1980 SONRASI TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME, TOPLUMSAL VE SİYASİ SONUÇLARI
Ali Fuat GÖKÇE
Kilis 7 Aralık Üniversitesi,
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Özet
Toplumlar dinamik bir yapı olarak tarihsel süreç içinde değişim ve dönüşüme maruz kalırlar. Bu değişim ve dönüşüm geleneksel yapıdan modernliğe geçiş olarak kendini gösterir. Modernleşme adı verilen bu süreç kökten ve esaslı değişimleri toplumun gündemine getirir ve birçok farklı değişken üzerinde gerçekleşir. Değişkenler kendi aralarında etkileşim içindedir. Bu etkileşimden kaynaklanan karmaşık bir modernleşme süreci ortaya çıkar.
Bu değişkenlerin hareketi ve etkileşimi, siyasi otorite ve siyasetin meşruiyeti üzerinde etki yaratır. Siyasi otoritenin toplum ve birey arasındaki ilişkisi farklılaşır. Bu süreci yaşayanların değişimi anlamaları ve uyum sağlamaları zorlaşır ve çelişkiler, husumetler, çatışmalar, uzlaşmalar ortaya çıkar.
Modernleşme süreci ile birlikte siyaset ve toplumda yeni siyaset anlayışı ve sonuçları görülür. Siyasal ve toplumsal anlamda yeniden örgütlenme, siyasal ve toplumsal kavramların yeniden tanımlanması, kültürel, ekonomik değişimler bu sürecin sonuçları arasındadır. Siyasal değişim istikrarsızlık, kültürel değişim kimlik temelli çatışmalar, ekonomik değişim ise iktisadi alanda kriz yaratma potansiyeline sahiptir.
Osmanlıdan başlayan ve günümüze kadar devam eden Türk modernleşme tarihinde sürekliliğin yanında bazı kırılma noktaları bulunmaktadır. Her bir kırılma noktası toplum ve siyasi mekanizma üzerinde etki yaratmıştır. 1980 yılı bu kırılma noktalarından biridir ve toplumsal ve siyasal sonuçları olmuştur.
Bu çalışmada, Türk modernleşme tarihinin 1980 sonrası dönemi, modernleşme sürecine etki eden değişkenler ekseninde incelenerek siyasal ve toplumsal açıdan ortaya çıkan sonuçların tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda modernleşme ile ilgili kuramsal çerçeve incelenerek, 1980 sonrası modernleşmeye etki eden değişkenlerin nicel olarak irdelenmesi sonrasında sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Modernleşme, Toplum, Siyaset
Giriş
Modernleşme toplumun dinamik yapısından kaynaklanan, geleneksel yapıdan modernliğe doğru değişim ve dönüşümü kapsayan bir süreçtir. Bu süreç içinde birçok farklı değişken ekseninde sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal alanda yeni durumlar ortaya çıkar. Bu yeni durumların toplum tarafından kabullenilmesi, benimsenmesi sorunu, siyasi mekanizmanın meşruiyetinin “rıza ve zor” kavramları üzerinde toplum nezdindeki görünürlüğüdür. Dolayısıyla toplumların modernleşmesinde siyasi mekanizma önem kazanmaktadır. Toplumdaki egemen güç, yani siyasi mekanizma modernleşme sürecini kendi ideolojisi ekseninde gerçekleştirme cihetine gidecektir. Egemen gücün modernleşme yöntemi toplumsal katmanlarda farklı şekillerde algılanacak ve tepkiler verilecektir. Toplumsal tepkilerin kapsayıcılığı ve egemen gücün bu tepkilere verdiği yanıt istikrarsızlık, kimlik temelli çatışmalar, iktisadi krizler yaratma potansiyeline sahiptir.
Batı’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hız kazanan ve yaygınlaşan modernleşme kuramı, “toplumsal gelişme”, “iktisadi gelişme” ve “siyasi gelişme” kavramları doğrultusunda gelişmekte olan ülkelerin, Batı toplumlarının gelişme sürecine benzer şekilde gerçekleşeceğini öngörür.
