Açıklanmış olmasına karşın, iktidar mensuplarından bakan Nabi Avcı, 21 Ağustos 2016 tarihinde katıldığı cnn türk canlı yayınında darbenin arkasındaki aktörü açıklayamayacaklarını
Darbenin olus sekli ve kimler tarafindan gerceklestirildigine dair bir suru celiski mevcut iken kasitli bir sekilde ilk andan itibaren darbe Paralel Yapi uzerine atilmistir.
türkiye’de, 1960 yılından bu yana neredeyse her on yılda bir tekrarlanan darbe veya askeri müdahaleler geleneğine 15 Temmuz 2016 tarihinde bir yenisi daha eklenmiştir. Gece saat 21.00 sularında başlayan darbe girişiminin ilk dakikalarından itibaren, henüz hiçbir darbeci asker yakalanmamış olmasına karşın, iktidar mensupları, darbenin “Paralel Yapı” adı verilen yapıya mensup askerler tarafından gerçekleştirildiğini şüpheye yer vermeyecek netlikte açıklamışlardır. Oysa Cumhurbaşkanı ile Başbakan, darbe girişiminden önceden haberdar olmadıklarını, MİT müsteşarının kendilerine bilgi vermediğini, MİT müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı ile darbe gecesi görüşemediklerini, darbe girişiminden enişte veya korumalar aracılığıyla haberdar olduklarını beyan etmişlerdir.
15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimi iktidar tarafından ilk dakikadan itibaren Gülen Hareketinin üzerine yıkılmıştır. Darbe girişimi sonrası 35 gün boyunca, darbenin arkasında Gülen Hareketinin olduğu açıklanmış olmasına karşın, iktidar mensuplarından bakan Nabi Avcı, 21 Ağustos 2016 tarihinde katıldığı CNN Türk canlı yayınında darbenin arkasındaki aktörü açıklayamayacaklarını şu şekilde ifade etmiştir: “Darbe olayının arkasında kimin olduğunu biliyoruz, devlet aklı bunu açıklamaya el vermiyor” (@gritliturk, 21.8.16 – 22:17). Anlaşıldığı gibi iktidar da ilk günden bu yana darbenin arkasında Gülen Hareketinin olduğunu açıklamasına rağmen, bunun bir safsata olduğunu bilmekte, ancak gerekçesi bilinmeyen bir nedenle kamuoyuna açıklayamamaktadır.
Darbe teşebbüsünün yapıldığı gün, darbe girişiminin başlamasından yaklaşık beş saat önce, iktidar yanlısı bir twitter hesabı olan @medeniyetvakfı, “Darbecilerin heveslerini kursaklarında bırakmak için kardeşlerimizi ve onurlu herkesi sokağa çıkmaya davet ediyoruz” paylaşımında bulunmuştur (@medeniyetvakfı, 4:58 PM – 15 Jul 2016).
24 Temmuz 2016 tarihli Alman Focus Dergisi, Macht, Wahn, Erdoğan başlıklı haberinde (s. 26) şu bilgiye yer vermiştir: “Darbe çatışmasının başlamasından yarım saat sonra İngiliz istihbarat kurumu GCHQ, Türk Hükümetinin telefon, e-mail ve yazılı yazışmalarını ele geçirdi. Bu yazışmaların içeriğinde şu bilgiler geçiyor: “Yarın temizlik operasyonları başlatılsın ve darbenin baş yöneticisi Gülen ilan edilsin” (@caapulcukiz, 20/08/16 - 20:58). Darbe girişimi kendilerine MİT ve Genelkurmay tarafından bildirilmeyen iktidar mensupları, nedense girişimin ilk saatlerinden itibaren darbeyi kimin yaptığını bilebilmişlerdir. Milli Savunma Bakanı darbe girişiminin başlamasının üzerinden iki saat geçmeden, “Askerler bunlara itaat etmesinler, emri Pensilvanya’dan aldılar!” açıklamasını yapmıştır (@t24comtr – 16.7.16 – 00.18). Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı gece saat 03.17 civarında, Atatürk Havalimanında, Genelkurmay Başkanının durumunu bilmemesine rağmen, darbe girişimini kimin yaptığıyla ilgili olarak “TSK içerisindeki bir azınlık, ülkemizin beraberliğini kabullenmeyen bu grup, paralel devlet yapılanmasının kendisiydi” açıklamasını yaparak, darbe girişimini paralel yapı ismini verdiği yapıya yıkmıştır. (@anadoluajansi – 16.7.16 – 03.18). İktidar yanlısı gazetecilerden Fatih Tezcan (@fatihtezcan), 15 Temmuz 2016 tarihinde saat 22.30’dan itibaren şu paylaşımlarda bulunmuştur: “CIA destekli Fethullahçılar darbe-sıkıyönetim yapmaya kalkarlarsa, istisnasız herkes sokağa çıksın! … 81 şehrin tamamında direnişe geçmeye hazırlanın! Oyunuzla seçtiğiniz Recep Tayyip Erdoğan’ı müdafaaya hazırlanın”.
Darbe girişiminin başlamasının üzerinden yarım saat geçmeden Focus Dergisinin belirttiği mesajı yayan bir iktidar, darbenin başarısız olacağını daha ilk dakikalardan itibaren bilmektedir; çakma bir darbe girişiminin sahneye konduğundan haberdar, belki de senaristlerindendir. Darbe girişiminin kim ya da kimler tarafından organize ve orkestra edildiğinin ancak adil bir yargılama sonucu netlik kazanabilir; aşağıdaki somut ifadeler de dikkate alındığında, darbenin gerçek organizatörü veya aktörünün, iktidarın ilan ettiği grup olmadığı açıktır.
Darbe girişiminin başlangıcının üzerinden iki saat geçmeden ve henüz hiçbir darbeci yakalanmamış olmasına karşın, AKP iktidarını sürekli destekleyen MHP lideri Devlet Bahçeli, 15 Temmuz 2016 tarihinde, darbenin ilk saatlerinde, “Paralel terör örgütü darbe girişimine karşı hükümetin yanındayız” açıklamasında bulunmuştur (@ceyhan_ulus – 15.7.16 – 23.51). Doğu Perinçek’in genel başkanı olduğu Vatan Partisi de, 15 Temmuz 2016 tarihinde saat 23:48’de (@Vatan_Partisi) “Fetullahçı kalkışmayı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Milleti bastıracaktır!” paylaşımı ile, henüz hiçbir darbeci yakalanmamış olmasına karşın, darbe girişiminin ilk saatlerinde, bu girişimin kim tarafından yapıldığını, şüpheye yer vermeyecek ifadelerle ilan edebilmiştir. 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk operasyonları sonrası AKP’yi destekleyen Doğu Perinçek (@Dogu_Perincek) de, darbenin ilk saatlerinde, 15 Temmuz 2016 tarihinde saat 23.24’te, “Bu Amerikancı Fetullahçı bir girişimdir. Türk Ordusu bu girişimi bastıracaktır. Milletimizin içi rahat olsun.” paylaşımında bulunmuştur. Perinçek iki saat sonra da, “Bu kalkışma Fethullah Terör Örgütünü, Cumhuriyetin pençesinden kurtarmak içindir” (16.7.2016 – 01.32) paylaşımında bulunarak, darbe girişiminin hedefini ilan etmiş ve gerçek organizatörler ve niyetleri hakkında ipucu vermiştir.
Darbe girişiminin ilk saatlerinde TRT’de bir darbe bildirisi yayınlanmış ve darbenin Yurtta Sulh Konseyi adı verilen bir oluşum tarafından gerçekleştirildiği ilan edilmiştir. Yurtta Sulh Konseyi’ni eski Özel Kuvvetler Komutanı ve Doğu Perinçek’in genel başkanı olduğu Vatan Partisi üyesi emekli Orgeneral Saldıray Berk’in kurduğu iddia edilmesine rağmen, savcılık ne Yurtta Sulh Konseyi hakkında ne de bu konseyi kurup yönettiği iddia edilenler hakkında hiçbir soruşturma yürütmemiştir. Darbe girişiminden önceden haberdar edilmediklerini açıklayan iktidar mensupları, hiçbir darbeci asker yakalanmadan, ilk andan itibaren darbe girişiminin Gülen Hareketi tarafından yapıldığını iddia etmişler, ancak Yurtta Sulh Konseyi’nin kimlerden oluştuğunu, kimlerin kurup yönettiğini, darbedeki rolünü araştırma ihtiyacı dahi duymamışlardır.
16 Temmuz 2016 tarihinde, darbe girişiminin üzerinden henüz 6 saat geçmeden, Ankara Cumhuriyet Başsavcı vekili, gece saat 04.00 sularında, “Bazı Danıştay, Yargıtay ve HSYK üyeleri hakkında gözaltı kararı var” açıklamasında bulunmuştur (@Haberdar – 16.7.16 - 04.16). Darbe girişimi bir Cuma akşamı mesai saati bitiminden sonra başladığına ve girişim askerler tarafından gerçekleştirildiğine göre, darbeci askerlerden önce yüksek yargı mensupları hakkında gözaltı kararı olduğunun açıklanması, darbenin gerçek amacına ışık tutmaktadır. Gece yarısı altı saat içerisinde, 200’den fazla yüksek yargı mensubu hakkındaki soruşturma işlemlerinin tamamlanamayacağına göre, bu durum ayrıca, darbe girişiminin önceden bilindiği, beklendiği ve hazırlık yapıldığını da açıkça göstermektedir. Ayrıca darbeci askerlerden önce yüksek yargı mensupları hakkında gözaltı kararının olduğunun açıklanması, darbe girişiminin hedefleri açısından son derece dikkate değerdir.
Darbenin üzerinden bir gün dahi geçmeden, medyanın neredeyse tamamını kontrol eden iktidar odaklarınca, darbeciler ve darbe olayları profesyonelce topluma unutturulmuş ve tüm düşmanlıklar Gülen Hareketine sempati duyan insanlara ve kurumlara yönlendirilmiş ve tam bir cadı avı ve şeytanlaştırma başlatılmıştır. Darbe girişiminden haberdar olunamamasına karşın, darbenin üzerinden 24 saat geçmeden, 16 Temmuz 2016 tarihinin ilk saatlerinde 2745 hâkim ve savcı açığa alınmıştır. Açığa alınan savcılar arasında, iki ay önce vefat eden savcı Ahmet Biçer de bulunmakta olup bu durum listelerin darbe girişiminden çok önce hazırlandığını ve harekete geçmek için darbe girişimin beklendiğini göstermektedir. 19 Temmuz 2016 tarihinde 21 000 öğretmenin lisansı iptal edilmiştir. Darbe girişiminin üzerinden beş gün geçmeden yaklaşık 60 000 kamu görevlisi açığa alınmış, gözaltına alınmış, tutuklanmış veya kamu görevinden çıkarılmıştır.
Kamudan yapılan tasfiyelerle ilgili olarak Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, 25 Temmuz 2016 tarihinde, “İsimleri önceden tespit etmiştik” diyerek, tasfiyelerin darbe girişimiyle ilgisinin olmadığını ve fişleme yaptıklarını ifşa etmiş (@dw_turkce – 25.7.16), tasfiyeler için darbe girişiminin beklendiği anlaşılmıştır. Bir diğer Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli ise, aHaber kanalında, 28 Temmuz 2016 tarihinde, “O kararı almasaydık (yüzbinleri aşan kamu görevlilerini) 15 yılda temizleyemezdik” demiştir. Diğer Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da, “KHK’lar aceleyle değil, çok iyi bir hazırlığın sonucudur” demiştir. Savunma Bakanı da 29 Temmuz 2016 tarihinde “Tasfiyeler darbeden önce hazırdı” demiştir. Aynı konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan, El Jazeera Televizyonuna verdiği mülakatta, “Kimlerin FETÖ üyesi olduğunu biliyorduk; kanunlar bize engel oluyordu” açıklamasını yapmış ve kanunlar yürürlükte kaldığı sürece ve hukuk devletinin sınırları içerisinde bahse konu tasfiyeleri yapamayacaklarını ifade etmiştir. Bu açıklamadan şu sonuç çıkmaktadır: Aslında tasfiye edilen kamu görevlilerinin hukuka aykırı herhangi bir eylemleri olmadığı için, mer’i kanunlara göre ve hukuka uygun olarak kendilerini kamu görevinden çıkarmak imkânsızdı. Bu imkânsızlığı aşmak için hukuk dışına çıkarak tüm bu tasfiyeler yapıldı. Dolayısıyla darbe girişimi “Allah’ın büyük bir lütfu” olarak kullanılıp yüzbinleri aşan kamu görevlisi, kanunlar bertaraf edilerek, açıkça hukuka aykırı olarak kamu görevinden çıkarılmışlardır.
17 Temmuz 2016 tarihinde medyaya yansıyan haberlere göre, darbe girişiminde bulunan 10 000 civarındaki askerden 40’a yakınının general olduğu belirtilmiştir (www.aljazeera.com.tr – 17 Temmuz 2016 – 10.42). Oysa darbeye fiilen katılanlarla birlikte, hiçbir şekilde darbeye katılmamış olmalarına rağmen, birkaç gün içerisinde toplam 164 general tutuklanmıştır. Darbe girişimine TSK’nın % 1,5’i katılmasına rağmen, generallerin % 45’i tutuklanmıştır. 23 Temmuz 2016 tarihli 667 sayılı ilk KHK ile 149 general, 1099 subay ve 436 astsubay ordudan ihraç edilmiştir. 27 Temmuz 2016 tarihli Genelkurmay Başkanlığı basın açıklamasına göre, darbe girişiminde kullanılan araç sayısının TSK’nın sahip olduğu tüm araç sayısına oranları şu şekildedir: Uçak: % 7, Helikopter: % 8, Tank ve zırhlı araç: % 2,7, Gemi: % 1 ve Silah: % 0,7.
20 Temmuz 2016 tarihinde Anadolu Ajansı ve Hürriyet Gazetesi (21 Temmuz 2016) tarafından yayınlanan bir haberde Orgeneral Hulusi Akar’ın yaveri Yarbay Levent Türkkan, iki elinin ve vücudunun orta kısmının tamamen beyaz sargı bezleriyle sarılı olduğu, yüz ve baş kısmı dâhil birçok yerde açık ve ağır darp izlerinin bulunduğu ve açık işkence gördüğü bir resim yayınlanarak, yaverin bazı itiraflarda bulunduğu ifade edilmiştir. Yaver’e atfen, “Özellikle emniyetteki sorgu sırasında bu şeyleri söylemeye ikna edilmediğimi belirtmek istiyorum. Ben emniyette beklerken kâğıt kalem isteyip kendi ifademi yazdım. Bu şekilde ifade vermem yönünde bir telkinde bulunan olmadı...” ifadeleri yayınlanmıştır. İki eli neredeyse tamamen sargılı halde olan ve ağır işkence gördüğü anlaşılan bir kişinin, hiçbir baskı altında olmadan ifadesini kendisi (sargılı elleriyle) yazdığı belirtilmiştir. İşkence altında alınan ifadelerin en küçük delil değeri bulunmadığı gibi, işkence yapanlar aleyhine yapılacak yargılama hariç, hiçbir yargılamada kullanılamayacağı adil yargılanma hakkının en temel kurallarından biridir.
24 Temmuz 2016 tarihinde HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, “Hâkim ve savcılar darbeden değil, FETÖ’den görevden alındı” açıklamasını yapmıştır. Eğer öyle idiyse, neden darbe girişimi beklendi? Bu girişimin üzerinden 12 saat geçmeden, bir tatil günü, 2845 hâkim ve savcı nasıl görevden alındı?
30 Temmuz 2016 tarihi itibariyle 77 avukat hakkında, sadece müvekkillerinin kimliği nedeniyle gözaltı kararı alınmış, bunlardan büyük çoğunluğu tutuklanmıştır. Diğer avukatlar bu türden davaları almak istememekte, kanun gereği atanan avukatların da gerektiği gibi savunma yapamadıkları ileri sürülmektedir. Şüphelilerin kendi seçtikleri avukatlar mahkemelere alınmamakta, tutuklanmakla tehdit edilmekte, diğer avukatlar ise bahse konu şüphelilerin avukatlarını dahi almaktan çekinmektedirler. Hakkında gözaltı kararı bulunan gazeteci Bülent Korucu’nun kendisi yerine Erzurum’da gözaltına alınan eşi 9 gün boyunca avukat bulamamıştır.
Darbe girişimi sonrası gözaltına alınan Tuğgeneral Ali Osman Gürcan (Bank Julius Baer&Co.Ltd.), Tuğgeneral Mustafa Kurutmaz (Union Bancaire Privee), Tuğgeneral Abdulkerim Ünlü (Bank Julius Baer&Co.Ltd.), Tuğgeneral Metin Akkaya (Union Bancaire Privee), Tuğgeneral Faruk Bal (BSI SA Bank), Tuğgeneral Kamil Özhan Özbakır (UBS A.G. Bank), Kurmay Albay İrfan Kızılarslan (Union Bancaire Privee) ve Albay Uğurcan Gençay’ın (Union Bancaire Privee) İsviçre bankalarındaki hesaplarına, örtülü ödenekten 1,3 milyon dolar transfer edildiğine dair (@korkusuz_kalem -31/07/16 – 08:15) haber yapan haber sitesinin bahse konu haberi (http://www.halkmedia.com/2016/7/arastirdik-ortaya-çikariyoruz-h353.html), İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2016/547840 nolu kararı ile yayından kaldırılmıştır.
TOTAL TRANSFER
20
96
271
OZEL MAHKEME SURECI
ilk olarak HSYK yasasında ve bahse konu Raporda “özel mahkemeler” ya da “süper hâkimler” olarak nitelendirilen sulh ceza hâkimliklerinin kurulmasını öngören yasal değişiklikler yapılmıştır. Sulh ceza hâkimlikleri, 17-25 Aralık 2013 tarihli rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını yürüten ve iktidar tarafından “paralel yapı” olarak adlandırılan kamu görevlileri ile ve genel olarak Gülen Hareketi ile mücadele için kurulmuştur (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 5, 31, 40, 65 ve özellikle 68). Yolsuzluk soruşturmalarını yürüten polislere karşı açılacak soruşturmalarda, Paralel Yapıya mensup oldukları iddia edilen polisleri tutuklayıp, bir daha serbest bırakmamak üzere, işlendiği iddia edilen suçlardan sonra özel bir amaçla kurulmuştur.
Belirtilen rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarından hemen sonra, 2014 yılı başında, polislere karşı başlatılan ilk ceza soruşturmaları, Adana ve Ankara illerinde gözaltına alınan polislere karşı yapılmıştır. Gözaltına alınan polislerin bazıları tutuklanmış, ancak atılı suçlara ilişkin somut delil olmadığı gerekçesiyle itiraz mercii olan mahkemelerce serbest bırakılmışlardır. O tarihteki Başbakan Tayyip Erdoğan bu durumdan rahatsızlığını, “ortadaki delillere rağmen polisler nasıl tutuklanmaz?” anlamına gelen cümlelerle ifade etmiştir.
As stated by the Venice Commission judges and prosecutors were suddenly removed from cases prepared by them over a long period and is the High Council of judges and prosecutors took immediate and direct action against them on account of their decisions in pending cases.
22 Haziran 2014 tarihinde, bir gazetecinin “Paralel Yapıya operasyon yapılacak mı?” şeklindeki sorusuna, “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanının önünde. Onun tarafından onaylanınca hızlı adımlar atılacak.”1 Başbakan aynı konuşmada, yolsuzluk operasyonlarını yürüten polislere karşı 22 Temmuz 2014 tarihinde başlatılacak operasyonları kast ederek, “Bir proje geliştiriyoruz. Bu işin alt yapısını oluşturuyoruz” beyanında da bulunmuştur2. Dönemin Cumhurbaşkanının önünde bekleyen ve proje olarak adlandırılan yasal düzenleme, 28 Haziran 2014 tarihinde yürürlüğe giren yasal düzenlemedir. Bu yasal düzenleme ile tutuklama ve tutuklamaya itiraz, arama, el koyma, kayyım atama ve tekzip yargılamaları konularında münhasıran yetkili, sınırlı sayıda ve hâkimleri özel olarak seçilip atanan ve kapalı devre çalışan (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 69) sulh ceza hâkimlikleri kurulmuştur. Böylece Adana ve Ankara’da istediği kararları aldıramayan iktidar, yapılacak yasal düzenlemeler ile, bundan sonra istediği kararları aldırabileceği özel mahkemeler (6.6.2016 tarihli AKPM Raporu, par. 5 ve 69) düzeni oluşturma isteğini kamuoyuna açıklamıştır.{proje mahkemeler]
O tarihteki Başbakan, yukarıdaki görüşlerini, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ziyaret ettiği Büyük Birlik Partisi temsilcileri önünde de tekrarlamıştır. BBP Genel Başkan Yardımcısı Remzi Çayır bu durumu, “Recep Tayyip Erdoğan ziyarette, “Sulh ceza hâkimlikleri ile ilgili düzenleme yaptık. Şu an Abdullah Bey’in önünde; bir hafta, 10 gün içerisinde çıktığında bunların defterini düreceğim.” ifadelerini kullandı”3şeklinde kamuoyuna duyurmuştur. Remzi Çayır, bu beyanını bir televizyon kanalında da tekrarlamış olmasına rağmen4, söz konusu görüşler bu başvurunun yapıldığı tarihe kadar yalanlanmamıştır.pm
Hâkim ve savcı atamalarının yapıldığı HSYK 1. Dairesi’nin iki üyesi, 15 Ocak 2014 tarihinde Adalet Bakanının teklifi üzerine değiştirilmiş ve bu değişiklik sonrası, iktidarın bu dairede çoğunluğu ele geçirdiği ve istediği hâkim ve savcıyı istediği göreve atayabileceği medyada ileri sürülmüştür. HSYK 1. Dairesi, 16 Temmuz 2014 tarihinde İstanbul Adliyesine toplam 6 sulh ceza hâkimi atamıştır.20 Temmuz 2014 tarihinde, Başbakan Ordu ilinde, (iki gün sonra) polislere karşı yapılacak operasyonu kast ederek, “Yargı süreci başlıyor; (bu süreci) sulh ceza hâkimlikleri götürecek” şeklinde açıklama yapmıştır5. Aynı gün, “Paralel yapıyla mücadele için, biliyorsunuz bu atamaların yanında, sulh ceza hâkimliği ile alakalı da atamalar yapıldı. Bunların hepsi yarından itibaren görevlerini yapmaya başlayacaklar.Gerek emniyet, gerek yargıda nelerin olacağını göreceğiz.” açıklamasını yapmıştır6. Yürütmenin başı tarafından yapılan bu açıklama, sulh ceza hâkimliklerinin gerçek kurulma amacını açıkça göstermektedir.
21 Temmuz 2014 tarihinde sulh ceza hâkimleri göreve başlamışlardır. Bu hâkimlerden biri, aynı gün, 106 klasör, 7 hard disk ve 238 kişiye ait dinlemeler ile 1292 sayfalık CD’yi ve daha birçok belgeyi inceleyerek (?), Paralel Yapıya mensup olduğu iddia edilen 100’den fazla polise ilişkin arama ve el koyma kararları vermiştir. 22 Temmuz 2014 tarihinde gece saat 1.30’da ise söz konusu arama işlemleri fiilen başlamış ve polisler gözaltına alınmıştır.
O tarihteki Başbakan, polislere karşı yapılan gözaltılar başladıktan hemen sonra ise, “Şimdi hesap soruluyor, ortaya daha neler çıkacak neler, …Bitmedi bu daha başlangıç…”ifadesini kullanarak7, yargı sürecinin bizzat merkezinde yürütme organının olduğunu ifade etmiştir.
Hükümeti yakından destekleyen gazeteci Nagehan Alçı, NTV haber kanalında, 1 Mayıs 2015 tarihinde katıldığı bir programda, “Sulh ceza hâkimlikleri Paralel Yapı’yı bertaraf etmek için kuruldu” ifadelerini kullanmıştır8. Aslında bu kanaat, toplumun neredeyse tamamında var olan olguya dönüşmüş algının açığa vurulmasından başka bir anlama gelmemektedir.
Bütün bu belirtilenlerden anlaşılacağıüzere, tutuklama hususunda münhasıran yetkilendirilen sulh ceza hâkimlikleri9, özel olarak yürütmeyi elinde tutan gücün kendisine düşman gördüğü Gülen Hareketi’ne mensup olduğunu iddia ettiği kişileri hukuk devletinin çizdiği sınırların dışına çıkarak, baskı yapmak, hürriyetlerinden yoksun bırakmak, mal varlıklarına el koymak, en temel haklarını kullanmalarını engellemek ve o tarihte Başbakan olan Erdoğan’ın ifadesiyle, Gülen Hareketi ile mücadele etmek amacıyla kurulmuştur.
Kısaca, sulh ceza hâkimlikleri, 17 Aralık 2013 tarihinden önce işlendiği iddia edilen suçlarda, tutuklama, arama, el koyma, iletişimin tespiti, kayyım atama gibi kişi özgürlüğüne, özel hayata ve mülkiyet hakkına çok ağır müdahale oluşturan tedbirlere ve basın yoluyla bireylerin kişilik haklarına yapılan saldırılara ilişkin tekzip uyuşmazlıklarında münhasıran karar vermek üzere kurulmuştur.
Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, sulh ceza hâkimlikleri, 17-25 Aralık 2013 tarihli yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında görev almış ve ülke genelinde Hükümetin hoşuna gitmeyen soruşturma işlemlerini yürütmüş, iktidar mensuplarının (delilsiz olarak) “Paralel Yapı” mensubu olarak fişledikleri veya hissettikleri kamu görevlilerini ve Gülen Hareketine mensup olduğu iddia edilen kişileri tutuklatmak ve serbest kalmalarını hukuken imkânsız kılarak, yargılamadan cezalandırmak için kurulmuştur. Gülen Hareketine sempati duyan insanların sahip olduğu şirketlerde, hiçbir makul suçşüphesi olmadan arama kararı almak ve baskı oluşturmak için kurulmuştur. Gülen Hareketi sevenleri tarafından kurulan sivil toplum kuruluşlarına, eğitim kurumlarına ve şirketlere illegal şekilde baskıyapmak ya da kayyım atama kılıfı altında el koymak için kurulmuştur. Eleştirel yayın yapan medya şirketlerine kayyım atama kılıfı altında el koyup, kısa süre sonra da kapatmak için kurulmuştur. Tüm bu belirtilenlerin somut delilleri, özellikle yürütme organının en etkili mensuplarının açıklamaları ve son iki yıllık uygulamalar ile özellikle 22 Temmuz 2014 tarihinden sonraki kararlar incelendiğinde açıkça görülecektir.
Kısaca, sulh ceza hâkimlikleri özellikle Gülen Hareketi’ni veya bu harekete mensup olduğu iddia edilen kişileri hukuk dışı yargılamadan tutuklayıp cezalandırmak ve bu Harekete baskı yapmak için özel olarak kurulmuş hâkimliklerdir. 20 Temmuz 2014 tarihindekiBaşbakanın ifadesi ile,sulh ceza hâkimlikleri, ADALET DAĞITMAK İÇİN DEĞİL, “Paralel Yapı adını verdikleri, yürütmenin (yargının değil) terör örgütü ilan ettiği Gülen Hareketine mensup olduklarını iddia ettikleri kişi, kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütleri ile mücadele için” özel olarak kurulmuşlardır.
Özellikle itiraz merciinin de bir diğer sulh ceza hâkimliği olarak belirlenmesi, yasa koyucunun niyetini açıkça ortaya koymaktadır. Bu niyet, yürütmenin başı tarafından da ifade edildiği gibi, bir proje olarak geliştirilip, sınırlı sayıda özel olarak belirlenip atanan hâkimlerle, arzu edilen kararlar çıkarılabilecek ve yargı kararları şansa bırakılmayacaktır. Son iki yıllık uygulama da bu görüşü net bir şekilde kanıtlamakta olup, bu durum herkesçe malumdur.
Sonuç olarak, sulh ceza hâkimliklerinin, özel olarak Gülen Hareketi veya bu Harekete mensup olduğu iddia edilen kişilerle mücadele etmek için kurulduğunda, Başbakan’ın beyanı karşısında, en küçük kuşku yoktur. Bahse konu Harekete yakın olduğu düşünülen kişi, şirket ve kurumlara karşı alınacak tedbir kararlarında ve açılacak davalarda (arama, tutuklama, el koyma, kayyım ve tekzip gibi) karar vermek üzere özel amaçla kurulduğu hususunda çok sayıda somut delil bulunan sulh ceza hâkimlikleri, özellikle Gülen Hareketine mensup oldukları iddiasıyla haklarında soruşturma açılıp tutuklanan veya başkaca tedbir kararları alınan kişiler ya da kuruluşlar açısından doğal hâkim güvencesinden yoksundurlar. Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, sulh ceza hâkimlikleri başvurucuya atılı eylemin gerçekleştirildiği tarihinden sonra ve özel olarak toplumun bir kesimiyle (başvurucunun da üyesi olduğu iddia edilen bir toplumsal kesimle) mücadele için kurulmuş yargı organlarıdır.