Ahmed hulûSİ’de kavramlar



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə12/17
tarix07.05.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#50232
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17

Ve kezâlike evhayna ileyke ruhan min emriNA* ma künte tedriy melKitabu ve lel iymanü ve lâkin cealnahu nuren nehdiy Bihi men neşau min ıbadiNA* ve inneke le tehdiy ila sıratın müstekıym.(Şura/52)

Ve böylece sana emrimizden bir ruh (Can) vahyettik... (Yoksa) sen, Kitab (Sistem, Diyn) nedir, iman (ikan) nedir bilmezdin... Fakat biz O’nu (RUHu), kullarımızdan dilediğimize (B sırrınca) kendisiyle hidayet ettiğimiz bir NUR yaptık... Ve muhakkak ki sen de (nurumuzla) kesinlikle Sırat-ı Müstakıym’e hidayet edersin.



Kema erselna fiyküm Rasûlen minküm yetlu aleyküm ayatina ve yüzekkiyküm ve yüallimükümül Kitabe vel Hikmete ve yüallimüküm ma lem tekünu ta'lemun;

Nitekim, içinizden (hakikati dillendirmek üzere) Rasûl irsâl ettik (açığa çıkardık), âyetlerimizi (varlığın hakikati oluşumuza dair işaretleri) size tilavet ediyor (okuyup anlatıyor), sizi arındırıyor ve Kitabı (hakikat ve Sünnetullah bilgisini) Hikmeti (varlığın oluş sistem ve düzenini, oluş mekanizmasını) ve bilmediklerinizi öğretiyor. (Bakara/151)



Bakara sûresinin bu âyetini (151) yukarıda vermiş olduğum âyet-i kerîme ile birlikte bana öğreten, Abdülkerîm Ceylî hazretleridir. Bunlara devam ile sayısız faydalar hasıl oldu. “KİTAB’I OKU”MADA, hikmete ermede, hiç aklıma gelmeyecek olan şeylerin sırlarına ermemde Takdiri Hudâ ile âyetlere devam etmenin çok büyük faydalarını gördüm!.



Biz fânîyiz, kısa bir süre sonra aranızdan ayrılır gideriz; ama isteriz ki biz de nîcelerinin hayra hikmete ermesine vesile olalım, ardımızdan üç İhlâs bir Fâtiha ile, “Allah râzı olsun” diyenlerimiz olsun!

Bu sebeple, çok istifade ettiğim bu âyetleri burada sizlere açıklıyorum. Arzu edenler bu âyetlere günde yüz defa devam ederler!. Veya daha âlâsı, önce birini günde bin defa ve oruçlu olarak kırk veya seksen gün devam ederler; sonra onu günde yüz defaya düşürüp ikincisini gene günde bin defa olarak kırk veya seksen gün yaparlar; sonra da her ikisine günde yüzer defa olarak devam ederler.

Kesinlikle bilelim ki bu âyetler Kur’ân-ı Kerîm’deki en değerli mücevherlerden ikisidir!.

Allah kolaylaştıra.



İLİM SIFATININ TAFSİLİ



  • Küllî Akıl denen "Tek Akıl"

  • “Nefs”in kendini ilim sıfatı ile tanıması



SINIRSIZ İLİM,

HER BİRİMİN BEYNİNDEN,

O BİRİMİN “VERİ TABANI SINIRLARI” İÇİNDE,

ONUN AÇIĞA ÇIKARMA SINIRLARI-KAPASİTESİ-

FITRATI ÖLÇÜLERİYLE (Kaderiyle) AÇIĞA ÇIKAR

O”, Uzaydaki değil, Hakikatindekidir!. Ve dahi, evrensel yapının küllü, yani “tümel tek”tir!

İlim–irade–kudret ilişkisinin milyarlarca işlemi vardır her an beyinde; bunlardan yalnızca birkaçı bilincimizde açığa çıkandır.

Aslında, “aklına gelen” açığa çıkmış demektir; dile veya ele getirmesen de ve bu geri dönüşle beyinde veri tabanını yeniden etkileyerek başka bir gelişmeyi doğurur!.

Kesindir; değişmezdir bu sistem.

Bu yüzden Bakara Suresi 284'te:

.... Aklınızdan geçeni (nefislerinizdekini) açığa çıkarsanız da içinizde de kalsa siz sonuçlarını (yuhasibkum) Bi-hillah (varlığınızdaki ilâhi kuvvelerin oluşumu sonucu) yaşayacaksınız!

denmektedir.

Bu mekânizmada hiçbir mazeret geçerli değildir!.

O açığa çıkan, ya sizin geçmişte veri tabanınıza eklediğiniz; ya da size genetik yolla intikâl etmiş verilerdendir!. Her hâlûkârda sizdekinin sonuçlarıdır!.

Dedesi erik çalmış torunun dişi kamaşmış” atasözü, bu realiteyi vurgulamaya çalışır.



Kül itibariyle sınırsız olan İLİM–İRADE–KUDRET, işte böylece her zerrede, onun açığa çıkma sınırları, kapasitesi, fıtratı ölçüleriyle (kaderiyle) gerçekleşir.

DUA veya BEDDUA da işte bu sistemle beyinden açığa çıkar... Veri tabanı verileri sınırları içinde!

Her birim kendindekini yaşar!.

Her birimin yaşadığı bir diğerinden farklıdır.



KİŞİNİN İLİM KAPASİTESİ



BEYNİN ÇALIŞAN BÖLÜMÜDÜR

RUH’a, yani dalgasal beyne, biyolojik beynin sadece çalışan bölümü yüklenir!. Yani, çalışan kadarı, kendi kopyası veya ikizi olan dalgasal beyni üretir!. Ve dolayısıyla da kişinin ruh gücü ve ilmi, sadece beyninin çalışan bölümü kadar gerçekleşir!



BEYNİN VERİ TABANININ DERÛNUNDA



ÇOK BOYUTLU TEK KARE RESİM” VARDIR

Bildiğiniz gibi, beynin içinde görüntü veya ses yoktur!

Beyin görüntüyü kendisi oluşturur... Sesi de!

Dışarıda gördüğünüzü sandığınız HER ŞEY, gerçekte beynin kendi içinde oluşturduğu şeylerdir. Madde veya mânâ, cin veya melek! Hangi isimle neyi kastederseniz edin, hepsi de beynin kendi oluşturduğu kendine göre olan sûret veya sestir!

Beyin, biyoelektrikle çalışır; biyokimyasal faaliyetlerin oluşturduğu elektriksel sinyal paylaşımı bu faaliyetleri meydana getirir.

Beynin veritabanın derûnunda "çok boyutlu tek kare resim" vardır! Burada geçmiş ve gelecek kavramı bulunmaz. Dejavu'nun kökeninde bu derinlikle iletişim yatar. Holografik gerçeklik bunun temelini anlatır.

Ayrıca beyin, dışardan yani içinde yaşadığımız dalga (wave) âleminden dahi kendisine ulaşan dalgaları, çalışma programına göre değerlendirir.

Siz bu beyinde oluşan görüntü veya sese, ister halüsinasyon deyin, ister hayal, ister gerçek... Sonuçta hepsi aynı tek şeydir. Beynin oluşturduğu görüntüler!

Görüntü ve sesin ardındaki gerçek ise tektir: Algılama ve Değerlendirme (Semî-Basîr)!

"Kalp" diye tarif edilmiş olan "şuur" ne kadar kapsamlı ve derinlikli değerlendirme yaparsa, ona göre adı da değişir... "Sır", "hafî", "ahfâ" gibi...



BİRİMSEL SÛRETLERDE “İLİM”İN AÇIĞA ÇIKIŞ SİSTEMİNDE HÂKİM OLAN YARDIMCI KUVVELER



İlim, İrade ve kudret!

İlim, İrade ve kudret!

Mahşerin üç atlısı!

Sırat”ı bu üç ayakla geçmeğe çalışıyoruz; yanı sıra bazı yardımcı kuvvelerle...



İlim, İrade ve kudret!

Alîm”, “Mürîd” ve “Kâdir”!

Beynimizden açığa çıkan her şey, bu üçlünün sırasıyla özelliklerini kullanmasıyla açığa çıkıyor!

İlim ismiyle anlatılmış olan, beynin veri tabanı...

İrade diye vasıflandırılmış olan, kişideki uygulama yeteneği, azmi...

Ve o irade edileni kuvveden fiile dönüştürecek olan enerji, kudret!..

Yaşamımızın her anında bu üçlünün çalışması söz konusu...

Esasen, her birimizin varlığında mevcut olan bu üçlü, evrendeki tüm canlı birimlerde de aynı şekilde işlev görmekte!

Çünkü, evrendeki her şeyin ve hepimizin var edeni, “ALLAH ismiyle işaret edilen”, “ALİM” isminin işaret ettiği “ilmi” ile, kendindeki sayısız özellikleri bilen; aynı zamanda “MÜRÎD” olduğu için, kendisindeki bu sınırsız özellikleri seyretmeyi “irade” eden ve “KADİR” isminin işaret ettiği biçimde “kudretiyle” bu kendisindeki manâları seyredendir...

Dünyamızda, bu özelliklerin birimsel suretlerde zâhire çıkışında da bu sistem ve düzen hâkimdir...

Her birimin beyninde, veya daha doğrusu birimsel hafızasında, o ana kadarki tüm girdilerin senteziyle oluşmuş, bir nihai bilinci vardır. İnsanda da, görünmez canlılarda da, hayvanlarda da hep bu böyledir!. Bu, onlardaki “İLİM” açığa çıkışıdır.

Bu birimsel veri tabanının, doğal olarak, kendindekini açığa çıkarma olgusu vardır ki, veri tabanı işlevi sonucudur bu da!. Buna “İRADE etme, isteme” denir... Bu da otomatik oluşur beyinde; kısaca “aklımıza gelen” deriz fark ettiğimiz kadarına.

Nihayet irade etme, isteme kuvvetine göre, gerekli bir ölçüyü aşması halinde o fikrin kuvveden fiile dönüşü başlar... Ki bu da “KUDRET” denilen enerji potansiyeliyle ve ölçüsü kadarıyla oluşur.

Bu üçlü sistem olarak anlattığım ilim–irade–kudret cereyanı beyinde aynı anda oluşur ve her an tekrar eder...

O her an yeni bir ŞANDADIR”...



İLİM SIFATINA BÜRÜNME



["Nefs"in kendini "İlim Sıfatı" ile

(kendi aslı ve orijinali, hakikatı ile) tanıması]

(Hakk`a bağlanan "ilim sıfatı")

(Bkz.İlâhi Sıfatlar/İlim Sıfatı)



“AKL-I KÜLL”ÜN İLMİ



  • Melekût âleminde mevcut olan akıl(Has sûreti ise Cebrail ismiyle melek)..

  • Cebrail Aleyhisselâmın Nebilere, Rasûllere ve evliyayı kümmeline transfer ettiği ilim...

  • (Kesret) âlemindeki en geniş kapsamlı ilim...

  • Birimin derûnundaki, hakikatindeki "ilim"…

Aklı kül ise melekût âleminde mevcut olan akıldır. Bu aklın has sûreti ise Cebrail ismiyle melek vasfıyla bilinen varlıktır.

Aklı kül, sûretli olarak, özünden, rabbinden gelen ilim ile Cebrail Aleyhisselâm Nebilere, Rasûllere ve evliyayı kümmeline ilim transferi yapar!

Çokluk (kesret) âlemindeki en geniş kapsamlı ilim, “Aklı- Küll’ün ilmi”dir.



“AKL-I EVVEL”İN İLMİ



  • "Hakikat-ı Muhammedî" denilen varlığın ilmi

  • İlim sıfatının Nokta”daki şuursal açılımı

  • Vâhidiyet mertebesinde "Tek"lik âleminde geçerli ilim

  •  İlim sıfatından kaynaklanan ilim

  • Esmânın mânâlarını ihtiva eden ilim

  • "TEK"in sahip olduğu özelliklere olan ilmi

Vâhidiyet mertebesinde "Tek"lik âleminde geçerli ilim ise, Aklı Evvel’in ilmidir. İlim sıfatından kaynaklanan bu ilim, esmânın mânâlarını ihtiva eder. Bir diğer ifade şekliyle, "TEK"in sahip olduğu özelliklere olan ilmidir, de denilebilir.

"Akl-ı Evvel" ismiyle "Hakikat-ı Muhammedî" denilen varlığın ilmine işaret edilir. Bu yüce varlığın "canı" ise "RUH-U Â'ZÂM" ismiyle tanınır ki, âlemde mevcut olan bütün ruhlar, bu tek ruhtan meydana gelmiştir cüzlere ayrılma sözkonusu olmadan.



“AKL-I EVVEL"İN İLMİNDE “ANLAMLAR”,



EVREN İÇRE EVRENLER SURETİNDE

BELİRGİNLİK KAZANMIŞTIR



Bilinç, nasıl, beynin açığa çıkmasını istediklerinden ibaretse, sanki bilgisayarın monitörü hükmündeyse; bir “print-out” ise…

Gerek insandaki biyolojik beyinler ve gerekse dalga okyanusundaki sayısız canlılarda var olan virtual-sanal beyinler dahi, gerçekte “data”nın sanal çıktılarıdır. Esmâ mertebesinin, âlemlerini seyridir.

Enerji, İlâhî kudretin algılanışının, günümüzdeki adıdır!.

Data” yani “salt “bilgi” tüm anlam ve kavramların anası-aslı, fakat bir anlama bürünmemiş hâli, İlâhi ilmin ilk zuhurudur. Bu, ilk ve tek tecellidir.

Hayatın kaynağı olmasına işaretle, “RUH” veya “Ruh-u Â’zâm” adı verilmiştir. İhtiva ettiği ilmi ilâhi itibariyle “Akl-ı evvel” denilmiştir. “Allah önce aklı yarattı” işareti bu noktayadır.

Melekût” boyutu, bu sanal seyir boyutunun varlığıdır!. Bu boyutun anlamları, evren içre evrenleri ve varlıklarını meydana getirirler; algılayana göre var olan bedenleriyle… “Aklı-ı kül ve nefsi kül” tanımlamaları buradaki iki özelliğe işaret eder. Burada, anlamlar belirginlik kazanmıştır evren içre evrenler sûretinde. “Esmâ mertebesi”nin tenezzülü ile bu boyut meydana gelmiştir.

Hayat, ilim, irade, kudret, kelâm, semi, basar vasıfları, “esma mertebesi” dediğimiz salt “data” veya “bilgi”nin varlığını oluşturandır!. “Nokta” bunların tümünü kapsayan tekil yapıdır!.

Bu isimler, aynı şeydeki 7 ana vasfa işaret eder ki, bunun sonucu da “Tekvin”dir!. Böylece esmâ özellikleri açığa çıkar ve “kevn” meydana gelir… Yani, âlem içre âlemler, evren içre evrenler!.

Burada algılayan esastır!. Algılayana göre, algılananlar oluşur!.

Algılayan?

Algılama, “birim”dir!.

Birim”, algılamayla hayat bulur. Bu algılamada, reaksiyonu oluşturur ve böylece birim var oluşunun amacına “kulluk” etmiş olur. Bize “iyyake na’budu” her namazda “OKU”tulurken, yapacağımız mirâc ile bu gerçeği hissetmemiz istenmiştir kanaatimce.

Siz onların zikrini anlayamazsınız” hükmü, bu boyutsal derinlikte var olan birimler ve yerine getirdikleri “kulluk” dolayısıyladır. Kişi, kendi varlığındaki “birim”lerden, evren içre evrenlerde yer alan sayısız “birim”lere kadar, hiçbirinin “kulluğu”nun neden, nerede, nasıl olduğunun farkında değildir.

Algılama, “birim”in hakikatindeki “esma özellikleri”nden kaynaklanır. “Esma mertebesi” denince, sayısız özellikleri olan tek bir yapıdan söz edilmektedir. Bundaki çeşitli özellikler, sayısız birimleri yaratmakta ve onlara sayısız özellikler bahşetmektedir kendi varlığıyla.

Her an yeni bir şan alması”, bu tekilliğin, tek kare resmin, her an yeni bir görüntüsü olarak kabul edilmekte… Bu da, âlemlerin her an var olup, daha sonra yok olması olarak nitelenmektedir.

Allah” adıyla işaret edilen, Zât’ı itibariyle, esmâ mertebesi olarak açığa çıkardığı “NOKTA” denilen âlem içre âlemler algılamasının getirisinden “GANΔdir! Lütfen bunu iyi anlayalım.

Umarım, bu yazılarım bazılarınızdaki, “insan gibi düşünen, gök yüzünden bizi seyreden, namaza durunca huzuruna çıkılan; gökten aracılarla kitaplar yollayıp emirler yağdıran tanrı baba anlayışını” ortadan kaldırıp; Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’ın, “Allah” ismiyle işâret ettiğine yönlendirir… Allah Rasûlü’nü de, “sevgili peygamberimiz” kabulünden çıkarıp; “Hakikati Muhammedî”nin insanlık âlemindeki muhteşem açığa çıkışını fark etmeye bizi yönlendirir…

İnsan gibi düşünen tanrı” sanısından, “Allah ahlâkıyla ahlâklanın” anlayışına ulaşmak için, “Allah” adıyla neye işaret ediliyor, önce bunu anlamak zorunludur!



Kurân’daki çeşitli sırlara işaret eden âyetleri önce fark etmek; sonra da üzerlerinde derin düşünmek, çok farklı değerlendirmeler getirir insana… İnşâallah bir gün buna da sıra gelir.



İLİM,



SIFAT MERTEBESİNDEKİ VAROLUŞTUR

Bkz.İ/İdrâk/, Allah’ı Zâtı itibariyle idrâk edemez. Fakat O görüşleri idrâktadır.



DUYULARA GÖRE VARSAYILAN HERŞEY,



İLİM BOYUTUNDA DEĞERLENDİRİLDİĞİNDE

FARK EDİLİR Kİ O, SADECE BİR “İLMÎ SURET”TİR

Kendindeki hangi mânâyı oluşturmayı dilediyse, o mânâya uygun sûreti dilediği boyutta oluşturmuş ve o sûrette o mânâyı yaşamıştır.

Nerede?...

 Ne içinde, ne dışında!.

O sûretin oluşması, dilenilen mânâyı yaşaması, o sûretin kendi mânâlarını ortaya koyması ile meydana gelmiştir. Ve, o mânâlar, ortaya koyabileceği mânâların ve şartların oluşmasıyla meydana gelmiştir. O sûretin o mânâyı yaşaması, onu oluşturacak ortam, şartlar ve olaylar neticesinde oluşmuştur.

Ve bütün bunlar, "ilminde" YARATILMIŞTIR!.



Gerçekte, var olan tüm varlıklar, ancak ve sadece, ilim boyutunda ve "İSMEN" vardır.

Bunun dışındaki varlıkları ise, "yok"tan ve "hayâl"den ibârettir!.

İlim boyutunda varlarsa, bu da "var kabul edilişleri" itibariyledir!.

Yani, varlıkları emanettir!. Konulan isimler dolayısıyla, onların Allah dışında bir varlıkları varmış gibi kabul edilirler.

Oysa gerçekte sadece Allah vardır!.

Kime göre?...

"Mardiye Nefs" bilincinde, "Velâyeti Kübrâ" ihsanına ermiş, "feth" sahibi Zevâtın gözünden gören "O" olması durumuna göre!.

İşte bu bakışta anlaşılmalıdır ki, var kabul ettiğin her şey O`nun ilminde yarattığı kendi esmâ sûretinden başka bir şey değildir!. "Şey"ler bağımsız bir "var"lığa sahip değildir.

Duyulara göre, varsanılan her şey, ilim boyutunda değerlendirilmeye alındığı zaman farkedilir ki, o sadece bir "ilmî sûret"tir!.

Bir esmâ terkîbi ile kayıtlı varlıklar söz konusudur evrendeki tüm boyutlarda ve katmanlarda…



KALPLER VE RUHLAR MEVCUD DEĞİLDİR…



(Hepsi, Allah'ın ilminde mevcut olan

"İlmî Sûretler"dir)

Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!.

Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayâllerdir!. Gaflet ve uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!.

Çünkü bunların hepsi de, "ilmî sûretler" olmaktan öte bir şey değillerdir!.

"İlmî sûretler" ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allah'ın ilminde mevcutturlar!.

Bu anlattıklarımızı size ne nisbette ulaştırabileceğiz, bilemiyoruz. Elbette her okuyan, istidadı nisbetinde, takdirindekini alabilecektir.

Ehli, zâten bunların böyle olduğunu bilir. Yaşamayana ise ancak bu kadar açıklaması mümkündür. Biline ki, böyle hâller de vardır!.

Ef’âl âlemi” denen fiiller âlemi… Buna, tüm varlıklarıyla, “o varlıkların algılayabildiği evren” de denebilir...

Ef’âl âlemi denen fiiller âlemi, yani meleklerin, cinlerin ve insanların da içinde yer aldığı kâinat ise bu varlıkların algılama araçlarına, duygularına göre mevcut olup; “ALLAH’ın İLMİ”nde ise, ALLAH’ın “İNDİNDE” mevcut “İLMÎ SÛRETLER”dir.

Ya da başka bir ifade tarzı ile, var olan herşey, hakikatta “İLMİ SÛRETLER”dir…. “Ki bunlar asla vücut kokusu almamışlardır”...

Kısacası, yaşadığımız kâinata ait olarak bilinen herşey, gerçekte, vücut, varlık sahibi olmayıp; sadece ve sadece “ALLAH’ın İLMİNDE” mevcut, basit anlayışımıza indirgenmiş ifadesiyle “hayâl olan” varlıklardır!.



"İLÂHİ İLİM DENİZİ"NDE YÜZEN



BİREYSEL ŞUUR

“İLÂHİ İLİM DENİZİ"NDE YÜZEN BİREYSEL

ŞUURDA, AKLI OLAN TOPLULUK İÇİN

ELBETTE İŞARETLER VARDIR



Şüphesiz ki semâlar ve arzın (gökler ve yeryüzünün-şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (âlemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden âlem sûretlerini seyir hâline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilâhî ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allah'ın semâdan su inzâl edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzâl ederek hakikatine şuuru olmayan bedende "diri" olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allah'la meydana gelmesinde); rüzgârları yönlendirmesinde (Esmâ kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); semâ ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır. (Bakara/164)



"GEMİ"Yİ HİZMETİNİZE VERDİ… NEHİRLERİ DE…



GÜNEŞ’İN VE AY’IN ENERJİLERİNİ

VE FARKINDA OLMADIĞINIZ ÖZELLİKLERİNİ

KULLANMAKTASINIZ…

İman etmiş kullarıma de ki: "Salâtı ikame etsinler ve verdiğimiz yaşam gıdalarından gizlice veya açıkça bağışta bulunsunlar, alış-veriş ve dostluğun olmadığı süreç gelmeden önce."

Allah ki Semâları ve Arz'ı yarattı; semâdan bir su inzâl etti de onunla sizin için rızık olarak semerattan çıkardı, hükmüyle denizde yüzsün diye gemiyi sizin hizmetinize verdi; nehirleri de!

Tam bir devamlılıkla işlevini yapmakta olan Güneş ve Ay, size hizmet eder (Güneş'in ve Ay'ın enerjilerini ve farkında olmadığınız çeşitli özelliklerini kullanmaktasınız)... Gece ve gündüzden de yararlanmaktasınız.

O, (fıtratlarınız gereği halkoluş sürecinde) O'ndan istemiş olduklarınızın hepsinden, size vermiştir... Eğer Allah nimetlerini saymaya kalksanız, onları değerlendirerek sayıp bitiremezsiniz... Muhakkak ki insan çok zâlim ve ortadaki açık gerçeği örtücüdür! (İbrahim/31/34)



BİLİNÇLERİN KONUŞTUĞU BOYUT



  • "Hikmet" yurdu

  • Her şeyin akılla seyredilegelindiği boyut



İLİM İLE DİRİ OLMAYAN

(Ölü)



“HAKİKAT İLMİ” İLE DİRİLME



  • İnsanın Hakikatinin farkındalığını yaşama süreci

  • "Rabbinin likâsına kavuşmak"

"Zikir = insana hakikatini hatırlatıcı" olarak bildirilen Kur'ân-ı Kerîm, gerçekte, tümüyle "Ulûhiyet"i anlatan "El Esmâ ül Hüsnâ"nın açılımıdır! İnsanın "hatırlaması" istenilen, kendisine talim edilmiş olan "esmâe külleha"dır! Yani, "var"lığını meydana getiren, "bildirilen isimlerin özelliklerinin tamamı"! Bunların bir kısmı Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiş, bir kısmı da Rasûlullah tarafından açıklanmıştır. Bu yüzdendir ki, asla, her şey bu doksan dokuz isimden ibarettir, denemez! Misal verelim... Rab, Mevlâ, Karîb, Hallak gibi bazı isimler Kurân'da mevcut olmasına rağmen doksan dokuz isim arasında sayılmamıştır. "Yefalu ma yurîd" âyetinde bildirilen İrade sıfatının (dilediğini oluşturma) adı olan "Mürîd" ismi de gene bu isimler arasında bildirilmemiştir. Buna karşın Celîl, Vâcid, Mâcid gibi bazı isimler ise doksan dokuz isim içinde var olmasına karşın, Kur'ân-ı Kerîm'de geçmez. İşte bu yüzdendir ki, Allâh ismiyle işaret edilenin ilminde seyrini oluşturan "Esmâ mertebesi" olarak tanımlanan isimlerini doksan dokuz ile sınırlamak çok yanlış olur. Belki, insana hakikatini hatırlaması için bu kadar isim özelliği bildirilmiştir; hakikatini hatırlayıp yaşayan ise hadsiz hesapsız bilinmeyen başka isimlerin özellikleriyle yaşar; diyebiliriz. Ayrıca, cennet diye tanımlanan yaşam boyutunun dahi buna işaret ettiği söylenebilir.

Derin düşünce (Ulül Elbab = öze ermişler) indînde kullanılan "zıll vücud = gölge varlık" tanımlaması, o varlığın bizâtihi "var" olmayıp; algılayana GÖRE "Allâh isimlerinin bileşimi olarak" açığa çıkışına işaret eder.

Hatta gerçeği hakkıyla dillendirmek gerekirse, "Esmâ bileşimi" tanımlaması dahi bir mecazdır; çoklu algılayan anlayışları, Tek'il realiteye adapte içindir. Zira mutlak hakikat, her an yeni bir şe'nde olan "çok boyutlu tek kare resim" seyridir! "Esmâ bileşimi" denilen ise resimdeki bir fırça darbesi! Algılanan her şey, ismi nedeniyle, sanki Allâh'ın Esmâ'sı itibarıyla O'nun gayrı olarak sanılsa dahi, -O ötede tanrı olmadığı için-, hakikatte, o isimle isimlenmiş varlık, Allâh Esmâ'sı nedeniyle "var"lık olarak algılanandır! Bununla beraber, Esmâ ile işaret edilen ise, bölünmez, cüzlere ayrılmaz, cüzlerden oluşmamış mutlak Tek, sınırsız sonsuzdur; "Ahad-üs Samed"dir ve Kur'ân-ı Kerîm'de bir kere vurgulanır bu şekliyle! "Allâh HÛ, la gayrıhu!" Ki bunu beşer aklı havsalası kavrayamaz! Ancak, vahiy veya ilham ilmi-bilgisi olarak şuura yansır ve "seyri" oluşur! Akıl, mantık, muhakeme adım atamaz burada! Fikir yürütenin yolu dalâlet olur! Bu konunun tartışılması mümkün değildir! Tartışan ise, yalnızca cehli dillendirmek için var olandır! Cebrail'in, "bir adım atarsam yanarım" diye dillendirdiği gerçekliktir bu husus! Fark edilmelidir ki, "Allâh Esmâ'sında İlim" özelliğine işaret eden isim vardır; Allâh'ın aklına işaret eden bir isim yoktur; çünkü bu muhaldir! Akıl, çokluk algılamasının oluşması için yaratılmıştır! Esasen "Akl-ı küll" veya "Akl-ı evvel" tanımlamaları dahi mecazî ve izafeten kullanılır; gerçekte "İlim" vasfının açığa çıkması hâlinde aldığı isimden başka bir şey değildir. Birimin derûnundaki, hakikatindeki "ilim" boyutunun tanımlaması "Akl-ı küll"dür ki, "vahiy"in kökeni dahi budur. "Akl-ı evvel" ise tamamıyla yakıştırma bir tâbir olup, ehli olmayana Esmâ mertebesinin "şe'n"deki "ilim" boyutunu tarif için kullanılmıştır. "AN" içre geçerli "ilim"e işaret yollu olarak.

Esasen, Efâl mertebesi olarak algılanması dilenilmiş boyut, gerçekte, "her an yeni bir şe'nde" olan "Esmâ Mertebesi"nden başka bir şey değildir! Seyreden, seyredilen, seyir aynı TEK'tir! "Şarabı la yezali" diye işaret edilen dahi bu seyirdir; "cennet şarabı" tanımlaması dahi, bu seyre işaret eder! Çokluk algılaması içinde olanın ise, bunun yalnızca bilgisini gevelemekten başka şansı yoktur!



Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin