Nifakın Çeşitleri ve Tehlikesi



Yüklə 122,78 Kb.
tarix25.10.2017
ölçüsü122,78 Kb.
#12772


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ


NİKAFIN ÇEŞİTLERİ ve TEHLİKESİ
Nifak; yer altında bulunan ve bir ucundan girilip, diğer ucundan çıkılan işlek yol (tünel) manasına gelir.1 Böyle bir tünelin sahibi; onun içerisinde nasıl gizlenirse, münafık da İslâm'ın perdesi altında öylece gizlenir.
İslâmî ıstılahta: "Diliyle iman izhar eden, buna mukabil kalbinde küfrü sabit olan kimseye münafık denilir"2 şeklinde tarif edilmiştir.
Dolayısıyla kalbinde tasdik bulunmadığı için, itikat yönüyle kâfir hükmündedir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de: "İnsanlardan mümin olmadıkları halde ‘Allah'a ve ahiret gününe iman ettik’ diyenler vardır" 3 hükmü beyan buyrulmuştur.
Müfessirler, bu ayetin münafıkların nitelikleri hakkında olduğunda ittifak etmişlerdir Kalbinde nifak hastalığını taşıyan kimseler (münafıklar); tıpkı köstebekler gibi, yeraltı faaliyetlerinde bulunmayı meslek edinmişlerdir.
Şurası muhakkaktır ki; nifak kalbe ait bir hastalıktır ve münafık akaid açısından kâfirdir. Ancak kalben iman etmediği halde, diliyle kelime-i şahadeti ikrar ettiği için, ne müminler gibi inanmayı ne de küfür ehli gibi inkâr etme yolunu tutmuşlardır.
İşte bu durumu Allah Teâlâ: “Münafıklar, küfür ile iman arasında bocalamaktadırlar. Ne bu müminlere bağlanırlar, ne de şu kâfirlere” 4 buyurarak münafıkların durumunu ortaya koyarak, ahirette ki pozisyonlarını beyan etmektedir.
Münafıkların dünyevî hükümler açısından ise, Müslümanların tâbi olduğu hukuka tâbidirler. Münafıkların vasıfları ve nifak alametleri kati nasslarla sabittir. Ancak herhangi bir şahsın münafık olduğunu söylemek mümkün değildir.
Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in münafıkları bilmesi ve sır kâtibi Hz. Huzeyfe'ye (r.a) söylemesi, vahiyle ilgili bir hâdisedir.
Nitekim Hz. Huzeyfe (r.a): "Nifak, ancak Nebi (sallallâhü aleyhi ve sellem) zamanında mevcut (belirli) idi. Bugün ise (vahiy kesildiği için) nifak, imandan sonra küfürdür." diyerek bu inceliğe işaret etmiştir.
Nifak, öyle kötü bir huydur ki, şeytanın kendisinden kaçtığı Hz. Ömer (r.a) bile, ondan korkmuştur. Ashab-ı Kiram, küfürden fazla nifaktan endişelenmiştir. “Nifaktan ancak mümin olan korkar; münafık ise kendini tertemiz sanar” diyen âlimlerimiz, bizleri bu ciddi tehlikeye karşı uyarıyorlar. Çünkü mesele, iman meselesidir.
Nifakı kansere benzetmemiz, her ikisinde de bulunan ortak bir özellikten kaynaklanıyor. Kanser, ilk aşamada insana ağrı acı vermez, gizlice yayılır. İlk anda fark edilip müdahale edilmezse ölümcül pençesine alır, kurtuluşu olmaz. Nifak da böyledir: münafığı dıştan gören kimse, ‘bu ne güzel Müslüman, ne kadar hayır ehli bir adam!’ diyebilir. Bilmez ki karşısındaki evliya kılığında bir şeytan, dost görüntüsünde bir düşmandır. Bunun için nifakı tanımak ve zamanında önlem almak gerekir. 5


Nifakın Çeşitleri ve Tehlikesi

İmam-ı Kurtubi’nin: "Nifak, kalpte olursa küfür, amelde olursa suçtur" 6 beyanı ile münafıklardaki nifak hâli îtikâdî ve amelî olarak iki grupta toplanır:


