İstanbul ansiklopediSİ Büyük Kapalı Çarşıda Yağlıkçılarda İstanbul Hanımı



Yüklə 5,01 Mb.
səhifə10/80
tarix03.01.2019
ölçüsü5,01 Mb.
#88905
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   80

DON

_ 4690 —

istanbul


ANSİKLOPEDİSİ

4691 —



DON



kalacak şekilde kısaca kesilir, aıyağm rahat geçmesi için de paça ağzı bol yapılır, bu takdirde paça bağcığı dikmeye de lüzum kalmazdı. Diz çakşırı giymeye mecbur olanların iç donları da yine beli uçkurluklu, ağı bol olur., fakat paçaları diz kapağının üstünde kalacak şekilde kısa olurdu (B.: Çakşır). Orduda neferlere verüen ve amerikan bezinden kesilen iç donları da uzun paçalı ve paçaları bağcıklı donlar ola gelmiş-dir. Diz kapağının üstünde kalan kısa erkek donları Birinci Cihan Harbinden sonra yayıl' mışdır.

Son zamanlarda garib bir kibarlık budalalığı, dilimizdeki bâzı kelimeleri her nedense çirkin, laubali bulmuş, yerlerine yeni isimler kullanmaya başlamışdır; meselâ, işleri icâbı «pak»




Donca çalışanlardan Kum Amelesi

Küfe Doldurucu (Resim ; S. Bozcah)


Donca çalışanlardan

Kayıkçı Üterim: ö. Tel j
ağı bol, paçalar muhakkak ayak bileklerine kadar uzun; beli uçkurluklu, paça ağızlan ayağın rahat geçmesi için yırtmaçlı yapılırdı, ve paçaların iki başına birer paça bağı dikilirdi; belden uçkurla, paçalardan da o bağcıklarla bağlanırdı. Zamanımızda köylümüz, kasaba ve şe-birler halkının muhafazakârları, ve Istanbulda iş bulmaya gelmiş taşralı bekâr uşakları, ameleler tarif ettiğimiz bu iç donunu giyerler. Paçalara bağcık yerine ilik düğme yapılanları, uçkur yerine de belden düğme ile bağlananları, veya uçkurluğuna lâstik geçirilmiş olanları ancak-yarım asırlık bir geçmişi olan iç donlarıdır.

Eski erkek iç donlarının bir kısmında paçalar ayak bileklerinin bir kaç parmak üstünde

Donca çalışanlardan Kum Amelesi

Hammal (Resim : Hüsnü)

ve «çâlâk> olmak gereken ve isimleri bu sıfatlarla ahenkli olan hamam «dellâk» lerine «yıkayıcı» denildiği gibi, «don» yerine de «külot» ismi kullanılmaya başlanmışdır, bizce, sâdece gülüncdür.

Eskiden ayak takımı gece yatağa donca gir-mişdir. Gecelik entarisi ancak orta tabaka ve kibar tarafından kullanılmışdır. Hâlen gecelik entarisi giyenler pek az kalmış, avam arasında, ayak takımında da iç donu üstüne pijama panta-lonu çekenler gün günden çoğalmaktadır.

Eskiden evinde iç donu ile dolaşanlar sâdece ayak takımı idi. Laubali yatak kıyafeti olduğu için, ev mahremiyetinde bile donca dolaşmak hoş görülmemişdir. Bir iç donu ile görülme edebiyatımızda «donpaça» tâbiri kullanılmışdır; meselâ Istanbulda Bağçekapusunda bir kayıkhane üstündeki bekâr odasında yatağında basılıp o yatak kılığı ile iskele başında îdam olunan bir kaatil kayıkçı için : «...Yamalı Bekir dedikleri kanlı yiğit dahi odasından donpaça alınıp iskele önünde kellesini vurdular..» diye ya-zjılmışdır; bir yangın tasvirinde de: «...bir haber alamayub donpaça hemen kuşça canlarını kurtardılar...» deniliyor.

Büyük şehirlerde, bilhassa îstanbulda bâzı esnaf, işi icâbı, ya kapalı iş yerlerinde (fırın uşakları, kalaycılar gibi), yahud açıkda (gemilerden kum, odun, kömür boşaltan ameleler gibi) donca, donpaça çalışırlar; zamanımızda dahi böyledir (B.: Kal^S; Fırın Uşakları; Hamur-kâr; Kum Ameleleri; Kömür Ameleleri; Odun Ameleleri).

Bizde plajlarda denize girme, ve plajlarda mayo giyme Cumhuriyet devrinde başlamışdır. Daha önce denize ya herhangi münasib bir yerden açıkda, veya deniz hamamlarından girilmiş-dir, ve denize de iç donları ile girilmişdir. Pek tertibli olanlar da deniz hamamlarında hamam peştemalları sarınıp denize girmişlerdir. Hâlen de açıkdan denize girenlerin çoğu, nıayo yerine iç donları ile yüzerler (B.: Deniz Hamamı).

Kömür gemilerinin tayfaları gem|4e umu" miyetle iç donu ile dolaşırla?, hattâ yânaşdık-lan iskele civarına da o kılıkda çıkarlar. Fırın uşakları da kısa dinlenme zamanlarında civar kahvehanelere çıplak ayaklarında takunya, sırtlarında bir fanila-iç gömleği ile donpaça çıkıp otururlar. Aslında ise t>-kılıkda sokakda

dolaşmak ve kahvede oturmak 1909 dan bu yana yasakdır.

Eski istanbul kayıkçıları, hamlacıları, is-kelelerdeki piyasa kira kayıklarında, yahud kibar ve ricalin hizmetinde hususî kayıklarda, kendilerine mahsus kesimi olan ve altına ayrıca bir iç donu giyilmeyen kayıkçı donları ile çalışmışlardır (B.: Hamlacı; Kayıkçı).

Evlerde pamuk atan seyyar hallaçlar da, kendilerine tahsis edilen bomboş bir odada, yaz günleri, soyunarak, yalın ayak ve donpaça çalışa gelmişlerdir. (B.: Hallaç).

Laman vapurlanndaki ateşçiler, yaz ve kış, baş açık yahud başlarına bir mendil sararak, yalın ayak, ayaklarında takunyaları ve bir iç gömleği yahud ten fanilası, yahud gövde tamamen çıplak ve bir iç donu ile çalışırlar (B.: Ateşçi).

Eski yangın tulumbacıları, bu teşkilâün kurulduğu on sekizinci asrın ilk yarısından Cumhuriyet devrinde yangın tulumbacılığın kaldırılmasına kadar, yangınlar, kendine mahsus kesimde bir iç donu olan, altına ayrıca bir don giyilmeyen ve '«dizlik» denilekı donlarla gidip gelmişler idi (B.: Dizlik; Tulumbacı).

Istanbulun eski mahalle hayatında oynaş aldığı sezilen yosma kadınların evine mahalleli tarafından baskın yapılır idi; eğer şüphe tahakkuk eder ve erkek yakalanır ise, karakola götürür iken kadının ferace giymesine veya herhangi bir şekilde örtünmesine izin verilir, fakat oynaşı erkek evden mutlaka doinpaça (don gömlekle) ve yalın ayak çıkarılır, pabucu, esvabı eline, koltuğuna verilir, ve baskın yerinden karakola kadar yolda türlü hakaaret ve alaylara mâruz kalır idi (B.: Baskın).

Eski kibar tabakanın iç donları bürüncük-den kesilirdi ve ayrıca ipekle türlü nakışlar işlenerek süslenirdi, erkek donlarının nakışları için de bilhassa Çintamanı denilen motifler tercih edilirdi (B.: Donlarda Çintamanı îşle-meler).

Kadınların giye geldikleri iç donlarına gelince başlıca hususiyeti, paçaların topuğa kadar inmeyerek baldırların yarısına kadar inmesi ve paça ağızlarının da dantelalar, oyalarla süslenmiş olmasıydı. Erkek donu olsun kadın donu olsun, belden uçkurla bağlanan eski iç donlarında uçkur, donun başlı başına bir süsü bilinmişdi (B,: Uçkur).



BÖN

4692 —

istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

4693 —

DON ADAM


Erkekler ve kadınlar tarafından giyilmiş bir de İş Donları vardır ki türk lugatında ayrıca «Çekme» adı ile anılmışdır, ki zamanımızın iş başında giyilen tulumları yerinde idi (B.: Tulum).

Kalender meşreb şâirler işinin başında donca, donpaça çalışır şenbaz civanları manzumelerle övülmüşlerdir, aşağıdaki parçalar o yolda örneklerdir :



Doğramacı

Yalın keser eline pek yaraşır Anı gören Cümle gözler kamaşır Dükkân içre don gömlekle dolaşır Güzeller pazarı şu Uzunçarşı Dükkânlar kurulmuş kargı be karşı

(Galatalı Çorbacı)

Hamlacı

Yalın ayaklarla ol şûfal tennâz Hamlacıdır şahım donpaça şehbâz Beyoğlunda yokdur bıçkındaki nâz Limanda seçdim o yavru pelengl Koydum şahin başa nişan ç*l<»ıgi

(Galatah Çorbacı)

Hallaç

Destinde kemane pamuk behâne Dolaşır uşşâkın hâne be hâne Soyunup dükünür donpaça üryan tder itaatin lajşoğlu beyan

(Hûbannâmeni Nevedâ)

Hamurkâr

Donpaça âguuşe çek de kopuğu Ne gam kaksa başa gümüş topuğu Çalı ateşidir dayanmaz koru Güven olmaz ana kendini koru

(Hûbannâmeni Nevedâ)

1965 de Çevrilen «Bitmeyen Yol» isimli türk filminde, sinemacılığımızın ünlü artistlerinden Fikret Hakan «Ahmed» Erol Taş «Hasan-, ve Tuncel Kurtiz de «Ali» adında üç bekâr uşağı amele rolünde Beşiktaşda «Yavuz» isimli kum

gemisinden donpaça kum taşımışlar, çıkarmışlardır; ve sırtlarında kum küfeleri donca yan çıplak kum amelesi kılığffldaki resimleri Ses Mecmuasında yayffllanmışdır.

Eski tuluat tiyatrosunun kantolar repertu-varında da bir «Don Duettosu» vardı, Amalya Hanım ile Todori tarafından söylenirdi, Amalya «Çeribaşının kızı», Todori de «Çolak Oğlan» adında güzel bir çingene delikanlısı olur, ve Todori sahneye ayaklarında çarık, uzun paçaları bağcıklı bir iç donu, belinde al kuşak ve sırtında güllü bir basma mintanla çıkardı; Duetto şudur :

Amalya —

Giymiş ayağına paçalı tuman Aman güzel oğlan yar Çolak Oğlan Âteşi aşkınla hâlim pek yama» Gel bir göbek atalım Gir koynuma yatalım

Todori —


Tumanımın ağı boldur sallanır Kız abayı yakmış bana ballanır Benim gibi civan helbet nazlanır Kız gelemem gelemem Ban koynuna giremem

DON, DONLARDA ÇİNTAMANI İŞLEMELER — «Çin Tamanı» eski bir süs motif inin adıdır; M. Zeki Pakalın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» isimli eserinde şu malûmatı

donu

Çintamam nakışlı

veriyor: «Taman, cinlilerle japonlarda Budda-nm timsâli sayılan bir remizdir, ikisi altda biri üstde olmak üzere üç inci dânesi ile şimşeği tasvir eden şerare şeklinde îvicaclı iki ufkî şekilden ibarettir. Tezyinatda bu üç inci bâ-zan yalnız olarak da bulunur, inciler iç içe iki dâire olarak resmedilir, öyleki aynı zamanda bir hilâl de resmetmiş olurlar».

M. Z. Pakalının «şerare şeklinde îvicaclı iki ufkî şekil» dediği, asırlar boyunca Çin imparatorluğu armasında bulunmuş «Ejderhâ» nın basitleştirilmiş resmidir; «üç inci dânesi» dediği de, buddanın alnındaki kabarcık, gözdür; bu üç göz, iç içe ve bir noktada birleşmiş iki dâire ile resmedilirdi, öyleki, bir üçgen teşkil eden gözlerin iç küçük dâireleri merkezde toplanırdı, üç göz bir noktaya bakar gibiydi. «Çin Tamam» denilen bu motif bilhassa erkeklerin iç donlarına işlenirdi. Osmanla Hanedanında da pâdişâh ve şehzade donlarına, don uçkurlarına işlenirdi; Osmanlı Sarayında yerleşmiş bir inana göre «Çin Tamam» erkeklik kudretini koruyan, zürriyet bereketini sağlayan bir tılsım idi.

DON, HAZIR KADIN İÇ DONU İLÂNI —

Son zamanlarda bilhassa Istanbulda, sonra Ankara, îzmir gibi büyük şehirlerimizde garib bir kibarlık budalalığı dilimizdeki bâzı kelime-



KADİN

KÜLOTLARI



Katlın İç Donu ilân resminde

leri her neden ise çirkin ve laubali bulmuş, yerlerine yeni isimler kullanılmaya başlanmış-dır, bu arada «don», «iç donu» yerine de «külot» ismi kullanılmaktadır.

Eski Istanbulun kibar, hattâ orta tabaka aile hayatında donca görünmek çok büyük ayıp oldukdan başka dondan bahsetmek de ayıp idi, hele kadın ve kız ağzında aslaa duyulmazdı. Zamanımızda don, iç donu «külot» oldukdan sonra bu titiz edeb unutulmuş olacakdır ki, gazetelere hazır kadın iç donları için ilânlar verilmeye başlanmış, ve hatta bu ilânlar, bir iç donu (külotu) ile Çiplk, elinde de bir iç donu (külot) tutarak teşhir eden bir kız resmi ile süslenmişdir.

DON ADAM — Simsarlığım yapdığı beş kız ile birlikde memleket memleket dolaşan, bu arada Türkiyeye ve bilhassa Istanbula sık sık gelen kızları ile birlikde gece kulübleri sahnelerinde soyunan, çıplak erkek vücûdu teşhir eden, göbek dansları yapan, kadın cilveleri ile kırıtan bir garib sanatçı; 1938 de iran'da doğmuş yakışıklı bir gene adam olup iranlı-fransız melezi olduğu söylenir; aşağıdaki satırları «ABC» gazetesinden alıyoruz : «Büyük gazinolar tarafından baş tacı edilir, bıktırıncaya kadar kalır; kendisini ve kızlarını Anadoludan gelen tüccarlar ve İstanbul sosyetesinin bekârları çok iyi tanır..».

Don Adam 1966—İ967 ramazanında bir gece Belediye Baş imamı Nusret Yeşilcay'm yanında Dolmabağçe Camiinde görülmüş ve bu baş imam efendi cemaata sahnede soyunan erkek Don Adam'ı: «Sizlere Mösyö Don Adam'ı takdim ederim!... Dünyaca meşhur bu sanatkâr müslümanlığı kabul ederek kemâle ermiş ve Kâmil adını almışdır !..» demişdir. Bu takdim üzerine cemaatdan bir azınlık Don Adamı alkışlamış, hattâ : «Bravo!..» sesleri yükselmiş; buna mukabil: «Camide alkış olmaz ..» itirazı ile cemaatin bir kısmı: «Nedir bu rezalet!..» diyerek teravih namazı için geldikleri Dolmabağçe Camiini terketmişlerdir. Baş imam Nusret Yeşilçay ile Don Adam ve etrafındaki alkışçıları ve bravocuları da önceden haber salınmış gazete fotoğrafçılarına poz poz resimler çekdirmişlerdir. Soyunan kızlar simsarı ve aynı zamanda sahnede soyunan erkek Don Adam, kendisini otelinde bulan gazetecilerin sorularına verdiği cevablarda şunları söylemişdir:



DON ADAM

4604 —



İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

4695 —



DONANMA



«Ben bir sanatkârım., kız arkadaşlarımla bir-likde bütün büyük şehirleri gezeriz. Onlar striptiz yaparlar, ben de çoğunlukla soyunurum, dans ederim., bâzı kimseler soyunmanın günah olduğunu söylüyorlar., bence soyunmak sanatdır, soyunmada ayıp ve günah yokdur.. Türkiyeye sık,sık gelirdim, çok türk arkadaşlarım oldu, onların telkinleri üe islâm dinini ka-


Estetik sünnetli Don Adam Kâmil Bey için estetik bir kompozisyon
bul ettim., bir müslüman memleketi olan Iranda doğup büyüdüğüm halde daha önce niçin müslüman olmadığımı bilemem, her halde vaktim olmadı... domuz eti zaten yemem, şarabı da arkadaşlar ısrar edince içerim.. Kelimei Şehâdeti öğrendim., -namazı da yavaş yavaş öğreneceğim.. ya abdest almayı diye soruyorsunuz, namazdan önce elleri ayakları yıkamak !.. namaza başlayınca onu da yapacağım.. Sünnet olmayacağım, çünki ben daha önce on altı yaşımda Parisde estetik sünnet oldum.. Parisde gene . erkekler arasında estetik sünnet moda idi.. Şimdi ikinci bir sünnete lüzum görmüyorum !.. bir türk kızı ile aslaa evlenmeyeceğim, çünki benim mesleğimde saçma bir şeydir., şimdi ramazan, fakat ben sahne hayatıma devam edeceğim, onun için oruç da tutmayacağım !.. ama akşamları programdan önce camilere gideceğim...».

Yukardaki konuşmayı nakletdikden sonra A.B.C. Gazetesi yazıyı şöyle bağlamışdır : «İşte ramazan boyunca camilerde secdeye kapanan insanlarla paviyonlarda soyunan kızlar arasında mekik dokuyacak olan ve Belediye Baş îma-mı tarafından gururla takdim edilen estetik sünnetli yeni din kardeşimiz bu adamdır» (A.B.C; 17-18 aralık 1966).

1966-1967 ramazanını İstanbulda geçirmiş olan halk şâiri Çakır Çavuş Don Adamın müslüman olması üzerine şu hicviyeyi yazmışdır :

Şîraz'ın bağçeleri Tebrizin hamamları Yetişdirmiş gülgonca nice Don Adamları

Siyehçerde şahbazı soymuş bizim Başimam Gusül abdesti almış Yeşil Çayda Don Adam

Başimam Efendinin çantasındaki keklik Onaltı yaşındayken sünnet olmuş estetik

Ulu ceddimiz Âdem Serendib'de çıplakdı Bunun ismi de Adam elbet soyunacakdı

Âşıklar Tekkesinde Maşuklar Çeşmesinde Abdest alan Don Adam tam aktör hevesinde

1966 yılının şubat ayı başında Istanbuldan ayrılıp Beyruta giden Don Adam orada kaldığı otelde Bartutirik isimli uyku ilâcından bir tüp içerek inti-

har etmişdir; 17-18 şubat tarihli İstanbul gazeteleri bu ölüm vak'ası üzerine şunları yazmışdır : «...Don Adamın İstanbulda müslümanlığı kabul ederek Kâmil adını almasının bir reklâm olduğu söylenmişdi. Don Adam'm İstanbul'da bazı gizli, ticarî münasebetleri olduğu, hattâ kaçakçılık işine ve beyaz kadın ticâretine bile karıştığı söylenmekte, bu intitara «öldürüleceğime öleyim» düşüncesiyle teşebbüs ettiği belirtilmektedir» (Tercüman).

DONANMA — «l — Umûma âid bir sevincin ilânı için şehirlerin kandiller ve bayraklar ve şâir şaşaalı, şatafatlı şeylerle süslenmesi, ve top ve tüfenk ve fişekler atılarak türlü eğlencelerin yapılması; şehrâyin, şenlik, donanma gecesi; 2 —Harb gemileıinin bir arada heyeti mecmuası, bir devletin deniz kuvveti» (Şemseddin Sami, Kaamûsu Türk; Hüseyin Kâzım, Büyük Türk ^Lügati).

Bu isim «süslenmek, bezenmek» anlamında Donanmak kökünden gelir. Harb gemilerine bu isimin verilmesi de silâhlarla, bilhassa toplarla donanmış olmasındandır (B.: Donanmayı Hümâyun).



DONANMA — Umûma âid bir sevincin ilânı için şehirlerin kandillerle ve bayraklarla ve şair şaşaalı ve şatafatlı şeylerle süslenmesi yüz yıllar boyunca yapıla gelmiş, bu arada Osmanlı İmparatorluğunun taht şehri olan İstanbul üç gün üç gece, yedi gün yedi gece, onbeş gün onbeş gece devam eden donanmalara sahne olmuşdur. imparatorluk devrinde donanmalar yeni bir pâdişâhın tahta oturması, harbler-de kazanılan zaferler, padişah oğullarının sünnet düğünleri, pâdişâh kızlarının, evlenme düğünler, padişah oğlu ve kızlarının doğumları dolayısı ile yapılırdı. İstanbulda zaferler dolayısı ile yapılan donanmalar vakaayi-nâmelerde bir kaç satırlık kayıdlarla geçildiği halde pâdişâh evladlarmın doğum şenlikleri, sultanların evlenme ve şehzadelerin sünnet düğünleri şenlikleri, donanmaları üzerine «Sûr-nâmeli Hümâyun» ve «Vilâdetnâmei Hümâyun» isimleri ile müstakil ve mufassal eserler yazılmışdır. Aşağıdaki satırları, 1759 yılında Üçüncü Sultan Mustafanm kızı Hibetullah Sultanın doğumu münâsebeti ile şâir Haşmet Efendinin yazdığı «Vilâdetnâmei Hümâyun» dan alıyoruz :

«Vaktaki donanmanın sekizinci günü geldi,

herkeste zevk ve sefadan el ve etek çeker suretleri belirdi. Nihayet esnafın, ordu sefere çıkarken tertibettikleri alaylar gibi büyük bir esnaf alayı tertibedildi. Evvelâ her bir esnafın dükkânının ziyneti ve yüz akı olan müşteri aldatıcı çırakları kırmızı şallar ve mintanlarla ortalığı kızılca kıyamete döndürüp destan levendâne, reftarı mestâne, gamze gammaz, dî-de füsunsâz, kaamet kıyamet, kıyafet âfet, donanmanın hitamı gününde Sultanahmet camii avlusunda alay tertibi için, güneşe ya doğ ya doğayım diyerek toplandılar. Gün doğdukdan sonra alay tertib ederek o servü hiramanlar saf saf durdular. Ustaları da bayramlık esvab-iarmı giymiş olarak önlerine düştü. Diba ve zerbaft'dan bayraklar açıldı, talâkatli duacılar tedarik edildi.

Her esnaf sınıfı ,bir tahtıravan üzerinde sanat ve işlerini teşhir etmişlerdi, her sınıfın sonunda bir mehter takımı bulunuyordu, bu suretle esnaf birbirlerinden ayırdolmuşlardı.

«En önde çiftçiler bulunuyordu. İçlerinde

çiftçi eline düşmüş doğana benziyen bir meh-pare civan ziraat alât ve edevatını taşıyordu Babı Hümayundan girdiler, Ortakapı önünde hürmetle eğilerek kulluklarını arzettiler. Duacılar, hünkârın ömrünün ve devletinin bereketine dua etti; pâdişâhın ihsanlarını alıp tertib üzere Bâbıhümâyundan çıkıp Alay Köşkü altından geçdiler. Oradan sadırâzam sarayına vardılar; orada Arz Odasının bakdığı meydana girdiler, yüzlerini toprağa sürüp pâdişâhın ve sadır:zamın (Koca Râgıb Paşanın) hayır dualarını ettiler. Sadırâzam tarafından hallerine münâsib top top dîbâ askılar ihsan olundu, duacılarına ve bayrakdarlarına ve sanatlarını gösterenlere deste deste bir çok ihsanlar verilerek gönülleri hoç edildi.

«Çiftçilerden sonra Ekmekçiler geliyordu. Bir araba üzerine fırın kurmuşlardı. Önünde bir fırıncı dilberi ekmeklerini teraziye koymuştu. Arkalarından kasap güruhu geliyordu. Etli canlı delikanlılarını henüz koyundan çıkmış körpe kuzu gibi önlerine katmışlar, «şevketlû padi: şahımızın koç başına kurban olalım» diyerek öküz kadar koçları altın teller ve mücevher sor-guçlariyle süsliyerek, küçük kasap çırağı çocukların da kimi kaval çalarak, kasapbaşı ağa da yirmi otuz nefer çuhadar ile haşmetli geçtiler.

«Arkalarından bakkallar geliyordu. Fıstık dudaklı, badem gözlü bakkal güzelleri, işve sa-





4696
DONANMA

tarak, ayakdaşlariyle yağlı ballı sohbet ederek omuz omuza, mükemmel ve tertipli ve teraziyle narha gelmez bahşiş ve ihsanlarını alıp geçtiler.

«Arkalarından berberlerin gümüş sineli, âyine yüzlü dilberleri kimi edilbâne ve kimi tarzı levendâne ile göğüsleri açık, kolları sıvab adâb ile geçtiler.

«Sonra okçular ve yayalar esnafının kirpikleri ok, kaşları yay, güzellik ve letafet meydanının tozkoparanları yaydan kurtulmuş ok gibi geçtiler ve kabza kabza ihsanlar aldılar, debdebe ve gösterişte taş diktiler.

«Arkalarından simkeşlerin sırma perçemli ve gümüş tenli, yasemin bedenli güzelleri:

Haddeden geçmiş nezaket yalü 'bal olmuş sana

edası hallerini vasfeden, bazularmı gümüş külçesi gibi Uşşakın gözleriyle damgalatarak geçtiler.

«Sonra meyvacılar ve çiçekçiler, arkasından kebapçılar, bunlar bitince şekercilerin tatlı dilli şakirdanı :

Almaz mısın akideyi miski bahassna

gibi etrafa tatlı tatlı latifeler ederek geçtiler.

«Arkasından kürkçüler, kaşları samur, dı-desi mahmur çırakları samur ve sincaba gömülmüş olarak geçtiler.

«Arkalarından terziler, güzellik kumaşını naz ve istiğna endazesiyle ölçerek geçtiler. Onların arkasından bir kaide kalıplı kıyafetli seyircileri alay seyrine aceleden yalın ayak, kimini de iki ayağını bir papuca sokturarak getiren kavaf civanları geçtiler.

«Onlardan sonra mumcular esnafı, cevahir bedestanı sermayedarları, Sipahipazan esnafı, yorgancıların müsellâh ve müzeyyen şehlevent-leri, Hint ve îran kıyafetleriyle Valde Hanı ve Vezir Hanı tüccarları, omuzlarında eşsiz Tûs ve Kişmir şallariyle geçtiler.

«Arkalarından mücellitler ve kâğıtçılar, Mı-sırçarşısı bezirganları, Ketenpazarı esnafı, karadan yelkenlerini açmış ve toplarım atan bir kalyon yürüterek geçtiler.

«Elhasıl esnaf alayı gün doğarken başladı, gece yarısına, saat altıya, yediye (ezani saat) varıncaya kadar devam etti; yüz kırk beş adet muhtelif esnaf geçti. Her sınıf esnafın arkasından bir saz takımı gidiyordu. O gece, herkesin işiyle güciyle uğraşması ferman buyruldu» (R. E. Koçu, Vilâdetnâmei Haşmet).

istanbul


DONANMA CEMiYET! — Sultan Abdül-azizin tahtdan indirilmesinde Osmanlı Donanmasını, Donanmâyi Hümâyunun, Deniz Kuvvetleri Gemilerinin çok büyük hissesi olmuşdu; Haliçden kalkan zırhlılar Dolmabağçe ^Sarayı önüne gelmişler ve ağır silâhları ile pâdişâha karşı mümâyişli tehdidde bulunmuşlardı. Halbuki Sultan Abdülaziz Osmanlı Donanmasının gelişmesine çok çalışmış, onun zamanında Donanmayı Hümâyun, hem gemileri hem de değerli zâbitânı ve talimli efradı ile ingiltere Donanmasından sonra Avrupanm sayılı deniz kuvvetlerinden biri olmuşdu.

Beşinci Sultan Muradın üç aylık kısa saltanatından sonra pâdişâh olan İkinci Sultan Ab-dülhâmid Donanmadan öylesine ürkmüş bulunuyordu ki, Bahriye Nazırlığına sadâkatine sonsuz güveni olan kimseleri getirmekle kalmamış, onlar vâsıtası 'ile Donanma gemilerini, Haliçde demirli, çürümeğe mahkûm bırakmışdı. Teknelerini midyalar sarmış, ocakları sönmek, kazanları paslanmış; hatta bir ara, «her ne suretle olursa olsun ocak yakılıp fayrab edilememesi için» gemilerin bacaları bile sökülmüşdü. Devrin gazetelerinde, ve bilhassa Sultan Abdülha-midi alkışlamakda öncülük eden «Resimli Malûmat» da ara sıra bir osmanlı harb gemisinin resmi yayınlanılır, resmin altına mierela : «Donanmâyi heybet makrûndan Zırhlı Mesudiye Fi-rakateyni Hümâyunu» diye bir yazı yazılır, halk bu suretle oyalanırdı.

1908 meşrûtiyeti, îkinci Sultan Abdülhami-din otuz yılı aşmış keyfi idaresinden âdeta en-kaaz hâlinde bir donanma devr almışdı. Donanmanın ihyâsı yolunda basın, bilhassa İstanbul gazeteleri halkın hamiyetine, yardımına, fedakârlığına müracaat etti, ve bunun neticesi olarak da, merkezi İstanbulda olmak üzere bir Donanma Cemiyeti kuruldu.

Cemiyetin İstanbuldaki merkez binası Babıâli Caddesinde idi; İstanbul Vilâyet Konağı önünden Cağaloğluna doğru gidilirken sol kolda büyük ve güzel dışı kagir içi ahşab bir bina idi, bu bina Cumhuriyet devrinde Türk Tayyâ-'re Cemiyetine (Türk Hava Kurumuna) verildi; bir ara İstanbul Basın Birliğine devredildi (B.: İstanbul Gazeteciler Cemiyeti; İstanbul Basın-birliği); istanbul Basınbirliği ikiye bölünüp çoğunluğu teşkil eden kısmı Gazeteciler Cemiyeti adını aldıkdan eski Eminönü Halk Evi bi-





4697

Yüklə 5,01 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin