Torunum ozan arda’nın anısına … ordu / 2006 sen söz giBİ GÜzeldin sen tüRKÜ GİBİ Özeldin hem varsin aramizda hem yoksun yokluğun varliğimizla



Yüklə 0,75 Mb.
səhifə1/9
tarix25.11.2017
ölçüsü0,75 Mb.
#32834
  1   2   3   4   5   6   7   8   9


Cedid Mah. Ekşere Fistoru Geldişer Kışla Maksutalan Sarıca-i müslim Rüştiye Mah. Tavara Sultan Tepe Topçam Gebeme Şıhdere Muzadere İnalan Ortaalan Köşe Çatak Karyesi Tastepe Karyesi Üçyol Çerçili Kubatlı Parçı Yeşilce Yavadı Aygutağzı Yeşilyurt Ziyaret Abdili Avdulu Abdillu Alan Arıcılar Foruhçulu Kariyesi Fostere Arıkmusa Armutkolu Musulu Arpaalan Arpaalanı Aşağıgökçe Faldacı-i sufla Karyesi Aşıklı Balıklı Baluklu Bayırköy Hatunviran Gölüvere Bayraklı Beşbıyık Mismilon Beyağaç Zile Çağman Beyseki Beysüküsi Birebir Katran Pirik Celal Çaltepe Herise Hervise Çardaklı Afan Çavdar Çerçi Çiftlik Sarıca Sarıca-i kafi Çukuralan Darıcabaşı Dayılı Daylu Burnaz Derebaşı Doğança Bıçakçı Serpin İstavri Dursunlu Fiyez-i kafi Çorak-ı kafi Erik Esatlu Göçbeyi Röstbene Gülpınar Güneyce Keykuş Başkeykuş Gıcı Güvenli Busay Göbeden Güzelce Gergeçi Şuvey Güzle Lavuz Muzamana Kenger Hamzalı Herközü Maden Ilışar Kale Mirahor Karabayır Karabelen Karacaören Karacaviran Kavaklıdere Eskidir Kışlacık Konacık Başağrı Mahmudiye Mahmat Gökçekilise Çarıkçıkaran Eskiköy Yenerli Cambazlı Çataldere Musalu Karıca Pınarlı Sarıyayla Ispanasa Türkköyü Yağmurlar Sülümü Yardere Manol Gündoğmuş Yavşan Aşut Mihalçurumu Mezere Yeşilçit Yastura İlisana Yenice Yeniköy Yeveli Yukarıgökçe Faldaca-i ülya Manahos Yuvalı Karamerek Kotanı Çorak-ı müslim Eykerek Ortaviran Bağçeköy Kabak-ı müslim Çamlık Çatak Deri Elmayurt Enekalan Gündoğmuş Ihvadı İnşanşa Kıcı Mesutalanı Sarıcayukarı
GÜRSEL YILDIRIM
MESUDİYE AĞZI DERLEME ÇALIŞMASI
Adres: Kuğukent Sitesi E-1 Blok No:6

Karşıyaka Mah. 52200 ORDU

Tel: 0452 233 01 59

Cep: 0537 395 09 96

gurselfaldaca@mynet.com
Torunum OZAN ARDA’nın anısına …

ORDU / 2006

SEN SÖZ GİBİ GÜZELDİN

SEN TÜRKÜ GİBİ ÖZELDİN

HEM VARSIN ARAMIZDA

HEM YOKSUN

YOKLUĞUN VARLIĞIMIZLA

BİLEYDİN

ÖZGEÇMİŞ VE …

Babamın memur oluşu, geçim nedeniyle gurbete çıkan Mesudiyeliler için ortak bir öykü. Ailenin diğer bireyleri gibi bende bu öykünün bir parçası olarak Giresun / Görele’de 08.03.1945 tarihinde doğdum. İlkokulu Fatsa’da, Ortaokulu Ünye’de, Öğretmen Okulu’nu Perşembe’de bitirdikten sonra 1963’te Siirt’te öğretmen olarak göreve başladım. Sonra Sivas, Ordu, Kastamonu, Ordu’da görev yaptım.

Gönül bağımın kopmadığı ilçem Mesudiye ve köyüm Yukarı Gökçe’yle ilgili olarak sürekli araştırma, inceleme yaparak dosyalar hazırladım. Yerel gazetelerde yazdım. Sivil toplum kuruluşlarında görev aldım. Ordu Mesudiyeliler Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği kuruculuğunu yaptım.

Evliyim. Üç çocuğum var.

Köyümle ilgili olarak “Faldaca” adlı kitabımı yayımladım. Bu kitapta, köyümün tarihsel, sosyal, kültürel ve soyağacı geçmişini sergiledim. Gelecek kuşaklara önemli bir kaynak sağladığımı sanıyorum.

Bu kitabımla Mesudiye yöresinin sözel kaynağına bir parça girerek, yaşadığımız toprakların kültür / dil yapısını ortaya koymaya çalıştım. Çünkü dilimizin otantiğini bildiğimiz oranda geçmişimize doğru yolculuk yapabileceğimizi düşünüyorum.

Bu nedenle sözcük seçimini, Mesudiye ağzında kullanılanlarla yaptım. Alfabetik sıralamasında da bu kurala uymaya çalıştım.

Bana destek veren tüm kişi ve kurumlara teşekkür ediyor, sağlıklar diliyorum.



HARF İNKİLÂBINDAN SONRA KARADENİZ HAVALİSİ MEBUSLARININ VAPURLA, YENİ HARFLERİ VATANDAŞLARA ÖĞRETMEK ÜZERE SEÇİM BÖLGELERİNE GİTMELERİ ESNASINDA ÇEKTİKLERİ TELGRAFA CEVAP

(14 EYLÜL 1928, REŞİT PAŞA VAPURU)
Rize Mebusu Ali (Zırh), Karahisar Mebusu Mehmet Emin (Yurdakul), Kars Mebusu Ahmet (Ağaoğlu), Artvin Mebusu Mehmet Ali (Okar), Giresun Mebusu Kâzım (Okay), Samsun Mebusu Rana (Tarhan), Tokat Mebusu Bekir Lûtfi, Ordu Mebusu Recai, Samsun Mebusu Adil (Okuldaş)
İdealist arkadaşlarım; büyük milletimizi irşat için Karadeniz’in dalgaları sinesinde beni, aciz arkadaşlarınızı hatırladığınızdan çok mütehassis oldum. Cümleniz için millete nafi olmanızı temenni ederim. Aynı dalgalar içinde sizi de karanlık gecenin milletimiz için nur saçan rehberleri olarak takip ediyorum. Muvaffakiyet.
Gazi Mustafa Kemal
Kaynak: Yazı Devriminin Öyküsü

Sami N. Özerdim



Cumhuriyet Gazetesi yayını
SÖZCÜKLER

İrşat: Doğru yolu gösterme.

Sine: Göğüs.

Mütehassis: Duygulanmış.

Aciz: Güçsüz (burada, alçakgönüllü sözü)
Cümleniz: Hepiniz.

Nafi: Yararlı.

Rehber: Önder.

Muvaffakiyet: Başarı.


ORDU İLİ VE YÖRESİ AĞIZLARI (Doç. Dr. Necati DEMİR)
Ordu ili ve yöresi ağızlarının bu genel özelliklerinin yanında kendi içerisinde de bazı farklılıklar gösterdiği yaptığımız inceleme ve gözlemler neticesinde ortaya çıkmıştır. Çeşitli sebeplerin ortaya çıkardığı bu farklılıkların değerlendirilmesi sonucunda bölgenin üç ağız yöresinden oluştuğu tespit edilmiştir.


  1. Ağız Yöresi: Ordu ili merkezi ve merkez ilçeye bağlı köyler, Gülyalı, Kabadüz ve Ulubey ilçelerinin tamamı...

    1. Ağız Yöresi: Fatsa, Ünye, İkizce, Çaybaşı ilçelerinin hemen hemen tamamı ile Perşembe ilçesinin Gürgentepe’den Çaytepe’ye çekilecek bir çizginin batıda kalan bölümü, Çamaş ve Çatalpınar ilçelerinin kuzey kısımları...

    2. Ağız Yöresi: Mesudiye, Aybastı, Gölköy, Gürgentepe, Kabataş, Korgan, Kumru, Akkuş ilçelerinin tamamı ile Çamaş ve Çatalpınar ilçelerinin güneyinde kalan bölgeleri bu ağız yöresini oluşturur. Bu yörenin genel özellikleri şunlardır:

      1. Şimdiki zaman teklik birinci şahıs çekimi genellikle “–yom” ile yapılmaktadır (geliyom, alıyom, koşiyom...). Üçüncü teklik şahıs eki ise “-yo” şeklinde telaffuz edilmektedir (geliyo, varıyo, geziyo...).

      2. (ń) sesi bu yörede seyrek de olsa duyulur (donuz, geliyon, bana...). (Not: “ń” sesi, damaklı geniz ünsüzü olarak çıkar.)

      3. Ön seste bulunan “k” ve “g” ünsüzleri, yanlarında bulunan yuvarlak ince ünlüleri (ö,ü) kısmen kanlınlaştırır (o,u) ve ünlü uyumsuzluğuna sebep olur. (güzel-gozel, köy-kóy güneş-gúneş...) (Not: “ú” sesi yarı kalın, yuvarlak, dar, u-ü arası ünlü sesi olarak çıkar.)

      4. Gelecek zaman eki –ecek bünyesinde bulunan “k” veya “ğ” sesi düştükten sonra bir önceki ünlü hem kalınlaşır, hem de uzun telaffuz edilir. Dolayısı ile kelimede kalınlık-incelik uyumsuzluğu ortaya çıkar. (gelicàm, gedicàm, gezicàm...) (Not: “à” sesi, normalden uzun “a”sesi olarak çıkar.)

      5. GİTMEK fiili birinci ve ikinci ağız yörelerinde GİTMEK şeklinde söylenirken bu ağız yöresinde genel olarak (getmek) şeklinde karşımıza çıkar. (Not: “é” sesi yarı geniş, düz, ince e-i arası ünlü sesi olarak çıkar.)

      6. Çokluk birinci şahıs istek ve emir bu bölgede çoğunlukla –ak, -ek’tir (alak, gezek, görek...).

      7. Bu yörede zaman zaman rastlanan bir –k*-h sızılaşması da söz konusudur. Çok genel olmayan bu değişme, birinci ve ikinci ağız yörelerinde hemen hemen hiç duyulmaz (ahşam, sahalla, yuha...).


TÜRK DİLİNİN ETİMOLOJİ SÖZLÜĞÜ - İSMET ZEKİ EYÜBOĞLU

SOSYAL YAYINLAR BABIALİ CAD. No: 14 İst. (0212 528 33 14)
...Dil çalışmalarını doğru ve tam yapmak kişinin değil kurumların işidir. Ancak kişiler yaptıkları çalışmalarla yardımcı olabilirler. Köken bilim araşırmalarının metodik bir dayanağı ve kuralları olur. Ayrıca uzun yılları gerektiren bir çalışmayla istenilen nitelikte sözlük ortaya konabilir.

Dillerin değişik ağızlara ayrılması ve başka anlamda sözcükleri kapsaması tüm Dünya dillerinde görülebilen bir olaydır. Bu durum yaptığımız çalışmada da kendini göstermektedir. Anadolu halk ağızlarından bölgemize mahsus bir çalışmayı ortaya koydum. Ancak eksiksiz bir ürün ortaya koydum, diyemem. Hatta dilbilim açısından tartışılabilir. Niyetim bu dil çalışmasını yaparken birtakım kültür varlıklarını da sergilemek, onlara sahip çıktığımızı göstermekti. İnanıyorumki Mesudiye doğası hala otantik doğasını korumaktadır. Mesudiye’yi tanımak için yerleşik halkın ağzını da bilmek gerekir. Mesudiye tarihi, bu bölgeye yerleşmiş insanların dillleriyel özdeştir. Yaptığım çalışmamda, bu öngörüyü ortaya koymak istedim. Sözlükte kullanılan sözcükler, doğrudan halkımızın ağzından derlemedir. Dilbilgisi açıısndan yazış yanlışlıklarını anlayışla karşılamınızı isteyeceğim.

Dillerin ayakta durmasını, yaşamasını ve yayılmasını sağlayan yazıdır. Yazı kullanılmadığında da dil, belli alanlarda kalır ve ömrünü sürdüremez. Bundan dolayı bölgemize çok eski dönemlerde yerleşmiş halkların ancak varlığını biliyor, dillerini ise bilmiyoruz. Ancak Sümer, Eti, Roma/Grek, Bizans/Hellen, Selçuklu, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi yazılı belgelerle dilimizi ortaya koyuyoruz. Halen konuştuğumuz dilde, yukarıda sıraladığım dönemlerin sözcükleri vardır. Birbirinden etkilenmiştir. Böylece ortak kültürümüzü de oluşturmuştur. Bu Anadolu kültürüdür. Herhangi siyasal, ideolojik yapıya dayandırılması mümkün değildir. Bu dilin tanımı da Anadolu Türkçesi diye tanımladığımız Türk Dili’dir.

Bölgemizde kullandığımız bazı sözcükler, insnaların ticaret-iş ilişkisi nedeniyle Batı dillerinde; bazı sözcükler bu bölgenin kadim halkı olan Rumlardan ve başka halklardan, Ermenilerden; bazı sözükler egemenlik sürmüş Araplardan ve Farsçadan; bazı sözcükler Doğu Karadeniz yöresine kadar uzanmış Moğolcadan ve binlerce yıl bu toprağın yerleşik halkı Türk boylarından gelerek; bazen ayrı ayrı, bazen karışıp ortak bir yapıda oluşarak, bazen kendi varlığını sürdürerek günümüze değin gelmişlerdir. Bu sözcüklerin kaynağını, yapabildiğim araştırmalarla ortaya koymaya çalıştım. Yöntem olarak, kullandığımız sözcüklerin dilbilgisiyle ilgili açıklamalar yapıp okuyucumun kafasını karıştırmak istemiyorum. Onun için özellikle sözcüklerin Mesudiye kullanılışını/ağzını yazmayı ve anlamlarını sergilemeyi hedefledim. Bu konuda İ.Zeki Eyüpoğlu’nun görüşüne aynen katılıyorum...”Kimse, konuştuğu dilin bütün inceliklerini biliyorum diyerek, dil alanında kendini yetkili saymamalı. Yetkiyi veren yalnızca bu alanda tüketilen emek, sağlanan başarıdır. Dili bir sorun, dahası bir varlık sorunu olarak görmeyen kimsenin b alanda söyleyecekleri duygusal karşı çıkışlardır. Dilin korunması, onunla yaratıcı olmayı, ürün vermeyi, geliştirici bir atılımla ilerlemeyi gerektirir. Eski alışkanlıkların etkisinde kalarak dilde üretici olmayı engellemek, dili savunmak değildir. Dili savunmak, dilin yapısı gereği yapılacak olanı bilmektir...

Dil, kişinin ne olduğunu, hangi kaynağa bağlanması, hangi topluluktan sayılması gerektiğini bildiren en saygın, en sağlıklı kanıttır. Kişi konuşup yazdığı dilin dışında değil, içindedir. Yeterki onu görecek göz, kavrayabilecek anlayış yeteneği ola...”


TÜRKÇE-PONTOSCA/RUMCA SÖZCÜKLER
Türkiye’de kendini Pontoslu olarak tanımlayan herhengi bir etnik grup olmamakla birlikte, Yunanistan’da, Kafkasya’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Pontuslularla aynı dili konuşan, benzer gelenekleri hala sürdüren bir grup mevcuttur. Bu grup, Eski Elence’nin Pontos diyaleği olan yöre halkının Rumca olarak adlandırdığı bir dili halen konuşmaktadır.

Trabzon’un ve dolayısıyla Karadeniz’in fethinden sonra bölgede başlayan İslamlaşma süreci sonunda ilginç dinsel gruplar oluşmuştur. Türkçe konuşan ama Grek alfabesiyle yazan ve okuyan Hıristiyanlar olduğu gibi, Rumca konuşan ve Grek alfabesi kullanan Rumlar varlıklarını koruyabilmişlerdir. Bunun yanında Rumca konuşan ancak müslümanlaşan ve Arap alfabesi kullanan gruplar meydana geldi.

Amasyalı coğrafyacı Strabon (M.Ö. 63-M.S. 21) Geographika’sında “Pontos Eukseinos’un her tarafı, keza Propontis ve diğer birçok bölgeler Miletoslular tarafından koloniye edilmiştir.” diyor. Büyük bir olasılıkla Miletliler Pontos kıyılarına geldiklerinde hiçbir zorlukla karşılaşmamış, yerli halklar tarafından dostça karşılanmışlar...

Pontos’ta kolonileşen Miletliler kimlerdi, nereden gelmişlerdi? “Miletliler, Miletos denilen, Batı Anadolu’da, Ionya bölgesinin güneyinde, Meandros (B. Menderes) ırmağının ağzında kurulmuş kentte ikamet ederlerdi.

Strabon ve diğer kaynaklardan Mithridat (Pont Kralı) zamanında Pontos Krallığındaki idari taksimatın şu şekilde olduğu anlaşılıyor:


  1. Bölge

  2. Bölge

3. Bölge: Kelkit/Yukarı Fırat arası dört bölge: Orbalisen, Autulane, Orsen, Orbisen

4. Bölge: Sahil kısmı sekiz bölge: Batı Sahil Paflaganyası (Amostris/Amasya), Doğu Sahil Paflaganyası (Sinop), Cazelonitid, Saramen, Themiskyra, Sidon, Tibarenia (Farnakia/Giresun), Sannika (Trabzon)

(S. Yerasimos/Milliyetler ve Sınırları) Diğer bir hatamız “Pontos” denen dilin Yunanca olduğunu kabul etmemizdi. Hakikatte ise, Pontos Rumcası denen dil yalnızca Karadeniz yöresine mahsus özel bir dildir. Bu dil, içerisinde Yunanca szcüklerin yanında sayıları 600 civarında olan Türkçe sözcükler ve aynı oranda da kökenlerini bilinmeyen sözcükler ve Arap, Fars, Lâtince sözcükler barındırır.

Karadeniz bölgesinde Yunan unsurunun olmadığına bütün kalbimle inanıyorum. Fakat, ne yazıkki, Rum sözcüğünden Yunan/Hellen anlamını çıkaran yetkili ve yetkisizlerimiz yörede asırlardan beri yaşayan Hıristiyan Türklere hıyanet etmiş olduklarının farkında bile değildir.

Pontos’un tarihi uzun vadede, farklı etnik kökenlerden gelen, İskender İmparatorluğu döneminden Komnenler İmparatorluğu dönemine kadar Hıristiyanlaşan ve büyük ölçüde Helenleşen, daha sonra Osmanlı yönetimi altında İslamiyeti benimseyerek büyük ölçüde Türkleşen (Osmanlıda Türk=Müslüman) ve 19.yy’da ulusal ideolojinin etkisiyle dini bölünmelerin etnik bölümlere dönüşen hakların tarihidir.
ÖMER ASAN / İLYAS KARAGÖZ

SONUÇLAMA
Bölgemizin tarihini, bu kitapta ayrıca açıklamaya gerek yok. Başka bir araştırma konusudur. Bölgemize M.Ö. 3000 yılından itibaren yerleşen halkların kültürel/sosyal/ekonomik/tarihsel kaynaşmalara uğrayıp bugünkü kültürümüzü oluşturdukları açıktır. Bu kaynaşmaya asıl neden, elbette tarihsel olaylardır. Dil de bu oluşumdan etkilenerek yöremizde kullanılan yapıya ulaşmıştır. Bu yapı, bölgemize yerleşen toplulukların, geldikleri yerden taşıdıkları ve burada karşılaştıklarıyla kaynaşarak oluşmuştur. Ancak unutmayalım ki, bu yapı, Türk birliğinin anaunsuru öğelerden Türkçe’den ayrı değildir. Türkçe’nin işlek olarak kullanılan bir ağzıdır.

Bu ağız derlemeleri sırasında belirleyebildiğim bazı sözcüklerin Rumca, Arapça, Ermenice, Grekçe, Rusça, Farsça kaynaklı olması, yöremizin tarihsel oluşumunun ne denli uzun süreyi kapsadığını ve yöremizin hangi uygarlıklara beşiklik ettiğini gösterir. Bilgi vermek ve farklılıkları belirtmek amacıyla, bu tür sözcüklerin önünde açıklamalarda bulunulmuştur.

Yöremizde konuşulan sözcüklerin, İstanbul lehçesine göre değişimi, Türk ağızlarının değişik söylenişlerinden kaynaklanmaktadır. Belirgin veya fark eden değişimi, yöremiz ağız özelliğine göre şöyle açıklamak mümkün: A/O/U seslerinin ertesinde Ğ sesini sezdiren üretici bir yansıma vardır. Yani bazen A derken Ğ sesini de sezmeden söyleriz. Çoğu sözcüklerimizde de bu anlayışa bağlı olarak Ğ sesini yutarız. Daha doğrusu Ğ sesi düşmüş olur. Yine; A sesinin önünden/ardından gelen K sesini G,Ğ veya H sesine dönüştürdüğümüz çok görülür. Örnekler: Akıtmak/Ahıtmak; Akşam/Ağşam; Aktı/Ahtı; Kazma/Gazma; Kavurga/Gavurga; Kevük/Gevük/Gevüh; Cıvık/Cıvıh... Görülüyorki kullandığımız sözcükler çokluk, A sesinin yapısına dayanıyor. K, G, Ç, C, Ğ, H, Ö, E, U, Ü sesleriyle değişme, dönüşme oluyor. Türkçe olmayan sözcükleri de kendi ağzımıza uydurmada dil yeteneğimiz ortaya çıkıyor.

Bu çalışma sırasında, yöremiz ağzından kullanılan sözcükleri ve özlü sözleri sergilerken, ifade ettikleri tarihsel bilgileri de belirtmiş oldum.

Çalışmamın ana çıkışı Tuncer Uzun, Şükrü Yaman, Mesude-Mehmet Tuncalı’nın derlemeleridir. Bu kaynağımı sözlük ve diğer yayınlarla şekilllendirerek sizlere sunma sürecine eriştim. Muhakkakki noksanlıklarım, belki de yanlışlarım vardır. Ben bir pencere açtım. Artık bu pencereden başka bakışların kendisini sergilemeleri gerekmektedir. Yine, özellikle her yıl dramatik bir şekilde yaptığımız Kurultayımızda kültürel yanımıza önem verilerek yöremizin bu pek bilinemeyen varlığını ortaya çıkarmak, bu yöndeki çalışmalara da destek olmalıyız.

Bu kitapla ilgili öngörülerinizi her zaman bekliyorum. Amacım, Mesudiye için herşeyi yapabilmektir. Kitabın düzenlenmesi, yayınlanması sırasında bana kaynak olan ve yardımlarını esirgemeyen tüm kurum ve kişilere teşekkür ediyorum.

Saygı ve sevgilerimle.

GÜRSEL YILDIRIM

MAYIS 2006

ORDU


YARARLANILAN KAYNAKLAR


  1. Divan-ül Lûgat-ül Türk / Kaşgarlı Mahmut

  2. Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi / TDK Yayınları

  3. Türk Dil Kurumu Sözlüğü

  4. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü / İsmet Zeki Eyüboğlu

  5. Osmanlıca/Türkçe Sözlük / Ferit Develioğlu

  6. Ordu İli ve Yöresi Ağızları / Doç Dr. Necati Demir

  7. Ordu/Mesudiye Gazetesi Arşivi

  8. Mesudiye Kurultayı Yayınları

  9. Mesudiye Kitabı/Mithat Baş

  10. Pontos Kültürü / Ömer Asan

  11. Mitelojide Doğu Karadeniz / İlyas Karagöz

  12. Doyma Noktası / Sema Kaygusuz

  13. Tuncer Uzun’un Derleme Çalışmaları

  14. Şükrü Yaman’ın Derleme Çalışmaları

  15. Mesude-Mehmet Tuncalı’nın Derleme Çalışmaları

  16. Faldaca / Gürsel Yıldırım

  17. Ordu Mesudiyeliler Kültür ve Dayanışma Derneği



  • A: Türk ABC’sinin ilk sesi, doğal seslerin yansıltılmasında, sözcük köklerinin oluşmasında A/O/U bağlantısı içinde, gelişen, ağızdan çıkarken (Ğ) sesini sezdiren üretici bir yansıma: A sesi, yapısı, ağızdan çıkışı, oluşumu gereği Ğ sesinden ayrı tutulamaz; A’nın ardından “Ğ” sesinin; kapalı bir ses düzeni içinde gelmesi doğaldır, kaçınılmazdır. Nitekim A derken Ğ sesini de söyleriz, bunu sezmeden yaparız...A sesinin ardından onu bütünleştiren “Ğ” sesinde sürekli bir dönüşme, değişme görülür. “G, H, K” sesleriyle “Ğ” sesi eş kökenlidir, birbirinin yumuşaması, kalınlaşması sonucudur. ÖRN: akşam-ahşam-ağşam/akıcı-ahıcı/akmak-ahmak. Verilen örneklerde “A” sesinin ardından gelen “Ğ, H, K, G” seslerinde dönüşme oluyor. ÖRN: akdı-aktı-ahtı.

  • ABA: Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş.

  • ABARA: Toprak, kum, saman elemek için kullanılan iri delikli kalbur.

  • ABANMAK: Eğilerek bir şeyin, bir kimsenin üzerine kapanmak. Zorlamak.

  • ABLAK: Yayvan ve dolgun yüzlü olan.

  • ABRAŞ:

  1. Biçimsiz (adam).

  2. Alaca benekli at.

  • ABRUL: Nisan ayı. APRİL (Rumca); NİSAG (Sümerce)

  • ABRULUN BEŞİ/ ABRUL FIRTINASI: Bu tarihte genellikle Abrul fırtınası diye tanımlanan bir fırtına olur ve beraberinde kış mevsimini geri getirir. Bunun için halk ağzında “Korkma zemherinin kışından/ Heder eyle Abrul beşinden/ Öküzü ayırır eşinden” şeklinde bir söz derlemesi vardır.

  • ABU/ABI/ABAH(!): Şaşma sözleri.

  • ABU-ECİM: Abla.

  • ACIGICI: Labada. Kuzuların pek sevdiği mayhoş bir ot. Yabani soğan.

  • ACI KABALAK: Bir çeşit ot olpu zeytinyağı ile karıştırılarak ağrı ve sızı duyulan yere sürülür.

  • ACIMUK/ACIMIK/ACIMUH: Acımsı, karamuk. Peygamber düğmesine benzeyen bir çeşit ot.

  • ACINA OSMAK: Çok acıkmak.

  • ACIYONCA: Koyu yeşil ve küçük yapraklı bir çeşit ot olpu, hayvanlara çok yarar, ekin tarlalarında bulunur.

  • ACUK-H: Azcık. ACCUK-H

  • ACUMAK: Tadı acı duruma gelmek.

  • AÇAR: Anahtar.

  • AÇARUK: Fakir, karnı aç, hiç tutarı olmayan.

  • AÇKICI: Baklavalık, böreklik hamur açan.

  • AÇKU/AÇKI: Açma aracı. Anahtar. Yufka açarken kullanılan ince,uzun, silindir biçiminde değnek.

  • AFAL AFAL: Şaşkın şaşkın.

  • AFARA: Harman yerindeki hububatın taş ve toprakla karışık kalıntısı.

  • AFARTAFUR: Çalımlı, afi.

  • AFAT: Büyük felaket. Bela.

  • AFGURMAK/AFKIRMAK/AFKURMAK/AFURMAK:Köpek havlamasını bildiren sözcük. ÖRN: “Karşıdan afgurma” (Boşuna söylenme, sözünün değeri yok.)

  • AFURMAK: Söylenmek, boşuna (başkasına karşı) bağırmak, kötü konuşmak.

  • AGUR (Divanü Lügati’t-Türk): Ahır (Bakınız SIPAGUR). Yem torbası.

  • AĞ EKMEK/FALDACA SOMUNU: (Derleme öykü) Bir Türk, bir Rum kavile tutuşmuşlar. Leylekler gelince kimin bacasına konacaklar diye. Rum’un bacasına konmuş. Türk koca öküzünü vermiş ama birkaç gödük buğday istemiş. Rum’un Manahos’ta yetişen buğdayı iyiymiş ve iyi ekmek oluyormuş. Türk koca Rum’dan aldığı buğdayı değirmende öğütmüş. Eve götürmüş. Hanımından ekmek yapmasını istemiş. Hanımı unu yuğurmuş, somun yapıp fırına sürmüş. Pişince eve getirip yemeye başlamışlar. Ancak adam beğenmemiş. Rum karısının yaptığı gibi olmuyor demiş. Kalkmış, Manahos’a çıkmış. Rum’a sormuş: “Benim ekmek aynı buğdaydan ama sizinki gibi ağ somun olmuyor, niye?” diye. Rum cevap vermiş: “Gel, şu içeri bak. Şu sarı gelini görüyor musun? Ben sana ağ buğdayı verdim ama sarı gelini vermedim. Marifet onda.” demiş. (Bak Faldaca Somunu)

  • AĞ YONCA: Bir çeşit yaban otu.

  • AĞARIK. Ağaruk : Aklanmış, rengi solmuş.

  • AĞBULUT: Yağmur getiren bulut.

  • AĞÇİK/AHÇİK: Bir halk söylencesinden çıkan ve bir Ermeni/Rum kızına sevdalanan bir Türk delikanlısının öyküsünü anlatır. Türk halk müziği arşivinde Erzincan yöresine ait olduğu söylenir. Ancak bu türkü Yukarı Gökçe köyü Manahos’taki Rumlar tarafından söylendiği köy halkından Dürdane Tuncer tarafından anlatılmıştır. Anlamı “sevgili” demektir.

Ağçiği yolladım urum eline

Eser badı sabah zülfün teline

Gel seni götürelim islam iline

Aman ağçik, civan ağçik

Başımı sevdaya saran o ağçik



  • AĞDIRMAK/AVDURMAK: (Ölçüde) ağır gelmek.

  • AĞIL/AĞAL (Farsça): Hayvaların (genellikle koyun, keçi gibi küçük baş hayvanların) gecelediği, çit veya duvarla çevriliyattığı yer. AGIL (Divanü Lügati’t-Türk): Koyun ağılı. Oğuzlar arasında bu sözcük “koyun pisliği” anlamına gelir.

  • AĞIRŞAK/AĞARŞAK: Dönerek yükselen, takıldığı iğin hızlı dönmesiyle yünün eğerilmesini sağlayan araç. Tarama Sözlüğü: İplik eğrilecek iğe takılan tahta yuvarlak. Anadolu ağazında AĞŞAK, AHIRŞAK, ARŞAK, EKERCEK gibi söylenişleri vardır. Anadolu’da 16. yy’dan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

  • AĞKURU/AVKURU: Çapraz. Verev. Aykırı.

  • AĞRU/A-KURU: Düz,doğru (ca) gelmek.

  • AĞKURU/AĞHURU: Altı üstü pişmeyen çörek,börek.

  • A (Ğ) NAT: Anlat.

  • A (Ğ) ŞAMCA: Akşam olunca. Akşamleyin.

  • AĞLAMSUH-K: Ağlamaya yakın durumda olan.Varayoğa ağlayan.Sulugöz.

  • AĞRO ( Rumca) Yabani.

  • AĞUNUN DİBİ: Beddua anlamında kullanılır.

  • AĞYEL: Lodos.

  • AHA. AHACUK: İşte, burada.

  • AHBUN(ErmeniceAHBUN): Gübre.AKBUN/AHPİN ( Rumca) Hayvan Gübresi.

  • AHBUN TARLA: Ev yerine en yakın tarla. AHBUN-AKBUN-AHBIN-AKBIN (Ermenice) gibi söylenişleri vardır. Gübre, özellikle sığır-koyun gübresi anlamındadır.

  • AHIR: Büyük baş hayvanlarının barındığı kapalı yer.

  • AHLAT: (Akhrados): Yaban armudundan akrad/ahlat. Dilimize Anadolu’da konuşulan Rumca’dan girmiştir. ÇÖĞÜR adıyla da anılır. Olgun meyveleri yaze halde veya kurutulduktan sonra yenir.

  • AHLAT ANLATISI: Meletli ile Cenikli askerde arkadaş olmuşlar. Yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Asker arkadaşlığını bilirsiniz, unutulmaz. Ömür boyu sürer, anımsanır ve her yerde anlatılır. Bu iki arkadaşın askerlik günleri bitmiş, ayrılık günü gelmiş. Birbilerine söz vermişler. Dostlukları devam edecek ve ileriki yıllarda birbirlerini ziyaret edecekler. Günler geçmiş. Ceniklinin aklına askerlik arkadaşı gelince düşmüş Melet’in yoluna. Arkadaşını köyünde bulmuş. Yer evi, yoksulca bir görünüm ama müthiş bir sevgi. Kıyıda köşede saklanmış bal, yumurta, kaymak, köy ekmeği çıkarılmış, yenilmiş. Ertesi gün sarılıp ayrılmışlar. Günler geçmiş Meletli harmanını toplamış, kış hazırlığını görmüş, niyeti Cenikli arkadaşını ziyaret etmek. Heybesine biraz azık koymuş düşmüş yola. Sora sora arkadaşını evini bulmuş, bahçe kapısından seslenmiş. Pencereden bakmışlar, yoksul gürünüşlü bir kişi. Cenikli “Bu benim asker arkadaşım” demiş. Demiş ama hanımına beğendirememiş. Evde konaklamasına razı edememiş. Cenikli boynu bükük arkadaşını karşılamış, kemküm etmiş. Meletli meseleyi anlamış. “Ben bu gecelik samanlıkta yatarım” demiş. Yemek olarak verilenleri yutkuna yutkuna yemiş. Yatmış, uzanmış. Sabah olmadan uyanmış ve düşmüş dönüş yoluna. Yürü yürü yol bitmiyor. Karnı acıkmış, sırtındaki heybesi aklına gelmiş. Heybenin gözlerini yoklamağa, eliyle diplerine kadar gezdirmeye başlamış. Dipte kurumuş bir ahlat bulmuş. Sevinmiş. ahlatı eline alıp yönünü Cenike doğru dönmüş, şu dizeyi okumuş:

Cansın boz ahlat, cansın

Meletliyi kıştan yaza çıkaran sensiz

Senin bir taneni, bin Cenikliye değişirsem

Kıblem böyleyken böyle olsun

AHLATLAR KEL BAĞLADI: Yöremizde nisan-eylül ayları özellikle sisli ve yağışlıdır.Bazen beklenmedik don olayı olur ve meyvelere zarar verir.çoğu kez güneşibile görmek zordur.Halbuki doğanın yeşerip çiçeklendiği,çiçeklerin meyveye dönüştüğü ya da olgunlaşan meyvelerin derlenmeye başlanacağı günlerdir bu günler.İklimin uygunsuzluğu bitkiler kadar insanlarda da olumsuzlzğa neden olur. Doğadaki canlılığı yaşayamamanın sıkıntıları kendini gösterir. Bitkiler olgunlaşamayıp cücek kalır.Yöremizde çok sevilen ahlat meyvasının belirtilen nedenlerle büyüyememesi ya da olgunlaşamaması üzerine yakınma ifadesi olarak “Ahlatlarımız kel bağladı, yeter artık”anlamında söz söylenir.


  • AHMAK ISLATAN YAĞMUR: Hafif yağan yağmur. Çakal yağmuru.

  • AHMAK: Derek, semelek, sümsük, vazalak (h), zırlak.

  • AHRETLİK: Sadıç, dost değerinde arkadaş.

  • AKINDIRIK/AYKUNDURUH/AKUNDURUH/AK-UNDURUK:Çamsakızı. Reçine.AYKINDURUK.

  • AKINMAK/AYHINMAK: Kayma.

  • AKSI/AKSİ:Tersi,diğeri.

  • AKITMA: Kimi hayvanların özellikle atların alınlarında bulunan ve burunlarına doğru uzanan beyaz leke.

  • AKRAN: Yaşça denk, boydaş.AHRAN.

  • ALA HEY ÇEKMEK: Yöremizde halk oyunları oynanırken oyunun ve davul zurnanın en heyecanlı yerinde bağırmak. Ekin biçerken keyiflenip ünlemek.

  • Yöremizde ekin biçilirken söylenegelen bir ünlemeyi şöyle yazabiliriz:

Irgattan bir kişi : YATMIŞLAR

Bütün ırga : YAĞI BALA KATMIŞLAR

Değişik bir kişi : ÜÇ GÜZEL ÖPMÜŞLER

Bütün ırgat : NEREDE

Irgattan bir kişi : ŞU KARŞIKİ IRGATTA

Bütün ırgat : ALADA HEY HEY

Sonra karışık şekilde zılgıt çekilir:YU Hİİ..Hİ..HU..

Karşıki ırgata sıra gelir ve böylece devam eder.



  • ALABALIK (Alag-Balık): Moğolca alak, değişik boyalı, renkli anlamına gelir. Türkçe’de G sesi düşerek ekler alınca “derisi kızıl çizgi mavi pullarla örtülü tatlı su balığı” anlamına gelir.

  • ALACA: Kötü huylu adam olmak. ÖRN: Hayvanın alacası dışında, insanın alacası içinde.

  • ALAF: Hayvan yiyeceği.

  • ALALAMAK: Çizgilerle, renklerle bezeyerek güzel duruma getirmek. Maskelemek. Kamufle etmek.

  • ALAMUH-K: Yakıcı, bunaltıcı hava. Bungun. Umuk

  • ALAN:Türkçe “Düzlük,ova,orman içindeki açıklık”anlamına gelir ama bazı yer adı olarak Kafkas kavimlerinden Oset ve As kavminin ataları olan Alanlar’ın adı olarak ta geçmektedir. Bizans döneminde bu kavmin Anadolu’ya gelerek yerleştiği bilinir.

  • ALASEFİYE: Rastgele, üstünkörü.

  • ALATAV: Toprağın yarı yaş yarı kuru olma durumu. Az tazlı.

  • ALBASMA/ALBASTI: Doğum sırasında lohusanın tutulduğu ateşli hastalık.

  • ALDAK: Hile.

  • ALDAK VERMEK:Karşısındakini kandırmak,yanıltmak

  • ALEKSİ/(A)LEKSİ: Yokluk anlatımında kullanılan söz.

  • ALIÇ (Farsça: ELÜÇ)/ALUÇ: Gülgilllerden kırlarda yetişen yabansı bir ağaç ve onun yemişi.(Divanü Lügati’t Türk):Sarı erik.

  • ALIK/ALUK: Söylenen sözden veya davranıştan alınan.

  • ALKARASI: Lohusayı, bebeği boğmaya çalıştığı sanılan düşsel yaratık.ALKARISI

  • ALKURU: Düz doğruca gelmek.

  • ALLAME: Çok bilgili. ALLAME KESİLMEK: Konuşulan konuda bilgili olduğunu savunmak. Bilmediği halde her şeyi bilir görülmek.

  • ALMA/ALMILA (Oğuz lehçesi-Divanü Lügati’t-Türk): Elma.

  • ALUTA: Tehlikeli yer. Zarar verebilecek yön.

  • AMARAT: Marangoz ve çiftçi araçlarının tamamı

  • AMAN (Rumca). AMAN.Yardım isteğini ya da bir suçun bağışlanılması istenildiğini anlatır.

  • AMBAR/ANBAR: Zahire konulan yer.

  • AMCA: Babanın kardeşi. Babanın (-ca) eki nedeniyle küçük kardeşi anlamına gelir. Eskiden EMMİ (amca), EMMİZADE (amcaoğlu), AMUCA-EMİCE söylenişleri vardı.

  • ANAA: “Hayret etme”yi ifade eden ünlem.

  • ANAÇ: Suyun değirmen oluğuna girmeden önce toplandığı gölet. Suyun ana kaynağı.

  • ANADAN-GÖDEN: Çırılçıplak.

  • ANADUT: Rumca ANADONTİS (dişli, kıvrık dişli)’den ANADOTİS/ANADOT/ANADUT şeklini almıştır. Harmanda sap, demet, deste atmak için üç parmaklı ekin savurma aracının adıdır. Anadolu Türkçesi’ne Anadolu’da yaşayan Rumca’dan geçmiştir. Açıklama: DONTİS (diş) ANA (yukarı, uç) ANADONTİS : Ucu dişli olan. ANADOT-ANADUZ-ANNADUT: Halk ağzında dirgen, yaba.

  • ANAKTAR: Anahtar.

  • ANASINI BELLEMEK: Sövgü sözü.

  • ANCA/ANCAK: Şimdi, az önce.

  • ANCAP: Ahlattan büyük meyve.

  • ANDIR: Miskin, kötü.

  • ANDIRGALA/ANDIRKALA: Bezginlik ifade eder. Ellere kalma. Olmaz olsun.

  • ANDIZ: Meşru olmayan çocuk.

  • ANGUT: Kafası çalışmayan, avanak.ANGILT.

  • ANIK/ANUK/ANUH: Nane.Yemeklere koku vermek için kullanılan dağ reyhanı,kekik,nane gibi kokulu bitki türlerine verilen genel ad.

  • ANIZ: Firez. Ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap. Ekin biçildikten sonra sürülmemiş tarla (Anıza bırakmak). ANIZ BİÇMEK: Kalan kökleri ve tarla kenarındaki otları biçmek. ANIZ YAKMAK: Kalan sapları yakmak (Yanlış bir davranış).

  • ANLAHLAMA: Karşısına geçip bakma.

  • ANNAK-H: Görülebilen yer.

  • ANNAKLAMAK: Gözle uzaktan gözlemlemek.

  • ANNAŞMAK: Anlaşmak. Bir konu hakkında fikir birliğine varmak.

  • ANNELERİN BAHARI

Anneler içinde neşeli sendin

Bizi büyüterek kaderi yendin

Sizden birgün ayrılırım derdin

Benim hasretine yandığım annem

Ver demedin, yok demedin yemek pişirdin

Karda, kışta suya gider üşürdün

Bize fıkralar söyler gülüşürdün

Benim hasretine yandığım annem (Adile Yeniçerioğlu)



  • ANŞA: Ayşe’nin yerel söylenişi.

  • APAZ: Bir avuç dolusu (buğday).

  • ARABAYA KOŞMAK: Çift sürmek yada odun taşımak için kullanılan arabanın boyunduruğuna bir çift öküzü geçirmek.

  • ARAFA/ARİFE: Bayramdan önceki.

  • ARALIK EKMEĞİ: Tarlada çalışırken asıl öğünün arasında yenen yemek. Genellikle ekemk ve ayrandan oluşur.

  • ARBAZA: En çok köpeklerin birbirlerine karşı hırsı, kindar olmaları.

  • ARDUÇLUK: Fazla eşyaları koymaya yarayan yer. Arduş ağacının bulunduğu bölge.

  • ARHAÇ/ARKAÇ: Koyunların gece yattıkları üstü açık, kuytu yer.

  • ARIK (Türkçe ırmak/armak’tan AR-I-K/ARIK): Akarsuyun toprakta açtığı yol, germeç. Hark.Eti yağı erimiş.Kuru,sıska.

  • ARİFANE: Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı.

  • ARK: Su yolu, su akacağı, oluk. (H) sesinin düşmesiyle HARK/ARK.

  • ARKAÇ: Şal dokurken kullanılan ağaca sarılı ip yumağı.

  • ARKALIÇ: Sırta alınan çanta.

  • ARKARU/AYKURU: Karşıt, doğru diye bilinene uygun olmayan davranış. Gidilen yol üzerinde gidiş yönüne ters düşmek.

  • ARMUT: Farsça EMRUD’tan Anadolu Türkçesi’ne halk ağzıyla geçerek ARMUT oldu.

  • ARPALAMA: Çok arpa yemekten olan hayvan hastalığı.

  • ARPASI ÇOK GELMEK: Coşmak, azmak.

  • ARŞAH/AĞIRŞAK: İp eğirceğinin topuzlu kısmı.

  • ARTUK/ARTUH/ARTIK: Artık, bundan böyle, şimdiden sonra. Bundan başka, gayrı olan. Yemekten arta kalan.

  • ARUG (Oğuz lehçesi-Divanü Lügati’t-Türk): Sıska, zayıf, cılız. ARUG ER: Yorgun adam.

  • ARUK-H: Sefil, bakımsız.Ağrımış(yer)

  • ARVAT:Kadın,eksik etek.

  • ASACAK: Askı.

  • ASAR: Eski yapılar. Sınır.(Halk dilinde) Yüksek kaya kütlesi.

  • ASLIBAŞI: Hepsi, tamamı, görüneni olan.

  • ASMA: Dalları çardak üzerine yayılan ve üzüm veren bitki. Yaprağı zeytinyağlı ve dolma yapmakta kullanılır.

  • AŞERME: Gebelikte kimi yemeklerden tiksinip olmayacak şeyler için aşırı istek duymak.

  • AŞI TAŞI: Toprak boya.

  • AŞLAMA: Yeni dikilmiş küçük ağaç.

  • AŞURE AYI: “Muharrem ayı”. Toplumsal geleneğimizde bu ay gelince aşure pişirilir ve komşulara dağıtılır.

  • ATARAÇ: Saç üstünde pişirilen yufkayı çevrimeye yarayan yassı, tahta aygıt.

  • ATAŞ ALMAK: Çok ivedi işi olmak;hemen ayrılmak,gidivermek.

  • AVKURU/AYKURU: Aykırı.Ayrı yönde.

  • AVUKMA:

  1. Çökelek,taze soğan ve zeytinyağı ile yapılan bir tür salata.

  2. Aslının yerini tutmadan giderme; karın açlığını geçici giderme; üzüntüsünü şimdilik giderme.

  • ATMALAR: Bir yer adı.

  • AVADANLIK: Farsça ÁBÁDÁN (Bayındır)’dan Türkçe’ye geçerekn B sesi V sesine dönüştü, anlam genişlemesi oldu. Bayındırlaştırıcı, onarıcı, geliştirici araçlar anlamına geldi.

  • AVANAK-H: Salak, saf.

  • AVARA: Boş duran.

  • AVKIMAK/AVKAMAK: Eğmek, ufaltmak, ezip ufalamak.

  • AVLO(Ğ): Ev çevresi.

  • AVRAT/ARVAT: Kadın. Eksik etek.

  • AVUKMAK: Ezmek.

  • AVULANMAK: Zehirlenmek.

  • AVUT: Yanaklar.

  • AVUZ/AĞIZ/AĞUZ: Yeni doğmuş ineğin ilk sütünden elde edilen (yiyecek)

  • AY : Ay (Kaşgarlı Mahmut anlatısı) Türk hakanlarından biri kendi saltanatından önce gerçekleşmiş bir savaşla ilgili bilgi ister, ancak vezirleri savaşın yapıldığı tarih konusunda yanılırlar. Bunun üzerine tebasına danışır. Kurultayda “Biz bu tarihte nasıl yanıldıksak, bizden sonra gelenler de yanılacak. Öyleyse biz şimdi ayların ve göğün oniki burcunun sayısına tekabül eden oniki yıllık bir döngü yaratalım. Ve her yıla birer ad koyalım; böylece yılları hesaplama bundan böyle onların birbirlerini izleyişi takip edilerek yapılsın ve bu hepimiz için ölümsüz bir anıt olsun “der. Tebası “Siz nasıl isterseniz der” ve onu onaylar. Bunun üzerine Hakan ava çıkar: vahşi hayvanların Ila vadisine, buradaki büyük nehre sürülmesini emreder. Bu vahşi hayvanları avlar; nehre doğru sıkıştırır ve suya düşmelerini sağlarlar. Yalnızca oniki değişik hayvan nehri geçmeyi başarır ve her birinin adı bir yıla verilir. Bu hayvanlardan birincisi sıçgan : fare dir. Nehri ilk geçen hayvan olduğu için adı ilk yıla verilir ve yıl döngüsünün başlangıcı olur. Nehirden çıkış sırasıyla hayvan yılları sıralanır. âd yıllı: Öküz yılı; bars yılı : Pars yılı ; tawışgan yılı : Tavşan yılı; nâg yılı : Timsah yılı; yılan yılı: Yılan yılı; yond yılı: At yılı; qoy yılı : Koyun yılı; beçin yılı : Maymun yılı; tadagu yılı : Tavuk yılı; ıt yılı : Köpek yılı; tonguz yılı : Domuz yılı.

Öküz yılında yiyecek çok olur. Timsah ya da Yılan yılında çok yağmur yağar, bolluk olur. Domuz yılı geldiğinde kar ve soğuk çok olur. Yani Türklerin her yıldan bir beklentisi vardoır.

  • AYAĞI SEKÜR: At hayvanlarının ayağındaki beyaz kıl topluluğu nedeniyle “uğurlu” anlamında kullanılır.

  • AYAK AYARI: Değirmende un inceliğini ve kalınlığını ayarlamak için kullanılan nesne.

  • AYAKYOLU: Kenef. Tuvalet. Yüznumara.

  • AYALAMA:

  1. Harman yerindeki taneleri ya da saplarlı avuç içi ile toplama.

  2. Evlerin üstündeki karı atmada kullanılan tahta kürek.

  • AYAMA: Kişiye adının dışında takılan lakap.

  • AYBEDÜRÜK: Ay’ın doğduğu yer, taraf. “Aybedir Allah”

  • AYHUNDURUH-K: Çamdan çıkan sakız gibi yapışkan madde.

  • AYI/AYU: Eski Türkçe ADIK’tan AYI. Yabani bir hayvan.

  • AYIPSIANMAK/AYIPSANMAK: Utanmak, çığşılmak.

  • AYNALAMAK: At, eşek tökezleyerek diz kapaklarında yara açılması.

  • AYRAN(Rumca)AYRAN.Yoğurdu sulandırarak veya pişmiş süt ya da yoğurdu yayıkta çalkalayarak yapılan içecek.

  • AYUGMA: Kendine gelme, ayıkma.

  • AYUK: Bundan böyle, artık.

  • AYVAN: Balkon.

  • AZIK/AZUK/AZUH: AZZIKA (yiyecek)’dan Türkçe AZUK/AZUĞ/AZIĞ/AZIK: Yiyecek, yemeklik nesne.

  • AZUKLUK:(Yiyecek) Yolluk.

  • AZIMSAMAK: Az görüp beğenmemek.

  • AZMAK: Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğü artırmak. Kabarmak, taşmak.

  • BABA TARLASI: Babadan miras kalan tarla.

  • BADADİYE: Ahşap evlerin duvarlarının yapımında kullanılan dar hartamalar.

  • BADAK-H: Cüce. Gödek.

  • BADAL: Merdiven basamağı, basamak.

  • BADAS: Rumca BATHOS (dip, temel, derinlek, alt)’tan BATOS/BATAS/BADAS/BADOZ: Halk ağzında; harman kaldırıldıktan sonra dipte, altta kalan ekin kalıntıları, taşlı topraklı samanla karışık tahıl kırıntıları.

  • BADASLAMA: Kalın taneleri ayıklama.

  • BADIÇ: Fasulye, bakla gibi taze sebzelerin yeşil kısmı.

  • BADUT: Fiğ otunun yeşil meyvesi.BADUÇ.

  • BAĞA:

  1. Kaplumbağa.

  2. Damarotu. Siğilotu. Yılanotu. Yaprakları yara iyi edicidir. Et dolması sararken sebze olarak kullanılır.

  • BAĞBOZUMU ÖZLEMİ: Anadolu’da M.Ö. 2000 yılında kurulmuş ilk devlet olan Hitiler’den beri, sonbahar bereket mevsimi olarak kabul edilir. İlkbaharda ekilen ürünlerin toplanmasıyla birlikte her tarafta bir bolluk olur. Kışlıklar anbarlara, serenlere yerleştirilir. Fazla olanlar kendinde olmayan ürünlerle değiştirilir yada pazarlarda satılır. Aylardır yapılan zahmetli çalışmaların yorgunluğu, bol ürün alınmasıyla bir anda unutulur. Yerini tatlı bir rahatlık ve huzura bırakır. Anadolu’nun bereket tanrısı Kibele’nin bu mevsimde evleri ziyaret ettiğine inanıldığı için, bağbozumu törenleri yapılır. Ürünler tarlada toplanırken bir taraftan da seyyar ocaklar kurularak mısır, patates haşlanır. Yoldan geçenlere ikram edilir. Mesudiye köylerinden 1950’li yıllarda başlayan göç, 1970’li yılların sonunda en yoğun dönemini yaşayınca nüfus iyice azalmış, su kenarlarında bereketli tarla ve bostanlar bile ekilmeyerek terk edilmiş ve otlak haline gelmiştir. Geçmişin üreticisi köylülerimiz tüketici konumuna geçmiştir (Mesudiye Gazetesi).








  • BAĞIR YORGANI: Beşikteki çocuğun göğüs kısmına serilen ince yorgan.

  • BA(Ğ)LAK (Türkçe BAĞLAMAK’tan BAĞLAK):

      1. Geçit, kimi tarla duvarlarına çekilen kuru duvar; av hayvanlarının geçeceği yer.

      2. Bağlantı yeri.

      3. Ot büyütmek, yetiştirmek için özellikle yaylalarda çevrilerek korunmaya alınan çayır yer.

  • BAĞRAÇ/BAKRAÇ: İçine süt ve sulu nesneler konulan bakır gereç.BAHRAÇ.

  • BAHARIN EN GÜZEL AYI: Bahar gelen de dağ taş uyanır. Issız yerlerden sesler gelmeye başlar. Kapalı kapılar, örtülü pencereler açılır. Kuzu sesleri ortalığı kaplar. Köpek havlamaları, horoz sesleri, tongurakların, ince zillerin nağmeleri, sabahtan akşama değin uzar gider. Sadece onlar mı?..Beyaz kelebeği görenler niye tutar? Günlerinin sevinç içinde geçeceğini düşünür. Arılar vızırdar, kovanlar düzenlenir. Çayırları, orman diplerini, ekilmemiş tarlaları renk renk çiçekler kaplar. Her sabah uyandığımızda boy atmış, mis kokulu çiçeklerin size gülümsediğini, müthiş aromalı kokusuyla sizi çağırdığını farkedersiniz. Koşar, halı gibi çayırlara uzanır, kokuyu içinize çekersiniz. Melet’in çiçeklerinden kolye yapıp, hiç sevdiğinizin boynuna astınız mı?

  • BAHDULU: “Ne mutlu” anlamında yergi sözü olarak kullanıldığı gibi “mutluluk” anlamında da kullanılır.Bahtı açık.

“Gezmek dolaşmak için birgün

İnmek istemiştim köyden şehire

Yanımda karım

Geçerken arabamla Geleşer’den

Sırtında ot

Yüzünde ter toza karışmış

Genç bir kadın

Yüzünü bize döndü, durdu

“Bahdulu size, bahdulu” dedi

Anamı hatırladım, üzüldüm, utandım...”(Yılmaz Doğan)



  • BAKRAÇ/BAHRAÇ: İçine sulu maddeler konulan gereç.

  • BALAK: Türkçe BALA’dan yavru, döl, yeni doğan. Anadolu Türkçesi’nde genelde (yavru), özelde ise (manda yavrusu, ayı yavrusu)...Sözcükteki B/P dönüşmesiyle PALAK/PALAH (ayı yavrusu) anlamındadır.

  • BALATUR:Anadolu evlerinde oda kapılarının üstüne eşya koymak için yapılan ufak oyuk.

  • BALDIRAN: Nemli yerler yetişen zehirli bir bitki, ağıotu, kediotu. İtalyanca’dan türeme bir sözcük. Maydanozgillerden olan bu bitkinin büyük baldıran, küçük baldıran, su baldıranı bitki türleri vardır. “Baldırgan” da denir.

  • BALIGLIG (Divanü Lügati’t-Türk): Balıklı ögüz; balıklı ırmak.-Çamur (Orta Asya)

  • BALTA/BALDU (Divanü Lügati’t-Türk): Anadolu ağzında bu sözcük üç anlamda kullanılır:

    1. Değirmen taşını döndüren aygıt.

    2. Belli yaşa gelmiş genç hayvan.

    3. Odun kesme aracı.

  • BALTACIK/BALTACUH-K: Değirmen taşları arasında alt taşın ortasından yukarı taşa geçirilmiş balta biçiminde bir demir, üst taş bunun üzerinde döner. Konmazsa öğütülen bulgur kalın veya ince çıkar.

  • BANMAK/BANDIRMAK/BANDURMAK: Katı bir nesneyi sıvıya batırıp çıkarmak.

  • BARDABAŞ: Yaramaz, yerinde duramayan çocuk. Saygısız.

  • BASTIBACAK: Kısa boylu, bacakları kısa veya çarpık kimse.

  • BASTIK: Pestil.

  • BAŞAK: Arpa, yulaf, buğday gibi ekinlerin tanelerini taşıyan kılçıklı başı.

  • BAŞAKCI: Tarlalarda dökülmüş, kalmış taneleri toplayan, derleyen kimse.

  • BAŞANNA/BASANNA: Kaldıraç.

  • BAŞATTA: Belki de.

  • BAŞGÖZ ETMEK: Evermek. Evlendirmek, başını bağlamak.

  • BAŞLIK: Evlenecek erkeğin kız tarafına verdiği para veya eşya.

  • BAŞMAKLIK/PAŞMAKLIK: Camide ayakkabı konulan yer.

  • BATAR:Zatürree.

  • BATILGAN: Bataklık yer.

  • BATAMİ: BOTAMİYA (POTAMİA-Pelask dili). POTAMUS: Dere. Açıklama: Sözün çeşitlemesine göre “dere bekçileri, dere işçileri, dere sakinleri” anlamı olabilir. Bizans döneminde dere adları ünlüdür. Hudut akıncılarından buraya yerleşenlerden birinin adı olabilir.

  • BATÖZ/PATOZ: Harman makinesi.

  • BAVLİSİNE AĞLAMAK: (Herkes Bavli’sine ağlar.) Herkes kendi derdini söyler.

  • BAYRAKLI: Bayrağı taşıyan.

  • BAZLAMA: Yağlı tandır ekmeği. Sacta pişirilen oval ekmek.

  • BE ERME: Keçinin veya oğlakların acı acı bağırması.

  • BEBEKTEN BÜYÜME: Kendi ocağında, kendi elinde yetişmiş “çocuk”.

  • BEHNİ: Ahırda oluk şeklindeki hayvan yemliği.

  • BEK GONUŞMAK-H: Yüksek sesle konuşmak.

  • BEKİ: Katı.

  • BEKİTMEK/BEKETMEK: Örtmek.

  • BEKİŞTİRMEK:Sıkılaştırmak.Sağlama bağlamak. Pekişmek-beküşdi

  • BEKLEŞMEK: Beraberce bir yerde beklemek.

  • BEL: Toprağı kazmaya yada kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı, ayakla basılacak yeri olan ucu sivri yada çatal biçiminde tarım aracı.

  • BEL ÇUBUĞU: Binanın ortasına konulan ağaç.

  • BEL VERMEK: Direkler üzerindeki ağırlıktan çukurlaşmak.

  • BELERTMEK: Gözü hiddetle çok açmak.

  • BELİK: Saç örgüsü.

  • BELİNLEMEK: Sinirlenip kabarmak, heybetlenmek.

  • BELLEMEK: Öğrenip akılda tutmak.

  • BENNA: Yapı yapmak sanatıyla geçinen adam, kalfa, mimar.

  • BERİ GEL: “Benden tarafa gel. Bu tarafa, benden yana gel.”

  • BERİ: Eski Türkçe BERÜ: Buyana, buraya.

  • BERİDEN AĞRI: Küçümseyici bir söz.

  • BERİKİ: Öteki. Yanında olan (kişi). Öbürü.

  • BERKİŞMEK: Katılaşmak, pekişmek.

  • BERKİTMEK/BERKİŞMEK: BERK (sağlamlık, güç, dayanak)’tan güçlü kılmak, sağlamlaştırmak, destek vererek kuvvetlendirmek.

  • BERNEK: Doğu Karadeniz yaylalarında yaylanan Çepni obalarında başka komşulardan koyun alıp yaylamak, otarmak eylemi yaygındır. Belli bir süre yaylamakla üstlenilen hayvanlara BERNEK/BARNEK/PERNEK denir.

  • BERTİK: İncilmiş durum, çürük.

  • BESBE(Ğ): Herhalde.

  • BESBELLİ: Belli ki.

  • BESİYE ALMA: Sağlıklı büyümesi için özel olarak besleme, yedirip çirme.

  • BEŞİK ÖRTÜSÜ: Akıntısı iki yana olan çatı.

  • BEŞİK: Kağnı arabasının üzerine yerleştirilen yük aleti.

  • BETGU: Aksi, iğneliyici sözle konuşan.

  • BEYHUT DÜŞMEK: Kendinden geçmek. Yorgunluktan halsiz düşmek.

  • BEZİKMEK: Rengi uçmak.

  • BICI BICI: Küçük baş hayvanları çağırma ünlemi.

  • BICIMAK-H: Geri caymak, sözünden dönmek, oyun bozanlık etmek.

  • BIÇIŞDI (Divanü Lügati’t-Türk): İki kişinin ilişkilerini kesmelerini anlatmak için kullanılan sözcük.

  • BIDIHTI: Boyundurukta kayışı tutan iki adet ağaç çivi.BINDIHTI.

  • BIDIK KIZ: Küçük, sevimli kız.

  • BIDIK/BİDİKE/BİDİK: Azıcık, küçücük, ufak.

  • BIHO/BIHO(Ğ): Atı otlağa bağlarken ayak tırnağındaki boşluktan bağlama şekli.

  • BILDIR: Geçen yıl.Bir yıl önce.

  • BILHILAMA/BILHIMA: Yumuşak, gevşek.

  • BILIH BILIH: Yumuşak, yumuiağa yakın.

  • BINAK-H: Deli.

  • BINAMIŞ/BUNAMIŞ: Delirmiş.

  • BINGIL: Yumuşak.BINGILDAK(H) Kafatasındaki kıkırdak bölüm.

  • BITRAK-H/PITIRAK: Tarlalarda biten bir bitkinin elbiseye yapışan dikenli tohumu.

  • BIZDIK: Ermenice BHİZDİK (ufak çocuk)’tan BIZDIK: Çocuk, yavru, yaramazlık eden küçük çocuk.

  • Bİ(R)LOHMACUH/Bİ(R)LOHMACUK/Bİ(R)LOKMACIK: Bir yudum. Küçük, ufacık.

  • Bİ PIRTIH/Bİ PIRTUH:Çok az.

  • Bİ(R) HASIMKİ: Çok iyiyim.

  • Bİ(R)GIYNAH/Bİ(R)GIYNACUH: Küçük. Azıcık, ufak. BİGIYIM/BİGIYTUH.

  • Bİ(R)KIYMUH/Bİ(R)KIYMIK/Bİ(R)KIYMUK/KIYNAK/Bİ(R)GIDIM: Yarı, azıcık, küçücük.

  • BİBİ: Hala.

  • BİÇENEK: Biçilecek yer.

  • BİÇİK/PİÇİK/BİCÜK: Buzağı.

  • BİDEK: Tomurcuk.

  • BİDİ BİDİ: Tavukları çağırma ünlemi.

  • BİLE: Birlikte, beraberce.

  • BİLGÜ (Divanü Lügati’t-Türk): Bileğitaşı.

  • BİLİ BİLİ : Tavuk gibi kümes hayvanlarını çağırmak için çıkarılan ses

  • BİMAFİR: Bir süre sonra.

  • BİNDİRMELER: Köyden veya yayladan çıkarken at hayvanına binilen yer.

  • BİNDİRME ALTI: Genellikle kuzu ayrılan yer.

  • BİNEK: Üzerine binilen, binmeye yarayan yer.

  • BİO-RON/BİR-Ö-Ğ-N: Yarından sonraki gün.

BİR-ON/Bİ ROĞN.

  • BİRİSİ: Bir kişi. İçinizden herhangi biri.

  • Yüklə 0,75 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin