بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
MUKADDES YOLCULUK ve HİKMETLERİ
Allah Teâlâ, ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِنْ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّه هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
‘’Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescidi Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.’’1
Sözlükte isrâ, "gece yürüyüşü" demektir. Mi'rac da kelime olarak "yükseğe çıkmak, merdiven, asansör" gibi manalara gelir. İsrâ, Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in bir gece Mescid-i Harâm'dan alınıp Mescid-i Aksâ'ya götürülmesi olayıdır. Mi'rac ise Mescid-i Aksâ'dan göklere ve yüce makamlara çıkartılması hadisesidir. Mi'rac deyince isrâ da içine girer.
Mi'racın Zamanı: Mi'rac, hicretten bir buçuk sene önce Receb ayının 27. gecesi meydana gelmiştir.
İsrâ ve mi'rac, aynı gecede olmuştur. Çok kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleşmiştir. Yüce Allah zaman içinde zaman yaratmıştır. Buna bast-ı zaman denir.
Mescid-i Haram: Kâbe’yi çevreleyen ve Harem-i şerif denen mesciddir. Yeryüzünde inşa edilen ilk mâbeddir. Onu ilk olarak meleklerle Hz. Âdem (a.s) inşa etmiştir. Daha sonra aynı temeller üzerine Hz. İbrahim ve oğlu İsmail (a.s) yeniden yapmışlardır.
Mescid-i Harâm'ın içindeki Kâbe, Müslümanların kıblesidir. Yeryüzündeki en kutsal yerdir. Kâbe’nin birçok ismi vardır. El-Beyt ve Beytü'l-Atîk isimleri meşhurdur.
Mescid-i Aksa. Kudüs'teki Beytü'l-Makdis'tir. Kâbe’den sonra yeryüzünde yapılan ikinci mabettir. Hz. Davud (a.s) ve Hz. Süleyman (a.s) tarafından yapılmıştır. Müslümanların ilk kıblesidir. Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebî'den sonra kutsal mâbedlerin üçüncüsüdür. Aksa denilmesi, o günkü şartlarda Kâbe’ye en uzakta bulunan mâbed olmasındandır. Bir de onun ötesinde başka bir mescidin bulunmayışındandır.
Mescid-i Aksa, peygamberlerin toplandığı, ilâhî vahiylerin indiği mübarek bir yer olduğu için, Mi'rac'ta Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) de oraya uğramış oraları, ziyaret etmiş ve ibadetle şereflendirmiştir.
Beytü'l-Ma'mûr, yedinci kat gökteki melekler tarafından tavaf edilen mâbeddir. Kâbe’nin tam hizasında bulunur.2
Mi’rac Olayı
Mi’rac hadisesi, bir dizi sıkıntılı ve üzücü olaydan sonra meydana gelmiştir.
Çöl havası, bütün harareti ile ortalığı kavururken Rasul-ü Ekrem’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) içini, Hz. Hatice’den (r.anha) ayrılmanın üzüntüsü sarmıştı. Her halinden üzüntüsü belli oluyordu. Mekke müşriklerinin üç yıldır Rasulullah’a, akrabalarına ve müslümanlara uyguladıkları o uğursuz boykot henüz bitmişti. Boykot süresince bütün malvarlığını müminlere dağıtan, her zaman Rasulullah’ı teselli eden, teslimiyet ve fedakârlık abidesi, müminlerin annesi, Hz. Hatice (r.anha) vefat etmişti.
Müslümanlar, daha boykottan kurtulmanın sevincini hissedemeden bu vefat haberi ile sarsılmışlardı. Rasul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) bağrına taş basarak annemizin kabrine indi ve İslam’a ilk önce girme şerefine nail olmuş yirmi beş yıllık hayat arkadaşının mübarek bedenini kendi elleriyle toprağa verdi.
Hz. Hatice validemizin ayrılığı üzerinden çok geçmemişti ki, bir gün Hz. Ali (r.a.) Rasul-i Ekrem’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) yanına çıkageldi. Hasta yatağında ızdırap çekmekte olan yaşlı babası Ebu Talib’in yanından geliyordu. Verdiği haber çok acıydı. Efendimizin amcası Ebu Talib de vefat etmişti. Bu haberle, Efendimizin gönlü bir kat daha yaralandı ve mübarek gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başladı. “Şu ümmet üzerinde, bugünlerde toplanan iki musibetten hangisine daha çok yanacağımı bilemiyorum” diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
Rasulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) amcası Ebu Talib, iman etmemişti ama ölünceye kadar Efendimizin kolu-kanadı, müşriklere karşı savunucusu olmuştu. Bu haber, Efendimizin günlerce evinden dışarı çıkmamasına sebep oldu.
Bir süre sonra Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bütün üzüntüsünü içine gömerek, çevre kabilelere İslam’ı anlatmaya çıktı. Bütün olumsuzluklara rağmen tebliğe devam etti. Yapılan hakaretler, iftira ve eziyetler, O’nu yolundan çevirmiyordu. Arada bir imana gelen kişiler, gönlüne su serpiyordu.
Gerçek sevgili olan Rabbu’l-Âlemin, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habibini (sallallâhü aleyhi ve sellem) en güzel şekilde teselli edecek, O’nun gönlünü üzüntü içinde bırakmayacaktı.3
Allah Resûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) işte bu ve buna benzer sıkıntılı hadiselerle yüz yüze ve zahiren yapayalnız kalmış durumdayken mi’rac hadisesi meydana gelmiştir. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) hicretten bir buçuk yıl kadar önce Receb ayının 27. gecesi, Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla Mekke’den alınmış, oradan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya getirilmiştir.
Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) burada birçok peygamberle görüşmüş ve onlara imamlık yaparak namaz kıldırmıştır. İşte Resûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) Mekke’den alınıp Kudüs’e getirilmesine, Kur’an’ın tabiriyle gece yürüyüşü anlamına gelen “İsrâ” adı verilmektedir. Aslında Resûlullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) gerçek yolculuğu bundan sonra başlamıştır. İşte “mi’rac”, adını bu yolculuktan alır.
Mi’rac Hadisesinden Bir Kesit
Resûlullah Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) yaşamış olduğu mi’rac hadisesi, mütevâtir derecesine ulaşmış bir hadistir. Pek çok hadis kitabında Resûlullah Efendimiz’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) mi’racı anlatılmıştır. Biz de burada, mi’racın anlatıldığı hadislere kısaca değinmek istiyoruz:
Değişik rivayetlerden elde ettiğimiz bilgilere göre, Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) mi’rac hadisesini farklı zamanlarda sahabelerine şöyle anlatmıştır:
Bir ara ben Beyt’in (Kâbe’nin) yanında, uyku ile uyanıklık arasında iken, Cebrâil (a.s.) içi iman ve hikmet dolu altın bir kap getirdi. Göğsüm başlangıcından karın yumuşağına kadar yarıldı. Sonra Cebrâil (a.s.) içini zemzem suyu ile yıkayıp içine iman ve hikmet doldurdu. Sonra, merkeple katır arası; beyaz bir binek hayvanı (Burak) yanıma getirildi. Burak’a bindim, öyle hızlı ilerliyordu ki, adımını gözünün alabildiği en son noktaya atabiliyordu.
İlerlerken yolun kenarında yaşlı bir koca karıya rastladım. Ey Cibrîl, bu nedir, dedim. Cibrîl (a.s.),
- Yürü yâ Muhammed, dedi. Allah’ın dilediği miktarda yolumuza devam ettik. Sonra bir de baktım ki, yolun bir köşesinde uzakta biri beni çağırıyor: “Gel yâ Muhammed”, diyor. Cibrîl (a.s.) dedi ki:
- Yürü yâ Muhammed! Allah’ın dilediği miktarda yolumuza devam ettik. Sonra büyük bir kalabalığa rastladık:
- Selâm olsun sana ey evvel, selâm olsun sana ey ahîr, selâm olsun sana ey haşir, dediler. Cibrîl (a.s.) bana dedi ki:
- Ya Muhammed! Onların selâmını iade et.
- Ben de onların selâmına karşılık verdim. Sonra Cibrîl-i Emin (a.s.) bunları şöyle açıkladı:
- Yolun kenarında gördüğün yaşlı kadına gelince; o dünyadır. Dünyanın ömrü o yaşlı kadının ömründen daha fazla kalmamıştır. Kendisine dönmeni isteyene gelince, o Allah düşmanı İblîs’tir. Senin kendisine meyletmeni istedi. Sana selâm verenlere gelince; bunlar İbrahim, Musa ve İsa’dır [aleyhimü’s-salât]4
Hızla ilerledik. Hurmalık bir yere vardığımızda Cebrâil (a.s.) bana,
- İn ve iki rekât namaz kıl, dedi. Ben de inip kıldım. Sonra Burak’a binip ilerledik. Cebrâil (a.s.),
- Nerede namaz kıldığını biliyor musun? dedi. Ben,
- Hayır, dedim. O,
- Yesrib’de, Taybe’de (Medine’de) namaz kıldın, dedi. Burak üzerinde hızla giderken yine,
- İn, namaz kıl, dedi. Ben de inip kıldım. Sonra tekrar binip ilerlemeye başladık. O
- Nerede namaz kıldığını biliyor musun? dedi. Ben,
- Bilmiyorum, dedim. O,
- Musa’nın ilâhî tecelliye mazhar olduğu ağacın yanında namaz kıldın, dedi. Burak ayağını gözünün iliştiği en son noktaya kadar atıyordu. Sonra evler, köşkler gözükmeye başladı. Cebrâil (a.s.),
- İn, namaz kıl, dedi. Ben de inip namaz kıldım. Sonra Burak’a binip ilerledik. O bana,
- Nerede namaz kıldığını biliyor musun, dedi. Ben de,
- Hayır, dedim. O,
- İsa’nın doğduğu yer olan Beytü’l-lahm’de, dedi. Sonra şehre (Kudüs’e) sağ kapısından girdik. Mescidin (Mescid-i Aksâ) kıble tarafına geçtik. Girdiğimiz kapının üzerinde güneş ve ay resimleri vardı. Mescid’de Allah’ın nasip ettiği kadar namaz kıldım. Sonra beni şiddetli bir susuzluk sardı ve bana iki kadeh sunuldu. Birinde süt, diğerinde bal vardı. Ben, Allah’ın bana olan hidayeti sayesinde içinde süt olan kadehi tercih edip içtim. Önümde yaşlı bir adam oturmakta idi. Cibrîl’e (a.s.) hitaben,
- Arkadaşın gerçekten fıtratı seçti, dedi.5
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, Birinci kat semada; Hz. Âdem a.s. ile ikinci kat semada; Hz. İsa ve Hz. Yahya a.s. ile üçüncü kat semada; Yusuf a.s. ile dördüncü kat semada; Hz. İdris a.s. ile beşinci kat semada; Hz. Harun a.s. ile altıncı kat semada; Musa a.s. ile yedinci kat semada ise; Hz. İbrahim a.s. ile karşılaşmıştır.
Sonra bana beytü’l-ma’mûr gösterildi. Cibrîl’e (a.s.) bunun ne olduğunu sordum. O da,
- Bu, beytülma’mûrdur. Burada her gün 70.000 melek namaz kılar. Melekler namazlarını kılıp buradan çıkınca bir daha oraya dönemezler (onlara sıra gelmez), dedi.
Sonra bana sidretü’l-müntehâ gösterildi. Bir de gördüm ki sidr ağacının yemişleri Hacer (kasabası) çömlekleri büyüklüğünde! Yaprakları da fillerin kulakları gibi… Bu ağacın kökünden dört nehir çıkıyordu. İki nehir içeri, iki nehir de dışarı doğru akıyordu. Cibrîl’e (a.s.),
- Bu dört nehir nedir, diye sordum. Cibrîl (a.s.),
- İkisi cennete doğru akar. Dışa doğru olanlar da Nil ile Fırat nehirleridir, dedi.
Daha sonra cennete götürüldüm. Orada, içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardı. Ardından cehennem gösterildi. Orada Allah’ın gazabı ve intikamı vardı. Eğer oraya taşlar veya demirler atılsaydı, cehennem onu hemen yiyiverecekti. Sonra tekrar sidretü’l-müntehâya götürüldüm. Onu anlatmaktan, tarif etmekten akıl ve dil aciz kalır.
Sidretü’l-müntehâya gelindiğinde Cebraîl (a.s.) durdu ve Resûlullah’a (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Muhammed! Sen devam et. Zira ben bundan ötesine geçemem. Burada öteye geçilmesine senden başka kimseye izin verilmemiştir, dedi. Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem), Refref denilen bir vasıta ile Allah’ın dilediği yere geldi. Bir rivayette, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Sidreden sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabbim’in şu sesini işittim:
- Ey yaratılmışların en hayırlısı, yaklaş! Ey Ahmed, yaklaş! Ey Muhammed, yaklaş diye…
Rabbimin beni, buyurduğu gibi, “İki yay arası hatta daha yakın” bir şekilde yaklaştırdı. 6
Sidretü’l-müntehâda geçen olaylar Necm suresinin ilk ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır:
“Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Sonra Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? Andolsun (Muhammed) onu (Cebrâil’i), sidretü’l-müntehânın yanında önceden bir defa daha görmüştü. Cennetü’l-me’vâ da onun yanındadır. Sidreyi kaplayan kaplamıştı. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. Andolsun, o, Rabb’inin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü”7
Sonra Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem), Rabb’ine selâm vermesini işaret etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem),
“En güzel övgüler, selâmlar, ibadet ve taatler Allah’a mahsustur. O’na layıktır.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ Peygamberine şöyle karşılıkta bulundu:
“Selâm sana olsun ey Nebî! Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun.” (Namaz müminin mi’racı olduğu için, Resûl-i Ekrem’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) mi’racda bu duayı okuması gibi müminler de namazlarında bu duayı okumalıdırlar.)
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu selâmdan, rahmet ve bereketten ümmetin de nasiplenmesini istedi ve
“Selâm (Allah’ın rahmeti, esenliği ve bereketi) bize ve Allah’ın salih kullarına olsun.” buyurdu. Bunu gören Cebrâil (a.s.) ve semâvattaki bütün melekler şöyle karşılık verdiler:
“Ben şahitlik ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur ve ben yine şahitlik ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve peygamberidir.”8
Sonra bana elli vakit namaz farz kılındı. Ben dönüp Hz. Musa’ya (a.s.) uğradığımda bana,
- Ey Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) Allah Teâlâ sana neler emretti, diye sordu.
- Elli vakit namaz farz kılındı, diye cevap verdim. Bunun üzerine Hz. Musa (a.s.),
- Ben İsrâiloğulları’nı çok defa tecrübe ettim. Ben insanların halini çok iyi bilirim. Benim ümmetim bundan çok daha az şeyleri yapamadılar. Senin ümmetin de buna güç yetiremez. Rabbine dön ve O’ndan bu miktarı hafifletmesini iste, dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) geri döndü. İlâhî huzura çıkıp secdeye kapandı, yalvardı. Allah Teâlâ namazların vakitlerini kırka indirdi.
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) geri döndüğünde Hz. Musa (a.s.) Rabb’inin nasıl bir ikramda bulunduğunu sordu. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) namaz vakitlerinin kırk vakte indirildiğini söyleyince, Musa (a.s.),
- Git ve Allah Teâlâ’dan bunun hafifletilmesini iste; çünkü ümmetin buna güç yetiremez, dedi.
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) tekrar ilâhî huzura çıktı, secdeye kapandı ve Rabb’inden bunun hafifletilmesini istedi. Allah Teâlâ da namaz vakitlerini otuza indirdi. Nebî (sallallâhü aleyhi ve sellem), Hz. Musa’nın (a.s.) yanına uğradığında o yine bunun ümmetine ağır geleceğini ve Rabb’inden hafifletilmesini istemesi gerektiğini söyledi. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem), Hz. Musa’nın (a.s.) tavsiyesiyle Allah Azze ve Celle’nin huzuruna gidip geldi. Allah Teâlâ namaz vakitlerini beşe kadar indirmişti. Musa (a.s.), yine Peygamber Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) bunun ümmete ağır geleceğini ve Rabbinden hafifletilmesini istemesini söyleyince Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Rabbim’den bu hususta çok istekte bulundum ve artık O’ndan utanır oldum, dedi. Sonra şöyle nida edildi: “Ben farzlarımı tamamladım. Kullarıma hafiflik gösterdim. Beş vakit namazı on misliyle kabul edeceğim.”9
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), İsrâ ve mi’rac mucizesiyle, dünya üzerindeki yolculuğundan semâlara doğru bir yolculuğa, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği, Allah’ın kendisine ve ümmetine birçok hediye verdiği bir yükseliş gerçekleştirmiştir. Cennet nimetlerini ve cehennem azabını müşahede etmiştir. Aslında, en önemlisi mi’rac, sevgilinin sevgiliye kavuştuğu gecedir… Kur’an’ın da anlatımıyla, Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Allah Teâlâ’ya iki yay arası hatta daha da yakın olmuş ve görmüştür.
Mi’raçtan Bazı Manzaralar
Namaz Kılmayanlar
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir grup insan gösterildi. Başları büyükçe bir taşla eziliyordu. Ezilen başlar tekrar eski haline dönüyor, azap yeniden başlıyor ve bu iş hiç ara verilmeden devam ediyordu. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu. Cebrâil (a.s.),
- Onlar (namaza engel hiçbir özürleri yokken, bilerek) farz namazlarını kılmayan, namazdan kaçan kimselerdir, dedi.
Zekât Vermeyenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Üzerlerinde sadece ön ve arkalarını (avret yerlerini) kapatan bir bez parçası bulunuyordu. Bunlar, tıpkı hayvanların otlaması gibi dikenleri, zakkumu, cehennemin çakılları ve kızgın taşlarını yiyorlardı.
- Ey Cebrâil, bunlar da kim, diye sordum. O da,
- Bunlar mallarının zekâtlarını vermeyenlerdir. Allah onlara zulmetmiyor. Çünkü O, kullarına asla zulmetmez, dedi.
Zina Edenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Önlerindeki bir tencerede güzelce kızarmış tertemiz etler vardı. Öbür yanlarında da kirli bir kazan içinde pişmemiş, kokuşmuş etler bulunuyordu. Onlar, güzel etleri bırakıp kokuşmuş etleri yiyorlardı. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil (a.s.),
- Onlar senin ümmetinden temiz ve helâl hanımını bırakıp pis ve kötü kadınlara giden erkeklerle, temiz ve helâl kocasını bırakıp pis ve kötü erkeklerin yanına giden ve onlarla geceleyen kadınlardır, dedi.
Taşıyamayacağı Emaneti Yüklenenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir adam gösterildi. Bu adam büyük bir odun yığını biriktirmişti. Taşımaya gücü yetmiyordu. O ise hâlâ üzerine başka odunlar yığıyordu. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bu kimdir, diye sordu, Cebrâil (a.s.),
- Bu adam senin ümmetinden insanların emanetlerini yüklenen bir kimsedir. O, aldığı emanetleri taşıyamazken tutar daha fazlasını almaya çalışır, dedi.
Fitneye Düşüren Hatipler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Demir makaslarla dilleri ve dudakları kesiliyordu. Kesilen yer eski haline dönüyor, aynı azap sürekli tekrar ediyordu. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Onlar, sözleriyle insanları fitneye düşüren hatiplerdir, dedi.
Sözlerine Dikkat Etmeyenler
Sonra Cebrâil [a.s.], Resûlullah’ı (sallallâhü aleyhi ve sellem) küçük bir taşın yanına getirdi. Bu taşın içinden büyük bir öküz çıkıyor ve daha sonra çıktığı yere dönmek istiyor ancak başaramıyordu. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bu neyin nesi, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Bu, bir söz söyleyen ancak daha sonra söylediğine pişman olan ve sözünü geri alamayan kişinin misalidir, dedi.
Faiz Yiyenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Karınları evler gibi büyüktü. İçlerinde yılanlar vardı, dışarıdan görünüyordu. Ayağa kalkmak istediklerinde yüz üstü yere kapaklanıyorlardı. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Onlar faiz yiyenlerdir, dedi.
Yetim Malı Yiyenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Dudakları deve dudağı gibi iriydi. Ağızlarını açmışlardı ve ağızlarına cehennemde kızdırılmış bir taş atılıyordu. Feryat ederek bağırıyorlardı. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem), Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Onlar, haksız yere yetimlerin mallarını yiyenlerdir, dedi.
Çocuklarını Öldüren Kadınlar
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir grup kadın gösterildi. Kadınlar, göğüslerinden ve ayaklarından asılmışlardı. Feryat ederek Allah’a yalvarıyorlardı. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Onlar, zina eden ve karınlarındaki çocukları öldüren kadınlardır, dedi.
Gıybet Edenler
Allah Resûlü’ne (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir grup insan gösterildi. Vücutlarının yanan kısmındaki etlerden kesilip ağızlarına konuyor ve kendilerine, ‘Kardeşinin etini yediğin gibi haydi bunu da ye’, deniyordu. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
- Ey Cebrâil, bunlar kimlerdir, diye sordu, Cebrâil [a.s.],
- Onlar, ümmetin içinde insanları arkadan çekiştiren ve alay edenlerdir, dedi. 10
Mi’rac’ta Verilen Hediyeler
Allah Teâlâ mi'racda Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetine ulaştırmak üzere üç önemli hediye verdi:
1. Günde beş vakit namaz.
2. Bakara suresinin son iki ayeti.
3. Ümmetinden Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayanların affedilip cennete gireceği müjdesi.11
Bu üç hediye, kıyamete kadar gelecek her mümine verilmiş en büyük hediyelerdir. Bu hediyeler kısaca, iman, namaz ve niyazdır. Bunların bu gecede ikram edilmesinin özel bir manası vardır. Onlar olmadan manevî mi'rac, yüce Allah'a yakınlık olmaz.
Ayrıca bunların yanında Mirac’ta, şu emirler Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bildirilmiştir:
1- Allah’tan başkasına kulluk etmemek,
2- Ana ve babaya iyi davranmak,
3- Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hakkını vermek,
4- Cimri ve müsrif olmamak,
5- Evladını yoksulluk korkusu ile öldürmemek,
6- Fuhuş ve zinaya yaklaşmamak,
7- Cana kıymamak,
8- Yetim malı yememek,
9- Ahdi (verilen sözü) yerine getirmek,
10- Ölçü ve tartıda hile yapmamak,
11- Hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmemek,
12- Yeryüzünde gurur ve kibirle yürümemek, büyüklük taslamamak. 12-13
Bilhassa bu üç hediyeleri biraz tanıyalım:
Cennetin Anahtarı İman
İman, Cenâb-ı Hakk'ın kuluna en büyük hediyesi ve emanetidir. İmanın esası, tevhiddir. Tevhid, kâinatta yüce Allah'ın tek ilâh olduğunu bilmek ve buna iman etmektir. Bu tevhid nuru ve şuuru olmadan yüce Yaratıcı'yı tanımak, O'na yaklaşmak, sevilmek mümkün değildir. Bu iman ve tevhid, cennetin anahtarıdır. Zerre kadar iman kulu cehennemden kurtarır, cennete girmeye, orada yüce Allah'ın cemâlini seyretmeye vesile olur. Kendisine böyle bir iman nimeti verilen kul, ebediyyen şükretse azdır.
Hadis-i şerifte müjdelendiği gibi, kalbinde zerre kadar imânı olan kimse için Allah Teâlâ, meleklerine,
"Onu cehennemden çıkarın" emrini verecektir.14
Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz diğer bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi:
'Senin ümmetinden kim, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse cennete girer.' Ben,
'Zina etse, hırsızlık yapsa da mı?'diye sordum, Cibril,
'Evet, zina etse, hırsızlık yapsa da (Rabbine şirk koşmadan ölürse, af veya azaptan sonra cennete girer)'cevabını verdi."15
Bütün mesele, bu iman ile Allah Teâlâ'nın huzuruna varmaktır.16-17
Müminlerin Miracı Namaz
Arifler der ki: Namaz mümin için ruhanî bir mi'rac yapılmıştır. Namazın kulu yüce makamlara yükselten bir mi'rac olabilmesi için müminin ona hakkı ile hazırlanması gerekir.
Namaz yüce Allah'ın huzuruna çıkmak ve O'nunla konuşmaktır. Bu huzura çıkmak için abdest farzdır. Abdest, aslında manevî bir temizliktir. Gayesi, su ile dış organları yıkarken tövbe ile kalbi temizlemek ve iç âlemi kötü düşüncelerden arındırmaktır.
Yüce Rabbimiz, namazdan önce süslenmemizi istiyor.18 Müminin asıl süsü kalbindedir. O da güzel niyeti ve edebidir. Onun için müminin dışı gibi içi de temiz ve süslü olmalıdır. Çünkü Allah kalıba değil, kalbe nazar eder. Elbiseden önce kalp temizliği ister.
Namazın mi'rac olması ve kulun namazda Rabbinin yakınlığını hissetmesi için kalbin uyanık olması gerekir. Buna ihsan hali denir. Bu, kalbin yüce Allah'ı görüyormuş gibi bir temizlik, safiyet, marifet ve muhabbet sahibi olması demektir. Bu hal manevî terbiyenin sonucu elde edilecek bir nimettir.
Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kullukta en büyük hedef olan bu ihsan halini ve kalp safiyetini söyle tarif etmiştir: "İhsan Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O'nu göremezsen de, O seni görmektedir."19
İşte bu ruh ve hisle kılınan namaz gerçekten mümin için bir mi'rac olur. O zaman mümin günde beş defa ruhuyla mi'raca yani Allah'ın katına yükselme mutluluğuna erişir. Günde beş defa nur ikliminde yıkanan ve manevî nimetlere ulaşan bir müminden de ancak hayır ve iyilik ortaya çıkar.20
Namaz, kul ile Rabbinin özel buluşma anı yapılmıştır. Hadislerde belirtildiği gibi kul namaza durduğu zaman Rabb'i ile arasındaki bütün perdeler kaldırılır; yüce Allah özel olarak kuluna yönelir, onun okuduğu Kur'an'ı dinler, üzerine bol bol rahmet, feyiz ve nur döker. Kul bu nur ile günahlardan yıkanır, tertemiz olur.
Namazda bütün bunlar olur, fakat herkes onları kalbinin uyanıklığı kadar hisseder, huşu ve ihlâsı derecesinde onlardan hisse sahibi olur. Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), kulun yüce Allah'a en yakın olduğu ânın secde ânı olduğunu belirtmiştir.21
Namazın bir özelliği, içinde bütün zikir çeşitlerini bulundurmasıdır. Öyle ki, göklerde ve yerde ne kadar melek ve varlık varsa, hepsinin özel olarak yaptığı ibadet çeşidi namazda toplanmıştır Allah rızası için edebine uygun namaz kılan bir mümin, bu namazı ile bütün varlıkların ibadet şekliyle yüce Allah'a şükretmiş ve hepsinin ameline ortak olmuş olmaktadır.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), "Namaz nurdur"22 buyurmuştur.
Namaz, dünyada kalbi parlatır; âhirette sıratı aydınlatır. Bu dünyada iman ve namaz emanetini koruyarak ölen kimselere yüce Allah cennet garantisi vermiştir.23
Yine hadis-i şerifte namazın cennetin anahtarı olduğu müjdelenmiştir.24 Cennet, yüce Allah'ın cemâlinin seyredileceği saadet yurdudur. İşte namaz, kulu bu saadet yurduna götüren bir mi'racdır.
Büyük müfessir Fahreddin-i Râzî (rah), arifler için namazın nasıl manevî, ruhanî bir mi'rac olduğunu anlatırken der ki:
Mi'rac iki kısımdır: Birincisi, içinde bulunduğumuz şehadet âleminden başlayıp gayb âlemine kadar devam eder. İkincisi ise gayb âleminden başlar gaybın ötesindeki gayb âlemine kadar sürer. Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bütün bu mi'rac çeşitlerini yaşamıştır. Hepsi haktır, hakikattir.
Hz. Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) mi'racdan dönerken, yüce Allah'a,
"Ey izzet sahibi Rabbim! Bir yere sefere çıkan kimse vatanına döneceği zaman arkadaş ve dostlarına bir takım hediyeler götürmek ister. Ben ümmetime ne götüreyim?" diye sordu. O zaman kendisine,
"Senin ümmetine verilecek hediye namazdır" denildi.25
Arş Hazinesinden Gelen Hediye
Mi'racdan gelen üçüncü hediyemiz Bakara sûresinin son iki âyetidir. Resûlullah Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu âyetlerin kendisine, arşın altındaki bir hazineden verildiğini, onların daha önceki hiçbir peygambere verilmediğini belirtmiştir.26
Bu ayetler iman esaslarını, bu ümmete yapılan ikramları ve çok özlü duaları içermektedir. Sonuncu ayette belirtildiği gibi bu ümmete gücünün üstünde yük yüklenmemiştir. Ayrıca bu ümmetin unutarak veya yanılarak yaptığı kusurları affedilmiştir. Bu ayette yapılan duaların Allah tarafından kabul edildiği müjdelenmiştir.27
Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) onları yatsı namazından sonra gece okumayı tavsiye etmiştir. Onların okunduğu evde şeytanın duramayacağı belirtmiştir. Yine bu ayetlerin, onları okuyanı cennete götüreceğini ve yüce Rahmân'ı razı edeceğini müjdelemiştir.28
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu iki ayetin her mümin tarafından öğrenilmesini, hanım ve çocuklara öğretilmesini emretmiş; onların rahmet, Kur'an ve dua ayetleri olduğunu belirtmiştir.29
Hz. Ömer (r.a) der ki: "Akıllı bir kimsenin bu iki ayeti okumadan uyumasını doğru bulmam. Gerçekten onlar arşın altındaki bir hazineden gelmiştir."30
Okuması iki dakika sürmeyecek bu ayetleri ezberleyip Allah için okuyalım. Arştan gelen böyle bir hediyeye sahip çıkarak içindeki müjdeleri elde edenlere ne mutlu...31
Manevi Mi’rac: Seyr-i Süluk
Mi'racın ümmete bakan yönü manevî terbiyedir. Her müminin mi'racdan alacağı dersler ve manevî nasipler vardır. Bu yol açıktır. Bütün Allah dostları, manevî terbiye ile yapılacak manevî mi'racın peşindedir.
Tasavvufta bu manevî terbiyeye "seyr-i süluk" denir.
Tasavvufta seyir, cehaletten ilme, gafletten zikre, kötü huy ve ahlâklardan edebe ulaşmak ve kendi varlığını aşıp kalp ayağı ile Hakk'ın huzuruna doğru yürümektir. Süluk ise, Hakk'a ermek ve ilâhî huzurda kabul görmek için bir rehberin öncülüğünde ve denetiminde çıkılan manevî, kalbî, ruhî bir yolculuk ve ahlâk eğitimidir. Yani manevi bir mi’racdır.
Mi'racdan önce Resûlullah'ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) yolculuk öncesinde göğsü yarılıp kalbi çıkarılmış, temizlenmiş, içi iman ve hikmetle doldurulmuştur. Bu hizmeti Cebrail (a.s) görmüştür. Demek ki mi'raca önce kalple hazırlanmak gerekiyor. Yüce makamlara ulaşmak isteyen bir müminin de kalbini imanına aykırı günah kirlerinden arındırması, sapık fikirlerden ve bozuk düşüncelerden temizlemesi gerekir. Bu temizlik olmadan müminin hayatında bir yükselme ve manevî mi'rac gerçekleşmez.
Manevi Mi’racın Araçları; Takva, Zikir, Sohbet, Rabıta, Muhasebe, İstiğfardır.
Müminin Allah rızâsı için yaptığı her hayırlı amel, onu bir derece Allah'a yaklaştırır, manevî derecesini yükseltir. İhlâs ve samimiyet kulun mi'racıdır. Sâlih ameli arş'a yükselten ihlâstır. İhlâsla hangi hayır yapılsa, kul mi’rac merdivenlerinde yüce makamlara doğru bir adım atmış olur. İslâm'ın edep ve hükümlerini ihlâsla yaşayan kimse sürekli Allah ile beraber olur. Melekler onu tanır, sever ve destekler. İslâm bir nurdur. O nur içinde hayat süren mümin sürekli nurlanır, aydınlanır, ilerler, değişir, güzelleşir, tatlanır, cennet ahlâklı olur; böylece dünyada bir derece cenneti tadar ve yaşar.
Mümin hayra doymaz, iyilikten bıkmaz, Allah sevgisinden ve Allah için sevmekten usanmaz. Akıllı ve âşık mümin, Hz. Peygamber'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), "İki günü birbirine eşit olan zarardadır" uyarısını dikkate alır, aynı halde ve yerde çakılıp kalmaz, sürekli ilerler.
Arifler manevî yolculukla "Seyr-i ilellâh"ı kast ederler. Bu seyirde, hedef yüce Allah'tır. Çünkü asıl yolculuk ve saadet budur. Huzur, Cenâb-ı Hak ile tanışmak ve buluşmaktır.
Nakşî büyüklerinden Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s) der ki: "İki çeşit mi'rac vardır. Biri manevî, diğeri ise şeklîdir. Manevî mi'rac da iki türlüdür. İlki kötü sıfatlardan güzel sıfatlara geçmektir. İkincisi mâsivâyı (Allah'tan gayri bütün varlıkları kalben) terk edip Hakk'a yönelmektir." 32
Yüce Allah'a gitmek, ayakla değil güzel ahlâkla olur. O'na yaklaşmak kalıpla değil kalple gerçekleşir. Bu yolda aşılacak şey, dağ tepe gibi engebeler değil, nefsin engelleridir. Uzakta olan yüce Allah değil, kuldur. Allah'a yaklaşmak için nefsini aşmak, kötü ahlâklardan uzaklaşmak, zulmet perdelerini geçmek gerekiyor.
Böyle bir hedefe yönelen hak yolcusunu büyük arif İmam Gazali (Rh.a.) şöyle uyarıyor:
“Uzuvlarını günahlardan, nefsini alıştığı boş adet ve işlerden, kalbini karanlık ve katılıktan, sırrını kirlerden, ruhunu hissî perdelerden, aklını hayalî ve boş düşüncelerden arındırmadıkça, Allah Teâlâ’nın huzuruna ulaşamazsın.”
Allah'a giden yolun rehberi mürşid-i kâmildir. Azığı takvadır. Bineği himmettir. Yol arkadaşı mümin kardeşlerdir. Silahı dua ve zikirdir. Düşmanı nefis ve şeytandır. Süresi, son nefese kadardır. Sonu -Allah'ın rahmetiyle- cennet ve cemâlullahtır.33
Mi’rac Kandilinde Oruç
Ebû Hureyre (r.a.) Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Receb ayında bir gün ve gecesi vardır ki, her kim o günde oruç tutup gecesini ibadetle ihya ederse, yüz sene oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Bu gece recebin bitimine üç gün kala olan gecedir.”34
Halife Ömer b. Abdülaziz (rh.a), Basra Valisi Haccâc’a gönderdiği bir mektupta şöyle demiştir: “Sana, senenin dört gecesini tavsiye ediyorum. Bu gecelerde Allah Teâlâ’nın rahmeti sağanak halinde yağar: Receb ayının ilk gecesi (Regaib kandili) ile yirmi yedinci gecesi (Mi’rac kandili), şaban ayının yarısındaki gece (Berat kandili) ve ramazan bayramı gecesi (bayramın bir gün öncesinin akşamı).”35
Mi’rac Gecesini Nasıl İhya Etmeliyiz?
Mi’rac gecesi, ulvî bir gecedir. Bu mübarek geceyi gaflet içerisinde geçirmemeli, ibadetle Allah’a karşı şükran borçlarımızı ödemeliyiz; namaz kılmalı, Kur’an okumalı ve Allah’tan af ve bağış dilemeliyiz, çoluk çocuğumuza bu gecenin anlam ve önemini öğretmeliyiz. Çevremizdeki yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım ellerimizi uzatmalıyız. Annemizi, babamızı ve büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öpmeli ve dualarını almalıyız. Ebediyete intikal etmiş olanlarımızı rahmetle anarak ruhlarını şâd etmeliyiz. Dostlarımızla tebrikleşmeli, sevgi ve saygı duygularımızı perçinlemeliyiz.
Kandilleri birer fırsat bilmeli, bu müstesna zaman dilimlerinde Allah Teâlâ’ya daha da yakın olmaya çalışmalıyız. Bilelim ki Allah Teâlâ’ya yakınlık, O’nun emirlerini yerine getirmek, yasak ettiği şeylerden kaçınmakla mümkündür.36
Allah Teâlâ, sadatların dua ve bereketiyle manevi miracımız olan seyr-i süluk yolunda bizleri muvaffak eylesin inşallah. Âmin.
Dostları ilə paylaş: |