Karar abdullah akyüz başvurusu



Yüklə 78,45 Kb.
tarix09.12.2017
ölçüsü78,45 Kb.
#34264



TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR


ABDULLAH AKYÜZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/9352)

Karar Tarihi: 2/7/2015

R.G. Tarih- Sayı: 12/8/2015-29443



GENEL KURUL

KARAR

Başkan : Zühtü ARSLAN 

Başkanvekili : Alparslan ALTAN

Başkanvekili : Burhan ÜSTÜN

Üyeler : Serdar ÖZGÜLDÜR

Serruh KALELİ

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

Recep KÖMÜRCÜ

Engin YILDIRIM

Nuri NECİPOĞLU

Hicabi DURSUN

Celal Mümtaz AKINCI

Erdal TERCAN  

Muammer TOPAL

M. Emin KUZ

Hasan Tahsin GÖKCAN

Kadir ÖZKAYA

Rıdvan GÜLEÇ



Raportör : Şükrü DURMUŞ

Başvurucu : Abdullah AKYÜZ

  1. BAŞVURUNUN KONUSU

  1. Başvuru, kanuni tutukluluk süresinin aşılması ve yargılamada haksız tahrik hükmünün uygulanmaması nedeniyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği hakkındadır.

  1. BAŞVURU SÜRECİ

  1. Başvuru, 17/12/2013 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

  2. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

  3. Birinci Bölüm tarafından 21/5/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

  4. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, daha önceki görüşlerine atfen, görüş sunulmasına gerek bulunmadığını belirtmiştir.

  1. OLAY VE OLGULAR

A.Olaylar

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

  2. Başvurucu, Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 10/11/2006 tarihli ve 2006/445 sorgu sayılı kararı ile suç işlemek için örgüt kurma, kasten insan öldürme, öldürmeye teşebbüs ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’a muhalefet suçlarından tutuklanmıştır.

  3. Başvurucu hakkında, Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığının 16/11/2006 tarihli ve E.2006/432 sayılı iddianamesiyle suç işlemek için örgüt kurma, kasten insan öldürme ve öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından açılan kamu davası Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/111 sırasına kaydedilmiştir.

  4. Açılan davanın Kadıköy 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2005/519 sayılı dosyası ile birleştirilmesi sonrasında Mahkemenin 6/11/2007 tarihli kararla görevsizlik kararı vermesi üzerine dava dosyası İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/31 sırasına kaydedilmiş, yapılan yargılama sonucunda 17/5/2010 tarihli kararla başvurucunun mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.

  5. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi 13/3/2012 tarihli ilamla hükmün bozulmasına karar vermiştir.

  6. Bozma üzerine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013 tarihli ve E.2012/56, K.2013/124 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve suç örgütüne yardım etmek suçlarından beraatına, adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından toplam 36 yıl 18 ay hapis ve 375 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir.

  7. Başvurucu, derece mahkemesinin tutukluluk hâlinin devamına ilişkin kararına itiraz etmiş, itirazı İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/12/2013 tarihli ve 2013/328 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir.

  8. Başvurucu, 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

  9. Temyiz üzerine, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013 tarihli kararı, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/2439, K.2014/3474 sayılı ilamıyla onanmıştır.



    1. İlgili Hukuk

  1. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesi şöyledir:

(1) Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”

  1. 6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”

  1. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez."

  1. 5237 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;



d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,



Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.”


  1. Aynı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE

  1. Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/12/2013 tarihli ve 2013/9352 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

    1. Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını ve mahkemenin, hakkında haksız tahrik hükmünü uygulamadığını belirterek tahliyesine karar verilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

    1. Değerlendirme

  1. Başvurucunun şikâyetlerinin, Anayasa’nın 19. maddesinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

      1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

    1. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

      1. Ön Sorun Hakkında

  1. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

    “ … Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”



  2. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

     “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”



  3. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, "ikincil nitelikte bir kanun yolu" olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

  4. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

  5. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun, Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

  6. Ayrıca 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun incelenmesine karar verebilir (bkz. Ümit Ata, B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).

  7. Diğer yandan, başvuru yollarının tüketilmiş olmasına dair usul kuralı yorumlanırken, kişilerin mahkemeye erişim hakkına halel getirecek bir yorumun benimsenmesinden de kaçınılmalıdır.

  8. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli şartların öngörülmesinin, doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (bkz. Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 65 ve 68; aynı yöndeki AİHM kararları için bkz. Walchli/Fransa, B. No. 35787/03, 26/7/2007, § 29; Efstathiou ve Diğerleri/Yunanistan, B. No: 36998/02, 27/7/2006, § 24; ile Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, § 31).

  9. AİHM benzer durumlara ilişkin kararlarında, iç hukuktaki başvuru yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin incelemesini yaptığı tarih itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine bakmaktadır. İç hukuktaki süreçlerin tamamlanması durumunda başvuruyu iç hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan başvuruları esastan incelemektedir (bkz. Gavriliţă/Moldova, B. No: 22741/06, 22/4/2014, § 53; Mercuri/İtalya, B. No: 14055/04, 22/10/2013, § 27; Yelden ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 16850/09, 3/5/2012, § 40; E.K./Türkiye (k.k.), B. No: 28496/95, 28/11/2000; ve Reringeisen/Avusturya, B. No: 2614/65, 16/7/1971, §§ 89-93).

  10. Somut olayda başvurucunun, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 13/11/2013 tarihli nihai kararına karşı temyiz yoluna başvurduğu, temyiz sonucunu beklemeden 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.

  11. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında başvurucunun, başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden başvuruda bulunduğu anlaşılmakta ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu hükmün Yargıtay tarafından 10/6/2014 tarihinde onanarak kesinleştiği, somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

      1. Şikâyetin Değerlendirilmesi

  1. Başvurucu, yargılandığı davada hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

  2. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz”

  1. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

  1. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.

  2. Anılan kurallar uyarınca ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açık bir keyfîlik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

  3. Adil yargılanma hakkı; bireylere, dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun, yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

  4. Somut olayda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin, 13/11/2013 tarihli ve E.2012/56, K.2013/124 sayılı kararıyla başvurucunun, adam öldürme ve adam öldürmeye teşebbüs suçu ile 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından mahkûmiyetine ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Temyiz üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/2439, K.2014/3474 sayılı ilamı ile söz konusu hüküm onanarak kesinleşmiştir.

  5. Başvurucu, yargılandığı ve mahkûm olduğu davada haksız tahrik hükümleri uygulanmadan karar verildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de bu iddiasının özü, derece mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkindir.

  6. Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmamıştır. Ayrıca ilk derece mahkemesinin ve Yargıtayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum tespit edilememiştir.

  7. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve derece mahkemeleri kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

    1. Kanuni Tutukluluk Süresinin Aşıldığı İddiası

  1. Başvurucu, hakkında hükümle birlikte verilen tutukluluğun devamına ilişkin karara itiraz etmiş, itirazın reddi üzerine kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı iddiasıyla süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

  2. Tutukluluk hâli sona ermiş olan bir başvurucunun, devam eden tutukluluk hâlinden farklı olarak, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı yönünde iddialar ileri sürmesi hâlinde iddia edilen ihlalin tespitini ve tazminat ödenmesini sağlayabilecek bir hukuk yolu mevcut ise öncelikle bu yolu tüketmesi gerekir (Hamit Kaya, B. No: 2012/338, 2/7/2013, § 46).

  3. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde makul sürede hakkında hüküm verilmeyen bir tutuklu için tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır. Bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı tutukluluk nedenleri ve süresinin uzunluğunun tespiti, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu, başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm olanağı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır (Hamit Kaya, § 48).

  4. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili değilse Mahkeme somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, § 33).

  5. Somut olayda başvurucu, hükümle birlikte verilen tutukluluk kararı üzerine 17/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, akabinde verilen hükmü temyiz etmiş, ancak temyiz aşamasında olan dava, bireysel başvurusu sonuçlanmadan önce Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 10/6/2014 tarihli onama kararı ile kesinleşmiştir. Başvurucu, hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleştiği 10/6/2014 tarihinden itibaren kural olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahiptir.

  6. Ancak başvuru konusu olayın özelliği dikkate alındığında başvurucu açısından bireysel başvurunun karara bağlandığı 2/7/2015 tarihi itibarıyla tazminat talebinde bulunmak için kanunda öngörülen süre (bkz. § 19) geçmiş bulunmakta ve bu sürenin geçirilmesinde başvurucuya herhangi bir kusur izafe edilememektedir. Kaldı ki başvuru tarihi itibarıyla başvurucunun mağduriyetini giderebilecek nitelikte tüketilmesi gereken bir başvuru yolunun bulunmadığı da açıktır.

  7. Bu nedenle başvurucunun iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı görüldüğünden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

      1. Esas Yönünden

  1. Başvurucu, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığını iddia etmiştir.

  2. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”

  1. Başvurucunun, kanuni tutukluluk süresinin aşıldığına ilişkin bu şikâyetinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

  2. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak ortaya konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin bulunması hâlinde söz konusu olabilir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 42).

  3. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği, bu sınırlamaların, Anayasa’nın özüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesindeki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sınırlanabileceği durumların şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesindeki temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine dair kural ile uyumludur (Savaş Çetinkaya, B. No: 2012/1303, 21/11/2013, § 30).

  4. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. Anayasa'nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfî bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfî uygulamaya yol açmaması gerekir. Bu nedenle Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince başvurucunun tutukluluk durumunun "kanuni" dayanağının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekir. Kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise hukuk devleti ilkesi gereği, keyfîliği önlemek için kanunun yeterli ölçüde erişilebilir, kesin ve öngörülebilir olup olmadığına bakılmalıdır.

  5. Tutuklamaya ilişkin hükümler 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir (Murat Narman, § 45).

  6. 5271 sayılı Kanun’un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hâllerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiştir. Buna göre uzatma süreleri dâhil olmak üzere toplam tutukluluk süresinin azami beş yıl olabileceği anlaşılmaktadır.

  7. Somut olayda 16/11/2006 tarihinde tutuklanan başvurucu, 5271 sayılı Kanun'un yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca tutukluluk için öngörülen azami sürenin aşıldığı iddiasıyla tahliye talebinde bulunmuştur. Tahliye talebi, dosya kapsamında isnat olunan suçların kanunda öngörülen ayrı ayrı yaptırımları dikkate alınarak reddedilmiştir

  8. Anayasa'da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanunun yorumuna ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumlanması ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa'ya bariz şekilde aykırı yorumlar ve delil değerlendirmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir.

  9. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinde soruşturma ve kovuşturma evrelerinde kişilerin tutulabileceği azami kanuni süreler düzenlenmiştir. Kişi hakkında birden fazla suça ilişkin aynı dosya kapsamındaki yargılamada tutukluluk süresinin her bir suç için ayrı ayrı uygulanamayacağı, uygulanan bir tutuklama tedbirinin yargılama sürecinin bütünü açısından sonuç doğuracağı daha önce belirtilmiştir (Savaş Çetinkaya, § 37).

  10. 5271 sayılı Kanun'daki azami tutukluluk süresinin ağır cezalık işler bakımından uzatmalarla birlikte azami beş yıl olduğu, bu hâliyle düzenlemenin öngörülebilir olduğu anlaşılmaktadır. Ancak derece mahkemelerinin aynı dosya kapsamındaki suçlar yönünden kanuni tutukluluk süresinin her suç için ayrı ayrı hesaplanması gerektiği yönündeki yorumu, bireylerin tutuklu olarak yargılanabileceği azami süreyi belirsiz ve öngörülemez bir şekilde uzatmaya elverişlidir. Zira bir kişi hakkında birden fazla suç isnadı olması halinde azami tutukluluk süresi her biri için ayrı ayrı hesaplandığında kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği süre öngörülemez bir şekilde uzayacaktır. Bir hukuk devletinde henüz suçluluğu hükmen sabit hâle gelmemiş bir bireyin mahkemenin benimsediği yorum nedeniyle belirsiz bir süre boyunca özgürlüğünden yoksun bırakılması düşünülemez (Murat Narman, § 53).

  11. Somut olayda başvurucunun Yargıtay aşamasında geçen tutukluk süresi 1 yıl 9 ay 26 gün olup bu süre çıkarıldıktan sonra tutuklulukta geçirdiği toplam süre 5 yıl 2 ay 7 gündür. 5271 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen azami tutukluluk süresi ise hüküm tarihinden önceki 11/9/2013 tarihinde dolmuştur.

  12. Bu durumda başvurucunun bu tarihten sonraki tutukluluk hâli kanunda aranan şekil ve şartlara uymamaktadır.

  13. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

      1. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

  1. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş olup yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

  2. Başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

  3. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

  1. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle:

  1. Başvurucunun,

        1. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının  “açıkça dayanaktan yoksunluk” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

        2. Kanuni tutukluluk süresinin aşıldığı yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  2. Kanun'da öngörülen azami tutukluluk süresinin aşılması" nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

  3. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE ve tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,



  1. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

  2. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

  3. Kararın ilgili Mahkemeye ve Yargıtay’a gönderilmesine,

2/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan

Zühtü ARSLAN



Başkanvekili

Alparslan ALTAN



Başkanvekili

Burhan ÜSTÜN






Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR



Üye

Serruh KALELİ



Üye

Osman Alifeyyaz PAKSÜT






Üye

Recep KÖMÜRCÜ



Üye

Engin YILDIRIM



Üye

Nuri NECİPOĞLU






Üye

Hicabi DURSUN



Üye

Celal Mümtaz AKINCI



Üye

Erdal TERCAN






Üye

Muammer TOPAL



Üye

M. Emin KUZ



Üye

Hasan Tahsin GÖKCAN






Üye

Kadir ÖZKAYA



Üye

Rıdvan GÜLEÇ







Yüklə 78,45 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin