17 Ağustos depreminin belgeselini çeken Sibel Bilgin bölgenin ve halkın bugünkü durumunu anlatıyor
Toplumsal dönüşüm dehşet veriyor CUMHURİYET – 16.08.2009/Leyla Tavşanoğlu Sosyal hayatın sıfırlanması depremzedelerin travmalarının hiçbir şekilde iyileşmemesine neden oluyor. Gençler bu durumdan boğuluyor.
Bir bardak bira içmek için bile İzmit’in ya da Gölcük’ün merkezine inmek gerekiyor. Belediyenin sosyal tesislerinde bunu yapmak söz konusu bile değil.
17 Ağustos depreminden 10 yıl sonra bölgenin durumunu belgesel film yapımcısı Sibel Bilgin’le konuşuyoruz. Depremden sonraki ilk belgeseli Hollandalı eşi Floor Kooij’la birlikte çeken Sibel Hanım içi parçalanarak bölge insanının psikolojisinin nasıl bozuk olduğunu anlatıyor. On yıl sonra bölgeyle ilgili iknci belgeseli ocak ayında kaybettiği eşiyle birlikte hazırlayan Sibel Hanım İzmit-Gölcük-Değirmendere üçgeninde gördüklerini keder içinde belirtiyor.
Yollara, binalara, inanılmaz yatırımlar yapıldığını ama bölge insanının tam anlamıyla ihmale uğradığını söyleyen Sibel Bilgin feryat ediyor: “Özellikle gençleri yeniden hayata döndürmek için bu tür deneyimleri yaşamış ülkeler örnek alınamaz mıydı? Bu insanların psikolojilerini düzeltmek için kültür, sanat, spor etkinliklerine ağırlık vermek o kadar mı zordu? Orada bir psikolojik tedavi merkezi açılamaz mıydı? Bölge insanı bir yandan yoksulluk, bir yandan da yaşadığı bu travmayla tek başına boğuşmaya terk edildi. Üstelik Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelip oraya yerleşen göçmenler toplumsal yapıyı inanılmaz biçimde değiştirdi.”
- 1999 depreminden sonra Gölcük yöresinde yaptığınız belgeselin ardından depremin 10. yılında bu kez yöre halkında yarattığı travmaları, on yılda toplumun nasıl dönüştüğünü anlatan ikinci bir belgesel daha çektiniz. O on yılda ne gibi değişiklikler, ne gibi gelişmeler saptadınız? Depremden sonraki on yıl içinde sosyal dokuda herhangi bir değişiklik oldu mu?
- 1999 depreminden sonra bir yıl “Benim Kırık Şehrim” belgeselini çekmek için o yörede kaldık.
O süre içinde ailelerin yaşamlarını izledik. Aşağı yukarı her günü onlarla birlikte geçirdik.
İnsanların sokaktan çadır kente, çadır kentten prefabrik evlere, prefabrik evlerden kalıcı konutlara taşınmalarına adım adım tanık olduk. İnsanlar bir gecede her şeylerini kaybetmişlerdi. Gölcük bölgesinde yaşayanları tam anlamıyla şoka uğratan bir gece 45 saniye içinde hiçbir şeylerinin kalmamasıydı. Depremden sonra bu insanlar yaşama tutunma mücadelesi vermeye başladılar. İnsanüstü bir güç harcayarak hayata tutundular. Üstelik bu insanlar ailelerinin bireylerini, en yakınlarını da kaybetmişlerdi. Ayakta kalabilmek için çok enerji harcadılar. Öte yandan kalıcı konutlar oldukça hızla yapıldı. On yıl o yıkıntıları temizleyip yeniden bir yaşamın kurulması için kısa bir süre. Kocaeli bölgesine o gözle baktığınız zaman şaşırabilirsiniz.
- Neden? - Çünkü biz ilk filmden sonra Gölcük-Değirmendere-İzmit bölgesine yıllarca adım atmadık. Ama on yıl sonra “Depremin Gölgesinde” belgeselini çekmeye gittiğimizde Floor’la neredeyse yolumuzu kaybediyorduk. Ki orası bizim adım adım dolaştığımız bir bölgeydi.
Bütün sahil yeniden doldurulmuş, yemyeşil parklar yapılmıştı. Piknik alanları oluşturulmuştu. Gölcük büyük ölçüde ayağa kalkmış, meydanı tamamıyla yenilenmişti. Pırıl pırıl bir çarşı yapılmıştı.
Mimari açıdan bakacak olursanız hâlâ en büyük sorun o bomboş kalan arsaların üzerine bina inşa edilsin mi edilmesin mi tartışmaları yapılıyor. İnsanlar bir yandan, “Buraya hiçbir şey yapılmazsa buraya hayat geri gelmeyecek” diyorlar. O anlamda haklılar.
Öte yandan, kimi de, “Burada yüzlerce insanın kanı var. Bunların üzerine bir tane dahi çivi çakamazsınız. Zaten yapılsa da o topraklar üzerinde iki katın üzerinde bina çıkamazsınız” görüşünü savunuyorlar.
Orada çok büyük bir gelir kaybı ve yoksullaşma oldu. Diyelim ki orada kooperatif evleri vardı. Bunlar yerle bir olunca herkes bir tarafa dağıldı. O arsa boş kaldı ama devlete ait değil. Tek bir şahsın da değil. Çok mülkiyetli. Bunların kamulaştırılması da gündeme getiriliyor. Ama kamulaştırılacak alan o kadar çok ki hangisini kamulaştıracaksınız? Bu çok büyük bir sorun. Aynı zamanda da çok büyük bir gelir kaybı.
Evet, sonuçta evini barkını kaybeden insanlar artık kalıcı konutta yaşıyorlar ama yıkılan evinin arsasını hiçbir şekilde değerlendiremiyorlar. Devlet oraları kamulaştırmadığı sürece de o arsalara hiçbir bina yapılamıyor.
İşsizlik çözüm bekliyor - Sadece o mu? Deniz kıyısındaki bütün binalar sulara gömülmedi mi?
- Maalesef Marmara sahillerinde artık bu batık şehrin hayaleti var. Ama artık on yıl sonra dediğim gibi sahil doldurulmuş, güzel kafeler yapılmış. Bölge görece olarak çabuk toparlandı. Ama Türkiye gibi büyük bir ülkede bunun böyle olması gerekiyordu.
Ama bugün bölgede en büyük sorun insanların yaşamı ve ruhsal durumları. Bir kere ekonomik güçlükleri çok büyük. Evet, Türkiye’de bugün bir küresel kriz yaşanıyor. Ama bu kriz deprem bölgesinde yaşayan insanlarımızı daha da ağır vuruyor. Bizler işlerimiz iyi gitmediği zaman annemize, babamıza, kardeşimize ya da yakın dostumuza başvuruyoruz.
Ama depremde o büyük bölgenin insanları o tokatı aynı anda yedi. Kimsenin kimseye yardım edecek hali yok. Dolayısıyla insanların ilişkiler ağı darmadağın oldu.
Çocukların eğitimi büyük sekteye uğradı. Psikolojik sorunları nedeniyle kimi eğitimine devam edemedi. Bölgede işsizlik çok yüksek düzeyde. Evet, bölgeye birtakım yatırımlar oldu. Ford fabrikası geldi. Sabancı Holding orada CarrefourSa’yı açtı. Büyük mağazalar açıldı. Ama bunlar bölgedeki istihdam ihtiyacını karşılayacak çapta değil. İlk dönemlerde inşaat sektörü çok sayıda işçiye istihdam sağladı. Ama bu işçilerin çoğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan geldi. Bölge insanına istihdam yaratma açısından pek bir yarar sağlamadı. Bu işçiler aileleriyle birlikte bölgeye yerleştiler.
- İyi de bölge insanına istihdam sağlayacak yerde inşaat sektörü neden Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan işçi getirdi?
- Deprem öncesi bölgenin ekonomik ve sosyal yapısına bakacak olursanız o insanlar inşaat sektöründe çalışacak vasıflara sahip değiller. Değirmendere orta halli emeklilerin yaşadığı bir ilçe. Gölcük’te de esnaf sınıfı ağırlıklı olarak yaşıyor. Çocukları ortaokula, liseye gidiyor. Bu insanların ve çocuklarının inşaat sektöründe çalışmaları olanağı yoktu. Böylece çelişkili bir durum ortaya çıktı.
İnşaatları yapanlar da işçilerini başka bölgelerden getirmeye mecbur kaldı. Sorunu özetlemek gerekirse bölge insanına sistemli bir biçimde istihdam sağlama çalışmaları yapılmadı. Burada şu noktaya değinmek istiyorum.
Deprem bölgesi bir açık hava laboratuvarı gibiydi. Türkiye’de pek çok üniversite, üniversite öğretim üyesi var. Ben depremden sonra bu akademisyenlerin, akın akın bu bölgeye gelip çare üretme çalışmaları yapmalarını beklerdim. Ben bir üniversite öğretim üyesi olsaydım bütün öğrencilerimi tezlerini o bölgede hazırlamaya mecbur ederdim. Bugün o bölgenin işsiz olan gençlerinin vasıflarının dökümü yok. Onlara birtakım imkânlar yaratılabilirdi. Yaratılmadı. Belki bugünden sonra yaratılır. En azından ben öyle ümit ediyorum.
İnsanlar tepelere hapsoldu
- Bir de duyduğum kadarıyla bölge insanının sosyal yaşamlarında çok ciddi dönüşümler oldu. Siz görgü tanığı olarak bu konuda ne söylemek istersiniz?
- Deprem felaketzedelerine en güzel evlerin verildiği söyleniyor. Ama oturup kendimizden pay biçelim. Yaşadığımız mahalleyi, oturacağımız evi hep kendimiz seçmiyor muyuz? Ama o insanların herhangi bir seçim yapma şansları yoktu. Evet, devlet olarak herkesin zevkine göre ev dağıtımı yapamazsınız. Ama bunun bir orta yolunu bulmak da belki mümkün olabilirdi.
Kıyıdaki binalar tamamıyla denize sürüklendiği ve yeni konutlar da tepelere yapıldığı için ilk zamanlar Gölcük’ün merkezinde canlı kalmadı. O tepelerde oturan insanların paraları yoktu. Tepelere hapis kalmışlardı.
Üstelik o kalıcı konutlar mahallelerinde hiçbir sosyal etkinlik, sosyal hayat yok. Bir kısmında bakkal bile yok.
Dolayısıyla bu insanlar hem en yakınlarını, dostlarını kaybettiler. Üstelik hiçbir zaman birlikte yaşamayı düşünmeyecekleri insanlarla aynı mahallede komşu olarak yaşar hale geldiler. Bir tiyatro, bir sinema, başka bir kültürel etkinlik izlemek isteseler yok.
Psikolojik tedavi şart - Peki, ya gençler?
- İmkân bulup tepelerden aşağı inebilen gençler internet kafelere kapanıyorlar. Ama her gün İzmit’e, Değirmendere’ye inecek imkânları da olmadığı için evlerine kapanıyorlar. Ailelerin çoğu emekli maaşıyla geçinmeye çalışıyor. Devlete evlerin borcunu ödedikten sonra yiyecek alacak paraları kalmıyor. Bu insanlar ekonomik ve sosyal sorunlarla on yıldır kendi kendilerine boğuşuyorlar. Çünkü onlara yardım eli uzatan hiç kimse yok. Bir üçüncü can alıcı ve üzücü nokta da bu insanların yaşadığı psikolojik travma. Kimi derin sorunların insanların birbiriyle konuşarak çözülmediği ortaya çıktı. Yaşananı zaman da unutturmuyor. Gördüğümü söylüyorum. O yörenin insanları hiçbir şeyi unutmamış. Ama kalplerine gömmüşler. Kendi aralarında konuşurken, “Canım zaman tabii ki unutturuyor” deyip aradan bir dakika geçmeden, “Ama biliyor musun? O gece saat üçte...” diye yine deprem konusuna dönüyorlar. O geceyi bundan on yıl önce nasılsa bugün de aynı sözcükler, aynı cümleler, aynı heyecanla anlatıyorlar.
Demek ki bu insanlar o travmayı içlerinde bir yere gömdüler. Gömdüler ama onu halletmediler. Halletmedikleri için de o travma o insanların hayatında başka yerlerden uç veriyor. İnanın, hem gençler hem de anne-babalar böyle.
- Peki, bölge halkına herhangi psikolojik yardım yapılmadı mı?
Yaşadıkları o travmalar yok varsayılarak o insanlara verilmiş hiçbir yardım yok. Depremden sonraki ilk günlerde hastanelere gittiklerinde psikologlar onlara yardımcı oldu. Ama gönül bugün o bölgede bir psikolojik analiz merkezi kurulmuş olmasını istiyor. O merkez yalnız bu işle uğraşmalı. Dünyanın pek çok yerinde bu travmaları yaşamış deneyimli ülkeler var. Örneğin Japonlar bizi uyarmıştı. “Dikkat edin. Beş yıl sonra bu travma daha şiddetlenecek. Hatta onuncu yılına girerken doruk noktasına çıkacak. Çocuklarda madde bağımlılığı, suç oranının artması, agresyon sorunlarını yaşayacaksınız” demişlerdi. İşte, bölge şimdi bu sorunlarla baş başa. Ve tek başına, yalnız...
Depremzede bölgede insana değil betona yatırım yapıldı
- Peki, Kocaeli Belediyesi, ilçe belediyeleri ne yapıyor? Betona yatırım yapan belediyeler insana neden yatırım yapmazlar?
- Çok fazla bir girişim yok. İnsana yatırım yapmamak kadercilikten, deneyimsizlikten kaynaklanıyor olabilir. Ama en azından bu sorunun varlığını kabullenmemiz lazım. En azından zararı minimuma indirebilmek için çalışmak lazım. Sokakta dolaşırken hayat normal gibi görünüyor. Ama aslında değil. Biz Floor’la birbirimize “Bu normal gibi görünüp normal olmayanın filmini yapacağız” dedik. Çünkü her şey depremin gölgesinde yaşanıyor. O bir kara bulut gibi insanların üzerine çökmüş. İnsanlarla konuşurken bize ilk söyledikleri şu oldu: “Hepimiz hastayız. Hepimizin psikolojisi bozuk. Bu konuda hiçbir şey yapılmıyor.” Belki bu konuda bir şeyler yapmak kolay değil.
- Evet de devlet ne güne duruyor? Bu devletin esas görevlerinden birisi değil mi?
- En azından bu kötü deneyimleri atlatmış ülkelerin neler yaptıklarına bakmalıyız. Bunun bir listesi çıkarılsa ve uygulamaya konsa bölge insanı da rahatlayacak. Her şeyden önce sanat ve kültür bütün travmaların bir numaralı ilacıdır. İnsanların içlerine bastırdıkları duyguları bir yerlerde ifade edebilmeleri lazım. Bu ebru yapmak, resim çizmek, müzik çalmak, tiyatro oynamak, dans etmek olabilir. Bu özellikle gençler için elzem. İkincisi de spor. Orada en çok futbola yatırım yapılmış. Ama bütün çocuklar da futbol meraklısı değil. Öte yandan bölgeye dışardan gelip yerleşen insanlar da depremi bire bir yaşamadıkları için yaşayanların neler çektiklerini anlamıyorlar.
- Bölge halkının çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor, diye biliyorum. Kadına yatırım yapılıyor mu? Kadınların sosyal alanlarda bir araya gelip konuşacakları, arkadaşlık edecekleri yerler var mı?
- Evet. Çoğunluk kadın. Gölcük’te bir sanat sokağı yapılmış. Orada bir kütüphane, bir galeri var. Hanımlar bir kafe açmış. El işleri yapıp orada sergiliyorlar. Ama burada bir avuç insandan söz ediyoruz. Bu çok güzel bir girişim ama yeterli değil.
Elişi orta yaş ve üzeri kadınları tatmin edecek bir uğraşı olabilir. Ama gençler? Onlar ne yapacak? Neyle oyalanacaklar? Onları tiyatro, müzik, sanat, sporla beslemezseniz bu çocuklar enerjilerini nereden alacaklar? Bir de deprem insanları içe dönük hale getirmiş. Bu insanları yeniden aktif hale getirmemiz lazım. Bunun bir sorun olduğunu algılayıp çözüm üretmeliyiz. Bence, depremden 10 yıl sonra Türkiye’de bir an önce yapılması gereken budur. Diyelim ki orta yaş kuşağını harcadık. Milyonlarca o gençler ne olacak? Bir sivil toplum örgütü olan Gölcük Arama Kurtarma Timi var. Bunun gençlere ne kadar yararlı olduğunu anlatamam. Orada gençler gönüllü olarak çalışıyor. Onlarla konuştum. “Bizim depremle bire bir uğraşmamız bize terapi oluyor” diyorlar. Ama herkes de o timde çalışamaz ki...