Modernleşme, insanla birlikte ilerleyen bir değişim sürecidir. Bu değişim sürecinde bireylerin ve toplumun maddi ve manevi her şeyinin aynı ölçüde değişmesi olanaksızdır. Esas olan bireylerin yeni olanla arasındaki uyumdur. Aynı zamanda modernleşme, siyasi kültür ile toplumsal yapının farklılıkları ekseninde her ülkede değişik etkilere sahiptir. İktisadi, toplumsal ve siyasal gelişme bağlamında Türk modernleşme tarihi, gruplar arası çatışmalar, kısmi ve dönemsel uzlaşmalar ve iktidar mücadeleleri birbirine eklemlenmiş bir süreçtir. Bu süreç süreklilik gösterirken, kırılma noktalarına da sahiptir. Kırılma noktalarının oluşması bireylerin değişimle ortaya çıkan “yeniye” uyum sağlayamamasının sonucudur.
Osmanlı Devleti’nden başlayarak günümüze kadar gelen modernleşme hareketleri ilk evrelerinde devletin bekasına yönelik bir hareket olarak görülürken, son dönemlerde demokratikleşme hareketi olarak görülmektedir. Devletin bekasından demokratikleşmeye doğru bir süreci kapsayan Türk modernleşmesinin kırılma noktaları ekseninde incelenmesi, siyasal ve toplumsal sonuçların daha açık görülmesini sağlayacaktır. Devletin bekasına yönelik olarak alınan tedbirler ve yaşanan değişim birçok akademik yazında ele alınmıştır. Ancak kırılma noktalarından birini oluşturan 1980 sonrası dönemi, modernleşmeye etki eden değişkenler ekseninde inceleyen bir çalışma eksikliği tespit edilmiş ve bu doğrultuda, 1980 sonrası Türkiye’deki modernleşme süreciyle ortaya çıkan toplumsal ve siyasal sonuçların incelenmesi amaçlanmıştır.
-
Modernleşme
Modernliğe doğru giden bir süreç olan modernleşme kavramı, toplumun geleneksel olandan tedrici bir kopuşunu, değişim ve değişim sürecini ifade etmektedir. Bu süreç içinde toplumda yaşanan farklılaşma, değişme kavramı ile açıklanmaya çalışılmıştır. Değişimin hızı ve içeriği geleneksel toplumsal yapılarda daha yavaş gerçekleşirken, Aydınlanmanın fikri katkısı ve bilimsel gelişmeler, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız Devrimi ile insan haklarındaki olumlu gelişmeler ve sanayileşme ve sonrasındaki kentleşme ve kentlileşme olgusu geleneksel toplumların yapısını alt üst ederken, ortaya çıkan sonuçlar değişme kavramı hakkında uzun ve ayrıntılı tartışmaların yapılmasına neden olmuş ve değişme kavramının yapısını ve içeriğini farklı bir kimliğe kavuşturmuştur (Solmaz, 2011: 36). (Oktay, 2012: 239).
Kavram, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda Amerikalı sosyal bilimcilerin başlıca tartışma alanlarından birisi haline gelmiştir. Amerikalı sosyal bilimcileri modernleşme kavramı üzerinde yoğunlaşmasının nedenleri arasında iç ve dış uluslararası gelişmeler sayılabilir. Amerikan bağımsızlık hareketi sonrası hız kazanan sömürge karşıtı ve bağımsızlıkçı hareketler öncelikle 19. yüzyılda Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinde görülürken yüzyılın sonuna doğru diğer coğrafyalarda da tezahür etmiştir. Bu gelişmeler Amerikan toplumunun entelektüel yaşamında Batı dışı dünyaya olan ilginin artmasına neden olmuştur (Altun, 2000: 123).
Amerikan menşeili olan bu yeni kavramın gelişmesi, Kıta Avrupası siyaset bilimcilerinin araştırma alanlarında dönüşüme neden olmuştur. Bu dönüşümün kapsadığı ilgi alanı, Batı dışı toplumlar olmuştur. Batı’nın kendi dışında kalan toplumların gelişmesini konu edinmesi olarak karşımıza çıkan modernleşme kavramının içeriğini öncelikle bu ülkelerin iktisadi gelişmeleri oluşturmuş, ardından kültürel, toplumsal ve siyasal gelişmelerinin incelenmesine yönelik çalışmalar yapılmıştır (Altun, 2000: 123-124)
Klasik sosyolojinin öncülerinden olan Ferdinand Tönnies (1855-1936), Emile Durkheim
(1858-1917), Georg Simmel (1858-1918), Karl Marks (1818-1883) ve Max Weber (1864-1920) modernleşmenin ilk dönemlerinde toplumsal dönüşüm, sosyal değişim sürecinde dayanışma, denge, kent, ekonomi ve sosyal yönüyle insan psikolojisi üzerinde durmuşlardır. Ancak, günümüz modernleşme kavramlarının temelini, Durkheim ve Weber’in sosyolojik düşünceleri oluşturmuştur (Akşit, 1985: 210).
Batı’nın, Batı dışı toplumları mercek altına alma işleminin İkinci Dünya Savaşı sonrasında tezahür ettiği görülse de aslında Doğu toplumlarına yönelik ilgi ve açıklamalar Antik Yunan tarihine kadar gitmektedir (Coşkun, 1989: 289). Heredote, Yunan halkının ve şehirlerinin dışında kalan toplumları “barbar” olarak nitelendirirken, Homer de destanlarında Yunan toplumundan Doğu toplumlarına karşı övgüyle bahsetmektedir (Ökmen, 1973: 33-38), (Said, 1982: 10-54).
Antik Yunan’dan başlayan Batı- Doğu karşılaştırması Roma İmparatorluğu döneminde, Müslümanların İspanya kıtası ile olan ilişkileri döneminde ve Ortaçağ boyunca devam etmiştir. Osmanlı devletinin fetihleri ile birlikte Doğu’nun Batı karşısındaki üstünlüğü Batılı toplumların fikri yapısında değişiklik yapmamıştır. Ancak farklı toprakların keşfiyle beraber Batı toplumlarında yaşanan gelişmeler, Batı’nın Doğu toplumları ile olan ilişkisinde Batı lehinde değişime neden olmuştur (Coşkun, 1989: 290).
Tüm bu tarihsel süreç içinde klasik tanımlamalar ve tartışmaların sonunu, İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan gelişmeler sonucu yeni devletlerin ortaya çıkışı getirmiştir. Bu dönüm noktası ile birlikte, Batılı siyaset bilimcilerin ilgi alanları Avrupa dışına odaklanınca bu coğrafyalardaki sorunlarla yüz yüze gelinmiş ve bunların açıklanması ihtiyacı hasıl olmuştur (Oktay, 2012: 240)
Yoksulluk, uluslararası ilişkilerin yeniden düzenlenmesi ile insan hakları ve demokrasi hakkında yaşanan gelişmelerin bu coğrafyalarla olan ilişkisini bu sorunlar arasında saymak mümkündür. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan devletlerin kuruluş aşamaları hem iktisadi hem uluslararası arenaya entegrasyon ve hem de bu ülkelerdeki insan hakları ve demokrasi kavramındaki tedrici gelişmeler bağlamındaki sorunlar içermektedir. Savaş sonrası ayrılma ya da birleşme yoluyla bağımsızlıklarını kazanan bu ülkelerdeki yoksulluk, uluslararası sorun haline gelmiştir. Yoksullukla mücadele sosyal bilimciler arasında “iktisadi gelişme” kavramı etrafında yoğunlaşmıştır. Ancak, bağımsızlık sonrası görülen milliyetçi ve kalkınmacı ideolojiler, iktisadi gelişme çabalarını ithal ikameci sanayileşme politikalarına yöneltmiştir. Ancak bu süreç sonunda iç pazarın daralması, teşvik ve korumalarla desteklenen yüksek maliyetli sanayi, uluslararası pazarda rekabet gücünü yakalayamamıştır. Bu gelişmeler döviz kıtlığı, ödemeler dengesi açığı, enflasyon ve işsizliği ortaya çıkarmıştır. Ekonomik kriz toplumsal alanlarda yoksulluğu artırarak huzursuzluğa neden olmuştur (Özbudun, 2011: 23)
Savaş öncesi döneme göre artan devlet sayısı ile birlikte uluslararası ilişkileri yeniden düzenlemek ana ekseninde; muhtemel bunalımlar önceden tespit edebilmek ve tedbirler alabilmek amacıyla bu yeni devletlerin siyasal, kültürel ve toplumsal yapılarının yeniden incelenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır.
İnsan hakları ve demokrasi kavramının tarihsel gelişim süreciyle yaşananlar ve elde edilenler, modern toplumların siyasal düzenlerinin bu kavramlarla örtüşmesini sağlamıştır. Bu husus yeni devletler için de geçerli hale gelmiştir. Ancak, bağımsızlık sonrası siyasal alanda kurumsallaşma ve hakların tanınması ve demokratik gelişmeler her ülkede aynı seviyede olmamıştır. Demokratikleşme ile birlikte anayasal düzene geçiş ve iktidarın sadece anayasa ile sınırlanamama sorunu, anayasa yargısını ortaya çıkarmıştır (Friedrich, 2014: 204-210). Ancak, anayasaların ve anayasal yargıların varlığı bazı ülkelerde kâğıt üzerinde kalmıştır. Güney Amerika kıtasındaki ülkeler, Linz’in totaliter ve otoriter rejimler tipolojine göre “bürokratik- askeri otoriter rejimler” halini almıştır (Linz, 2000: 123-125).
Sorunun ortaya çıkması ile birlikte ilk anda çözümün de belirlenmesinin imkansızlığı bilim adamlarını konunun derinlemesine araştırılmasına sevk etmiştir. Oktay, modernleşme ile ilgili araştırmaları üç ana başlık altında toplamaktadır (Oktay, 2012: 244).
Bunlardan birincisi, sosyal ve iktisadi verilere bakarak yapılan incelemelerdir. Siyaset bağımlı değişkendir. Bu anlayışta, iktisadi gelişmenin varlığı ile birlikte modernleşmenin de olacağı varsayılır.
İkincisinde modernleşme işlevsel ve yapısal yaklaşımlarla açıklanır. Bu yaklaşımda “farklılaşma ve karmaşıklaşma, özerk alanların ortaya çıkması” önemli kavramlardır. Kurumlar siyasi elitlerle toplum arasındaki ilişkinin içeriği, modernleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar ve bunalımlar ise araştırmanın başlıca konularıdır.
Üçüncü tür araştırmada ise bugünkü siyaseti, tarih mirasına bakarak kurumlar ve kültür alanlarında yeniden gözden geçirerek açıklar. Burada “modernleşme süreci tarihte nasıl meydana gelmiştir? sorusunun cevabı aranmaktadır. Bu üç yöntemin yaklaşımları birbirinden farklıdır. Ancak modernleşmeyle ilgili olarak genel bir çıkarımda bulunabilmek için modernleşme sürecinin özellikleri ve modernleşmeye etki eden değişkenlerin incelenmesi gerekmektedir.
-
Modernleşme Sürecinin Özellikleri
Geleneksellikten modernliğe geçiş, bu geçiş sürecinde önemli değişiklikleri ortaya çıkarır. Bu değişikliklerin yapısı ve içeriğinin topluma yansımalarının derecesi, toplumlara göre değişmekle beraber genel olarak ciddi değişimleri içerdiğinden devrimci bir niteliğe sahiptir.
Modernleşme aynı zamanda karmaşık bir süreçtir. Tek bir etken üzerinde incelenmesi ciddi sorunlara yol açar. Birbirine bağlı ve içiçe geçmiş etkenlere sahiptir. Sanayileşme, kentleşme, okuryazarlık durumu, okullaşma, nüfus artışı, kitle iletişim ve ulaşım araçlarının yaygınlaşması, siyasete olan ilginin seviyesi bu etkenler arasında sayılabilir. Bu etkenler arasındaki ilişki modernleşme sürecini oluşturmaktadır. Bu etkenler arasındaki etkileşim birey ve otorite arasındaki ilişkilerin yapısını da değiştirir. Etkileşimin toplumsal katmanlar arasında farklı sonuçlar ortaya çıkarması, otoritenin karşısına öncekinden farklı toplumsal grupların ortaya çıkması, siyasal otoritenin meşruiyetinin kabulünde köklü değişimlere neden olur. Bu durum ise karmaşıklığa neden olur. Karmaşıklık ise beraberinde çelişkiler, zıtlaşmalar, husumetlerle beraber uzlaşmalar da getirir (Huntington, 1971: 289).
Modernleşme etkenlerinde meydana gelen değişikliğin diğerleri üzerinde de etkide bulunması kaçınılmazdır. Kentleşme oranında meydana gelen artış, okullaşma, istihdam ve işsizlik gibi diğer etkenlerde de olumlu ya da olumsuz değişikliklere neden olacaktır. Dolayısıyla modernleşme süreci sistemli ve belirli düzenlilikle beraber karşılıklı bağımlılığı ortaya çıkarır(Oktay, 2012: 246).
Modernleşme toplumda benzer yaşam koşullarını ortaya çıkarır. Gelenekselliğin belirli bir coğrafyada yerel özelliklere ve farklılıklara rağmen modernlik daha geniş coğrafyada benzerlikler yaratır. Modernleşmeyle beraber toplumların yaşam biçimlerinde, giyim kuşamlarında türdeşleştirici bir sonuç ortaya çıkmaktadır (Oktay, 2012: 248).
Modernleşme, küresel bir süreçtir. Batı’da başlayan modernleşme, İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlık kazanan diğer ülkeleri de kapsayarak tüm dünyada etkili olmaktadır. Modernleşme küresel olmasına rağmen yavaş işleyen bir süreçtir. Ülkelerin toplumsal yapılarına göre değişmekle beraber, birkaç kuşağı kapsayacak şekilde oldukça geniş bir zaman diliminde gerçekleşir. Modernleşme toplumu devamlı olarak mevcut durumundan ileriye doğru götürür. Toplumsal değişimlerin geriye dönüşü söz konusu değildir. Dolayısıyla modernleşme ilerici biir süreçtir. İlerici özelliği ile toplumların yaşam koşullarında iyileşmeler olmaktadır. Eğitim, sağlık gibi hususlarda yaşanan gelişmeler, insan ömrünün uzamasına, çocuk ölümlerinin azalmasına neden olmaktadır (Huntington, 1971: 290).
Modernleşmenin bu olumlu gelişmelerinin yanı sıra olumsuz yanları da mevcuttur. Modernleşmeyle beraber bazı sorunlar çözüme kavuşurken başka sorunlar ortaya çıkmaktadır. Kuşak farklılıklarının neden olduğu aile içi sorunlar, aşırı bireycilik, toplumsal yabancılaşma bireysel ilişkiler açısından görülebilen sorunlar şeklinde tezahür ederken, modernleşmeyle beraber gelişen teknoloji, sanayileşme, çevresel tahribata, güvenlik sorunununda değişikliğe ve yaşam kalitesinin düşmesine neden olur. Modernleşme daha önce yaşanmamış, toplumların gündeminde olmayan yeni anlaşmazlıkları, sorunları ve çatışma biçimlerini de beraberinde getirir. Yeni anlaşmazlık konuları, çatışma alanları toplumların güvenlik algılarını değiştirir (Oktay, 2012: 250).
3. Modernleşmenin Değişkenleri
Toplumların gelişmesinde önemli bir değişken nüfustur. Aydınlanma sonrası bilim ve teknoloji alanındaki tedrici gelişmeler, sanayileşmeyi, eğitim ve sağlık alanındaki gelişmeleri beraberinde getirmiştir. Sağlık alanındaki gelişmeler nüfus artışında doğrudan etkili olmuştur. Geleneksel toplumlardaki küçük yaşta evlilik ve yüksek doğurganlık oranı olmasına rağmen çocuk ölümlerinin yüksek olması nüfusta artışında negatif etki yapmıştır. Modernleşmeyle beraber ana ve çocuk sağlığındaki gelişmeler nüfusun artmasına neden olmuştur. Siyasal gelişmeye muhatap olan ülkelerin çoğunda yoğun bir nüfus artışı gerçekleşmiştir. Ancak bu artış sürekli olmamış, belli bir zaman sonra nüfus artışında azalma görülmüş, sonrasında stabil hale gelmiştir. Kentleşme, eğitim, çekirdek aile yaşamı nüfus artışındaki azalmanın etkenleri arasındadır.
Nüfusun modernleşmeyle olan başka bir ilişkisi ise faal nüfusun tarım, sanayi ve hizmet sektöründeki dağılımıdır. Geleneksel toplumlarda bu üç sektör sıralaması tarım, sanayi, hizmet şeklinde olurken, modern toplumlarda hizmet, sanayi ve tarım şeklinde olmaktadır. Geleneksel toplumda yapılan iş, meslek genellikle atadan dededen devralınırken, modern toplumlarda farklılaşmalar olmuştur. Nüfusun artışı ile birlikte kırsalda geçim kaynaklarının azalması ya da yetmemesi, nüfusu kentlere göç etmeye zorlamıştır. Kente göç eden yeni nesil ise farklı iş alanlarında yer almaya başlamıştır.
Faaliyet alanının haricinde, modernleşme nüfus yapısının coğrafi dağılımında da değişikliğe neden olur. Sanayinin ve hizmet sektörünün gelişmiş olduğu coğrafyalara göç fazla olacaktır. Bu durum bazı bölgelerde nüfus yığılmasına neden olurken, bazı bölgelerde ise oldukça azalmaya neden olmaktadır. Nüfusun hem faaliyet hem de coğrafi dağılımının siyaset üzerinde etki yapması muhakkaktır. Nüfusun yoğun olduğu kentlerde halkın hayat koşulları, can ve mülkiyet güvenlikleri ile ilgili talepleri kırsalda ya da az nüfuslu olan yerlere göre farklı olacaktır.
İktisadi hayat şekli modernleşme süreciyle doğrudan ilişkilidir. Tarıma dayalı, geleneksel, kapalı toplumlarda geçime dayalı üretim, ihtiyaca göre yapılırken, modern toplumlarda üretim başkaları için yapılmaktadır. Üretim biçimi ve üretim araçlarının mülkiyeti ve çeşitlenmesi modernleşmeyle bağlantılı olarak hem gelişmekte, farklılaşmakta hem de el değiştirmektedir. Modernleşen bir ülkenin iktisadi hayatı ve yapısı giderek karmaşık bir duruma alır. Hassas dengeler üzerinde kuruludur. Dolayısıyla modernleşmeyle beraber piyasanın örgütlenme ihtiyacına yönelik yeni yasal ve yapısal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Paralel olarak modern iktisadi yapıdan kaynaklanan enflasyon, istihdam, işsizlik gibi kavramlara ve sorunlara çözüm bulma arayışları olacaktır. Modern iktisadi hayatın değişkenleri doğrudan siyasal hayatı, iktidar yapılanmasını ve dolayısıyla modernleşmenin hızını ve şeklini belirleyecektir.
Modernleşmenin bir diğer değişkeni ise ulaşım ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler ve değişmelerdir. Kara, deniz ve hava ulaşımındaki gelişmeler başta ekonomik alan olmak üzere diğer alanlarda da etkili olmaktadır.
Kitle iletişim alanındaki gelişmeler modernleşme sürecinin bir sonucudur. Bu alandaki gelişmeler sanayileşme ve kentleşmeyle beraber yoğunluk kazanmıştır. Geleneksel toplumlarda mesafe ve zaman haberleşmenin önündeki en önemli sorunu teşkil etmiştir. İletişim genellikle yüz yüze gerçekleştirilirken, insanlar dünyada ve ülkede olan olayları günler, aylar sonra öğrenebilmiştir.
19. yüzyılın toplumları gazete ve dergilerle iletişim sağlarken, 20. yüzyıl toplumları radyo ve televizyonla iletişim sağlamaktadır. 21. yüzyılla birlikte bilişim alanındaki gelişmeler, internet, cep telefonları insanları ve toplumları birbirine iyice yakınlaştırmıştır. Bu gelişmeler sonucunda dünyanın herhangi bir yerinde yaşayanların binlerce kilometre uzaklıktaki olayları, gelişmeleri anında öğrenme, binlerce kilometre uzaklıktaki kişilerle anlık, görüntülü irtibat kurma, görüşme imkanına kavuşmuştur.
Modernleşen toplum ulaşım ve iletişim alanlarının dışında hayatın tüm alanlarında teknolojiyi yoğun olarak kullanan toplumdur. Üretim teknolojisindeki gelişmeler daha fazla ve daha kaliteli üretimi ortaya çıkarmaktadır.
Modernleşmenin ortaya çıkardığı diğer bir olgu okullaşmadır. Geleneksel toplumlarda öğrenme ve beceri kazanma usta-çırak usulü iken, modernleşmeyle beraber istihdam öncesi öğrenme ve beceri kazanma okullarda olmaktadır. Okullaşma bilgi ve beceride artışa neden olurken, toplumların sözlü kültüründen yazı kültürüne geçişini de sağlamaktadır. Okuma yazma oranlarının artmasıyla modern toplumlar edindikleri bilgileri yazı ile kayıt altına almaya başlamışlardır. Modern toplum insanı duyarak öğrenen değil aksine okuyarak öğrenen insandır.
Modernleşmeyle beraber kitle iletişim ve ulaşım araçlarındaki gelişmeler toplumu oluşturan bireyler arasında ilişkilerin sıklaşmasına neden olur. Toplumsal yoğunlaşma olarak belirtilen bu durum bireylerin isteklerinde ve beklentilerinde artışa neden olacaktır. Bu istekler doğrultusunda kamusal hizmetlerin artırılması, farklı hizmetlerin üretilmesi söz konusudur. Kamusal hizmetlerin çeşitlenmesi noktasında iktidarın alacağı tedbirler kamusal örgütlenmenin yani bürokrasinin artmasına neden olur. Geleneksel toplumlarda olmayan yaygın kamusal örgütlenme, modernleşmeyle paralel olarak artacaktır. Kamusal örgütlenme, kamusal hizmetlerin yeniden üretilmesini ve ihtiyaçların karşılanmasını sağlarken, bu hizmetlerin üretilmesindeki yöntemlerde de dönüşümleri sağlar. Bütün bu faaliyetler kamusal alanda personel ve diğer giderlerin artmasına yol açacaktır. Harcamaların karşılanması için modern devletin, vergi kalemlerini artırması ya da mevcut kalemler üzerinde artırıma gitmesine neden olacaktır.
Modernleşmenin değişkenleri olarak belirtilen bu etkenler siyaset üzerinde etkili olmaktadır. Modernleşen toplum siyasal alanda isteyen, talep eden, siyasal karar mekanizmalarına katılan toplumdur. İktisadi alanda yaşananlar, dünyada ve ülkedeki gelişmelere erişebilirlik ve takip, artan bilgi ve bu bilgilerin paylaşılması, artan nüfus siyasal alanda bireyleri etkili kılmaktadır. Bireylerin siyasal alanda etkili olma arzuları, kendilerini gerçekleştirme arzuları, kamusal hizmetlerden ve alanlardan daha fazla yararlanma istekleri demokrasi kavramları içerisinde çoğulcu demokrasiyi çağrıştırmaktadır. Çoğulcu toplumlardaki çıkar grupları ve farklı görüşte olanlar, temsilcileri vasıtasıyla kendilerini ve toplumu ilgilendiren konularda siyasal alanda etkili olmaktadır. Çoğulcu demokrasi modernleşme sürecinin bir sonucudur. Gerek siyasal alanda gerek siyaset dışı alanda çoğulcu demokrasiyi gerçekleştiren süreç modernleşmeye muhatap olan toplumlarda yaşanmıştır. Siyasal alanda oy hakkının genişlemesi, seçme ve seçilme haklarındaki gelişmeler, sosyal ve ekonomik haklar ile kişi hak ve hürriyetindeki gelişmeler çoğulculuğun önemli aşamaları olarak her toplumda farklı şekillerde ve zamanlarda tezahür etmiştir. Siyasal alan dışındaki modernleşme değişkenleri ise siyasal alandaki gelişmelere etki eden, onlara taban sağlayan ve hızlandıran bir etki yapmıştır. Dolayısıyla çoğulcu demokrasiyi etkileyen siyaset dışı değişkenler ile modernleşmeyi etkileyen değişkenler birbiriyle örtüşmekte ve birbirini tamamlamaktadır.
Siyaset dışı sayısal verilerin siyaset üzerindeki etkisini dolaylı olarak açıklayan önemli isimler arasında Karl Deutsch gelmektedir. Deutsch, “toplumsal mobilizasyondan” kavramından hareket ederek mobilize olmuş toplumların siyasal gelişmeleri etkileyen toplumlar olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Toplumsal mobilizasyon kavramı ile geleneksellikten çağdaş yaşam biçimlerine geçen ülkelerdeki nüfusun önemli bir bölümünde meydana gelen geniş kapsamlı değişme sürecini belirtmektedir (Oktay, 2012: 277; Deutsch, 1961: 493).
Deutsch, mobilizasyon sürecine etki eden unsurları;
“Milli gelirdeki artış, faal nüfus terkibindeki değişim, radyo ve televizyon alıcılarındaki sayısal artış, yazılı basının ulaştığı birey sayısı, okur- yazarlık oaranındaki artış, kentsel alanda oturan nüfusta artış, okullaşma oranı, sivil toplum örgütlerinde sayısal artış ve bunlara katılım, seçimlere katılım oranı, askere alınabilir nüfus oranı ve vergilendirilmiş nüfus oranı” olarak belirtmiştir (Deutsch, 1961: 497-503; Oktay, 2012: 277).
Modernleşme sürecine giren toplumlarda yukarıda belirtilen unsurlarda yatay ve dikey yönde hareketlilik görülür. Nüfus artışı ile birlikte ikamet edilen mekanların değişimi, yeni mekanlarda farklılaşan iletişim ve toplumsal etkileşim sonucu yeni değerlerin oluşumu, ekonomik gelişme ya da gelişememe sebebiyle ortaya çıkan sorunlar, bürokrasiyle daha fazla muhatap olma, farklı iş kolları ve buralarda yaşanan ikili ya da çoklu etkileşim toplumların modernleşme sürecini doğrudan etkileyecektir.
-
Dostları ilə paylaş: |