Yaşamin biNBİr tüRLÜSÜ



Yüklə 243,87 Kb.
səhifə1/6
tarix17.03.2018
ölçüsü243,87 Kb.
#45825
  1   2   3   4   5   6


YAŞAMIN BİNBİR TÜRLÜSÜ


Bir garip yolcuyum hayat yolunda, Yolunu kaybetmiş perişanım ben. Kestane kebapçısı avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Kestane kebap, yemesi sevap” diye. Dayanamadım kestaneciye patladım:




  • Yiyemeyenler günah mı işliyo yani kardeşim! Fakir fukarayı rencide etmeye utanmıyo musun?




  • De get la! Manyakmın neyin sen!

Sen bildiğin gibi devam et eşşoğlusu dedim içimden. Neme lazım. Fazla uzatmadım anlayacağın. Biraz yürüdükten sonra yedi katlı bir apartmanı gözüme kestirip daldım içeriye. Ağır ağır çıktım merdivenleri. Dördüncü katta beni kapıcı sanıp, “Bi Zebah gazatası, dört tane selpak mendil, iki paket çubuk makarna” ısmarlayan şişman bir kadına Urfa yöresinden birkaç küfür edip, Kerkük dolaylarından iki tekme salladım. Sonra da hızla çıkmaya başladım merdivenleri. “Ahyaaaak!” diye bi nara attım. İnsanlar yavaş yavaş toplanmaya başlamıştı. Onlara estetik bir atlama sunmalıydım. Bunları düşünürken aşağıdan bıçkın bir erkek sesi geldi:




  • İn aşağı koçum. Sana çok güzel iş bulduk.

Neyse aradan birkaç dakika geçti. Aşağıda millet köpürmeye başlamıştı. Öne doğru iki adım attım. Aman kardeşim canına yazık. Ne olur atlama diyeceklerini felan umuyordum ama öyle olmadı. “Atla, atla” diye tempo tutmaya başladılar. Gözlerimi kapadım. Kollarımı iki yana açtım. Ve usulca gökyüzüne havalandım. Karşılaştığım ilk bulut şair, ikincisi karikatüristti. Kolkola girip meyhaneye gitmeye karar verdik. Yolda yanımızdan bir kedi geçti uçarak. “Tüh sana” diye bağırdım.” Bir de senin için dokuz canlı derler, utanmadın mı ölmeye!” Kedi buğulu gözlerle bana baktı ve boynunu bükerek “Maoooo!” dedi. Zannımca komunistti.


Çok sonraları kendi kendime düşünmeye başladım :
İnsanlar, hain kurt’un, üç küçük domuz yavrusu’na yaptığı gibi, sevebileceğimiz her şey’leri yıkmaya çalışıyorlar dedim kendi kendime. Biz hep, biraz daha ürkek, biraz daha sağlam sandığımız bir şeylere sığınıyoruz. Biz hep, biraz daha çekiliyoruz, kabuklarımıza. Biraz daha, un ufak, biraz daha göçebe.
Birbirlerini seviyor gibi, görünüyorlar insanlar... külkedisi ayaklarına, tam oturduğunu sanıyor, cam ayakkabılarının.. oysa, arkadan vuruyor, sıkıyor. Bu yüzden çıkıyor teki... ayaklara cam ayakkabılar giydiren, kunduracı prensler mi, daha iyi, daha cici, yoksa büyülü balkabağı olan, lavuklar mı. Biz artık, her soru’ya geç’iz. Biz artık, her soru’ya geçiniz. Neden bizim hayatlarımızın senaryolarını hep, Kemalettin Tuğcu yazar . Süpermen niye öldü. Red-kit niye sigarayı bıraktı. Anlayamıyorum. Tepeden tırnağa iş’siz, amaçsız, inançsız, ütopyasız, rezil ül rüsva bir dünya... Neden bir balta’ya sap olmak çok mühim. Sap azlığı mı, var acep? İstatistik bilimine yüzde sayılar olarak katkıda bulunalım diye mi varız bu coğrafyada? Hiç kimseyi rahatsız etmeden süremizi doldursak daha mı iyi olur bilemiyorum. Bana bir aşk masalından şarkılar söyle. Şarkılar söyle. Ya da gölge etme başka ihsan istemez. Ben oldum galiba.Beni düşürsünler, dalımdan. Her yerimden.....
Yahu boş ver be arkadaş. Gel bu akşam boklu derelerde kurbağa sesi dinleyelim.. Sabaha, bir geyik muhabbeti veya bir şarkı olarak kalalım. Arkamızdan kendileri hakkında konuşamadıkları herşeyleri konuşsunlar. Ne önemi var. Ne kim.. önemi kim.. var kim.. Hadi gel seninle zamanın, şimdi... yürüsene benim ile... gezdirelim yüzümü.... asma üzümü.. pardon asma yani yüzünü... Üzülüyorum. Üzüntümden bütün gece üzüm üzüm üzüldüm, şarap oldum.. Sabaha kadar kendi kendimle konuştum. Sonra bir sigara yaktım. İçeri girdim mışıl mışıl uyuyan öbür kendimi uyandırdım, sevinmek istedim. Sevinemedim. Çocukluğum hep fakirlikle geçti belki de ondan. Kendime ait bir ömrüm bile yoktu. Bir arkadaşımın boş zamanlarından otlanarak büyüdüm. Sonra hisli duygulara kapıldım. Hislendiğim için hisli duygular içinde kendimle gurul duydum... gurur yani... gurul karnımın duyduğu sevinç nidası... Kendimi iyi hissettim.. iki diazem aldım, hiçbir şeyim kalmadı. Turp gibi kötü oldum. Yarın yeni bir gün. Ama ben aynı ben olarak uyanacağım. İyi yaşasam da, kötü yaşasam da kaybedeceğim. Hayat da bir otel galiba. Ne önemi var... neyin... bilmiyorum... yıksınlar beni.
İlham, şiir, müzik, tüm sanat hammaddeleri, yüreğin çırpınmasından, çırpılmasından ortaya çıkar..... akıl bunu forma sokar, ambalajlar ve satar... Halk aklını peynir ekmekle yemeğe bayılır. Akıl mülkiyetçi, yürek ise komünisttir. Bu halk ve bu hayat nedense hep fon müziği olmayanları baş tacı etmiş... iç ritmi olmayan kişileri orkestra şefi olarak seçmiş... Fakat hepimiz, mecburi bir yurttan sesler korosundayız işte. Kimi ekmek pişiriyor.. kimi, hoş ıslık çalıyor... Yalan mı diyorsun? De get get lan, burnumdan soluyorum zaten, hırsımı senden almayayım. Sana bir şey diyeceğim var: Adalet, bir gün yolda gidiyormuş, Temel’e rastlamış ve sonra adalet mülkün temeli olmuş. Bu dünyada isimler, cisimlerle bir anlam kazanıyor... isimler, cisimlerle hayat buluyor anlayacağın. Arkadaş her şeyi devletten beklemeyelim, kendi ölüm biçimimizi kendimiz seçelim ilkesine inanmış sorumlu hür vatandaşlar olarak, daha yeni, daha otantik doğal afet ve ölüm biçimleri bulabiliriz kanısındayım. Azimle ölen, mermeri deler! Mesela, Niksar’ın fidanları üstümüze devrilebilir! Altında kalabiliriz. Veya Ordu’nun dereleri, aksa yukarı aksa, yerçekimi’ni şaşırtsa, olacak doğal felaket karşısında, bütün dünyanın ağzı açıkta kalmaz mı! Mesela, Denizli’nin horozu, Karaman’ın koyunu meşhur! İyi bir provokatör, bu iki şirin ilimizin meşhur hayvanlarının arasını açabilir. Biz de arada çiçek gibi ölebiliriz.


YAŞAMDA SADELİK

DÜŞÜNCEDE İHTİŞAM

İnsanoğlu sadece gövdesini beslemek, giydirmek ve ona zevk vermek için yaşamaz. Bunlar da yaşamın içindedir ama gövdeyi abartmak ve yaşamın tek amacı haline getirmek tehlikelidir.


İnsanoğlu dostluk, dayanışma, paylaşma, merhamet gibi duygularla hayata bağlanır. En büyük ihtiyaçları bunlardır. Bu yüzden “yaşamda sadelik, düşüncede ihtişam” hiçbir zaman etkisini yitirmeyecektir.

Türkiye’de bazı çevreler son yıllarda bunun tam tersinin geçerli olduğunu sanma gafletine düştü. Düşünce ve duygu dünyaları yerine, yaşamlarını ihtişama kavuşturma yarışına girdiler. Milyonlarca kişi daha lüks araba, daha büyük villa, daha çok para, daha pahalı giysi, daha kalabalık koruma ordusu merakına düşerek yıllarını tüketti. Böylece yaşamda kavuşulan ihtişamın, diğer insanların gözünü kamaştırarak kendilerine büyük bir saygınlık sağlayacağını düşündüler.


Memur maaşıyla yaşaması gereken bürokratlar villalara, politikacılar dünya ölçeğinde servetlere kavuştular. Ama bu servetler onlara saygınlık kazandırmadı; tam tersine itibarlarını yok etti.
Yıllar öncesinin azla yetinen evindeki eski püskü eşyadan utanmayan, çocuğunu daha pahalı okula gönderme yarışına girmeyen ve yaşamı manevi değerlerle zenginleştirmeye çalışan insanlar gitti; yerine bir sürü hırslı, değerbilmez, maceracı tipler türedi.
Bunca yılın yolsuzluğu, siyasi nüfuz istismarı, dış politika yanlışları, kötü yönetimleri, ülkeyi uçurumun eşiğine getirdi.
Şimdi de bunun toplum olarak bedelini ödüyoruz. Dünya Türkiye’yi kendisiyle yüzleşmeye, tarihini yeniden düşünmeye, çalışıp üretmeye, kazandığı kadar harcamaya, lüks çılgınlığından vazgeçmeye ve aşırı derecede bozmuş olduğu insanlık değerlerini yeniden kazanmaya, yerli yerine oturtmaya zorluyor.
Ahlak, dayanışma, kültür, moral ölçüler, dürüstlük, alçakgönüllülük, yasalara saygı, nezaket gibi sürgüne gönderilmiş olan değerleri yeniden kazanmak zorundayız. Bu yeni süreçte kaybedenler; hayatı hoyrat bir bilek güreşine çevirenler olacak. Ey insanoğlu aldanıyorsun. Bilinmeli ki her aldanışın sonu acıdır.



YAŞAMDAN BİNBİR KESİT

İnsanlar umutsuz... Bir o yana bir bu yana koşuyorlar durmadan, yaşayamadıklarını bir an önce yaşamak ister gibi. Yüzlerinde hüzün. Yüzlerinde doymamışlığın verdiği aç, şaşkın bakışlar... Ne yöne kaçacaklarını ve neden kaçtıklarını bilmeden, kaçıyorlar durmadan.


Bu rengarenk bulutlar içindeki yaşamın belki de tek bir ortak yanı var; Acınılası bir sevgisizlik.
Git başımdan yalnızlık, senden hiç hoşlanmadım.
Her şeyin bir nedeni vardır, hiçbir kusursuzluğa rastlantıyla ulaşılmaz. Öyleyse ne “iyi” ne de “kötü” her şey yalnızca olması gerekenden ibarettir. Sen yaşadıklarından ne öğrendiğini bil ve onları tekrar yaşama aktar. Unutma; umutsuzluk yok, pişmanlık yok, körü körüne kabul ediş yok. Neden ve sonuçlarıyla oynanan bir oyun bu. Heyecan verici değil mi? Yalnız bu oyun, ancak akıl ve sabırla oynanır. Bir kez oynamaya başlayınca yaşamın, daha katlanılır ve güzel olduğunu göreceksin.
İnsan ilişkilerinin, dostluklarının, arkadaşlıkların tozu raflara kalktığı, her şeyin sadece çıkar için yapıldığı, kimin eğri, neyin doğru olduğunun bilinemediği lakin bizim için oldukça bildik bir ülke!...
Odam gün gelir o dama dönüşür

Odamdan çıkarım o dama

Ülke akar ben akar dururum o damdan

Adam olamamış onca adama....


Dam üstünde un elemeyi ya da dam üstünde el emeği, göz nuru bir şeyler üretip turistlere satmayı hiç düşündünüz mü?


Erkektik ama aslında çok da ürkektik ve belki de bugünlere bakılınca biraz da “kektik” yani şöyle üzümlü üzümlü!... Üzüm gözlüydük ve üzüm üzüm üzülürdük kopan her saç teline... Ve o üzümler koruk, o ilişkiler “moruk” olunca belki de kek gibi kaldık aşk illerinde!...
Sakın hiçbir şeyin üstüne fazlaca kafa yorma, sakın fazla düşünme, cici-bici bir hayat tüketicisi ol yeter!...
Yani her verileni, her söyleneni, her gösterileni, her sunulanı anında ye, ve Kurtalan Ekspresine bakar gibi bak, geçip giden hayatın A yüzüne!....
Evet dostum, aslında her şey o kadar basit ki şu poptan yaşamda... Yani n’apacaksın? Takmayacaksın, tak açacaksııın!... Açtıkça da aştığını sanıp tırışkadan bir ömür yaşayacaksın!...
70’lerde “Bir teselli ver! diyorduk en azından hayata... Sonra “Ben doğarken ölmüşüm” lerle “sizlere ömür” 80’ler geldi. Acımız tazeydi ve:
“Neden saçların beyazlanmış arkadaş,

Sana da benim gibi çektiren mi var” diyordu artık şarkılar.


Okula gidiyoruz... Şöyle problemlere muhatap oluyoruz: “Annemin verdiği cevizlerin yarısını yedim. Geriye 93 ceviz kaldığına göre annemin cevizlerinin sayısı kaçtır?”
Yanii... Başımızdaki doymak bilmezler, ülkenin neredeyse tamamını yemişken, hangi çocuk yer şimdi bu cevizleri? Terliksi hayvanların dolaşım sistemine fırlattığımız o terlikler kim bilir nerede şimdi?
Bana bak bana.... İşte yanıtları askıya alınmış küçük hayat soruları sana: Düşün düşün ... Çoktan bitmiş işin:



  • Gidenlerin arkasından “Toprağı Bol Olsun” diyoruz... Ama sonuçta toprağı bol olanlar hep arazi mafyası oluyor! O halde arazi mafyası niye gitmiyor, bu işte bir terslik yok mu?




  • Doğrunun yardımcısı Allah, peki eğrinin yardımcısı kim? Bu kişi başbakan yardımcısı olabilir mi? O zaman haliyle “eğri” de başbakan mı oluyor?




  • Hayatın anlamı bir gün yeniden kendinde o gücü bulup da “günün anlam ve önemi”ni dövebilir mi?...




  • Silahını temizlerken karşısında oynayan 5 yaşındaki çocuğunu kaza kurşunuyla vuran bir baba bu duruma “kader işte” diyorsa, bu babanın bükünün süresiz olarak kapatılması gerekmez mi?...




  • Kaygan kişilikli havalarda, aşırı namussuzluk ve şerefsizlik yüzünden ellerindeki ülkeyi hababam sağa-sola çarpan milletvekillerine “And İçme Yasağı” ne zaman getirilecek?...




  • “Heeeey Waoov... En büyük Törkiye!” diyerek, Türkçeyi bile Amerikan aksanıyla konuşan, hayata Amerikan tıraşıyla bakan genç insanların boyunlarında ay yıldız taşıyarak sıkı milliyetçi kesilmeleri, sizce de sırf bu ülkeye özgü bir tuhaflık olmuyor mu?..




  • Eline yıllarca sadece “meşale” tutturulan gençliğimize, tutacakları bir “meşgale” bulunsaydı, acaba daha doğru olmaz mıydı?




Yüklə 243,87 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin