Peygamberimiz gençliğinde doğruluğu ve dürüstlüğüyle meşhur olmuş, bu nedenle ona Muhammedül Emin lakabı uygun görülmüştü



Yüklə 20,4 Kb.
tarix20.11.2017
ölçüsü20,4 Kb.
#32412


Peygamberimiz gençliğinde doğruluğu ve dürüstlüğüyle meşhur olmuş, bu nedenle ona Muhammedül Emin lakabı uygun görülmüştü. Kâbe’nin onarımı esnasında Hacerül Esved’in yerine konması aşamasında bulduğu dâhiyane çözümle çıkabilecek kabileler arası çatışmayı önlemiş, Bu Kâbe hakemliği sayesinde güvenilirliği daha da pekişmişti. Ayrıca ticari seferlere katılmayı sürdürüyordu. Bu arada O mazlumlara yardım amacıyla kurulan Hilful fudul (erdemliler topluluğu) cemiyetine üye olmuştu.

Peygamberimiz Mekkenin soylu, Zengin kadınlarından Hz. Hatice’nin ticaret kervanlarının idaresini üstlenmiş bu işte gösterdiği başarı ve dürüstlük onun dikkatini çekmişti. Hz. Hatice (40 Yaşında)den gelen evlilik teklifini Peygamberimiz kabul etmiş, 25 yaşında onunla evlenmiştir.

Peygamberimizin; Kasım (ki bu ilk erkek çocuğundan dolayı Ebukasım lakabı almıştır) Abdullah (diğer adları; Tahir ve Tayyiptir) İbrahim adında erkek çocukları olmuş, fakat bebek iken ölmüşlerdir.

Peygamberimizin; Zeynep, Rukiye, Ümmügülsüm. Fatıma adlı kızları vardı. Bunlardan Fatıma kendisinden sonra vefat etmiştir.



Peygamberimiz amcası Ebutalibin oğlu Hz. Ali ile kızı Fatımayı evlendirmiş, bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Zeynep, Ümmügülsüm ve Muhsin (bebekken ölmüş) adlı torunları olmuştur. Peygamberimizin soyu torunları Hasan (ki Hz. Hasandan devam eden soya Şerif denir) ve Hüseyin (ki Hz. Hüseyin’den devam eden soya Seyyid denir) den devam etmektedir.

Mekke’nin fethi(11 Ocak 630): Mekke müşrikleriyle ittifak kuran Beni bekr kabilesi Medineli Müslümanlarla müttefik olan Huzaa kabilesine saldırarak 20 kişiyi katletti. Böylece Hudeybiye anlaşmasını bozmuş oldular. Peygamberimiz 10 000 kişilik orduyla Mekke’ye hareket etti. Ciddi bir direniş gösteremeden Mekkeliler teslim oldular. (Sadece Ebu cehilin oğlu İkrime direniş göstermiş, başarılı olamayınca kaçmıştı) Peygamberimiz (genel olarak) Müslümanlara kötülük yapan müşrikleri affetti.

Ayrıca peygamberimiz döneminde Müslümanlarla; Yahudiler arasında Hayber savaşı(628), Bizans imp. arasında Mute savaşı(629), Havazin kabilesi arasında Huneyn savaşı(630) yapılmıştır.

Peygamberimiz 632 yılında hac yaptı Arafat’ta yüz bini aşkın Müslüman’a veda hutbesini yaptı aynı yıl 8 Haziran da vefat etti. Peygamberliği 23 yıl sürdü. Medine de mescidi nebevide defin edildi kabrine Ravza-i mutahhara (Temiz bahçe) denir.

Peygamberimiz döneminde yaşayıp onu gören Müslümanlara Sahabe, Peygamberimiz döneminde yaşayıp görme imkânı bulamayan Müslümanlara Muhadram, Sahabe dönemine yetişip onlarla görüşen Müslümanlara Tabiin, Tabiin dönemine yetişip onlarla görüşen Müslümanlara Tebe-i tabiin denilir.



Sözlük anlamı itibariyle utanma, sıkılma duygusu anlamına gelen hayâ, terim olarak Allah inancı ve bu inançtan kaynaklanan sorumluluk duygusu sebebiyle kötü, ahlak dışı ve günah olan şeylerden kaçınmak demektir. Bu duygudan hareketle söz ve davranışlara dikkat etmeye de edep adı verilir. Hayâ insanın doğasında bulunan bir duygudur.

Ahlaken temiz olmak, ar, namus, gibi anlamlara gelen iffet, terim olarak, Allah’ın yasakladığı şeylerden nefsi alıkoymak anlamına gelir. Bu kavramın Kur’an’da kullanılan bir anlamı da, fakirliğini ve zaruretini gizleyip çok muhtaç bir hâle düşmedikçe durumunu kimselere açmamaktır.

Peygamberimiz, insanların hizmetlerini gördürdükleri kimselere yakınlık göstermeleri gerektiğini belirterek; “Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elleriniz altına vermiştir. Şimdi onlara kendi yediğinizden yedirin! Kendi giydiğinizden giydirin! Onlara yapamayacakları şeyleri yüklemeyin! Şayet yüklerseniz onlara yardım edin!”13 buyurmuştur. Efendimizin şu hadisi bu konuda bir müminin sahip olması gereken hassasiyeti gözler önüne sermektedir: “Sizin birinizin hizmetçisi pişirdiği, hazırladığı yemeğin ateşine ve dumanına katlanıyorsa, o, hizmetçiyi elinden tutarak kendisiyle beraber aynı sofraya oturtsun. Eğer bunu yapamaz ise o yemekten ona da yedirsin.”14 Görüldüğü üzere Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.), insanları zengin-fakir, siyah-beyaz, kadın-erkek gibi ayrımlara tabi tutmaksızın, herkese eşit ve

adaletle davranmayı emretmiştir.

Mekke fethi seferinde Mahzum kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kadına hırsızlık cezasının uygulanma ihtimali Kureyş mensuplarının zoruna gitmiş ve çare aramaya koyulmuşlardı. Hz. Muhammed’in (s.a.) çok sevdiğini bildikleri Üsame b. Zeyd’i aracı kıldılar. Üsame, Resülullah’tan, cezayı uygulamamasını isteyince, Allah Resulünün yüz hatları gerilmiş ve Üsame’ye “Allah’ın koyduğu bir cezayı uygulamayayım diye aracılık mı ediyorsun?” diyerek serzenişte bulunmuştu. Efendimiz, konunun önemine binaen, insanları toplayarak onlara şunları söyledi: “Sizden öncekilerin helâk olup gitmelerine sebep ancak şudur ki, içlerinden asalet sahibi birisi hırsızlık ederse ona dokunmaz, serbest bırakırlardı.

"Resulullah (s.a.), bir askerî kuvvet gönderdi ve bunların başına azat ettiği bir köle olan Zeyd'in oğlu Üsame'yi komutan olarak tayin etti. Müslümanlar onun komutanlığından pek hoşlanmadılar. Bunun üzerine Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: "Siz onun komutanlığından hoşlanmıyorsunuz daha Önce babasının komutanlığına da dil uzatmıştınız. Allah'a yemin olsun ki babası komutanlığa gerçekten layık idi ve bana insanların en sevimlilerindendi. Ken­disinden sonra bu oğlu da bana insanların en sevimlilerindendir."



Peygamber Efendimiz; “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır.” buyurmuş. Kendisine, Nedir onlar ya Resulallah? denilmiş: “Ona rastladığın zaman selam ver, seni çağırırsa davetine icabet et, senden nasihat isterse ona nasihat et, aksırır da Allah'a hamd ederse ona teşmit et (Yerhamükellah de!), hastalanırsa onu ziyaret et, öldüğü vakit de arkasından git.” buyurdu.(Müslim, Selam, 5)

Bir işe başlamadan önce, bilgisine, tecrübesine ve ahlakına güvenilen kimselerle fi kir alışverişinde bulunmak, onlara danışmak istişare demektir. Kutsal kitabımız, istişare konusuna önem vermiş ve Peygamberimize, yapacağı işlerde istişare etmesini emretmiştir.

İstişare ederken göz önünde bulundurulması gereken en önemli noktalardan biri, kime veya kimlere danışılacağı konusudur. Bu husus, yapılacak olan işin hayırlı bir şekilde neticelenmesine önemli derecede etki eder. Nitekim Peygamberimiz; “İstişare edilen kimse güvenilen kimse olmalıdır.” buyurmaktadır.
Peygamberimiz, Hudeybiye Barış Antlaşması’nın yazımı ve imzası tamamlandığında, ashabına: “Haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip başlarınızı tıraş edin yani ihramdan çıkın!” buyurdu. Ancak orada bulunanlardan hiç kimsenin eli bu işe varmıyordu. Çünkü Kâbe’yi haccetmek için ta buralara kadar gelmiş olmalarına karşın, bu görevi yapamadan Medine’ye geri dönmek zorunda kalmışlardı. Bir kişi bile yerinden kalkmadı. Hatta Efendimiz, bu emri üç kez tekrarladı. Ancak yine hiç kimse yerinden kımıldamadı. Peygamber Efendimiz, eşi Ümmü Seleme’nin yanına girdi ve ashabından gördüğü kayıtsızlığı ona söyledi.

Ümmü Seleme:“Ey Allah’ın Peygamberi! Sen bu emrin yerine getirilmesini istiyor musun? O hâlde şimdi dışarı çık. Sonra da kurbanlık develerini kesinceye ve berberini çağırıp o seni tıraş edinceye kadar ashabından hiçbirisine bir kelime bile söyleme!” dedi.

Bunun üzerine Peygamberimiz, Ümmü Seleme’nin yanından çıktı ve hiç kimseyle konuşmadan, kurbanlık develerini kesti ve berberini çağırıp tıraş oldu. Sahabiler Peygamber’imizi bu hâlde görünce, onlar da hemen kalkarak kurbanlarını kestiler, birbirlerini tıraş etmeye başladılar.
Peygamberimiz, Medine’ye hicretinden sonra ilk iş olarak bütün müminleri bir araya toplayacak bir mescit yaptırmıştı. Namaz vakitlerinde ve bazı önemli kararların alınacağı zaman, müminler burada toplanmaktaydı. Ancak, insanları mescide davet edecek bir çağrıya ihtiyaç vardı. Bir gün bu mesele hakkında Efendimiz ve müminler istişare ettiler. Sahabeden bazı kimseler: “Hıristiyanların çanı gibi çan kullanalım” dedi. Bazıları da: “Yahudilerin borusu gibi boru kullanalım” dedi. Hz. Ömer de şöyle dedi: “Namaz için nida edecek, çağrı yapacak bir kişi göndermemiz (daha uygun) olmaz mı?” dedi.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu: “Kalk ey Bilal! Namaz için nida et!” Ezan’ın sözleri sahabeden Abdullah bin Zeyd’e rüyasında öğretilmişti.17 Benzer bir rüyayı da Hz. Ömer görmüştü. Yapılan istişare sonucunda Hz. Bilal-ı Habeşi, Efendimiz tarafından müezzin tayin edildi ve böylece namaza çağrı için ezan okunmasına başlanmış oldu.


Zeyd bin Sabit anlatıyor: “Ebu Bekir, Yemame Savaşı’nda şehit olanların durumunu öğrendikten sonra beni çağırdı. Yanında Ömer de bulunuyordu. Ebu Bekir bana şunları söyledi: “Ömer bana geldi ve Yemame gününde insanların öldürülmesi çok şiddetli oldu. Ben diğer savaş alanlarında da savaşın şiddetli olup Kur’an hafızlarının şehit edilmelerinden, bu sebeple de Kur’an’dan büyükçe bir kısmın kaybolup gitmesinden endişe ediyorum, ancak Kur’an’ı toplamanız hâlinde bu gitme olmaz. Binaenaleyh ben senin muhakkak Kur’an’ı toplamanı düşünüyorum.” dedi.

Ben de Ömer’e: “Resulullah’ın yapmadığı şeyi ben nasıl yaparım?” dedim. Ömer: “Vallahi bu hayırdır.” dedi ve bana bu hususta ısrardan vazgeçmedi. Nihayet Allah benim göğsümü bu iş için açtı ve ben de Ömer’in düşündüğünü düşündüm.


9. Sınıflar Siyer-i Nebi dersi II. Dönem 2. Sınav çalışma notları
Yüklə 20,4 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin