Tarihte Yöntem Dr. Mehmet ÇETİN



Yüklə 22,77 Kb.
tarix06.09.2018
ölçüsü22,77 Kb.
#78510

Tarihte Yöntem

Dr. Mehmet ÇETİN

Tarihte yöntem sorununun genellikle iki aşırı görüş içerisinde ele alındığı görülmektedir. Birinci görüş tarihin tıpkı bir doğa bilimi olan ve konusunu doğal gerçekliklerin oluşturduğu fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi incelenebileceğini ifade etmektedir. Bu görüşe göre tarihte de nedensel yasalar bulunabilmektedir. Diğer görüş ise tarihi bir historiyografi yani vakanüvislik ve tarihçiyi de bir kayıt aygıtı olarak tasavvur etmektedir. Hakikatte bakıldığında ise her iki görüşün de bir takım yanlışlarının olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim tarihin konu birimi olan tarihi olaylar, fizik ve doğa bilimlerinin yöntemleriyle sıkı bir tümdengelim ya da tümevarım ile tam kavranamamaktadır. Daha önce ifade ettiğimiz üzere bu bilimlerin ilgilendiği konuların doğruluğu deney ile ortaya konulmaktadır. Tarih alanında ise fizikçinin ya da kimyacının anladığı anlamda deney yapılamaz. Tarih biliminin büyük ölçüde kullandığı yöntem indirgemedir. Tarihçinin en önemli görevi milyonlarca dağınık olay arasında anlamlı olan bir bölümünü bulmak, bunları tarihi olay biçimine sokmak, önemsiz saydığı olayları ise elemektir. Bu anlamda tarihçinin yaptığı indirgemeci bir yaklaşımdır. Tarihin bilimsel olduğunu savunanların bir bölümü tıpkı fizik ve kimya gibi doğa bilimlerinde olduğu gibi tarihte de değişik olaylar arasında nedensel yasaların yani bir anlamda deterministik ilişkilerin bulunabileceğini öne sürerler. Ancak gerçek değeri son derece karmaşık olan aralarında yapısal benzerliklerin kolay kolay bulunmadığı olaylar arasında zorunlu ve sıkı bağlantılar ve evrensel geçerlilikte yasalar bulmak söz konusu değildir. Sonuçta tarihçinin ana uğraşısı fizik ve doğa bilimlerinin konu birimlerinin aksine çok daha karmaşık olan, incelenmesi ve açıklanması büyük zaman alan tarihi olayları ortaya koymaya çalışmaktır.

Bununla birlikte tarihi inceleme büyük ölçüde nedenlerin incelenmesidir. Aksi durumda yapılan historiyografi yani vakanüvislik olur. Birçok ekonomik, siyasal, ideolojik ve kişisel nedenlerle karşılaşan tarihçi bu nedenleri önemlerine göre sıraya sokmak durumundadır. Bu noktada tarihçinin nesnel davranamayacağı ve kişisel değer yargılarının etkisi altında kalacağı ileri sürülmektedir. Her bilim adamı gibi tarihçinin de kendisine özgü ideolojik, ahlaki ve siyasal görüşleri vardır. Konu insan davranışı ile ilgili olduğundan insanın değer yargıları her toplumsal incelemenin konusu içine girer. Nesnel tarihçiden geçmişi bilerek içinde bulunduğu zaman ve toplumda alışılagelmiş kalıplardan ve klişelerden kurtulan ve bugün ile geleceğin ışığı altında geçmişe daha geniş bir anlayışla bakabilme yeteneğine sahip bilim adamı olarak bahsedilebilir. Tarihçinin değer yargıları iyi ve kötü gibi tartışılmasına olanak bulunmayan dinsel, ahlaki, mutlak ve geleneksel değerler olmayıp; ilerici ve tutucu gibi karşılaştırma temeline dayanan ve üzerinde daha büyük rahatlıkla tartışılabilecek kavramlardır. Örneğin 19. yüzyıl tarihinin akışı içinde itici güçler endüstrileşme, liberalizm ve milliyetçilik diye sıralanabilir. Bu güçlere karşı çalışan mutlakiyetçi monarşi, feodalizm ve kilise gibi kurumlar tutucu olarak nitelendirilir ki bu her türlü bilimsel tartışmaya açık bir değer yargısıdır. İtici ve tutucu güçler arasındaki çatışma tarihe bir dinamizm kazandırır. Yani tarih hareket demektir. Her harekette olduğu gibi tarihte de eğilimler vardır. Çağımızın olaylarını anlamak ve geleceğin karanlığını aydınlatmak için tarihçi tarihin eğilimlerini bulmak durumundadır. Tarihi eğilimleri bulmak için tarih felsefesi yapanlar gözlem ve incelemelerinin ortaya koyduğu verileri yapı bakımından aşarak; bu verilere yeteri kadar dayanmayarak geleceği de içine alan genel bir tarihi eğilim bulmaya çalışmışlar ve bilimsel olmanın sınırı aşmışlardır.

18. yüzyıl düşünür ve tarihçisi Giambattista Vico, tarihte devri hareketler olduğunu, her dönemin yerini başka bir döneme bıraktığını ifade ederek diğer tarihçileri etkilemiştir. Yani tarih tekerrürden ibaret değildir. Çünkü her dönem bir öncekinden yeni yeni unsurlar alır ve bunları kendi içinde eriterek ve değiştirerek bir sonraki döneme bırakır. Vico, bu ortaya koyduklarında fizikötesine kaymakla birlikte öncülüğünü yaptığı insan yaptığını bilmek durumundadır ilkesi tarihçinin neyi incelediğini belirlemektedir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında kötümser ve demokrasi karşıtı düşünür Oswald Spengler büyük ölçüde Vico’dan esinlenerek tarihte eğilimler arama çabasında Vico gibi devri hareketler olduğunu ileri sürmüştür. Spengler’a göre her uygarlığın bir doğuşu, yükselişi, bir olgunluk ve de bir çöküş dönemi vardır. Bu dört dönemi Çin uygarlığında izleyen Spengler, Batı’da da aynı durumun söz konusu olduğunu belirterek Batı’nın da bu süreçlerden geçerek 19. yüzyılda çökmeye doğru gittiği tespitinde bulunmuştur. Spengler, Çin üzerine yaptığı çözümlemelerin verdiği verileri aşarak genel bir eğilim arama yoluna girmiş ve fizikötesine kaymıştır. Tarihte devri hareketler çizgisini günümüzde sürdüren en önemli tarihçi Arnold Toynbee’dir. Toynbee doğa biliminden aldığı ilkeleri tarihte uygulamaktadır. Toynbee insanlığı kendi içinde toplumlara bölmekle başlamıştır. Batı Hristiyan alemi, doğu Hristiyan alemi, İslam toplumu, Hindu toplumu ve Uzakdoğu toplumu. Toynbee’ye göre bu toplumlar arasındaki ayrımları kesin bir biçimde ortaya koymak ve sonrasında da bunlar arasındaki ilişkiyi incelemek tarihçinin esas uğraşısını oluşturmaktadır. Toynbee’nin tarih görüşüne göre toplumun yaşantısı biyolojik bir yaşantıdır. Tarihçi tarafından tıpkı bir doğa bilimcisi gibi gözlemlenerek kaydedilecek olaylardan oluşmaktadır. Dolayısıyla tarihi süreci kendi içerisinde parçalara ayıran Toynbee tarihi sürecin sürekliliğini inkar etmektedir. İkinci olarak hikayenin sonunda evrensel bir kilisenin kurulacağını ifade ederek takındığı Hristiyan gözlüğü ile fizikötesine kaymaktadır.

Tarihi sürecin önemli bir başka yorumu da maddeci tarih görüşüdür. Bu görüşü sistematik bir biçimde ilk defa ortaya koyan ise Karl Marx’tır. Marx’ın en önemli esin kaynağını ise Hegel oluşturmaktadır. Hegel’in Marx’ı asıl etkileyen görüşü diyalektiğidir. Diyalektik kısaca belirli bir durumda, bu durumun aksinin ortaya çıkması ile iki durum arasında beliren gerginliğin yol açtığı dinamizmdir. Marx’a göre tarihi süreçte ortaya çıkan bu gerginlik sınıflar arasındadır. Bunun temelinde ise ekonomik etkinlikler vardır. Maddi yaşantıda ekonomik etken yani üretim biçimi, yaşantının genel, toplumsal ve manevi karakterini belirler. Bunun da belirleyen üretim güçleridir. Marx’ın düşüncesine göre bu üretim güçleri bir noktada içinde bulundukları toplumdaki üretim ilişkileri ile çatışır ve bunun sonucunda toplumsal bir devrim meydana gelir. Ekonomik temelin değişmesi ile bütün üst yapı da değişikliğe uğrar. Marx tarihte her çatışmanın bir sınıf savaşı olduğunu söylemekle olaylarla olan sıkı ilintiden yani bağlantıdan uzaklaşarak tarih biliminin sınırlarını aşmış ve toplumbilimine kaymıştır.

Tarih ve tarih yazımı şüphesiz 19. yüzyıldan çok önce ortaya çıkmış kavramlardır. Herodot ve Thukydides’ten beri tarih vakayinameler, siyasi anılar ve denemeler yolu ile yazıya dökülmüştür. Büyük adamların başrolünde oldukları siyasi ve askeri olayların anlatısı uzun bir süre tarih yazımının temel biçimini oluşturmuştur. Aydınlanma Dönemi düşünürleri tarihin insan aydınlanmasında sahip olduğu önemli rolün farkına vararak; tarih yazımındaki eski geleneğin odaklandığı savaşlarla ve siyasetle sınırlı olmayan ticaretin, güzel sanatların, hukukun ve değer yargılarının gelişimleri anlamında toplumsal tarih incelemelerine yönelmişlerdir. 19. yüzyıl öncülüğünü Auguste Comte’ın yaptığı bütüncül toplumsal bilim anlayışının yerini sosyal bilim dalları arasında ayrımlara ve uzmanlaşmaya bıraktığı dönemdir. Bu anlayışa göre toplumsal gerçekliğin kavranabilmesi için bütünü oluşturan parçaların ayrı ayrı ve derinlemesine incelenmesi gereklidir. 19. yüzyıl özelinde tarihyazımı anlamında Leopold Von Ranke ile özdeşleştirilen Rankegil Devrim’e değinmek gereklidir. 19. yüzyıl kendisinden önceki dönemin aksine Fransız Devrimi’nin de etkisiyle kitlelerin siyasallaştığı bir dönem olarak nitelendirilebilir. Milliyetçi gelişmelerin doruğa çıktığı bu dönemde Avrupa devletleri tarihi ulusal birliği oluşturmanın ve kuvvetlendirmenin aracı olarak görmeye başlamışlardır. Dolayısıyla tarihyazımı giderek ideolojileştirilmiştir. Ranke’ye göre tarih araştırması buna hizmet edecek biçimde siyasal olana odaklanmalı ve devlet kurma görevine yardım etmelidir.

19. yüzyılın sonunda neredeyse tüm Avrupa’da ve eşzamanlı bir biçimde ABD’de bazı profesyonel tarihçiler siyasal olana odaklanan tarih yaklaşımından rahatsızlık duymaya başladılar. Rankegil yaklaşımın devlete verdiği rol ve salt olaylara yoğunlaşması sorgulanmaya başlandı ve öznesi sadece büyük adamlar olan siyasi tarihin halkın tarihi olan kültürel ya da ekonomik tarihin karşıtı olduğu iddia edildi. Nihayetinde Annales Okulu’nun kurucuları olan Marc Bloch ve Luvien Febvre 1920 yılında Strasbourg’da bir araya gelerek 19. yüzyılın egemen tarih anlayışına kökten bir muhalefet başlatmıştır. Annales hareketi üyelerinin yapıtlarının hemen hiç birinde kişisel eylemlerin belirleyici bir rol oynadığı görülmez ve tarihsel açıklama içerisinde yönlendirici bir eksen işlevi gören merkezi bir kurum bulunmaz. Yapılan çalışmalarda toplumun bütün alanları kapsanmaya çalışılır. Buna bağlı olarak kendi disiplinleriyle toplumsal bilgiye ilişkin diğer disiplinlerden gerek metodolojik gerekse kavramsal açıdan yararlandıkları görülür. Türkiye’de 1980’e kadarki tarihyazımı çalışmalarında Annales etkisinin derinden görüldüğü tarihçiler ise Köprülü, Barkan ve İnalcık’tır.

Tarihin ayrı bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı ve Annales okulunun bir yöntemi olarak disiplinler arası bir yapıya kavuşması iktisat tarihinin yükselmesine olanak vermiştir. İktisat tarihinin bir bilim olarak ortaya çıkışı ile ilgili farklı tarihler ortaya atılmaktadır. Önerilen tarihlerden birisi Adam Smith’in tarihi verileri geniş bir ölçüde kullanması ve özellikle de aynı eserin üçüncü cildini tarihsel bir bakış açısı ile yazmış olması nedeniyle Ulusların Zenginliği adlı eserinin yayın tarihi olan 1776 yılıdır. İktisat tarihinin başlangıç yılı olarak önerilen bir diğer tarih de 1892 yılıdır. Bu tarihte ABD’de Harvard Üniversitesi’nde Sir William Ashley için özel olarak ve dünyada ilk kez bir iktisat tarihi kürsüsü kurulmuştur. Olaylara bu şekilde kesin zaman tayini sosyal bilimlerde çok yaygın bir eğilim olsa da bir bilim dalının böyle belirli bir tarihte aniden doğduğunu söylemek yerine uzun bir dönem içinde bilim olma vasfını kazandığını söylemek daha yerinde olacaktır. Bu bakımdan iktisat tarihinin doğuşu Tarihçi Okul’a çok şey borçludur. Bu okul Klasik İktisat Okulu’na bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Tarihçi Okul’un Klasik İktisat Okulu’na iktisat tarihinin doğuşu açısından önemli sonuçları olan iki temel itirazı bulunmaktadır. Klasik Okul iktisadi davranış kurallarının fizik kanunları gibi evrensel olduğunu iddia ederken tarihçi okul bu kuralların toplumun gelişme düzeyine göre farklılık göstereceğini bu yüzden uygulanacak iktisat politikalarının da ekonominin içinde bulunduğu gelişme safhasına göre tespit edilmesinin gerekli olduğunu ileri sürmektedir. Tarihçi okulun Klasik İktisat okuluna önemli bir diğer itirazı da izlediği metotla ilgilidir. Klasikler tümdengelim metoduna dayanarak iktisadı soyut bir bilim haline getirmişlerdir. Tarihçi okul ise gözleme dayanan ve tümevarımı esas alan bir yöntem önermektedir. Bu eleştirilerden hareket eden tarihçi okul araştırmalarını iktisadi hayata yöneltmiş ve her toplumun iktisadi yapısını ve tarihi gelişimini incelemeye önem vermiştir. Bu bakımdan iktisat tarihinin de tarihçi okulun çalışmalarından güç alarak 1840’lı yıllardan itibaren başladığını ve 20. yüzyılın başlarında bağımsız bir bilim dalı haline dönüştüğünü söylemek yerinde olacaktır.



İktisat tarihiyle yakından alakalı iki bilim dalı iktisat ve tarih bilimleridir. Ancak tarihçiler ve iktisatçılar, iktisat tarihinin konusuna farklı şekilde yaklaşmışlardır. Tarihçiler iktisat tarihini genel tarihi iktisadi olaylarla ilgilenen özel bir dalı olarak görürler. İktisatçılar ise kendi alanlarını tanımlarken kullandıkları ölçütleri esas alarak iktisat tarihini iktisat tarihinin gerçekler karşısında test edilmesini sağlayacak tarihi verileri toplayan bir yardımcı bilim dalı olarak görmüşlerdir. İktisat tarihinin görevine geldiğimizde ise; iktisat tarihinin temel görevi ekonomilerin performanslarında ve yapılarında zaman içinde meydana gelen önemli değişiklikleri açıklamaktır. Performansın açıklanmasında toplam üretim, kişi başına hasıla ve toplumun gelir bölüşümü kullanılabilecek temel göstergelerdir. Yapı kavramı ise ekonominin performansını tayin eden toplumun bazı karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır. Toplumun siyasi ve ekonomik kurumları, teknolojisi, demografik durumu ve ideolojisi bu özelliklerin bazılarıdır. Ekonomideki uzun dönemli değişmelerin kaynağı, iktisatçılar tarafından kısa dönemli tahlillerde çoğunlukla sabit olarak kabul edilen nüfus, teknoloji, mülkiyet hakları ve ekonomik kaynaklar üzerinde devlet kontrolünün derecesi gibi parametrelerde meydana gelen değişikliklerdir. Açıklama kavramı ise bilgi verme içeriği yüksek ve anlaşılır bir teori kurma ve bu teorinin yanlışlanabilirliğini önceden kabul etme anlamına gelmektedir. İktisat tarihi alanındaki teoriler, tarihi verilerle test edilerek doğruluk ya da yanlışlıkları konusunda bir sonuca ulaşılabilir.
Yüklə 22,77 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin