Translated by WordPort from Brother wp (Daisy/Notebook) document seyha wpt



Yüklə 0,71 Mb.
səhifə1/11
tarix14.05.2018
ölçüsü0,71 Mb.
#50438
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11



SEYİT MEHMET SEZEN

Nasıl yaşadı?
Neyi götürdü?

(Biyografi)
Hazırlayan

Nurettin SEZEN






İÇİNDEKİLER
I. HAYATI VE ÖZELLİKLERİ

A. HAYATI


  1. EĞİTİMİ 1

  2. GENÇLİK YILLARI 8

3. MESLEK HAYATI 14

4. YAŞLILIK YILLARI 22


B. ÖZELLİKLERİ


1. KAREKTERİ 25

2. ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ 28


II. FİKİRLERİ VE İNANÇLARI

A. FİKİRLERİNİN OLUŞMASINDAKİ ETKENLER

1. ÖRGÜN VE ÖZEL EĞİTİM 37

2. YUNUS HOCAFENDİ’NİN VE ÇEVRENİN ETKİSİ 39

3. OKUNAN KİTAPLARIN ETKİSİ 40



B. İNANÇLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

1. TAKLÎDÎ VE TAHKÎKİ İMAN 41

2. ÂHIRET GÜNÜNE iMAN 48

C. ÖLÜM VE ÖLÜM KORKUSUNDAN

KURTULUŞ YOLLARI

1. ÖLÜM KORKUSU 57


2. ÖLÜM 59
3. ÖLÜM KORKUSUNUN NEDENİ 60

4. ÖLÜM KORKUSUNUN ORTADAN

KALDIRILMASI 63



D. AHKÂM-I CENAZE VE KABİR

1. AHKÂM-I CENAZE 71

2. AHKÂM-I KABİR 73

3. KABİR HAYATI 75



F. AMELLE İLİGİLİ DÜŞÜNCELERİ 83

E. İLİMLE İLGİLİ DÜŞÜNCELERİ

1. İLİM VE BİLGİ İLE İLGİLİ ÖRNEKLER 89

2. CEHÂLET 96

3. AKILLI VE AHMAK 98



III. AHLÂK KURALLARI VE SOSYAL

PRENSİPLER 101

A. AHLÂK



  1. KELÂM-I KIBÂRLAR VE ÇOK

TEKRARLADIĞI SÖZLE 103

2. HASET 108

3. GAZAP VE ZULÜM 111

4. BOŞ SÖZLER VE BOŞ VAADLER 114

B. SOSYAL PRENSİPLER


  1. KELÂM-I KIBÂRLAR VE ÇOK

TEKRARLADIĞI SÖZLE 115

2. İŞE UYUM SAĞLAMA 117



IV. EĞİTİMCİLİĞİ VE HİZMETİ


1. EĞİTİMCİLİĞİ 125

2. YÖN VERDİĞİ BELLİBAŞLI ÖĞRENCİLERİ 130

3. HUTBELERİ VE VAAZLARI, HALKIN EĞİTİMİ 133
V. YAZILARI VE ŞİİRLERİ

1. YAZILARI 135



2. ŞİİRLER 140
VI. HÂTIRALAR VE LATÎFELER 155
VII. DEFTERLERİ VE KAYNAKLAR

1. DEFTERLERİ VE EVRAKLARI 173


2. KAYNAKLAR 176


SEYİT MEHMET SEZEN

HOCAFENDİ

I. HAYATI VE ÖZELLİKLERİ


A. HAYATI


Seyit Mehmet Sezen Hoca 01.03.1328-1912 yılında, Ge-rede'nin Avşar Sânî (İkinci Afşar) Köyü'nde doğmuştur.1

Dedesi İsmail, büyük dedesi Mahmutoğlu Ali'dir.

Babası Seyit Ahmet'in,2 Sakarya Savaşları'nda, cephede hastalanması ve hava değişikliği (tebdil-i hava) için evine dönme-sinden bir müddet sonra 1922 yılında, 37 yaşında vefatı üzerine on yaşında yetim kalan, ailenin 5 çocuğundan biridir.

Amcası, Muharrem3 de (Kafkas Cephesinde muvazzaf alaylı subay) çavuş rütbesiyle savaşırken şehit olmuştur.
Babası vefat ettiğinde büyük kardeşi İsmail 15, en küçük kardeşi Muharrem bir yaşındadır. Ailenin başında ihtiyar bir nine ile annesi kalmıştır.

1. EĞİTİMİ
Öğrencilik Yılları
Birinci Avşar (Avşar-ı Evvel) Köyü'nde bulunan İlk Mek-tep'de, çevre köylerinden de gelen 100-150 civarındaki öğrenciler arasında başta yarışmaktadır.

Sınıf arkadaşlarından Mustafa Esen, durumunu şöyle anlat-mıştır: ", Seyit Mehmet mektebde, bütün derslerde başarılı olma ve başarıda da ilk sırayı alma isteği ve hırsıyla çalışıyordu. Baş-kaları birinci sırayı aldığında ya da bir soruya cevap veremediğinde ağladığı anlar oluyordu.

Rekabet ettiği ve yarıştığı öğrenci ise Mehmet Emin'di. Kendisinden dört yaş büyük olan, babasının mekteple ve oğluyla ilgilenmesi dolayısıyla, bazen Mehmet Emin (M. Emin Özafşar-Karahafız), bilhassa matematik dersinde birinci sırayı aldığında ya da kimsenin yapamadığı bir problemi, Mehmet Emin çözdüğünde Seyit Mehmet sırasında ağlardı.

Sınıfta orta boylu, zayıf bünyeli ve sâkin öğrenciler arasın-daydı."

Mükemmel bir kültüre sahip ve aynı zamanda hâfız olan, öğretmen Hasan Çakmak4 öğrencilerini çok güzel yetiştirmiştir. Bu öğrenciler arasından hâkim, öğretmen ve memur olarak hayata atılmış olanlar vardı.

Bolu'da rüştiyeyi bitirdikten sonar Kuleli Askerî Lisesi'nin sınavlarına girmiş kazandığı halde, maddî imkansızlıklar nedeniyle ve gerekli harçlığı bulamadığı için gidememiştir.

Öğretmeni Hasan Çakmak Bey'e; "Seyit Mehmet Sezen'e yardımcı olsaydınız ve teşvik etseydiniz, bir subay olarak daha geniş imkanlara sahip olur ve çocukları da daha iyi yetişebilirdi," diye sorulan soruya, "Seyit Mehmet, yüksek rütbeli subay olabilir-di. Ancak, o devirde subay olanların bir kısmı ... (memleketin yararına olamadılar). Kader böyleymiş, bu duruma şükretmeli. Şu andaki hizmeti de takdir edilmeli. ..." cevabını vermiştir.

İlk mektebi bitirmesinin üzerinden iki sene kadar bir zaman geçtiği halde okumayı bırakmak istememiştir.


İlk Mektep Diplomasındaki Resim

Özel Eğitimi
Bir müddet hâfızlık eğitimi aldıktan sonra da iki sene kadar Yunus Hocafendi'nin hizmetinde bulunarak eğitim görmüştür.

Altmış yaşına, merdiven dayamış olan Yunus Hocafendi'nin "Öğrenme ve öğretme" sevdiği meslektir. Okumakta ve fırsatını buldukça halka bir şeyler öğretmeye çalışmaktadır.


Yunus Hocafendi'nin oğlu Mehmet İnci anlatıyor:

"Ben ilk mektebe giderken Seyit Mehmet de bizde, babama hizmet ediyordu. Sırtında alacalı bir hırka vardı. Gerektiğinde işimizi görür, gelir bizim yanımızda otururdu. Babam da kendisine bir şeyler öğretirdi.

Babam, Seyit Mehmet'e bir konuyu açıklamaya devam ediyordu. (Kayınpederi) Halil Ağa, babama öfkelendi:

- Oğlum! Bu Seyit, senin taleben mi, yoksa hizmetkârın mı? Bırak, şu çocuğu; gitsin işine! dedi."


Kur'ân-ı Kerîm, hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerini ana kaynak-larından okuyup kavrayabilecek kadar Arapça ve Osmanlı kültü-rüne sahipti. Türkçe ve Arapçanın temel kurallarını, daha ilk mek-tepte iken öğrenmiş, Yunus Hoca'dan Farsça öğrendiğini ve Arapçasını da geliştirdiğini düşünüyoruz.

Bir Sözleşme Sureti

2. GENÇLİK YILLARI

Hayata Atılma ve Evlilik
Üç oğlu da şehit olan Halil Efendi’nin vefât ettiğinde dünya-da, henüz bir yaşını tamamlamamış Hacer isimli bir tek torunu kalır. Ocak söner, ev yıkılır, her şey çarçur edilir ve tarlalar satılır.

Bunu önlemek için, kardeşi Muharrem Hoca ve gelini Fâtıma mala-mülke sahip obabilecek vasıfta bir damat adayı ararlar.


Hala Fâtıma, küçük yaşta da olsa yeğenine teklifi yapar. Halil Efendi'nin torunu, onbeş yaşındaki Hacer ile Seyit Mehmet evlendirilir ve macera başlar.

Mükellefiyet kazanılıncaya badar mahkeme faslı devam eder. Hacer söylenenleri aynen uygular.

Hâkim sorar:

"Seyit Mehmet'i mi istersin, yoksa annen Fâtıma'yı mı?"

Cevap basit:

"Seyit'i..."

Seyit Mehmet nezarete atılır. Hacer nezarethanenin de-mirlerine yapışır ve; "Buradan ayrılmayacağım! ..." diye feryât eder. Niyetinin ciddi olduğunu gören müddeiumûmî (savcı) ve jandarmalar Seyit Mehmet'i nezaretten çıkarırlar ve serbest bıra-kırlar.
Tarlalardan bir kısmı, işgalcilerinden tek tek kurtarılır. Kimi-lerine paralar verilir, kimilerine de zor kullanılır. Eskisi yıkıldıktan sonra yapılan yeni evi de, 63 kırmızı liraya satın alınır.

Askerliğe kadar, ramazan aylarında ya da altı aylığına imamlık görevi yapılmaya başlanır.


Gerede Askerlik Şubesi'nin bahçesinde, sevk için toplanıl-dığında Hacı Zeki Cevahircioğlu görünür ve, "Seyit Mehmet! Şim-di askere gidiyorsun. Benden aldığın 40 lirayı ne zaman vere-ceksin?" Kendisini sevmeyenler, sıkıntıya düşürmek amacıyla, alacağını tahsil etmesi için, gidip Zeki Cevahircioğlu'nu kışkırtmış-lar.

Cevâhircioğlu'na cevap verir: "Sizinle borcun nasıl ödenece-ğini honuşmuştuk, paranız zamanında ödenecek, müsterih olun."

Hacı Zeki Efendi, kendini kışkırtanları ve durumunu anlatır. Kendisine güvendiğini söyler ve temennilerde bulunduktan sonra askere uğurlar ve gider.
Askerlik Yılları
Çanakkale'de, altı ay jandarma er eğitimi görür.

Mardin'de birliğine katıldıkaan sonra, yeni gelenlerin içtimâ-ında subaylar ve çavuşlar, kendilerine yarayacak ihtiyaçlarını kar-şılayacak olan erâtı belirlerler. İki çavuş, önünde durarak mülâkata başlar. Çavuşlardan birisi:

- Sen, benim hemşehrimsin. Ben de Dörtdivanlıyım, dedik-ten sonra, senin durumunu, fiziğini uygun bulduk. Senin de, bizim birliğimize katılmanı istiyoruz. Bizim birliğimiz, atlı ve seyyar birliktir.

- Ben birliğinizin durumunu bilmiyorum. Ayrıca, benim at alabilecek param da yok, der.

"Birliğimiz seyyar olduğu için sıkıntıları vardır. At satın alman için senden hiç para istemeyeceğiz, zamanla bedelini bize ödersin. Yarın sabaha kadar senden cevap bekliyoruz," der, çavuşlar.

Yeni terhis olan bir çavuşun ve birliğin en iyi kır atı, 69 liraya Seyit Mehmet için satın alınır.

Birlik kışladan ayrıldıktan sonra haftalarca geri dönmez, ilçelerin ve köylerin asâyişini sağlar, eşkıya takip eder. Yerine göre eşkıya ile yakın ve sıcak temasta bulunulur ve bazen eşkıyanın pususuna da düşülür.

Arazide, eşkıya takibinde bulunulduğu sürece harcirah ve tayın bedeli ödenir. Ata da yem bedeli. Bu verilen bedeller o kadar fazla ki, çok düşük fiyata pazarlardan ihtiyaçlar karşılan-dıktan sonra çok para artar. Artan para ile satın alınan atın ve Hacı Zeki'ye olan borç, hemen ödenir.


Askerlik askerliktir. Arâzide de gecelesen, riskler de karşı-na çıksa önemi yoktur ve her şeye katlanılacaktır. Ne var ki, eş-kıya tarafından kurulan pusularda, birliğe katılmasından henüz dört ay geçmeden, Adapazarlı hâmisi olan fedâkâr çavuşunu, altı ay sonra da Dörtdivanlı hemşehrisini kaybeder. Çavuşlar eşkıya tara-fından şehit edilmiştir.


Sevdiği çavuşların şehit olma sebebini şöyle açıklamıştır:

“Çavuşlar, birliğin ya önünde ya da arkasından gidiyorlardı. Birliğin emniyetini sağlamamıza rağmen onları kaybettik,” diyor ve “Ben birliğin ortalarında bulunduğum için tehlike ile burun buruna gelmedim, eşkıya kurşunununa hedef olmadım.”


Para durumu o kadar iyidir ki, asker arkadaşlarına da ol-dukça yardımda bulunur. Gerede’den Saraç Ahmet Açıkgöz bun-lardan biridir. Bunun neticesi arkadaşlarıyla olan yardımlaşma ömür boyu devam etmiştir.
İhtiyat askeri olarak İstanbul'da Selimiye Kışlası'nda, aile-den amcaoğlu Selahaddin'le beraberdirler. Ortanca kardeşi de Şişli'de askerlik yapmaktadır.

Selimiye'de aldığı eğitimle ilgili, çok sistemli tuttuğu notlar dikkat çekicidir.




KORKMAYIN5
Seyit Mehmet Hoca Merdin’de askerlik yaparken köyün birinden, jandarmaya kız kaçırıldığı ihbarı yapılır ve arama başlar.

S. Mehmet Hoca bir arkadaşıyla iki atlı olarak, uzak bir kö-ye göreve giderler. Arazide ilelerken, daha once kaçan ve aranan oğlanla kıza rast gelirler. Kaçmaya ve gizlenmeye fırsat bulamayan kız ve oğlan jandarma tarafından yakalanınca korkudan tir tir titrerler.


Hoca kızla oğlanın kaçma hikâyelerini dinler ve niçin kaç-mak zorunda kaldıklarını öğrenir:

“Korkmayın! Sizin durumunuz, aynen benim de başımdan geçti. Haydi gidin, başınızın çaresine bakın ve meselenizi hukuk yoluyla halledin.” der ve serbest bırakır.


Jandarma görevine gider, kaçaklar da yollarına devam ederler.





3. MESLEK HAYATI
İmamlık ve Eğitim Hizmetleri

Askerlik hizmetinden sonra yazları köyünde çalışır ve kışları da Düzce'de imamlık görevini yürütür.

Bilhassa, Düzce’nin Cumayeri'ne bağlı Basantı Köyü halkı; imamlık ile dinî tedrisâtın yanında yeni yazı, genel kültür bilgilerini verişini, eğitim hizmetini unutamazlar.

1941-1943 ve 1944-1945 yıllarında da kendi köyünde imamlık görevine devam eder. Köyde okul olmadığından, kendi isteği ve Köy ihtiyar heyetinin de uygun görmesiyle dinî eğitimin yanında yeni yazı, Türkçe, genel kültür ve hesap derslerini belirli bir program dahilinde gençlere verir. Din eğitiminin zorlaştığı bu devrede, kendisi için jandarmanın baskısı pek görülmez.

Bilhassa jandarma, Lâtin alfâbesiyle eğitim yapılmasını hoş karşılamayan eğiticilere baskı yapmaktadır. Kendisi hem dinî eğitim ve hem de yeni harflerle eğitim hizmeti verdiği için herhangi bir engelle karşılaşmamıştır.
Yunuslar ve Çukur köylerindeki imamlık hizmetleri, ara-lıklarla 12 sene kadar devam etmiştir. Özel, hâfız olarak yetiştir-diği İbrahim Esen ve Mehmet Gün'ü de Yunuslar'a götürerek barınmalarını eğitimlerini sağlamıştır. Bu talebeleri 1944 depre-minde, kaldıkları odanın duvarının çöküşünü unutamamışlardır. Köy halkının ilgisi nedeniyle, Yunuslar Köyü’nden Osman Halıcı gibi kişilerin hâfız olarak yetişmesi sağlanmıştır.

Yine, Yazı Karaköy'deki imamlık ve eğitim hizmetleri, kendisi için en mutlu yıllar olarak geçer. Köyün, iktisatçı olan vekil öğretmeniyle, öğrencilerin din eğitimiyle ilgili, karşılıklı yardımlaş-maları halkın dikkatini çeker.


Talebeleri eğitimdeki başarısının sebeplerini şöyle sıralarlar:

Eğitimde zorlamayı, baskıyı kabul etmezdi. Bir kişinin da-yakla, baskıyla zorlamakla adam olacağına, eğitileceğine inan-mazdı. Eğitimin bir gönül işi olduğuna ve bir gün baskı kalk-tığında, her şeyin yok olacağına inanırdı. Bunun için öğrencilerinde eğitimi alma isteğinin, daha başta kazanılmasına gayret ederdi. Öğretim için, işi en aşağıdan alırdı. Kendisi öğrencisinden daha fazla gayret eder ve öğrencinin memnun olmayacağı hiçbir şeyi yapmazdı. Olayalar karşısında öfkesini hemen yener; kimseye kızmaz, üşenmez, sinirlenmez, öğrencisine bağırıp çağırmaz ve hele sopaya hiç başvurmazdı.


Tahir Akbıyık anlatıyor:

Köyünün imamı olan Seyit Mehmet Sezen Hocafendi beni hâfızlığa başlatmış ve bu hâfızlık süresi, kısa ara vermeler hariç iki sene kadar devam etmiştir.


Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktan, hıfzetmekten ve ezberle-mekten zevk alıyordum. Bu zevki bana Hocam vermişti ve bunun için çok çalışıyordum.

Öğleden sonra akşama kadar yeni ezberimi yapıyor, daha önceki ezberlerimi de tekrar edip kaviliyordum. Gece, bir daha tekrar edip yatıyordum.

Bütün bu çalışmamı, zorlama ile değil, ertesi günü Hocamın huzurunda tadacağım zevki düşünerek yapıyordum.

Sabahleyin annem, ders çalışsın diye erken kaldırırdı. Hafızası gelişsin, zihni açılsın diye bir avuç kadar üzüm verirdi. Dersimi, yine tekrarladıktan sonra Hocam’a gidebilmek için sabırsızlanırdım. Ben ders saatinin gelmesini beklerken, annem6 de “ders çalışmıyor” diye tedirginleşirdi. Bu, annemin her hâlinden belli oluyordu.

Daha sonraları öğrendim. Benden, durumumdan şüphe eden annem, dersten kaytarıp kaytarmadığımı ya da dersimi yapıp yapmadığımı kontrol için beni takip edermiş. “Derse gidiyorum,” diye, başkalarının yaptığı gibi derse değil “oyuna” gidip gitmediğimi kontrol ediyor ya da ders verirken, “çalışmadığı için” zorlanıyor mu? diye benim arkamdan gelip ders verdiğim odanın kapısının eşiğine oturur, beni dinlermiş. Annelik duygusu...

Derken, annem benim dersimden, ders verişimden Kur’ân-ı Kerîm’i güzel ve hatâsız okuyuşumdan zevk almaya başlamış.

Bana anlatıldığına göre,7 ben içeride ezberlerimi okurken, annem de aldığı zevkten ve sevinçten kapının eşiğinde ağlarmış. Dersimin bittiğini anladığında da, hemen ve bana sezdirmeden evimize dönermiş. Annem, ders verişimi izlemeyi âdet hâline getirerek, günlerce devam ettirmiş.
Dersimi verirken, genelde yanlışım çıkmıyordu ve hatâlarım yok denecek kadar azdı. Tek tük yanlışım çıktığında da, Hocam kibarca, hatâmı düzelttirinceye kadar kendi tekrarlar ve tekrar-latırdı. Zaten Hocafendi, hatâlı okuduğumuzda olgunlukla karşılar, sert tutumlara girmez, kızmaz, öfkelenmez ve hatâyı yumuşak bir şekilde düzelttirirdi.

Başkalarından farklı olan, diğer bir husus; Hocam, ders verirken Kur’ân-ı Kerîm’i, bana makamla ve usûlüne göre okutturuyordu. Hocafendi “tecvit kuralları”nı çok güzel öğretmiş ve ezberletmişti. İstediği kuralı tatbik edebiliyordum. Böyle olunce ders esnasında da Kur’ân-ı Kerîm’i makamla okuyabiliyordum.

İster hocadan kaynaklansın, isterse talebenin tembelliğinden kaynaklansın bu makamla okuma usûlünü ve benim aldığım zevki, hâfızlık yapan öğrenciler bulamıyordu.

İşte annemi kapının eşiğinde beklettiren ve ağlattıran; benim güzel sesimle, Kur’ân-ı Kerîm’i çok güzel ve hatâsız okuyuşumun verdiği zevkti. Hocam da, benim bu başarımdan zevk alıyordu.


* * *

Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemeyi tamamlamıştım. Kur’ân- Kerîm’in tamamını bir günde okuyacaktım.

Daha önce kararlaştırdığımız günün sabahı başlayan, Kur’ân-ı Kerîm’in tamamının ezber tilâveti, birkaç defa kısa süreli ara vermeler hariç dokuz saat sürmüş ve duâ ile son bulmuştu.

Kur’ân-ı Kerîm’i ezber okuma işi bittiğinde yerimden kalkamadım. Bacaklarım ve ayaklarım benim değildi, sanki. Dizlerimden alt kısmı tutmuyordu, uyuşmuştu. 1.5-2 saat kadar oracıkta bekledim, sonra kalkıp gittim.


1942 Tarihli Yazısı ve İmzası



Baldız Hatice anlatıyor:

Hâfızlığa çalışan İbrahim Esen’le Mehmet Gün ders almaya gelmişlerdi. Ben 10-12 yaşları civarındaydım.

Sırası gelen Mehmet Gün ezberlerini okuyordu. Ben de tam karşısında oturuyordum. Bir âyeti hatâlı okudu. Beş on sefer tek-rardan sonra düzelttiler. Ara sıra yanlış okunan ayete dönüldüğün-de, aynı ayeti yine hatâlı okuyordu.

Ortada ne bıkkınlık, ne sinirlilik, ne öfke vardı. O kadar çok tekrar ettilerki, ayetteki yanlışı da doğru olanı da ben de öğrenmiş-tim.

Bu, hatâlı okuyuşu düzeltme esnasında ben sessizce gülü-yordum. Mehmet Gün’ün gözü de, arasıra bana kayıyor, dikkati dağılıyor, gülecek gibi oluyor ama gülemiyordu.

Başka âyetlere geçtiler. Bir müddet sonra yanlış okunan âyete tekrar döndüler. Mehmet Gün âyeti yine yanlış okuyunca, ben kendimi tutamadım ve haykırarak güldüm.

S. Mehmet Hoca (Eniştem) yavaşça yerinden doğruluyor-du. Ben önde, o arkamda koşarken, bir anda dışarıya çıktık. ...
Dikkati dağıttığım, ders huzurunu bozduğum için bir daha, ders esnasında yanlarına giremedim.
Yardımlaşma

Zor Durumda Kalana El Uzatma:

Yardım elini uzatma, herhangi bir bedel düşünmeden yapılan yardımlaşmalardır. Bu, çalışma esnasında çekilen sıkıntıların, veri-len emeğin bir karşılığı alınmadan olan yardımlardır. Örnek olarak aşağıda bazılarını, kısaca ele almak istiyoruz.


Çalışmaya ihtiyaç duyana, hemen yardım elini uzatır ve koşar. Komşularının, bacanağının ve yakınlarının işlerinin görül-mesi, tarlalarındaki hasatın biçilmesi, kaldırılması, işlenmesi gibi yardımlaşmaları karşılık beklemeden yapar.
Mehmet Güney anlatıyor: Hocafendi, bir gün bana geldi. Komşusu ve akrabası R. B. için: “Taşköprüdeki tarlası, yalnız başına kalmış, hâsılatı zarar görüyor, yok olacak. Gidelim de dert-ten kurtarıverelim, olur mu?” dedi. Sonra, ertesi sabah, gizlice vâdiden gittik, 3-5 dönümlük tarlasını, sahibinin haberi dahi olma-dan akşama kadar hasat ettik ve bitirdik.”

* * *


Nazif Yazan anlatıyor: Odun ihtiyacını karşılamak için Karasu ormanına gidiyorduk. 16-17 yaşlarında bir çocuk ve yalnızdım. Odunu hazırlayacak olanlar hep geçip gitmişlerdi. Ara-balar yavaş yavaş ilerliyordu. Nereye gideceğimi, odunu nasıl hazırlayacağımı düşünüyordum. Ovacık Mandıraları’na yaklaşmış-tık.

Son yaya kafilesinin içinden S. Mehmet Hoca ayrıldı ve yanıma geldi: “Sana kim yardım edecek?” diye sordu. “Yalnızba-şımayım, kimsem yok.” dedim. “Arabanı yana çek.” dedi ve yolun hemen üzerinde büyükçe bir ağaç gösterdi. “Biz arabaları doldu-rup geri dönünceye kadar, sen bunu hazırla.” dedi.

Yolun 5-6 metre üzerindeki ağacı keserken geçenler; “Bu ağaç yaş, sen ne yapıyorsun? ... Bu kereste, odun değil... Orman bakım memuru seni cezalandırır...” diyorlardı.

Her şey hazırdı, ama kimse yadımcı olmadığı için araba yükletilememişti. Gelenler, hep arabasıyla geçip gidiyordu. Der-ken, S. Mehmet Hoca geldi, “Arabanı yola çekelim ve yolu tıkayalım ki bize yardım etsinler.” dedi.

Yol tıkanmış araba da yükleniyordu. Orman bakım memuru geldi, “Ne yaptın sen böyle, olmaz bu ...” dedi.

S. M. Hoca söze karıştı, “Ben söyledim, tek başına olan, bu yetim çocuğa. Kimin arabasında yaş ve kereste yok ki?” Orman bakım memuru sustu.


Konvoyun en güzel yüklü arabası benim arabamdı, en önde ben gidiyordum. Herkes bana yardımcı oluyor, yokuşlarda arabam itekleniyor, inişlerde fren yapılıyordu.
* * *

Birinin kızının evlendirilmesi için, uzun süre ailesinden söz alınamaz.

Gider ve şöyle konuşur: “Bu iş olacak. ... Aksi takdirde, yüzü kara çıkacak olan sen olacaksın. Yiğitlik sende kalsın, ‘Evet, tamam,’ de, bu iş bitsin!” diye, tavizsiz konuşur. Daha sonra da iş tatlıya bağlanır ve bitirilir.
İster hukukî, ister sosyal ve ekonomik olsun meselelerin çözümünü gösterir ve problemler de böylece sona erer.
Nalbantlık mesleği:

Nalbantlık mesleğini, kusursuz yaptığı için yine bir bedel beklemeden, zamanı uygun olduğu müddetçe ihtiyacı olan kişilerin işlerini görmüştür.


İmkân sağlama:

Bilhassa eğitim yoluyla, okula gitmeyen gençlere okuyup yazma öğreterek çeşitli imkânlar sağlamıştır. İster askerlikte, ister-se günlük hayatında olsun bu eğitimden halk ve gençler yararlan-mıştır.

Bir amca oğlu ile üç biraderi ayrıldığında, annesi ile 10-12 yaşları civarında olan en küçük kardeşini yanına alır. Kendisinin maddî durumu çok iyi olduğundan, ilerideki hayatını düşünerek, babadan bir şey kalmayan küçük kardeşine imkân hazırlamaya çalışır. Kayın vâlidesinin ve kayın vâlidesinin annesinin gönüllerini alarak mal varlıklarının tamamının, küçük kardeşine verilmesini sağlar ve kardeşini de evlendirir.

Böylece kardeşi sıkıntıdan kurtulur ve maddî varlığa kavu-şur ama, kendisi de bu işten hoşlanmayanların ya da kıskananların da hışmına uğrar.

Bu mutlu sonun bedelini, daha sonra çok ağır öder. İki defa yayla evi yanar, malları çalınır ve kesilir. ... sıkıntılara katlanır, kınâ getirmez ve Allah’a şükreder.
Bilirkişilik Hizmetleri
1964 yılında başlayan kadastro tespitlerinde, kendisine verilen bilirkişilik görevi esnasında, konuya vukûfiyeti kadastro memurlarının dikkatini çekmiş ve kendisine özel değer vermişler-dir. Böylece en zor verâsetlerin çözümü ve hisse oranlarının belir-lenmesi işinde memurların yanılmalarını önlemiştir. Seneler süren bu çalışma kendisini hayli meşgul etmiş ve zamanını almıştır. Köyün özellik taşıyan tespitlerinin tamamının bir suretini aldığı için, bu kayıtlardan daha sonra çok yaralanılmıştır.

Yine bilirkişiliğine itimat edildiğinden Osmanlıca (eski kayıt) tapuların ve tapu kütüklerinin okunmasında, Gerede Asliye Hukuk Mahkemesi ve Tapulama Mahkemesi'nce, “yeminli bilirkişi” ola-rak kendisinden yararlanılmıştır. Ne var ki bir seferinde, Gerede Asliye Hukuk Mahkemesi'nde eski tapu kayıtlarının belirlenme-siyle ilgili tanıklığından sonra tarafların, kendisinden kaçmasını unutamamıştır.





4. YAŞLILIK YILLARI
Hac Yolculukları
1964 Yılında, ilk defa hac görevini ifâ etmek üzere, karayoluyla Hicaz'a gitmiştir.

1968 yılında ikinci sefer, eşinin dedesi Halil Efendi'ye vekâleten, komşularıyla ve karayoluyla Hicaz'a gitmiştir. Bilhassa bu yolculukta tuttuğu notlar, çok önemli ve dikkat çekicidir.

1971 yılında da eşi ile beraber hava yoluyla, tekrar Hicaz'a gitmiştir. Bu yolculuğa çıkmadan önce Gerede'li Haceşrefler'den Hacı Mustafa Karagözoğlu, "Hac yoluna hazırlanan para, helâl ve mukaddes paradır." diyerek bu yolculuğu teşvik etmiştir.
Hastalığı
60 yaşına bastığında da âile kırizi doğmuş, 1971 Yılında hanımı vefat etmiştir. 1972 Yılında da ikinci evliliğini yapmıştır.

65 yaşları civarında da imamlık görevini bırakmıştır. Ancak zaruret ve ihtiyaç vuku bulduğunda tarım işlerinde yardımcı olmuştur. Son zamanlarında geçirdiği kısmî felcin eseri, vefatına kadar sürmüştür..

Dilinde ve konuşmasında beliren rahatsızlığa rağmen, camide bir bayram vaazını başarıyla yapmıştır.

Son bir-iki senesinde zihninde birkaç saniyelik intikal gecik-mesi belirmiştir. Bu durumda derdini anlatmada gecikme olduğun-da ya da hatalı davrandığında üzüntüsünü açığa vurmaktan çekin-memiştir.

Bütün bu rahatsızlıkların yanında, vefatına kadar doğrundan doğruya, gerçekleri söylemekten, ikazlarından vaz geçmemiştir.
Hata yaptıklarında, kendisinden keskin delilli cevabı alanlar şaşırıp kalmaktaydılar. Hele bazıları, bu güçlü mantık karşısında, hastalığına bile inananamayacak duruma geliyorlardı.

1983 yılında rahatsızlığı şiddetlenmişti. Kansere yakalanan ve son günlerini yaşayan, küçük kerdeşi ile aynı odada kalıyor-lardı.

Bir seferinde: "Birader, sen çoluk-çocuğa çok eziyet ediyorsun!" ihtarında bulunur.

Diğer birinde de, biraderine söylenen, "Teyemmümle apdest alıp imâ ile namaz kılabilirsin!" telkinine, yatağından verdiği cevap şuydu: "İstese, teyemmüm değil, abdest alır ve namazını da kılabi-lir." Bu müdahaleye karşı, kardeşi; "Senin kıldığın namaz, sanki doğru dürüst bir namaz mı? Ta'dîli erkân yok. Ne secden belli, ne kırâatin belli," diye cevap vermesi üzerine; "Sen ne anlarsın ta'dîli erkândan. Ben esas rükûnları, ancak edâ edebiliyorum, tahammü-lüm bu kadar. Namazım namazdır. Kabul edip etmeme Allah'a mahsustur." diye konuşurken yine metin ve yine akıllıdır.

Kardeşinin vefât haberi Ankara’da, kendisine ulaştığında yüzünden iki damla göz yaşı süzülür.
Vefâtı
Sabahleyin kalktığında, kitaplıktan “siyah kapaklı” bir kitap ister. Benzer kitaplar getirilir, "Değil." cevabı alınır.

Akşam, aradığı kitabın, "Vesîletü'l-Ff-lâh" olduğu anlaşılır.

Bu kitaptaki âhiretle ilgili 30-40 sayfalık bölümü defalarca okur. Son okuduğu kitap ve bölümler bu olur. Okuma işini bitir-dikten sonra da Ankara’dan “Gerede’ye götürülmesini” ister. "Bugünden tezi yok, hemen gideceğim," der. Ancak, sabaha kadar müsâde alınabilir.

Böylece, kısa bir ömrünün kaldığına inandığı ve bunun için hazırlık yaptığı, memleketinde ruhunu teslim etmeyi ve kabre zaman geçirilimeden konulmayı istediği, anlaşılır.

Defalarca; "Ölüm geldiğinde, ruh çekildiğinde şu vücudumuzun hiçbir değeri kalmaz. Herhangi bir yere gömülse de olur. Ona saygımız mükemmel bir yaratık olması ve kutsal ruhu taşımasıdır. Önemli olan, maddî bileşiklerden oluşan bir cesedin ele ayağa dolaşmaması ve kimseyi rahatsız etmemesidir. Bu bakımdan bedenin bir an önce çürüyüp toprak olmasında yarar vardır. Ancak mevtâ, çok acele kabrine götürülmelidir. Çünkü iyi insan, kavuşacağı nimetler ve ilâhî lütuflar için hemen toprağa verilmelidir." diye konuşmuştur.

Bunun için ruhunu teslim etmesinden hemen sonra, varlığının ebedî istırahatgâhına acele götürülmesini, gecikilmemesini arzuladı-ğından, asıl mekânına ulaştığı için çok memnundu.


Vücudu erimemekle beraber, halden düşmüştü.

Köye varışının 13. gününün sabahına kadar devam eden şiddetli nefes alıp vermeler, senelerdir (23 sene) köyün imamlığını yapan talebesinin sabah ezanını okumaya başlamasıyla kesilir. İmam efendinin, tatlı sesiyle okuduğu ezanın bitmesiyle derin ve içten gelen nefes alıp vermeler yeniden başlar. Birkaç dakika sonra da, ebediyyen sona erer. 07.01.1984

Vasiyeti üzerine; talebesi ve köyün imamı Mehmet Gün gaslini yapar ve cenaze namazını kıldırır, Mehmet İnci de suyunu koyar.

"Bismihi: Biz dünyada Allah için varız ve biz, ancak O'na dönücüleriz"





Yüklə 0,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin