Son İmparator XI



Yüklə 104,91 Kb.
tarix30.10.2017
ölçüsü104,91 Kb.
#22013

Son Bizans İmparatoru XI. Konstantin Paleologos ve Son Osmanlı Padişahı VI. Mehmed Vahideddin

Kent: Kıyamet günü mü geldi?



Edgar: Yoksa o korkunç günün bir benzeri mi?

Albany: Başımıza yıkılsın da her şey bitsin!

Lear: Bakın, tüy kımıldıyor; demek yaşıyor!

Bu gerçekse eğer, çektiğim bütün acılara değer.”

William Shakespeare, Kral Lear, Son Sahne.



Osmanlı İmparatorluğu’nun (1299-1922) son padişahının Milli Mücadele’yi engellemeye çalışan bir hain olduğuna dair oldukça yaygın bir görüş var. Bizans İmparatorluğu (330-1453) sona ererken, kuşatılan şehirde surların içi ve son imparator ise ülkemizde fazla merak uyandırmamıştır.
Birçok trajedi talihin tersine dönüşü etrafında kurulmuştur. İki son hükümdarın kendi sonları, benzer topraklarda hüküm sürmüş olan, Batı ile Doğu’yu birleştiren noktada aynı payitahta sahip iki imparatorluğun sona erişlerinin benzerlikler de içeren trajik temsilleri gibidir. Öte yandan, felsefi bir kavram olan “Öteki”den türetilerek oldukça yaygın bir kullanım alanı bulan “ötekileştirme”nin son imparator ve kuşatılan şehirde surların içi ile son padişah için de kullanılabileceğini söylemek yanlış olmaz. Gerçekten de, düşman veya hain olarak ötekileştirilenlere de ilgi duyulmaz ya da ancak tanımlanan sınırlar içinde duyulur. Çünkü, daha çok veya farklı ilgi ötekileştirmeyi ortadan kaldırabilir.
Bu yazıda, bu düşüncelerle son Bizans imparatoru ile son Osmanlı padişahı birlikte ele alınmaktadır. Düşman veya hain olarak ötekileştirmekten uzaklaşmak amacıyla, önce, tahta çıkışları öncesi ve sonrası yıllar ile İstanbul’daki son günlerine değinilmekte, iki son hükümdara birlikte daha yakından son bölümde bakılmaktadır. Böylece, mesela, kuşatma boyunca ve 29 Mayıs 1453’te, surların içinde, tanıdığımız ama farklı adlara sahip mekanlarda son Bizans imparatoru ile halk tarafından verilen zorlu mücadele, son Osmanlı padişahı ve görevlendirdiği hükümetlerle Milli Mücadele arasındaki ilişkilerin tek boyutlu olmayıp açıklığa kavuşmayı bekleyen hususlar içerdiği başlangıçta vurgulanmaya çalışılmaktadır.
Önceki yıllar
Son Bizans imparatoru XI. Konstantin Paleologos Dragas 8 Şubat 1405’te İstanbul’da (Konstantinopolis) doğdu. II. Manuel Paleologos ve Helena Dragas’ın altı çocuğundan dördüncüsüydü.
İlk yılları hakkında çok fazla bilgimiz yok. Ancak, büyük bir bölümünün İstanbul’da geçtiği, Sırp asıllı olan annesine bağlılığından ötürü Dragas adını da kullanmaktan hoşlandığı biliniyor. Avcılığı, ata binmeyi, dövüş sanatlarını seven ve yöneticilik özelliklerine sahip cesur bir prens olarak anlatılmaktadır.
Konstantin on yedi yaşındayken Osmanlı Sultanı II. Murad’ın 1422 yılındaki İstanbul kuşatmasını yaşadı.1428’de geldiği Mora Prensliği’nde 20 yıl süreyle yönetimi iki kardeşiyle paylaştı. Mora’da, bitmek bilmeyen savaşlar sonunda Bizans kontrolu geniş ölçüde sağlandı. Ancak, II. Murad’ın 1446 Varna zaferi sonrasında bölgeyi ele geçirmesine, Konstantin ile kardeşleri Teodoros ve Tomas’ı vasal ilan edip haraca bağlamasına engel olunamadı. Ağır topların günlerce dövdüğü, Osmanlı askerlerinin surlarını aşıp şehre girdiği Varna kuşatması yedi yıl sonraki İstanbul kuşatmasının bir provası gibiydi.
İki kere evlenip, iki eşini de kaybeden Konstantin’in çocuğu olmamış, ağabeyi VIII. İoannes Paleologos da çocuksuz ölmüştü. Hayattaki en büyük kardeş oydu ve imparator naibiydi. Ne var ki, Tomas ile diğer kardeş Demetrios’un imparatorluk istekleri anne, İmparatoriçe Helena’nın Konstantin’e arka çıkmasıyla önlenebilecekti.
Konstantin, 6 Ocak 1449’da, kırk dört yaşında Mora’nın başkenti Mistra’da imparator ilan edildiğinde Bizans eski gücünü çoktan yitirmiş, İstanbul ve çevresine sıkışıp kalmıştı.1
***
Son Osmanlı sultanı VI. Mehmed Vahideddin 2 Şubat 1861’de İstanbul’da doğdu. Küçük yaşlarda babası Sultan I. Abdülmecid’i ve annesi Gülustu Kadın Efendi’yi kaybetti. Kardeşleri arasında kendinden önce gelen Osmanlı padişahları V. Murad, II. Abdülhamid ve V. Mehmed Reşad da bulunmaktadır.
Hayatının kırk yıl gibi çok uzun bir bölümünü Çengelköy köşkünde geçirmişti. Okuyup yazmaya önem vermiş, fıkıh ve müzikle ilgilenmişti. Birçok Osmanlı padişahı gibi bestekardı. Özel ilişkilerinde nazikti. Resmi ilişkilerde iltifatı sevmez ve çok konuşmazdı. Zeki ve kavrayışlı olduğu da söylenebilmektedir. Dört evliliğinden üçü kız dört çocuğu oldu.
1916’da, amcası Sultan Abdülaziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’in intiharı üzerine veliaht oldu. Sultan Abdülaziz’in tahttan indirildikten hemen sonra kuşkulu noktaları bulunan intiharını (1876), aynı yıl V. Murad’ın tahta çıkarılıp indirilişini, II.Abdülhamid’in tahttan indirilip iktidarın V. Mehmed Reşad’ın padişahlığı döneminde (1909-18) tamamen İttihat ve Terakki’ye geçişini yaşamıştı.
Veliahtlığı sırasında iki defa ülke dışına çıktı. Yaveri olarak Mustafa Kemal’le birlikte Almanya’ya ve Avusturya – Macaristan imparatorunun cenaze töreni için Viyana’ya gitti.
Vahideddin, 3 Temmuz 1918’de kardeşi Mehmed Reşad’ın ölümü üzerine elli yedi yaşında tahta çıktığında Osmanlı imparatorluğu eski gücünü çoktan yitirmiş, Balkan savaşları (1912-13) sonucunda Avrupa’da çok büyük toprak kayıplarına uğramıştı. 1914’te başlayıp 4 yıl süren Birinci Dünya Savaşı büyük acılar, kayıplar ve yoksulluk içinde bitmek üzereydi.2 İmparatorluğun önemli bir parçası olan Ermeni toplumunun da çok büyük bir bölümü savaş süresinde Büyük Felaket ve soykırım olarak da tanımlanan tehcir ve katliama maruz kalmıştı (1915-16).
Son yıllar
Roma ve Bizans kiliseleri arasında yüzyıllar boyunca yaşanan teolojik ve ayin usulleri ile ilgili anlaşmazlıklar 1054 yılında kiliselerin ayrılmasıyla tescil olunacaktı. 1438-39 Ferrera-Floransa konsilinde ise Bizans Kilisesi’nin Roma’nın otoritesini kabul etmesiyle Büyük Ayrılık resmi olarak son buluyor, Kiliselerin Birliği kabul ediliyordu. Ancak, Bizans halkının çok önemli bir bölümü bu birliği benimsememişti. O kadar ki, imparatorluğu Mistra’da ilan edilen Konstantin için Aya Sofya’daki (Ayia Sofia –Kutsal Hikmet) geleneksel taç giyme töreni yapılamadı. Kiliselerin Birliği’ne karşı ayaklanmalara yol açabileceğinden çekinilmişti. Öte yandan, 1451’de II. Mehmed’in ikinci defa tahta çıkışıyla, İstanbul’u elde etme istekleri artarak hissedilen Osmanlılara karşı koyabilmek Batı’nın desteği olmaksızın çok zordu. Batı’nın desteği ise kiliselerin birliğine bağlıydı. Konstantin, açıkça söylemese de pragmatik bir yaklaşımla kiliselerin birliğini kabul etmiş gözüküyordu.
1452 yılının Eylül ayına gelindiğinde, Sultan II. Mehmed Konstantin’in bütün itirazlarına rağmen I. Bayezid tarafından 1395’te yaptırılan Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli Hisarı’nın (Boğazkesen) yapımını tamamladı. Böylece, Boğaziçi (Boos-Foros) geçişlerinin ve şehre kuzeyden gelen erzak girişlerinin kontrolu kaybedilmiş oluyordu. Kuşatmanın daha önce görülmemiş büyüklükteki toplarını dökecek olan Macar asıllı Urban ise yeterli ilgi gösterilemediğinden Bizans yerine Osmanlı hizmetini tercih edecekti.3
İmparator, şehri savunabilmek amacıyla hiç bir zaman yeterli ölçüde gelmeyen ve gelmeyecek olan askeri yardım için Batı’ya elçiler gönderiyor, aynı zamanda, Ege Denizi’nden (Aigaion Pelagos) ve daha uzaklardan erzak getirtmeye çalışıyordu.
Şehir surları ise tek tek gözden geçirilip onarılıyordu.4 Marmara denizi (Propontis) ve Haliç (Hrisokeras-Altın Boynuz) arasında karadan bir yay çizerek uzanan 6 km’lik Kara (Theodosius) Surları ile Haliç ve Marmara tarafındaki 14 km’lik deniz surları şehrin korunmasının en güvenilir tarafıydı. İstanbul, başka hiç bir şehrin yaşamadığı kadar saldırı ve kuşatma yaşamış5, kara surları hiç aşılamamıştı. Sadece, Batı Hristiyanlığının temsilcileri olarak Haçlılar 1204 yılında Haliç surlarını aşıp şehre girebilmişlerdi. Haçlılar, Batı ve Doğu Hristiyanlığı arasındaki ayrılığın bu en trajik olayında yağma ve yıkımla ele geçirdikleri İstanbul’da elli yedi yıl kalmışlar, Bizans yönetimi de bu dönemde İznik’e (Nicea) çekilmişti.
5-7 Nisan 1453’te Osmanlı ordusu kara surlarının 1.5 km kadar dışına tüm gücüyle yerleştiğinde gönüllüler dışında 70.000 – 100.000 askerden oluşuyordu. İrili ufaklı çeşitli gemiler dışında 16 Osmanlı savaş gemisi de Marmara’da seyretmekteydi.
40 – 50.000 kişinin yaşadığı şehir ise 6 - 7.000 savunucuya, 26 savaş gemisine sahipti. Cenova’lı ünlü komutan Giovanni Giustiniani Longo da 700 kişilik seçkin askerleriyle Ocak ayında İstanbul’a gelip savunuculara katıldı. İmparator, özellikle surlu şehirlerin korunmasıyla tanınan Cenova’lı komutana kara surlarının tamamının korunması görevini verdi.6
Osmanlı ordusunda Müslüman olmayanlar bulunduğu gibi savunucuların arasında da Müslümanlar vardı. Bizans’a sığınmış olan Süleyman Çelebi’nin torunu Orhan da adamlarıyla birlikte savunma kuvvetleri arasında yer alıyordu.
***
Savaş kaybedilmiş olarak sona ererken tahta çıkan VI. Mehmed’in dört yıllık padişahlığının ilk dört ayı dışında başşehir İstanbul işgal altındaydı.
Vahideddin “memleketime hizmet ümidinde bulunmasaydım Çengelköy’de rahat rahat oturur, bu bar-i azimi kabul etmezdim. Bu yaştan sonra mezarıma padişah yazdırmak hevesinde değilim”7 diyerek tahta çıkmıştı. Bazı uygulamaları kısa zamanda toplum ve özellikle İstanbul halkı üzerinde olumlu etkiler, beklentiler yaratmıştı. Mesela: Kanunen kendisi Başkomutan olduğu için Enver Paşa’nın Başkomutan Vekili ünvanını Genelkurmay Başkanı olarak değiştirmiş, olaylardan ve alınacak kararlardan haberdar edilmesini, adının irade-i seniyyelerin altına değil eski devirlerdeki gibi üstüne yazılmasını istemiş, yangın yerlerini dolaşmıştı.8 Kendisinin ve geniş ölçüde toplumun yaşananlardan sorumlu tuttuğu İttihat ve Terakki hükümeti isteği üzerine istifa etmişti (8 Ekim). Böylece, dört yıl boyunca göreve getireceği sadrazamların kurduğu toplam sayıları 11 olan9 İstanbul hükümetleri dönemi de başlamış oluyordu
30 Ekim 1918’de Mondros’ta Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında ateşkes anlaşmasının imzalanmasından iki gün sonra İttihat ve Terakki hükümetinin üç yöneticisi bir Alman denizaltısı ile ülkeden ayrıldı. 13 Kasım’da ise, İtilaf Devletleri’nin 55 gemilik savaş filosu Marmara’ya demirleyerek İstanbul’un işgalini başlattı. İstanbul, böylece, Napolyon savaşları ile İkinci Dünya Savaşı arasında işgale uğrayan tek Avrupa başkenti, Sultan Vahideddin de işgal güçlerinin kontrolu altındaki şehirde padişah olmak durumunda kalıyordu.
Mondros Mütarekesi’nden 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi’ne giden 4 yıllık süreçte İstanbul ile Milli Mücadele arasındaki ilişkilerin tek boyutlu olmadığı, hiç değilse bir bölümünün çelişkiler içerdiği söylenebilir:
Mesela: Bu iki tarih arasında Sultan Vahideddin’in görevlendirdiği sadrazamlar tarafından kurulan Osmanlı hükümetlerinden beşini toplam yaklaşık 13 aylık bir süreyle ve sonuncusu 31 Temmuz – 17 Ekim1920’de olmak üzere Damat Ferit Paşa kurarken, altısını, yaklaşık 3 yıllık süreyle, ondan farklı düşünen, Milli Mücadele’ye sempati duyan ya da en azından karşı olmayan sadrazamlar kurmuştu. Padişahın, veliaht ve yaver olarak birlikte katıldıkları Almanya gezisinden yakından tanıdığı, geniş yetkilerle 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal’in, İstanbul’dan ayrıldıktan (16 Mayıs 1919) iki ay sonra (8 Temmuz) görevine son verilmiş, askerlikten istifası üzerine 9 Ağustos 1919’da geri alınan nişan ve madalyaları 3 Şubat 1920’de iade edilmişti. 12 Ocak 1920’de ise, İstanbul’da Mebusan Meclisi’nin açılması ile ilgili olarak padişah ve Mustafa Kemal arasında nezaket telgrafları teati edilmişti. 23 Temmuz 1919’da açılan Erzurum ve 4 Eylül 1919’da açılan Sivas kongrelerinden padişaha sadakat bildiren mesajlar yollanmış, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde oluşturulmaya başlayan ve daha sonra Misak-ı Milli olarak tanınan Ahd-ı Milli Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından kabul edilmişti (28 Ocak 1920). 16 Mart’ta İstanbul İtilaf Devletleri tarafından bir bakıma bir daha işgal edilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 11 Nisan’da feshinin ardından Ankara’ya giden Meclis üyelerinin de katılımıyla kurulmuştu (23 Nisan). 18 Nisan’da oluşturulan Kuvayı İnzibatiye ise iki ay sonra feshedilmişti. 24 Nisan’da, Mustafa Kemal amaçlarının esir padişahı kurtarmak olduğunu vurgulayarak padişahın kendisinden duysa bile, Kuvayı Milliyecileri kafir, öldürülmelerini vacip ilan eden Şeyhülislam fetvasının (10 Nisan) zorla, baskı altında yayınlandığına hükmedeceğini söylemişti.10
Mondros Mütarekesi’nden iki yıl, Yunanistan ordusunun 1919 yazında Batı Anadolu’da ilerlemeye başlamasından bir yıl sonra imzalanan Sevres Anlaşması’nı (10 Ağustos 1920) TBMM reddettiği gibi padişah da onaylamış değildi. Sevres’i Türkiye yararına değiştirmek amacıyla toplanıp başarısızlıkla sonuçlanan Londra Konferansı’na (21 Şubat – 12 Mart 1921) İstanbul ve Ankara temsilcileri birlikte katılmış, İstanbul’u temsil eden son Osmanlı Hükümeti’nin (21 Ekim 1920- 4 Kasım 1922) sadrazamı Ahmet Tevfik Paşa konferans sırasında söz hakkını Ankara’ya bırakmıştı.
Sultan Vahideddin döneminin toplam 2 yıl 15 gün süren 3 hükümetle en çok görev yapan Sadrazamı olan Ahmet Tevfik Paşa’nın Anadolu ile birlikte hareket etme siyasetinin bir başka adımı olarak Ankara’ya gönderdiği Ahmet İzzet ve Salih paşaların girişimlerinden (Kasım 1920 – Mart 1921) sonuç alınamamış, Ankara’ya katılmak üzere yola çıkan (26 Nisan 1921) padişahın damadı, veliaht Abdülmecid’in oğlu Şehzade Ömer Faruk ise Ankara’nın isteği üzerine İnebolu’dan geri dönmüştü.11
Yunanistan işgalininin Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) ile tamamen sona ermesini sağlayan Birinci İnönü (9-11 Ocak 1921), İkinci İnönü (27 Mart-1 Nisan 1921), Sakarya (23 Ağustos -13 Eylül 1921) ve nihayet Büyük Taarruz (26 Ağustos-9 Eylül 1922) zaferleri İstanbul’da da mitingler, mevlitler ve yardım kampanyaları ile kutlanmış, Büyük Taarruz’un başladığı gün TBMM’nin yaptığı yardım çağrısına padişah da katılmıştı.12
Son günler
5 – 7 Nisan arasında, kara surlarının dışında mevzilenmiş olan Osmanlı ordusu Urban’ın döktüğü toplarla şehri dövmeye başlamıştı. İmparator ve surların içindeki herkes için gelecek günlerin neler getirebileceği artık açıktı.13
Nisan’ın ilk on günü içinde surların dışında Büyükada (Prinkipo), Tarabya (Terapia) ve Studios hisarları işgal edildi.14 Böylece, İstanbul’un dış dünyayla ilişkisi daha çok kesilmiş oluyordu. Buna rağmen, papa tarafından gönderilen silah ve erzak yüklü üç Cenova gemisi Ege’de fırtınaya yakalanıp haftalarca beklendikten sonra Marmara’daki ablukayı aşıp gelebilmişti (20 Nisan).
Osmanlı toplarının aralıksız ateşiyle kara surlarında, özellikle Bayrampaşa (Likos) deresi vadisindeki Topkapı (Romanos Kapısı) yakınlarında açılan gedikler kapatılmaya, surları ve Haliç’in girişini koruyan zinciri aşmaya yönelik saldırılar önlenmeye çalışılıyordu. 22 Nisan’da, Osmanlı gemilerinin Galata sırtları ve Kasımpaşa (Pegai –Sular Vadisi) üzerinden denize doğru kaydırılarak Haliç’i kapatan zincirin iç tarafında demirlemesi savunucuları dehşete düşürmüş, gemileri yakmaya çalışmışlar ama başarılı olamamışlardı.15 Böylece, şehri kuşatarak ateş altına alan hat Haliç’teki bu hayati noktayı da içine alıp daha da genişliyordu. Osmanlı’ların kazdığı yer altı tünelleri, inşa ettikleri ahşaptan seyyar kulelere karşı da savunma önlemleri alınmaya çalışılmaktaydı.
Bu arada imparator şehrin artan erzak sıkıntısı karşısında kiliselerden katkılarını arttırmalarını istemekteydi. Ne var ki, savunmayı olabildiğince etkili kılabilmek başka güçlüklerin aşılmasına da bağlıydı. Çünkü, Galata’da yerleşik Cenevizliler tarafsız kalma eğilimindeydiler ve Kiliselerin Birliği’ni benimsememiş olanların hoşnutsuzluğu devam ediyordu.
Venedik’ten gelmesi beklenen yardım haberini almak üzere kuşatmayı aşarak şehirden haftalar önce ayrılan brigantin ise kötü haberle dönmüş, Marmara’daki ablukadan tekrar sıyrılıp karanlıkta Haliç zincirlerinin içine alındığında (23 Mayıs) yardımın öncüsü olduğu sanılmıştı.
Kuşatmanın son günlerinde, şehir halkının hemen tamamının katıldığı dini yürüyüş alayı sırasında Meryem Ana’nın en kutsal ikonasının, üzerinde taşındığı platformdan yere düştüğü, fırtına ve şiddetli gök gürültüsü altında yağan yağmur sellerinin yürüyüş alayını durdurduğu, şehri yoğun bir sisin kapladığı, sis kalkınca Aya Sofya üzerinde Osmanlıları da etkileyen tuhaf bir ışığın belirdiği, ay tutulmasıyla birlikte şehrin uzun süre karanlığa büründüğü, Tanrı’nın gazaba geldiği için yardımlarını esirgediğine inanıldığı, böylece, şehir halkının moralinin daha da bozulduğu son günler için anlatılanlar arasında yer almaktadır.16
Bu arada, İmparator Konstantin, Sultan Mehmed’in yaptığı teslim ol ve şehri teslim et çağrısını geri çeviriyordu.17
28 Mayıs’ta, genel saldırı öncesi istirahat ve dua nedeniyle surların dışında hakim olan alışılmadık sessizliği surların içinden gelen kilise çanlarının sesi bozacaktı. İmparator, şehir halkı ve askerleri önünde yaptığı konuşmada şehrin savunulabilmesi için kararlılık ve ölüme hazır olma çağrısı yaptı, kendisinin ölmeye hazır olduğunu söyledi. Akşam, Aya Sofya’da toplanıldı. Kiliselerin Birliği konusundaki ayrılıklarını o ana kadar hiç bir zaman tamamen giderememiş olan şehir halkı hep birlikte dua etti. İmparator surları dolaşıp son kontrollarını yaptı.18
29 Mayıs salı günü, gece yarısından kısa bir süre sonra, beklenen Osmanlı saldırısı kara ve denizden tekbir, davul sesleri arasında, büyük dalgalar halinde gelmeye başladı. Kara Surları Komutanı Giustianiani Longo top ateşinin gedik açtığı Topkapı civarını savunuyordu. Ancak, şafak sökmeden kısa bir süre önce yaralanıp bulunduğu mevkii terketmek zorunda kalacak, moralleri bozulan askerleri de kendisini izleyecekti. Göğüs göğüse çarpışıldığı o saatlerde, Osmanlılar şehre Topkapı’nın yanı sıra, Belgrad Kapısı’ndaki (Ksilokerkos Kapısı) açık kalmış olan Kerkoporta noktasından da girmişlerdi.
İmparator XI. Konstantin Paleologos, Giustianiani Longo’yu bulunduğu mevkiden ayrılmaması için ikna etmeye çalışmış, ama bunu sağlayamamıştı. Kerkoporta’dan da kötü haber gelince oraya yöneldi. Sonra, Bayrampaşa Vadisi yönünde, yıkılan surlara doğru giderek savunucuları toparlamaya çalıştı. Nihayet, üzerindeki imparatorluk nişanlarını çıkardı, beraberindeki üç kişiyle birlikte akın akın gelmekte olan Osmanlı askerlerinin içinde gözden kayboldu. Kendisini bir daha gören olmayacaktı.19
***
İtilaf devletleri ile 3 Ekim 1922’de Mudanya’da başlayan mütareke görüşmelerine sadece Ankara katılmış, mütarekenin imzalanmasından 8 gün sonra (19 Ekim 1922), Refet Paşa, TBMM hükümetinin temsilcisi olarak yönetime el koymak üzere Mudanya’dan İstanbul’a gelmişti. Padişah ile 29 Ekim’de görüştüler. Ankara’nın saltanatın kaldırılıp hilafetin korunması görüşünde olduğunu belirten Refet Paşa’nın, ziyaretçi kabul etmemesi, İstanbul hükümetini azledip Ankara’daki hükümeti tanıması isteklerini padişah kabul etmedi ve saltanatsız bir hilafetin Osmanlı hanedanı tarafından kabul edilemeyeceğini söyledi.20
Aynı gün, Sadrazam Tevfik Paşa Lozan Konferansı’na birlikte davet edilen Ankara ve İstanbul hükümetlerinin ortak bir tavır belirlemesi için TBMM’ne çağrıda bulundu.21 Bir gün sonra, padişah hakkında TBMM’de ağır eleştiriler yapıldı ve İstanbul hükümeti ile birlikte yargılanıp cezalandırılabileceğini belirten bir karar alındı. 1 Kasım 1922’de saltanat ile hilafeti ayırıp saltanatı kaldıran kanun kabul edildi. Saltanatın kaldırılışı İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u ikinci defa işgal ettikleri iki buçuk yıl öncesinden (16 Mart 1920) başlayarak geçerli olacaktı.
4 Kasım’da, Sadrazam Tevfik Paşa hükümeti Osmanlı İmparatorluğu’nun son hükümeti olarak istifa etti. Bir gün sonra, yazar, eski bakan ve Ankara’nın önde gelen muhaliflerinden Ali Kemal İstanbul’da kaçırıldı. Askeri birliğe teslim edildiği İzmit’te linç edildi. Bu olay, İstanbul’da, padişah ve padişaha yakın olanlar arasında oluşan tedirginliği daha da arttırmıştı.22
10 Kasım’da yapılan cuma selamlığında, padişahın adı yer almamış, hilafet makamı genel olarak belirtilmiş, selamlığa, giderek azalan, kalanlarına da güvenemediği maiyetinden sadece bir kaç kişi katılmıştı. Basında ise, padişah hakkında ağır ifadeler, sert eleştiriler, ihanet haberleri artarak devam etmekteydi.23
15 Kasım’da, padişah, eski kayınbiraderi ve yaveri Binbaşı Zeki bey aracılığıyla, İşgal Kuvvetleri Başkomutanlığı’ndan, İstanbul’dan ayrılmak için sözlü olarak yardım talebinde bulundu. Talebin yazılı yapılması isteği ertesi gün İngiliz Başkomutan’a hitaben ve “Halife-i Müslimin” imzasıyla tek cümle olarak yerine getirildi: “ İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan mahall-i ahara naklimi talep ederim, efendim.”24
VI. Mehmed Vahideddin, 17 Kasım cuma günü on yaşındaki oğlu Ertuğrul ve sekiz kişilik maiyeti ile Yıldız Sarayı’ndan ayrıldı. Emaneten kendisinde duran mücevher çekmecesini hazineye iade etmiş, gece çoğu evrağını yakmış, yakmadıklarını yanına almıştı. Kafileyi taşıyan İşgal Kuvvetleri’ne ait iki askeri ambulans Balmumcu Çiftliği, Nışantaşı, Beşiktaş, Dolmabahçe yoluyla Tophane civarında demirli HMS Malaya zırhlısına ulaştı. Padişah gitmek istediği yer konusunda bir tercihi olmadığını söyleyince Malta üzerinde anlaşıldı.25
Malaya zırhlısı, Sarayburnu, Topkapı Sarayı ve Sultan II. Mehmed’in şehre girdiğinde yıkıntılarına bakıp, “ Baykuş nevbet çalar Efrasiyab takında, örümcek perdedardır kayserin sarayında” dediği söylenen, Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Saray mevkii26 önünden geçerek Ege Denizi’ne doğru seyretti.
Sonra
Son Bizans imparatoru XI. Konstantin Paleologos’un İstanbul’a girildiği gün öldüğüne dair dikkate değer bir şüphe yok. Fakat, nasıl öldüğü, öldükten sonra ne olduğu, varsa mezarının yeri, o günlerde şehirde veya başka yerlerde olanlar tarafından ve sonraki yıllarda çeşitli şekillerde anlatılmıştır. Son imparator ile şehrin birlikte yitirilişi hakkında, özellikle Helen dünyasında, birçok makale, kitap, şiir yazılmış, şarkılar bestelenmiş, ağıtlar yakılmıştır. Ölen iki eşinden de çocuğu olmayan imparatorun dolaylı olarak soyundan geldiğini iddia edenler de olmuştur.
29 Mayıs 1453’te, son olarak Bayrampaşa Vadisi yönünde muhtemelen Topkapı civarında görülen imparatorun tam olarak nasıl öldüğünü belirten güvenilir şahitler yok. Üzerindeki imparatorluk nışanlarını çıkarıp attığı, canlı ele geçmemek için askerlerinden kendisini öldürmeleri isteğinin karşılanmadığı, şehirden ayrılmaya çalıştığı anlatılanlar arasında yer alıyor.
Öldükten sonra ise başının kesilip Sultan Mehmed’e getirildiği, tanınmadığı için diğer cesetlerle birlikte gömüldüğü söylenmiş olduğu gibi, diğer Bizans İmparatorları gibi Kutsal Havariler Kilisesi (eskiden Fatih Camii’nin bulunduğu yerdeki), Sulu Manastır (Peribleptos Manastırı), Ayasofya, Balıklı’daki Hayat Veren Su Manastırı (Zoodohos Piyi), Altın Kapı (Porta Aurea) ve Gül Camii (Ayia Teodosia Kilisesi) mezar yerleri olarak belirtilmektedir.
Adını şehrin düştüğü gün Ayia Teodosia Kilisesi’nde yapılmakta olan ayinin güllerinden aldığı söylenenen Gül Camii’nin üst katındaki bir odada yatan evliyanın aslında Konstantin olduğu, özellikle askeri zaferler sonrası imparatorların şehre girdiği Altın Kapı’da son imparatorun bir gün hayata dönmek üzere saklandığı da bu mekanlardan bazıları hakkında anlatılanların ayrıntıları arasında yer almaktadır. 27
Sonuç olarak şöyle denebilir: Son Bizans imparatorunun akıbetinin tam olarak bilinememesi farklı anlatımlara yol açmış, şehrin kaybedilişinin kabullenilebilmesi süreci ile iç içe geçerek bir bakıma efsane ile tarihin de iç içe geçmesine neden olmuştur.
Ancak, imparatorun, artık herşeyin yitirildiğini görüp son bir hamle ile savaşarak öldüğünü, üzerinde nışanları olmadığı için cesedinin bulunamadığını kabul edebiliriz.
Son Bizans imparatorunun hayatı İstanbul’da son bulmuştu. Son Osmanlı padişahı ise şehirden ayrıldıktan sonra dört yıl daha yaşayacaktı. Hem istenmeyen (politik ve mali nedenlerle İngiltere tarafından), hem de istenen (hilafet ünvanını kullanmak isteyenlerce) kişi olması, tercih edeceği İslam topraklarının iklimini çok sıcak bulması gibi nedenlerle yerleşebileceği yere nihayet ulaşması aylar sürdü. 2 Mayıs 1923’te İtalya’nın San Remo sahil kasabasına geldi.2811 Eylül 1923’de L’Echo de Paris gazetesine verdiği yazılı mülakatta, Dünya Savaşı’na girilmesine karşı olduğunu, Ankara ile İstanbul arasında birlik için pek çok fedakarlıklarda bulunduğunu, saltanatın hilafetten ayrılmasını kabul edemeyeceğini ve etmediğini, terketmeye mecbur kaldığı vatanına dönmeyi beklediğini söyledi.29 San Remo’da kaldığı üç yıl içinde maddi sıkıntılar nedeniyle hayatı giderek zorlaşmış, esnafa borçlanmış, yüzüğünü satışa çıkarmıştı.15 Mayıs 1926’de vefat etti. Alacaklıların haciz koydurduğu cenazesi yaşadığı binanın girişinde borçlar ödeninceye kadar bir ay bekletildi. İstanbul’dan ayrılınca nereye gideceği aylar sonra belirlenebilen son padişahın cenazesinin de nereye götürülebileceğinin belirlenmesi kolay olmayacak, VI. Mehmed Vahideddin nihayet Şam’da Sultan Selim Camii avlusuna defnedilecekti.30
Son Bizans imparatoru ile ilgili tartışmalar genellikle nasıl ve nerede öldüğü, varsa mezarının yeri gibi konular etrafında yapılmıştı. Son Osmanlı padişahı ise her şeyden önce hainlik çerçevesinde ele alındı.
Yönetici ve asker niteliklerine sahip olan, tahta çıkmadan önce Mora Prensliği’nde uzun yıllar tecrübe de kazanan Konstantin için, teslim olsaydı şehri ganimet olarak yağmalanmaktan kurtarabilirdi gibi belirgin bir eleştiri de yapılmış gözükmüyor.
Kendimizi kaybeden rakibimizin yerinde düşünebilmek spor karşılaşmalarında bile kolay olmaz. Ne var ki, kaybedenler, özellikle XI. Konstantin gibi kahraman olarak nitelenenler için belli bir saygı duymak insanlık tarihinin derinliklerinden geliyor. Mesela, Mustafa Kemal de, Çanakkale’de yer alan Anzak mezarlığındaki anıtta, Çanakkale savaşında ölen yabancı askerlerin bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olduğunu söylemektedir ve Milli Mücadele’de yenik düşen Yunan Ordusu Komutanı Trikopis ile diğer generallere saygılı davranmıştır.31 Onlar istila için başka topraklardan geldikleri halde.
Özellikle Helen dünyasında, şehri korumaya, terketmemeye çalışan bir kahraman olarak benimsenen son Bizans imparatoruna32 karşılık, birçoğumuza göre vatan haini olan ve hemen her hareket tarzı hainlikle açıklanabilen son Osmanlı padişahı.
Fıkıh ve bir çok Osmanlı sultanı gibi müzikle ilgilenen, taht öncesi kazanılan bir yönetim veya askerlik tecrübesine de sahip olmayan, hayatının kırk yılını bir köşkte geçirdikten sonra 57 yaşında Birinci Dünya Savaşı kaybedilerek bitmek üzereyken tahta çıkan VI. Mehmed’in yeterli liderlik yeteneklerine sahip olduğu tabii ki kolaylıkla ileri sürülemez. Ancak, o yıllarda, ordularıyla sefere giden, savaşan padişahlar devrinin artık gerilerde kaldığını, işgal kuvvetlerinin kontrolundaki bir şehir ve sarayda bulunduğunu da dikkate almamız gerekiyor. Onun da Anadolu’ya geçmesi ise başşehrin tamamen işgal kuvvetlerine terkedilmesi anlamına gelebilirdi. Öte yandan, padişah, Anadolu’ya geçmeyi de düşünmüş olabilir.33
İstanbul - Ankara ilişkilerinde daha önce belirttiğimiz çelişkili gibi gözüken gelişmeleri, Sultan Vahideddin’in hareket tarzını, genellikle gözden kaçabilen şu faktörler de etkilemiş olabilir: İşgal kuvvetlerinin talepleri. Yıllardır sürüp büyük kayıplar ve yenilgilerle sonuçlanan savaşlara, Milli Mücadele için de olsa devam yerine, İtilaf Devletlerini ve onların en etkilisi olan, belli bir güven de duyduğu İngiltere’yi savaşsız etkilemeye çalışmak. Belki de, savaş ile diplomasiyi bir arada, işgal kuvvetlerinin dikkatini de çekmeden uygulamaya çalışmak ve bunun zorluğu. Etkisi süren İttihat Terakki geleneği hakkındaki olumsuz düşünceleri. Çevresinin etkisi altında kalmak. İstanbul’dan ayrı olarak Anadolu’da İstanbul’un yerini alma eğilimi de gösteren ikinci bir merkezin anlamı nedir ve Milli Mücadele başarılı olamazsa ne olur sorusu. İtilaf Devletleri arasındaki ve İngiltere’nin kendi içindeki, mesela Yunanistan’ın Anadolu’yu işgali konusunda, farklı Türkiye politikaları. Nitekim, 1921 sonuna gelindiğinde işgal ettikleri bir çok şehirden çekilmiş olan İtilaf Devletleri, o yıl, 18 Mayıs’ta, Anadolu’da Türkiye ve Yunanistan karşısında tarafsız kalacaklarını ilan etmişlerdi.34 O yılların, kontrolu altındaki topraklar açısından en büyük İslam devleti olan İngiltere’deki,35 hilafeti kontrol etme veya etkisizleştirme eğilimleri36 de padişahın ve İstanbul’un hareket tarzını etkileyen faktörler arasında yer almış olabilir.
Sultan Vahideddin, Mustafa Kemal’le Yıldız Sarayı’ndaki son görüşmesinde (16 Mayıs 1919), elini bir tarih kitabının üstüne basarak şöyle demişti: “Paşa paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir...tarihe geçmiştir...Bunları unutun!...Asıl şimdi yapacağın hepsinden mühim olabilir. Paşa devleti kurtarabilirsin!”37 Padişah’ın, Mustafa Kemal tarafından nakledilen bu sözleri de, o tarihten önceki ve sonraki hareket tarzı gibi yoruma açık ve yapılmış olan yorumlar arasında Milli Mücadele’nin mimarı olduğu da bulunuyor. Kesin olan ise, daha çok ve kapsamlı incelemelerin gerekliliği. Ancak, son yıllarda birçok siyaset adamı ile tarihçinin de belirttiği gibi,38 VI. Mehmed Vahiddedin’i hain olarak nitelemekte, bütün İstanbul hükümetlerinin Milli Mücadele’ye karşı olduklarında israr etmek pek kolay gözükmüyor. Birçoğumuzun hainin kaçışı, kendisinin hiyanet suçlamalarını reddederek hicret39 olarak nitelediği İstanbul’dan ayrılışı ise Milli Mücadele tamamlanıp saltanat kaldırıldıktan sonra hayatını tehlikede görmesi üzerine olmuştu. Tehlikede görülen hayatın Avrupa’nın en uzun süreli hanedanının40 son üyesinin hayatı olduğu, padişahın ülkesinden ayrılan tek hükümdar olmadığı,41 ayrılışını o şartlarda mümkün olan aracılık, şekil ve ifade ile gerçekleştirmeye çalıştığı da söylenebilir.
İkisi de orta yaş civarında tahta çıkan ve dört buçuk yıla yakın tahtta kalan son Bizans ve Osmanlı hükümdarlarını iki temel paralellik asırlar üzerinden bir araya getirebiliyor. Daha önce de değinildiği gibi, büyüme ve küçülme dönemlerinde benzer topraklar üzerinde yayılan, aynı başşehire sahip iki imparatorluğun son buluşuna son hükümdarlar olarak şahitliklik etmeleri ve düşman veya hain olarak ötekileştirilmeleri.
İki imparatorluğun son dönemleri ve iki hükümdarın kendi sonları ile ilgili olarak şu benzerliklerden de söz etmek mümkün:42
İlk ve son Bizans imparatorları Konstantin (I. ve XI.), ilk ve son Osmanlı padişahları Mehmed (II. ve VI.) olan, Doğu ile Batı’nın birleştiği noktada, iki kıta üzerindeki tek şehir İstanbul iki imparatorluğa da başşehir olarak hizmet etmişti ve en uzun ömürlü imparatorluk payitahtıydı.43
İstanbul’un 1918’de Mondros Mütarekesi sonrası işgali ile kuvvet merkezi olarak önem kazanan Anadolu, 1204’de 61 yıl süren Haçlı istilası sırasında da hükümet merkezinin İznik’e (Nicea) kaydırılmasıyla Bizans için kuvvet merkezi olmuştu.
Hristiyan Batı’da, Bizans da Müslüman Osmanlı gibi Doğu olarak algılanabiliyordu. Batı ile, zamana, onu oluşturan devletlere göre değişen olumlu veya olumsuz ilişkiler iki imparatorluğun da son günlerine kadar önemini koruyacaktı.
İki imparatorlukta da, dinin toplum üzerindeki etkisi ve dini liderlerin desteğine duyulan ihtiyaç, zaman ve din farkına rağmen son yıllara kadar önemini korumuştu. Mesela, Sultan II. Mehmed’in Ortodoks cemaati liderliğine getirdiği teolog Georgios Sholarios Batı ile birliğe karşı olanların etkili lideriydi ve imparatorun gözünden düşünce manastıra kapanmıştı. Milli Mücadele sırasında İstanbul’u destekleyen Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi ve Ankara’yı destekleyen Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rifat Efendi fetvalarıyla etkili olmuşlardı.
Sultan Vahideddin’in padişahlığının hemen tamamı işgal kuvvetlerinin kontrolu altında geçmişti. Rumeli Hisarı’nın yapımına başlanılan Nisan 1452 Osmanlı kuşatmasının başlangıcı olarak kabul edilirse, XI. Konstantin de hükümdarlığının son bir yılını kuşatma altında geçirmişti.
İki son hükümdarın da imparatorluk başşehrindeki son anları dışarıdan gelip şehri alan veya kontrolunu ele geçiren askerler arasında yaşanmıştı. XI. Konstantin Paleologos İstanbul’da en son Osmanlı askerlerinin arasında görülmüştü. VI. Mehmed Vahideddin ise şehrin sokaklarından sessizce geçerek gittiği Malaya zırhlısında İtilaf Devletleri askerlerinin.
Eğer, mülkün sahibi olduklarına inanan Osmanlı padişahlarının sonuncusu Malaya zırhlısına hain olarak ayak bastıysa daha da trajik bir son söz konusu olurdu.
Son imparator belki de askerleri eliyle ölmeyi istemişti. Son padişah ise, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra 4 yıl daha süren hayatına aşırı nikotin veya aspirin alarak son vermiş olabilir.44
Konstantin ölünce İstanbul’da bir sokakta orta yerde kalmıştı, Vahideddin bir başka şehirde bir binanın girişinde.
Bizans imparatorluğunun yerini bir başka imparatorluk alınca da İstanbul kısa bir süre dışında başşehir olmayı sürdürdü. Osmanlı imparatorluğunu izleyen cumhuriyet döneminde ise İstanbul başşehirlik statüsünü kaybetti ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin de en büyük şehri, ekonomik ve kültürel merkezi olmaya, iki imparatorluğun da izlerini yaşatmaya ve dünyanın kavşak noktaları arasında sayılmaya devam ediyor.
Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve 2010 Avrupa Kültür Başkenti de seçilen İstanbul’u İspanyol yazar Juan Goytisolo, eski zamanlarda eski metin kazınarak üzerine yeni metnin yazıldığı palimpseste benzetmektedir. Kazıntı kusursuz olamadığı için yeni metinde eski metinlerden izler kalır.45
Bizans ve Osmanlı imparatorlukları hüküm sürdükleri toprakların birçok yerinde ve birçok konuda izlerini birlikte belli ederler. Mesela, ortak izlerin en yoğun ve belirgin olduğu İstanbul’da bir Haliç vapur yolculuğu sırasında iskeleler dolaşılırken bile:
Ayasofya ile Yeni Cami, Zeyrek Camii (Pontakrator Kilisesi) ile eskiden Kutsal Havariler Kilisesi’nin bulunduğu mevkideki Fatih Camii bir araya gelir. Gül Camii (Aya Theodosia Kilisesi ) bize epeyce yaklaşır ve Süleymaniye Camii ile birleşir. İvaz Efendi Camii Eğrikapı’da (Kaligaria Kapısı) Bizans surlarının hemen iç tarafındaki Anemas Zindanı üzerine yerleşiverir .
İstanbul, çocuklar için yazılan bir kitapta ise, günümüzün büyük şehri İstnabul’un turuncu saçlı Mert’inin, Osmanlı başşehri İstanbul’un kırmızı fesli Hamdi’sinin, Bizans başşehri Konstantinopolis’in mor aynalı Helen’inin, antik çağ şehri Bizantion’un mavi para keseli Milya’sının ve on binlerce yıl önce çevredeki bir mağaranın kemik tokalı kızının “5 Çocuk 5 İstanbul”u46 olarak anlatılmaktadır.
Bizler de, şehrin ve merkezinde yer aldığı toprakların tarihine, insanlarına palimpsest kazırcasına ve çocuklar için yazılan bu kitabın kucaklayıcı yaklaşımı ile bir bütün olarak da bakabiliriz, bakmalıyız. Bizden ve bizim olanlar, bizden ve bizim olmayanlar, düşmanlar, hainler ve benzeri ön yargıları, ötekileştirmeleri de bir tarafa bırakmaya çalışarak.
O zaman, iki son hükümdarın, bazı bakımlardan benzer trajik bir sonu paylaştıklarını, benzer mekanlarda tarihte iz bırakan iki büyük imparatorluğun payitahtını, geriye kalan topraklarını kendi konumları içinde korumaya çalıştıklarını ve yaşatılması gereken ortak bir mirasa sahip İstanbul şehrinin hemşehrileri olduğunu da düşünebiliriz.

Haziran 2010


Kaynaklar
Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir Yayınları, İstanbul, 1993.

Akşin, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1983.

Atatürk, Mustafa Kemal, Nutuk (Söylev), Say Yayınları, İstanbul, 2004.

Atay,


Falih Rıfkı, Mustafa Kemal’in Ağzından Vahidettin, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005.

Aydın, Erdoğan, Fatih ve Fetih, Mitler ve Gerçekler, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2001.

Ayışığı, Metin, “30 Ağustos Zaferi ve İstanbul’daki Yankıları”, Tarih ve Toplum, İletişim, cilt 18, sayı 105, (Eylül 1992), ss. 41-49.

Babinger, Franz, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Çeviri: Dost Körpe, Oğlak Yayıncılık, İstanbul, 2002.

Barbaro, Nicolo, 1453 Konstantinopl Kuşatma Güncesi, Çeviri: Yurdakul Fincancıoğlu, Büke Yayınları, İstanbul, 2001.

Bardakçı, Murat, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998.

Bartusis, Mark C., The Late Byzantine Army, Arms and Society, 1204-1453, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1992.

Carroll, M., “Constantine XI Paleologus, Some Problems of Image,”Ann Moffatt (Ed.), Maistor, Classical, Byzantine and Renaissance Studies for Robert Browning, The Australian Association for Byzantine Studies, Canberra, 1984.

Carroll, Margaret, A Contemporary Greek Source for the Siege of Constantinople 1453: The Sphrantzes Choronicle, Adolf M.Hakkert Publishers, Amsterdam, 1985.

Coşkun, Alev, “Vahdettin Tartışmasında Gerçekler”, Cumhuriyet, 3- 4 Ağustos, 2005.

Criss, Bilge, İşgal Altında İstanbul, 1918-1923, İletişim, İstanbul, 2004.

Crowley, Roger, Constantinople, The Last Great Siege of 1453, Faber and Faber, London, 2006; Roger Crowley, 1453 Son Büyük Kuşatma, Çeviri: Cihat Taşçıoğlu, April Yayıncılık, Ankara, 2006.

Çetiner, Yılmaz, Son Padişah Vahideddin, Epsilon Yayıncılık, İstanbul, 2006.

Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Ekonomik veToplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993-5.

Encyclopaedia Britannica 2008 Ultimate Reference Suite, Encyclopaedia Britannica, Chicago, 2008.

Eyice, Semavi, “İstanbul’da Bizans İmparatorlarının Sarayı: Büyük Saray”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt 1, sayı 3, (Eylül 1988), ss. 3-36.

Francis, Yeorgios, Şehir Düştü, Bizanslı Tarihçi Francis’den İstanbul’un Fethi, Çeviri: Dr. Kriton Dinçmen, İletişim, İstanbul, 1994.

Freely, John, İstanbul, The Imperial City, Viking London, 1996; Freely, John, Saltanat Şehri İstanbul, Çeviri: Lale Eren, İletişim, İstanbul, 2002.

Fromkin, David, A Peace to End All Peace, Phoenix, London, 2000; Fromkin, David, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı, Çeviri: Mehmet Harmancı, Epsilon, İstanbul, 2004.

Gibbon, Edward, “The Fall of Constantinople”, Trevor-Roper, Keith (der.), Gibbon, The Decline and Fall of the Roman Empire içinde, Nel, London, 1966.

Gilbert, Martin, Sir Horace Rumbold, Portrait of a Diplomat, 1869-1941, Heinemann, London, 1973.

Goytisolo, Juan, Yeryüzünde Bir Sürgün, Çeviri: Neyire Gül Işık, Metis Yayınları, İstanbul, 1992.

Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğulları’nın Son Padişahı Vahideddin Gurbet Cehenneminde, Sebil Yayınları, İstanbul, 1991.

Göztepe, Tarık Mümtaz, Osmanoğullarının Son Padişahı Vahideddin Mütareke Gayyasında, Sebil Yayınları, İstanbul, 1994.

Jaeschke, Gotthard, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Çeviren: Cemal Köprülü, Türk Tarih kurumu, Ankara, 1991.

Jaeschke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989.

Jaeshke, Gotthard, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, II, Mudanya Mütarekesinden 1923 Sonuna Kadar, (11 Ekim 1922-31 Aralık 1923), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989.

Kinross, Lord, Atatürk, The Rebirth of a Nation, K. Rustem & Brother, Northern Cyprus, 1981; Kinross Lord, Atatürk / Bir Milletin Doğuşu, Çeviri: Necdet Sander, Altın Kitaplar, İstanbul, 1994.

Kritovoulos, History of Mehmed the Conqueror, Princeton University Press, New Jersey, 1954.

Kürkçüoğlu, Ömer, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yayınevi, Ankara, 2006.

Leary, Francis, “ Night Falls on Byzantium,” International History Magazine, no 12, (12 December, 1973), ss. 32-49.

Mango, Andrew, Atatürk, John Murray, London, 1999; Andrew Mango, Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu, Çeviren: Füsun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004.

Mansel, Philip, Constatinople, City of the World’s Desire, 1453-1924, John Murray, London, 1996; Mansel, Philip, Konstantiniyye, Çeviri: Şerif Erol, Everest, İstanbul, 2007.

Meydan-Larousse, Büyük Lugat ve Ansiklopedi, İstanbul, 1969-1976.

Mısırlıoğlu, Kadir, Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahideddin, Sebil Yayınları, İstanbul, 2005.

Mijatovich, Chedomil, Constantine Palaeologus, The Last Emperor of the Greeks, 1448-1453, The Conquest of Constantinople by the Turks, Chicago, Argonaut, Inc., Publishers, 1968.

Muradoğlu, Abdullah, “Sultan Vahdettin, Yeni Şafak, 1-4 Ağustos, 2005.

Nicol, D. M., The End of the Byzantium Empire, 1261-1453, Rupert Hart-Davis, London, 1972. Nicol, Donald. M., Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), Çeviri: Bilge Umar, Tarih Vakfı, İstanbul, 1999.

Nicol, Donald, M., The İmmortal Emperor, Cambridge University Press, Cambridge, 2002.

Nicolle, David, Constantinople 1453, The end of Byzantium, Osprey Publishing, Oxford, 2000.

Norwich, John Julius, Byzantium, The Decline and Fall, Viking, London, 1995.

Özakman, Turgut, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2007.

Runciman, Steven, The Fall of Constantinople 1453, Cambridge University Press, Cambridge, 1988; Runciman, Steven, Konstantinopolis Düştü / 29 Mayıs 1453, Çeviri: Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 1999.

Ryan, Andrew, The Last of the Dragomans, Geoffrey Bles, London, 1951.

Sayın, Betül, 5 Çocuk 5 İstanbul, Günışığı Kitaplığı, Ocak 2006.

Shaw, Stanford, J., From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation, 1918-1923, A Documentary Study, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000.



Tarih ve Düşünce, sayı 60, (Temmuz-Ağustos 2005), ss. 19-22.

The Oxford Dictionary of Byzantium, Oxford University Press, Oxford, 1991.

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul-Ankara, 1988-2008.

Uzel, Nezih, İngiliz İstihbarat Subayı Yüzbaşı Bennett Anlatıyor, Atatürk’e Nasıl Vize Verdim, Tarih Unutmaz Yüzbaşım, Selis Kitaplar, İstanbul, 2008.

Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.

Yerasimos, Stefanos, İstanbul 1914-1923, İletişim, İstanbul, 1996.




1 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Ekonomik veToplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1993-5. Encyclopaedia Britannica 2008 Ultimate Reference Suite, Encyclopaedia Britannica, Chicago, 2008. The Oxford Dictionary of Byzantium, Oxford University Press, Oxford, 1991. Donald M. Nicol, The Immortal Emperor, Cambridge University Press, Cambridge, 2002, s. 2-5, 30.

2 Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. Encyclopaedia Britannica. Yılmaz Çetiner, Son Padişah Vahideddin, Epsilon Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 20-24. Murat Bardakçı, Şahbaba, Pan Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.35-43.

3 Mark C. Bartusis, The Late Byzantine Army, Arms and Society, 1204-1453, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1992, s. 123.

4 Roger Crowley, Constantinople, The Last Great Siege of 1453, Faber and Faber, London, 2006, s. 75. (Roger Crowley, 1453 Son Büyük Kuşatma, Çeviri: Cihat Taşçıoğlu, April Yayıncılık, Ankara, 2006.)

5 Philip Mansel, Constatinople, City of the World’s Desire, 1453-1924, John Murray, London, 1996, s. 3. (Philip Mansel, Konstantiniyye, Çeviri: Şerif Erol, Everest, İstanbul, 2007.)

6 Steven Runciman, The Fall of Constantinople 1453, Cambridge University Press, Cambridge, 1988, s. 83 – 84. ( Steven Runciman, Konstantinopolis Düştü / 29 Mayıs 1453, Çeviri: Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 1999.)

7 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi.

8 Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir Yayınları, İstanbul, 1993, s. 7-8.

9 Stanford J. Shaw, From Empire to Republic, The Turkish War of National Liberation, 1918-1923, A Documentary Study, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2000, Appendix 1.

10 Bardakçı, a.g.e., s. 145-147, 157-158. Gotthard Jaeschke, Türk Kutruluş SavaşıKronolojisi, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar (30 Ekim 1918-11 Ekim 1922), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s. 85.

11 Bardakçı, a.g.e, s.202. Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar, Bilgi Yayınevi, s. 375-382.

12 Metin Ayışığı, “30 Ağustos Zaferi ve İstanbul’daki Yankıları”, Tarih ve Toplum, İletişim, cilt 18, sayı 105, (Eylül 1992), ss. 41-49.

13 Runciman, a.g.e., s. 79.

14 Crowley, a.g.e., s. 111-112.

15 Runciman, a.g.e., s. 106-108.

16 A.g.e., ss.120-121. Kritovoulos, History of Mehmed the Conqueror, Princeton University Press, New Jersey, 1954, 58-59.

17 Crowley, a.g.e., s.182-183.)

18 D. M. Nicol, The End of the Byzantium Empire, 1261-1453, Rupert Hart-Davis, London, 1972, s. 88. ( Donald. M. Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), Çeviri: Bilge Umar, Tarih Vakfı, İstanbul, 1999.)

19 Runciman, a.g.e., s.139-140.

20 Andrew Mango, Atatürk, John Murray, London, 1999, s. 363. ( Andrew Mango, Atatürk: Modern Türkiye’nin Kurucusu, Çeviren: Füsun Doruker, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2004.) Tarık Mümtaz Göztepe, Osmanoğulları’nın Son Padişahı Vahideddin Gurbet Cehenneminde, Sebil Yayınları, İstanbul, 1991, s.12.

21 Mango, a.g.e., s. 356, 363.

22 Bardakçı, a.g.e., s. 233, 235-9. Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, II, Mudanya Mütarekesinden 1923 Sonuna Kadar (11 Ekim 1922 – 31 Aralık 1923), Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1989, s. 9-10.

23 Bardakçı, a.g.e., s. 239. Mango, a.g.e., s. 365. Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, Geoffrey Bles, London, 1951, s.150. Martin Gilbert, Sir Horace Rumbold, Portrait of a Diplomat, 1869-1941, Heinemann, London, 1973, s. 278.

24 Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, II, s. 11. Bardakçı, age, ss. 243-244. Alev Coşkun, “Vahdettin Tartışmasında Gerçekler”, Cumhuriyet, 3- 4 Ağustos, 2005.

25 Mansel, a.g.e., s. 408. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,İstanbul -Ankara, 1988-2008. Bardakçı, a.g.e., s. 251-255.

26 Franz Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Çeviri: Dost Körpe, Oğlak Yayıncılık, İstanbul, 2002, s. 98. Semavi Eyice, “İstanbul’da Bizans İmparatorlarının Sarayı: Büyük Saray”, Sanat Tarihi araştırmaları Dergisi, cilt 1, sayı 3, (Eylül 1988), s. 3-36.

27 Crowley, a.g.e, s. 229-230. Nicol, The Immortal Emperor, ss. 70, 92-94. John Julius Norwich, Byzantium, The Decline and Fall, Viking, London, 1995, s. 438-440.

28 Bardakçı, a.g.e, s. 298, 294, 297, 298.

29 Tarih ve Düşünce, sayı 60, (Temmuz-Ağustos 2005), s. 23-26.

30 Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi. Bardakçı, a.g.e, s.392, 412.

31 Mango, a.g.e, s. 342-343.

32 Nicol, The Immortal Emperor, s. IX-X.

33 Nezih Uzel, İngiliz İstihbarat Subayı Yüzbaşı Bennett Anlatıyor, Atatürk’e Nasıl Vize Verdim, Tarih Unutmaz Yüzbaşım, Selis Kitaplar, İstanbul, 2008, 31-33. Kadir Mısırlıoğlu, Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahideddin, Sebil Yayınları, İstanbul, 2005, s.298-300. Bardakçı, a.g.e., s. 216-218.

34 Ömer Kürkçüoğlu, Mondros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yayınevi, Ankara, 2006, s.218.Shaw, a.g.e., s. 2096-2098.

35 Gilbert, a.g.e., s. 272.

36 Mansel, a.g.e., s. 384.

37 Falih Rıfkı atay, Mustafa Kemal’in Ağzından Vahidettin, Pozitif Yayınları, İstanbul, 2005. 128.

38 Abdullah Muradoğlu, “Sultan Vahdettin, Yeni Şafak, 1 Ağustos, 2005.

39 Tarih ve Düşünce s.21. Bardakçı, a.g.e., s. 245-246.

40 Mansel, a.g.e, s. 414.

41 Mısırlıoğlu, a.g.e, ss. 306-307.

42 Birçok konu, olay arasında benzerlikler bulunabilir.Benzerliklere ilahi anlamlar atfetmeye çalışanlar da olur. Ancak, kendiliğinden çok da anlamlı olmayan bir karşılaştırma, bazen, bir konu tek başına ele alındığında göz önüne gelmeyen noktalara dikkat çekebilmekte veya birlikte ele alınan konularda bütünsel bir yaklaşıma yol açabilmektedir.

43 Mansel, a.g.e., s. 412.

44 Göztepe a.g.e, s. 197-198.

45 Juan Goytisolo, Yeryüzünde Bir Sürgün, Çeviri: Neyire Gül Işık, Metis Yayınları, İstanbul, 1992, s.155-156.

46 Betül Sayın, 5 Çocuk 5 İstanbul, Günışığı Kitaplığı, İstanbul, 2006.




Yüklə 104,91 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin