Kahve fincanına kalbini akıtan adam Howard Schultz ve Starbucks hikayesi…



Yüklə 143,64 Kb.
tarix09.01.2019
ölçüsü143,64 Kb.
#94142

Kahve fincanına kalbini akıtan adam Howard Schultz ve Starbucks hikayesi…

Üç ortak, 1.350’şer dolar sermaye koyarak ve üstüne 5.000 dolar da bankadan borç alarak şirketi kurduklarında muhtemelen 30 yıl sonrasının perakende devlerinden birinin temelini attıklarını tahmin bile edemezlerdi. Starbucks, ‘sadece iyi kahve’ sloganıyla yola çıkmış bu üç ortağın ‘ders alınacak’ bir başarı hikayesi mi? Kesinlikle hayır! Starbucks efsanesinin ardında bu üç ortağın değil, aslında plastik mutfak gereçleri pazarlayan bir adamın, Howard Schultz’un vizyonu ve inatçılığı var. Bugün dünyanın en büyük perakende zincirlerinden biri olan Starbucks’ın ve kurucusu Howard Schultz’un hikayesi her yönüyle oldukça ilginç…

İşçi olarak girdiği fabrikanın ortağı oldu

Babasının "Kız çocuğu okumaz" düşüncesi nedeniyle birincilikle bitirdiği ilkokuldan sonra, 12 yaşında boyunun bile yetişmediği ayakkabı tezgahının başına geçerek ailesinin kısıtlı bütçesine destekte bulunan 31 yaşındaki Arzu Levent, bugün çalıştığı fabrikanın ortağı oldu. Ortaokulu dışardan bitirip Açık Lise’ye devam eden Levent, fabrikayı tek binadan 5 binaya, çalışan işçi sayısını 10’dan 70’e çıkarsa da çocukluk hayali olan ünivesitede hukuk okuyup hakim olmak istediğini söyledi.

İşsizlik nedeniyle 27 yıl önce Gaziantep’ten İzmir’e göçen yoksul bir ailenin 5’i kız, 7 çocuğundan biri olan Arzu Levent, Işıkkent İlkokulu’nu birincilikle bitirdi. En büyük isteği, adalet duygusu nedeniyle hakim olmaktı, ancak ortaokula gidemeden soluğu boyunun bile yetişmediği ayakkabı tezgahında aldı. "Kız çocuğu okumaz" diyen baba aileyi geçindirmekte zorlanınca Arzu Levent, 12 yaşında Işıkkent’te ’Şirin Bebe’ ayakkabı fabrikasının paketleme servisinde çalışmaya başladı. İlkokul öğretmeninin, aileye "Eğitim masrafları bana ait, kıymayın çocuğa çok başarılı, okutun" uyarısına rağmen babası ikna olmadı.

Bir Girişimcilik Hikâyesi: Simit Sarayı...

İstanbul’da 4 çalışanla başlayan, bugün tüm dünyada 6500 çalışanı, günlük 500 bine yakın müşterisi olan bir dünya markasına dönüşen “Simit Sarayı” Türk girişimciler için büyük bir ilham kaynağı. Peki bu fikir nasıl doğdu, nasıl bu kadar güçlü ve yaygın hale geldi? Kurucusunun ağzından sıfırdan zirveye simit sarayının öyküsü…

Mustafa Koç döneminde holding cirosu 5 katına çıktı

Mustafa Koç'un, Koç Holding'in yönetim kurulu başkanlığı görevinde bulunduğu 13 yıllık sürede, grubun varlıkları ve cirosu 5 katına çıktı.

İş dünyasının önde gelen isimlerinden Mustafa Koç, Koç Holding'in yönetim kurulu başkanlığını üstlendiği 2003 yılından bu yana birçok yeniliğe imza atarken, holdingin faaliyet gösterdiği sektörlerde etkinliğinin artmasında büyük rol oynadı. 

Koç Holding'in 2002'de 46,3 milyon lira olan konsolide net karı, Mustafa Koç'un göreve gelmesinin ardından her yıl kademeli yükselişini sürdürerek geçen yılın 9 ayında 2,2 milyar liraya çıktı.

Hayalleri olan bir gençti. Çok güvendiği projesiyle TÜBİTAK’ın yarışmasına başvurdu, dereceye bile gelemedi. Aynı projeyle Nobel’e ilk adım sayılan uluslararası yarışmada birinci seçildi. Sonra da NASA ekibine girdi… İşte geleceğin Nobelli bilim insanı adayı İlayda Şamilgil’in başarı öyküsü…

TÜBİTAK mağduru İlayda, NASA proje ekibine seçildi!

Türkiye İlayda’yı, hazırladığı fizik projesiyle TÜBİTAK yarışmasına katılan, ancak dereceye giremeyen, aynı projeyle Polonya’da 80 ülkenin binlerce projesinin arasında birinci olan lise öğrencisi olarak tanıdı.

lkokul ikinci sınıfta ailesi tarafından okuldan alındı. Hayat okulunda ona biçilen rolü kabul etmedi, ilköğretim ve lise eğitimini dışarıdan tamamladı. Her zorluğu okuma azmi ile yenen Ayşe Kılıç, hukuk fakültesini kazanarak en büyük hayallini de gerçekleştirdi…

Eğitimini dışarından tamamladı, hukuk fakültesini kazandı

Ailesi tarafından okutulmayan ve ilkokul 2'nci sınıftayken okuldan alınan 32 yaşındaki Ayşe Kılıç, ilköğretim ve lise eğitimini tamamlayıp, kendi imkanlarıyla Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı.

Gaziantep’te, ailesi tarafından okutulmayan ve ilkokul 2’nci sınıftayken okuldan alınan 32 yaşındaki Ayşe Kılıç, ilkokul ve lise eğitimini tamamlayıp, kendi imkanlarıyla Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Baskılar nedeniyle çok sevdiği okulundan 8 yaşındayken ayrılmak zorunda kalan Ayşe Kılıç, tüm baskılara rağmen ilk, orta ve liseyi dışarıdan bitirdikten sonra üniversite sınavına girdi. Kılıç, sınavda 2 yıllık Meslek Yüksel Okulu Muhasebe bölümünü kazanarak bitirdi. Hukuk Fakültesi’ni okumak isteyen Ayşe Kılıç, yeniden üniversite sınavlarına girdi. Bu kez eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazanan Ayşe Kılıç, kayıt yaptıktan sonra birinci sınıfta tekrar sınavlara girdi ve çocukluktan bu yana hayallerini kurduğunu söylediği Gaziantep Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. Kızlarını okuma azminden uzaklaştıramayan anne, baba ve 4 ağabeyi sonunda pes etti. Ayşe Kılıç, Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırırken heyecanla yüksek öğrenimine başlayacağı günü beklemeye başladı. Savcı olmayı arzu ettiğini belirten Ayşe Kılıç, şunları anlattı: "Ailem beni okuldan alınca eğitime ara verdim. Fakat daha sonra hayalimin peşinden gitmek için dışarıdan okudum. İlkokul, ortaokul ve liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavına girdim. 2 yıllık muhasebe bölümünü kazandım ve bitirdim. Ama yine vazgeçmedim ve yeniden sınava girerek Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Kaydımı yaptırdım ve artık savcılık hayalimi gerçekleştirmek için ders yılının başlamasını heyecanla bekliyorum."

“Akıl Oyunları” adlı filmde hayatı beyaz perdeye aktarılan Nobel ödüllü matematikçi John Nash, bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. İşte bir dehanın hayatından çarpıcı kesitler… 

11 Madde ile Hayatı 'Akıl Oyunları' Filmine Konu Olan Nobel Ödüllü Matematikçi John Nash

Akıl Oyunları adlı filmde hayatı beyaz perdeye aktarılan Nobel ödüllü matematikçi John Nash ve eşi Alicia, bindikleri taksinin kaza yapması sonucu hayatını kaybetti. 

John Nash 86, eşi ise 81 yaşındaydı. Polis, olayın taksinin sollama yaparken şoförün kontrolü kaybederek korkuluklara çarpması sonucu meydana geldiğini bildirdi. 

Nash 1994'te Oyun Teorisiyle Nobel Ekonomi Ödülü'nü kazanmıştı.

1. John Forbes Nash Kimdir? 

John Forbes Nash, 1928’de ABD’nin Batı Virginia eyaletinin Bluefield kentinde dünyaya geldi. Kimya ve matematik, en çok dikkatini çeken konular arasındaydı. 1945 yılında kimya mühendisi olmak hayaliyle Carnagie Mellon Üniversitesine girdi. Bir süre sonra matematiğe duyduğu ilgi ağır basınca, vektörel cebir ve görecelik kuramı üzerine dersler almaya başladı. 1948 yılında matematik dalında lisans ve lisansüstü derecelerini tamamlayarak, akademik kariyerini sürdürmek amacıyla Princeton’a geçti.

Kenya’nın Masai kabilesinden 13 yaşındaki Richard Turere buna güzel, ilham verici bir örnek.  İşte Turere’nin hikayesi:

Turere, gergedanlar, zürafalar, sığır ve aslanlarla dolu bir milli parkın yakınında yaşıyordu. Parkın güney kısmı çitlerle tam çevrili olmadığından, parktaki aslanlar kaçıp halkın tek geçim kaynağı olan büyükbaş hayvanlara saldırıp onları parçalıyordu. Bölgedeki savaşçılar aslanlarla mücadelenin tek yolunu onları öldürmekte bulmuştu.

“Bir sabah kalktım. Sahip olduğumuz tek bir boğa vardı ve bir aslan ona saldırıp onu parçalamıştı. Kendimi çok kötü hissettim.”

Richard sadece kötü hissetmekle kalmayıp bu konuda ne yapabileceğini düşünmeye başladı. 9 yaşından beri babasının büyükbaş hayvanlarını gütmek onun göreviydi. Kabilede, 6-9 yaş arasındaki çocuklara böyle bir görev veriliyordu. Öncelikle ateşle ilgili bir çözüm düşündü, çünkü aslanların ateşten korktuğunu sanıyordu, ama öyle olmadığını keşfetti. “Pes etmedim. Devam ettim.”

Bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak çok zor şartlar altında büyüdü, fakirliği iliklerine kadar yaşadı, ama 1985 yılında Forbes dergisi tarafından “dünyanın en zengin insanı” olarak seçildi! İşte köylü çocuğun “insan isterse” dedirten başarı öyküsü…

Tüketemeyenleri tüketici yapan adam SAM WALTON

Sizlere iki haftadır “tüketemeyenleri tüketici yapmak” konusu hakkında yazıyorum. Eğer yazılarımı okuduysanız, anlattıklarımın ülkemizde iş yaklaşımı konusunda yazılanlara pek benzemeyen şeyler olduğunu idrak etmişsinizdir. Herkes size marka olun, piyasanın yukarılarını hedefleyin derken ben size “en düşük gelir gruplarını hedeflemek çok güzel iş fırsatları yaratabilir” diyorum. Bu düşüncenin bugünün ülkemiz iş dünyası için sıra dışı bir düşünce olduğunun farkındayım. Ama artık bu tür farklı bakış açıları geliştirmek mecburiyetindeyiz. Zira bir iş adamı veya yönetici, ya da girişimci adayıysanız bugünün dünyasında bilmeniz gereken en önemli gerçek şudur: Sıra dışı düşünmezseniz sıradan bir şirket olursunuz. Herkesin yaptığının aynısını yapmak, herkesi aynılaştırma sonucunu getirir. Bu da fiyatların düşmesine ve kârların yok olmasına yol açar. Zaten neredeyse her sektörde durum da aynen budur. 

Wal-Mart - Walton'un Marktesi

Wal-Mart perakende zinciri, sıra dışı düşünme ve uygulama konusunda tüm dünyaya ders verecek nitelikte bir şirket. İnsanoğlunun tarihinde gelmiş geçmiş en büyük şirket olarak kabul edilen bu şirketin kurucusu Sam Walton (1918-1992). Wal-Mart, ‘Walton’un Marketi’ anlamına geliyor. Time dergisi Walton’u, yirminci yüzyılı etkileyen dünyadaki en önemli 100 kişiden biri olarak sayıyor. Gerçekten de kayınpederinden borç aldığı 20 bin dolarla sıfırdan bir iş kurup insanlık tarihinin en büyük şirketi unvanına ulaşmak sıradan bir şey değil. Üstelik bunu, bugün adına “derin iskontolu iş modeli” dediğimiz ve pek çok sektörde yaygınlaşan iş modelini icat etmek suretiyle başarmış bir kişi. O nedenle Sam Walton’un iş yaklaşımının ana hatlarını bilmek bizlere iş hayatına bakış açısından yararlı ipuçları verebilir. 

Kimdir? 


Köylü çocuk, dünyanın en zengin adamı olur... 

Bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak çok zor şartlar altında büyüdü, fakirliği iliklerine kadar yaşadı, ama 1985 yılında Forbes dergisi tarafından “dünyanın en zengin insanı” olarak seçildi! 

Walton kendi hayatını “Made in America” adlı kitapta kaleme aldı. 

Başarılı ve sıra dışı olan her insan kamuoyunda hayranlar yaratacağı gibi düşmanlar da yaratır. ABD’nin önemli başkanlarından Woodrow Wilson’un dediği gibi: “Eğer kendine yeni düşmanlar yaratmak istiyorsan, büyük bir değişimi başlatmaya kalkış”. 1918 yılında dar gelirli bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen, gençliğini Büyük Depresyon döneminde geçiren, zor şartlar altında ama başarılı bir öğrenci olarak Missouri Üniveritesi ekonomi bölümünü bitiren Sam Walton’ın şirketi Wal-Mart için de aynı şey geçerli. Bugün ABD’de Wal-Mart aleyhinde söylenmeyen negatif laf neredeyse yok. Ama buna rağmen tüketiciler Wal-Mart firmasını her yıl daha fazla tercih ediyorlar ve şirket 2008 krizinden sonraki dönemde bile en hızlı büyüyen şirketlerden biri olma özelliğini koruyor. Çok zor şartlar altında büyüyen, fakirliği iliklerine kadar yaşayan, ama 1985 yılında Forbes dergisi tarafından ‘dünyanın en zengin insanı’ olarak seçilen Walton için ne söylenirse söylensin, başarısının altında yatan yönetim anlayışının temellerini bilmek bizler için çok daha önemli. 

Başarısının kitabını yazdı

Walton’un kendi biyografisini yazmış olduğu ‘Made in America’, bence sadece perakende değil tüm iş kollarında faaliyet gösteren her seviyedeki çalışanın veya patronun okuması gereken çok önemli bir kitap. Ben bu kitabın Türkiye’de yayınlanması için bayağı uğraştım. Yakın tanıdığım bir yayınevi sahibine kendi kitabımı hediye ettim ve kitabı hızla Türkçe dilinde yayınlamasını istedim. Bir süre sonra beni aradı ve bunu yayınlamayacağını söyledi. Sebep? Wal-Mart çalışanlara adaletsiz davranıyormuş! Dedim ki “sevgili kardeşim, bırak da o konuyu Wal-Mart çalışanları düşünsün... Bize lazım olan bu kadar başarılı olan bir adamın yönetim anlayışının sırları.” Kaldı ki Sam Walton çalışanlarıyla çok paylaşıcı bir iş anlayışına sahip olan bir patron olarak bilinir. İnşallah bu yazıdan sonra birileri bu kitabı Türkçe dilinde yayınlar. 

Ayda 75 Dolar Maaş

Neyse... Walton 1940 yılında üniversiteyi bitirdiğinde JC Penny isimli perakende mağazasında ayda 75 dolar maaşla çalışmaya başlıyor. Ama çok yakında patlayacak olan 2’nci Dünya Savaşına asker olarak katılmaya karar verip istifa ediyor. Askerlikten sonra, 1943 yılında Helen Robson isimli hanımla evleniyor. Helen’in Sam’den istediği tek şey, nüfusu 10.000 kişiyi geçmeyen bir kasabada yaşamak. İşte bu seçim nedeniyle Sam, mağazalarını kırsal alanlarda ve banliyölerde açmaya karar veriyor. Tabii sonra sadece ABD’nin değil dünyanın her yerinde mağazaları oluyor.

Walton 1945 senesinde, kayınpederinden borç aldığı 20.000 dolarla Ben Franklin isimli ve adına ‘varyete mağazası’ denilen ilk bakkal dükkânını satın alıyor. İşte bu ilk bakkal dükkânını işletirken kendisini başarıya götürecek olan en önemli farklılaşma sırrını keşfediyor: Düşük Fiyatlar. Bu ısrarlı odaklanma, Wal-Mart şirketinin başarısının en önemli temelini teşkil ediyor. Zaten bu bakış açısıyla Walton perakende sektöründeki ilk büyük yeniliği geliştiriyor: Aracıları ve toptancıları es geçip doğrudan üreticilerden tedarik etmek ve böylelikle tüketiciye çok ucuza ürün satmak. Ayrıca kâr marjını düşük ve istikrarlı bir seviyede tutmaya karar verip, toplam kârı arttırmak için ciroyu büyütmesi gerektiği gerçeğini kavrıyor. Basit iktisat kuralı: Toplam Kâr= Birim kârı x Satılan toplam birim sayısı. 

Saat 4.30'da işbaşı yapardı

Walton, ilk Wal-Mart mağazasını 1962 yılında açıyor. Mağaza o kadar başarılı oluyor ki mal sahibi, mülkü kendi oğluna devredeceği bahanesiyle kira kontratını yenilemiyor. Bu da Walton için hayatın çok önemli ikinci bir dersi oluyor: Gayrimenkulün sahibi olma gerekliliği. Bunun için pilotluk lisansı alıyor, çift motorlu bir Cesna uçağı sahibi oluyor ve uçağı bizzat kendisi kullanarak yatırım yapmayı planladığı kasabaların üzerinde her fırsatta uçarak en uygun mağaza arsasını tespit etmeye çalışıyor. Walton’u başarıya götüren en önemli unsurların başında elbette çok çalışkan biri olması yatıyor. Her sabah 04:30’da kalkıp işe başlar ve çoğu kez gece yarılarına kadar çalışırmış. Zenginliğin beraberinde gelen lüks yaşam Walton’u hiçbir zaman etkilememiş. 1960’lı yıllarda, daha henüz işin başlarındayken Bentonville kentinde satın aldıkları mütevazı evde eşiyle birlikte tüm yaşamları boyunca yaşamayı tercih etmişler. 

"Her zaman düşük fiyatlar, her zaman..."

Wal Mart’ın başarısının arkasındaki en önemli unsurlardan biri ülkenin en ücra köşesine bile mağaza açması oldu. “Her zaman düşük fiyatlar, her zaman” sloganı ise en büyük kozu olmuştur. 

Wal-Mart’ı BAŞARIYA GÖTÜREN unsurlar... 

- Toptancıyı aradan çıkarttı

Wal-Mart, alışılmış perakende mağazalarından oldukça farklı olarak işe başlamış olan bir model. Amaç, olabilecek en düşük fiyata tüketicilere mal (ve hizmet) satmak. Bunun için perakendecilik statükosunda neler varsa hepsini kökünden sorgulamış ve çoğunu radikal anlamda değiştirmiş olan bir şirket. Birincisini az önce söyledim: Doğrudan üreticiden tedarik. 

- Bilgisayardan önce stok sistemi

İkinci en önemli yenilik, rafları stoklama yaklaşımları. Wal-Mart’tan önce zincir mağazalarda mallar önceden sipariş edilir, raflara dizilir ve müşterilerin bu malları satın almaları beklenirdi. Sam Walton bu sistemin maliyetlerini arttırdığını herkesten önce görüp, satış verileri üzerine bir stok sistematiği geliştirme yoluna koyuldu. Wal-Mart bilgi-işlem yatırımının en fazla olduğu perakende şirketi olarak kabul edilir. Ama bilgisayardan çok önce bile Walton mağaza satış bilgilerini manuel olarak toplar ve siparişlerini satıştan gelen bilgilere göre yenilerdi. Yani piyasaya bir şeyleri dikte etmek değil, tam tersine piyasadan öğrenmek Sam Walton’un en önemli hasletiydi. 

- Lojistiğe çok önem verirdi.

Walton, perakende işinin esasen bir lojistik işi olduğunu herkesten önce keşfeden ve bu alanda son derece odaklı araştırmalar ve yatırımlar yaptıran bir patrondu. Örneğin P&G şirketiyle birlikte çalışıp, bu şirketin ürünlerinin stoklamasına yönelik olarak yazar kasalardan gerçek zamanlı olarak P&G ürünlerinin satış bilgilerini gönderip, stok yönetimini bu bilgilere göre yapmayı daha o yıllarda düşünebiliyordu. Bugün adına ‘kategori yönetimi’ denilen bu sistematiğin de çok önemli bir öncüsüydü. Ayrıca, günümüz lojistik sektöründe olmazsa olmaz bir öge olarak kabul edilen ‘cross-docking’ lojistik sistematiğinin yaratıcısı da Wal-Mart’tı. 

- Servete rağmen mazbut hayat

Sam Walton, 1992 yılında kanserden yaşamını yitirdi. Forbes’in dünyanın en zengin adamı olarak ilan ettiği Walton, yayınlanan otobiyografisinde şunları söylüyordu: “Rakiplerimin gemi benzeri yatları var... Ama ben kendimi hiç yat alacak kadar zengin görmedim. Hayatımı hep mazbut yaşadım. Çünkü ben tüketemeyenlere satış yapıyorum, aşırı tüketenlere değil. Eğer tüketemeyenlerin dünyasından uzaklaşırsam onların ruh halini anlama becerimi kaybederim.” İşte size piyasa ve müşteri-merkezli bakış açısının nihai örneği. 

Walton’un 10 ilkesi

Çalışanını mutlu eden, hep kazanır 

Wal-Mart, 408 milyar 214 milyon dolar ciroyla geçen yıl da dünyanın en büyük şirketi olma özelliğini sürdürdü. Bu cirodan 23.95 milyar dolar vergi öncesi ve 14.33 milyar dolar vergi sonrası kâr elde etmiş olan şirketin eleman sayısı 2 milyon 100 bin. İnanılmaz bir başarı öyküsü. Bu başarının arkasında Sam Walton’un öncülüğünü yaptığı ve kendi sözleriyle anlattığı şu ilkeler yatıyor: 

1. Kendinizi işinize adayın: “Kendi noksanlıklarımın çoğunu işime âşık olmak suretiyle aştım. Sabahları işe şevkle giden birinin yapacağı işin neticesi her zaman çok daha başarılı olur.” 


2. Şirket kârını tüm çalışanlarınızla bir şekilde paylaşın: “Tüm çalışanlarınızın şirketin hissesine sahip olmalarına gayret edin... Ödül olarak hisse senedi vermeyi öncelikli düşünün.” 
3. Şirket bilgilerini çalışanlarınızla paylaşın: “Ne kadar çok bilirlerse o kadar iyi anlarlar. Ne kadar iyi anlarlarsa o kadar özen gösterirler. O zaman da onları kimse durduramaz.” 
4. Şirketinizdeki her çalışanı dinleyin, onların önerilerine kulak verin: “Müşteriye en yakın olanlar, mağaza platformunda çalışanlardır. En iyi müşteri bilgisi onlardadır.” 

Çalışana "Bravo" demek bedava!

5. Çalışanlarınızın başarılarını mutlaka takdir edin: “Maddi tatmin elbette önemlidir, ama insanlara başarıları karşısında söyleyeceğiniz birkaç övücü söz paradan çok daha kıymetlidir. Üstelik bedavadır.

6. Müşteri ihtiyaçlarındaki değişimleri yakından izleyin: “Oturduğunuz yerden şirket yönetmek çok tehlikelidir. Mağazalarınızı gezin, müşterileriniz hakkında en fazla bilgiyi edinin, müşteri bilgisi yoğunluklu bir kurum haline gelin.

7. Müşterilerinizin beklentilerinin sürekli olarak ilerisine geçin: “Eğer böyle yaparsanız bıkmadan usanmadan size geleceklerdir. Ne istiyorlarsa onlara verin. Hatta biraz daha fazlasını verin.

8. Maliyetlerinizi tüm rekabetten daha iyi kontrol edin: “Bu sizin en önemli rekabet üstünlüğünüz olabilir. Biz 20 yıl arka arkaya ‘maliyet/satış’ oranının düşüklüğü konusunda ülke birincisi olduk.

9. Tutumlu olun: “Şirketinizin içine tutum kültürünü mutlaka yerleştirin.

10. Akıntının tersi yönde yüzün: “Herkes Mersin’e gidiyorsa siz tersine gidebilmeyi düşünün. Geleneksel bakış açılarını boş verin. Sıra dışı düşünün, sıra dışı davranın.

“Başarı, sıra dışı düşünenlerin ve insanlara insan gibi davranmayı bilenlerin hakkıdır”

Yaşar Kemal: Çeltik tarlalarından yazı ustalığına

Irgat kâtipliği, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, kütüphane memurluğu, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük…

Osmaniye'nin bir köyünde 1923'te (nüfus kaydına göre 1926) dünyaya gelen Kemal Sadık Gökçeli, ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra bu tür işlerde çalışmaya başlamıştı.

Daha o zamandan şiirler kaleme alıyordu.

O şiirler, Gökçeli'nin hayatını yönlendirecek, onu yazarlığa ve 'Yaşar Kemal' olmaya sürükleyecekti.

Lady Gaga

“Ailemi terk ettim. Bulabildiğim en ucuz apartmanı kiraladım. Birileri beni dinlemeye başlayana kadar b*ktan başka bir şey yemedim.” Bu söz şuan Lady Gaga olarak tanıdığımız yıldızın hayatinin sanat okulunu bırakıp müzik kariyerinin pesine düştüğü bölümünü çok iyi özetliyor.

Amber Riley

Glee’den tanıdığımız yıldız American Idol tarafından geri çevrilmekten çok mutlu olduğunu açıkladı. “Eğer geri çevrilmeseydim ne kendimi zorlamaya çalışırdım ne de kapasitemin sınırlarına ulaşabilirdim” diyen yıldız diziyi bırakın Beyaz Saray’da bile şarkı söyledi. Her şeyin onun için iyi gittiğini söyleyebiliriz.

Simon Cowell

Simon Cowell denen adamın 29 yaşına kadar ailesiyle yaşadığını biliyor muydunuz? Bu ona bir engel olmamış olacak ki 2002’de kurduğu plak şirketi Syco Music bir kaç başarılı ‘transferle’ şuan olması gereken yerde – Columbia Records ve Sony BMG ‘nin bir parçası şuan.

Shia LeBeouf

Babası hiç bir düzenli işte çalışamayan bir Vietnam gazisi annesi ise bir sanatçı. Zaten bu ikilinin birlikteliği de pek uzun sürmemiş parasal sıkıntılardan dolayı yollarını ayırmışlar. Başarı hikayesine sarı sayfalardan bulduğu bir ilanı arayıp olmayan menajerinin taklidini yaparak, kendinden üçüncü tekil şahıs yoluyla bahseden LeBeouf şuan büyük bir yıldız.

Mark Wahlberg

Jennifer Aniston, Leonardo DiCaprio ve Alec Baldwin gibi oyuncularla aynı filmlerde gözükmeye başlamadan önce Mark sokakta hayatta kalma savaşı veriyordu. Hırsızlık yapan ve uyuşturucu satan oyuncu en dibi cinayete teşebbüsten 45 gün hapis yatınca gördü ama bunların hiçbiri onu yıldırmadı.

Harrison Ford

İlk filmi ‘Dead Heat on a Marry-Go-Round’ çekimlerinin hemen ardından stüdyo sorumlusunun “Sende ışık yok çocuk.. Sende yok.. Şimdi çık dışarı” sözleriyle karşılaşan Harrison Ford herhalde Indiana Jones olurken bunu pek kafaya takmamış.

Oprah Winfrey

Oprah bir televizyon kanalı tarafından televizyon için uygun olan ölçülerin üzerinde olduğu gerekçesiyle sunuculuk işinden atılmış. Bugün Oprah istese o kanalı satın alıp kendi oyun bahçesi yapabilir.

Marilyn Monroe

Seks sembolü olmadan önce Marilyn Monroe’ye bir modellik ajansı görevlisi şöyle demiş; “Sekreterlik öğrensen iyi olur yada git evlen.”

Elvis Presley

Şuan dünyada kendini tanımayan insanın olmadığını düşünsek de 1954’de Elvis Presley bir hiç kimseydi. Grand Ole Opry’deki ilk performansının ardından işten atılan Elvis’e mekanın menajeri kamyon sürmeye geri dönmesini tavsiye etmişti.

Hillary Scott

Hillary iki kere Amaerican Idol seçmelerine katıldı, ikisinde de geri çevrildi. “Jürilerin önüne hiç çıkamadım. Prodüksiyon asistanları ve stajyerlerinin önünde söyledim şarkımı ama olmadı.” diyen şarkıcı aldığı Grammy’lerle onu geri çevirenlere gününü göstermiştir herhalde.

Walt Disney

Disney adını duymadan çocuk olmuş olanımız var mı? Disney şuan milyon dolarlık yapımlar ve eğlence parklarıyla bir endüstri devi ama Walt Disney bile zor günlerden buraya geldi. Çizerlik yaptığı bir gazeteden yeteri kadar yaratıcı olmadığı ve hiç iyi fikirlerle gelmediği gerekçesiyle atılmıştı.

Nicole Scherzinger

Seksi yıldız Pussycat Dolls’a katılmadan önce danseden bir diş fırçasını canlandıracağı bir diş macunu reklamı seçmesinde reddedilmiş. Onu reddeden şahsı gönülden kutluyoruz.

Mark Zuckerberg

Okulu bırakan en milyoner insanlardan biri de Mark Zuckerberg. Harvard’da öğrencilerin birbirinin çekiciliğini karşılaştırdığı FaceMash sitesiyle başlayan macera dünyanın en büyük networkü olan Facebook’a kadar gitti.

Oliver Stone

Ünlü yönetmen Yale Üniversitesini bıraktı, kitabı yayıncılar tarafından reddedildi ve Vietnam’a İngilizce öğretmenliği yapmak iç’in atandı ve hatta Amerikan ordusuna alındı. Sonrada gitti ve birçok Oscar’lı savaş filmi yaptı.

Michael Jordan

Üniversitenin ilk senesinde basketbolu deneyen efsanevi oyuncu o zamanlar kısaydı ve takıma giremedi. Bir kaç senelik çok sıkı çalışmanın ve 10 santim daha uzamanın sonunda NBA yıldızı olma yoluna çoktan girmişti bile. Kariyerinin sonunda ise gelmiş geçmiş en iyi basketbol oyuncusu ünvanını taşıyor olacaktı.

Jerry Seinfield

Jerry bir komedi kulübünde sahneye ilk kez çıktı, dona kaldı ve yuhalandı. Sonraki akşam geri gitti bütün setini bitirdi ve seyirciyi kahkahaya boğdu. Sonrasında ise 200 milyon dolarlık anlaşmalarla kendi TV şovu Seinfield’ı yapmaya başladı.

Colbie Caillat

American Idol’a katılıp geri çevrilen sonrasında da Grammy alan yıldızlardan biri de Colbie. Zaten oda bu durumdan mutlu; “Hazır değildim, Utangaçtım, Heyecanlıydım. En iyisi değildim. Bu yüzden beni seçmedikleri için mutluyum”.

The Beatles

Tartışmasız dünyanın en başarılı müzik grubu olan the Beatles bile bir plak şirketi tarafından reddedilmişti. “Tarzınızı sevmedik ve gitar müziğinin pek de geleceği yok” diyen yapımcılar grubun sonraki başarısını gördükten sonra her gün kan ağlıyorlardır büyük ihtimalle.

J.K. Rowling

Bütün dünyanın okuduğu Harry Potter serisinin yazarı düzinelerce yayıncı kuruluş tarafından geri çevrildi. Şimdi hepsi çok üzülüyordur.

50 Cent

50 Cent’de hayata kaymaklı yerinden başlamayanlardan, daha 12 yaşında uyuşturucu satmaya başlayan ve 9 kurşunla vurulmasına rağmen hayatta kalan yıldızın geri dönüşü mükemmel oldu. Şuan o dünyanın en çok kazanan rapçilerinden bir tanesi.



Richard Branson

Şuan yaklaşık 4.2 milyar dolar serveti olan birinin 16 yaşında okuldan kötü akademik performansı ve disleksisi nedeniyle okuldan atıldığını kim tahmin edebilirdi ki? Daha gençlik yıllarında ‘Student’ adlı bir dergiyle iş hayatına giren Branson hiç arkasına bakmadan ilerledi ve Virgin imparatorluğunu kurdu.

Jim Carrey

Jim Carrey’de genç yaşta okulu bırakanlar kervanından. 16 yaşında okulu bırakıp komedi kariyerinin peşine düşen ünlü komedyen Living Colour’daki rolüyle parayı vurana dek çok yol kat etti.

 Katty Perry

Katty Perry bir gecede yıldız olmadı. 15 yaşında ilahi-rock yaptığı ilk albümüyle müzik piyasasına adım atan yıldız Hristiyan müzik piyasasında tutunamadı ve 2001’de plak şirketi ona çıkışı gösterdi. 17 yaşında Los Angeles’a taşınan yıldız iki plak şirketinden daha aynı tepkiyi aldı. Kendi şarkılarını kaydetmeye başlayan güzel şarkıcı ‘Yeni Kelly Clarkson’ olmayı reddetti ve her zaman ‘İlk Katty Perry’ olmaya çalıştı. Hikayeden çıkarılacak ders – Başkası değil kendiniz olun.

Steven Spielberg

Spielberg tam tamına üç kere bir film okulu tarafından reddedildi. Sonra girdiği başka bir okuldan da yönetmen olmak için ayrıldı. 30 sene ara verdiği okuluna ise geri dönüp diplomasını almayı unutmadı.

Jay-Z

Asil adi Shawn Carter olan unlu rapçi hayata adete bir sıfır yenik başlamış. Brooklyn’de sosyal konutlar da yaşamına başlayan yıldız, 11 yaşında uyuşturucu satmaya başlar. Bir sene sonra ise yüzüğünü çalan uyuşturucu bağımlısı kardeşini vurur. “Hayatım bitti sandım. Sonsuza dek hapishanede kalacağım dedim kendime” diyen rapçi ise şuan Hip-Hop dünyasının en çok kazananlarından biri.



Ömrünü bilime adayarak engelini aştı

Ordinaryüs Prof. Dr. Onur Güntürkün, çocuk felci nedeniyle henüz 4 yaşındayken tekerlekli sandalyeye mahkûm olan bir isim. Türkiye’de lise eğitimini tamamlayarak Almanya’ya giden Güntürkün, 35 yaşında profesör, 39 yaşında ise ordinaryüs profesör olmuş. Bugün 55 yaşında olan bilim adamı, Almanya’da Bochum Ruhr Üniversitesi, Biopsikoloji Kürsüsü Başkanı. Hiçbir zaman zorluklara teslim olmadığını, hayatın zorluklarını bilim aşkıyla ve araştırma heyecanıyla yendiğini belirten Güntürkün, beynin iki yarısının farklı çalıştığını kanıtlayıp, Almanya’nın en büyük tıp ödülünün de sahibi olmuş. Şimdilerde gece gündüz demeden bilim yolunda hızla ilerlemeye devam ediyor ve 11 asistanıyla birlikte bilgisayar ortamında yapay beyinler üreterek, çalışmalarını sürdürüyor.

“Gelecek sizin. Bilin ki hayatınızı siz belirleyeceksiniz. Başkaları değil, siz kendi hayatınızı yaşıyorsunuz. Başarılarınız da, yenilgileriniz de sizin eseriniz. Bunun bilincinde yaşayın.”

En büyük hayalini azmiyle gerçekleştirdi

Down sendromlu 21 yaşındaki Deniz Ayçe Karagöz, kendisi gibi özel durumdaki akranlarına umudun, azmin ve mücadelenin sonunda, mutlaka başarı olduğunu gösteriyor… İzmir Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği son sınıf öğrencisi olan Karagöz, Almanca ve İngilizceyi ana dili gibi konuşuyor, aynı zamanda birçok dans türü ile ilgileniyor. Başarısını, sevgi dolu bir ailede büyümeye borçlu olduğunu söylüyor. Eğitim hayatında karşılaştığı zorluklar nedeniyle yılmadığını dile getiren Karagöz, en büyük hayalini, üniversiteyi burslu kazanarak gerçekleştirmiş. Sıradaki hayali ise yüksek lisans yapmak, Rusça, Fransızca ve İtalyanca öğrenmek. Deniz Ayçe Karagöz, aynı zamanda Ulusal Down Sendromlular Derneği Gençlik Komitesi Başkanı olarak görev yapıyor.

Başarmak için hayata pozitif bakmayı ve sorunları büyütmemeyi öğrendim.”

Hayata dişleriyle tutunarak üç üniversite bitirdi ve iki kitap yazdı

Doğumundan sonra yaşadığı bir talihsizlik sonucu ellerini ve ayaklarını kullanamaz hale gelen Mustafa Oğuz Mucurluoğlu, dişlerinin arasına sıkıştırdığı kalemle yazdığı kitaplarıyla hem okurlarının hem de edebiyat dünyasının önemli isimlerinin övgüsünü kazanıyor. El ve ayaklarının yerine geçen dişleriyle, üç üniversite bitirmeyi ve bununla da yetinmeyerek iki kitap yazmayı başarmış. Dördüncü üniversitesine ise kayıt yaptıran, bir taraftan İngilizce kursuna giden ve kendisi gibi engelli kimselerin sesi olabilmek için siyasete atılan Mucurluoğlu, hayranlık uyandıran bir başarı sergiliyor. Yazdığı iki kitabın ardından şimdilerde yeni kitabı üzerine çalışıyor ve çok başarılı bir yazar olmayı hedefliyor. Özgüveni ve engel tanımayan yaşantısıyla birçok engelliye örnek teşkil eden Mucurluoğlu, engeli olanlara ise güvensizliğe kapılmamaları ve evlerine kapanmamalarını tavsiye ederek, öncelikle kendilerine bir hedef belirlemeleri gerektiğini vurguluyor. 

“Hayat bir nehirdir. Ona karşı kulaç atmak ya da dala tutunmak yerine kendimi bırakır, o sürüklenme sırasında kendim için en doğru kararı vermeye çalışırım.”

Spor aşkı uğruna tek vücut oldular

38 yaşındaki Murat Sevgin masa tenisi sporcusu, 35 yaşında olan Nusret Açık ise atletizm sporcusu… Murat’ın bacağında problem var, Nusret’in ise gözleri görmüyor. Tek başlarına antrenmana gitmekte zorlanan bu iki genç el ele vererek bu durumun üstesinden gelmeyi başarmış. Bir bacağında katlama sorunu olan Murat Sevgin, her gün bisikleti ile görme engelli arkadaşı Nusret Açık’ı evinden almaya gidiyor. Nusret bisikletin arka selesine oturuyor ve pedal çeviriyor. Murat ise gidonu kullanıyor. Biri yola bakarak, diğeri pedal çevirerek her gün antrenmana gidebilmek için 16 kilometre yol kat ediyorlar. Birbirlerini tamamlamayı başaran bu iki sporcunun hedefi, Türkiye şampiyonluğu. Dilekleri ise tüm engellilerin kapalı kapılar ardından kurtulması.

“İçimizdeki spor sevgisi, engelleri aşmamız konusunda bizi teşvik ediyor.”

İran'lı kadın matematikçi Meryem mirzakhani matematiğin Nobel'i olarak adlandırılan Fields madalyası ödülüne layık görüldü. İşin ilginç yanı ise ortaokul öğretmeni tarafından matematiğe karşı yeteneği olmadığına kanaat getirilmesiydi. İşte Meryem Mirzakhani'nin ilginç başarı öyküsü...

'Matematiğe yeteneksiz' denilen bir kadının 'Matemetik Nobeli'ne gidiş öyküsü

İranlı matematikçi Meryem Mirzakhani, matematiğin Nobel’i diye de anılan Fields Madalyasını kazanan ilk kadın oldu. Mirzakhani aynı zamanda 1936’dan beri dört yılda bir verilen bu ödülü kazanan ilk İranlı da olmayı başardı. İşte ünlü matemetikçi Meryem Mirzakhani’nin 5harfliler.com’dan Arkadaş Özakın tarafından derlenen yaşam öyküsü:

Mirzakhani, küçükken matematikçi olmayı düşünmüyormuş hiç. Kitap okumayı, kendi kendine hikayeler uydurmayı seviyormuş, ve televizyonda ünlü kadınların hayatlarına dair belgeseller seyredip, bir gün büyük bir yazar olma hayali kuruyormuş. Ailesi ise ünü, başarıyı pek dert etmiyormuş ama anlamlı ve kendisini tatmin edecek bir mesleği olmasını diliyormuş. “Çok iyi bir ortamda büyüdüm,” diyor Mirzakhani.

İlkokulu İran-Irak savaşının hemen sonrasında bitirmiş, ve üstün yetenekli kız öğrencileri yetiştirmek için kurulmuş Ferzanegan Ortaokuluna başlamış. Okulun ilk haftasında, kendisi gibi bir kitap kurdu olan Rüya Beheşti ile tanışmışlar, ve iki kafadar, kısa süre içinde etraftaki kitapçıları ziyarete başlamışlar. Satın almadan önce kitapları karıştırmak yasak olduğu için de zaman içinde birçok rastgele kitap alıp okumuşlar birlikte. Bugün hala yakın arkadaşlar; Beheşti de bir matematikçi.

Orta birinci sınıftaki matematik öğretmeni, Mirzakhani’nin matematiğe karşı pek yeteneği olmadığına kanaat getirmiş. “O yaşta başkalarının hakkınızda ne düşündüğü çok belirleyici oluyor”, diyor Mirzakhani. Öğretmeninin tavrı özgüvenini kötü etkilemiş, ve matematiğe ilgisini kaybetmiş o yıl. İkinci sınıftaki öğretmeni ise tersine, kendisini çok teşvik etmiş, ve Beheşti’nin dediğine göre o andan itibaren Mirzakhani okulda bir yıldız haline gelmiş.
 
Lisedeyken Beheşti ile birlikte Uluslararası Matematik Olimpiyatları’ndan haberdar olmuşlar, ve lise müdürüne gidip İran milli takım seçmelerine hazırlanmak istediklerini söylemişler. Müdür, daha önce takıma girmiş bir tane bile kız öğrenci olmamasına rağmen arkalarında durmuş, ve “Kimse yapmadıysa da ilk siz yaparsınız, ne var?” demiş. “Güçlü bir karakterdi müdürümüz”, diyor Mirzakhani, “ve bu tavrının hayatım üzerinde büyük etkisi oldu.” İkisi de elemeleri geçmiş, ve olimpiyatlarda İran’ı temsil etmişler. Mirzakhani iki yıl üst üste katılmış yarışmaya; ilk yıl altın madalya almış, ikinci yıl ise daha da büyük bir başarı gösterip tüm soruları hatasız çözmüş. 

Matematikte başarı garip bir şey; yarışmalarda derece elde etmekle başarılı bir araştırmacı olmak arasında çok bağlantı olmayabiliyor. Bazı cin fikirler kullanarak çözülebilsin diye tasarlanmış sınav sorularıyla boğuşmak bir şey, cevabı olup olmadığı bile belli olmayan araştırma sorularıyla yıllarca azimle uğraşmak, önündeki matematiksel yapılara bakıp kimsenin görmediği bağlantılar görmek, kendi çizdiğin yollara düşüp, belirsizliklere rağmen dirayetle devam edebilmek, bambaşka bir şey. Mirzakhani, üniversiteyi Tahran’da okuduktan sonra doktora için ABD’deki Harvard Üniversitesine gitmiş. Doktora danışmanı (ve kendisi de bir Fields Madalyası sahibi olan) Curtis McMullen, eski öğrencisinin tam da bu açılardan çok güçlü bir araştırmacı olduğunu, teknik becerilerinin yanında “gözüpek bir hayalgücü”ne ve kendi vizyonunu oluşturma becerisine sahip olduğunu söylüyor. Mirzakhani’nin araştırmalarını takip eden başkaları da, yıllarca ilerleme kaydedilememiş problemleri, birbirinden uzak alanlar arasında beklenmedik bağlantılar kurarak çözme becerisinden hayranlıkla bahsediyorlar.

Mirzakhani, uğraştığı problemler üzerine düşünürken ufak taslaklar çiziktirmeyi seviyormuş. Kocası, evde saatlerce yerde oturup kocaman kağıtlara birbirine benzer görünen şeyler çizerek araştırma yaptığını söylüyor. Üç yaşındaki kızı ise annesini elinde kalemle görünce, “Annem yine resim yapıyor!” diyormuş. “Belki de ressam olduğumu düşünüyordur”, diyor Mirzakhani.

Fields Madalyası, sadece 40 yaşından genç araştırmacılara veriliyor ve bu da o yaşlarda çocuk büyütmek için kariyerlerine ara veren kadınlar için büyük bir dezavantaj teşkil ediyor. Ama buna rağmen, önümüzdeki yıllarda daha birçok kadının bu ödülü kazanacağını düşünüyor Mirzakhani. Kendi kariyeri için ise büyük planları ve hayalleri var. Şimdiye kadar yaptığı çalışmaların açtığı yolda karşısına çıkan çok daha zorlu problemlerle uğraşmak istiyor. Kolayca sonuca ulaşabileceğini bildiği konular üzerinde çalışmaktansa, uzun süre uğraşmayı, derin düşünmeyi gerektiren problemleri tercih ettiğini, örneğin on yıldan fazla süredir üzerinde düşündüğü ama hala pek ilerleme kaydedemediği problemler olduğunu söylüyor, ve ekliyor: “Kolay yılan biri değilim.”

 

İlkokul mezunu Gülfer Kızılçay, KOSGEB'ten aldığı 27 bin lirası hibe, 16 bin lirası geri ödemeli olmak üzere toplam 43 bin lira krediyle kendi işinin patronu oldu.



Saman Saplarını Dövize Çevirip Sıfırdan Patronluğa Yükseldi!

Saman saplarından Avrupa'da kullanılan Noel çelenkleri ve kuru çiçek imalatı yaptığı atölyesinde dört işçi çalıştıran 44 yaşındaki Kızılçay, samandan döviz kazandırıyor. Eşme'nin kırsal köyü Dereli'de 12 yaşında babasız kalan genç kadın tarlada öküzlerle çift süren Gülfer Kızılçay, evlendikten sonra yerleştiği Manisa'nın Alaşehir ilçesindeki atölyesinde, eşi ve işçileriyle samandan ürettiği Noel ve cenaze çelenklerinin iskeletlerini imalatını yaparken bulduk. Son parti çelenkleri hazırlarken heyecanlı olduğunu belirten Kızılçay, Noel'in yaklaşmasıyla işlerinin hayli arttığını ve aralıksız çalıştığını söyledi. Yoksulluğun, yokluğun her türlüsünü yaşadığını anlatan Gülfer Kızılçay, "Ailemin desteğini aldım. Hani, 'iki gönül bir olunca samanlık seyran olurmuş' diye söz vardır. Gönülden destek verenler çok olunca insan ekmeğini herşeyden çıkarıyor" dedi. KOSGEB'in Türkiye için büyük şans olduğunu kaydeden Kızılçay, Yeni Asır'ın sorularını yanıtladı.

İnternetten Yazıştık

- Bu işe nasıl başladınız? 

15 yıl çalıştığım çiçekçi firması, kuru çiçek ihracatı yapıyordu. Hep hayali vardı ve fırsat arıyordum. Gurbetçi bir hemşerimizden Alman firmalarının Noel çelengi talebinin yüksek olduğunu öğrendim. Biz de kuru çiçek ihracatı yapan firmaya bu çelenkleri yapıyorduk. Bu işi çok iyi öğrenmiştim, ancak bu iş bir süre durdu. Gurbetçi arkadaşımın bu konudaki sözleri aklımdan hiç çıkmamıştı. 

- Şans yolunu kendiniz mi açtınız?

Firmaya çelenkleri yapmayı istiyordum ve bağlantı kurdum ama param yoktu. Oğlum Onur, öğrenimi dış ticaret üzerine yapıyordu. Konuyu anlattım. "İnternetten Almanya'daki firmayla yazıştık. Girişimci kadınların KOSGEB'ten nasıl kredi aldığını da öğrendim. 2010'da Alaşehir Ticaret ve Sanayi Odası'nın KOSGEB ile ortaklaşa açtığı kurslara katıldım. Noel ve cenaze çelenkleriyle ilgili projemi KOSGEB'e sundum. Mülakatlarda ortaya koyduğum somut örneklerle de kursu başarıyla bitirdim. Kredi almayı hak kazandım. Aldığım krediyle iki makineyi Almanya'dan getirterek bu atölyede imalata başladım."

- KOSGEB'ten alınan krediyle en az 2 işçi çalıştırma zorunluluğu var. Siz kaç işçi çalıştırıyorsunuz?

İşimiz sezonluk. Nisan - Kasım ayları arası. 2010'da Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı'ndan (KOSGEB) aldığımız krediyle kendi işimizi kurduk. Önce 27 bin lira hibe krediyi kullandık, 70 bin liralık faizli krediden sadece 16 bin lirasını bu işe yatırdım. Eşim Duran, sınıf öğretmeni kızım Duygu ve şuan Muğla'da çalışan oğlum Onur okul haricinde bize destek vererek çalışmalara başladık. Yaz sezonunda 4 işçi arkadaşımı vardiyalı çalıştırıyorum.  

- 2 Yıldır atölyeniz çalışıyor, yıllık üretim kapasiteniz ne kadar ?

Günde 800-1200 adet çelenk üretiyoruz. Hedefimiz daha büyük tabii.. Almanya'ya talepçi firma aracılığıyla gönderiyoruz. Bazen direrkt biz de gönderiyoruz. 30-75 cm çapına kadar çelenk üretiyoruz. Çelenkler 30 ile 70 kuruş arasında satılıyor. 

4 Makine Almalıyız

- Çelenkleri buradan çıplak gönderiyorsunuz oysa süslenmiş olarak göndererek daha kazançlı olmaz mı? Hedefiniz ne?

Bu yıl birkaç Alman firmasıyla daha görüştük. 200 bin çelenk yapmayı istiyoruz. 4 makine alırsak bütün siparişleri yetiştiririz. Biz çelenkleri çıplak gönderiyoruz, orada süsleniyor. Elbette bizde burada süslenmesini istiyoruz Almanlar da buradan süslenmisini istiyor. Motif istiyorlar. Biz de daha fazla büyümek istiyoruz. Ama borçlanmak istemediğim için ayağımızı yorgana göre uzatıyoruz, önce aldığım kredimi ödeyeceğim sonra Önümüzdeki yıllarda yeni kredi kullanıp, işleri daha da büyütebilirim. 

Sırada Fidancılık Var

Çelenkteki büyüme yanında fidancılık çalışmamız da var. Başbakanımız Erdoğan'a ladin fidanı yetiştirmek istediğimi söyledim. Bu talebim, Başbakan tarafından Bilim, Sanayi ve Teknoloji BakanıNihat Ergün'e iletildi. Konuyla yakından ilgilenen Ergün, girişimci kredileriyle ilgili gerekenin yapılması talimatını Orman ve Su işleri Bakanlığı'na da bildireceğini söyledi.

Gülfer Kızılçay kimdir?

Uşak'ın Eşme ilçesine bağlı Dereli köyünde dünyaya geldi. 12 yaşında babasız kalıp erkek kardeşleri de yatılı okula gidince ailenin sorumluluğunu üstlendi. 22 yaşında komşu köy olan Yelen'e gelin gitti. Sonrasında eşiyle birlikte Alaşehir'e yerleşti. İki çocuk annesi.

Erbakan Malkoç. 11 çocuklu bir ailenin üyesi. İlkokul çağında anne ve babasını kaybedip yetim kalınca soluğu istanbul'da alıyor. İşte otomotil tasarımında dünya çapında bir üne kavuşan Malkoç'un başarı hikayesi...

 

Açılmayan kanatların büyüklüğünü kimse bilemez

Ardahan’ın Dengeli Köyü’nde doğmuş Erbakan Malkoç. 11 çocuklu çiftçi bir ailenin ferdi. İlkokul ikinci sınıftan dörde geçmiş ancak maddi imkânsızlıktan okuyamamış. Eksi 40 derecede tezek yakıp ısındıkları, camı çerçevesi olmayan bir okulda okumuş.

“O zamanlar köyde araba yoktu. Babam çarşıya götürünce otomobilleri görürdüm. Uzay mekiği ya da cin görmüş gibi büyülenirdim. ‘Bunlar nasıl birbirlerine çarpmadan gidiyorlar?’ diye şaşırırdım. Köy çocuğuyum, nereden bileyim. Çocukken bırakın bir arabanın hayalini, lastik ayakkabının hayalini kuramıyordum” diye anlatıyor o günleri. Çocukken hiç oyuncağı da olmamış Malkoç’un ama şimdi o, kurduğu Dizayn Vip markasıyla dünyanın en iyi otomobil tasarımcılarından biri. Dünyanın önemli iş adamlarına, sporcularına, birçok ünlü sanatçıya otomobil, helikopter, yat tasarlamış. Geçen yıl Avrupa’nın en iyi otomobil tasarımcısı ödülünü alan Malkoç, ‘2014 Avrupa Rekabet Kalite Ödülü’nün de sahibi. Türkiye’yi dünyaya tanıtan Erbakan Malkoç’un sıra dışı hikâyesini kendi ağzından dinledik.

 

AYAKKABISI ESKİSİN DE BANA VERSİN

İlkokulu bitirdiğim dönem annemi, babamı kaybettim. Yetim kalınca İstanbul’a abimin yanına geldim. Abim “Ne yapmak istersin?” diye sorunca “Çırak olacağım” dedim. Böylece hayranı olduğum otomobillere dokunma şansını elde edecektim. Her türlü zorluğu, yokluğu çektim. Yol param bile olmazdı. Ne öğle ne akşam yemeği; biri verirse yerdim. Her yerde parasız çalıştım. Ustalarımın ayakkabılarına bakardım eskisin de bana versinler diye. O dönemde işyerlerinde sigorta da yoktu, yemek de. Bir evde beş altı kişi aynı odada kalırdık. Bunları ajitasyon olsun diye anlatmıyorum. Ülkemizde “Ben hiçbir şey yapamam, hiçbir şey olamam” diyen çok genç var; hayatım onlara örnek olsun. Bir kişi dünyayı değiştirebilir, o yüzden bir kişiye dokunabilirsem ne mutlu bana. Üniversitede okuyan gençler ilkokul mezunu olan bana bakıp da neler yapabileceklerinin hayalini kursunlar. Avrupa’ya ilk gittiğim dönemlerde fuarların kapısından geri döndürülürdüm. Türk olduğumu öğrendiklerinde “Arabaları taklit edersiniz, çalarsınız” derlerdi. Bugün o fuarlarda “Erbakan Malkoç, gel de tasarımlarını dünyaya göster” diyorlar. Cenevre’ye gidiyorum, dünyanın en iyi otomobil üreticilerinin CEO’ları peşimde dolaşıyor. Amerika’ya gidiyorum “Mr. Erbakan” diyorlar; “Burada da mı tanınıyorum” diyorum. Muhteşem bir duygu. Hâlâ işimin başındayım, hâlâ işimin ustası benim.  Tasarımdan imalatın bitimine kadar her safhasında varım. Ben patron değil, liderim. Ekibimi peşime takar, götürürüm. Onlara tepeden kamçı atmam, kamçı atan patrondur. Önden çeken liderdir. Onlarca çalışanım “Usta” der bana. 



USTALARIMDAN ÇOK DAYAK YEDİM

9 yaşında çıraklığa başladım. Ustalarım beni zamanında iyi haşladılar. İnanılmaz dayak yerdim. Sıfır bir arabayı matkapla çizince kovuldum. “Çık, git” dediler. Hatta arkamdan kola şişesi fırlattılar. Yine de yanlarına gidip “Geçmiş ve gelecek haklarınızı helal ediyor musunuz?” dedim. Onlar benim ustam. İş öğrettiler bana. Ben de çok haşarıydım. Yapılan işlerin standardını beğenmez, mucitlik yapmaya çalışırdım. Onlar da “Senin üzerine vazife mi?” deyip döverlerdi. Benim için Vefa bir semt ismi değildir. Vefasız insan kuru bir ağaca benzer. Ondan sadece ateş olur, alev olur. Ustalarımdan ne kadar dayak yediysem de onlara bir vefa borcum vardı. Ustalarım başımın tacıdır, ne zaman görsem ellerini öperim. Severlerdi beni ama asiliklerim ve fark yaratma isteğim ustalarımı rahatsız ederdi. Bir ürün yapılınca beklemeden yenisini yapmaya çalışırdım. “Bir dur da satıp para kazanalım, sonra yaparız” derlerdi, dinlemezdim. Şimdi bile aynıyım. İmalatımda onlarca araba var. Yeni bir tasarım kafamdan geçerse “Durun, bunu uygulayın” derim. 



ASİL AT KENDİNE KAMÇI VURDURTMAZ

Bende asi bir ruh vardı. Fark yaratmanın peşine düşen biriydim. Standart hiçbir iş memnun etmezdi beni. Benim için iyi yok, hep daha iyi vardır. Birileri iyi yapıyorsa siz daha iyisini yapmak zorundasınız. Babam çiftçiydi ama işini iyi yapardı. Çiftçilik malzemelerinin hepsinin yerleri belliydi, elinizi atsanız bulurdunuz. Babam, “Hayatın boyunca birinci sermayen itibarın, ikinci sermayen de dostun olsun” derdi. Kovulunca abimle kendi atölyemizi açtık. 92 yılından bu yana da kendi işimi yapıyorum. Bugüne kadar hiçbir müşterim gelip de “Zamanında teslim etmedin, verdiğin sözü tutmadın” diyemez. Bana iş, aş veriyorsa bunun karşılığında işimi iyi yapmam gerekir. Babam “Asil at kendine kamçı vurdurtmaz” derdi. Bir karda yürüyüp iz bırakan, bir de o izleri takip eden vardır. Ben hep iz bıraktım. O dönemde üretilen otomobillerde aksesuar yoktu. Eksiklikleri görünce farklı işler yapmak istedim. Arabanın camı elle açılırdı. “Bunun bir sistemi olması lazım” diye düşünüp otomatik cam yapmak için kolları sıvardım. Silecek motoruyla otomatik cam yapmıştım. Cıvalı alarmlar yapardım. Kendi atölyemi açtıktan sonra farklı işler yapabildim. Her geçen gün müşterim arttı. Standart şekilde üretilen bir otomobil üzerinde yaptığım değişik üretimlerden sonra iki otomobilin arasında gündüzle gece kadar fark olur. Başladığım günden bu yana fabrikanın ürettiği hiçbir ürüne değer vermedim. Hep olanın üzerine koydum. 



SALAMI SUCUĞU NEREDEN BİLEYİM!

Yeni gelmişim köyden. Kulakları çınlasın, Cengiz abim vardı. Bir gün bana sandviç yaptırmış; “Al oğlum ye” dedi. Öyle bir sevindim ki ilk defa karnıma güzel bir şey girecek. Bir ısırdım, Allah’ım hayatımda hiç bilmediğim bir tat. “Bunun içinde ne var acaba?” diyorum. Bir lokma daha ısırıp çöpe attım. Cengiz abi geldi. “Ne çabuk yedin oğlum. Kocaman ekmek bitmez, ne yaptın?” deyince “Abi kızma ama yiyemedim. Tadı bir acayipti. Hayatımda böyle bir şey yemedim” dedim. Çöpten sandviçi aldı, “Bak oğlum, bu sucuk, bu salam” diye anlattı. Çocuğum bir şey görmemişim ki. O zamanlar Türkçem bile düzgün değil. Köyde annemin yaptığı tereyağını sac ekmeğine sürer yerdik. Biz ne bilelim salamı sucuğu.


 
İLKOKUL MEZUNUYUM AMA

Trenlerde dayak yiyerek aşağı atılırdık. Bizim yaşımızdaki çocuklar okul sıralarında okurken biz hayat mücadelesi veriyorduk. Boynuma aküleri bağlar, yırtık gömlekle kar altında ustamın peşinde gezerdim. Hayatım boyunca kimse bana inanmadı. Yaradan öyle bir yetenek verdi ki herkesi mahcup ettim. Şimdi her sabah altıda kalkıp İngilizce çalışıyorum. Yaşam koçum var. Liseyi bitirip üniversite de okuyacağım. İlkokul mezunuyum ama şimdi üniversitelerde girişimcilik ve liderlik dersi veriyorum. Gençlerden öyle övgüler alıyorum ki bu hazzı hiçbir şey yaşatamaz bana. Gençler kendilerine inansın. Açılmayan kanatların büyüklüğünü kimse bilemez. Kanatlarınızı açıp uçamadıktan sonra kartal olmanızın ne anlamı kalır. Kartal olmak isteyen gençler lütfen kanatlarını açsın. Asla iki tavşan kovalamasınlar, ikisini de kaçırırlar. Hayallerimi bırakmadım. Gençler de hayallerinin peşini bırakmasın.

Başarıyı bazen gözümüzde öyle çok büyütürüz ki başaramayacağımıza, başarmanın imkansız olduğuna çoktan inandırmışızdır kendimizi ama asıl başaramadığımız nokta inanmayı ve azmetmeyi bilmemektir. Ne zaman zor bir durumla karşılaşsak bunu karşımızda bir engel olarak görme yolunu tercih etmiş, hep bir bahanelerin arkasına sığınmışızdır. Azimle, sabırla ve inançla çok büyük hatta imkansız denilebilecek başarılar kazanılmıştır. Başarıya ulaşmada karşımıza çıkan hiçbir şey engel değildir. Hiçbir bahanede sizin başarısız olmanıza sebep değildir tabi siz buna izin vermedikçe. Sizin için araştırdığımız başarı öykülerini okuduktan sonra başarının önünde hiçbir engelin duramayacağını gerçekten de daha iyi anlayacağınızı umuyoruz. Azmetmeden pes etme yolunu tercih etmeden önce gelin şu yaşanmış gerçek başarı öykülerini bir okuyalım.

10

Gecekondudan Avrupa Şampiyonluğuna



gecekondudan avrupa şampiyonluğuna

Kübra Öztürk, 1991 yılında Ankara’nın Mamak ilçesinde doğdu. Babası konfeksiyon işçisi, annesi ev hanımıydı. İmkansızlıkların, çeşitli sıkıntıların içindeki bir ailenin en küçük çocuğuydu. Gecekondu bir evde zor şartlar içinde yaşıyorlardı. Ailesinin yaşadığı zorluklar onu pes ettirmedi. Çevresindekilerin olumsuz düşünceleri de onu yıldıramadı. Hiçbir bahanenin arkasına sığınmadı ve azmetti. Okulda yeni açılan bir satranç merkezi olduğu söylendi. Kübra’nın sartranç merkezinde başladığı başarıları büyüyerek devam etti. Kübra Öztürk Türkiye’ye ilk kez Avrupa şampiyonluğunu kazandırdı. 2000 yılından beri her yıl bulunduğu yaş gruplarında girdiği müsabakalarda Türkiye Şampiyonu oldu. Satrancın küçük prensesi olan Kübra’nın yeni hedefi ise Women Grand Master olmak ve dünya tarihine ilk Türk Bayan olarak geçmek.



9

Güvenlik Görevlisiydi Doktor Oldu



güvenlik görevlisiydi doktor oldu

Abdullah ÖZKAYA Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu. Tıp fakültesini azmiyle ve inancıyla kazandı. Hem çalışıp hem de okuyarak doktor oldu. İş hayatına bekçi kadrosunda memur olarak başlayan Abdullah ÖZKAYA çalışırken üniversite sınavını kazandı. Yıllarca vardiyalı olarak çalıştı. Geceleri bekçi gündüzleri tıp öğrencisi oldu. Zor bir bölüm olan Tıp bölümünü azmederek tamamladı. Tıp eğitimine üç yıl ara verdi ve bu arada evlendi.  Şu anda bir kız çocuğuna sahip olan Abdullah ÖZKAYA kariyerini devam ettirme planları yapıyor. Zor bir bölüm olan Tıp fakültesinden mezun olmak çok zorken Özkaya, üç yıl ara vermesine, evli ve bir çocuk sahibi olmasına rağmen okulunu başarılı bir şekilde bitirmeyi başarmıştır. Evli ve çocuk sahibi olması, vardiyalı olarak çalışması onu yıldırmamış başarıya giden yolda onu güdülemiştir.



8

Sol Kolu Yoktu Ama Karete Şampiyonu Oldu



sol kolu yoktu ama karete şampiyonu oldu

Japonya’da bir çocuğun en büyük hayali başarılı bir kareteci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermedi. Çocuk 10 yaşındayken talihsiz bir trafik kazası geçirdi ve sol kolunu kaybetti. Sol kolunu kaybeden çocuğun bu kaza ile birlikte bu hayali de tamamen yıkıldı. Çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini moralinin tamamen bozulduğunu gören babası moralinin yerine gelmesi için Japonya’nin ünlü bir karete hocasını tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurma hareketini gösterdi. ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı. Çocuk artık bu hareketi çalışmaktan sıkıldı ve hocasına “hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bu hareketi çalışmayı bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk artık o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile yenmeyi başarıyor onu yerden yere vuruyordu.  Hocası bir gün elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk bu duruma çok şaşırdı fakat çok da mutlu olmuştu. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken hocasına bu iş nasıl olacağını sadece tek hareket bildiğini söyledi. Hocası ise sadece başaracağına inan ve hareketini yap cevabını verdi. Çocuk müsabakaya çıktı ve tek hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıkmayı başardı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama başaracağına olan inancı tamdı bildiği hareketi yaparak son rakibini de yenmeyi başardı ve şampiyon oldu. Büyük bir mutluluk ve heyecanla hocasının yanına koştu ve sordu “hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece tek bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum” Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.



7

Engelli Vücut Geliştirme Sporcusu



engelli vücut geliştirme sporcusu

Tolga Murat Balıkçı engelli vücut geliştirme sporcusudur. 28 Ocak 1998 tarihinde 17 yaşındayken geçirdiği bir trafik kazasında sol bacağını kaybetti. Geçirdiği bu kaza asla onun bahanesi olmadı. Azimli bir şekilde hedefine odaklanarak ve başaracağına inanarak hayallerini gerçekleştirdi. Avrupa şampiyonluğu, 3 dünya şampiyonluğu, bir kainat şampiyonluğu kazandı ve ağırlık kaldırmada 2013 Guinness Dünya Rekoru sahibi oldu. Tolga Murat Balıkçı, sporda engeli olmayan sporcuların bile ulaşamadığı başarılara azimle, sabırla ve inançla imza attı. Böylece azmin önünde değil fiziksel bir engel hiçbir engelin duramayacağını kanıtlamış oldu.



6

O Şimdi Holding Patronu



o şimdi holding patronu

İbrahim Arıkan, 5 çocuklu bir ailenin ikinci oğlu olarak dünyaya geldi. Köylerinde okul yoktu. Babası çocuklarının okumasını istiyordu ancak İbrahim Arıkan’ı 9 yaşına kadar okula gönderemedi. Abisi bir saat uzaktaki okula gidip gelmekte zorlanınca babası İbrahim Arıkan’ı 9 yaşına kadar okula göndermedi. İlkokula 9 yaşında başlayan İbrahim Arıkan hafta içinde akrabalarının yanında kalıyor, hafta sonları köyüne dönüyordu. Zor şarlar altında okul hayatını sürdürüyordu. Bütün zorluk ve imkansızlıklara rağmen o üniversiteyi bitirmeyi başardı ve fizik öğretmeni oldu. Daha sonra dershane öğretmeni oldu. Sonra ise dershane sahibi. Dershane ve okullar açtı. Bir yurtdışı seyahatinde kargonun ne olduğunu öğrendi ve Türkiye’nin ilk kargo şirketini kurdu. Fizik öğretmenliğinden holding patronluğuna yol alan başarısını azmiyle kazandı. İbrahim Arıkan’ın şimdi 16 şirketi var. Eğitim ise en çok önemsediği ve en sevdiği alan.



5

Tornacıydı Başhekim Oldu



tornacıydı başhekim oldu

Ömer Koçak, Kırıkkale’de doğdu, ortaokulu bitirdikten sonra silah fabrikasında tornacı olarak işe başladı. İşinde yükselebilmek için önce açıktan liseyi daha sonra da iki yıllık makine bölümünü okumayı hedefledi. Bu hedefini gerçekleştirmek için okulunun son senesinde dershaneye gitti. Arkadaşlarının kendisiyle yeterli bilgi sahibi olmaması nedeniyle alay etmesinin etkisiyle dershaneden kaydını sildirmeye karar verdi. Dershane öğretmeninin cesaretlendirmesiyle bu kararından vazgeçti ve eğitimine devam etti. Aldığı sonuç sayesinde hem öğretmenini gururlandırdı hem de üniversite sınavında güzel bir başarı elde ederek Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesini kazandı. Mezuniyetinden sonra İstanbul’daki bir sağlık merkezinde bir süre doktorluk yaptı. Şu an Çiğli Devlet Hastanesi’nin yöneticiliğini ve başhekimliğini yapmaktadır.



4

Dişleriyle Tutunarak Başardı



dişleriyle tutunarak başardı

Mustafa Oğuz Mucurluoğlu doğumundan sonra yaşadığı sarılık nedeni ve doktor ihmali sebebiyle ellerini ve ayaklarını kullanamaz hale geldi. Ama bu durum onun okuma ve yazma aşkını yıldırmadı. dişlerinin arasına sıkıştırdığı kalemle yazdığı kitaplarıyla hem okurlarının hem de edebiyat dünyasındaki önemli isimlerinin övgüsünü kazandı. El ve ayaklarının yerine geçen dişleriyle, üç üniversite bitirmeyi ve iki kitap yazmayı başardı. Dördüncü üniversitesine ise kayıt yaptıran, bir taraftan İngilizce kursuna giden ve kendisi gibi engelli kimselere öncü olabilmek için siyasete atılan Mucurluoğlu, hayranlık uyandıran bir başarı gösteriyor. Çok başarılı bir yazar olmayı hedefliyor. Özgüveni, azmi ve engel tanımayan yaşantısıyla birçok engelliye örnek bir yaşantı sergiliyor. Spastik engelli birisi olarak hayatımı sürdüren Mustafa Oğuz Mucurluoğlu’nun engeli başarısına engel değil.



3

Hayalini Azmiyle Gerçekleştirdi



hayalini azmiyle gerçekleştirdi

Down Sendromlu 21 yaşındaki Deniz Ayçe Karagöz İzmir Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği son sınıf öğrencisi. Deniz’in eğitim süreci ilkokulda Deniz’in kaynaştırma eğitimine başlamasıyla sıkıntıya girdi. Önce öğretmeni, ben böyle bir çocuk okutmak istemiyorum dedi. Ailesi Deniz’in kaydını başka bir okula aldırdı. Burada dördüncü sınıfa kadar okudu sonra veliler sıkıntı çıkardı. Bazen de arkadaşları onu yanlarında istemedi hayatı hep zorluklarla geçti ama Deniz hayalinden vazgeçmedi. Deniz Karagöz, İzmir Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümünü yüzde 50 bursla kazandı daha sonra okul bursu yüzde 100’e yükseltti. Karagöz, staj yaptığı Ege Üniversitesi içindeki bir otelden iş teklifi aldı. Almanca ve İngilizce’yi ana dili gibi konuşan Karagöz, dans kursuna gidiyor. Çeşitli sosyal faaliyetlerle ilgileniyor. Deniz, en büyük hayalini üniversiteyi burslu kazanarak gerçekleştirdi. Deniz’in sıradaki hayali ise yüksek lisans yapmak, Rusça, Fransızca ve İtalyanca öğrenmek. Deniz Ayçe Karagöz, aynı zamanda Ulusal Down Sendromlular Derneği Gençlik Komitesi Başkanı olarak görev yapıyor.



2

Azmin Zaferi



azmin zaferi

Doğuştan spastik engelli olan 18 yaşındaki Hande ARSLAN yürüyemiyor ve konuşamıyordu. Ailesi ve kendisi inanılmaz bir mücadele verdi. Hande, 5 yaşında konuşmaya başladı, 14 yaşında ise ilk adımını attı. Tek hayali bisiklete binmekti ve bunu başardı. Hande bu hayalini ve diğer tüm hayallerini gerçekleştirebilmek için büyük bir çaba gösterdi ve azmi herkese örnek oldu. Ailesinin yardımıyla ve azmi sayesinde Hande adeta bir mucizeye imza attı, adeta imkansızları başardı. Üniversite sınavlarına hazırlanan Hande’nin şimdiki hedefi  ise doktor olmak.



1

İmkansızdı Ama Başardı



imkansızdı ama başardı

11 yaşındaki Filiznur’a ağır zihinsel engelli teşhisi konulmuştu. Filiznur tıp dünyasını şaşırtarak bu engelini yendi. Azmiyle engelini yenmekle kalmayan Filiznur milli sporcu olmayı da başardı. 19 aylıkken doktorların ağır zihinsel engelli ve otistik teşhisi koyduğu umutsuz vaka dedikleri küçük kız azmi sayesinde imkansızı başardı ve adeta bir mucizeye imza attı. Azmiyle örnek olan Filiznur, jimnastikte Türkiye şampiyonu oldu. Şu an Filiznur yaşının iki katı kadar madalyaya sahip. Filiznur’un başarısına engeli bile engel olamadı çünkü o inancıyla engelini çoktan aşmıştı bir kere.
Yüklə 143,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin