10. SINIF
TÜRK EDEBİYATI
DERS NOTLARI
I. ÜNİTE: TARİH İÇİNDE TÜRK EDEBİYATI
1. EDEBİYAT-TARİH İLİŞKİSİ
Edebiyat tarihi, medeniyet tarihinin en önemli kısmıdır. Bir
milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve hissî gelişmeyi
belirten bütün kalem ürünlerini inceleme ile onun manevi
hayatını, gerçekte olduğu gibi tasvire çalışır.
Edebiyat tarihi, bir ulusun yüzyıllarca meydana getirdiği edebî
eserleri inceleyerek geçirdiği dönemleri kronolojik bir sıra
içinde inceleyen bilim dalıdır.
Bir başka deyişle edebiyat tarihi bir toplumun edebiyatının
işlediği yolu ve geçirdiği dönemleri anlatan, edebiyat hayatını
bütün olarak değerlendiren bir bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi aracılığıyla değişik çağlardaki kültür birikimimizi
tanırız.
Toplumların düşünce yapılarını, dünya görüşlerini öğreniriz.
Bütün bu bilgiler bir edebiyat eserinin değerlendirilmesinde
bize yol gösterir.
2. TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ
ÖLÇÜTLER
Edebiyatımız, hiçbir yazılı belge bulamadığımız çok eski
dönemlerde başlamış ve birbirinden farklı kollar halinde gelişmek
suretiyle günümüze kadar süregelmiştir. Başlangıcından
günümüze kadar aynı milli ruhun, edebiyatımızın bütün
dönemlerinde hiç değişmeyen ve amacı belirleyen bir çizgi
olarak varlığını hissettirdiğini görüyoruz. Ancak bu milli çizgiye
onu zenginleştiren birbirinden farklı motiflerin de eklendiğini
söylemeliyiz. Edebiyatımızın hangi medeniyetin veya
hangi edebiyatların tesirine girdiğini, hangi amaçlara hizmet
ettiğini ve toplumdaki hangi sosyal sınıflar tarafından temsil
edildiğini bu farklılıklara bakarak anlıyoruz. Ayrıca edebi
eserlerde kullanılan kelimelerin yapılarına, çekimlerine ve
ses özelliklerine bakarak hangi dil coğrafyasına ait olduğunu
belirtiyoruz.
Dünyada başka milletlerin edebiyatlarında da, ana çizgi değişmemekle
beraber, farklı edebi dönemler yaşandığı görülmektedir.
Fakat bunların pek azı bizim edebiyatımız kadar
çeşitlilik arz etmektedir. Tabii ki bunun en önemli sebebi Türk
boylarının dünya üzerinde çeşitli coğrafi bölgelere dağılarak
ayrı topluluklar halinde ve ayrı devletler kurarak yaşamalarıdır.
Bu durum, birtakım kültürel farklılıkları, farklı lehçe ve
şivelerin oluşumunu, farklı medeniyetlerden etkilenmeyi ve
farklı edebiyatlara sahip olmayı beraberinde getirmiştir.
Biz de edebiyatımızı tarihi gelişimi içerisinde devirlere ayırarak
her birini kendi özelliklerine göre incelemek durumundayız.
Türk Edebiyatının dönemlere ayrılmasında;
-Dil anlayışı
-Dini hayat
-Kültürel farklılaşma
-Sanat anlayışı
-Coğrafya değişimi
-Lehçe ve şive ayrılıkları etkili olmuştur.
II. ÜNİTE: DESTAN DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
1. DESTAN DÖNEMİ
Destan; halk gözüyle görülen, halk ruhuyla duyulan ve halk
hayalinde masallaştırılan tarihlerdir. Bu tanımdan, tarihi olaylara
masalsı öğelerin girdiği destanın, halk ruhunda ve hayalinde
şekillenerek oluştuğu anlaşılmaktadır.
Bazı milletlerin millet hâline gelmesi tarihin çok eski çağlarında,
bilinmeyen döneminde olmuştur. Bu döneme, destan
dönemi denir. Dolayısıyla milletlerin tarihlerinin başlangıcını
bulmak çok zordur.
Destanların ortaya çıktığı zaman kesin olarak bilinmediği için
Türk milletinin İslam öncesi yaşamına ait asıl bilgi kaynağı
destanlardır. Göktürklerin büyük bir yenilginin ardından Ergenekon
adını verdikleri yere kaçmaları ve orada çoğaldıktan
sonra demir dağı eritmeleri, Saka Türklerinin İskender'le
savaşa girmemek için geri çekilmeleri (Şu destanı), Oğuz
Türklerinin Üçoklar ve Bozoklar olarak ikiye ayrılmaları (Oğuz
Kağan destanı) gibi birçok bilgiyi destanlardan öğreniyoruz.
Destanlar, tarihleri bu şekilde eskilere uzanan milletlerin bilinmeyen
ilk çağlarını bize birtakım mitolojik hikâyeler halinde
anlattığı için önemlidir. Bunlar gerçek olmasalar; hatta gerçeğe
uymasalar bile, milletlerin kendi geçmişleri hakkında
neler bilip neler düşündüklerini haber vermeleri bakımından
önemlidir. Destanların, bir ulusun düşünce ve sanat hayatına
kaynak olması bakımından da önemi vardır. Destanlar, anlatımlarındaki
olağanüstü özellikler ayıklandığında ulusların
tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardandır. Yüzyıllar boyunca
Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayallerini; güzel
sanatlarını, aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk
destanlarında görebiliriz. Bu yüzden destan dönemi, ulusların
edebiyatı, kültürü ve tarihi için önemlidir.
Mitlerin Doğuşu ve Efsane
Destan dönemine efsanevi, masalsı yani mitolojik öğeler hâkimdir.
Mitoloji; çok eski zamanlarda gelmiş ve yaşamış olan ulusların
inandıkları tanrıların, kahramanların, devlerin ve perilerin
hayatından söz eden hikâyelerdir. Mitolojiler, temsil ettiği
topluluğun aynası gibidir. Mitoloji, Eski çağlarda yaşamış
olan insanların doğa olaylarına, sosyal ilişkilerine, dinî inançlarına
bakış açılarının yorumlanmasıdır.
Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları
konu edinen hayali hikâyelere efsane denir. Efsanede
anlatılan olaylar bazen hayali olabilir; ama efsaneler çoğunlukla
gerçek olaylara ve gerçekten yaşamış kişilere dayanır.
Bu nedenle her ulusun, efsaneleri, destanlarını, kahramanlık
öykülerini, kahramanlarını, masallarını, söylencelerini barındırır.
Efsanelerin kaynağı tarihî olaylardır. Bu olaylar, halkın hayal
gücü yardımı ile olağanüstü hayallerle olgunlaşır. Halk,
inançların etkisi altında, tarihle ilgili olayları idealize ederek
masallaştırır. İşte bu bakımdan efsaneler, tarihî olaylarla
örülü masallardır. Bu masallar cin, peri, dev, ejderha gibi
masalsı öğelerle süslenerek anlatılır.
Mitlerin önemli bir türü bir kültürün, evrenin nasıl yaratıldığına
ilişkin görüş ve inanışları açıklayan ve tanımlayan yaratılış
mitleridir.
Türklerin ortak efsanesi türeyiş efsanesidir. Bu efsane neredeyse
her Türk topluluğunda vardır.
Destanların Olağanüstü Oluşları
Türk mitolojisinde hakan, Tanrı tarafından gönderilmiş ve
"kut" (mutluluk) verilmiş bir insan olarak kabul edilmektedir.
Türk anlayışında hakan iyi veya kötü, bilgili veya bilgisiz
olabilen bir insandır. Hakan olmak o kişi için bir nasiptir ve
hakan buna lâyık olmak zorundadır. Eğer iyi ise, bilge ise,
Tanrı'nın yardımı da onunla beraberdir; değilse Tanrı yardımını
ondan çeker ve hakan öldürülür. Hakanların soyu kutsal
kılınmış olduğundan, hanedan mensuplarının kanı toprağa
akıtılmaz, onlar kirişle boğularak öldürülürler.
Tanrı tarafından verilen görev, cihan devletini kurmaktır.
Hakan bütün acunu (cihan) yönetmekle görevlidir. Türk Devleti,
yeryüzü ile gökyüzü arasında düşünülür. Orhun abidelerinin
ifadesi ile üstte mavi gök, altta yağız yer yaratıldığında,
ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İnsanoğulları üzerine ise
Türk kağanları oturtulmuşlardı.
Halkı derleyip toparlamak, eğitmek, açı doyurup çıplağı giydirmek,
töreyi hâkim kılmak da hakanın görevleri arasındadır.
Halkın hakanlara verdiği olağanüstü nitelikler, destanlarda da
olağanüstü olayların anlatılmasına zemin hazırlamıştır.
Farklı Uluslarda Destan Dönemleri
Destanlar, tarihin bilinmeyen dönemlerinde oluşur ve ulusların
yaşadığı büyük olayları yansıtır. Bu bilgiler ışığında köklü
bir tarihi olan ulusların (Türkler, İranlılar, Sümerler, Yunanlılar,
Hintler) destan dönemlerinin olduğu söylenebilir. Bu
ulusların tarihin bilinmeyen dönemlerinde yaşamış oldukları
büyük olaylar, destanları doğurmuştur. Dolayısıyla destan
sahibi büyük ulusların destan döneminin olduğundan söz
edebiliriz.
2. SÖZLÜ EDEBİYAT
Sözlü Edebiyat, Türklerin henüz yazıyı kullanmadıkları dönemdeki
edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak üretilmiş
ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu
dönemde edebiyatımızı Şamanizm, Manihaizm, Budizm gibi
dinler etkilemiştir. İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, M.Ö.
4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türklerin İslamiyet’i kabul
ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin
Köktürklere ait yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla
kadar olan bölümü sözlü edebiyat dönemi olarak adlandırılır.
Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir. Böyle olunca da yazılı
edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin oluştuğu
ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi
Türklerin edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel
temellere dayanır. Sözlü edebiyat ürünleri, daha yazının
bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde üretilmeye başlanmış,
kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.
Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür olan şiir, sözlü edebiyatın
anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi Türk edebiyatında
da şiirin önemli bir yeri vardır.
Sözlü Dönemin Özellikleri
Ürünler “kopuz” adı verilen sazla dile getirilmiştir.
Ölçü olarak ulusal ölçümüz olan “hece ölçüsü” kullanılmıştır.
Nazım birimi “dörtlük“tür.
Dönemine göre arı bir dili vardır.
Dizelere genel olarak yarım uyak hâkimdir.
Daha çok doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
Bu döneme yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı
Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” adlı eseridir.
a. Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler (Şiirler)
Eski Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiiri hece ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili,
sekizli, on ikili ölçülere çok rastlanır. Kafiye önemlidir, dize
başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür. İslamiyet
öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki
dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini
doğal bir dille anlatırlar. Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık,
cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, ölüm en çok işlenen
konulardır. Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla ait eski Türk
şiir çevirilerine rastlanmaktadır.
İlk Türk Şairleri
İslamiyet öncesindeki Türklerde şairlere baksı, kam, ozan
gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lûgati’t Türk
adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde
adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor
Tigin, Çuçu, Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri,
Kalun Kayşı, Çisuya Tutung’dur.
İlk Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi bilinen ilk örneklerini Uygurlarda
bulmaktayız. Aprın Çor Tigin’in yazdığı “Bir Aşk
Şiiri” adlı şiir ilk Türk şiiridir.
a. Sagu
Sagular da savlar gibi eski Türklerin yaşam biçimlerinden
doğan sözlü ürünlerdir. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir
kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ
töreni”, bu törenlerde söylenen şiirlere “sagu” adı verilir.
Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden
doğan acıyı dile getiren bu şiirler bir tür ağıttır. Destan
özelliği de gösteren sagularda geniş doğa tasvirlerine
rastlanır.
Aşağıda Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine duyulan acıyı dile
getiren “Alp Er Tunga Sagusu”nu okuyacaksınız. Alp Er
Tunga Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından halk
ağzından derlenmiştir.
Alp Er Tunga Sagusu Günümüz Türkçesiyle
Alp Er Tonga öldi mü
İsiz ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur
Ödlek yarag közetti
Ogrı tuzak uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur
Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür
Ödlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tavradı
Erdem yeme savradı
Ajun begi çertilür
Bilge bögü yunçıdı
Ajun atı yençidi
Erdem eti tmçıdı
Yerge tegip sürtülür
Alp Er Tonga öldü mü,
Kötü dünya kaldı mı,
Zaman öcün aldı mı
Artık yürek yırtılır.
Felek fırsat gözetti,
Gizli tuzak uzattı,
Beyler beyin şaşırttı;
Kaçsa nasıl kurtulur?
Uludu erler kurtça,
Bağırıp yırttılar yaka,
Çığırdılar ıslıkla,
Yaştan gözler örtülür.
Zamane hep bozuldu,
Zayıf tembel güçlendi,
Erdem yine azaldı,
Acun beyi yok olur.
Bilge bilgin yoksul oldu,
Acun atı azgın oldu,
Erdem eti çürük oldu,
Yere değip sürtülür.
b. Koşuk
Eski Türkler totemlerinin etini yemezlerdi. Yılda bir kez, belli
dönemlerde, “sığır töreni” adı verilen kutsal av törenlerinde
onu kurban ederek yerlerdi. “Şölen” adı verilen bu toplu ziyafetlerde
ve yengi ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların
erkekleri bir araya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen
çoklukla aşk, doğa ve yiğitlik konularını işleyen şiirlere
“koşuk” adı verilir. Genellikle kendi başına bütünlüğü olan
dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar manilere ve koşmalara
kaynak olmuştur.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatının sözlü ürünleri olan destanların,
savların, saguların ve koşukların kimileri zaman
içinde yitip gitmiştir. Bu ürünler kuşkusuz eski çağlarda Türkler
arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği,
barışı sağlayan en önemli etmenlerdi.
Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan ozanlar;
raks ve müzik ustalıkları gibi büyücü ve doktor görevini
de üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken sazlarıyla da
destan parçaları, sav, sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da
büyüleriyle engellemeye çalışır, hastaları sağaltma görevi de
üstlenirlerdi.
Koşuk Örneği Günümüz Türkçesiyle
Öpkem kelip ogradım
Arslanlayu kökredim
Alplar başın togradım
Emdi meni kim tutar
Kanı akıp yoşuldu
Kabı kamug deşildi
Ölüg birle koşuldu
Togmuş küni uş batar
Kaklar kamug kölerdi
Taglar başı ilerdi
Ajun tını yılırdı
Tütü çeçek çerkeşür
Etil suwı aka turur
Kaya tübi kaka turur
Balık telim baka turur
Kölün takı küşerür
Öfkelenip dışarı çıktım
Arslan gibi kükredim
Yiğitler başını doğradım
Şimdi beni kim tutabilir.
Kanı akıp boşandı
Derisi baştanbaşa deşildi
Ölülerle bir oldu
Doğan güneş işte batıyor
Kuru yerler hep gülerdi
Dağbaşları göründü
Dünyanın soluğu ılındı
Türlü çiçekler sıralandı
İtil suyu akar durur
Kaya dibini oyar durur
Bütün balıklar baka durur
Gölü bile taşırırlar
b. Olay Çevresinde Oluşan Metinler
Destan (Epope)
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş olağanüstü
olaylarla, doğaüstü kahramanlarla ve kahramanlıklarla
yüklü, öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir. Destanlar,
eski çağlarda ezgiye eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla
nazımla düzenlenmiştir. Epik şiirin en güzel örnekleri
olan destanlarda olağanüstü olayların, doğaüstü kahramanların,
tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının
inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri;
ulusların özlemleri ve düşleri de dile getirilir. Destanlar insanların
olayları dinleme ve anlatma gereksiniminden dolayı
kuşaktan kuşağa yayılmıştır.
Destanların Doğuşu
İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa olaylarını anlamakta
güçlük çektiler. Her olay onlara önce Tanrıyı düşündürdü:
Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar, kasırgalar,
susuzluklar Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her
doğa olayını korkuyla karışık bir hayranlıkla izledi.
Zengin bir hayal dünyası olan ilk insanlar, önemli gördükleri
her olayı, olağanüstü olay ve hayallerle süsleyerek birbirlerine
anlattılar. Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında
yayılarak ortak bir eser haline geldi. Destanları anlatan
her yeni ağız destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş
güzelliği de kattı. Destanlar, başlangıçta manzum oldukları,
ezgiyle söylendikleri için halk dilinde uzun süre yaşayabildi.
Destanlar, birçok doğa olayının çözüme ulaştığı dönemlerde
bile yer yer önemini koruyarak köklü bir destan geleneğinin
oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan gelenekleri zenginleşen
ulusların, destan şairleri yetişmiştir.
Sözlü dönem destanlarının özellikleri
Toplumun ortak görüşleri yansıtılmıştır.
Olağanüstü özellikler bulunmaktadır.
Önemli kişiler han, kral gibi seçkin kişilerden veya toplumun
kabullendiği bir kahramandan ibarettir.
Söyleyiş milli dil tarzındadır.
Oldukça uzun yazılardır.
Milli nazım ölçüsü kullanılmıştır.
Konuları bakımından savaş, deprem, yangın, mizah,
ünlü kişilerin yaşamları şeklinde gruplandırma yapmak
mümkündür.
Türk Destanları
Bir ulusun destan sahibi olabilmesi için:
Ulusun halkının hayal gücünün en eski çağlarda bile,
efsaneler, destanlar yaratmaya elverişli olması,
Ulusun tarihinde unutulmaz doğa olayları, büyük savaşlar,
güçler, baskınlar, değişik coğrafi çevrelere dağılmalar
gibi halkının gönlünde ve kafasında nesiller boyu yaşayacak
önemli olayların yaşanmış olması gerekir.
Çok zengin olduğu bilinen Türk destanları ile ilgili bilgiler
Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde edilmektedir.
Türk destanlarının bir kısmı Türk ve yabancı araştırmacılar
tarafından halk ağzından derlenmiştir. Bir kısmına Arap, İran
ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir kısmına Batılı
kaynaklarda rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları
tarafından çeşitli dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve
yazılarla kaleme alınmıştır. Destanlarımızın büyük bir kısmı
yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü edebiyattaki şekliyle de
tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Ancak yüzyıllar içinde
yaşayıp yeni olaylarla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce
ve anılarıyla değer kazanmışlardır. Araştırmacılar Eski İran
ve Yunan destanları ile Türk destanları arasındaki benzerliklere
dikkat çekerler. Destan devri yaşayan uluslar arasındaki
bu tür alışverişler doğaldır.
Bütün dünya edebiyatlarında olduğu gibi Türk Edebiyatının
da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği içinde
“destan” terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış
ve kullanılmaktadır.
Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden mesnevilerin bir
bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık
edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya
söylenen ferdî, sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye
tekniği ile çeşitli üslûplarla aktaran nazım türüne ve bu
yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın, milletlerin yaradılışını,
gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli olay ve
nesnelerle ilgili sebep açıklayan ve Batı Edebiyatında “epope”
terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği
içinde “destan” adı ile anılmaktadır.
Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç eserleri olan destanlar,
çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında, milletlerin
hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya
tarih olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle
zenginleştirilmiş uzun manzum hikâyeleridir.
Destanlar bütün bir milletin ortak mücadelesini ortak değerler,
kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve yaşatıldığı
toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya
edebiyatının en Türkçü eserleri olarak kabul edilirler.
Destanlar her zaman tarihî gerçekleri doğru biçimde nakletmezler.
Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin ortak
bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri
ile idealleştirilir. Eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş
gibi anlatılırlar. Her milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak
dünya görüşü, hatıra ve beklentileri yanında kusurları ve
yanlışları da destanlarına yansır.
Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik ve savaşçılık yanında
verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile
yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen
ortak değer ve kabullerdir.
Türk destanları, kâinatın, insanın, kadının ve erkeğin yaradılışı,
Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk devletlerinin kuruluş
gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla beraber
pek çok sebep açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır. İlk
örneklerinin manzum olduğu kabul edilen Türk destanlarından
Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı dışında
bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır.
Diğer Türk destanları çeşitli kaynaklarda özet, epizot, hatıra,
kısaltılmış seçme metinler halinde bulunmaktadır. Türk tarihine
ana hatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle başlamış
ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. İlk anayurt
olan Orta Asya hiç bir zaman terk edilmemiştir. Türk halkları
ilk anayurt olan Orta Asya’dan itibaren dünya coğrafyası
üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi Türk cumhuriyetinde,
pek çok özerk toplulukta ve çeşitli devletlerin idaresinde
azınlık halinde yaşamaktadır.
Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki çok boyutluluğa paralel
olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle zenginleşerek
ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını sürdürerek
günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple Türk destanları da
tarihî ve coğrafî çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine
paralel olarak çeşitlenmiştir.
İlk Türk Destanları
1. Altay - Yakut Dönemi
a. Yaradılış Destanı
2. Sakalar Dönemi
a. Alp Er Tunga Destanı
b. Şu Destanı
3. Hun Dönemi
a. Oğuz Kağan Destanı
b. Attila Destanı
4. Göktürk Dönemi
a. Bozkurt Destanı
b. Ergenekon Destanı
5. Uygur Dönemi
a. Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı
Sav
Sav, İslamiyet öncesi Türk edebiyatında atasözünün karşılığıdır.
Bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü, en az sözcükle
kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi
veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına
ait savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede
bugün de yaşamaktadır.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait en güzel savları XI.
yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divânü Lûgati’t Türk
adlı eserde görüyoruz.
Örnekler
1. Aç ne yimes, tok ne times.
2. Alın arslan tutar, küçin sıçgan tutmas.
3. Bir karga birle kış kelmes.
4. Böri koşnısın yimes.
5. Ermegüke bulıt yük bolır.
6. Efdeki buzagı öküz bolmas.
7. İt ısırmaz, at tepmes time.
8. Tag taga kavuşmas, kiş kişike kavuşur.
9. Yılan kendi egrisin bilmes, tefi boynın eğritir.
10. Kanıg kan bile yumas.
Günümüz Türkçesiyle
1. Aç ne yemez, tok ne demez.
2. Al (Hile) ile aslan tutulur, güç ile sıçan tutulmaz.
3. Bir karga ile kış gelmez.
4. Kurt komşusunu yemez.
5. Tembele bulut yük olur.
6. Evdeki buzağı öküz olmaz.
7. İt ısırmaz, at tepmez deme.
8. Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye kavuşur.
9. Yılan kendi eğrisini bilmez, deve boynun eğri der.
10. Kanı kanla yıkamazlar.
Dostları ilə paylaş: |