Yayın No: 505 Bu kitabın baskısından 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle çoğaltılamaz, resim, şekil, şema, grafik vb ler yazarın izni olmadan kopya edilemez



Yüklə 373,53 Kb.
səhifə1/6
tarix26.10.2017
ölçüsü373,53 Kb.
#14710
  1   2   3   4   5   6

Yayın No: 505

Bu kitabın baskısından 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle çoğaltılamaz, resim, şekil, şema, grafik vb.ler yazarın izni olmadan kopya edilemez.

YAYIN HAKKI NOBEL YAYIN DAĞITIM LTD ŞTİ’NE AİTTİR.

Sayfa Düzeni : Mehmet İPÇİOĞLU

Kapak : Ali TURAN

Baskı, Cilt : Dizgi Ofset

NOBEL YAYIN DAĞITIM LTD. ŞTİ.

Adakale Sokak No: 16/2 Kızılay-ANKARA

Tel: 0(312) 434 38 97 Fax: (0312) 434 48 32

www.nobelyayin.com

ISBN 975-591-484-6

Ankara-2003


KANUNİ

SULTAN SÜLEYMAN’IN

NAHÇIVAN SEFERİ

Dr Mehmet İPÇİOĞLU

ANKARA-2003
ÖNSÖZ

Kânunî Sultan Süleyman dönemi, Osmanlı Devleti’nin kudret ve refah açısından zirveye ulaştığı bir dönemdir. Bu dönemde bir yandan hükümdarlığın sınırları en geniş noktasına ulaşırken diğer yandan bürokrasi de de taşlar yerine oturmuş, merkez ve taşra teşkilatları döneme adı verilen klasik şeklini almıştır.

Teşkilata bağlı kalemlerdeki bürokratik işlemler düzenli kayıt altına alınmıştır. Gerek Bâb-ı Asafî, gerekse Bâb-ı Defterî kalemine bağlı bürolardaki bu kayıtlar araştırmacılara zengin veriler sunmaktadır.

Çalışmamıza esas teşkil eden Ruznâmçe Defterleri de bu belge hazinesi içinde bulunan bir defter türüdür.

Günlük mâli kayıtların tutulduğu bu defterleri esas alarak yıllarca önce “Kânunî Sultan Süleyman’ın Estergon Seferi” üzerine bir çalışma yapmıştım.

Kısmette yıllarca sonra aynı defter türü ve yine Kânunî Dönemine ait bir sefer üzerinde çalışmak varmış. Yalnız seferin yönü bu kez Batı değil, Doğu istikametine. Böylece eksikliği içimde bir ukde olarak kalan bu büyük tarihi şahsiyetin bir Doğu Seferini de çalışmak gerçekleşmiş oldu.



Çalışmalarım sırasında belge ve bilgi edinme noktasında yardımlarını gördüğüm değerli dostlarıma ve bu naçiz çalışmayı yayınlama lütfunda bulunan Nobel Yayınevi’nin sahibi Nevzat Argun Beğ’e kalbi şükranlarımı arz ederim.
Konya,2003 Mehmet İpçioğlu


I-GİRİŞ

1- KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DÖNEMİNE KADAR OSMANLI –SAFEVİ İLİŞKİLERİ

1-a. Safevî Devleti’nin Kuruluşu

Safevî hanedanlığı, adını adını Erdebiliyye tarîkatının reisi Şeyh Safiyüddin’den almıştır. Sünnî bir tarîkat şeyhi olan Safiyüddin, yaşadığı İlhanlılar döneminde tarîkat merkezi olan Erdebil’de büyük bir şöhret kazanmıştı1.

Soyunun Hz Ali’ye dayandığını iddia eden Safiyüddin 1334’de ölmüş, kendisinden sonra şeyhlik postu önce oğlu Sadreddin Musa (1334-1392)’ya, onun ölümünden sonra da torunu Hoca Ali(1392-1429)’ye geçmiştir. Hoca Ali’nin ölümünden sonra da babadan oğula geçme geleneği devam etmiş ve oğlu Şeyh İbrahim(1429-1447) post-nişin olarak tarîkatın lideri olmuştur2.

Başlangıçta Sünnî unsurların hakim olduğu bir tarîkat olan Safevîlik, Şeyh Sadreddin döneminde Şiîliğe doğru bir eğilim kazanmış, Hoca Ali’nin Şeyhliği döneminde ise tarîkat içindeki Şiî unsurlar iyice belirginleşmiştir3. Hoca Ali Timur’un iktidarı döneminde Timur’a yaklaşarak büyük bir nüfuz kazanmış, Erdebil ve havalisini bir vakfiye ile elde ederek bu bölgeyi müstakil bir faaliyet merkezi haline getirmiştir4.

Erdebil’de bir siyasî otorite merkezinin kurulmasından sonra Anadolu’da Safevîlik hareketinin yayılması Şeyh Cüneyd vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Şeyh Cüneyd, Hoca Ali’nin ölümünden sonra amcası Şeyh Cafer’le yaptığı post kavgasını keybetmiş ve bunun üzerine Anadolu’ya gelerek burada etrafına müritler toplamıştır. Himaye ve devlet kurma istemiyle Osmanlı hükümdarı 2. Murad’la ve Karamanoğlu Mehmed Bey’le yaptığı görüşmeler sonuçsuz kalan Şeyh Cüneyd, daha sonra Akkoyunlu hükümdarı uzun Hasan’a sığınmıştır. Müridleri ile birlikte Trabzon Rum Devleti’ne karşı savaşarak gösterdiği cesaret ve kahramanlıkla Uzun Hasan’ın nezdindeki itibarını yükseltmiştir. Uzun Hasan gösterdiği kahramanlıktan dolayı Cüneyd’i kızkardeşi ile evlendirerek hem ödüllendirmiş hem de akraba olmuştur. Böylelikle Uzun Hasan’ın desteğini alan Cüneyd, Erdebil’deki şeyhlik postuna oturmak için kalabalık bir mürid ordusuyla birlikte İran’a doğru harekete geçmiş, Şirvan üzerinden geçerken Şirvan Hükümdarı Halil ile mücadele etmek zorunda kalmış, bu mücadele sırasında aldığı bir ok yarası ile hayatını kaybetmiştir5.

Cüneyd’in ölümü üzerine müridleri oğlu Haydar’ı Erdebil’e kaçırmış ve burada postnişin olarak başa geçirmişlerdi6. Safevî müridlerinin askeri gücünü keşfeden ve bundan yararlanmak isteyen Uzun Hasan, İran’da siyasi bir güç haline gelen yeğeni Haydar’ı kızı Alemşah Begim ile evlendirdi. İşte Safevî Devleti’nin kurucusu Şah İsmail bu evlilikten dünyaya gelmiştir7.Erdebil’de Şeyh Cüneyd’in oğlu Haydar’ın güçlenmesi Şirvanşah Halil’i korkutmuş, Şah da kendisine destek olmak üzere Uzun Hasan’ın oğlu Yakub Beğ’e kızını gelin etmiştir. Sonunda Şirvanşahın korktuğu başına gelmiş, Şeyh Haydar Şirvan’ı kuşatmıştır. Şeyh haydar’ın müridleri karşısında tututnamayarak sarp bir kaleye sığınan Şirvanşah damadı Yakub Beğ’den yardım talebinde bulunur. Bunun üzerine Yakub Beğ Süleyman Beğ adındaki bir komutanını Şirvan’a gönderir. Maiyetindeki askerlerle Şirvan’da Şeyh Haydar’ın müridleriyle çarpışan Süleyman Beğ Şeyh Haydar’ı mağlup etmeği başarmış ve bu çarpışmada Haydar da babasının akibetine uğramış ve aldığı bir ok yarası ile can vermiştir8.

Şeyh Haydar’ın ölümünden sonra müridleri oğullarından Yar Ali’nin etrafında toplandılar. Akkoyunlu Hükümdarı Yakub Beğ, Safevîlerin güçlenerek kendinse karşı bir tehdit oluşturması endişesi ile başta Yar Ali olmak üzere Haydar’ın diğer oğulları İsmail ve İbrahim’i anneleri ile birlikte Istahar kalesine hapsetti. Yakub Beğ’in ölümünden sonra oğulları taht mücadelesine başladı. Bunlardan Rüstem Beğ Haydar’ın 4 seneyi aşkın bir zamandır tutuklu bulunan oğulları ile karısını serbest bıraktı. Ali önceleri Rüstem’e yardım etti ise de sonraları güçlenerek Rüstem’in karşısına çıktı.1493 yılında Rüstem de Ali’yi ortadan kaldırdı. Ali’nin ölümü üzerine Safevî müridleri Haydar’ın diğer oğulları İsmail ve İbrahim’i sakladılar. Bu sırada 6 yaşında olan İsmail önce Erdebil’e kaçırıldı. Ancak bölgenin güvenli olmadığı düşüncesi ile buradan Gilan’a götürüldü. Gilan’da Şiî anneler tarafından eğitilen İsmail 1497 yılına kadar burada kaldı ve bu tarihte Akkoyunlu hükümdarı Rüstem’in ölümü üzerine kendisini tahtın varisi olarak ilan etti.9

Bu tarihten itibaren adamlarıyla ortaya çıkıp silahlı mücadeleye başlayan İsmail Anadolu’da bulunan müridlerine kendisine katılmaları için haber gönderdi. Şamlu, Rumlu, Ustacalu, Tekelü, Dulkadir, Avşar ve Kacar oymaklarının desteğini alarak10 önce Şirvanşah Ferruh Yesar’ın topraklarını ele geçirdi. Daha sonra Bakü kalesini zaptetti. Erivan ve Diyarbakır Hakimi Elvend Beğ’i mağlup ettikten sonra 5 yıl gibi bir sürenin sonunda 1502 yılında Tebriz’e gelerek taç giydi ve Şah ünvanını aldı. 12 imam adına hutbe okutan Şah İsmail resmen kuruluşunu ilan ettiği Safevî Devleti’nin başına geçtiğinde 15 yaşında idi11.


1.b. II. Bayezid Dönemi Osmanlı-Safevî İlişkileri

Şah İsmail tahta oturur oturmaz halifeleri aracılığı ile Anadolu’daki Türkmen oymakları arasında propagandasını yaymağa başladı. II. Bayezid’in son dönemlerinde otoritenin iyice zayıflaması, Yavuz Selim’in de kardeşleri ile mücadele ederek zaman harcaması Şah’ın Osmanlı topraklarındaki taraftarlarını artırmasına zemin hazırlamış oldu.

Şah İsmail’in Anadolu’daki Türkmenler arasında kitlesel kabül görmesinin biri toplumsal, diğeri inanca yönelik iki önemli nedeni vardı. Toplumsal neden, bu topraklarda Fatih zamanından beri sıkı bir şekilde uygulanan toprağa yerleştirilip vergiye bağlanan konar- göçer toplulukların hoşnutsuzluğu, inanca yönelik neden ise; sözü edilen bu sıkıntılı ortamın, yüzyıllardır mehdici inançla yaşamakta olan kitleler arasında Tanrı’nın bir Mehdi hüviyetinde insan bedeninde zuhur edeceğine dair güçlü inançları idi. İşte şah İsmail; bu iki avantajı çok iyi kullanarak dedesi Şeyh Cüneyd zamanından beri kabul görmeğe başlayan Şiîliğin inanç sistemini aslında aynı motifleri kullanarak, ama orijinal biçimlerinden çok değişik tarzda propaganda ediyordu12. Propagandasını, muhataplarına beklenen mehdinin kendisi olduğu ve onları Osmanlı’nın zulmünden kurtarmak istediği şeklinde yapınca söz konusu kitleler arasında büyük kabul gördü13. Şah İsmail Anadolu Türkmenleri arasındaki propagandasını yazılı ve sözlü iki kaynaktan yürütüyordu. Sözlü kaynak, halife adı verilen Şiî propagandası yapmakla görevli misyonerlerin sözlerinden, yazılı kaynak ise bizzat Şah tarafından yazdırılmış olan kitap ve risalelerden meydana gelmekte idi. Yazılı kaynakların en önemlisi Anadolu’da Kızılbaş kesimleri organize eden meşhur Buyruktur14.

Şah İsmail’in hakimiyet alanının hızla gelişmesinin bir başka nedeni de ortaya çıktığı dönemin bölgesinde kendisine dur diyebilecek çok güçlü devletlerin olmadığı bir devreye rast gelmesidir. Timurluların zayıflaması ile ortaya çıkan küçük devletlerin hiç birisi Şah’a karşı çıkabilecek konumda değildi. Bu nedenle tahta çıkmasının ardından henüz bir yılını doldurmadan, 1503 senesine gelindiğinde Irak-ı Acem, Irak-ı Arab, Fars ve Kirman bölgelerini tamamen ele geçirmişti15. Aynı şekilde bölgede ilerlemesini sürdüren Şah, 1504 yılında Kum ve İsfahan şehirlerini de hakimiyeti altına almıştı16.

1508’de Bağdat üzerine yürüyen Şah İsmail, şehrin anahtarlarını hiçbir mukavemetle karşılaşmadan teslim aldı17. Tüm bunlar olup biterken, Trabzon’da Vali olan Şehzade Selim, gelişmeleri kuşku ile izliyor, bir yandan da Anadolu’da Şah’ın hakimiyeti altındaki kaleleri vuruyordu. Erzincan ve Bayburd’daki kaleler Selim’in saldırıları ile Osmanlı’ya geçmiş, bu saldırılar sırasında Şah’ın kardeşi İbrahim de Selim tarafından esir alınmıştı. Bunun üzerine Şah, II. Bayezid’e bir mektup göndererek oğlu Selim’i şikayet etmiş, Osmanlı ile dost olduğunu Anadolu’da Alaüddevle ile düşmanlığı olduğunu yazmıştı18.

Mürideleri yolu ile Anadolu’da yayılmasını sürdüren Şah İsmail, Ülkesinin Doğu sınırlarında da Özbek Hanı Muhammed Şeybani ile mücadele etmekte idi. 1510 yılında Merv yakınlarındaki Tahirabad bölgesinde yapılan savaşta Şeyban’ı yenmişti. Böylece Şah için doğu sınırlarında ciddi tehdit oluşturacak güçler bertaraf edilmişti19.

Şah İsmail’in gerek Doğu’da gerek Anadolu içlerinde başarılı olmasının, yukarıda sayılan sosyal nedenler dışında, bölgede Osmanlı’dan başka güçlü bir devlet, Osmanlı’da ise başta dirayetli bir pâdişah olmayışı da bir başka nedendi. II. Bayezid Şah taraftarlarının Anadolu’daki hareketlerini yüzeysel inanç ve töre hareketleri olarak algılamakta, siyasal gücü zedeleyecek bir oluşuma yol açacağını düşünememekte idi. Pâdişahtaki bu feraset eksikliği ve otoriteyi kullanma noktasındaki zafiyet yüzünden henüz tahtta iken oğulları Korkut, Ahmed ve Selim arasında taht mücadelesi başlamıştı.

Sultan Bayezid’in gözdesi Şehzade Ahmed idi. Devlet ricali de Ahmed’i destekliyordu. Korkud devlet işlerinden ve askerlikten çok, san’ata meyyal hassas yapısından dolayı yeniçeriler tarafından istenmiyordu. Şehzade Ahmed’in telkini ile Manisa sancağından alınarak Teke sancağı’na nakledilmişti. Kardeşleriyle babasının arasında gerilen ilişkilerden duyduğu rahatsızlık nedeniyle 1509 senesinde Memluk Sultanına sığınmış, ancak Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin bozulmasından korkan Memluk Sultanı şehzadeyi ikna ederek Teke’ye geri göndermişti20.

Şehzade Selim ise kardeşlerinin aksine oldukça sert, ve savaşçı bir mizaca sahipti. Şehzade Ahmed lehine tahttan feragat etmeği düşünen babası ile mücadele etmek için Vali olduğu Trabzon’dan ayrılıp Kefe’de sancakbeği olan oğlu Süleyman’ın yanına gitti. Burada kayınpederi Kırım Hanı Mengli Giray’ın da desteğini alarak, İstanbul’a yakın Rumeli’de bir sancağa tayin istemiyle babasına haber gönderdi21. İsteği reddedilince Kırım Hanının yardımıyla topladığı askerlerle karaya çıkarak Edirne’ye doğru ilerledi. Edirne yakınlarında babasının gönderdiği Rumeli Beğlerbeği kumandasındaki kuvvetlerle karşı karşıya geldi. Devlet ricalinin aracılığı ile anlaşma sağlandı ve Vidin, Alacahisar ve Semendire sancakları ile, esas isteği olan babası Bayezid’in ölümüne kadar hiçbir şehzade adına tahttan çekilmeyeceği sözünü aldı22.

Bu sırada devlet yönetiminde meydana gelen boşluktan yararlanan Şah İsmail ajanları aracılığı ile Anadolu halkını Osmanlı’ya karşı kışkırtmakta idi. Bunun sonucunda 1511 yılında Teke yöresinde Şah Kulu isyanı baş göstermiş, bunu 1512 ‘de Orta Anadolu’da Nur Ali Halife isyanı izlemiştir23.

Şah Kulu isyanını bastırmak için Sultan Bayezid, Şehzade Ahmed’i görevlendirir. Ahmed’in Şahkulu ile mücadelede gösterdiği zaaf, yeniçerilerin Selim’e olan temayüllerini güçlendirir. Ancak, başta Vezir-i A’zam Ali Paşa olmak üzere üst düzey devlet erkânı Ahmed’in başa geçmesinden yanadır. Bunların tahriki ile II. Bayezid, Şehzade Selim ile yaptığı anlaşmayı bozarak Ahmed’i tahta oturtmağa karar verir. Yeniçeriler ve az sayıdaki Selim taraftarı olan devlet erkânı İstanbul’a gelip tahtı ele geçirmesi için Selim’e haber gönderirler. Haberi alan Selim İstanbul’a doğru harekete geçer, ancak Çorlu’da babasının kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılır. Kefe’ye oğlu Süleyman’ın yanına kaçar (Ağustos 1511). Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra 21 Eylül 1511 tarihinde tahta geçmek üzere istanbul’a çağrılan Ahmed’in aleyhine gösteriler yapan yeniçeriler, gözde şehzadenin İstanbul’a girmesini engellerler. Şehzade Ahmed Konya’ya gönderilir.Ahmed’i tahta oturtmağı başaramayan vezirler bu kez de Korkud’u istanbul’a davet ederler. Ancak yine yeniçerilerin engellemesi ile karşılaşırlar. Yeniçeriler Selim’i çağırarak tahtı teslim etmesi için doğrudan pâdişaha müracat ederler. Pâdişah ikna olur. Selim 19 Nisan 1512’de İstanbul’a gelir ve 24 Nisan’da da tahta oturur. Bir müddet sonra II. Bayezid Dimetoka’ya doğru yola çıkar ancak Çorlu yakınlarında hayata veda eder24.

1.c.Yavuz Sultan Selim Dönemi Osmanlı-Safevî İlişkileri

Yavuz Sultan Selim dönemi; Osmanlı-Safevî ilişkilerinin sürekli düşmanlıkla geçtiği bir dönemdir. Sultan Selim babasının yerine tahta geçtikten sonra ilk iş olarak taht iddiasında bulunan kardeşleri Korkud ve Ahmed’i ortadan kaldırmakla uğraşmıştır. Oğlu Süleyman’dan başka tahtına varis bırakmamağa karar veren Selim, kardeşlerinden Korkud’u Manisa’dan Rumeli’ye kaçarken, Ahmed’i ise Yenişehir ovasında çarpışarak yakalatmış ve boğdurmuştur25. Bu şekilde kardeşlerini ortadan kaldıran Selim için artık iç tehdit bitmiş, en büyük dış tehdit olarak gördüğü İran üzerine sefer yapmak için bahaneler aramağa başlamıştır. Kardeşleri ile uğraştığı sırada meydana gelen olaylar Yavuz’a, bu konuda fırsat vermişti. Bu olaylardan en önemlisi Şehzâde Ahmed’in oğlu Murad’ın Şah’a sığınması ve Şah’tan destek bulması idi. Üstelik, Şehzâdenin iadesi için gönderilen elçi Şah tarafından öldürtülmüştü26.

Anadolu’da Şah’ın desteği ile patlak veren Nur Ali Halife isyanı da Yavuz’un İran üzerine yürümek noktasında aradığı bahanelerden biri olmuştu. Bu isyanı bastırmak için Anadolu’daki Şiî topluluklar üzerine asker göndererek bir kısmını öldürttü, diğer bir kısmını ise hapis ve sürgünle cezalandırdı27. Bu olay Şah’ın Osmanlı topraklarına saldırmasına neden oldu. Osmanlı serhat şehirlerini yakıp yıktı28. Bunları yaparken Şah İsmail kendisine iltica etmiş olan Şehzâde Murad’ı bir koz olarak kullanıp onu Osmanlı tahtının varisi olarak göstererek, Yavuz’un Murad’ın babasından gasb ettiği tahta, Murad’ı oturtmak için harekete geçtiğini iddia etmekte idi. Böylelikle Murad’ın Şiî inacını taşımasından dolayı Anadolu’daki Şiî topluluklardan da büyük bir taraftar elde etmişti. Öte yandan Yavuz Selim de İran üzerine düzenlemek istediği sefer için tüm olumsuz koşulları ortadan kaldırmış, üstelik İran’a düzenleyeceği sefer için Şah’ın Osmanlı topraklarına saldırması kendisine bu sefer için bir bahane daha yaratmıştı.

Edirne’de toplanan divanda savaş kararı alan Selim, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra 20 Mart 1514 tarihinde İstanbul’a doğru hareket etti29. İstanbul’da devrin uleması ile istişare ettikten sonra Şah İsmail’e karşı hareket etmek için gerekli fetvayı da alan Selim, Üsküdar’a geçti30. Selim İzmit’e vardığında; Şah’a, hapisten çıkartılan Kılıç adındaki bir müridiyle tehdit dolu bir mektup gönderdi31.

Ordu ilerlemeğe devam etti. Erzincan Ovası’na gelindiğinde Şah İsmail’e ikinci bir mektup daha gönderildi. Şah, bu yeni mektup eline geçmeden birinci mektuba alaycı ifadelerle dolu cevâbî bir mektup yazmıştı. Yavuz’un kullandığı ifadeleri bir pâdişaha yakıştıramadığını belirten Şah, mektubun afyon kullanan kâtipler tarafından yazılmış hezeyanlarla dolu olduğunu farz ettiğini söyleyerek kendi mektubuna bir afyon kutusu iliştirerek Selim’e hediye olarak göndermiştir. Selim, bu ağır hakaretten sonra mektubu getiren İran elçisini hemen idam ettirdi32. Daha sonra ordu Erzincan’dan Erzurum’a doğru harekete geçti. Ancak Şah’ın ordusu ortalıkta görünmüyor ve yol meşakkati gittikçe artıyordu. Bir kısım devlet erkânı arasında yorgunluktan dolayı geri dönme düşüncesi oluşmuş, bu düşüncelerini Hemdem Paşa aracılığı ile pâdişaha iletmişlerdi. Yavuz bu düşünceden dolayı hiddetlenerek teklifi getiren Hemdem Paşa’yı öldürttü. Hemdem Paşa’nın ölümüyle geçici bir süre yatıştırılan şikayetler, ordu Eleşgirt ovasına geldiğinde isyan şekline dönüştü.16 Ağustos 1514’de askerlerine arasına giren Selim, hamâsî bir konuşmayla isyanı yatıştırdı33. İsyan yatıştırıldıktan sonra ordu ilerlemeğe devam etti. Bu sırada Tebriz’e gönderilen Şeyh Ahmed adındaki bir casus Şah’ın huzuruna çıkarak Rumeli ve Anadolu Beğlerinden bir çoğunun Şah’ın hizmetine girmek istediğini, şayet Şah İsmail, Yavuz Selim ile bir meydan muharebesine tutuşursa, bu muharebede bu beğlerin Şah’ın tarafına geçecekleri yolunda uydurma bir haberle Şah’ı aldatmağı başarmıştı.Bu haber üzerine Şah İsmail komutanlarına Çaldıran Ovası’nda Osmanlı ordusunu karşılamalarını emretmişti34. Yavuz, İran Azerbaycanı’nın güneyindeki Hoy ile Çors şehirlerinin arasında bulunan Çaldıran Ovası’na geldiğinde Şah İsmail’in ordusuyla birlikte savaşa hazır bir vaziyette kendisni beklediğini gördü35.

Safevî ordusu savaş alanına Osmanlı ordusundan önce gelmişti. Bu nedenle Şah’ın ordusu zinde ve dinç, Osmanlı ordusu ise uzun ve yorucu bir yolculuktan dolayı yorgun ve halsiz bir halde idi.Yavuz Sultan Selim, 22 Ağustos gecesi divan üyelerini topladı ve ne yapılması gerektiğini sordu. Vezirler askerlerin yorgun olduğu için 24 saat dinlenmesini, Defterdar Piri Mehmed Paşa ise , zaman kaybının aleyhte olacağını, askerler arasında bulunan Şah İsmail sempatizanlarının ayaklanarak saf değiştirebileceklerini öne sürerek derhal saldırıya geçilmesini teklif etti. Pâdişah Piri Mehmed Paşa’nın teklifini onaylayarak sabaha kadar hazırlıkların tamamlanması emrini verdi36.

22 Ağustos 1514 sabahı her iki ordu savaş düzenini almıştı. İlk taarruz Şah tarafından geldi. Akşama kadar süren ve her iki taraftan yaklaşık 30 bin kişinin can kaybına mal olan kanlı çarpışmanın ardından, Osmanlı ordusundaki ateşli top ve silahlar Safevî askerlerinin çözülmesine neden oldu. Şah yaralanarak savaş meydanından kaçtı. Şah’ın ardından Safevî ordusu da yenilgiyi kabul ederek kaçmağa başladı. Şafakla başlayan savaş, akşam kızıllığında Osmanlı’nın zaferi ile son buldu37.

Yavuz Sultan Selim savaşın ertesi günü Dukakin-zâde Ahmed Paşa, Pîrî Mehmed Paşa ve Sekbanbaşı’nı şehri ele geçirerek asayişi sağlamak üzere Tebriz’e gönderdi. Arkasından kendisi de yola çıktı ve 2 gün sonra Tebriz uleması tarafından karşılandı. 14 Eylül’de Tebriz’den ayrılan Selim38, 24 Kasım 1514 tarihinde Amasya’ya gelerek kışı geçirmek üzere burada konakladı. Yavuz’un ayrılmasından sonra Tebriz’e dönen Şah İsmail, Osmanlı pâdişahının Amasya’da kışladığını öğrenince Baharda yeni sefer açılacağı endişe ile Amasya’ya elçiler gönderdi. Yavuz, Şah’ın barış isteğini redderek, gelen elçileri hapsettirdi39.

Çaldıran savaşından sonra Osmanlı-Safevî ilişkilerinin düzelmeyeceği, Yavuz’un elçilere gösterdiği davranıştan belli oluyordu. Şah, Osmanlı’nın bölgeden ayrılıp gitmesinden sonra kaybettiği yerleri ele geçirmek için harekete geçti. Osmanlı’ya tâbii yerel idareciler de buna karşılık verdiler.Bu savaştan sonra Doğu Anadolu ve Kuzey Irak bölgelerinde Osmanlı-Safevî mücadelesi devam edip gitti. Yavuz; Bölgede meydana gelen Safevî saldırılarını kökünden çözmeyi düşünüyordu. Ancak Orta-Doğu, Arap yarımadası ve Mısır’a hakim olma hayali, bu düşüncenin önüne geçti. Kısa ömründe ise Kemah, Diyarbakır ve Bitlis bölgelerini ele geçirerek Osmanlı-Safevî sınırını belirleyebildi.



2. KÂNUNÎ SULTAN SÜLEYMAN’IN CÜLÛSUNDAN NAHCİVAN SEFERİNE KADAR OLAN ASKERÎ HAREKÂT

30 Eylül 1520 Tarihinde tahta çıkan Kânunî, Babası Yavuz’dan adeta dikensiz bir gül bahçesi devralmış, 7 Eylül 1566’da Zigetvar Seferi sırasında hayata gözlerini yumduğu ana kadar tahtta kaldığı 46 yıllık bu uzun süre zarfında tam 10 yılını geçirdiği 13 büyük ve sayısız küçük seferlerle, Devletin sınırlarını seleflerinin kendisine bıraktığı sınırların çok ötelerine ulaştırmıştır.

Yukarıda da değinildiği gibi Kânunî’nin bu büyük başarısında en büyük pay kendisine dikensiz gül bahçesi bırakan babası Yavuz Sultan Selim’e aittir. Yaptığı fetihler ile halefi ve oğlu Süleyman’a hem doğuda hem de batıda rakipsiz bir stratejik ortam hazırlamıştır. Bölgedeki önemli güçlerden Venedik ve İran’a üstünlük sağlanmış, Memluk varlığına son verilmiş, siyasi üstünlük İstanbul’a taşınan hilâfet ile taçlandırılmıştır.

Pâdişahın karada gücünü zirveye çıkaracak sistemli ve düzenli bir askeri teşkilatın yanı sıra yine babası Selim döneminde güçlendirilen donanma ile denizleri de kontrol altına alabilecek güce ulaşılmıştır.

Süleyman, babasından devraldığı bu siyasi ve askeri güçle Osmanlı hakimiyetini bölgede daha da güçlendirmiş, ülkesinin sınırlarını Asya’da Kafkasya Dağlarından İran içlerine, Orta Doğu’da Yemen, Aden ve Hind Denizi’ne uzatmış, uçsuz bucaksız Arabistan çöllerinde, Afrika’da Habeşistan, Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas’a kadar, Akdeniz’de ise Venedik ve Ceneviz’in elinde bulunan adaların çoğunu ele geçirerek Akdeniz’i bir Türk Gölü haline getirmiş, ve Avrupa’da İstolni Belgrad, Estergon kalelerine kadar tüm Macaristan’ı ele geçirmiş, Erdel Krallığı, Eflak, Boğdan Beylikleri, Kırım Hanlığı ile Lehistan arasındaki geniş stepleri ele geçirmiş, Avusturya ve Venedik vergi ödemeye mecbur edilmiş, Fransa, İtalya ve Lehistan ile müttefik dostluklar kurulmuştur.


Yüklə 373,53 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin