6- Hazret-i Üstad da, bu mütevafık hadiseleri şöyle izah etmiştir:
“...Hem yine manidar tevafukat-ı lâtifedendir ki;Risale-i Nur'un yüzyirmisekiz parçası, yüz onbeş parça kitap ediyor.Risale-i Nur'un şâkirtlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27 Nisan 1935 tarihiyle, mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 tarihi olmasına nazaran, yüz onbeş gün olup, Risale-i Nur kitapları adedine tevafuk etmekle beraber; İstintak edilen ve suçlu gösterilen yüzonbeş eşhasın adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi, gösteriyor ki; Risale-i Nur müellifinin ve şakirtlerinin başına gelen musibet bir dest-i inayetle tanzim ediliyor..(202)”
BASININ RİYAKAR TAVRI
Ve nihayet zamanın dalkavukçu basınının dehşet ve korku saçan velveleli beyanlarından ve Kabih Çehrelerini aks ettiren ifedelerenden bazı nümûneliri ibret için arz etmek istedik .Ancak çok Kabih ve yaltakcı ifade
(201) Osmanlıca Lem'alar S: 950
(202) Bu kısmın haşiyesinde ise, suçlu görülen maznunlardan iki tanesinin isimleri mükerreren yazıldığı için, yüzonyedi olarak kayde geçmiş olmakla; tevkifler başlangıcı olan 25 Nisan 1935'den mahkemenin hüküm tarihine kadar yüzonyedi gün ederek, ayrı bir tarzda tevafuk ettiğini kaydetmiş. A.B.
982
ler olduğundan sarf-ı nazar eyledik. Sadece o günki hadiseyi yezan bir kısım gazetlerin isim ve tarihlerini vermekle yetindik :
1- Tan Gazetesi 5 Mayıs 1935
2- Tan Gazetesi 6 Mayıs 1935
3- Tan Gazetesi 7 Mayıs 1935
4- Tan Gazetesi 8 Mayıs 1935
5- Tan Gazetesi 11 Mayıs 1935
6- Tan Gazetesi 13 Mayıs 1935
7- Akşam Gazetesi 9 Mayıs 1935
8- Akşam Gazetesi 10 Mayıs 1935
9- Cumhuriyet Gazetesi 10 Mayıs 1935
983
SEKİZİNCİ BÖLÜM
ESKİŞEHİR HAPİS FASLI
( 25 Nisan 1935 - 27 Mart 1936)
984
ESKİŞEHİR HAPİS HAYATI FASLI
25 Nisan 1935 - 27 Mart 1936 (1) )
Eskişehir hapis faslı -az yukarda genişçe kaydedildiği üzere- sebebsiz ve kanunsuz bir tarzda, başta Üstad Bediüzzaman Hazretleri olmak üzere masum ve mazlum halktan yüzyirmi kişi tutuklanmış, Isparta mahkemesince 25 Nisan 1935 tarihinde tevkifleri kesilmiş ve askerî cemselerle Isparta'dan 8 Mayıs 1935 günü Eskişehir hapishanesine nakledilmek suretiyle gerçekleşmiş ve hapis faslı başlamıştır.
Büyük heyecan ve velvelelerle ve büyük kuvvetlerle hadise yerine, Isparta'ya gelen Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, geniş ve ince tetkikat neticesinde, bilmecburiye basına şu beyanatı vermiş: "Hadise adî ve basit bir zabıta vak'asıdır." demiştir. O halde neden acaba mevcud kanunlar muvacehesinde ve hadisenin değerine göre bu mazlumlar âdilane bir yargılamaya tabi' tutulmadı? Neden Isparta mahkemesi hiç birini müstesna bırakmıyarak bütün bu ma’sumları tevkif etti? Ne idi suçları acaba? Yanlarında el yazma Kur'anî ve imanî birer risale bulunduğu için miydi?..
Acaba bir İslam diyarında Kur'an tefsirinden ve hakikatlarının izahından ibaret, hususî el yazma bir risaleyi yanında bulundurmak suç muydu? Hani Türkiye Cumhuriyeti hükümeti sözde Avrupavari ba’zı prensibleri benimsiyen bir hükûmet sistemiydi.. ve hani fikir, din ve vicdan hürriyetinden, milletin hâkimiyetinden de söz ediliyordu?..
Evet, sağdan soldan toplattırılan o yüzyirmi ma’sum ve mazlum insanların hiç birisinde asayişe zararlı bir halleri, davranışları veya herhangi menfî bir gizli komiteyle alâkaları görülmediği ve dahiliye vekilinin hadise akabinde basına verdiği beyanatı da bunu tasdik ettiği halde, neden bu masum insanlar apar-topar tevkif ediliyordu? Diyelim ihtiyaten ve efkâr-ı umumiyeye karşı fazla rezil olmamak için, bir kaç günlüğüne siyaseten tevkifleri düşünüldü... Peki neden Isparta hapishanesinden askerî cemselerle, ta Eskişehir'e kadar yollanıp hapislere tıkıldılar?..
Ve hakeza, insanın zihnine gelebilecek pek çok istifhamlar vardır. Amma bütün bu istifhamların tek bir cevabı vardır, o da şudur:
Türkiye'de dinî hissiyatı tamamen yok etmek ve dinsizlik ve anarşiliği yerleştirmek ve hatta bolşevikleştirmek için, sinsi ve sistemli bir şekilde çalışan gizli zındık ve ifsad komiteleri, farmason teşkilâtları vesaire, o zaman
,
(1) Tüm tarihçelerde Hazret-i Üstad'ın onbir ay hüküm giyerek çıktığını, onbeş talebesine de altışar ay hüküm verildiğini yazmakta.. Ve Hazret-i Üstad hapisten çıktıktan sonra jandarmalar nezaretinde Kastamonu'ya sevk edildiğini kaydetmektedirler. Buna göre Eskişehir hapsinin ilk tevkif tarihi olan 27 Misan 1935 olduğu, onbir ay hükmün tamamının infazı sonunda da Bediüzzaman 27 Nart 1936'da hapisten çıkmış olduğu ortaya çıkar. Şayet diğer delillere göre bakılırsa ve Hz.Üstad hapiste tam bir sene beklemişse 27 Nisan 1936'da çıkmış olur.
985
ki şartların ve hükûmet politikasının esnekliğinden son derece istifade ederek, hükûmet kuvvetini ve idareci bazı adamlarını elde etmişlerdi. Türkiye'nin her hangi bir yerinde siyasetsiz ve samimî bir şekilde dine âit bir parıltı göründü mü, hemen mezkûr gizli dinsiz komiteler tüm güç ve gayretleriyle ve basın ve gazeteleriyle oraya yükleniyor, siyasî bir kulp takarak ve rejim aleyhtarı ilân ederek; imha etmek ve söndürmek için faaliyete geçerlerdi. Nitekim Menemen vakasında da öyle bir oyun oynanmıştı.
Evet, Eskişehir hadisesinden iki buçuk sene evvel, Menemen vakası vesilesiyle istedikleri doğrultuda hükûmet eliyle emellerini yerine getirdikten sonra, bu defa tüm güçleriyle, Menemen hadisesini serrişte ederek; sönmiyen ve söndürülmiyen Hazret-i Bediüzzaman'ın, hakikat ve ilim meydanında bütün dünya dinsizlerini dize getirmiş olan Kur'andan alınmış Nur Risalelerini de söndürmek ve Bediüzzamanı ve etrafındaki samimi masum Nur talebelerini de imha etmek için planlar düzmeye ve çalışmaya başladılar. Sıra bunun icra kısmına gelmişti. Eğridir'de Risale-i Nur'la alâkadar yarı meczub bir adamın bir jandarma çavuşu ile yaptığı ağız münakaşasını vesile ittihaz ettiler. Yaygara ve feryadlar kopardılar. Planları gereği Bediüzzaman'a ve imanî hizmetine siyasî bir kulp taktılar. İrtica' ile damgaladılar. "Siyasi muhalif " dediler. "Rejim aleyhtarı, gizli cemiyet kurmuş" dediler. "İhtilâl hazırlığı içindedir” dediler, dediler, dediler!..
Ve geldiler, hükûmet kuvvetini evhamlandırarak ayaklandırdılar. Masum, imanlı, sâf müslüman insanları evlerinden, işyerlerinden toparladılar. Evlerini aradılar, baskınlar düzenlediler.. Taharriler yaptılar, baktılar, incelediler... Amma ne buldular?ne gördüler?..
Hiç bir şey!.. Yalanları, iftiralı karalamaları, münafıklıkları meydana çıktı.
Bu defa: "Aman bunları bırakmayın, şimdi bir şey elde edilmedi ise de, bir şey görünmedi ise de, amma bunlar o niyetteler.. yapabilir, edebilirler" dediler.
Hükûmet ve idare, bu defa bunların bu şekil desiselerine aldandı, palavralarına kandı... "Hepsi tevkif edilsin!.." şeklinde lisan-ı hal ve davranışlarıyla emir verdi...
Ne ise, tevkif edildiler.. Bu defa, yok bilmem emniyet mülâhazası, bilmem asayiş düşüncesi.. diye tüm masum ve mazlum insanları Isparta'dan Eskişehir'e yolladılar. Ahıra davar tıkar gibi on kişilik bir koğuşa otuz-kırk insan doldurdular.. ve hakeza zulüm üstüne zulüm, vahşet üstüne vahşet!..
Bununla da kalmayıp, zındık din düşmanları, bu defa Eskişehir'e götürü
986
len bu masum ve mazlum insanları, devletin adalet mekanizması eliyle imha ettirmek için ellerinden geldiğince çalıştılar. Ankara'nın nazarını bu masum insanlar üstüne çekebilecek her türlü menfi propagandayı yaptılar. Ankara hükûmeti de Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin tüm safahatını dikkatle ve yakından izlemeye başladı. Hatta bazı rivayetlere göre; hükûmet ve hükümet reisi mahkemeye gizli imha direktifi verdiği ve telsizler vasıtasıyla mahkemeyi takib ettiğini de söylediler. Herne ise...
Daha sonra Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, son derece titizlik içerisinde ve en ufak ve uzak ip uçlarını da değerlendirmek suretiyle, inceden inceye -Gerek elde edilmiş Nur risalelerini, gerekse mazlum olarak tevkif edilen masum insanların hal ve yaşayışlarını- en hassas eleklerle elediler. Siyasete dair, İhtilâle dair, hatta siyasî muhalefete dair tek bir delil, tek bir
ip ucu bulamadılar ve bulunamadı. Böylece soruşturma işi, inceleme faslı nihayete erdi.. İki ay sonra bu masumların yarısını, karar günü olan üç buçuk ay sonra da doksan yediye tamamlanan mazlumların beraat ve tahliyelerini karara bağladı.
İşte Eskişehir mahkemesi hadisesinin şeması ve ana haritası bundan ibarettir. Haritayı böyle çizdikten sonra, tekrar dönüp hadisenin tafsilâtlı geniş seyrini ve teferruatını seyretmek üzere başından başlayıp gelmek istiyoruz:
TARİHİN YÜZ KARASI HADİSE
Evet, Eskişehir hadisesi denilen tarihin yüz karası vakada; sağdan soldan Isparta merkezine toplattırılan yüzyirmi tane masum ve mazlum Nur talebeleri, ilk önce Isparta'da günlerce soruşturma ve sorgulamaları için, Isparta'ya hâriçten celbedilmiş bir sürü siyasî polis ve müstantık hâkimler tarafından sürdürüldü. Aradıkları şey, yani gizli cemiyet, siyasî faaliyet gibi hezeyanlı iftiraların zerresi dahi bulunmadı, bulunamadı... Bulunmadı amma, yine de bütün o masumlar istisnasız olarak Isparta adliyesince - tevkif edildiler.Tevkifler tamamlandıktan sonra da; -8 Mayıs 1935 günü- Ankara'dan gelen bir emir üzerine; bir sabah vakti mazlumlar kafilesi, hapisten çifter çifter çıkartılarak, elleri kelepçelere vuruldu ve askeri kamyonlara dolduruldu. Masumlar kafilesi Eskişehir'e götürülmek üzere yola çıkarılmadan önce de Isparta, Afyon ve Eskişehir yolu boyunca suvarî asker müfrezeleri yerleştirilmişti. Isparta'nın etrafı da askeri ve emniyet kuvvetleriyle istihkam ettirilmiş ve öylece mazlumlar kervanı Eskişehir yoluna koyulmuştu.
987
Bu arada hadise sırasında ve sonrasında zındık ve münafık din düşmanları Isparta ve civarında kesif bir propagandaya giriştiler. "Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecektir." diye... Bundan gaye de Müslüman halkı korkutmak, sindirmek ve yıldırmaktı.
Ne ise, kafile yola konulur. Bediüzzaman'ı ve Nur talebelerini Eskişehir hapsine kadar götürmekle vazifeli müfreze kumandanı binbaşı Rûhî Bey; dikkatle Bediüzzaman'ın harekât ve vaziyetini, duruş ve vakarını sezdirmeden gözledi. Mes'elenin hakikatına ve Bediüzzaman'ın ve talebelerinin masumiyetine kanaat getirdi. Hadisenin dinsizce bir plân neticesi olduğunu ve mazlumların haince bir iftiraya kurban olduklarına vakıf oldu. Yapılan tüm propagandaların yalan, asılsız ve iftira olduğunun farkına vardı. Gizli ve şiddetli emir ve direktiflere rağmen, tüm mes'uliyeti üzerine alarak yolda Bediüzzamanın ve talebelerinin kelepçelerini çözdürdü. Yolda rahatça namaz kılmalarına kolaylıklar gösterdi ve yardımcı oldu.Allah rahmet eylesin amin.
HADİSEYLE İLGİLİ BAZI HATIRALAR
Hadisenin içinde bulunmuş ve Eskişehir hapsinde aylarca hapis yatmış bazı zatların hatıralarını burada, mevzu' ile ilgili olduğu için yâd etmek icab ediyor:
1- Emekli Yüzbaşı Re'fet Barutçu'nun Hatırası:
“...Bizi Isparta'dan Eskişehir'e götürecekleri gün, hepimizi ikişer ikişer kelepçelemişlerdi. Yüzyirmi kişiye kelepçeler kâfi gelmemişti. Başında sarığı olan Antalya Müftüsü Çil Ahmed Efendi ile Bekir Ağayı bir çamaşır ipi ile birbirine bağlamak istiyordu bir çavuş.O sırada muhafız alayından bize nezaret için getirilmiş hamiyetli ve vicdanlı bir teğmen, manzaraya dayanamadı, çavuşa: “çekil oradan!..” diye bağırdı ve bağlattırmadı.
Ne ise, yola koyulduktan sonra, (Müfreze kumandanının emriyle) Baldız istasyonunda hepimizin de ellerini çözdüler. Namaz vakitlerinde her zaman mola verdiriliyor, namazlarımızı rahatça kılabiliyorduk. Yol güzergâhındaki şehirlerden, kasabalardan geçerken, merkez kumandanlarına ve vazifeli kimselere, hakkımızda izahatlarda bulunuyor ve "Bunlar masumdur, sebebsiz bir zulme ma'ruz bırakılmış kimselerdir" diye başımızdaki subaylar söylüyorlardı.(2)”
(2) Nurs Yolu sh: 94
988
2- N.Şahiner'in tesbit ettiği Ispartalı Mehmet Gülırmak'ın Eskişehir hadisesiyle ilgili hatıralarından bazı bölümler de şöyledir:
“Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Barla'dan Isparta'ya getirildiğinde; İlk önceleri Şûkrü Efendi'nin ahşap bir köşkünde, bir müddet de, yüzbaşı Re'fet Barutçunun, Ayşe Uzunoğlunun bahçeler içindeki evinde kaldı.
O bir kuyruklu yıldızdı, uçtu gitti elimizden... Bir daha doğmaz. O günlerde, Bediüzzaman sıkı bir kontrol altındaydı. Ben Üstad'ın hizmetine baktığım günlerde, Dündar isminde Eğridir'li bir polis me'muru, Üstad'a ve bize eziyet ederdi. Üstad ona "murdar" derdi.
Bir gün beni tutup karakola götürdü. Falakaya yatıracaktı, Üstad'ın hizmetine bakıyorum diye... Tam o esnada, Üstadın yanından bir arkadaş bir pusula getirdi. Pusula da: “Ben bu mübarek beldeyi (Isparta'yı) çok seviyorum, dua ediyorum. Eğer benim hizmetçim Mehmed'i döver, zulmederseniz, şehrin altını üstüne getiririm” diye yazmıştı. Bunun üzerine polisler korktular, beni dövmediler, bıraktılar.
Eskişehir hapsine götürürlerken, beni Re'fet Bey'le birlikte kelepçelediler. Isparta ve civar illerden toplattırılan yüzyirmi adamı bağlamak için kelepçeler yetişmedi. Sona kalan Bekir Ağa ile Antalya Mûftüsü Çil Ahmed Efendiyi çamaşır ipiyle bağlamak istemişlerdi.
Müfreze kumandanına verilen (Gizli) emir; "Isparta hududundan çıktıktan sonra, Issız bir yerde hepsini imha et?" şeklinde imiş.. Fakat kumandan Ruhi Bey, vicdanlı ve insaflı bir insan olduğandan emri yerine getirmedi. Bilâkis Bediûzzamanla dost oldu ve hatta Dinar'da kelepçeleri çözdürdü.
Üstad Bediüzzaman, o eski günleri anlatırken Ruhî Beyden bahseder ve şöyle konuşurdu:
“Hadiseyi haber alan hükûmet, Ruhi Bey'i taltif etmek yerine ordudan tard cezasını verdiler.
Eskişehir hapsine girdikten sonra; saatler geçti, bizi helâya çıkartmıyorlardı. İçimizde ihtiyarlar çoktu. Hep sıkışmıştık. Merakla "Acaba ne olacak?" diye bekliyorduk. Sonra bir baktık, oradan (Duvardan) bir boru soktular. Meğer oradan küçük abdesti yapacakmışız. Katiyyen dışarı çıkartmadılar. Hep o borudan küçük ihtiyaçlarımızı gördük.
Zaten tüm mahpushane idarecileri, bize "İdam mahkûmu" gözüyle bakıyorlardı. Hiç bir ziyaretçi, yanımıza bırakmıyorlardı. "Siz idam olursunuz, bunlarla konuşursanız.." diyorlarmış.
Hapiste geceleri pislikten, tahta kurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi...
989
Hapishanede aramızda hiç tanımadığımız birisi vardı. Bize "Sizin yüzünüzde nur parlıyor“ diyerek bize yanaşmak ve bizimle konuşmak istiyordu hep... Sonra Üstad, çaydanlığının altına bir pusula yapıştırıp göndermişti. Pusula da: "Dikkat edin, ileri geri konuşmayın!.. O adam çavuştur, içimize casusluk yapmak için sokulmuştur. O, ..... ın adamıdır" diye yazılıydı..(3)”
3- Jandarma eri İsmail Karaman'ın hatırası:
“1912 Konya Akşehir doğumlu ve 1933 Nisanında dördüncü numaralı Edirne jandarma okulunda askerliğine başlamış, okulu bitirdikten sonra da, M.Kemal Paşa'nın müstakil jandarma muhafız taburuna dağıtımı yapılmış, bir müddet burada kaldıktan sonra, Çankaya jandarma karakoluna verilmiş, daha sonraları çiftlik karakoluna gönderilmiş olan jandarma eri İsmail Karaman şunları anlattı:
“Bir gün akşam üzeri, jandarma bölük kumandanı beni ve iki arkadaşımı tam techizatlanarak tabura gelmemizi söyledi. Tabura gittiğimiz de, bizimle birlikte tabura çağırılanlar yirmi iki kişiyi(4) bulmuştuk. Sebebini bilmiyordum. Sonra yüzbaşımız geldi.. ve bizden “Kubilay” hadisesini sordu. Bir iki arkadışımız hadiseyi bildikleri kadarıyla anlatmaya çalıştılar.
Yüzbaşımız: “İşte Kubilay hadisesi gibi, bir hoca başına yirmi otuz kadar hocayı toplamış, Isparta'ya gelmiş, Isparta zabıtası da onu yakalamış, hapse koymuş. Hep beraber gidip o Kürd hocayı alacağız.(5)” diye tabura çağrılmamızın sebebini anlattı.
Bizi tekrar güzelce teşkilâtlandırdılar. Başımızda da dahiliye Vekili Şükrü Kaya, jandarma genel komutanı Kâzım Orbay ve emniyet genel müdürü vardı.
Tam teçhizatlı olarak Ankara'dan trene bindik. Afyon'da trenden indik ve kamyonlarla yola devam ettik. Gün doğarken de Isparta'ya girdik.
(3) Son Şahitler-1 S: 87
(4) Her halde şu yirmi iki kişi, sadece bir taburdandır. Diğer seksen jandarma ise başka taburlardan olsa gerek. A.B.
(5) Yüzbaşının ifadesinde görüldüğü üzere, Bediüzzamanın Eskişehir hadisesinde bir plân çerçevesinde Menemen hadisesi tipi bir olay ika' etmek istenilmiş ve ona göre hükûneti ayaklandırmışlardı. A.B.
990
BEDİÜZZAMAN'I BİZE KÖTÜ TANITMIŞLARDI
Bize onu daha önceleri de kötü tanıtmışlardı. Dolayısıyla biz de onun hakkında menfi düşünüyor ve menfi telakki ediyorduk. Bizleri Isparta belediyesi
önünde indirdiler. Orada yemeklerimizi yedik. Sonra yanımızda Isparta başsavcısı, hapishane baş gardiyanı olduğu halde, hapishaneye geldik. Hapishanenin her tarafını askerlerle çevirmişlerdi. Teğmenimiz: "İsmail Benimle gel!" diyerek beni yanına aldı. Isparta savcısı elindeki dosyadan Nur talebelerinin isimlerini okumaya başladı. En son olarak da
Bediüzzaman'ın ismi okundu. Hepsinin ellerini kelepçeledik. Fakat Bediüzzaman'ın ellerine kelepçe vurulmadı. Sonra kamyonlara bindirdik, Bediüzzaman'ı ayrı bir vasıtaya bindirdiler.
Bediüzzaman hapisten çıkarken elinde bir çanta, bir de topraktan bir su bardağı vardı. Isparta'dan çıkıp ayrılırken, binlerce insan sel halinde akıyordu. Hepsi mahzun idi. Halk ağlıyordu. Üstad'ın bu tarzda Isparta'dan götürülüşüne dayanamıyor, göz yaşlarını döküyordu.
Komutanımız Üstad'a karşı saygılı davranıyordu.
Ben de onu (Bediüzzaman'ı) görür görmez, bize anlattıkları gibi biri olamıyacağını anlamıştım. Bakışları sert ve keskindi. Isparta'dan ayrıldıktan sonra, akşam namazı vakti gelmişti. Komutanımız bana: Kamyonlara işaret vererek, bir çeşme başında durmalarını söyledi. Ben de işaret verdim ve kamyonları bir çeşme başında durdurdum. Nur talebeleri burada abdest aldılar ve beraber cemaatla namaz kıldılar. Namazdan sonra, tekrar kamyonlara binerek yola devam ettik. Yolların her tarafını süvari askerlerle tahkim etmişlerdi.
Gece vakti Afyon'a geldik. Afyon'da Vali, jandarma komutanı hazır bir şekilde bizi bekliyorlardı. Bizi tren istasyonuna götürdüler. Orada hepsini trene bindirdik. Üstad'ı yalnız başına bir kompartımana bindirdiler. Üstad'ın ve diğer Nur talebelerinin kompartıman kapılarında sıra ile nöbet bekliyorduk. Üstadın kapısında nöbet sırası bana geldi. Teğmenimiz bana: "İsmail gözünü dört aç, tüfenge süngü tak, sakın hiç oturma!..” diyerek beni ikâz etti. Ben artık Üstad'ın kapısında süngülü vaziyette bekliyordum. Şafak sökerken, Üstad kompartımanın penceresini açtı, bana baktı, sonra toprak destideki su ile abdest aldı. Sabah namazına durdu. Böylece Bediüzzaman'ı ve Nur talebelerini götürüp Eskişehir hapishanesine teslim ettik.(6)”
(6) Son Şahitler-1, 2. Baskı, S: 88
991
4- Tüccar Şükrü Şahinlerin Hatırası:
“Bir ticari iş vesilesiyle Milas'da, Halil İbrahim Çulluoğlu'yu tanımıştım. Daha sonra o bana bir mektup göndermiş ve cevab istemişti. Bu gönderdiğimiz cevab yüzünden, bizi de Nur talebeleri arasına katıp Eskişehir hapishanesine yollamaya sebeb olmuştu. Böylece Eskişehir hapishanesinde Bediüzzamanı ziyaret etmek nasib olmuştu.
Aydın'da göz doktoru Şevket Gözaçan isminde bir zat vardı. Bu adam- cağız Bediüzzaman'ın bir talebesinin gözünü tedavi ettiği için, Üstad ona üç beş satırlık bir teşekkür mektubu yazmış.. Bu sebepten Şevket Bey'i de Eskişehir hapsine getirdiler.
Yine Bediüzzaman'ın talebelerinden Ahmed Feyzî Kul, Barla'ya bir mektub yazmış. Mektubun altına da “Aydın Müftüsü” diye imza atmış.(7) Eskişehir hadisesi patlayınca, tabiî Aydın müftüsünü -Hiç bir alâkası olmadığı halde- Eskişehir'e getirdiler. Müftü Mustafa Efendi de bizimle birlikte aylarca yattı. Eskişehir hapsi, böyle garipliklerin ve karışıklıkların bir araya geldiği yerdi.(8)”
5- Edirneli Postacı Kâmil şöyle demiş:
“1935 yılında Eskişehirde jandarma eri olarak askerlik vazifemi yapıyordum. Hapishane işinde görevliydim. Bir haber duydum: “İdamlıklar gelecekmiş, hem de hocalarmış (*) ” merakla beklemeye başladık. Birkaç gün sonra Hoca efendi (Bediüzzaman) arkasındanda talebeleri getirildiler.
Temyiz mahkemesi o tarihlerde Eskişehirde idi. Beni oraya çağırarak, muhbir olarak hapishanede çalışmamı emrettiler.. “ Biz sana orada serbest hareket etme imkânı sağlarız.” demişlerdi. “Sen bize bu hocaların gaye ve maksatlarını ve buna ait hususî söz ve hareketlerini bildirirsin” diyerek vazifelendirdiler. Mahpusların bazıları, -daha önceki bir sabıkamdan dolayı mahpus yattığım için- beni tanırlardı. Hapishanenin içerisine girdiğimde, beni tanıyanlar: “O.. Kamil, gine sen.” dediler.
Üstad ve talebeleri hapse geldikten sonra, mahpushane birbiriyle kaynaşmıştı. Birlikte namazlar kılınıyor, Kur'anlar okunuyor ve dualar yapılıyordu. Üstad Bediüzzaman için Sübyan (çocuk) koğuşunu boşaltmışlar, onu oraya tek başına koymuşlardı.
Üstadın aleyhinde bize çok menfi telkinatlar yapılmıştı. Bizde bir derece o menfi telkinlerin tesiri altındaydık.
(7) Ahmed Feyzi'den gelen mektubun üstüne Üstad Hazetleri "Aydın Müftüsû" diye yazmıştı. M.Sungur Ağabeyden
(8) Son Şahitler-1, 2.Baskı S:85
(*) Bu ifade dahi gösteriyorki; Eskişehir hadisesi bir plan neticesinde ve belli bir çizgide hazırlanmış bir komlodur. A.B.
992
Bir gün yanına gittim, ellerini öptüm, oda beni kucakladı. Bir pir-i fanî idi, zaifti, saçları uzundu. Sakalı biraz uzamıştı. Ben onun ellerini öperken duygulanıp ağlamıştım. Üstad bana kendi hayatından anlattı. Kafkas cephesinde gönüllü alay kumandanlığı yaptığını, yaralanıp esir düştüğünü vesaire anlatmıştı. Hakikaten Üstadın vaziyetinden onun kahraman bir insan olduğu anlaşılıyordu.
Ben onun o konuşmasından duygulanmış ve heyecanlanmıştım. Ona reva görülen bu haksızlıktan çok üzülmüştüm. Ama halimi kimseye sezdirmeden yinede vazifeme devam ediyordum.
Yine birgün Üstadla görüşmemizde, iki parmağıyla alnımı sildi ve bana: “Tevbe-i istiğfar et, altmış kişiye yemek yedir ve diyetini öde!” Ben hayrette kaldım. Ben adam öldürdüğümü söylememiştim. Ama o bana bunu bildiriyordu. O, büyük bir veli idi.
Ben hocanın talebeleriyle beraber kalıyordum, onlardan birçok dinî meseleler öğrendim. Hepside pırıl pırıl insanlardı. Kendi hatıra defterime bu hocalardan güzel hatıralı sözler yazdırdım, imzalarını attırdım.
Ben, araştırmaların neticesinde, mahkeme üyelerine şunları söyledim:
“Bunlar, sizin anladığınız gibi menfiliklerle alakaları olmayan kimselerdir. Devlet işleri ile bir meseleleri yoktur. Hepsi temiz insanlardır. v.s.”
Eskişehir hapishanesinin karanlıklı koğuşları Kur'an nuruyla aydınlanmıştı. Hergün Kur'an hatimleri yapılırdı... o ne güzel günlerdi. Hem cemaatle namazlar kılınır, dualar yapılırdı. Hapishane adeta bir mescid olmuştu...” (Son Şahitler-4, Sh.149-150)
İşte Eskişehir hapis faslı, böylece evham ve belki de sinsi plânlar neticesi başlanmış oluyordu. Eskişehir hapsinin bundan sonraki faslı maalesef istenildiği şekilde vâzıh ve mufassal değildir. Yani, meselâ mahkeme duruşmaları kaç defa olmuştur? Hangi gün ve tarihlerde olmuştur? Mahkeme heyetindeki hâkimlerin, savcıların, sorgu hâkimlerinin isimleri nedir? Nerelidirler? Bir celseden öbür celseye mahkeme hangi sebeblerden te'hir edilmiştir? Davaya avukatlar girmiş midir? İki ay sonra, üç buçuk ay sonra arada tahliye edilenler hangi günde ve hangi sebebten tahliye edilmişlerdir? Bunların içinde en mühimi, Eskişehir hapsine konulan, mahkemesine sevkedilen yüzyirmi mazlumun -Belli bir kaç kişiden başka- isimleri nelerdir? Bilinmemektedir. Yani kısacası Eskişehir mahkeme dosyaları ele geçmediği için bunlar bilinmemektedir.
993
Evet, Hazret-i Üstadın, Cumhuriyet devrindeki şu ilk mahkemesi olan Eskişehir hadisesi; Din, Kur'an ve Âlem-i İslâm namına çok muazzam bir hadisedir. Maddeci, tabiatçı ve inkârcı zihniyetin; akıl, ilim ve mantık meydanında; dinin hakikatlarıyla bir nevi murafaalı münazaraları şeklinde olup, mutlak mağlubiyetlerini netice veren fevkalâde büyük bir hadisedir. Aynı zamanda Bediüzzaman'ın o mahkemesi; İttiham edildiği şeylerle ona bakılırsa, bir nevi istiklal Mahkemesi hüviyetindedir. İşte bu noktalardan hadisenin değerine lâyık şekilde -çok maalesefki- kâfi malûmat elimizde mevcud değildir. Gerçi bu ifadeler bir aczin ifadesidir. Amma ne yapalım, şartlar bu acze sebebtirler.
Dostları ilə paylaş: |