BİLİM DERGİSİ Ocak 1994 sayısı, sayfa 12’de:
Dağınık İşlevler
Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı mı var?
Modern nöroloji bilimlerinde tanımlanan hâliyle beyin, hastaneye benzer. Örneğin beynin dil ile ilgili bölümünde, bazı nöronlar(sinir hücreleri), yalnızca özel isimleri, bazı nöronlar ise yalnızca düzensiz fiilleri kavramaya yönelik çalışırlar. Görme ile ilgili bölümünde, sinir hücrelerinin bir bölümü turuncu kırmızı renklere, bir bölümü güçlü kontrastlı diyagonal çizgileri, bir kısmı ise soldan sağa hızlı haraketlere yönelik çalışırlar.
Şimdi sorulması gereken soru, beynin değişik bölgelerinin sahip olduğu bu son derece özelleşmiş işlevlerin nasıl yeniden bir araya getirilerek, düşünce ve algılamanın bileşimi olan aklı oluşturduğudur.
Bağlantı problemi (Binding problem) olarak da bilinen bu bulmaca, yapılan deneylerin, beynin daha da özelleşmiş bölümlerini ortaya çıkarmasıyla daha da zorlaşmış bulunuyor.
Bazı kuramcılar algılamanın değişik öğelerinin “birleştirici bölgeler” (convergent zones) adı verilen yerlerde bir araya geldiği düşüncesini ortaya attılar. Bu bölgelerin en belirgin (short-term) ya da “çalışan“ (working) bellek alanlarıdır. Birinde elektrotlarla monitorize edilen maymunların, diğerinde ise PET (positron emission tomography) ile taranan insanların deneklik etmiş olduğu, 1993 yılında yapılan iki deneyde, ”çalışan bellek” te oldukça özelleşmiş bölgeler bulunduğu görülmüştür. Yale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Fraser A.W.Wilson., Seamas P.Ö Scalaidhe ve Patricia S. Goldman-Rakic tarafından yapılan deneylerde görevliler, maymunları “çalışan belleğin” kullanılmasını gerektiren iki işi başarmaları için eğitiyorlar. Bu işlerden biri maymunların gözlerini bir ekranın başka bir yerinde yanıp sönen bir kare de, maymunun görüş alanı içinde yer alıyor. Karenin kaybolmasından birkaç saniye sonra maymun bakışlarını karenin bulunmuş olduğu noktaya yönlendiriyor.
Diğer iş, görüntünün konumundan çok niteliği ile ilgili bilginin akılda tutulmasını gerektiriyor. Araştırmacılar ekran merkezinde yanıp sönen bir görüntü oluşturuyorlar. Her maymun, görüntü kayboluncaya kadar beklemek ve gözlenen şekle bağlı olarak gözlerini sağa ya da sola çevirmek için eğitiliyor. Elektrotlarla, maymun beyninin pre-frortal konteks sinir hücreleri ekranda görülüyor. Pre-frontal korteks adlı bölgesindeki nöronların aktiviteleri, elektrotlarla ekrana yansıtılıyor.
Her testte sadece bir nöron grubu harekete geçiyor. Konumla ilgili “nerede” testi, prefrontal korteksin bir bölgesindeki nöronları aktive ederken, şeklin içeriği ile ilgili olan “ne” testi diğerine komşu ama ayrı bir bölgedeki nöronları harekete geçiriyor. Goldman-Rakic, pre-frontal korteksin şimdiye değin hep bilginin yönlendirildiği ve planlama, düşünme, anlama ve istem için sentez edildiği yer olarak düşünüldüğünü belirterek, bu alanın en azından duyusal ve motor bölgeler kadar bölümlenmiş olduğunu gösterdiklerini söylüyor.
Geçen yıl içinde Washington Üniversitesi’ndeki araştırmacılar tarafından ortaya koyulan tamamlayıcı bulgular, insanlar üzerinde PET ile yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor. Deneyde gönüllülere, isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor. Örneğin, “köpek” sözcüğü okununca “havlamak” gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.
Bu deneyde pre-frontal ve cingulate korteks de dahil olmak üzere, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor. Fakat aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması nöron aktivitesinin değişik bölgelere kaymasına yol açıyor. Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise, nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.
Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, bellek, yalnızca içeriğine göre değil; aynı zamanda işlevine göre bu bölümlere ayrılıyor. Washington Üniversitesi’nden Steven E.Petersen, bu sonuçları Goldman-Rakic’in düşünceleriyle uyum içerisinde olduğunu söylüyor.
Peki nasıl oluyor da beyindeki bu özelleşmiş alanlar birbirleriyle büyük bir uyum içerisinde çalışabiliyorlar? Aktiviteler tek bir merkezden mi, yoksa beyne yayılmış olan bir çeşit entegrasyon ağı tarafından mı koordine ediliyor? Petersen; algılama, bellek ve istemin entegre edildiği bir tek lokalize alan ya da lokalize olmuş birkaç alan bulunduğu düşüncesini savunuyor. Goldman-Rakic’in görüşleri ise, farklı fakat eşdeğer bölgelerin birbirleri ile bağlantı ve ilişki içerisinde bulunduğu, hiyerarşik olmayan bir modele daha yakın. San Diego’daki California Üniversitesi’nde bellekle ilgili araştırmalar yapan Larry R.Squire, ”bağlantı problemi”nin çözümünün uzun yıllar alabileceğini, bağlantı mekanizmasının ne olduğu konusunda gerçek bir ipucunun bulunmadığını düşünüyor. Ama öte yandan hızla gelişen teknolojinin son ürünlerinden biri olan mikroelektrotlar, vücuda zarar vermeyen görürtüleme teknikleri (örneğin PET ve Magnetik Rezonans ile Görüntüleme gibi) ve bilgisayarlar sayesinde bu sorunların yakın bir gelecekte yanıtlanacağından ve deneysel bilgilerle yeni modeller oluşturulabileceğinden umutlu Squire’ın da dediği gibi, “Bu teknolojik destek olmadan artık hiçbir şey yapılamaz.”
John Horgan
Kısa ömürlü radyoaktif maddelerin kan dolaşımına verilmesiyle nöron aktivitesinin dolaylı olarak ölçülmesi.
Yukarıdaki yazı, SCIENTIFIC AMERICAN Dergisi’nin Ocak 94 sayısının tercümesidir.
Normalde çok küçük bir yüzde ile çalışıp geri kalan miktarı kullanılmaz bir halde bekleyen beynin, bu boş duran kapasitesinin devreye sokulması yolu, ZİKİR’den geçer.
ZİKİR ile beynin belli bir bölgesindeki hücre grupları arasında üretilen bioelektrik enerji, zikrin devamı hâlinde bu bölgeden taşarak, görevsiz bekleyen yan hücrelere yayılır ve onları da mevcut kapasiteye ilâve ederek devreye sokar.
ZİKİR, konusu ne ise, o anlamda bir frekans yayarak bu hücreleri devreye alan beyinde, elbette ki o istikamette de faaliyet gelişir.
Bu tekrara daha uzun bir süre devam ettiğimizde ise, devreye giren yeni hücre grupları dolayısıyla, beyninizde yeni mânâlar oluşmaya başlıyor. Tekrarladığınız kelimelerin işaret ettiği mânâ istikametinde yeni anlamlar beyninizde açığa çıkmaya başlıyor ve siz:
«Ben zikre başladıktan sonra kafam değişmeye başladı, huylarım değişmeye başladı. Bir takım şeyleri daha iyi anlamaya başladım!» gibisinden şeyler söylemek durumunda kalıyorsunuz!.
Ayrıca bu tekrarlardan oluşan hem mânâ, hem de enerji, dalga bedeninize yüklendiği için, fizik beden ötesi yaşamınız daha farklı bir düzeye erişiyor!.
“DÜNYADA A’MÂ OLAN ÂHİRETTE DE A’MÂDIR!.” (İsra: 7
Âyeti kerîmesinde işaret edilen gerçek, anladığımız kadarıyla bu noktayı bize farkettirmeye çalışmaktadır.
BEYİN HÜCRELERİ YENİLENMEZ!
Bkz. B / Sigara ve içki, beyni ve dolayısıyla âhiret yaşamını nasıl etkiliyor?
BEYİN, ORİJİNİ İTİBARİYLE,
MELEKİ BİR YAPIDIR!
“Beyin” dediğin şey, esas itibariyle meleki bir yapı; enerji boyutu itibariyle!
BEYİNDEKİ ÇALIŞAN VE ÇALIŞMAYAN
HÜCRELER ARASINDAKİ FARK NEDİR?
Beynin çalışan hücreleriyle çalışmayan hücreleri arasındaki fark, çalışan hücrelerin belli frekanslara programlanmış olması; çalışmayan hücrelerinse böyle bir frekansa programlanmamış olmasına dayanıyor.
BEYİN KAPASİTESİNİ ARTTIRMAK İÇİN
“İNANÇLI” VEYA “İNANÇSIZ” OLMAK
ÖNEMLİ MİDİR?!
Zikrin, yani kelimelerin beyindeki tekrarının, beyinde yeni hücre bloklarını devreye sokma çalışmaları olduğunu tasdik eden ilk bilimsel makale ise 1993 yılı aralık ayında Dünyanın en ünlü bilim dergisi olan “Scientific American”da John Horgan imzasıyla yayınlandı...
Uzun yıllar yapılan yoğun laboratuvar çalışmaları sonucu açıklanıyordu bu makalede...
Sonuç, her yeni öğrenilen ve tekrarlanan kelimeler, beyinde o zamana kadar boş-âtıl duran hücre guruplarını devreye sokarak beynin çalışan kapasitesini arttırıyordu!.
Siz, Allah`ın belirli isimlerini beyninizde, bir süre, belirli bir düzen içinde tekrar ettiğiniz zaman, otomatikman beyninizde o anlam doğrultusunda bir kapasite oluşuyor; böylece kişiliğinizi o anlam istikametinde geliştiriyorsunuz!
İster inançlı olun, ister inançsız, bu hiç farketmiyor!.
Çünkü bu, “Allah`ın Sistem ve Düzeni”!.
“SİSTEM’in ve “DÜZEN’in işleyişi”nin sizin inançlarınızla hiç alâkası yok!.
Bu konunun anlaşılamayışının en büyük sebebi, Allah’ın güzel isimlerinin işaret ettiği mânâlardan oluşmuş bir formül olduğunuzun farkında olmayıp; “ibadet”i, “ötenizdeki bir tanrıyla ilişkiler” zannedişiniz!.
Oysa, Ahmed Yesevî`den Yunus Emre`ye, Abdulkâdir Geylanî`den İmam Gazalî`ye, Hacı Bektaş Velî`den Erzurumlu İbrahim Hakkı`ya, Mevlâna`ya kadar her gerçeğe ermiş zât, “Allah`ın, insanın Hakikatinda olduğu”na dikkati çekmiş; ötendeki tanrıya değil, özündeki Allah`a yönelip O`nu keşfetmeye çalışmanın zorunlu olduğu gerçeği üzerinde durmuşlardır.
BEYİN KAPASİTESİNİ ARTIRMANIN
AMACI VE ÖNEMİ NEDİR?
Nitekim, zikirden amaç da, ötendeki bir tanrıyı hoşnud etmek değil; beyin kapasiteni ve buna bağlı olarak, anlayış ve idrâk kapasiteni arttırarak, özündeki Allah`ı tanımak; o güzel isimlerin anlamlarının sende kuvvetli olarak açığa çıkmasını sağlayarak “hilâfet sırrını” yaşamaktır!.
İDRÂK EDİLEN FİİLE DÖNÜŞTÜRÜLDÜKÇE,
O ORANDA BEYİNDE EK KAPASİTELER,
YENİ İDRÂKLAR OLUŞUR!
ŞÜKÜR; İdrâk edilenin fiile dönüştürülmesidir!
Bunun sonucu olarak da artış başlayacaktır!
Siz, idrâk ettiğinizi fiillerinize dönüştürürseniz, beyninizde ek kapasiteler oluşacak ve o amel oranında beyin kapasiteniz artacak ve bunun karşılığında artan beyin kapasitesi ile yeni idrâkler oluşacaktır!
Allah Rasûlü’nün “Şükreden bir kul olmayım mı?” ifadesi, bunun en yalın anlatımıdır.
BEYİN KAPASİTESİNİN
ÖLÜMDEN SONRAKİ YAŞAMDA ÖNEMİ NEDİR?
Beynin, biliyorsunuz ki, yüzde üç-beş gibi çok sınırlı bir bölümünü kullanabiliyoruz.
Şimdi buraya dikkat;
RUH’A, yâni ‘’dalgasal beyin’’e, biyolojik beynin sadece çalışan bölümü yüklenir!. Yâni, çalışan kadarı, kendi kopyası veya ikizi olan dalgasal beyni üretir!. Ve dolayısıyla da kişinin ruh gücü ve ilmi, sadece beyninin çalışan bölümü kadar gerçekleşir.
Zîra dalgasal beden ve dolayısıyla ışınsal beyin, biyolojik beyinden ayrıldıktan sonra, bir daha gelişme şansına sahip değildir!. Bu yüzden de ruh kuvvetin, kapasiten, ölmeden önceki son ulaştığın beyin kapasiten olarak sâbitlenir!.
Eğer beynini geliştirebildiysen, ruhunu güçlendirdin demektir.
Biz, beynimizi ne derecede güçlendirebilirsek, o derecede belli güçlerin bizde ortaya çıkması söz konusu!
Kişi, beyin kapasitesinin getirisini yaşar!. Mevcut kapasiteyi arttırmadıkça, bulunduğu hâlin dışında bir şey yaşayabileceğini sanmıyorum...
Beyin son sentezini açığa çıkarıyor; biz de o senteze uygulamamızla katkıda bulunuyoruz.
Beyin kullanılır kapasitesinin istenen istikamette geliştirilmesinin, bildiğim kadarıyla tek yolu budur.(*) Bunu değerlendiren sonucunu alır, değerlendirmeyen de YAYA KALIR!.
Önce, “Allah” İsmiyle İşaret Edilen’i; kâinat içre kâinatlar yaratanı anlayabilmem için, beyin kapasitemi bilgilerim doğrultusunda, gereken çalışmaları ortaya koyarak genişletmem gerek; ki, önce “ALLAH” adıyla işaret edilen’in ne olduğunu farkedeyim...
Sonra da buna dayanarak “ALLAH RASÛLLÜĞÜ”nün ne olduğunu farkedeyim...
Sonra da “Allah ahlâkı’yla ahlâklanmış” olarak SİSTEM’İ ve SİSTEM İÇİNDEKİLERİ değerlendirmeye başlayayım!.
(*) Zikir
FİKİR,
BEYİNDEN ATILAN OK GİBİDİR!
Bilirsiniz dostlarım, çok meşhur bir deyimdir bu… “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” denir… Hiç düşündünüz mü bunun üzerinde biraz derin olarak?
Buna yakın bir de başka bir deyiş vardır… “Dili belâsı!” denir… Bazen de o “dîli belâsı” olur!.
Elbette ki, “ağız” ve “dil” yalnızca bir araç… Âlet!. Ona hükmeden ise beyin!(?) (mi)…
Hani bir de başka bir deyiş vardır gene…
“Büyük lokma ye ama büyük söz söyleme!”
Sözün büyüklüğü metreküple ölçülmüyor herhalde!
Bunlara özetle işaret ettikten sonra, esas üzerinde durmak istediğimiz hususa gelelim...
Söylediğiniz söz, ağzınızdan çıkan nereden geliyor acaba?
Beyinden derseniz; elbette doğru! Ama beyinde nasıl oluşuyor ve beyinden hangi etmenle açığa çıkıyor o fikir?
Neden ağzımızdan çıkanın sonuçlarını yaşamaktayız?..
Başımıza gelenlerin pek çoğu, geçmişte, hiç farkında olmadan bizden çıkanlardır… Belki bazılarını unutmuşuzdur bile… O an söyler geçeriz!.
Sonra o söylediklerimizin sonuçları ile karşılaşınca da başlarız feryâdı figâna!.
“Nereden geldi bu başıma!”
Talep senden çıktı! Sen öyle olmasını istedin ve oldu!.
Sen unutursun ama Allah unutmaz!.
Ne ektiysen onu biçeceksin!.
Dön geriye ve bak… Yazdıklarını, söylediklerini, düşündüklerini hatırlamaya çalış!
Sen onu öylece düşündüğün anda, onun sonuçlarını da yaşamağa mahkûm ettin kendini… Ve lâkin bunun hiç farkında değilsin!.
Hatırlayın şu uyarıyı:
“Nefsinizde olanı (DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ) açıklasanız da, açıklamasanız da, varlığınızdaki Allah size muhasebesini (sonuçlarını) yaşatır!”
Şimdi isyana kalkabilirsiniz, “iyi ama ben nasıl düşünceme hâkim olabilirim” diyerekten… Bu hüküm veya oluş, açıklandığı zaman, bazıları da bunu yapmışlardı… Ama bir şey değişmedi!
“Ve len tecide lisünnetillahi tebdilâ”(Fetih –23)
“Allah’ın sünneti(SİSTEMİ) kesinlikle değişmez!”
Unutmayın ki, Allah’ın ezelde yaratmış olduğu SİSTEMİ açıklayan Allah Rasûlü, bu itirazlara karşı, bu sistemin işlemeyeceği yolunda bir açıklama getirmedi!.
Atılan bir okun, havada giderken kendi kendine bir anda istikamet değiştirip başka bir yöne gittiğini gördünüz mü hiç?
Fikir, beyinden atılan ok gibidir!. Düşünüldüğü anda işlevini yerine getirmeğe başlar!. Fikrin yaratıcısı Allah’tır!.
“Attığın zaman sen atmadın Atan Allah’tı!.”
“Seni de, fiîllerini de Allah yarattı!.”
“Allah” ismiyle işaret edileni gökte bir “TANRI” gibi anlarsan, elbette bu muammayı çözemez; sayısız açmazla karşı karşıya kalırsın!
Bir de, “Allah” adıyla işaret edilenin, kendi varlığında gerçekte mevcut olan BÂKÎ olduğunu anlayabilsen… İşte o zaman muamma çözülmeye başlayacak!.
“Sizde istek oluşmaz, Allah istemedikçe!.”
Biraz daha çözüldü değil mi olay şimdi; eğer isteyenin gerçek kimliğini farkedebildiysek..
Sen, “fâni”sin ezelden ebede… Allah, “Bâkî” ezelden ebede!.
“Yok”tan ne var olur ki?… “Yok”!
Öyle ise var sanılan türlü görüntüntüdeki, “Bâki”, AHAD!.
Ben gâfil, sanırım ki ben diledim; oysa tüm melekler ve rasihun şehâdet eder ki dileyen yalnızca “Bâkî”!.
O zaman hemen bir ampul yanar ârifânın beyninde!
“Hükmettiğimiz bir şeyin olmasını dilersek ol deriz; ve olur”!.
Yukarıdaki mi dileyen; yukarıda, gökte bir yerlerde mi?…
Yoksa, algıladığın veya algılayamadığın her şeyin hakikati olup; tümünden de “Ganî” olan; “Bâkî” mi?
Senden, senin takdirini açığa çıkaranı tenzih ederim!.
Hükmü veriyorsun; beyninle açığa çıkarıp, dilinle ortaya atıyorsun… Sonra da, verdiğin hükmün sonuçlarını yaşayınca şaşırıp kalıyorsun; “ben böyle olmasını istememiştim” diye!.
BEYİN VE EVRENSEL ÖZELLİKLER
Beyin, oluşumundan itibaren gerek galaksi içi ve gerekse galaksi dışı çeşitli güçlü merkezlerden gelen yayınlarla programlandığı için, biz beynimizi ne kadar zikir ile geniş kullanılır kapasiteye ulaştırabilirsek, o nispette evrensel özellikleri kendimizde keşfederiz.
CENNETTE ERİŞİLECEK NİMETLER,
“DÜNYADAKİ DÜŞÜNCE KAPASİTESİ”
İLE SINIRLIDIR!
Kişinin Cennet’te erişeceği nimetler, Dünyada erişebildiği düşünce kapasitesi kadardır!
Bu kapasitenin yükselmesi de, Dünyada yaptığın zikirle beynindeki açılım kadardır!
Zikirle ne kadar açılım meydana getirirsen, o kadar ilmin artar; o kadar ruhânî kapasiten gelişir ve bunun sonucu olarak da o kadar Allah’ın isimleri sende açığa çıkar. Ne kadar sende Allah’ın yaratıcılık sıfatı açığa çıkarsa, o kadar da senin Cennette yaratıcılığın meydana gelir ve o kadar büyük güzellikleri yaşarsın.
BEYİNDE BOŞ DURAN KAPASİTE
KULLANILMAYA BAŞLANDIĞINDA İLK
FARKEDİLECEK SIR NEDİR?
-Bak Cem, siz şu anda, beş duyu verileriyle kendini kilitlemiş, âdeta şartlanmalar ve beşduyu verileriyle bloke olmuş bir beyinle, her şeyi anlayıp bütün sırları çözmeye çalışıyorsunuz...
Oysa bu imkânsızdır!.
Önce, beşduyu verilerinin, yaşadığınız evrenden kesitsel veriler olduğunu farketmek zorundasınız!. Onlar sadece kesitsel örneklerdir!. Ve o örneklerin dışında daha sayısız varlıklar ve veriler mevcuttur!.
Dolayısıyla, sadece, o beş duyu verilerini asıl ve gerçek kabul edip, tüm evrensel gerçekleri bu beş duyu verileri üzerine inşâ etmek gafletinden arınmalısınız!.
Şunu idrâk etmelisin ki, sizin bildikleriniz, bilmediklerinize nisbetle sonsuzda birdir!.
Bilmediğiniz varlıkların, bilmediğiniz sistemlerin, bilmediğiniz evrensel kanunların haddi hesabı yoktur!.
“Olmaz, deme; olmaz, olmaz!” şeklindeki deyişiniz bu gerçeğe işaret eder!.
İnkâr, câhilin, cehlini örtmek için kullandığı savunma silâhıdır!. İlim sahibi, bilmediği hiçbir şeyi inkâr etmez; gerçeğini, sistemini araştırır!
Sakınman gereken ilk şey, beş duyu verileriyle bloke olmuş bir beyinle yaşamak ve öylece bu dünyadan öte yaşama geçmektir!. Zira, evrensel sırlara açık bir yapıya kavuşmak için tek şansın şu dünya yaşantısıdır!. Çünkü beyin elden çıktı mı artık hiç bir yeni veri kazanma şansın olmayacak!.
İşte, beş duyu verileriyle bloke olmuş ve şartlanmalarla kilitlenmiş, ötesine geçemeyen birimlerin düşünce şekillerine "beşeri düşünce"- "insanca düşünce" deriz.
Oysa, sen bütün bunların ötesinde, son derece kapsamlı bir şekilde EVRENSEL SIRLARA ulaşabilecek beyin kapasitesine de sahipsin!.
Bütün mesele, beynindeki bu boş duran, kullanılmayan muazzam kapasiteyi değerlendirebilmektir!.
Beynindeki boş durup, kullanılmayan o muazzam kapasitenin daha ilk bölümlerini kullanmaya başlayınca, ilk evrensel sırra ve gerçeğe ereceksin, ki o da bir TANRININ varolmayışıdır!.
“ÜST BEYİN FAALİYETLERİ”
Bkz. B /“İnsan Beyni” Cennet ve Cehennemi algılayabilir mi?
“İNSAN BEYNİ”,
CENNET VE CEHENNEM’İ ALGILAYABİLİR Mİ?
Gördüğünüz bütün olağandışı olaylar ve davranışlar, bunları ortaya koyan kişilerin beyinlerinde cereyan eden henüz ilminizin tesbit edemediği değişik faaliyetlerin mahsûlüdür.
Ancak bu değişik faaliyetler ve bakış farkları ruhlarına da yansıyarak yerini alır.
Ruha yansıyan bu güçler, fizik bedenin terkinden sonra mikdodalga bedenle sürdürülen yaşamda geçerlidir.
Yâni, senin anlayacağın şu dünya üzerinde görülen bütün olağandışı davranışlar, tamamıyla tesbit edemediğiniz beyin faaliyetlerinin mahsûlüdür.
Bu arada dikkatten kaçmaması gereken bir nokta var ki, bu yaşamda “üst beyin faaliyetleri” dediğimiz bu hususları idrâk etmemiş ve bu idrâkın neticeleri ruhunda yer almamış kişilerin maddeötesi yaşamları bir çeşit kör yaşamdır.
- Cennete gitseler bile mi ?..
-İyi anla Cem, ne cehennem sizin tahayyülünüz gibidir ne de Cennet!
Cennet dediğiniz âlemin tüm esintileri, bugün üzerinizde mevcuttur; ancak siz bilinçsizliğiniz ve kendinizi kaptırdığınız ilkel yaşamınız dolayısıyla bu esintilerden tamamıyla mahrum bir halde, dünya cehenneminde sürdürüyorsunuz günlerinizi!.
Galaksinizde bulunan yüzmilyarlarca yıldızların boyutsal derinlikleri, cennetlerinizi; sert gezegen etkileri, Güneşteki cehenneminizi meydana getiren etkenlerdir.
Güçlü Mars ya da Satürn etkisi almış bir insan hayatı boyunca vehimden, vesveseden, kuruntudan, iç daralmasından, bedeni ihtiraslardan kolay kolay kendilerini kurtaramaz.
Bunların tesirleri altında faaliyet gösteren beyinleri de aynı anda cennetlerden gelen esintilerden yâni yüksek sistemlerden gelen güzel tesirlerden faydalanamaz.
Anlayacağın, Cehennemin tüm azâb verici güçleri ile Cennetin tüm anlatılamayacak tesirleri aynı anda insan beyinlerine gelmektedir. Ancak bulutun gelmekte olan güneş aydınlığını kesmesi gibi, gezegenlerin ters tesirleri de, beyne gelmekte olan burçların daha hassas dalgalarına mâni olur.
Dünya yaşamında cehennem hayatını meydana getiren ters etkilerden kendini kurtaramayan beyinlerin mikrodalga bedenlerinin de daha sonra bu tesirlerden uzak kalabilmesi çok güçtür.
Sizin için tek şanstır bu dünya yaşamı!.
BEDEN VE BEYİN,
HANGİ HALLERDE ENERJİ YİTİRİR?
Sen, günde üç öğün yiyorsun ve beynin bunları değerlendirmeye dönük enerji tüketiyor.
Beynin, enerji tüketimine- sindirimine az enerji sağlayarak enerjisini kendisinde muhafaza etmesi ve bunu olduğu gibi ruhuna yükleyebilmesi için az yemek tavsiye ediliyor. Ayrıca yenenlerden bedenin yararlandıgı maddelerin de miligramlar düzeyinde olduğu dikkate alınırsa, konu daha iyi farkedilir.
“Oruç”ta üzerinde öncelikle durulan kısıtlamalar, yeme-içme, sekstir!.
Yeme içmede vücuda giren hammadde sözkonusu... Sekste ise bünyenin elektrik boşalımı söz konusu. Yani, her iki halde de bedenin ve beynin enerji yitirimi söz konusu!.
BEYİN ENERİJİSİNİ
NASIL İSRAF EDİYORUZ?
«Çok yemek israftır»
Buyruğuna gelince...
Buradaki “israf”, sanıldığı gibi fazladan yenen nesne yönünden olmayıp; yiyen yönündendir!.
Çünkü beynin belli bir enerji ihtiyacı vardır, diğer organların belirli bir enerji ihtiyacı vardır. Fazlası hiçbir işe yaramaz!. Üstelik bu fazlalığın tüketilmesi için de gene beyin enerjisi boşa harcanacaktır. Ayrıca bunların bedende birikimi, beyin enerjisini israf yönünden ekstra bir «delik» meydana getirecektir.
Fazla kilolu kişinin kendi beynine verdiği zararı kolay kolay başkası veremez!.
Oruçlu iken yapılan zikrin, normal şartlarda yapılana göre getirdiği enerji o kadar fazladır ki, bu yüzden oruç Allah Rasûlü tarafından çok çok övülmüş ve genellikle de kendisi tarafından sık sık tutulmuştur.
“Kiloların fazlasının beyne verdiği zarar” deyince hemen burada akla içki ve sigara da geliyor.
SİGARA VE İÇKİ, BEYNİ VE DOLAYISIYLA
ÂHİRET YAŞAMINI NASIL ETKİLİYOR?
İçki ve sigara hakkında da birkaç hususu açıklamaya çalışalım:
”İnsanın ölümötesi ebedî hayattaki mertebesi, derecesi; şu andaki, dünyadaki beyin kapasitesine bağlıdır” dedik.
Dostları ilə paylaş: |