Birincisi sahibini İslam'dan çıkarır. Bu nifak, Allah'ın dininde şüpheye düşmek ve Hz. peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) getirdiği dini reddetmekle olur. Mümin olduğunu söylediği halde aslında inanmayan, hatta dine düşman olan kimseler bu kısma girer.
Bu tür nifak ehli, bunu bir menfaat veya gizli bir fesat için yaparlar. Bir plân gereği Müslüman gözükmesi gerekiyordur. Namazda ön safı kimseye vermez, hayır ve ıslahtan bahseder, sık sık Müslüman olduğunu söyler, hizmetlerde başı çeker ama içindeki niyet bambaşkadır. Hep casusluk, fitne, şüphe ve ayrılık sebebi olacak şeyleri arar ve ilk fırsatta oyununu oynar.
Allah Teâlâ, Bakara Suresi’nin başlarında dört ayetle Müslümanları, iki ayetle kâfirleri tanıtırken, münafıkların hallerini tam on üç ayetle göz önüne sermiştir. Bu, münafıkların Müslümanlar için ne büyük bir tehlike olduğunu göstermektedir.
İkincisi ise; kulu İslam dairesinden çıkarmaz ancak imanı eksiltir, imanın gerçek zevkini giderir, onun nurunu söndürür, mümini imanın yüksek derecelerinden mahrum eder, amelleri boşa çıkartır, kula ilahi gazabı çeker ve onu Allah’tan uzaklaştırır.
Meymun B. Mihran (r.a.) şöyle buyurmuştur: ‘’Kalpler iki kısımdır: Biri; imanla dolu kalp ki, bunun alâmeti o kalbin sahibinin bütün müslümanlara şefkat beslemesi, onların problemlerini kendi problemi gibi görmesi ve onların iyiliği için gayret sarf etmesidir. Diğeri nifak dolu kalp ki, bu kalbin sahibi müslümanlara karşı hem açıktan hem de gizliden gizliye bir hınçla doludur. Müslümanları aldatır, onlara karşı kıskançlık ve kötülük hissiyle doludur.’’ 7
Nifakın çeşitli dereceleri vardır. Bunun yetmiş çeşidinin olduğu söylenmiştir. Şirkin yani Allah’a ortak koşmanın da bu kadar çeşidi vardır. Münafıkların da farklı dereceleri vardır. Bir hadis-i şerifte bunlardan münafıklığın diğer kısımlarına temel teşkil eden dört tanesi sayılmaktadır.
Ebu Said el-Hudri (r.a) ve Ebu Kebşe el-Enmârî (r.a)’nın rivayet ettiği bir hadiste Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Dört çeşit kalp vardır: Bazı kalpler tertemiz olup içinde nur saçan bir ışık vardır. Bu, müminin kalbidir. Bazı kalplerin içinde hem iman hem de nifak bulunur. Oradaki iman, tatlı suyun beslediği sebzeye benzer. Nifak ise, irin ve akıntının beslediği yara gibidir. Bunlardan hangisi daha çok gelişir ve kalbe hâkim olursa, kalp için onunla hükmedilir." 8
Bu hadisin başka bir rivayetinde ise ifade şöyle gelmiştir: "Hangisi baskın ise, kalp ona göre şekillenir."
Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: "İman, beyaz bir nurdur; mümin, salih ameller işlediği müddetçe gelişip artar ve kalbin tamamı bembeyaz olur. Nifak ise siyah bir nokta gibidir; kul, haram işledikçe bu nokta büyüyüp genişler ve kalbi tamamen karartır ve sonunda kalp mühürlenir. Kalbin mühürlenmesi işte böyle olur.”
Hz. Ali sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler kalplerinin üzerine pas tutmuştur." 9
Hadislerde geçen münafık türü amelî (ahlâkî) yönden olan nifakı vurgulamaktadır.
Menkıbe
Rivayet edildiğine göre;
Rasulüllah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ashabı ile birlikte oturuyordu. Sahabe-i kiram birinin adını andılar ve onu fazlasıyla övdüler.
Tam bu esnada sözü edilen kişi geldi. Yeni abdest aldığı için yüzünden sular damlıyordu. Adamın ayakkabıları elindeydi ve alnında da secdeden kaynaklanan alamet vardı.

Dediler: ‘’Ey Allah’ın Rasülü! Sana sözünü ettiğimiz kişi işte bu!’’


Bunun üzerine Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
‘’Yüzünde şeytanın bir lekesini görüyorum!’’
Adam geldi selam verip topluluğun yanına oturdu.
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) adama dedi ki:
‘’Allah aşkına sana soruyorum, buraya girdiğinde içinden ‘Bunlar arasında benden daha hayırlısı yok!’ diye bir şey geçirdin mi?’’
‘’Vallahi evet geçirdim!” 10
Hz. Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) münafıklık hakkında şöyle buyurmuştur: "Kimde şu dört huy bulunursa, o kimse oruç tutup namaz kılsa ve mümin olduğunu iddia etse de, tam bir münafıktır. Konuştuğunda yalan söyler, vaat ettiğinde yerine getirmez, emanet edildiğinde ihanet eder ve düşmanlık ettiğinde aşırı gider.” Başka bir rivayette: "Sözleşme yaptığında karşısındakini aldatır, zulmeder” 11 buyrulmuştur.
Bu sıfatla münafıklığın alametleri beş olmaktadır. Kimde bunlardan biri varsa, onda nifakın bir derecesi mevcut demektir. Ta onu terk edene kadar. Bu ve benzeri hadisler îtikâdî nifaka yaklaşılmaması için alınan tedbirler ve tembihler mahiyetindeki emirlerdir. Zira amelî nifak çoğalınca ileride Müslüman’ın îtikâdî nifaka yaklaşma tehlikesi doğabilir.
Bu huyları sırasıyla tanıyalım:
Bir şeyi olduğunun dışında söylemeye veya göstermeye yalan denir. En büyük yalan Allah ve Rasulü adına söylenen yalandır. Bunu daha çok okumuş insanlar yaparlar. Allah Teâlâ’nın haram dediği bir şeyi helâl göstermek, ayet ve hadisleri asıl manasının dışında yorumlamak ve Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) adına hadis uydurmak bu kısma girer.
Burada anlatılan yalan, kasıtlı yalandır. Bilmeden yanlış söylemek, bir şeyi farklı tahmin etmek, açıkça gözüken bir kötülüğü önlemek veya iki kişinin arasını bulmak için yalan söylemek bu kısma girmez.
Menkıbe
Safvan İbnu Süleym (r.a) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü! dedik, mümin korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular.
"Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine:
"Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk.
Bu sefer: "Hayır!" buyurdular." 12
Abdullah b. Mesud (r.a)’nın rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir kul doğru olur ve devamlı doğruluğun peşinde olursa, Allah katında sıddık (dosdoğru kul) diye yazılır. Kim de devamlı yalan söyler ve yalan peşinde olursa, Allah katında çok yalancı bir kul olarak yazılır.” 13
Sahabe-i Kiram (r.anhüm): “Yalan nifaktan bir kapıdır; yalan söyleyen nifaka girmiş olur.” derlerdi. 14
Sözünde durmamak: Şu, iki şekilde olur. Birincisi karşısındakine bir şeyi yapmaya söz verir, onu kendisine güvendirir fakat niyeti yapmak değildir. Bunda hem yalan, hem hıyanet vardır ve tam bir münafıklık alâmetidir.
İkincisi, elinde olmayan sebeplerle sözünde durmamaktır. Söz verirken yerine getirmek niyeti taşıyan bir kimsenin, unutma, güç yetirememe gibi sebeplerle sözünü yerine getirememesi münafıklık alameti değil, belki acizliktir.
Günümüzde özellikle ticaret erbabının ve idarecilerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekir. İnsanları kendisine güvendiren, fakat sözüne sadık olmayan kimselerin dünya ve ahirette yüzü gülmez. Çünkü onlar, mazlumların ahını almışlardır.
Bir mü’min, küçük-büyük, imanlı-imansız kime ne söz vermiş ise onu tutmaya çalışmalıdır. Bir baba veya anne, yapmayacağı bir şeyi yapacağım, almayacağı bir şeyi alacağım diyerek kendi çocuklarını bile aldatmamalıdır. Bu, hem kendini devamlı sözünü çiğnemeye götürür, hem de çocuğu yalan söylemeye ve sözünde durmamaya alıştırır.
Menkıbe
Abdullah b. Ebü’l-Hansa (r.a) anlatır:
Allah Resûlü’ne peygamberlik verilmeden önceydi.
Kendisiyle alışveriş yapmıştım ve bir miktar borcum kalmıştı.
Bir yerde ödemek üzere anlaştık. Ona getireceğime söz vermiştim.
Ancak o gün ve ertesi gün borcumu götüreceğimi unuttum.
Üçüncü gün gittim ki, Allah Resulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) hala orada bekliyordu. Beni görünce,
Ey genç! Bana zahmet verdin; üç gündür seni burada bekliyorum” buyurdu. 15
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsmail’i (a.s) şöyle övmüştür: “Gerçekten o, sözüne sadıktı.” 16
Anlatıldığına göre Hz. İsmail (a.s) ile bir arkadaşı bir yerde buluşmak üzere sözleştiler. Arkadaşı buluşma saatini unuttu. Hz. İsmail (a.s) onu tam yirmi iki gün bekledi.
Sehl bir defasında da şöyle demiştir: ”İnşallah demeksizin şunu yapacağım diyen kimse, bu sözünden dolayı kıyamet günü hesaba çekilecektir. Allah onu dilerse cezalandırır, dilerse affeder."
Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) “inşallah” deyip işi Allah’a havale etmeden bir şey söylemekten sakındırmış ve unuttuğu takdirde bunu söylemesini emrederek şöyle buyurmuştur:
"Bir şey için 'ben yarın muhakkak şöyle yapacağım' deme. Ancak inşallah/Allah dilerse... de." 17
Bir sonraki ayette ise şöyle buyurmuştur: "Unuttuğunda Rabbini hatırla." 18 Yani, inşallah demeyi unuttuğun zaman Rabbini hatırlayarak inşallah de.
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu edebi en güzel şekilde uygulamış ve kesinlikle olacağını bildiği bir şey hakkında dahi “inşallah” demiştir.
Mesela; Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir kabristana girdiğinde ölülere şöyle selam vermiştir: "Allah'ın selamı üzerinize olsun ey müminler topluluğu! İnşallah bizler de size katılacağız." 19
En doğru söz sahibi ve her şeyi en iyi bilen Allah Teâlâ, kullarına işleri ilahi iradeye havale etmelerini ve inşallah demelerini öğreterek şöyle buyurmuştur; "Hiç şüphesiz ki Mescid-i Haram'a Allah’ın dilemesi ile güven içinde gireceksiniz." 20
İnşallah diyerek işleri Yüce Allah’ın dilemesine bırakmak, O’nu tanıyan ve bu ameli inkâr etmeyen kimselerin uyguladıkları bir esastır. 21
Fakat inşallah derken niyetimiz karşıdaki kişiyi idare etmek, geçiştirmek değil, bilakis tüm gücümüz ve imkânlarımızla verilen sözü Allah’ın dilemesi ile yerine getirmek olmalıdır. Yoksa bu yükümlülük sadece inşallah diyerek kalkmaz. Lakin gayret varsa ve şartlar zorlanıyorsa o zaman yerine getirilemese dahi bir vebal yoktur.
Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Yerine getirme niyetiyle biri kardeşine söz verse, fakat sözünü yerine getirme imkânı bulamazsa ona bir günah yoktur.” 22
Bilinmelidir ki, dil bu musibetin kaynağıdır. Dil, adeta söz vermede yarışır. Sonra da nefis, genellikle o sözü yerine getirmeye yanaşmaz. Böylelikle sözünde durmamış olur. Bu ise münafıklığın alâmetlerindendir.
Menkıbe
Sahabeden Amr b. el-Âs (r.a) vefatı yaklaştığında oğullarına:
Benden sonra kızımı falanca ile evlendirin.” Diye vasiyette bulundu.
Onlar hayret ederek birbirlerine bakmaya başladılar. Çünkü bahsedilen adam kızın dengi değildi. Onları bu vaziyette görünce şu açıklamayı yaptı:
Ben ona seni kızımla evlendireceğim, diye söz vermiştim. Şimdi bu sözümü tutmayarak Allah Teâlâ’nın huzuruna münafıkların üç sıfatından birisiyle gitmek istemiyorum.” 23
Sözünde durmanın bir başka boyutu da aile ve iş çevresinde yalan vaatlerde bulunmamaktır.
Menkıbe
Abdullah b. Amir (r.a) anlatıyor: Ben küçükken, Allah Resulü bize gelmişti. Ben oyun oynamak için çıkmıştım. Bir ara annem,
“Ey Abdullah gel, sana bir şey vereceğim” diye beni çağırdı. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v) anneme,
Ona ne verecektin?” diye sordu. Annem de,
“Hurma” deyice Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem),
Eğer dediğini vermeyecek olsaydın senin için yalan yazılırdı” buyurdu. 24
Hadis-i şerifte anlatılan üçüncü huy olan hainlik de, mümine hiç yakışmayan bir sıfattır. Mümin, güvenilir insandır. Emanet edilen her şeyi gücü yettiğince korumaya çalışır. Emanetlerin en başında, Allah Teâlâ’nın korunmasını istediği ibadet ve edebler gelir. İman, namaz, adalet, iffet, mertlik en büyük emanetlerdir. Bunları koruyamayan insan, aslında yeterince ‘emin’ değildir.
En büyük hainlik, dini kullanarak dünya kazanmaya çalışmaktır. Güzel amelleri kötü emellerine alet etmek, salih insan görüntüsüyle sakat işler çevirmek hainliğin ve münafıklığın ta kendisidir. Bir makam ve yetki sahibinin, yetkisini kendi çıkarları için kullanmasının da bir çeşit hainlik olduğunu hatırlatalım. 25
Bilâl bin Sa’d (r.ah) ‘’Sûfî geçinen bir kimse, yalandan zühd ve takvâ sahibi imiş gibi göründüğü zaman, şeytan sevincinden oynamaya başlar ve onunla alay eder.’’ 26
Emanet kelimesi İman ile aynı kökten gelir. Kim Allah Teâlâ’nın emanetini muhafaza ederse Allah Teâlâ’da onun imanını muhafaza eder.
Emaneti koruyup muhafaza etmek mukarreb meleklerin, peygamberlerin sıfatları, ebrar ve muttakilerin huylarıdır.
Yüce Rabb’imiz (c.c.) şöyle buyurur: “Allah size, mutlaka emaneti ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işiten, görendir.” 27
Müfessirler, bu ayet-i kerimenin şeriatın temel prensiplerinden pek çoğunu ihtiva ettiğini, ayetin yöneten ve bunların dışında kalan bütün mükelleflere hitap ettiğini söylerler.
Öyleyse mazluma yardım edip hakkını almak, hakkı gözeten yönetici üzerine düşen bir görevdir ve bu bir emanettir. Yine müslümanların mallarını, özellikle de yetimlerin mallarını korumak emanettir. Ayrıca halka dinlerinin hükümlerini öğretmek de âlimlerin vazifesidir. Bu görev âlimlerin muhafazasına verilmiş bir emanettir. Ana-babanın da çocuklarını güzel bir şekilde terbiye ederek yetiştirmeleri gerekir. Çünkü çocuklar da onların yanında bir emanettir.
Nitekim Rasül-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzdekilerden sorumlusunuz!” 28
Hazret-i Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) yine şöyle buyurur: “Emaneti muhafaza etmeyenin dini yoktur, ahdinde durmayan kişinin de dini yoktur!” 29
Menkıbe
Zehru’r-Riyaz’da şunlar vardır:
Kıyamet günü bir kul getirilir ve Cenab-ı Hakkın huzurunda durdurulur. Allah Teâlâ sorar:
‘’Filan kişinin emanetini geri verdin mi?’’
‘’Hayır, Ya Rabbi!’’
Allah Teâlâ meleğe emreder, onu elinden tutup cehenneme götürür. Melek, cehennemin dibine düşmüş olan emaneti adama gösterir. Onu cehenneme atar, dibine varıncaya kadar yetmiş sene aşağı doğru düşer. Sonra emaneti alıp yukarı çıkar. Cehennemin en üst tarafına varınca ayağı kayar ve yine yetmiş sene cehennemin dibine kadar düşer. Sonra yine yukarı çıkar ve tekrar düşer. Cenab-ı Hakk’ın lütfu ile peygamberimizin şefaati sayesinde emanet sahibini razı edip çıkıncaya kadar adamın çıkışı ve düşüşü devam edip durur. 30
Rasülullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Hile, aldatma ve hıyanet fiillerini işleyenler cehennemdedir!” 31
Yine şöyle buyurur: “Kim insanlarla muamelesinde onlara zulmetmez, konuştuğunda onlara yalan söylemez ise; o kişi mürüvveti kemale ermiş, adaletli olduğunu ortaya koymuş ve kendisiyle kardeşlik yapılması vacip olmuştur!” 32
Haddi aşmak, hak yemek: Birisiyle münakaşaya veya çekişmeye giren bir kimse, karşısındakinin hakkını yer ve o haklıyken haksız göstermeye çalışırsa, bu da bir münafıklık alametidir. Haklıyı haksız duruma düşürmek müslümanın sıfatı değildir. Din adına da dünya adına da yalan söylenmez.
Âlimlerden birisi demiştir ki: “Münafıklığın alameti kişinin başkası için hoş görmediği şeyin aynısını yapması, zulümle elde edilen bir şeyi sevmesi ve hak olan herhangi bir şeye kızmasıdır.” 33
Haksızlık edilerek hak korunmaz. Hak, lâfla değil, edeble korunur. Edeb, hak karşısında boyun eğmektir, haklı olana hakkını vermektir. Edeb, dosta merhamet, düşmana da adalet göstermektir. Edeb, insanın içinin dışından, niyetinin işinden daha güzel olmasıdır.
Büyük velilerden Ebu’l-Hasen Şazili (k.s) der ki: “Nifak alametlerinin birisi de zikrin dile ağır gelmesidir. Derhal tövbe et, tazarru ve niyaz eyle ki, Allah Teâlâ zikrini sana kolay ve hafif eylesin ve sana tevfik ve hidayet eylesin.”34

Avn b. Abdullah (r.a.) münafıklığın alametlerini veciz bir şekilde şöyle buyurmuştur:


‘’Münafık başkalarının ayıplarını görür, kendi ayıplarını görmez. Ölüm hatırlatıldığında; sizden öncekiler böyle değildi der. ‘Onlar gibi amel etmek istemiyor musun?’ denildiğinde ise; ‘kim onlar gibi olabilir’ karşılığını verir. Söz söylemek onun için yumuşak olur ve bunu hıyanet için fırsat olarak kullanır. Düşmanlık etmek için dostluğu öğrenir. Kötülükte hızlı, iyilikte yavaştır. Zenginlerle sohbet etmeyi fakirlerle birlikte olmaktan daha çok sever. Uykuda acele etmeyi fakirlerle birlikte olmaktan daha çok sever. Uykuda acele eder, fakat orucu geciktirir. Ne namaz kılarak sabahlar, ne de oruç tutarak akşamlar. Tek düşüncesi uyuyarak sabahlamak ve bir öğünü yemişken ikinciyi düşünmektir. Namaz kıldığında acele eder. Rükûda koyun gibi oturur, tavuğun yem toplaması gibi secde eder. İsteyince ısrarla ister, kendinden istendiğinde; ‘sonra’ der. Konuştuğunda yemin eder, yemin ettiğinde yerine getirmez, söz verdiğinde tutmaz. Nasihat edildiğinde yüzünü ekşitir, övüldüğünde sevinir. İnsanların ayıplarını araştırmaktan geri durmaz. İyilikte nasibi yoktur, ancak yapamadığı halde iyilik edilmesini sever ve umar. Adaleti başkasından bekler, hıyanet ehlini sırdaş edinir, emanet ehlini düşman edinir. Selam verdiğinde işittirmez, verildiğinde selamı almaz. Bakınca haset gözüyle bakar, yüz çevirince kinle yüz çevirir. Fakirlerle alay eder. Yanında olanı nifakla razı eder, yanında olmayanı bilmedikleriyle itham eder. Konuştuğunda seni bıktırır, üzer. Üzdüğünde sevinir, sevindiğinde zarar verir. Ayrıldığında (gıybetini) yaparak etini yer, sırrını verdiğinde canını yakar. Kendisine uyduğunda haset eder, uymadığında nefret eder. Kendinden üstün olunmasını istemez. Kendisi üstün olmak için çalışmaz. İyilik edene mükâfat vermekten acizdir, kendisine haksızlık edene karşı ise tavizkârdır. Susup hatadan uzak olmaz, bilmedikleri hakkında konuşur. Dili kalbine galebe çalar ve kalbi sözlerini kontrol edemez. Riyakârlık yapmak için öğrenir. Kibirlidir ve gizlediğinin aksini dışarı vurur. Fâni olanlara sarılır, bâki olanlardan uzaklaşır. Dünyaya sarılır, takvâdan uzaklaşır.” 35
Malik bin Dinar (r.ah) şöyle buyurmuştur: ‘’Kendisinin yapmadığı bir şeyi başkalarına tavsiye eden bir kimse, münafıktır. Şu kadar var ki, o şeyin hükmü kendisinden sorulmakta, o da buna cevap vermekte, meseleyi öğretmekte ise müstesnadır. Sakın sen gündüzleri abd-i sâlih olup da geceleri bir şetan-ı tâih (azgın) olmayasın.’’ 36
Peygamber’imize (sallallâhü aleyhi ve sellem) “Mümin ve münafık kimdir?” diye sormuşlar, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şu cevabı vermiştir:
“Müminin gözü namazda, oruçta olur. Münafığın gözü ise -hayvanlarda olduğu gibi- yemekte, içmekte, ibadet ve namazdan uzak durmakta olur. Mümin eli vardıkça sadaka verir, Allah’tan günahlarının affedilmesini diler. Münafık ise ihtiras ve boş kuruntular peşindedir. Müminin Allah’tan başka hiçbir kimsede umudu olmaz, münafık ise Allah’tan başka herkese umut bağlar. Mümin, dini yerine malını feda eder, münafık ise malı uğrunu dinini satar. Mümin Allah’tan başka hiç kimseden korkmaz. Münafık ise Allah’tan başka herkesten çekinir. Mümin iyilik işlemekle birlikte ağlar, münafık ise kötülük işlediği halde güler. Mümin yalnızlıktan ve kendi başına kalmaktan hoşlanır. Münafık ise girişkenlikten ve kabalıktan hoşlanır. Mümin tohum eker, (yapıcı ve üreticidir) kargaşalıktan hoşlanmaz. Münafık ise yıkıcıdır. Bununla birlikte emeksiz ürün peşindedir. Mümin dininin prensiplerine uygun bir idare uğruna emir verir ve yasaklar koyar, düzelticidir. Münafık ise baş olma ihtirası uğruna emirler verir ve yasaklar koyar, yıkar. Daha doğrusu kötülüğü emrederken iyiliği ve doğruyu yasaklar.” 37
Sonuç olarak, bir mümin Allah Rasulü’nün ve büyüklerin bildirdiği bu nifak alametlerinden tamamen kurtulmadıkça, imanın tadını alamaz, ihlâslı kullardan olamaz.
Ashabın ve Salihlerin Kendini Nifaktan Korumaları
Rasûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: "Kimin dünyada (ona ayrı, buna ayrı konuşan) iki dili olursa, ahirette de kendisine ateşten iki dil verilir." 38
Başka bir rivayette ise: "İnsanların en kötüsü, ikiyüzlü olup bunlara bu yüzle, onlara öbür yüzle gidendir" 39 buyrulmuştur.
Menkıbe
İbnu Ömer (r.a), bir adamın Haccac'a sövdüğünü duyduğunda ona:
Söyle bakayım? Eğer Haccac şu an burada olsaydı, az önce dediklerini yine söyleyebilir miydin?” diye sordu,
Adam: “Hayır.” deyince İbnu Ömer (r.a):
"Biz Allah Rasûlü’nün (sallallâhü aleyhi ve sellem) devrinde bunu nifak sayardık." dedi.40
Âlimlerden bir zat şöyle demiştir: “İnsanların nifaka en yakın olanı, kendisini ondan en uzak görendir.”
Aynı zat başka bir sefer de şöyle demiştir: “Kendisini nifaktan en fazla emniyette hissedendir.”
Afra'nın azatlısı Ömer demiştir ki: “İnsanların nifaka en yakın olanı, kendisinde olmayan bir sıfatla iyi diye anıldığında ve anlatıldığında bundan huzur duyandır. İnsanların nifaka en uzak olanı ise, aslen sahip olduğu iyi hâlin kendisini kurtaramayacağından endişe eden kimsedir.”
Bişr b. el-Hâris (r.ah) ise şöyle demiştir: “Kalbin övgülere meyledip bununla sükûn bulması, o kimse için günah işlemekten daha zararlıdır.”
Sehl (r.ah) de şöyle demiştir: “Âlimin gafleti, Allah’tan gayri bir şeye meyledip onunla huzur bulmasıdır. Cahilin gafleti ise, dünyevî bir şeyle övünüp durmasıdır.”
Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: “Bu gün münafıklar, Allah Rasûlü’nün (sallallâhü aleyhi ve sellem) devrine göre daha çoklar. O devrin münafıkları nifaklarını gizliyorlardı; günümüzdeki münafıklar ise nifaklarını açıktan işliyorlar.”
Bir defasında Hasan el-Basri'ye (r.ah): “Bazıları günümüzde münafık kalmadığını söylüyorlar, ne dersiniz?’’ diye sorulduğunda, Hazret şöyle demiştir: “Ey kardeşim! Eğer münafıklar tamamen helak olup tükenselerdi, sokakların bomboş kaldığını görürdünüz.”
Hasan-ı Basrî (r.ah) ve diğer âlimlerden şu söz nakledilmiştir: “Eğer münafıkların kuyrukları çıksaydı, yeryüzünde adım atacak yer bulamazdık.”
Hasan el-Basri'ye: "Bir grup insan: ‘biz nifaktan korkmuyoruz’ diyorlar; buna ne dersin?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Vallahi nifaktan uzak olduğumu bilmem, benim için yeryüzü dolusu altından daha sevimlidir.”
Yine o şöyle demiştir: “Dilin ve kalbin, gizli hâlin ile açık hâlin, bir yere giriş ile çıkış hâlin birbirinden farklı ise bu, nifak alametlerindendir.”
Sahabeden Hz. Huzeyfe'ye (r.a) adamın biri: "Münafık olduğumdan endişeleniyorum." Dediğinde o: "Eğer münafık olsaydın, münafık olmaktan korkmazdın. Çünkü münafık, nifaktan emin olan kimsedir" demiştir.
İbnu Ebi Müleyke (r.ah) şöyle demiştir: “Allah Rasûlü’nün ashabından yüz otuz zata (diğer bir rivayete göre beş yüz kadar zata) yetiştim; hepsi de kendilerinde nifak bulunmasından endişe ediyorlardı.” 41
Allah Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir duasında: "Allah’ım! Bildiğim ve bilmediğim kusurlarımdan dolayı senden mağfiret dilerim." 42
Bunun üzerine; Sen de mi korkuyorsun ey Allah'ın Resulü? denilmişti.
O da şöyle buyurdu: “Asla emin olamam. Kalpler Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onları dilediği gibi değiştirir.” 43
Yüce Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hâlbuki (o gün) onlar için, Allah tarafından, hiç hesaba katmadıkları şeyler ortaya çıkmıştır.” 44
Müfessirler derler ki: İnsanlar bir takım ameller işlerler ve onların hasenat olduğunu zannederler. Fakat onların kıyamet günü kötülük kefesinde olduğunu görürler.
Ebü Süleyman ed-Darani (r.ah) der ki: “Sultanların birinden bir söz duydum ve ona itiraz etmek istedim. Öldürülmemi emredeceğinden korktum. Aslında ölümden korkmuyordum. Fakat asıl korkum, tam ölüm esnasında diğer insanlara karşı üstünlük duygusu taşıma korkusuydu ve bu yüzden itiraz etmekten vazgeçtim.” 45
İşte verilen örnekler de bize gösteriyor ki, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin ashabı ve salih kullar kendilerini sürekli kontrol altında tutmuşlar ve hallerinden asla eminlik duymamışlardır.
Hadis-i şerifleri ve Salihlerin sözlerini bir ölçü kabul etmişler ve ömürleri boyunca yaptıkları bütün amelleri, hayır, hasenat ve hayırlı işlerini dahi beğenmemişler sürekli son nefeslerindeki akıbetlerini merak etmişler ve hayırlı bir son için dua etmişlerdir.
Bizlere düşen onların ahlakları ile ahlaklanmak ve Allah Resulünün (sallallâhü aleyhi ve sellem) hz Ebu Bekir'e öğrettiği şu duayı sürekli yapmaktır: "Allah’ım, bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Bilmeden yaptıklarım için de Sen'den mağfiret dilerim." 46
Denilmiştir ki: Nifaktan kendisini kurtaran ancak üç sınıf vardır. Bunlar sıddıklar, şehitler ve salihlerdir. Bunlar sahip oldukları kâmil iman ve yakin sayesinde Allah Teâlâ’nın kendilerini peygamberlere kattığı ve en büyük nimete ermekle övdüğü kimselerdir. 47
Dinimizde kalp esas alındığı için, bütün sonuçlar kalpteki niyet ve samimiyete göre şekillenmektedir. Bunun için peygamberler ve onların izini takip eden terbiyeciler, karşılarındaki insanın samimiyetine göre muamele ederler. Şu olayı bu gözle değerlendirelim.
Menkıbe
Ashaptan Abdullah İbnu Ömer (r.a.) anlatıyor:
Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in yanında bulunuyordum. O esnada Ben-i Hârise kabilesinden Harmele b. Zeyd el-Ensârî geldi. Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in huzurunda oturdu ve eliyle diline işaret ederek:



  • Ya Rasulallah! İman şu dilimde, fakat kalbimde nifak var. Kalbim Allah'ı çok az zikrediyor, dedi.

Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) sükût buyurdular. Harmele sözünü tekrar etti. Allah Rasulü (sallallâhü aleyhi ve sellem) Harmele'nin dilinin ucundan tutarak:


- Allah’ım, buna doğru söyleyen bir dil, şükreden bir kalp ver. Ona benim sevgimi ve beni sevenlerin sevgisini ihsan et. Onun işinin sonunu hayırlı eyle, diye dua etti. Bunun üzerine Harmele:


  • Ya Rasulallah! Benim kardeşlerim var, fakat münafıktırlar. Müminiz diyorlar fakat içlerinden inanmıyorlar. Ben onların reisiyim. Onların size gelmelerini söyleyeyim mi? diye sordu.

Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz şu cevabı verdi:

- Kim senin gibi gelip samimiyetle durumunu bize arz ederse, biz sana yaptığımız gibi onun için de Allah'tan affedilmesini isteriz. Kim günahında ısrar ederse, onun hakkında en güzel hükmü Allah verir. Biz kimsenin perdesini yırtıp bizden sakladığı günahını ortaya çıkarmaya çalışmayız. 48

Sonuç olarak; yukarıda naklettiğimiz hadis-i şerifler ve büyük zatların sözleri, nifakın ve gizli şirkin çok incelikleri bulunması sebebiyle meselenin ne kadar ciddi ve tehlikeli olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla kimse kendisini bundan güvende göremez. Meselenin inceliği ve tehlikenin büyüklüğü sebebiyle Hazret-i Ömer (r.a.) bile kendisinin münafıklar arasında bulunup bulunmadığını Huzeyfe r.a.’a sorabiliyor!


Allah Teâlâ, sadatların himmet ve bereketiyle bizleri her türlü nifak unsurundan kurtarsın. Niyetlerimizi kendi rızasına çevirsin. Âmin.

1 bkz:Râğıb el-Isfahani,Müfredat,766.Ahmed Davudoğlu,Sahih-i Müslim Tercemesi ve Şerhi,I,312.

2 Seyyid Şerif Cürcani,et-Ta'rifat,245.

3 Bakara suresi ayet-8

4 Nisa suresi ayet-143

5 Kalplerin Kanseri Nifak, Nurullah Toprak, Semerkand Dergisi

6 Kurtubî, Tefsir, VIII,212

7 Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, Hâcegan Yay

8 Ahmed,Müsned,III,17;Tabarani,es-Sagir,No:1077;Ebu Nuaym,Hilye,I,278.

9 Mutaffifîn suresi ayet-14.

10 Darekutni, 2/54; Ebu Ya’la, el-Müsned, 1/90; el-Beyhaki, Şu’abu’l-İman, 6/302; Ebu Nuaym el-Hilye, 3/52.

11Buharî,Iman,24,Mezalim,17,Cizye,17;Müslim,Iman,106(58-59);Ebu Davud,Sünnet,15;Tirmizî,Iman, 14;Nesa‘î,Iman,20(8-116);Ahmed b. Hanbel,el-Müsned

12 Muvatta, Kelâm,19,(2,990);İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, XIV,547

13 Buhari,Rikak,38;Müslim,Birr,29;Ebu Davud,Edeb,80;Tirmizi,Birr,46;Ahmed,Müsned,I,399;Ebu Ya’la, Müsned,no: 5138;İbnu Hıbban

14 Amr b el-As (r.a) ile ilgili hâdise tahkikli baskıdan alınmıştır. (D. Selvi)

15 Ebu Davud,Edep,90;İbn Ebü’d-Dünyâ,Kitabü’s-Samt,no:460

16 Meryem suresi ayet-54.

17 Kehf, 18/23.

18 Kehf, 18/24.

19 Müslim, Taharet; 39, Cenaiz, 103, 104; Ebu Davud, Cenaiz, 79; Nesa’î, Taharet, 109, Cenaiz, 103; İbnu Mace, Cenaiz, 36, Zühd, 36; Ahmed, Müsned, II, 300, 375, 408 V, 353, 360.

20 Fetih, 48/27.

21 Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub,III

22 Ebu Davud,Edeb,90;Tirmizi,İman,14

23 Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub,II

24 Ebu Davud, Edeb,88;Harâitî, Mekârimü’l-Ahlâk,140;Beyhakî, Şuabu’l-İman, no:4822

25 Kalplerin Kanseri Nifak, Nurullah Toprak, Semerkand Dergisi

26 Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, Hâcegan Yay

27 Nisa, 58.

28 Buhari, 893; Müslim, 1829; Ebu Davud, 2928; Tirmizi, 1705; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4481.

29 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/135; İbnu Hibban, es-Sahih 1/422; el-Bezzar, el-Müsned, 3/61.

30 Bkz. Tefsiru İbnu-i Kesir, 3/524; et-Taberi, 22/56.

31 el-Beyhaki, Şu’abu’l-İman 4/324; el-Hakim, el-Müstedrek, 4/650; el-Kuda’i, eş-Şihab, 1/175; İshak b. Rahaveyh, el-Müsned, 1/370.

32 Gazali, Kalplerin Keşfi

33 Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub,II

34 Şaranî, el-Envaru’l-Kudsiyye, 1, 73; Abdülkadir İsa,Hakaik ani’t-Tasavvuf, 156.

35 Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, Hâcegan Yay

36 Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek, Hâcegan Yay

37 Ölüm, Kabir, Kıyamet, İmam-ı Gâzalî, Semerkand Yay.

38 Ebu Davud, Edeb, 34; Darimî, Rikak, 51.

39 Buharî, Edeb, 52; Ebu Davud, Edeb, 34; Tirmizî, Birr, 78; Darimî, Rikak, 52.

40 Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub,III,580;Gazali,Kalplerin Keşfi,561

41 Buhari,İman,36(Babda kaydetti.)Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub, III,582;Gazali,Kalplerin Keşfi,562

42 Bkz:Tirmizi,Deavat,23;.Nesa’î,Sehv,61;Ahmed,Müsned,IV,123-125.

43 Müslim,Kader,17; Tirmizi,Deavat,89; Ibnu Mace,Mukaddime,13; Ahmed,Müsned,IV,182; Beyhaki,Suabu’l Iman,I,475.

44 Zümer, 47.

45 Gazali, Kalplerin Keşfi

46 Ebu Ya’la, Müsned,No:58-59;Heysemi,ez-Zevaid,X,224.

47 Ebu Talib el-Mekki,Kutu’l-Kulub,II

48 Ebu Nuaym, Tabaranî,

Yüklə 122,78 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin