Tbmm tutanak Hizmetleri Başkanlığı



Yüklə 327,35 Kb.
səhifə1/7
tarix01.08.2018
ölçüsü327,35 Kb.
#64729
  1   2   3   4   5   6   7



T B M M

Tutanak Hizmetleri Başkanlığı

Komisyon: Anayasa Uzl. Giriş : Tarih : 28/08/2013 Stenograf : Kayıt:Anayasa Uzl. Sayfa:




28 Ağustos 2013 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.13

BAŞKAN: Ahmet İYİMAYA (Ankara)

----0----

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Kurucu komisyonumuzun saygın üyelerini ve değerli katılımcıları gönülden selamlayarak yeter sayı oluştuğundan toplantımızı açıyorum. Çalışmalarımızın verimli geçmesini diliyorum.

Temsilcilerimiz dışında katılanları ismen yüksek komisyona sunmak istiyorum: Profesör Doktor Hasan Tunç, Özgür Sevgi Göral, Taylan Barın, Tarık Olcay, Dilek Kumcu, Doçent Doktor Abdurrahman Saygılı, Oğuz Turhan, Ferhat Kabaiş katıldılar.

Değerli arkadaşlar, bugünkü müzakere konusu eğitim ve öğrenim hakkı ve hürriyeti veya özgürlüğü ve BDP’nin müstakil madde önerisi ana dilini kullanma hakkı; bitirirsek izleyen maddeleri konuşacağız.

Özcan, bu konuda bizi aydınlat; partilerin teklifleri dışında, bir: Bu madde komisyonumuzca herhangi bir defa müzakere edildi mi? İki: Uzmanlarımız bu konuda çalıştı mı? Komisyonumuzu bir tenvir et bakayım.

YASAMA UZMANI ÖZCAN ALTAY – Bu konu daha önce masaya yatırıldı; yalnız, sadece 3 fıkrası kararlaştırılabilmiş, geri kalanı üst komisyonda da görüşülmüş olmasına rağmen yarım kalmıştı. Şimdi, ilk defa, birazdan tüm komisyona dağıtacağımız metinde danışmanlar maddeyi alt alta bir bütün hâline getirdiler parti önerilerini yazarak. Onun dışında, komisyonda maddenin tümüne ilişkin yazım çalışması şu ana dek yürütülemedi.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum.

Şimdi, acaba şöyle bir yöntem mi izleyelim: Aslında bu eğitim, öğrenim hakkı vesaire, tamamen bir pedagojik alan var, anayasal içerik var, hak içeriği var. Bilemiyorum yani üye arkadaşlarımız dışında hocalarımdan birisinin bu konularla ilgili yakın meşguliyeti var mı, ilgisi var mı? O konuda bir bilgi alsak arkadaşlar. Hasan Hocam, şey var mı? Genellikle eğitim, öğrenim… Zannediyorum Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pratiği var, Rıza Bey zaten komisyona sunacaklar. Onun dışında, tabii, üye arkadaşlarımızın görüşleri var. İsterseniz böyle bir teknik bilgisi olan arkadaş varsa onu dinleyelim, ondan sonra partilerimiz müzakereyi iştirakle devam ettirsinler.

Buyursunlar Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Yani teknik bilgi derken özellikle tabii ki bu anlamda kendi bakışım itibarıyla veya kendi kabullerim itibarıyla o teknik bilgiyi aktarabilirim.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Hocam, teknik olarak eğitim ne, öğrenim ne, öğretim ne o anlamda.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ha, o anlamda.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – O anlamda.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Tamam.

Şimdi, Sayın Başkanım, özellikle öğrenimin kavram itibarıyla belirli bir konunun bilgi aktarımı şeklindeki bilgilendirilme süreci olarak terminolojide tanımlandı, eğitimin ise genel yani bir konuyla alakalı, özellikle hem öğrenimi hem uygulamayı yani bir konunun hem öğrenimini hem de pratiğini tümüyle aktarma süreci olduğu, dolayısıyla eğitimin belirli bir…

AHMET İYİMAYA (Ankara) - Hocam, buyurun.

PROF. DR. HASAN TUNÇ - Baştan alırsak, müsaadenizle, Sayın Başkanım.

Öğretimin belirli bir konudaki bir bilginin taraflara aktarım süreci olduğu terminolojik olarak, kelime olarak ifade edilmekte, eğitimin ise bundan daha geniş bir kavram olarak hem öğrenimi kapsayan hem de pratikteki uygulamayı ve o konuyla ilgili tüm bilgilerin aktarımıyla uygulamasına yönelik tüm yöntemleri kapsayan bir süreci ifade ettiğini terminolojik olarak söylerler. Dolayısıyla, öğrenimin eğitimden daha dar, eğitimin bu anlamda çok daha geniş kapsamlı ve çok daha bu yönüyle teferruatlı bir süreç olduğu ifade edilir kavram olarak. Bunun dışında, bilmiyorum, söylenecek başka bir şey var mı?

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyorum Hocam.

Bu konuda bilim adamlarımızdan bir ek bilgi vermek isteyen var mı? Sosyoloji, Özgür Hanım… Teknik… Yani bunlar özdeş kavramlar mıdır? Özellik, genellik ilişkisi…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Hasan Bey özdeş kavramlar olmadığını söyledi. Öğrenim bir konunun öğrenimiyle ilişkili, eğitim daha birçok konunun öğrenimini içeren ve genellikle formel bir sürece referans veren bir dönem yani.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Partilerimiz görüşlerini bildirecekler herhâlde.

Rıza Hocam, buyurun.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Sayın Başkan, isterseniz önce işini hukuki durumunu bir açığa kavuşturalım elimizdeki belgelere dayanarak.

Şimdi, bir önemli belge bu konuda tabii ki Lozan Anlaşması’dır. Lozan Anlaşması’nın 40’ıncı ve 41’inci maddeleri özellikle bu konuya ilişkin. Bütün bu bölüm zaten azınlıkların korunmasına ilişkin bir bölüm. 40 ve 41’inci maddeler aslında...

PROF. DR. HASAN TUNÇ – 39 ve devamı hep ekalliyet zaten.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarından söz ediyor 40 ve 41’inci maddeler. Diyor ki 40’ıncı madde: “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları bütün Türk vatandaşlara uygulanan aynı muameleden ve güvenceden yararlanacaklar ve masrafları kendilerine ait olmak üzere hayri, dinî, içtimai kurumlar, her türlü okul ve diğer eğitim ve yetiştirme kurumu yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak hususlarında eşit haklara sahip olacaklardır.”

41’inci madde ise, genel öğretim konusunda “Türkiye hükûmeti gayrimüslim vatandaşların önemli...” Bu “gayrimüslim vatandaşlar” tabii garip bir söz. Geçen gün Hristiyan bir vatandaşımız kalktı dedi ki: “O zaman Müslümanları da gayrihristiyan vatandaşlar diye tanımlayalım.” Yani “gayrimüslim” deyince.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii terim o.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Tercüme “Müslüman olmayan.”

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Ama Müslüman’ı norm alıyorsun. Tam da onu demek istiyor zaten. Neden Müslüman norm olsun ki?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Anlaşmada kullanılan deyim bu.

“Gayrimüslim vatandaşların önemli bir oran içinde yaşadıkları şehirler ve ilçelerde bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilkokullarda -bu önemli- kendi dilleriyle öğrenim görmelerini sağlamak.” diyor. Aslında bu yanlış bir tercüme. Çünkü burada...

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu bizde ilan edilen tercüme mi?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – “Instruction” deniyor. Yani eğitimden aslında söz ediyor. Yani eğitimden aslında söz ediyor.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Aslında onun başında da “kamusal eğitim” diye tercüme ediliyor Sayın Vekilim.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani “öğrenim” aslında tam doğru bir tercümeydi. “İlkokullarda kendi dilleriyle...”

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani genel ve ulusal eğitim konusunda.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – O çeviri resmî çeviri mi Rıza Hocam?

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben de resmî çeviri var Sayın Başkan.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – “...öğrenim görmelerini sağlamak için uygun kolaylıkları gösterecektir.” Yani Türk hükûmetinin yükümlülüğü bu gayrimüslim vatandaşların önemli bir oran içinde yaşadıkları şehirlerde ilkokullarda kendi dilleriyle öğrenim, eğitim görmeleri için gerekli kolaylığı sağlamak. Bu hüküm, Türkiye Hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğretilmesini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Demek ki resmî dilin öğretilmesi zaten...

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Zorunlu.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Esas olacak, bir de yardımda bulunulacak.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani burada 40 ve 41’inci maddelerde söz konusu edilen şey, gayrimüslim vatandaşların çocuklarının eğitimiyle ilgili ilkeler. Diğer Türk vatandaşlarının, gayrimüslim olmayan Türk vatandaşlarının eğitimiyle ilgili düzenlemeler burada yoktur. Yani Lozan sadece burada azınlıklarla ilgili bölüm zaten bu.

Şimdi, o zaman Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere bakalım. Tabii burada çok önemli bir sözleşme Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 29’uncu ve 30’uncu maddeleri. Burada 29’uncu madde genel olarak eğitimden söz eder. Yani azınlıklar, azınlık çocuklarının filan değil, bütün çocukların eğitimiyle ilgili esaslardan söz eder. Der ki: “Eğitim şu amaçlara yönelik olmalıdır. Çocuğun kişiliğini, çocuğun yeteneklerini ve çocuğun bütün potansiyelini tam olarak geliştirmelidir bir kere eğitim. Ondan sonra der ki: “Çocuğun kendi ebeveynlerine saygıyı öğretmeli ve geliştirmelidir. Çocuğun kendi kültürel kimliğini, kendi diline ve kendi değerlerine olan saygıyı geliştirmelidir ve çocuğun yaşadığı ülkenin ulusal değerlerine saygıyı geliştirmelidir ve kendi uygarlığına ya da başka uygarlıklara saygıyı geliştirmelidir.” Yani burada önemli olan şey şu: Çocuğun hem kendi kimliği, kendi dili, kendi değerlerine saygı söz konusu, onu geliştirmeli hem de ulusal değerlere olan saygıyı geliştirmelidir. İkisini birden.

Gene Çocuk Hakları Sözleşmesi 30’uncu maddesi ise, etnik, dinsel, dilsel azınlıklara mensup çocuklar ve indigenous, yani yerli halka mensup çocuklardan bahseder. Bu çocukların hiçbir şekilde kendi kültürünü, kendi dinini ya da kendi dilini kullanması engellenemez.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bir daha okur muyuz Rızacığım.

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yani “Bu etnik, dinsel, dilsel azınlıklara mensup çocuklar ile yerli halklara mensup çocukların kendi kültürlerini, kendi dinlerini ya da kendi dillerini kullanmaları hiçbir şekilde engellenemez.” der.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Rıza Hocam, Türkiye’nin çekincesi var ama değil mi bununla ilgili?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Türkiye, bu 29, 30 ve 17’nci maddelerine Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin çekince koymuştur. Çekincede şunu der: “Bu sözleşmede 17, 29, ve 30’uncu maddelerini Türk Anayasası hükümleri ve 1923 Lozan Antlaşması hükümlerinin lafzına ve ruhuna uygun olarak yorumlamak ve uygulamak hakkına sahiptir Türkiye.” Şimdi, bu ikisini beraber alınca -Lozan Anlaşması’yla Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde konulan çekinceyi- şu sonuca ulaşabiliriz: Lozan Anlaşması ve Anayasa hükümleri ruhu ve lafzı gereğince ben uygulayacağım diyor bu. Lozan Anlaşması, biraz önce de okuduğumuz gibi sadece azınlık çocukların eğitimiyle ilgili hükümler öngörür ama azınlığa mensup olmayan çocukların eğitimleriyle ilgili hükümler öngörmez. Burada 29’uncu madde çocuğun eğitiminin hangi amaçlara yöneleceğini belirtirken azınlık olan, olmayan ayrımı yapmamaktadır. Genel olarak eğitim, ister azınlık mensubu olun ister çoğunluk mensubu olun genel olarak eğitim şu amaçlara yöneltilmelidir der. Yani o nedenle bu konulan çekinceyle aslında 29’uncu maddenin hükmü bertaraf edilmiş olmamaktadır. Kaldı ki Türkiye’nin çekince koymadığı başka maddeleri var Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin. Örneğin çok önemli bir maddesi der ki: “Çocukla ilgili her türlü tasarruf çocuğun yüksek menfaatleri göz önünde tutularak yapılmalıdır.”

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Medeni Kanunu mu diyorsunuz Hocam?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Hayır, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi. Yani bu bütün Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne hâkim olan bir şemsiye ilkedir. Çocukla ilgili her türlü işlemin, her türlü şeyin çocuğun yüksek menfaatleri göz önünde tutularak yapılmalıdır. Bu, Türkiye’nin çekince koyduğu hükümlerden bir tanesi değildir. Demek ki Türkiye üstlendiği yükümlülükler gereğince bu sözleşmeyi uygularken çocuğun yüksek menfaatlerine öncelik vermelidir, o açıdan bakabilmelidir.

Tabii bir de belki değinmemiz gereken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi vardır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 Numaralı Protokolü’nün 2’nci maddesi eğitimle ilgilidir. Orada der ki: “Hiç kimse eğitim hakkından mahrum bırakılamaz.” Şimdi burada ortaya çıkan sorun şudur: Eğer siz bir çocuğa anlamadığı dilde eğitim verirseniz o çocuğa eğitim hakkı efendim reddedilmiş olmakta mıdır? Dolayısıyla 1’inci Protokol’ün 2’nci maddesi acaba ihlal edilmiş mi olmaktadır? Bunun cevabı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına baktığınız zaman bunun cevabı “evet”tir. Çocuğa anlamadığı bir dilde eğitim veriyorsanız o zaman eğitim hakkından mahrum bırakılmaktan hiçbir farkı yoktur bunun. Yani bu aşamada bunları ben dile getirmek istedim. Yani hukuki durumu açıklığa kavuşturalım diye. Tabii bu maddelerle ilgili söylenecek başka şeyler de var.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sayın Başkan...

PROF. DR. HASAN TUNÇ – O Ek 1’le alakalı bir ekleme yapabilir miyim Sayın Başkanım?

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bitti mi Üstad?

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Evet. Yani, hukuki durum bu.

FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, bu konu önemli, isterseniz bir genel değerlendirme yapsın bütün partiler.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Ama şu pedagojik boyutuyla ilgili de birkaç şey söyleyebilir miyim ondan önce, teknik bir şey yani.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Tabii, tabii.

Hasan Hoca’yı dinleyelim, ondan sonra şey yapın.

Buyurun Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Şimdi, Sayın Vekilimin ifade ettiği o Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1’inci Protokolü’nün 2’nci maddesinin bir de devamı var. Yani, burada devlete yüklenen yükümlülüğü şu şekilde ifade ediyor: Ana ve babanın bu eğitim ve öğretimi kendi dinî ve felsefî inançlarına göre yapılmasını sağlama hakkına saygı gösterir diyor ve yerleşik içtihadı zannediyorum Rıza Bey daha iyi bilir. Belçika dil davasıyla ortaya çıkmıştır, sonra gerçi Danimarka dil davası, Birleşik Krallık dil davası gibi davalarda da aynen tekrar edilmiştir. Hiçbir ülkede egemen gücün…

RIZA TÜRMEN (İzmir) – Zengin davası…

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Evet, yani Türkiye açısından da var, evet.

Bu konuda hiçbir devlette hiç kimsenin ana veya babasının istediği dilde eğitim hakkı verir şekilde bu maddenin yorumlanamayacağını açıkça ifade etmiştir. Dolayısıyla, yani burada çocuğun eğitim hakkını kullanırken, o hakkın sınırını da devam eden fıkrasında açıkça felsefî ve dinî inanca saygı kriteri ölçüsünde olması gerektiğini de vurgulamıştır.

Onu ifade etmek isterim, teşekkür ediyorum.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Buyurun Özgür Hanım.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Rıza Hocam mükemmel bir özet yaptı gerçekten hukuki durumla ilgili. Ben sadece pedagojik olarak, yani bu alanla, özellikle iki dilli, çok dilli ya da tek dille eğitimin uygulamadaki sonuçlarını birbiriyle karşılaştıran çalışmalardan birkaç şey söyleyeceğim. Bir tanesi, 1991’de Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan çalışma, Ramirez’in yaptığı çalışma, bu dil tartışmalarında çok da referans verilen bir çalışma çünkü örneklerini çok fazla sayıda öğrenciyle yaptığı bir çalışma. İspanyolca konuşan, ana dili İspanyolca olan çocuklarla birlikte yapıyor bunu. 2.352 öğrenci üzerinde yapıyor ve araştırma boyunca öğrenciler üç farklı grup ve üç farklı eğitim programına tabi tutuluyorlar. Birinci grup sadece İngilizce eğitim görüyor, yani ana dilini hiç öğrenmeksizin -tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, yani Türkiye’de ana dili Türkçe olmayan bütün çocuklar için olduğu gibi- sadece İngilizce eğitim görüyor. İkinci grup, bir-iki yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce eğitim görüyor; üçüncü grup ise dört-altı yıl İspanyolca eğitimden sonra İngilizce eğitim görüyor.

Şimdi bu çalışmanın çok önemli iki tane sonucu var. Bir tanesi şu: Ana dili İngilizce olmayan çocukların tamamı bu programla, bu çok dilli eğitim programıyla İngilizceyi öğrendiklerinde aşağı yukarı sekiz yılın sonunda İngilizceyi ana dilleri gibi konuşuyorlar, birinci önemli sonucu bu. Yani, ana dilde eğitim verildiği zaman resmî dil öğrenilmez argümanını çürütüyor bu araştırmanın sonucu.

İkinci önemli sonucu da: Çalışma grupları içindeki en başarısız grup, hani üç gruba ayrılmıştı ya, bir grup hiç İspanyolca bilmeden, yani konuşulmadan, eğitim almadan başlamıştı, en başarısız grup işte o grup oluyor. Yani, ana dilinde hiç eğitim almayan grup, çalışma süresinin sonucunda eğitim hayatında en başarısız olmuş olan grup oluyor, birincisi bu.

İkincisi: Yine bu alanda çok referans verilen pedagoglardan biri, yani eğitim felsefesi üzerine çalışan birisi, sadece böyle pedagoji değil de, Jim Cummins, o da diyor ki: “Ana dilde eğitimin kategorik olarak reddedilmesi, çocuğa doğrudan ya da dolaylı olarak kendi kültürünü okul kapısının dışında bırakacaksın duygusunu verdiği, ana dilde eğitimin kategorik olarak reddedilmesini, yani çocuğun, örneğin Türkiye’deki Kürt çocukları için Kürtçenin eğitimde hiç kullanılmamasının, o dilin kategorik olarak reddedilmesinin, çocuğa, yanı sıra başka hiçbir şiddet uygulanmasa bile, yani Kürtçe konuştuğunda kızılmasa, dövülmese, dersten atılmasa -ki bunlar çok yaygın pratikler Türkiye’deki eğitim sisteminde- diyelim ki bunlar hiç olmasa bile kategorik bir ret var yani. Formel eğitimde ana dilin kategorik bir reddi olduğu durumda çocuğa doğrudan ya da ima yoluyla şunu demiş oluyor eğitim sistemi” diyor bu pedagog Jim Cummins. “Kendi kültürünü okul kapısının dışında bırakacaksın.” Bu duygu da çocukta kendini ikincil hissetme, diğer gelen öğrencilerle aynı değerde olmadığını düşünme, kendisini daha değersiz hissetme, giderek kendi ailesinin geldiği toplumun kültürünü küçümseme vesaire gibi duygulara yol açıyor, en basitinden söylüyor. 9 madde olarak yazmış bu Jim Cummins, ana dilde eğitimin küçük çocuklar üzerinde, 5, 6, 7 yaşındaki çocuklar üzerindeki faydaları nelerdir, neden bunu öneriyor? Yani neden çift dille eğitimi öneriyor?

Bu arada çift dilli eğitim ya da ana dilinde eğitimi öneren modellerin hepsinde resmî dilin öğrenilmesi de var söylediğim gibi. Bu 9 madde şu: Açıklık ve mantıklı düşünme yeteneği, çözümleme yeteneği, sentez yeteneği, muhakeme yürütme yeteneği, eleştiri yapma yeteneği, yararlı bilgileri anımsama yeteneği, imgeleme ve hayal gücünün gelişmesi, ezberleme yeteneği ve sezgisel düşüncenin gelişmesi. Bu 9 başlık altında ana dilinde eğitim yapan çocukların kapasitesinin daha fazla geliştiğini söylüyor.

Son olarak şunu söyleyeceğim: İlk bu konu tartışıldığında herkese dağıtmıştık bunu. “Dil yarası” diye bir çalışma, Türkiye’de Kürt öğrencilerin eğitim sisteminde karşılaştığı ayrımcılığı -herkese verdik, gene isteyen olursa veririz- ortaya koyan bir çalışma, DİSA’nın çalışması, Türkiye’de eğitimde ana dilin kullanılmaması sorunu ve Kürt öğrencilerin deneyimleri diye Vahap Coşkun, Şerif Derince ve Nesrin Uçarlar birlikte yapmışlar bu çalışmayı. Gerçekten okumasını tavsiye ederim herkesin, çünkü öğrencilerin, öğretmenlerin ve velilerin kendi ağzından kendi deneyimlerini anlatıyor. Tespit edilen sorunların sadece başlıklarını okuyacağım Türkiye’deki Kürt öğrenciler eğitime başladıklarında ne hissediyorlar, ne deneyimler yaşıyorlar.

İletişimsizlik, 1-0 yenik başlama duygusu, sınıfta kalma, okuldan soğuma ve giderek okulu terk etme, damgalanma, stigmalar, şiddet, susmak, kendini kapatmak ve zili beklemek. 5 yaşındaki bir grup öğrencinin Türkiye’deki eğitim sistemine ilk başladığı sene hissettiği duygular bunlar.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkürler.

Hasan Hocam buyurun.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Sayın Başkanım, şimdi konunun genel bir çerçevesini çizmek gerekirse, malum, olay, yani bu eğitim hakkı ve dille eğitim hakkı konusu ele alındığında üç temel çerçevede ele alınabilir.

Bir: Olayın hukuki yönü, yani normatif düzenlemeler açısından gerek ulusal gerekse uluslararası metinlerde öngörülen hak kavramı içerisindeki düzenleniş biçimleri.

İki: Bu olayın ülkedeki siyasi yapılanmayla ilişkilendirilmesi.

Üç: Biraz önce ifade edilen, işin daha çok sosyolojik…

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Pedagojik.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – …pedagojik denilebilecek kişisel değerlendirmeler…

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Siyasi yapılanma, egemenlik sorunları olan…

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Egemenlik sorunu, evet.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Hasan Hocam, pedagojik değerlendirmeler kişisel değerlendirmeler değil, onlar da hukuki değerlendirmedir, bilimsel değerlendirmedir.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Ben kişisel değerlendirmeler derken, ferdin kendi kişisel dünyasında ortaya çıkan sonuçlardan bahsettim.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Sonuçlar bilimsel sonuçlar ama.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Yani, o ayrı, ben sizin sonuçlarınızı değerlendirmiyorum, kendi görüşlerimi söylüyorum, dinlerseniz öğrenirsiniz.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Dinliyoruz Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Dolayısıyla, şimdi ne demek istediğim anlamında söylüyorum.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Çok güzel başladık Hocam.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

AHMET İYİMAYA (Ankara) – Cümleleriniz çok güzeldi yani, çok şey ettik, tebessüm daha güzel oluyor.

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Estağfurullah efendim, sizlere özeniyoruz Sayın Başkan.

Şimdi olayın hukuki boyutuyla ele alınması hâlinde, yani bu konuyla alakalı geniş bir araştırma yapmış bir anayasa hukukçusu olarak söyleyebilirim, bir kere burada iki kavramı temel olarak ortaya koymamız gerekiyor; vatandaş kavramıyla azınlık kavramını, hukuki açıdan konuyu ele aldığımızda. Vatandaşa böyle bir hakkın verilip verilmemesi ayrı bir sorun, azınlıklara böyle bir hakkın verilmesi ayrı bir konu. Çünkü azınlık, uluslararası sözleşmelerle kendine tanınan imtiyazları yaşayan topluluklardır. O sözleşme o azınlığa, kendi standardında bir hak katalogu verir ve onu yaşar ama vatandaşlar açısından konuyu ele aldığımızda, bir ülkenin kendi ülkesinde yaşayan insan grupları arasında böyle bir ayrım yapmak, böyle bir hak katalogu ortaya koyma yönünde pek yoğun veya yaygın bir düzenlemenin olmadığını görüyoruz. Benim anayasal düzlemde birkaç ülke -ki, onlardan biri Azerbaycan’dır çok net olarak buna anayasasında yer veren- dışında, yani öyle anayasasında kendi vatandaşları açısından böyle yerel, mahallî özellikler itibarıyla ifade edilen dil gruplarına eğitim hakkı veren ne bir uygulama, ne de bir düzenleme söz konusu değil. Genel yaygın yapıdan bahsediyorum, hiç yok demiyorum yalnız onu hemen vurgulayayım ki bir örneğini açıkça ben söyledim, istiyorsanız maddeyi de okuyabilirim.

Dolayısıyla, uluslararası sözleşmeler açısından konuya yaklaştığımızda, sözleşmelerde de bu konu ele alınırken hep azınlık kavramıyla şekillenir. Azınlık olmayan topluluklar açısından böyle bir yaklaşımın söz konusu olması uluslararası sözleşmelerde de pek yoktur. Mesela, en son bu azınlık kavramıyla alakalı olarak o Britonlarla ilgili konuyu zannediyorum Süheyl Hocam da gayet iyi bilir, o, siyasi ve sosyal haklar sözleşmesinin ilgili maddesinde çoğunluktan kendisini farklı hisseden grup azınlıktır tarzında bir düzenleme vardır ve Fransa buna taraf olmasına rağmen, o ülkede yaşayan -yanlış hatırlamıyorsam sayısını- o günün rakamlarıyla 4 milyon 300 bin Breton o sözleşme hükmüne göre Birleşmiş Milletlerin Siyasi ve Sosyal Haklar Komitesine başvuruyor, diyor ki: “Tamam, anayasaya göre azınlık değiliz ama ülkenin taraf olduğu sözleşmeye göre biz azınlık olmak ve azınlık haklarından yararlanmak istiyoruz.” Siyasi ve Sosyal Haklar Komitesi cevap veriyor: “Hayır, Fransız Anayasası’na göre Fransa’da tek halk vardır, Fransız’dır.” Dolayısıyla o kavram çerçevesinde olayı değerlendirdiğimizde, zaten ülke vatandaşları açısından böyle bir klasifikasyona yani tasnife gidilebilmesinin de hukuki açıdan pek mümkün olmadığını söylememiz herhâlde yanlış olmasa gerek diye düşünüyorum.

ÖZGÜR SEVGİ GÖRAL – Fransız Anayasa Mahkemesinin kararına dayanarak mı?

PROF. DR. HASAN TUNÇ – Fransız Anayasası’na dayanarak. Kararı verebilirim istiyorsanız.

Dolayısıyla burada bu anlamda olayın hukuki çerçevesini belirlediğimizde, kendi ülkesinin vatandaşları açısından, üniter yapılı devletlerde -işin siyasi yönünü bu anlamda da ifade etmiş oluyoruz- aynı egemen yapıda birden fazla eğitim dilinin kabul edildiği -bu anlamda, ana dil manasında- pek bir yaygın uygulamayı görmeniz de mümkün değildir çünkü dil uygulaması genel manada, bu yönüyle -işte siyasi değerlendirme açısından söylüyorum- yeni egemenlik alanları açma tarzında değerlendirildiği için, bu yönüyle, özellikle üniter yapılı devletler açısından bu kavramın devletin üniter yapısıyla çelişen bir kavram olduğunu, siyasi açıdan da bu yönüyle kabulünün mümkün olmadığını söylememiz herhâlde yanlış olmasa gerek diye düşünüyorum. Kaldı ki -yani o tür örnekler verilirse- bölgesel devletler açısından bu anlamda da dünyada çok farklı uygulamalar var. Mesela, yine… Bilmiyorum, Bengi Bey herhâlde, yine, “Fransa gibi bir devlet mi vardır?” veya “Öyle bir devlet kalmadı:” der mi bilmiyorum.


Yüklə 327,35 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin