Okuma sanati üzerine walter Winkelman



Yüklə 24,1 Kb.
tarix01.11.2017
ölçüsü24,1 Kb.
#25297



OKUMA SANATI ÜZERİNE

Walter Winkelman

Çeviren : Melahat TOGAR

Goethe, Eckermann ile Konuşmalar’ında doğru dürüst okumayı öğrenmek için seksen yıl harcadığını, yine de kendini bu ülküye tam ulaşmış saymadığını söyler. Goethe bu sözle besbelli okullarda öğrenilen okumayı değil, fakat bu melekeyi işlete işlete onu gerçek okuma sanatı haline getirmeyi kastediyor ve ilerlemiş yaşında bile bu sanata istediği kadar sahip olamadığından dert yanıyor.

Onun üzerinde durduğu bu okuma konusuyla başka büyüklerin de ilgilendiğini görüyoruz. Schopenhauer Hayat Felsefesi Üzerine Toplu Sözler adlı eserinde, okuma ve okuyucu konusu üzerine düşündüklerini nükteli olduğu kadar iğneli cümlelerle anlatmıştır. Örneğin bir yerde “okumak, kendi yerine başka birini düşündürmektir.”, bir başka yerde “okumak , başkasının kafasıyla düşünmektir.” der. İlk bakışta akla ne kadar yakın görünürlerse görünsünler bu fikirleri bir çok yönden çürütmek mümkündür. Ancak biz burada bir polemiğe girmek istemiyoruz.

Tuttuğu iş gereği bilgi toplamak için okumak zorunda olan okuyucuyu , bilgini, üniversiteliyi, edebiyatçıyı, ya da gazete okuyucusunu bir yana bırakarak bizim burada üzerinde durmak istediğimiz ancak amatör okuyucudur. Amatör okuyucu deyince de gerçek okumanın sağladığı o özlü zevkin, sevincin tadını almış okuyucuyu anlıyoruz.

Okumanın çeşitli ve sürekli zevkini duyabilmek için yalnız tecrübe değil, adeta bir nevi hüner sahibi olmak gerekir. Vakit öldürmek için okuyan okuyucuyu burada düşüncelerimizin dışında bırakıyoruz.

Bu okuyucu için seçme yoktur. O, en değersiz kitaplardan tutun da büyük özenlerle sürüm için hazırlanmış magazin ve dergilerin “bekleme salonu edebiyatı”na kadar eline ne geçerse okur ve bu dergilerin sayfalarında rastladığı tanınmış çağdaşlarla yapılmış coşku uyandırıcı konuşmalar, eski büyüklerin özel hayatlarını didik didik eden makaleler, dedikodular, yeni buluş ve keşiflere ait şişirilmiş haberlerle yüzeyde ve ayrıntıda gezinen bu yazılardan öğrendikleriyle yetinir.

Günümüzün ağır yaşama koşulları içinde bu çeşit yazılara ihtiyaç duyulmasını biz normal karşılıyor ve yorgun bir kafanın bu neviden bir kitap veya dergiye sarılmasına bir şey demek istemiyoruz. Ancak, bundan doğan tehlike basit okuyucunun bu yazılarda hayatın özetini bulduğuna ve böylece dünyada olup bitenleri kavradığına inanmasıdır. İkinci bir nokta da bu dergi ve gazetelerin, ailelerin günlük okuması olup kalmasındadır.
Bu türlü yazılar bize acaba bir fayda sağlar mı?


Gerçek niyetine okuduğumuz bu yazılar üzerimizde hiç bir etki yaratmadan, sinemada seyrettiğimiz haber filmleri gibi çabucak unutulup gidecektir. Kafası işleyen kişiye bu okumadan kalan dilinin üstündeki yavan taddır, o kadar. Ciddi okuyucu bununla yetinemez. O, üstün bir amacın peşindedir. Eski bir atasözü “Kiminle düşüp kalktığını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim.” der. Biz bunu değiştirerek: “Ne okuduğunu söyle, kim olduğunu söyleyeyim.” diyebiliriz.

Vakit öldürmek için okuyanları bir yana bıraktıktan sonra geri kalan okuyucuyu, eline hiç kitap almayanlara bakarak üstün sınıfa ait bir insan saymak da yanlış olur. Kitap okumak başlı başına üstün bir mertebeye erişmiş olmayı belirtmediği gibi kitap okumamak da kafasızlık demek değildir. Okumayı sevmeyen her insana zihin yoran işlerle ilgisi yok, kafası işlemiyor diyemeyiz. Zira, böyle kimselerin dünya görüşleri -zaman zaman garip ve değişik olsa bile- tamamiyle kendi eserleridir. Bindebir bir yazı okuyan, hatta hiç okumayan bu insanların fikirleri genellikle taptaze ve apaçık olur. Sade fakat canlı bir hayat sürdükleri için pek güçlü bir hayat bilgisine sahiptirler. Bunlar, kendi içlerinde bulamadıklarım kitaplardan derlemeye çalışan soluk benizli kitap düşkünlerine zıt tipi teşkil ederler ki, bu ikinciler dünyayı ve hayatı ancak kitaplar sayesinde anlayabileceklerine inanmışlardır. Hayatı doğrudan doğruya değil sanki ikinci elden yaşarlar.

Gerçek bir ihtiyaç duyarak iyi eserlere sarılan okuyucuları da çeşitli gruplara ayırabiliriz. Bazıları okudukları kitaplarda duru fikirleri, diğerleri etraflı anlatılan duygu ve hayalleri arar: görüşleri açıklayan eserleri olduğu kadar, gerçeklere dayananları; duygulara seslenenleri, serüvenleri, gezileri, bulguları anlatan eserleri sevenler vardır. Kimi okuyucu insanların alınyazılarını öğrenmek ister; kimisi ozanların ya da bilginlerin eserlerinde kendi ruhunun yankılarını arar. Biri için kitap, kendi içine dönmek, öteki için, ondan uzaklaşmaktır; yaşanmış bir hayatı canlandıran biyografilerden tad ve zevk almak isteyenlerin yanında şairce bir hayatı, derin düşleri tanımak isteyenler yer alır.

Öğrenmek için, zevk ya da gösteriş için okuyanlar; sanat anlayışıyla kitabı ele alanlar ya da yalnız olaylar üzerinde duranlar; kitaptan az veya çok şey bekleyenler, seyrek okuyan, ya da durmadan okuyanlar, planlı okuyan, ya da aklına estiği zaman okuyanlar, düşünce bolluğu veya düşünce kıtlığıyla kitaba sarılanlar, zekâsı işlek veya durgun olanlar... Görüldüğü gibi çeşitli karakter ve çeşitli ihtiyaçlar bu alanda da -hayatın bütün alanlarında olduğu gibi- birbirinden çok ayrı seviyede basamak ve katların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Doymak bilmeyen hırs ve merakla kitap üzerine kitap okuyan tipe de işaret etmeden geçmeyelim. Cervantes, bunların en bilineni o garip şövalye Don Quixote de la Mancha’nın uyku durak bilmeden, şövalye romanları okuya okuya aklını oynattığını söyler. Bu, kitap okumakla girilen düş ve sihir dünyasında gerçekle ilgili sınır ve ölçülerin nasıl silinip kaybolduğuna klasik bir örnektir.

Edindiği bilgiyi kulpuna getirip göstermek amacıyla eline geçeni plansız bir şekilde okuyan okuyucuyu da ayaklı bir sözlüğe benzetebiliriz. Hiç bir şeyi tam olarak bilmez, ilk bakışta göz kamaştıran bilgisi ise dergi ve gazete bilmecelerinin çözümünde faydalı olmaktan ileri gitmez.

Ozanları tanımak, kadın veya erkek büyük adamların hayatını öğrenip bunları kendine örnek almak, kısaca fikir hayatını paylaşıp ondan faydalanmak isteyen iyi okuyucuya gelince: yayınlanmış eserlerin çokluğu karşısında bunun tutumu nasıl olacaktır? Milyonları aşan kitap sayfalarının içinden kendi aradığı meyvaları nasıl bulup derleyebilir? Tecrübeli ve yetişkin amatör için bile bu, o kadar kolay bir iş değildir.

Faydalı ve meyva verici okuma için akıllı bir insanın yapacağı ilk iş: doğuştan sahip olduğu eğilim ve zevki göz önünde bulundurarak kendisine belli bir alanın sınırlarını çizmesi ve sonra da bu sınırların içinde kalmasıdır. Martin Luther “Biz size ayırdetmeden her türlü kitabı bir araya getirin de koca yığınlar yapın demiyoruz, hayır. Önemli olan hangi kitabı alıp hangisini bırakacağınızdır.. Kitaplığınıza ancak değeri olan kitabı koyun. Bu ayırmayı yaparken de bilgili kişilere danışın!” diyor.

İyi kitap seçiminde kendinize kolaylıkla yardımcılar bulabilirsiniz. Genel kitaplıklar, gazete veya dergilerin kitap sütunları, radyoların kitap saatleri ya da çok okuyan dost ve tanıdıklarınız size istediğiniz bilgiyi verebilirler. Kendine iyi bir kitaplık kurmak -çıkan her yeni kitabı almamak şartıyla- pahalı da değildir. Yeni çıkan kitapların büyük bir kısmı değerlerini uzun zaman muhafaza etmezler. Yazarların çoğu eserlerinden daha uzun ömürlüdür. O halde yalnız okumuş olmak ve üzerinde konuşabilmek için en yeni kitabı almaktan kaçınınız.

Filozof Lichtenberg : “Okurken dikkat edilecek nokta yazarın ne demek istediğini, kitabın ana fikrini bir kaç kelime ile özetlemek ve bunu benimsemekten ibarettir. Okumak böyle olur ve ancak bu şekilde okuyan okuduğu eserden faydalanır. Öyle kitaplar vardır ki onları okumakla ruhumuz hiç bir şey kazanmaz, belki de kaybeder.”

Şüphe yok, okuma alışkanlığını kazanmak için insanın önceleri kendini bir az sıkması gerekir. Ama sonunda bu sıkıntısının değerlendiğini görecektir.

Yaşadığımız devrin koşulları içinde didişme ile geçen günlük hayat insanların tüm gücünü tüketiyor ve ona sindire sindire kitap okuyacak vakit bırakmıyor. Görme - işitme duyularına hitap eden sinema ve radyonun da bundaki etkisini yabana atmamak lâzım. Radyo temsilleri, radyo yayınları aile arasında yüksek sesle kitap okuma geleneğini hemen tamamiyle ortadan kaldırdı. Aslında bu güzel bir gelenek olmakla beraber pek herkesin harcı da değildir. Okuma tiryakisi kendisiyle kitabının arasına kimsenin girmesini istemez. İşitilen çabucak geçer gider. Beğendiği bir fikir, bir cümle veya bir mısraın üzerinde durmak, işittiğini düşünüp eleştirmek, sayfaları çevirip geçmiş bir yere bakmak dinleyicinin elinde değildir. Dinleyici, dil şekil ve özelliklerinin de dilediği gibi tadına yaramaz. Ancak tek başına okuyandır ki okumanın çekimine kendini kaptırıp onun tam tadını çıkarabilir. Beri yandan okuduğu kitap hakkında bir arkadaşla konuşmak ve tartışmak kadar tatlı bir şey de yoktur.

Mutlak yüksek sesle okumak isteniyorsa o zaman, anlaşılması güç, ağır bir eserden çok, meraklı bir roman, ya da yolculuk anıları, hayat hikâyeleri gibi sürükleyici konusu olan hafif bir kitabı seçmek uygun olur.

Biraz da okuduğunu sindiren, ondan tam anlamıyla faydalanan okuyucu tipi üzerinde duralım, etkilenmeden okuyup geçmeye değil de bunun fazlasını isteyen okuyucu bu aradığını nerede ve nasıl bulacaktır? Okuma onun için «Hobby» olmaktan çıkmış hayatın bir nimeti olmuştur. Kitapları elinin altındaki en yakın dostlarıdır. Onun kitaptan duyduğu tadı belki bir müzik parçası çalanın veya açık havada bir gezi yapanın, ya da bir bahçeyi seyre dalanın zevkine benzetebiliriz. Bu anlamda bir okuma iki insan ruhunun en yakın teması demektir. Okuyucu “güzel”in yetiştirici etkisi altında dünya üzerine bilgisini arttırmak ve derinleştirmek amacıyla yanar. Fikirlerinde yanılmadığını görür. Çevresindeki insanlarda bulamadığı anlayış, olgunluk ve avunmayı kitaplarda bulur. Kendini tartar, kişiliğini ve kaderini tanır.

Böyle bir okuyucuya, işlememiş kafalarıyla duymalarına imkân olmayan bu zevklerin yabancısı bir takım kişilerin, bilmedikleri, daha doğrusu bilemedikleri değerleri küçümseyerek “hayatı tanımayan kitapçıl adam” damgasını vurmaları ne kadar yersizdir. Bu gibiler için ancak akılcı olanın, elle tutulur, gözle görülür şeylerin değeri vardır. Ya da maddi fayda sağlayanların...

Oysa, dünya tarihinin büyük başarılar elde etmiş üstün kişilerinin çoğu okumaya düşkün insanlardı: Büyük Friedrich; ve son sevgisinin kitaplar olduğunu, mutluluğunun azımsanmayacak bir kısmını onlarda bulduğunu söyleyen Napolyon gibi...

Gerçekten de iyi bir kitap okurken, en iyi bir arkadaşla başbaşa sayılmaz mıyız? Uluslara, fikir ülkelerine hükmetmiş krallarla konuşmakta, onlarla bir masaya oturmaktayız. O büyük ölüler dipdiri ve ta yanı başımızdadır. Yalnız bu büyükleri tanımak değil, küçük insanların da alın yazılarım öğreniriz. Yabancı bir hayatın içine dalar onu yeni baştan yaşarız. Fikrin dolambaçlı yollarında gezinip, geniş dünyalara ulaşmak elimizdedir..
Bu mutluluğa, elbette ki herkes değil, ancak onu elde etmek için çabalayan ulaşır.


Okuduklarımızın çoğunu sonradan unutacakmışız, ne çıkar? O unuttuklarımızın da hayat ve düşüncelerimiz üzerinde etkisi olacaktır. Nasıl ki terbiyeli ve değerli insanlarla düşüp kalkan, iyi bir çevrede yaşayan insan da, kendi hiç fark etmeden iyiye doğru yön alır ve öylesine gelişir. İstenen de, zaten bu değil midir?

Tercüme Dergisi; Sayı : 85, Ocak-Mart 1966



 

ãhttp://www.ege-edebiyat.org
Yüklə 24,1 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin