Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile Üye Hakimler Hasan Hüseyin Özese, Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 05. 11. 2009 tarihli oturum açıldı



Yüklə 418,48 Kb.
səhifə1/4
tarix15.01.2019
ölçüsü418,48 Kb.
#96638
  1   2   3   4



T.C.

İSTANBUL

13.AĞIR CEZA MAHKEMESİ

( CMK 250 MADDESİ İLE YETKİLİ ) DURUŞMA TUTANAĞI
ESAS NO :2009/191

CELSE NO :14

CELSE TARİHİ :05.11.2009
BAŞKAN :KÖKSAL ŞENGÜN 20909

ÜYE :HASAN HÜSEYİN ÖZESE 28298

ÜYE :SEDAT SAMİ HAŞILOĞLU 37266

C. SAVCISI :MEHMET ALİ PEKGÜZEL 33954

C. SAVCISI :NİHAT TAŞKIN 36924

KATİP :MEHMET ALİ ALTUNKAYNAK 128002
Mahkeme Başkanı Köksal Şengün ile Üye Hakimler Hasan Hüseyin Özese, Sedat Sami Haşıloğlu’dan oluşan mahkeme heyeti tarafından 05.11.2009 tarihli oturum açıldı.

Tutuklu sanıklardan Fatih Hilmioğlu, Levent Ersöz, Mehmet Haberal, Durmuş Ali Özoğlu dışındaki tutuklu sanıklar cezaevinden getirildi.

Bağsız olarak huzurdaki yerlerine alındı.

Tutuksuz sanıklaradan Ahmet Hurşit Tolon, Vural Vural, İlyas Çınar, Emin Şirin ile sanıklar müdafilerinden Sanıklar Mehmet Şener Eruygur, Hasan Atilla Uğur, Rıza Ferit Bernay müdafii Av. Zeki Aksoy, Av. Filiz Esen, sanıklar Mustafa Levent Göktaş, Mustafa Koç, Cengiz Köylü, Hüseyin Buzoğlu ve Tuncer Kılınç müdafii Av. Hasan Gürbüz, sanık İlyas Çınar müdafii Av. Hanife Çakmak, sanıklar Adil Serdar Saçan, Birol Başaran, Tuncay Özkan İlyas Çınar, Hüseyin Vural Vural, müdafii Av. Celal Ülgen, Av. Hüseyin Ersöz, sanıklar Ahmet Hurşit Tolon ve Mehmet Haberal Müdafii Av. Yasemin Antakyalıoğlu, sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafii Av. İlkay Sezer, sanık Emin Şirin Av. Rezzan Aydınoğlu, sanık Gürbüz Çapan müdafi Av. Özlem Durdağı, sanıklar Gürbüz Çapan ve Tanju Güvender müdafi Av. Armağan Güner, sanıklar Taylan Özgür Kırmızı, Muhammed Sarıkaya, Yalçın Küçük müdafi Av. Kazım Yiğit Akalın, sanıklar Tuncay Özkan, Hüseyin Nazlıkul ve Mesut Özcan müdafi Av. Gizem Öcalan’ ın geldikleri görülmekte, huzurdaki yerlerine alındı.

Açık yargılamaya devam olundu.

Sanık Hasan Atilla Uğur huzura alındı.

Kendisine CMK’nın 147 ve 191. maddesindeki yasal hakları ayrı ayrı izah edildi.

Mahkeme Başkanı:” Müdafileriniz hazır, müdafileriniz hazır.”

Sanık Hasan Atilla Uğur:”Evet, hazır efendim.”

Mahkeme Başkanı:" Suçlandığınız konuları biliyorsunuz, Suçlandığınız konular hakkında susma hakkına sahipsiniz, lehinize tüm delilleri toplatabilirsiniz, hazırlığınız tamam, savunmaya hazır mısınız?”

Sanık Hasan Atilla Uğur:”Hazırım efendim, evet.”

SANIK HASAN ATİLLA UĞUR SORGU VE SAVUNMASINDA:

”Sayın başkan, öncelikle müsaade ederseniz powerpoint bir sunum hazırlamıştım, daha önce mahkemenizden bu konuda izin almış idim. Arkadaşlarımız o CD’yi takarlarsa ondan da faydalanmak istiyorum.”

Mahkeme Başkanı:” Hem konuşma hem şey mi, yoksa bir bölümü mü?”

Sanık Hasan Atilla Uğur:”Bir iki, bir bölüm var sadece göstermek istediğim bazı yerler var, powerpoint sunum şeklinde.”

Mahkeme Başkanı:” Yani ifadenizde, ifadeniz arasında mı, şimdi mi, hemen?”

Sanık Hasan Atilla Uğur:”İfadem arasında ama şimdiden izin istiyorum sizden o konuda.”



Mahkeme Başkanı:” Gayet Tabi olur, siz başlayın ne zaman isterseniz onu takarız.”

Sanık Hasan Atilla Uğur:”Peki, sağ olun sayın başkanım. Sayın Başkan, değerli üyeler, Öncelikle meslek hayatını terör örgütleri ile mücadele içinde geçirmiş ve terör örgütlerinin hedefi olmuş bir insan olarak terörist suçlaması ile Yüce Türk Adaletinin önünde bulunmaktan duyduğum derin üzüntüyü ifade etmek isterim. Bu trajikomik linç kampanyası elbette sizin yani bağımsız Türk yargısı önünde hak ettiği cevabı alacaktır. Ancak, bu süreçte benim, ailemin ve çevremdeki birçok insanın çektikleri rezilliklerin ve mağduriyetlerin hesabını Kim ya da kimler verecektir. Şimdi size neden burada olduğumu tüm ayrıntıları ile anlatmak istiyorum. Bizi burada dinleyen herkes ve eğer medya tam yansıtırsa tüm kamuoyu bu linç kampanyasının neden uygulandığı konusunda bir kez daha fikir sahibi olacaktır.1979 yılında Kara harp okulundan mezun olduktan sonra, çeşitli kurs ve görevleri müteakip Tunceli Ili Hozat ilçesinde komando bölük komutanı olarak görevlendirildim. O yıllarda ülkemin hemen hiçbir yerinde terör hadisesi yok iken, maalesef orası TİKKO ve DHKP-C terör örgütlerinin faaliyet alanları idi. Üsteğmen rütbesinde genç bir subay olarak komutanlarım ve silah arkadaşlarımla beraber gece gündüz demeden yaptığımız mücadele sonucunda bölgeyi teröristlere dar ettik. Hozat ilçesi çok küçük ve şirin bir yerdi. Sürekli operasyonlarda olduğum için, ilçede bir esnaf haricinde kimseyi tanıma fırsatım olmamıştı. Bir gün sohbet için dükkânına gittiğimde; adamcağız benim oradan gitmem için her şeyi denedi. Soğuk davrandı, gündüz olmasına rağmen dükkânını kapatması gerektiğini dahi söyledi. Yıllar sonra karşılaştığımızda meşrubat kasalarının arkasına gizlenmiş iki teröristin, örgütün benimle ilgili infaz kararını uygulamak için beklediklerini söyledi. Aynı tarihlerde emniyet müdürlüğünden gelen bir eylem ikaz yazısı da bunu doğruluyordu. Daha sonraki yıllarda da DHKP-C terör örgütünün hedef listesinde hep en başlarda oldum. Terör örgütünün ölüm listesinde yer almak görevimi en iyi şekilde yapabildiğimin göstergesi idi. 1991–1993 yılları arasında komando birliğinin komutanı olarak K.Maraş, Bitlis, Mutki, Hizan ve Tatvan’da vatan haini bölücü teröristlere karşı bütün gücümle mücadele ettim. 1993 yılında Kızıltepe ilçe jandarma komutanlığına atandım. Kızıltepe’ye ilk gittiğimde; çarşıdaki esnafın kepenklerinin iki günde bir terör örgütü talimatı ile kapandığı, vatandaşın dışarı çıkmaya korktuğu, insanların sözde vergi adı altında haraca bağlandığı, örgüte para vermeyen, yardım yataklık yapmayanların infaz edildiği, ova kesiminde motorize olmuş en az dört terörist grubun gece gündüz dolaştığı, okulların yakıldığı, dağlık kesiminde ise en az 100 teröristin pervasızca hareket ettiği bir ilçe buldum karşımda. Silah arkadaşlarımla birlikte, emniyet ve yargı mensupları ile omuz omuza mücadeleye başladım. Yüce Allah’ın izni ve Kızıltepe halkının da desteği ile bölücü terör örgütüne kısa zamanda büyük darbeler vurdum. Geçtiğim yollara mayınlar döşediler, pusular kurdular ama yılmadım. Oturduğum lojmanı basıp roketlediler, eşimi ve çocuğumu banyo koridoruna yatırarak kurtardım, yine de geri adım atmadım. Terör örgütü sözde GAP eyaletini lağvetmek zorunda kaldı. Bunun altını çizerek tekrar söylemek istiyorum sayın başkan. Terör örgütü sözde GAP eyaletini lağvetmek zorunda kaldı. Defalarca tehdit edildim, o dönemde adı Med TV olan televizyonlarında ve adı Özgür Gündem olan gazetelerinde sürekli hedef gösterildim. Yıllar sonra terörist başını İmralı adasında sorguladığım dönemde kendisine, aynen şunu sordum, sözde GAP eyaletini neden lağvettiğiniz aynen verdiği cevap şudur. Kızıltepe, Ceylanpınar ve Viranşehir bölgesi bizim için çok önemli idi. Zengindi, katılımın en yoğun olduğu yerdi. Ama çok kayıp verip halkın desteği azalınca hesap sordum. Eyalet komutanı Kızıltepe’deki yüzbaşının halkı aleyhimize döndürerek kendilerine büyük darbeler vurduğunu söyleyince; o yüzbaşıyı giderin yani öldürün talimatı verdim, defalarca denediler ama başaramadılar, ben de GAP eyaletini lağvedip daha küçük ölçekli Ruha eyaletine bağladım, dedi. Şunu sayın başkana, şunları da sayın üyelere, birincisi sayın başkana. Yansılara girelim. Yine aynı yerde görevli iken, aralarında 20 yıldır Kan davası bulunan daşi ve aşiti aşiretleri arasında barışı sağladım. Terör örgütünün tehditlerine rağmen Kanun köyünde verilen barış yemeğine yaklaşık 5000 vatandaş katıldı ve sulh sağlanmış oldu. Sayın başkan, bu konu ile ilgili bilgiler, biraz önce arz ettiğim önünüzdeki dosyada mevcuttur. 1997 yılında terör örgütünün Antalya ilimize sızdığına dair istihbari bilgiler aldık. Henüz binbaşı rütbesinde olmama rağmen, arkadaşlarımla birlikte tam yetkili olarak bölgede görevlendirildim. Altı ay gibi çok kısa bir süre içerisinde emniyet ve MİT görevlisi arkadaşlarımla birlikte, omuz omuza gece gündüz demeden çalışarak iki büyük terörist grubu etkisiz hale getirdik. Yine İmralı adasındaki sorguladığım terörist başına sorduğum soruda, buna verdiği cevap şu olmuştur; Yunan istihbaratından gelen iki üst düzey yetkili Lavrion kampındaki lojistik ve eğitim desteklerini arttıracaklarını, ancak bizim de turizm bölgesi Antalya’ya açılım yapmamızı, eylemler gerçekleştirerek turizme darbe vurmamız gerektiğini, bu sayede milyarlarca dolarlık turizm gelirinden Türkiye’nin mahrum kalacağını, rezervasyonların iptal edileceğini söylediler. Amanos’lardaki en iyi iki grubu oraya gönderdim, ama devlet nasıl Haber alıp erken davrandı bilmiyorum… Hepsi yok oldular, dedi. Karşısındaki sorgucunun terör örgütüne o darbeyi vuran birliğin başındaki komutan olduğunu elbette ki bilmiyordu. 1999 yılının Şubat ayında terörist başının sorgulanması görevini devletim bana ve arkadaşlarıma Verdi. Yıllardır ülkeme büyük zararlar veren, binlerce şehidin kanına giren, binlerce gazinin hayatını karartan, bölge halkına dünyayı zehir eden bölücü terör örgütünün elebaşı İmralı adasında bana teslim edilmişti. Elbette bu büyük bir onurdu. İmralı’daki görevimi de başarı ile tamamladım. Daha sonra terörist başının, avukatlarına, bunu özellikle altını çizerek arz etmek istiyorum. Defalarca beni sorgulayan kim, adını öğrenin şeklinde talimatlar verdiği bilgisini aldım. Devletim ve şahsım bu konuyu yaklaşık 10 yıl gizli tutmayı başardık. Taa ki bu dava ile gözaltına alınıncaya Kadar bu konu gizli kalabildi. Ciddi devlet anlayışının da gereği zaten buydu. Ancak bu gözaltından sonra tamamen deşifre oldum. Bu husus sorgu sırasında heyetinizde yer alan Sayın Sedat Sami Haşıloğlu’na da şahsım ve avukatım tarafından söylenmiştir. Deşifre olmama müteakip eşim ve çocuklarım defalarca tehdit aldılar, halen de tehdit almaktadırlar. Daha sonra Diyarbakır istihbarat grup komutanlığı görevine atandım. Orada özellikle Hizbullah terör örgütüne karşı emniyet, mit ve yargı mensubu arkadaşlarımla birlikte büyük mücadeler verdim. İki kez Dağkapı semtinde bu örgütün şehir merkezinde kurduğu pusulardan kıl payı kurtuldum. (Sanık tarafından powerpoint sunumu izletilmeye başlandı) Yansı 4’ü açar mısınız? 4, devam ediyorum efendim, biraz önce ifade ettiğim safahatımdan dolayı, hem PKK, hem DHKP-C ve hem de Hizbullah terör örgütlerinin direk hedefi oldum. Önünüzde bulunan dosyadan da anlaşılacağı üzere devletim beni 1996 yılından beri yani 13 yıldır özel koruma statüsünde korudu. Malumlarınız olduğu üzere özel koruma kararı herkese takdir edilen bir koruma seviyesi değildir. Yıllardır terör örgütlerinin hedefinde olmam, birçok kez suikastlarından kurtulmam hayatımda zorunlu olarak birçok kısıntıya ve sıradışılığa sebep olmuştur. Bu sıkıntıları, yani normal bir insan hayatı gibi olmayan yaşantımdan dolayı yaşadığım sıkıntıları başta eşim ve çocuklarım olmak üzere yakınımda bulunan tüm insanlar çekmiştir. Düşünebiliyor musunuz, bir yerden bir yere giderken sokağın gözlenmesi, sessizce evden çıkışınız, bir araba tesadüfen arkanızdan geldiğinde sizinle beraber korumalarınızın da endişelenmesi ne büyük bir strestir ve sıkıntıdır. Ancak hiçbir zaman bu konumda bulunmaktan şikâyetçi olmadım. Bu benim işimdi ve ben bu bedelleri ödemeye her zaman hazırdım. Sürekli ölüm tehdidi altında yaşayan bir kişi olarak sık sık telefon ve yer değiştirmem, gizliliğe önem vermem, güvenlik mülahazası iledir. Yaşantımın yıllardır bu şekilde sıra dışı cereyan etmesi, iddianamede maalesef örgütsel gizlilik şeklinde yorumlanıp, lanse edilmiştir. Sayın başkan, değerli üyeler, 2002 yılında Jandarma Genel Komutanlığı Teknik İstihbarat Daire Başkanlığı görevine atandım. O yıla kadar jandarma bünyesinde yeterli teknik istihbarat imkânı bulunmuyordu. İhtiyaçlar emniyet müdürlüğünden talepte bulunularak karşılanıyordu. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman’ın emirleri ile yasanın zabıta olarak bize verdiği yetkiyi kullanmak üzere teknik merkezi kurmaya başladık. Genelkurmay başkanlığının bilgisi ve onayı ile çalışmaya başladık. Sistemi kurarken dışarıya bağımlı olmamak için tamamen milli bir sisteme kavuşmak için TUBİTAK ile çalıştık. Bu konuya Tubitak Ulusal Kriptolama Genel Müdürü Önder Yetiş Bey tanıktır. Bu çalışmalar yapılırken doğal olarak emniyet ve MİT’de olduğu gibi GSM operatörleri ile de yakın ilişki içerisinde olduk. Ayrıca internet takip sistemi ile ilgili de çalışmalar yaptık. Tüm bu faaliyetler yasalardan alınan yetkiler ile gerçekleştirilmiştir. En basit örnek olarak, internet takip sisteminde yasadışı unsurlarla ilgili yapacağımız izlemeler için dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı Sayın Cevdet Volkan’a müracaat ederek ve mahkeme kararı alarak faaliyetlere başladık. Özellikle Kıbrıs ve bölücü terör konuları o dönemde daha çok gündemde olduğu için bunlara yoğunlaştık ve elde ettiğimiz bilgileri sıralı amirlerimize ve diğer ilgili kurumlara gönderdik. Sayın başkan, Özetle söylemem gerekirse İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay başkanlığının onayı ve yasaların jandarmaya verdiği yetkiler ile teknik istihbarat merkezi kurulmuş oldu. İşte sayın başkan, değerli üyeler, sizin karşınızda bulunmamın sebebi bunlardır. PKK, DHKP-C ve Hizbullah terör örgütlerine vurduğum darbelerdir, Antalya’yı büyük bir beladan kurtarmamdır, bebek katilini İmralı adasında teslim alıp sorgulamamdır, devletimin kritik ve nitelikli görevlerini başarı ile yerine getirmemdir. Önünüzdeki dosyada, benim bütün hayatımın özeti olan, yansı 5’e gelir misiniz, Önünüzdeki dosyada, benim bütün hayatımın özeti olan, Meslek yaşantımda almış olduğum ödüller bulunmaktadır. Dikkat ederseniz, bu ödüllerin çok büyük bir bölümü terör ve organize suç şebekeleri ile mücadeleye aittir. İntikam alınarak yok edilmek istenen hayatım, önünüzdeki dosyada şekillenmiştir. Bunları detayları ile anlatmamın bir sebebi de gelecek nesillere ikazda bulunmak ve tarihe not düşmektir. 2007 yılında Çanakkale eğitim alay komutanlığından emekli olmama müteakip Bülent Göktuna adlı dostumun cesaretlendirmesi ile ağırlıklı olarak savunma sanayi konuları olmak üzere eşimin adına bir şirket kurdum. Şirkete daha önce tanıdığım iki emekli astsubay ile emekli bankacı bir arkadaşımı aldım. Bülent Göktuna beyin Mineks adlı şirketine savunma sanayi konularında danışmanlık yapmak için çalışmaya başladık. Ayrıca inşaat, yol yapımı gibi konularda da altını çizerek söylemek istiyorum. Hepsi başarısızlıkla sonuçlanan girişim ve çabalarımız oldu. O zaman anladım ki; piyasa ya da sivil hayat ve ticaret bizim devlet memuru olarak alıştığımız hayattan çok farklı imiş. Hiçbir şey kazanamadığım için şirkette çalışan arkadaşlarıma maaş bile veremedim. Sayın Başkan, işte iddianameyi hazırlayanların, ekip ekip diye, örgütsel anlam yüklemeye çalıştıkları kişiler yaş ortalamaları 50-55 civarında olan bu emekli insanlardır. Hepsi halen hayattadır, mahkemenizce takdir edilirse tanık olarak dinlenebilirler. Kaldı ki; Şirket macerası sadece 6 ay gibi çok kısa bir süre devam etmiştir. Danışmanlık yaptığımız, daha doğrusu yapmaya çalıştığımız Mineks şirketi sahibi Bülent Göktuna ise, uluslar arası ticaret yapan ve büyük projelere imza atan saygın bir iş adamı olarak rakip firma ya da ülkelerin takiplerine karşı son derece duyarlı bir insandır. Devletin en üst makamlarında bulunan birçok makam sahibinin bile dinlenmekten, takip edilmekten şüphelenerek tedbirler aldıkları bir ortamda kendisinin telefon görüşmelerine dikkat etmesinden daha doğal ne olabilir. Ben zaten biraz önce de arz ettiğim gibi 13 yıldır özel koruma statüsünde bulunan bir insanım. Biraz sonra tek tek ele alacağım telefon görüşmeleri iddianameyi hazırlayanlar tarafından örgütün gizlilik prensibi olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. Görüşme yaptığım insanların hepsi hayattadır, hangisi terörist ya da terör örgütü üyesidir. Tümünün huzurunuza davet edilerek tanık olarak dinlenmesini talep ediyorum. 2003–2004 yıllarında sadece bir kısmına, altına altını çizerek söylemek istiyorum sadece bir kısmına emirle katıldığım, çeşitli şahıslarla yapılan görüşmeler tamamen emirler doğrultusunda yapılmış ve tape haline getirilerek istihbarat Başkanı tarafından komuta katına arz edilen hususlardır. Örneğin, 2002 yılında mülkiye Başmüfettişi Refik Ali Uçarcı, istihbarat başkanı Tuğgeneral Halil Helvacıoğlu tarafından, bir takım yolsuzluklarla ilgili bilgi vermek amacı ile bana gönderilmiş bir kişidir, kendisinin uzunca anlatımları emirle kayda alınmış ve resmi üst yazı ile istihbarat başkanlığına sunulmuştur. Ayrıca dönemin Keçiören Belediye Bşk. ile yaptığım görüşme Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur’un emirleri doğrultusunda yapılan bir görüşmedir ve bir suç unsuru içermemektedir. Ve netice üst makama rapor edilmiştir. Ancak bu görüşmeyi iddianameden okuduğumda araya abuk sabuk cümle ve kelimeler sıkıştırıldığını gördüm. Zaten yapılan görüşme asla suç teşkil etmeyen ve emirle yapılmış bir görüşme idi. Ama yine de araya montajlanmış cümleler, komplocu zevatın nasıl çalıştığını net olarak göstermektedir. Malumlarınız olduğu üzere bu kayıtların alınması altını çizerek söylemek istiyorum. Bu kayıtların alınması 2003 ve 2004 yıllarında yürürlükte bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’na göre suç teşkil etmediği gibi, şantaj ve bunun gibi amaçlarla da kesinlikle kullanılmamıştır, kaldı ki; 2003–2004 yıllarında iç hizmet kanununa göre emirlere harfiyen riayet etmek durumunda olan muvazzaf bir askerim. Yani verilen emir suç teşkil etmediği sürece yapılır. Verilen emirlerin amacı ve niyeti ast tarafından komutana sorulamaz. Askerliğini yapan herkes bunu bilir. İddianamede belirtilen İsmail Yıldız ile bir ya da iki kez istihbarat başkanının odasında karşılaştım, kendisini tanımıyorum o görüşmede bulunmamın dışında kendisiyle bir bağlantım yoktur. zaten İsmail Yıldız da takip ettiğim kadarıyla 1. Iddianame kapsamında mahkemenize verdiği ifadede, bunu teyit etmektedir. Eski milletvekili Emin Şirin’i 2002 yılında Jandarma Genel Komutanlığına geldiğinde tanıdım. Kendisini beyefendi, saygın ve milli hassasiyetleri yüksek bir insan olarak bilirim. Emin Şirin ile özel yerlerde buluştuğum, belge ve bilgi alışverişinde bulunduğum iddiaları tamamen gerçek dışıdır. Hele kendisinin Türkiye Büyük Millit Meclisin’de verdiği önergelerin jandarma tarafından hazırlandığı iddiası hem üzücü hem de komiktir. 2007 yılında emekli olmama müteakip kendisi beni arayarak siyaseti düşünüyorsanız bize gelin diye davet etmiştir. Birkaç kez yüz yüze olmak üzere ve bazıları da telefonla sadece bu konu üzerinde görüşmemize müteakip şartlarım elvermediği ve aileme danıştığım zaman onaylamadıkları için milletvekili adaylığı başvurusunu yapmadım, Emin Şirin bey ile temasımız bununla sınırlıdır. O tarihten sonra da hiçbir görüşmemiz temasımız olmamıştır. Ayrıca 21 Ocak 2004 tarihinde Cem Uzan ile yapılan görüşmenin ek klasör 115’Te 3 ayrı çözüm tutanağı olduğnu gördüm. Birincisi, 49 ikincisi, 29 ve üçüncüsü 2 sayfalıktır. Sadece 29 sayfalık çözüm tutanağı imzalanmış ve nereden alındığı belirtilmiştir. Diğerleri ise isimsiz, imzasız world belgesi şeklindedir. Çözümler incelendiğinde ve cümlelerin farklı ve yerlerinin değiştirilmiş olarak iddianameye aktarıldığı çok açık olarak, görülmektedir. Soruşturma aşamasında savcılar tarafından tanık olarak ifadesi alınan Cem Uzan benim ve Levent Ersöz’ün 22 Temmuz seçimleri öncesinde kendisine gelerek milletvekili olmak istediğimizi beyan etmiştir. Bu iddia tamamen gerçek dışıdır. Ben daha önce de ifade ettiğim gibi emekli olmama müteakip tek başıma ve sadece Emin Şirin Bey ile görüştüm, sonra kendim vazgeçtim, yani resmi bir müracaatım da olmamıştır. Ancak şunu özellikle söylemek istiyorum, ilk genel seçimde nerede ve hangi şart altında olursam olayım, yüce Allahın izniyle parlamentoya mutlaka gireceğim. Terörün ve ayrılıkçılığın ihanet şebekeleriyle bu şekilde içli dışlı olduğu bir ortamda bu Kadar tecrübeyi, deneyimi bu milletlin emrine verebilmek en büyük hedefimdir ve bunun yolu da Türkiye Büyük Millet Meclisine girmektir ve inşallah onu da yapacağım. Sayın başkan, değerli üyeler, parlamenter demokrasiye inanmayan bir insanın, sözde darbe peşinde koşan bir insanın, siyasete girmeyi düşünmesi normal midir? İddianamede tamamen gerçek dışı karinelerle suçlanmamın hukuksal hiçbir temeli yoktur. 1 Temmuz 2008 tarihinde büro olarak kullanılan yer ile evimde yapılan aramalarda benimle kesinlikle ilgisi olmayan, bende bulunma ihtimali dahi sıfır olan çeşitli CD ler maalesef bulunmuş gibi gösterilmiştir. Ceza Mahkemeleri Kanununun malumlarınız olduğu üzere 134/1 ve 134/4 ncü maddelerine göre kanunsuz elde edilen deliller statüsünde olan bu CD ler ve bilgisayar çıktıları maalesef aramayı gerçekleştirenlerce bulunmuş gibi gösterilmiştir. Bu hususta arama yapıldığında büroda bulunan kişilerin mahkemenize yazı ile müracaatları vardır. Mahkemenizce bu kişilerin de tanık olarak dinlenilmelerini talep ediyorum. Zaten CMK nun 206 ncı maddesinde kanuna aykırı elde edilmiş olan deliller reddedilir hükmü mevcuttur. 7. yansıyı açar mı sınız, Sayın başkan, değerli üyeler, malumlarınız olduğu üzere, 3713 sayılı Terörle mücadele kanununun 1nci bölüm 1nci maddesinde terör tanımı Cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle anayasada belirtilen Cumhuriyet in niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, ekonomik düzeni değiştirmek, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk devletinin ve Cumhuriyet inin varlığını tehlikeye düşürmek, devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir, şeklinde belirtilmiştir. Sayın Başkan, benim tüm yaşantım, biraz önce arz ettiğim gibi bu tanımda hayat bulan terör örgütleri ve mensuplarıyla mücadele içinde geçti. İddianameyi hazırlayanlarca nasıl teröristlerle aynı kefeye konulduğumu anlamakta cidden çok büyük zorluk çekiyorum. TCK’ nun 314/1 nci fıkrasında bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır, denilmektedir. Bu madde ile ilgili olarak kanun koyucu gerekçeyi şu şekilde ifade etmiştir; Bu madde kapsamına giren örgütün silahlı olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, silah, bu suçun bir unsurunu oluşturmaktadır. Buradan hareketle öncelikli olarak ortada bir örgüt olması gerekmektedir. Örgütün oluşması, yani suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu, seçimlik hareketli bir suçtur. Bu seçimlik hareketler, suç işlemek için örgüt kurmak ve yönetmektir. Bana isnat edilen suç silahlı terör örgütü yönetme suçudur. Her şeyden önce bu suçun oluşabilmesi için ortada bir terör örgütü olması gerekmektedir. Yine TCK’ nun malumlarınız olduğu üzere 220 nci maddesi bu hususu şu şekilde belirtmektedir. Örgüt soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki olmalıdır. Bu hiyerarşik ilişki dolayısı ile örgütün, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini taşıması gerekmektedir. Örgütün varlığı için, suç işlemek amacı etrafındaki fiili birleşme olması gereklidir. Örgütün niteliği itibarı ile devamlılık arz etmesi gerekmektir. Kanun koyucu bu maddenin gerekçelerini açıkça ortaya koymuştur. Ayrıca; örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ve araç ve gereç bakımından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması gerekmektedir. Yani kurulduğu iddia edilen örgütün, bana isnat edilen ,Türkiye Cumhuriyet i Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” eylemlerini gerçekleştirebilecek üye sayısına, araç ve gerece sahip olması ve kurulduğu iddia edilen örgütün amacının bu suçları işlemek olması ve benim de bu örgütün üyesi veya yöneticisi olmam gerekmektedir. Yani benim öncelikle yönetici olabilmem veya üye olabilmem için, yukarıda isnat edilen suçları işlemek, amacım olmalı, sonra da bu suçları işlemek için teşebbüs etmiş olmam gerekmektedir. Madde gerekçesinde kanun koyucunun belirttiği gibi, bu suçları işlemek amacıyla kurulduğu iddia edilen örgütün amacının suç niteliği taşıması gerekmektedir. Bu nedenle, söz konusu suç, ancak doğrudan kastla işlenebilir. Kişiler suç işlemek amacıyla bir örgütlenme yapısı içinde bulunmalıdırlar. Ben 2003 ve 2004 yıllarında altını çizerek söylemek istiyorum, iki ayrı istihbarat başkanının, iki ayrı Jandarma Genel Komutanının emrinde kanun, yönetmelik ve yönergelerde açıkça belirtilen görevleri yapmakla yükümlüydüm ve yaptığım kutsal yemine bağlı kalarak, bana verilen görevleri yapmaya gayret ettim. Ne o tarihlerde ve ne de ondan sonra bana isnat edilen suçları işleme amacında olmadığım gibi, aksine bu suçları işleme amaç ve eylemleri içerisinde olan, kişi ve gruplara karşı koyma, yakalama ve yakalanmasını sağlama ve adalet önüne çıkarılmalarını temin etme ve bu maksatlarla, Jandarma İç Güvenlik Birliklerinin istihbarat etkinliklerini arttırmak için görev yaptım. Bu suçlara karşı koymakla görevli olan benim, bu suçlarla itham edilmem Kadar acı verici bir durum olamaz. Sayın Başkan, değerli üyeler, esasen aksi olarak benim bu suçları işlemek amacında olduğumu ispatlayacak hiçbir somut delil de yoktur. Eğer benim bir istihbarat görevlisi olmam, kamu hizmetinin gereği olarak hiyerarşik yapı içerisinde bulunmam, örgüt üyeliği veya örgüt yöneticiliğine gerekçe gösterilecekse, Jandarma Genel Komutanlığı, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetlerinin örgütü oluşturması ve mensuplarının da üye veya yöneticileri olması gerekir. Yani örgüt varsa, bütün Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının tamamı üyelik ve yöneticilikten yargılanmalıdırlar. Mensubu olmaktan onur duyduğum Jandarma Genel Komutanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suça konu örgüt olarak nitelemek zaten başlı başına suç oluşturacaktır. Benim altını çizerek söylemek istiyorum mensubu olduğum kutsal ocaktan başka, içerisinde bulunduğum örgüt yoktur. Ayrıca, halen tutuklu olan veya tutuksuz olarak yargılanan insanların büyük bir çoğunluğunu ismen de, cismen de tanımam, Bir kısmını herkes gibi basından tanırım. Benim bu kişilerle fiziki olarak veya telefon yoluyla bile görüşmemin dahi olmadığı, dosyaya konulan telefon görüşme tapelerinden ve yapıldığına çok net olarak inandığım fiziki takipten de bellidir. Sayın başkan, burada çok önemli bir konuyu ifade etmek istiyorum. Ben korumalı personelim, korumalı olmam nedeniyle benimle 24 saat beraber olan güvenlik görevlilerinin de ifadelerine başvurulduğunda bu husus teyit edilecektir. Benim yüklendiğim kamu görevi dışında, komutanlarımla hiçbir bağımın olmadığı, telefonlarım ve yaşantımın her safhası takip edilerek belirlenmiştir. Sonuç olarak böyle bir suçun oluşmadığı çok açıktır. TCK’ nun 311/1 nci fıkrasında, Cebir ve şiddet kullanarak TBMM ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar, şeklinde belirtilen suçlama ile ilgili olarak, kanun koyucu gerekçeyi şu şekilde ifade etmiştir; Anayasayı ihlal suçu, Anayasa düzenine hâkim olan ilke ve sistemleri koruma amacını güderken, bu madde, Türkiye Cumhuriyet i Devletinin egemenlik unsurunun oluşturduğu üç güçten birini ve yasama gücünü oluşturan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasa kurallarına uygun bir biçimde görevlerini yerine getirebilmesi yeteneğini korumaktır. Anayasa düzenini ortadan kaldırma veya bu düzen yerine başka bir düzen getirme veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önleme amacını gerçekleştirmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ ne yönelen saldırılar, Anayasayı ihlal suçunu oluşturur. Bu madde kapsamında tanımlanan suç, bu amaçlar dışında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anayasaya uygun bir şekilde görevlerini yerine getirmesini engelleme hallerinde oluşacaktır. Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için; cebir ve şiddete başvurulması gerekir. Bu nedenle, cebir ve şiddet bu suçun seçimlik unsurunu oluşturmaktadır. Anayasamızın başlangıç kısmında aynen söyle denmektedir. Millet iradesinin mutlak üstünlüğü; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukukun dışına çıkamayacağı, hiçbir faaliyetin Türk Milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerini, Atatürk Milliyetçiliği ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin karıştırılamayacağı, şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır. Madde ile korunmak istenen hukuki yararın niteliği dikkate alınarak, Türkiye Cumhuriyet i Anayasasının öngördüğü düzen ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir. Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, cebir ve şiddet kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve şiddet bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve şiddet kavramlarının hukuki anlam ve içeriği, herkes tarafından bilinen bir husustur. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir ve şiddet kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanarak ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir. Hali hazırda bizim uyguladığımız yasa maddesinin ana kaynağı da malumlarınız olduğu üzere budur. Doğal olarak tarafıma isnat edilen suçun oluşabilmesi için iddia edilen örgüt tarafından yoğun ve yaygın bir şekilde cebir ve şiddet uygulanması gerekir. Bu suça yönelik olarak, ne bir gaye ve ne de bir teşebbüsün olmadığı çok açıktır. Bu yönde seçimlik unsur olan cebir ve şiddet kullanılması gibi bir durumun da olmadığı ortadadır. Sayın Başkan, tersi bir ifade ile bu suçun unsurlarının bir tanesinin bile oluştuğuna dair iz, emare, delil, belge ve bilgi mevcut değildir. Bu suçun oluşması için, bir icrai hareket gerekmektedir ki; böyle bir hususun olmadığı tartışmasız bir gerçektir. Ve dosyanın hiçbir yerinde de olduğuna dair bir ifade veya delil mevcut değildir. TCK nun 312 nci maddesi 1 nci fıkrasında, Cebir ve şiddet kullanarak yürütme organını ortadan kaldırmaya teşebbüs eden kimseye, denilmektedir. Benim bu konuda cebir ve şiddet kullandığıma, böyle bir niyet ve kastım olduğuna dair bir tek emare ve delil yoktur. Bu maddeye göre cezalandırılmamın istenilmesi tam bir hukuki zorlamadır. TCK nun 313 ncü maddesi 1 nci fıkrasında. Halkı, Türkiye Cumhuriyet i Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik eden kimseye, denilmekte ve bu maddeye göre de cezalandırılmam talep edilmektedir. Bu madde ile suçlanmam son derece enteresan olduğu için konuyu biraz açmak istiyorum. Bu madde ile ilgili kanun koyucu gerekçeyi şu şekilde ifade etmiştir; Madde metninde halkı Türkiye Cumhuriyet i Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, suç olarak tanımlanmaktadır. Silahlı isyan, Devlet otoritesini yok etmek amacını ifade eder. Suçun oluşması bakımından önemli olan husus, halkı silahlı olarak maddi bir fiile kışkırtmaktır. Suçun oluşması için, isyana tahrik fiili yeterlidir. Sayın başkan, bana isnat edilen bu suçun hiçbir unsurunun oluştuğuna dair en küçük bir emare dahi yoktur. Burada halkın silahlı olarak isyana tahriki söz konusudur ki; tarafımdan hiçbir kişinin veya toplumun tahriki söz konusu olmadığı gibi, tahriki ima eden bir beyanım, ifadem, belge veya eylemim de olmadığı gün gibi aşikârdır. Silahlı isyana tahrike ait en ufak bir delil yoktur. Devletin emrinde görev yapan bir teşkilatın mensubu olarak, benim hükümete karşı halkı silahlı isyana tahrik etmemin düşünülmüş olması bile benim bütün manevi değerlerime saldırıdır, insan haklarımın ihlalidir. Ülkemizin içinde bulunduğu terör olayları artık son raddeye gelmişken, PKK terör örgütü, ülkemizin bütün maddi ve manevi değerlerine en şiddetli şekilde saldırırken, ülkede bir kargaşa ortamı yaratarak Türkiye’yi bölüp parçalamanın yanı sıra, ele geçirmeye, Türklüğü ve Türk insanını yok etmeye çalışırken, Dünyanın en karışık ve hassas bölgesinde bulunan ülkemizin en küçük bir karmaşaya bile tahammül edemeyeceği bir dönemde iken, Türklüğün, Kurtuluş savaşı dâhil tarihinde karşılaştığı en zorlu ikinci döneminde iken, bırakınız silahlı isyanı, en küçük bir iktidar boşluğuna dahi tahammülümüzün olamayacağı gerçeği karşısında, bir zerrecik kadar Türklük ve vatandaşlık bilinci olan değil, Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yatan ağır hastalar bile bu suça tevessül etmez, edemez. Teröristler için saygı duruşunda bulunan, yansı 8’i koyar mısınız, Teröristler için saygı duruşunda bulunan, İstiklal marşımızı söylemeyen, Şanlı bayrağımıza en iğrenç saldırıları yapan, her fırsatta Türklüğe hakaret eden, Türk İslam kimliğimize saldıran hainler ortalıkta gezerken, Ülkemizi bölüp parçalamayı ve Türklüğü yok etmeyi amaçlamış PKK terör örgütünü en küçük bir şekilde dahi kınamayan, teröriste gerilla diyen, hayatında şehit cenazesine gitmemiş bir oluşumun üyeleri, Yüce Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında zevk ve sefa sürerken, sözde aydınların, şehit analarına ve gazilerimize söver gibi, teröristlerle ağız birliği yaparak İmralı’daki bebek katili ve çetesine, af çıkarmak için alçakça saldırıları devam ederken, her bir karışı şehit ve gazilerimizin kanları ile sulanmış olan kutsal Vatanımıza, Cumhuriyet imize, Bayrağımıza, Ülke ve Millet bütünlüğümüze alçakça saldırıda bulunanlar, yurt içinde ve yurt dışında sefalarını sürüp, kinlerini kusarken; Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada, her zaman ve her yerde, milletime ve Cumhuriyet ime doğruluk ve muhabbetle hizmet ve kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime, askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip, icabında vatan, Cumhuriyet ve vazife uğruna hayatımı seve seve feda eyleyeceğime, namusum üzerine ant içerim diyerek, bayrak ve silah üzerine el koyarak yemin etmiş olan, şahsımın, böyle bir suçlamayla karşınızda olmasından, zül duyuyorum. Bu iddiayı kesinlikle kabul etmiyorum ve şiddetle reddediyorum. Sayın Başkan değerli üyeler, biraz önce arz ettiğim yemin çerçevesinde ölmem gerekiyorsa öleyim, ancak namus yemini ettiğim kutsal değerlerimizi kirlettiğim suçlamasının iftira ve çeşitli senaryolarla oluşturulmasını, asla kabul etmiyorum ve yüce heyetinizin de buna müsaade etmeyeceğinize yürekten inanıyorum. Daha öncede belirttiğim gibi Türk Ceza kanunu 311. maddesi 1. fıkrasında Cebir ve Şiddet kullanarak TBMM’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs edenler denilmekte ve iddianameyi hazırlayanlarca bu maddeye göre cezalandırılmam talep edilmektedir 9. yansıyı koyar mısınız? 214. ek klasörde, Avrupa parlamentosu metni üzerine kendi el yazım ile yazdığım notta bu ihanet belgesi TBMM’ de tüm milletvekillerimize madde madde anlatılarak bilgilendirilmelidirler diye yazmışım. TBMM’ni ortadan kaldırma zihniyetinde olan biri böyle bir yorumda bulunabilir mi? Bu benim için, lehimde somut bir delil değil midir? İddia makamının görevlerinden biri de şüphelinin lehine olan delilleri de toplamak değil midir? Lehime en kuvvetli delil olan bu husus neden iddianameye konmamış, delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümüne yazılmamıştır. Sayın başkan, benim cebir veya şiddet kullandığım, kullanmak istediğim veya azmettirdiğim ile ilgili hiçbir delil mevcut değildir, hiçbir somut delile dayandırılmadan, böyle bir madde ile suçlanmam en azından trajikomiktir. İddianameyi hazırlayanlar, evimde buldukları mermilerle ilgili 6136 sayılı kanunun 13. maddesi 3 ve 4. maddelerine göre de cezalandırılmamı talep etmektedirler. Sayın başkan, daha önce de ifade ettiğim gibi ben yıllardır özel korumalıyım. Şahsıma ait biri 7,65 mm. diğerleri 9 mm. olmak üzere taşıma ruhsatlı tabancalarım ve bir adet zoralımdan J.Gn.K. lığı aracılığı ile almış olduğum yivsiz av tüfeğim vardır. Terörle mücadele yıllarından kalma, hatıra olarak sakladığım ve ek klasörlerdeki altını çizerek söylemek istiyorum ek klasörlerdeki kriminal laboratuar kayıtlarından da anlaşılacağı üzere büyük bir kısmı oksitlenmiş yani paslanmış 23 adet 7,62 mm. ve bir miktar 9,65 mm. Fişeğin dışında hemen hepsi tabancalarıma ait fişeklerdir. Her tabancanın yıllık 250 fişek hakkı bulunduğunu ve benim yıllardır bu silahları kullanmadığımı yani fişek sarf etmediğimi düşünürseniz fişeklerimin sayısının binleri geçmesi gerektiği anlaşılacaktır. Ayrıca mahkemenizin 25 Mayıs 2009 tarihli iddianame tensip tutanağında bir adet ateşli silah ve mutad sayıda mermi bulundurma suçundan da cezalandırılmam istenildiği yazılmıştır. Tekrar söylüyorum benim ruhsatı olmayan silahım yoktur. Zaten heyetinizde silahlarımın tarafıma teslim edilmesi talebim üzerine verdiğiniz kararda, ruhsatlar kendi adına olduğu ve halen tutuklu olduğu ve silahların bizzat ruhsat sahibi olan kendisine teslimi gerektiğinden talebinin bu aşamasında bu aşamada reddine diyerek benim silahlarımın ruhsatlı olduğuna işaret edilmiştir. Yani bu madde kapsamında da teczih edilmemin talep edilmesinin hukuki ve kanuni bir dayanağı yoktur. TCK’nun 135. maddesi, 2. fıkrasında kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine, hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin bilgileri kişisel veri olarak kaydetme anlatılmaktadır. Sayın başkan değerli üyeler ben bu gerekçe hilafına hiç hareket etmedim, bende bulunduğu iddia edilen kişisel verilerin hiçbirisi bana ait olmadığı gibi, yaptığım araştırmada bu bilgilerin hemen tamamının internet ortamında birçok sitede yayınlandığını ve halen de yayınlanmakta olduğunu öğrendim. Yok, yapılan iki ya da üç görüşmenin emirle kayda alınması kastediliyorsa ki tahmin ediyorum onu kastediyorlar. Malumları olduğu üzere 2003–2004 yıllarında anayasanın 38. maddesiyle de güvence altına alınan yürürlükte olan 765 sayılı yasaya göre bu suç teşkil etmiyordu ve emirle yapılmıştı. Ayrıca alınan kayıtlar biraz öncede söylediğim gibi emir ile alınmış ve bilahare komuta katına arz edilmiştir, hiçbir şekilde şantaj ve bunun gibi amaçlarla kullanılmamıştır. Olsa herkesin mutlaka bundan bilgisi olurdu. Jandarma Genel Komutanımızın emirleri ile yapılan bu görüşmelerde neden gazeteciler siyasi kişilerle görüşüldüğü sorusunun muhatabı ben olmamakla birlikte burada 2803 sayılı yasaya göre hazırlanmış olan, bir sonraki yansıyı, Jandarma İstihbarat Yönergesinin üçüncü bölüm 26. sayfasındaki istihbarat görevlilerinin haber ve bilgi temin edecekleri ortam ve kurumlar bölümünü ifade etmem gerektiği kanaatindeyim. Gördüğünüz gibi bu bölümde aynen; resmi ve özel kuruluşlar, mesleki örgütler, siyasi parti ve örgütler, sosyal ve kültürel amaçlı dernekler, dini kurslar, yurtlar, okullar ve dernekler, medya çalışanları, öğrenci kuruluşları denilmektedir. Görüldüğü üzere siyasi parti ve örgütü temsilcileri ile ve medya mensupları ile görüşüp bilgi almak yasaya göre hazırlanan yönergenin uygulanmasını istediği bir husustur. Buna İç Hizmet Kanunu 14. maddesinde açıkça belirtilen ast konumunda olan benim, yasalara aykırı bir fiil içerisinde olmamın iddia edilmesi mantığa, akla ve hukuka aykırıdır. İddianameyi hazırlayanlar, TCK 43. maddesinin de uygulanmasını talep etmişlerdir. İsnat edilen hiçbir suçu işlemediğim için bu madde ile ilgili açıklama yapmayacağım. İddianameyi hazırlayanlar büyük bir hırs ve kin ile tekrar söylüyorum büyük bir hırs ve kin ile neden bu büyük hırs ve kini taşıdıklarını daha sonra size 9 ekim tarihli görüşmemizi anlatarak açıklayacağım sayın başkanım. TCK 54. maddesinin de benim için uygulanmasını talep etmişlerdir. El konulan ve bana ait olan eşyaların hiçbir suç ile ilgisi yoktur. Daha önce müdafiim tarafından talep edilmiş ancak, heyetiniz duruşmada değerlendirelim kararı vermiştir. Sayın başkan, benim el konulan tanklarım, toplarım, patlayıcılarım, kaleşinkoflarım yoktur. Üniversitede okuyan oğluma ait bilgisayarım, aile fotoğraflarım, ruhsatlı silahlarım vardır. Bunların iadelerini talep etmiştim şu anda duruşma esnasında tekrar talep ediyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi aramayı yapan zevat tarafından bana aitmiş gibi gösterilen hiçbir CD ve belgeyi de kabul etmiyor, reddediyorum. Ek klasörlerde yaptığım incelemede, bende ele geçtiği iddia edilen belgelerin arasında bu çok enteresan olduğu için söylemek istiyorum. Kara Kuvvetleri Komutanlığı istihbarat başkanlığına ait bir raporun da bulunduğunu gördüm. Sayın başkan ben Jandarma subayı idim. Bende KKK’na ait bir belgenin bulunması maddeten ve mantıken mümkün değildir. Herhalde başka yere koyacakları belgeyi karıştırıp bana koydular. Sonuç olarak, ben ne muvazzaflık dönemimde ne de emekli olduktan sonra bana mevzuatla verilen görevlerin dışında ve herhangi bir şekilde, yasalar hilafına hareket etmedim. Ben, devletimin atadığı bütün görevlerde yüksek bir azimle çalıştım. Yani atamalarda o görevlere tesadüfen ben atandım. Benim yerime başkası atansaydı, şu anda burada yargılanan kişi de mutlaka o olacaktı. Böyle tesadüfî bir örgüt oluşumunu, mantık kabul etmez. Bir suç örgütü devletin resmi atamaları ile oluşamaz ve bizim devletimizin de böyle bir temayülü yoktur. Bana isnat edilen suçlarla hiçbir ilgimin olmadığı arkadaşım Tuğgeneral Ali Aydın ile yaptığım ve tape haline getirilerek dosyaya konulan şu telefon konuşmasında da açıkça görülmektedir. Çok enteresan bir görüşme sayın başkan bunu nasıl iddianameye koydu iddia makamı gerçekten hayretler içerisinde kaldım. Tape no 4428, 01.01.2008 tarihinde 22.03’de A.A. ile yaptığı görüşmede özetle; H.A.Uğur’un yani benim ve şöyle dışarıda ben size şunu söyleyim yani bizim gücümüz olmasa, güçlü olmasanız, herkes sizi yer, dediği, A.A.’ın dışarıda öyle göründüğü gibi, dediği, H.A.Uğur’un biz şimdi emekli generallerimizden, emekli albaylarımızdan bir sürü adam görüyoruz buralarda, bir görseniz acırsınız yani, Ama Allah’a çok şükür bizim vizyonumuz belli, şeyimiz belli, bizim kafamız her zaman dik yani çok şükürler olsun öyle diyim bu kurduğumuz yerden sonra maddi olarak güçlü olacağım inşallah, dediği A.A.nın hele gel Erciyes’e çıkalım dediği, H.A.Uğur’un daha güçlü duruma geldikten sonra siyasete gümbür gümbür, kimseye minnetim olmadan, gebeliğim olmadan kendi gücümle, paramla pulumla gireceğim. Niyetim o. Sayın başkan, işte bu konuşmamda ne diyorum; siyasete gümbür gümbür, kimseye minnetim olmadan, gebeliğim olmadan kendi gücümle, paramla, pulumla gireceğim niyetim o. Benim hiçbir yasadışı işle ilgimin olamayacağı ve hele de iddianamedeki suçlarla hiçbir ilgimin olamayacağı, samimi bir arkadaşım ile yaptığım, son derece doğal ve samimi olan bu görüşmeden de bellidir. Yine ve üzerine basarak söylüyorum nerede cezaevi dahil ve hangi şartlar altında olursam olayım Allah’ın izniyle tek hedefim o parlamentoya girmektir. Ve bunu da yapacağım o zaman yapılan tüm haksızlıkların yasalar anlamındaki hesabını TBMM çatısı altında ve hukuk önünde tekrar mutlaka soracağım. Bu görüşmeyi dinleyenler ve bana suç uydurmaya çalışanlar, bu tapeyi yanlışlıkla koydular sanıyorum. Allah doğrunun yanındadır. Esasen benim görüşmelerimin hiçbirinde isnat edilen suçlarla ilgili tek bir unsur bile yoktur… Olmadığını heyetiniz de biliyordur, ben öyle inanıyorum. Bu ve buna benzer telefon görüşmelerim lehimde delil olarak kullanılmasını talep ediyorum. Sayın Başkan değerli üyeler iddianamenin benimle ilgili bölümünde gizli tanık Aydos olarak tanımlanan kişi ifadesinde; Hasan Atilla Uğur kendisi ile çalışan korucu, itirafçı ve jandarmayla sivil çalışan şahısların emniyetin terörle mücadele ve istihbarat görevlileri ile görüşmesini istemediğini, görüştüğünü duyduğu şahıslara da yapmadığını bırakmadığını, hatta işkence bile yaptığını dediği görülmektedir. Bu ifade tamamen yalan ve iftiradır. Kızıltepe ilçe jandarma komutanı olarak terörle mücadele ederken daha önce de arz ettiğim gibi heyetinize; özellikle kardeş emniyet teşkilatı ile omuz omuza ve dayanışma içerisinde çalıştım. Bu duruma dönemin Kızıltepe ilçe emniyet müdürleri tek tek isimlerini vereceğim Ahmet Soranlar ve Murat Karcıoğlu, TEM şube müdürü Kenan Yıldız, Mardin il emniyet müdürü Affan Keçeci, Dönemin Kızıltepe Kaymakamları Şükrü Görücü ve Hasan Karahan, Dönemin Mardin Valisi Ahmet Kayhan, dönemin Kızıltepe garnizon komutanı İsmail Arıcı, dönemin Mardin ili güvenlik komutanları Doğan Temel ve Ünal Önsipahioğlu, dönemin Kızıltepe Cumhuriyet Savcısı Faysal Akpolat ve dönemin Kızıltepe belediye başkanı Ali Ertaş en yakın tanıktırlar. Mahkemenizden bu şahısların tanık olarak dinlenilmelerini talep ediyorum. Aydos adlı gizli tanık ifadesinde devamla 94-96 yılları arasında adını sonradan öğrendiği Osman Gürbüz’ün sürekli şüpheli Atilla Uğur’un yanında bulunduğunu, her zaman sivil gezip silah taşıdığını, şüpheli Hasan Atilla Uğur Kütahya’da alay komutanı iken şüpheli Osman Gürbüz’ün yine yanında olduğunu demektedir. Sayın başkan ben bu davadan gözaltına alınıncaya kadar kendisi de burada Osman Gürbüz’ü hiç görmedim, duymadım, tanımıyorum. Ayrıca hayatımda Kütahya ilinde hiç görev yapmadım, Kütahya iline uğramadım bile. Osman Gürbüz buradadır, görev yeri kayıtlarım Jandarma Genel Komutanlığındadır. Daha önce arz etmiştim talep etmiştim Jandarma Genel Komutanlığına yazı yazılarak Kütahya’da görev yapıp yapmadığımda sorulabilir. Sayın başkan şimdi arz edeceğim Aydos adlı gizli tanığın ifadesinin bu bölümünü ibretlik olması için okuyorum. Aydos adlı gizli tanık ifadesinin bir başka bölümünde, bir kadının şüpheli Hasan Atilla Uğur’a müracaat ederek; evine gelen Gözlüklü Şehmuz kod adlı terörist elebaşılığındaki üç kişilik terörist grupla ilgili yardım istediğini, teröristlerin evinde yemek yediklerini, Gözlüklü Şehmuz kod adlı teröristin kendisi ile zorla ilişkiye girdiğini söylediği, şüpheli Hasan Atilla Uğur’un da teröristlerin yemeklerine koyması için kadına uyuşturucu bir ilaç verdiğini, kadının da teröristler evine geldiğinde bu ilacı yemeklerine koyduğunu, ilacın etkisi ile uyuşan teröristlerin arazide sersemlemiş olarak dolaşırlarken şüpheli Hasan Atilla Uğur tarafından yakalandıklarını, Hasan Atilla Uğur’un yüzüne tüküren Gözlüklü Şehmuz kod adlı teröristin kafasına sıkarak öldürdüğü şeklinde iddiada bulunmuştur. Sayın Başkan, o bölgeleri bilen ve terörle mücadeleyi yaşamış bir insan olarak eminim okuduklarıma siz de gülmüşsünüzdür. Teröristler hakkında istihbari bilgi alan her güvenlik gücü komutanı planlamasını yapar ve operasyonunu icra eder. Sanırım üçüncü sınıf komedi filmlerinde bile böyle bir senaryoya rast gelinemez. İddianamede bu saçma sapan konuyu okuduktan sonra yaptığım araştırmada ki ondan sonra mahkemenizden talepte bulundum Mardin Cumhuriyet savcılığından isteyelim diye, Gözlüklü Şehmuz kod adlı terörist ile Bagerhat kod adlı, Hatip Çınar adlı teröristin 1995 yılında Mardin ili Derik ilçesi kırsal kesiminde Derik ilçe jandarma komutanlığınca korucuların da katıldığı bir operasyonda çıkan çatışmada ölü olarak ele geçirildiklerini öğrendim. Mardin Cumhuriyet başsavcılığı ve Mardin İl J. K. lığından bu konu ile ilgili kayıt ve yazıların istenilmesini talep etmiştim dün okudunuz ve bana verdiler. Biraz sonra arz edeceğim. Gizli tanık diye tabir edilen bu hainin komik ve iğrenç yalanları heyetiniz ve bizi dinleyen herkes tarafından daha iyi anlaşılacaktır. Çatışmaya bizzat katılan rütbeli ve korucuların isimlerini can güvenlikleri tehlikeye girer gerekçesi ile şu anda vermiyorum. Ancak, mahkeme takdir ederse kendilerini tanık olarak gösterebilirim. Burada asıl üzücü olan iddianameyi hazırlayanların konunun aslını hiç araştırmadan, ne olduğu belli olmayan bir şahsın ifadesine itibar ederek delil olarak koymalarıdır. Aydos adlı gizli tanık ifadesinde devamla, burası da çok enteresan Gurs Erikli köyü imamının kızının yani bir şey senaryosu gibi film senaryosu gibi, bir gün şüpheli Hasan Atilla Uğur’un yanına geldiğini, kendilerinin birkaç defa yakalamak için geldiklerinde bulamadıkları teröristleri babasının caminin altındaki sığınakta sakladığını, ayrıca teröristlerin başı olan Yasin kod adlı teröristin kendisi ile gönül ilişkisinin olduğunu, gece onunla beraber olduktan sonra uyuduğunu bir ara uyandığında teröristin abisinin eşi yani yengesi ile de ilişkiye girdiğini görerek çok kızdığını, bu yüzden ihbar etmeye geldiğini söylediğini, bunun üzerine şüpheli Hasan Atilla Uğur’un hemen askerleri ve korucuları ile köyü sardığını, teröristleri sağ olarak yakaladığını, Yasin kod adlı teröristi köyün ortasında kafasına sıkarak öldürdüğünü demektedir. Yani iftiracının ikinci komedi senaryosu da budur. Yaptığım araştırmada Yasin kod adlı teröristin 1995 yılında Mardin il merkezine bağlı Ortaköy mıntıkasında güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada yanındaki teröristlerle birlikte ölü olarak ele geçirildiğini tespit ettim. Bu hususun da Mardin C.Başsavcılığı ve Mardin İl J.K. lığından sorulmasını talep etmiştim geldi. biraz sonra bunu arz edeceğim. Sayın başkan, biraz önce açıkladığım gibi yalan beyan ve iftiralardan ibaret olan bu ifadenin sahibi Gizli Tanık Aydos yüce Türk adaletini yanıltmakta. Benim çok fazla zoruma gitmiyor ama burası çok önemli yüce Türk adaletini yanıltmakta ve terörle mücadeleye gölge düşürmek için birileri tarafından yönlendirilmektedir. Ben yıllarca terörle bire bir mücadele etmişim, yüzden fazla çatışmaya girmişim, kucağında şehit vermiş şerefli bir Türk subayı olarak sağ olarak ele geçen hiçbir teröristi katletmedim, katlettirmedim. Ben, mücadelemi personelimle birlikte yiğitçe, adam gibi ve dürüstçe verdim. Kaldı ki, teslim olana yada sağ olarak ele geçene fiske dahi vurulmaması Türk askerinin geleneğinde vardır. Bu saçmalıkları ciddiye alarak iddianameye koyanları kınıyorum. Sayın başkan şimdi Mardin Cumhuriyet Başsavcılığından gelen yazıyı aynen okuyorum, 12 Haziran 1995 tarihinde 21:30 sıralarında Mardin merkez Yolbaşı köyünün 400 m. Kuzeydoğu istikametinde dur ihtarına ateşle karşılık veren bir grup PKK KONGRAGEL terör örgütü mensubu ile silahlı çatışmanın yaşandığı. Bu çatışma sonucunda Yasin Kod Abdülhalim İlhan ve Şiyar Kod Abdülkadir Yüksel isimli teröristlerin ölü olarak ele geçirildiği. Bu olayla ilgili olarak Diyarbakır DGM Cumhuriyet başsavcılığı tarafından 8 eylül 1996 tarihinde hazırlık no 1995/3125 karar no 1996/244 sayısı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın verildiği olayla ilgili olarak tanzim edilen olay yeri tespit tutanağı, olay yeri basit krokisi, el koyma tutanağı Diyarbakır bölge kriminal polis laboratuarı ekspertiz adli emanet teslim tesellüm belgesi ve Diyarbakır DGM Cumhuriyet başsavcılığının evraklarının gönderildiği diye yazılmış gönderilmiş. Biraz önce size ve üyelerimize sayın üyelerimize arz ettim. Sayın başkan burada üzüldüğüm nokta şudur. Böyle bir konu ne idüğü belirsiz bir gizli tanık tarafından uydurulan bu konu yıllarını terörle mücadeleye vermiş bir insanı karalamak amacıyla dahi olsa. Velev ki bana bir suç isnat etmek dahi amacı da dahi olsa. Şu evrak daha önce iddianame hazırlanmadan önce sorulamaz mıydı Cumhuriyet başsavcılığından. Mardin’den bu sorulsaydı bunlarla hiç bu şekilde muhatap olmayacaktık ama neidüğü belirsiz bir adamın verdiği ifadeyle komedi gibi biraz önce size okudum kadın gelmiş ben uyuşturucu vermişim teröristlere yemeklerine uyuşturucu katmış. Ben teröristlerin yemeklerine uyuşturucu veya uyuşturucu ilaç katacak kadar yakın olsam zaten çeker vururum vururum derken çatışmaya girerim ne gerekiyorsa onu yaparım. Ama böyle lüzumsuz şeylerin iddianameye konması son derece yanlış olmuş bu kanaatteyim. Bir sonraki Gizli Tanık Kıskaç’ ın verdiği ve şahsımı ilgilendiren ifadelerin tümü yalan ve uydurmadır. Osman Gürbüz’ü biraz önce de arz ettiğim gibi tanımıyorum. Bu husus kendilerinden de teyit edilebilir. Kaldı ki; bahse konu 2000 yılında ben Diyarbakır’da şark görevinde bulunuyordum. Sayın Başkan değerli üyeler şimdi iddianameyi yazanlara sormak istiyorum, sizin aracılığınızla sormak istiyorum. Bu davanın güneydoğuda görev yaptığım 1990’lı yıllarla ne ilgisi vardır. Kimliği çoktan ortaya çıkmış iftiracı bir şahsın uydurmalarını doğru kabul ederek, iddianameye koydunuz. Peki, neden cinayet suçundan da cezalandırılmamı talep etmediniz, madem, terörle mücadele içinde geçen yıllarımı karalamak isteyen, yalancı ve besleme bir tanığın ifadesini ciddiye aldınız, neden delillerin değerlendirilmesi bölümünde bu ifadeyi es geçtiniz. Gerçek niyetiniz nedir. Yoksa benim üzerimden, o yıllarda kanıyla, canıyla, koluyla, bacağıyla mücadele eden asker, polis, savcı, hâkim, korucu, öğretmen, doktor kısacası bölücülüğe karşı kahramanca mücadele eden insanlar ve kurumlar mı karalanılmaya çalışılıyor. Yok, böyle değilse ki; umarım böyle değildir, terör örgütü yandaşlarının ifadelerine neden prim veriyorsunuz. İnsanların sokağa bile çıkamadıkları o yılları ancak yaşayanlar bilir, sayın başkan, siz en kritik dönemde Diyarbakır’da görev yaptınız, beni en iyi siz anlarsınız. Bu duruma ruhum isyan ediyor, asla kabullenemiyorum. Biraz önce de ifade ettiğim gibi Gizli tanık Aydos ve Gizli Tanık Kıskaç tarafından üzerime atılmak istenen iftiralar hem komik hem iğrençtir. Karalama yöntemi ile ifade verdirilen bu kişiler, aynı zamanda Yüce Türk Adaletini yani sizi yanıltmaya çalışmaktadırlar. Bilindiği gibi CMK’nun 271. maddesi suç uydurmayı, 272. maddesi ise yalan tanıklığı tanımlamış ve cezalarını belirlemiştir. Bu iki gizli tanık hakkında suç uydurma ve yalan tanıklık suçlarından suç duyurusunda bulunuyorum. Gelelim meselenin daha vahim ve üzücü olan boyutuna; Ben meslek hayatım boyunca bir çok hazırlık soruşturması ve istihbari çalışmanın içinde oldum. Konunun durumuna göre birçok insan bazen intikam alma, bazen maddi menfaat karşılığı, bazen tehditle ve bazen de gerçekten adalete yardımcı olmak amacıyla tanıklık yaptılar, ihbar mektupları ve mailleri gönderdiler. Ulaşan bu bilgileri, diğer kaynaklarla teyit etmeden, incelemeden, araştırmadan ve mantık süzgecinden geçirmeden asla adli makamların önüne göndermedim. Ancak üzülerek görüyorum ki bu iddianameyi hazırlayanlar çok önemli olan teyit prensibine riayet etmemişlerdir. Örneğin biraz önce de ifade ettiğim gibi, Gizli Tanık Aydos, benim Kütahya’da Alay komutanlığı yaptığımı ve bu dönemde Osman Gürbüz’ün yanımda olduğunu söylemektedir. İddianameyi hazırlayanlar yazı ile jandarma Genel Komutanlığına sorma zahmetine katlansalardı; benim Kütahya’da alay komutanlığı dâhil hiçbir tarihte ve hiçbir görev yapmadığımı öğrenebilecekler ve Yüce Türk Adaletini yanıltmak amacında olan ne olduğu belirsiz bir kişinin ifadesini delil olarak koymayacaklardı. Sayın Başkan, aslında iddianameyi hazırlayanlar, bu yalan beyanları iddianameye koymuşlar ama sanırım kendileri de inanmadıkları için sevk maddesine koymamışlar. Sizleri ve kamuoyunu etkilemek için koydukları net olarak anlaşılıyor. Mahkemenizin takdirine sunuyorum. Ayrıca ulusal ve uluslar arası hukuk normlarına göre sanığın ve müdafiinin yokluğunda, tanık veya muhbirlerin gizlice dinlenmesi, bunların kimliklerinin gizli tutulması, sanık ile yüzleştirilmemeleri ve özellikle bunu özellikle söylemek istiyorum soruşturma aşamasında elde edilen gizli beyan ve belgelerle verilen mahkûmiyet kararları savunma hakkını, silahların eşitliği prensibini ve dürüst yargılama hakkını ihlal etmektedir. Bu açıdan; hakkımda kim oldukları belli olmayan tanıkların, soruşturma aşamasında dinlenilmesi, ismi ve IP numarası belli olmayan bir elektronik posta ihbarının delil olarak kabul edilmesi hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğindedir. Kaldı ki; daha önce de arz ettiğim gibi üç terör örgütünün yıllardır hedefi durumundayım. Mahkemenizin özellikle bu önemli hususu dikkate alacağına inanıyorum. Ben ya da müdafiim soru sormak istediğimiz gizli tanığın kimliğini bilmezsek bu kişinin önyargılı, örgüt üyesi ya da itirafçı veyahut güvenilmez olup olmadığını nasıl anlayacağız. Sayın başkan ve değerli üyeler şimdi iddianamenin delillerin ve hukuki durumun değerlendirilmesi bölümünde hakkımda öne sürülen iddialara tek tek cevap vermek istiyorum.

Mahkeme Başkanı:”Yorulduysanız ara verebiliriz.”



Sanık Hasan Atilla Uğur:”Bir on dakika ara verirsek iyi olur sayın başkanım.”

Yüklə 418,48 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin