bir ifadeyle, birlikte hareket etmenin dünyaya ait neticelerinin yanında, öbür tarafa akseden meyveleri de vardır. Allah Teâlâ’nın,

يَوْمَ تُبَدَّلُ الْأَرْضُ غَيْرَ الْأَرْضِ وَالسَّمَوَاتُ

“Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir.” (İbrahim Sûresi, 14/48) kavl-i keriminden de anlaşılacağı üzere, öbür tarafta zerreden kürelere kadar her şey bir değişime uğrayacaktır. Dolayısıyla insanların duygu ve düşünceleri de farklı bir mahiyet kazanacak, ortaya konulan güzellikler, kardeşlik münasebetleri orada ayrı bir derinliğe ulaşacaktır. Kim bilir orada bundan nasıl bir zevk duyacak ve mü’min kardeşlerinizle nasıl âşıkane bir münasebet içinde bulunacaksınız! Belki de kardeşinizle yüz yüze gelmek, onun gökçek yüzüne bakmak içinize öyle bir inşirah salacak ki, onu Cennet nimetlerine bedel sayacaksınız. Zaten

أَعْدَدْتُ لِعِبَادِيَ الصَّالِحِينَ مَا لَا عَيْنٌ رَأَتْ وَلَا أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلَا خَطَرَ عَلَى قَلْبِ بَشَرٍ

“Salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insan kalbinin de tasavvur edemediği nimetler hazırladım.” (Buhârî, bed’ü’l-halk 8; Müslim, îmân 312) hadis-i şerifinde de ifade edildiği üzere oradaki nimetler her türlü tasavvurun üzerindedir. Allah orada, akla gelmedik nimetler lütfedecektir. İşte bu nimetler de, sizin burada ortaya koyduğunuz güzelliklerin değişim üstüne değişim geçirdikten sonra farklı birer mahiyet alarak karşınıza çıkmasıdır.

Sorunuzun ikinci kısmıyla alakalı olarak da kısaca şu hususlara işaret edilebilir. İmanın vaat ettiği bu güzellikleri her bir insan, kendi imanının enginlik ve derinliğine göre duyar ve yaşar. Bazıları bunu sadece nazarî planda duyar ve hisseder. Bunlar, ilk mektepte iman hakikatleri adına hocalarından duyup öğrendiği şeylerle iktifa ederler. Hâlbuki bu, sadece işin başlangıcıdır. Bazıları ise nazarî bilgilerini ilim ve tefekkürle delillendirir, sağlam esaslara bağlar, amel ve ibadetle benliklerine mal eder ve onu marifete dönüştürürler. Başka bir ifadeyle nazarî bilgiden ilme’l-yakîne yürür ve oradan da ayne’l-yakîne yükselirler. Ayne’l-yakîn mertebesine ulaşıldığında orada ihsan sırrı zuhur eder. Yani insan bu mertebede her an Hak tarafından görülüyor ve Hakk’ı görüyor olma mülahazasıyla oturur kalkar ve hayatını hep bu seviyede sürdürür. İsterseniz buna hayvaniyetten çıkma, cismaniyeti bırakma, ten kafesinden sıyrılma ve ruhun hayat derecesine seyahat etme de diyebilirsiniz. Burada her şey daha engince, daha net ve kendine has cazibedar güzellikleriyle daha parlak görülür ve duyulur. Onun için böyle bir hayat mertebesinde cismanî ve dünyevî hayat önemsenmez. Sırf emredildiği ve görev verildiği için burada durulur. Terhis emri geldiği zaman ise ayrı bir sürur yaşanır, ölüm bir bayram sevinci gibi karşılanır ve işte insan ötelere imanın vaat ettiği bu güzelliklerle yürür, Rabbine kavuşur.



KAYIKCI

Hafız Osman fırtınalı bir günde dolmuş kayıkla Beşiktaş’a geçecektir.
Bir kayığa biner.
Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister.
Fakat Hafız Osman o gün aceleyle çıktığı için yanına para almayı unutmuştur.
Kayıkçıya; “efendi, yanımda param yok, ben sana bir “vav” yazayım, bunu sahaflara götür,karşılığını alırsın” der.
Kayıkçı yüzünü ekşitip söylenerek yazıyı alır.
Bir müddet sonra kayıkçının yolu sahaflar tarafına düşer.
Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlarla alınıp satılıyor.
Cebindeki yazıyı hatırlar ve götürür satıcıya.
Satıcı yazıyı alır almaz “Hafız Osman vav’ı” diyerek açık artırmaya başlar. Sonuçta iyi bir fiyata “vav”ı satar kayıkçı.
Kayıkçı bir haftalık kazancından daha fazlasını bu “vav” ile kazanmıştır.
Bir gün Hafız Osman yine karşıya geçecektir ve yine aynı kayıkçıyla karşılaşmıştır.
Yol bitmek üzereyken yine ücretler toplanır.
Hafız Osman da yol ücretini uzatır kayıkçıya.
Kayıkçı “efendi para istemez, sen bir “vav” yazıver yeter” der.
Hafız Osman gülümseyerek ; “efendi o “vav” her zaman yazılmaz.Sen dua et para kesemi yine evde unutayım” der...

1 "And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik-ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna." Tîn Sûresi, 95:4-6.

Yüklə 62,39 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin