K - Mesela, ben Tekel’de çalışıyorum, araba sürerken her zaman sigara kullanırım. Huzurkent Belde’sine, yani çoğu Sünnü kesim, gidiyorum. Sigara içmesem dayanamıyorum, mecbur içecem, içiyorum, adam diyor ki: “Niye sigara içiyon?” Ne yapıp içmeyim, yani bir yere kadar içme, ben sabah çıkıyorum, 8’den 12’ye kadar oradayım. 8’den 12’ye kadar sigara içmesem, zaten dayanamam, yani bu tiryakilik, dayanamazsın. Dedim: “O zaman sokağa çıkma yasağı ilan edeceksin, kimse çıkmayacak, herkes evinde 30 gün orucunu tutacak, çıkacak, başka türlü olmaz. Ben içiyorum, bu benim tercihim,” dedim. “Yok bir şey demedim, sadece sordum, niye içiyon,” diye. “Oruç tutmuyorum, o yüzden içiyorum,” dedim. Başka şansım yok.
Çanakkale'de yaşayan bir yurttaş oruç tutmak namaz kılmak zorunda kalışını anlatıyor:
K - Yaşadığım 22 sene devlete hizmet verdim ben. Her türlü zor şartlarda, onurumla, şerefimle hizmet ettim. Herkes bir yapıyorsa, iki yaptım, sırf eziklik olmasın diye. Gözünün üstünde kaşın var dedirttirmedim hiç kimseye. Buna rağmen insanlardan çekinti ve korkum vardı, bu inkâr edilmez. Çünkü çevremdeki insanların Ramazan aylarında oruç tuttuğunu ve zaman zaman çevrede kulak misafiri olduğumda, hatta yüzüme karşı falan, Alevileri eleştirdiğini, onları çekiştirdiklerini, inançsız insanlar olduklarını, aslında anonimleşmiş olan birtakım, halk arasında dolaşmakta olan söylentilerin tamamını duyuyordum ben zaten. İşte ne bileyim, hani anlatılıyo ya sürekli, mum söndürür, horoz başıdır, ne bileyim işte Alevilerin pis olduğu, cenabet gezdiklerini, ne bileyim. Buna benzer birçok anonimleşmiş olan, halk arasındaki yanlış batıl inançların konuşulduğunu duyuyoruz zaten. Şimdi bunları duya duya, toplumdan dışlanacağını açık açık seziyorsun zaten, ha diyorsun: “Ben Alevi olduğumu söylersem, bu toplumdan dışlanacağım. Ne yapmam lazım? Ramazan’da oruç tutmam lazım ki, insanlara kendimi ispat edeyim.” Çünkü insanların oruç tuttuğu zaman, kendini ispat etmenin en güzel yoludur yani, inanç yönünden, inançlı insan olduğunu ispat etmenin en güzel zamanı Ramazan ayındadır, çünkü o zaman açık ve seçik olarak herkese şey yapabiliyosun. İbadet gizli, ama gizli de olsa, o zaman oruç tuttuğun zaman alenendir o yani. Sabah giderdim işe, kahvaltımızı yapardık evde tabii yani. Sorduklarında: “Oruçluyum,” derdim. Öğlenleyin eve, herkes tabi mesai saati bittiğinde eve giderdi, onlar uyurdu, ben yemek yerdim tabi. Akşamları iftar yemeklerine falan çok katıldım ben, iftar yemeği de verdim hatta. Esasında kurum laik ama kurumun içerisinde çalışanların laik olduğunu düşünemiyosun. Kurumda çalışanlar laik değil. Yani anayasal hak olarak inanç özgürlüğüne sahip bir insansın, ama hukuksal anlamda da sahip bir insansın, ama örf, âdet, gelenekler, insan, toplum baskısı gibi birtakım sebeplerden dolayı, sen dışlanabiliyosun yani bir toplumdan. Dışlanmamak için, aynı mekânda çalışıyosun, aynı futbol sahasında top oynuyosun, aynı karavanadan yemek yiyosun, beraber paylaşıyosun, gününün sekiz saati bu insanlarla geçiyor. Düşünsene, şimdi bu insanların sana ters baktığını, bunu göze alabilir misiniz siz? Göze alamazsınız. Göze almamak için ne yapıyosunuz? Yani Cuma Namazına gidiyosunuz göze almamak için. Ne yapıyosunuz? Ramazan geldiğinde oruç tutuyosunuz. Şimdi ben bütün bunları yaşamış bir insan olarak, emekli olduğumda, el betteki gözümü kırpmadan Pir Sultan Abdal Derneği’ne üye oldum. Niye? Bunları ben yaşadım, başkası yaşamasın diye mücadele ediyorum şu anda, benim çocuklarım yaşamasın diye mücadele ediyorum. Sırf çocuklarımı düşündüğüm için, başkalarının çocuklarını düşündüğüm için, onlar da gelecekte böyle bir şey yaşamasın diye bunun mücadelesini veriyorum. Kaldı ki, bu istek ve taleplerimiz, devlete başkaldırı olarak nitelendiriliyor. Bu kadar anayasal, bu kadar hukuksal zeminde bunları talep ettiğimiz halde, bu kadar masumane bir şekilde bunları talep ettiğimiz halde, halen devlet tarafından itilmiş ve kakılmış insanlar olarak bakılıyoruz. Bu beni derinden yaralıyor, ama yaralayan birtakım insanların duyarsız kalmaları beni bu denli üzüyor, bu kadar da beni üzüyor.
Tarsus'lu bir yurttaş öğrencilik hayatında Ramazan ayında yaşadığı zorlukları anlatıyor:
K - Mesela, üniversitede, ben 300 kişinin okuduğu bir üniversitedeydim. İlk defa o yıl oruç tutmayan bendim. Benden önce de sol düşünceli olan, ateist insanlar var, korkularından oruç tutuyorlarmış, meğer tutuyor gibi gözüküyorlarmış. Ben gittiğimde tutmadım, direkt tutmadım, 300 kişilik okulda yemek listesi çıkartacaklar, gece yemek verecekler, “ben tutmuyorum,” dedim ve Ramazan ayı boyunca da sakız çiğnedim. Hayatta sakız çiğnemediğim halde, sakız çiğneyerek gezdim. Akabinde belli gruplar hedef göstermişler: “Bu adamın başını ezmemiz lazım,” diye. Sudan bahaneyle bir kavga çıkarttılar, akabinde 100 aldığım dersten beni bıraktı, yani okulda 100 almak o derste, cisimlerin dayanımı diye bir ders var, fizik, kimya karışımı olan bir ders, ondan 100 almak mümkün değil. Ben ful doldurmuşum, 100 aldığım dersten beni bıraktılar ve hoca dedi ki bana: “Ben burada olduğum sürece, sen bu dersi geçemezsin.”
İzmir’de yaşayan bir yurttaş Van’da Üniversitedeki uygulamayı anlatıyor:
K - Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Ramazan geliyor öğrenci yemekhanesi kapatılıyor. Biliyorsun, bir gencimiz camdan atılarak öldürüldü Ramazan ayı içerisinde. Çok önemli bir şey daha hatırladım. Bunu anlatayım da ondan sonra onu anlatayım. Ramazan ayı boyunca ben orada olduğum müddetçe yemekhaneyi kapatırlardı. Nasıl kapatırlardı. Yemekleri yaparlardı, masaların sandalyelerin üzerine koyarlardı. Öğrenciler korkardı yemek yemeye. Ben ki hiç yemekhanede yemek yemeyen bir insan, Ramazan’ın birinci gününden sonuncu gününe kadar ben yemekhaneye giderdim çocuklar gelir kapıdan bakarlardı ben oradaysam gelir yemek yerlerdi. Birinci günde masalar üç beş derken masalar sonuna kadar açılırdı bütün millet yemek yemeye gelirdi. Yemekleri yapıyorlar masaların üzerine koyuyorlar ama kapalı gibi gösteriyorlar. Kimse yemek yemesin diye. Hoca orada geliyorlardı ben birinci masada otururdum onlar yemek yer giderlerdi. Ben bütün Ramazan boyunca orada olurdum onu yapardım. Kendi odamda size yemin ederim gelir Alevisi Sünnisi hepsi çay içerdi. Kendi odama bütün Ramazan. Geldiğim zaman da: “Sen gidiyorsun biz ne yapacağız,” dediler. Sünni arkadaşlar da böyle diyordu. Şimdi bakın Sünni kesimde içki içen var oruç tutmayan var, bir sürü. Onlara hiçbir şey yok. Ama Alevi içki içtiği zaman ‘‘Alevi içki içiyor’’. O namaz kılmazsa bir şey yok Alevi kılmazsa sebil oluyor. Yani öğrenci dahi korkusundan gelip yemek yiyemiyordu.
Hangi birisini anlatacağım ki.
Ankara'da yaşayan bir yurttaş Ego’da yaşanan bir olayı aktarıyor:
K - 95 senesinde oruç tutanlara et, oruç tutmayanlara ot yemeği çıkardılar. Oruç tutanlar et yemeği, oruç tutmayanlar ot yemeği. Hatta sendika ve işçiler arasında çok büyük bir kavga oldu. Çok büyük olay oldu iki gün sonra bunu kaldırdılar. EGO’da oldu bu. Hatta gazeteler yazdı, yani başlık attı ‘‘oruç tutana et tutmayana ot’’ diye.
İzmir'den bir katılımcı anlatıyor:
K - Ramazan ayında askerde herkes oruç tutuyordu ben tutmadım asteğmenimiz vardı bir. Kendisi Sivaslıydı, o da oruç tutuyordu. Mesela, belli başlı kolaylıklar yapıyordu oruç tutanlara. Aşçımız oruç tutuyordu, sabah kahvaltısını hazırlamıyordu mesela. “Oruç tutmayan varsa gitsin alsın yesin,” diyordu kendisi. İki üç kişi tutmuyorduk biz. Yapacak yani sonuçta oruç tutuyor diye yemek hazırlanmayacak diye bir şey yok! Sonuçta bizim anne babamız da oruç tuttuğunda bir misafir geldiğinde yemek hazırlamıyor mu? Hazırlıyor. Oruçluyken mesela, orucu açacağı zaman yemek hazırlamıyor mu, hazırlıyor. “Sen de tut,” dedi, komutan. “Niye tutmuyorsun?” dedi, “Tutmak istemiyorum zorla tutturamazsın yani!” “İyi,”dedim, “Tamam,” dedim yani.
Tokatta bir kamu kuruluşunda yaşayan bir yurttaşın aktardıkları:
K - En büyük sorumuz bizim 20 yıldır, Ramazan’da ki yemek sorunu. Oruçta, mesela biz gereken tüm saygıyı gösterme mecburiyetindeyiz. Orda hayatını rahat idame ettirmek için. İş huzurun, iş hayatında huzurlu olmak için göstermek zorundayız. Nasıl? Mesela, Ramazan’da mutfak kapanıyor, çay ocağı kapanıyor ikisi tadilata tamire geçiyor. Her Ramazan’da oralar boyanır temizlenir, tadilata geçer. Ne yapacağız 5, 10 kişi 15 kişi? Tabi ki 15 kişinin içinde 6, 7 tane de Sünni var oruç tutmayan. Ee odanın içinde evden getirdiğimiz şeyleri ne yapıyorsun, bilirsin göstermeden. Ben o zaman sigara içiyordum mesela, 10 yıldır sigara içmiyorum. Sigarayı odanda kapını kapatıp camın önünde içeceksin. Kokusu dahi koridora yayılmayacak. İşte suratlarını asıyorlar. Söylemiyorlar. Bir sürü şey söylüyorlar, onları duyamayız da. 20 yıldır yemeğimizi, odamızda kapımızı kapatıp göstermeden, sigaranı içerken göstermeden, öyle yaşıyoruz. E bu dolaylı nasıl yansıyor? Biraz şey yapsan serbest yapsan saygı göstermesen nasıl yansıyor.
Tokat’ta yaşayan bir yurttaşın iş yeri hakkında aktardıkları:
K - Bir şeye tanık oldum ben. Ramazan’da kanunmuş gibi, tamam mı, sıkıyönetim kanunuymuş gibi, ne oluyor, oruç tutuluyor ya. Sabahleyin saat 8.00 de mesai başlıyor. Biz geliyoruz. Adam diyor ki: “Yav ben dün gece geç yattım,” diyor. Görevi savsaklıyor. Ondan sonra saat 4.00 de ezan okunuyorsa, 3.00 de geliyor. “Evde oruç tutuyorum,” diyor. İftar saatinde. Akşama kadar ‘‘akşam ne yesek’’ diyor. Akşama kadar ne yesek iftarda, o tartışılıyor. Ve de, israfın en büyüğü yapılıyor. Yani sofralar, hani derler ya kuş sütü eksik bir sofra hazırlıyor. Ondan sonra, bize gelince: “Muharrem ayında oruç tutalım,” diyoruz. Kimsenin sesi bile yok. Alevi olan arkadaşlarımız bile, yani kendi aramızda Alevi olanlar bile oruç tutmuyorlar ki, bırakın Sünni kesim bize saygı göstersin. Kendi arkadaşlarımız bize saygı göstermiyor. Karşımıza geçiyor çay içiyor, çay ısmarlıyor. “Ya biz orucuz arkadaş sen nasıl çay ısmarlıyorsun?” diyoruz. “Ha, ya pardon.”
İstanbul’da yaşayan bir yurttaşın Erzincan’da okurken yaşadıkları:
K - Ben 1984’te Erzincan Endüstri Meslek Lisesi’nde okuyordum. Ramazan ayında okulda suları kestiler. Tamamen, hiç akmıyordu sular. Tuvalet ihtiyacınızı da gideremiyordunuz, su da içemiyordunuz. Biz de birkaç Alevi arkadaş olarak okul idaresine başvurduk. Su içemiyoruz. Okulun bahçe kapısını da öğleyin kilitliyorlar dışarı yemek yemeye çıkamıyorduk. Ve bana üç gün disiplin cezası verdiler. Üç gün okuldan uzaklaştırıldım. Üç gün sonra gitmedim iki gün daha gitmedim okuldan atıldım. Erzincan Endüstri Meslek Lisesi’den atıldım ben. Okuldan sonra milli eğitime başvurduktan sonra bir sene okula devam edebildim. Ama bir sene sonra sınıfta kaldım. Çok başarılı olduğum kimyadan kaldım fizikten kaldım, matematikten kaldım. Çoğu derslerden okulda kaldım ve okulu bırakmak zorunda kaldım.
İstanbul'da yaşayan bir yurttaş iş yerlerinde yaşam Ramazan'a göre düzenleniyor diyor:
K - Benim iş yerimde yaşanmadı ama çevredeki işte, iş yerlerinde özellikle Ramazan aylarında yemek çıkartmıyorlar. Yani herkes sanki oruç tutmak zorundaymış gibi. 50 kişilik atölyede de, 200 kişilik iş yerinde de yaşanıyor bu problem. Ramazan ayında iş veren yemek getirmiyor. Yani kendi imkanlarıyla yemek alacaklar. Ama diyelim ki işte iftar saati şeye denk geldi, iş paydosunun çıkışına denk gelecek, ne yapıyor o zaman oruç tutanların işte isim listesi belli, onlara yemek ücreti ödüyor. Bunun gibi problemler.
Antalyalı yurttaşlar bir kamu kuruluşunda Ramazan ayında gerçekleşen usulsüzlüğe dikkat çekiyor:
K1 - Dava konusu olabilecek bir şey işte, oraya getireceğim ben. Bunu bizzat yaşayan orada bir arkadaşımız, bizim de burada Derneğimizin eski Yönetim Kurulu Üyesi kendisi, Dursun isminde bir arkadaşımız ve aynen kendisi bunu bize anlattığı için biliyoruz. Çok net olarak diyor ki: “Tam Ramazan geldiğinde,” diyor, “bunlar tutuyorlar bütün mutfak personeline aşçısına, aşçı başısına, yardımcısına, hepsine izin veriyorlar ve senelik izinlerini o aya denk getiriyorlar. Özellikle…”
A - Yeni defterdarlık da mı bu?
K1 - Buradaki Antalya Defterdarlığı’nda
A - Tamam yeni bina da mı? O modern binada?
K2 - Evet, evet. Yaklaşık 1000 küsur kişi çalışıyor yani. 1000 kişi falan çalışıyor orada ki yani çok büyük bir mutfak, alabildiğine büyük. Ve bu insanların çoğu da yüzde doksan dokuzu da Ramazan’da oruç tutmamaktadır. Fakat tepedeki iktidarın yani defterdar, defterdar yardımcıları o iktidar tarafından atanmış olan insanların kendi siyasal tercihlerinin orada emrivakiye dönüştürerek insanlara böyle bir uygulamayı reva görüyorlar. Aslında böyle bir durum söz konusu. Ve ikinci olay da ben bir başka yerde karşılaştım. Şimdi bu çok da tartışılıyor. Ayrıca bu konuda da hukuksal bazı yerlerde müracaatlar da yapıldı. Cuma Namazı’na yakın saatlerde şey yapılması, mesailerin ona göre ayarlanması, yani yarım saat geriye çekip esnetiyorlar, Cuma Namazı saatini boşa çıkarıyorlar, bir yarım saatte ileri çekiyorlar. Yani akşamleyin yarım saat fazla çalışıyorsun, sabahleyin de yarım saat erken başlıyorsun işe. Yeter ki Cuma Namazında olan o boşluk iyice boşa çıksın, çalışıyorum mazereti olmasın, o arada da ince bir seleksiyon uygulansın insanlara. “Haydi Cumaya gelelim. Herkes Cumaya gelsin.”
K1 - “Haydi Cumaya gel.” Birincisi bu. İkincisi de Ramazan ayında bir başka yöntem daha izleniyor. İftar saatine göre bir uygulama yapılıyor. Yani mesai iftara göre ayarlanıyor. Örneğin eğer biliyorsunuz kış aylarında günler kısadır. Yazın belli zamanlarda uzundur. İşte özellikle sıcak olan aylarda Ramazan denk geldiğinde e haliyle dayanamıyor insanlar, orada çok daha fazla toleranslı uygulamalar. Bizzat yani tanık olan arkadaşlarımızın, özellikle de bu son anlattığım olayda, Defterdarlıkta bilinçli biri kendisi de buna Alevî olduğunu, bunun yanlış olduğunu, bunu kasıtlı yaptıklarını bizzat kendisi tepki gösterdi.
İstanbul’da yaşayan bir yurttaş işlerindeki çifte standardı aktarıyor:
K - İnsanlar diyor ki işte Sünniler, oruç tutmayanlar, pardon tutanlar, insanlar diyor ki: “Biz öğle tatili istemiyoruz. Biz oruç tutuyoruz yemek yemek istemiyoruz.” Bunun neticesinde: “Yarım saat erken çıkalım.” İşveren bir denklemde kalıyor. Arkadaş bu adam yemek yiyor. Bu adamı ne yapacağız aynı servisle yolluyoruz. Ya siz yarım saat yemek paydosu yapacaksınız, yemek yemeseniz bile istirahat edeceksiniz, ya da o arkadaşınızı yarım saat geç bırakacağız. Bu sefer iş arkadaşları doğal olarak sana psikolojik baskı yapıyor. “Ya arkadaş işte sen gene çaktırmasan da, oruç tutuyormuş gibi görünsen de, gizli yesen de, biz gene yarım saat erken çıksak....” Böyle bir şey de yaşanıyor iş yerlerinde. Askere gelince askerde tamamen dışlanıyorsunuz artık. Yani şimdi, büyük bir bölümü Sünni olmasından kaynaklı oruç tutuyor, siz tutmuyorsunuz. Ve ona göre bir mutfak ekibi ayarlanıyor ayriyetten ve yemeğin kalitesi düşmeye başlıyor. Aşçı oruç tutuyor yemeğin tadına bakamıyor yani tuzu azdı, şekeri çoktu, usulen bir şey atıyor. Attığı ya tuzlu oluyor ya şekerli oluyor yemekten tad alamıyorsunuz siz. Ya da kasıtlı olarak provake ediyor o yemeği. “Bunlar Alevidir ne yerse yesinler veya aç kalsınlar.” Yani toplumda hayli böyle bir şeyler yaşıyoruz ama içinde yaşadığımız zaman kanıksıyoruz.
İstanbul'da yaşayan bir yurttaş Oruç tutanların kayrıldığını anlatıyor:
K - Şimdi Ali Efendi bakın yani biz bunları yaşadığımız yani bu memleket değil, biz yöneticilik yaptık işçilik yaptık, yaptık yani. Şimdi ben bir firmada gene çalışıyordum. 40 tane elemanı var çalışıyor, 40 tane işçisi var çalışıyor, 24 saat çalışıyor yani. Ramazan ayıydı, bakıyorum fiskos fiskos, ben de orda yöneticiyim. Yani yöneticiyim derken usta başıyım. Fiskoslar, Allah Allah ne oluyor ya. İşveren gece gelmiş, oranın girdisi çıktısı, idaresi benden sorumlu. Gizli gelmiş. Bir liste yapmış, oruç tutanların listesini yapmış. Onlara gizliden bir liste yapıyor. Bakın. Yani bir çatının altında 30 tane işçin vardır, 10 tanesi Alevidir 15 tanesi Sünnidir, gizliden bunun listesini yapıyor. Oruç tutanlara ayrıyeten prim. Benim bildiğim yani bu prim kelimesi imalatlarda şurada burada kim daha verimli olursa onun hakkıdır. Bu oruç tuttuğu işçisine prim veriyor. Verirken de diğerleri sakın bilmesin. Bu zihniyetler vardır. Bunları biz yaşıyoruz. Biz bunları görmüşüz, ben bunları yaşamışım. Ama şimdi dede bir şeyler söylüyor, dede söylediği konuda da haklıdır. Şimdi benim anladığım kadarıyla fazla, yani Aleviliğin Sünniliğin arasındaki nifaklar nedir. Fakat nedense biz Alevi toplumu birliği, beraberliği, kucaklaşmayı bilmiyoruz. Bilmediğimizden bunlar başımıza geliyor. Yoksa, yoksa bunların hepsi dedenin anlattığı gibi eğer bir tane milletvekili oradan çıkıp da konuşuyorsa, yüz tane milletvekili Alevi milletvekili olsa, o da burada söz sahibi olabilir, hak sahibi olabilir. Dolayısıyla bizi etkiler. Ama yoktur.
Tarsus'da bir yurttaşın Ramazan ayı düzenlemelerine tepkisi:
K - Ben Tarsusluyum, Tarsus’ta doğdum, Arap Alevisiyim. Biz, Konya’dan bir firma gelmişti, Afra. Kombassan Holdingde çalıştım ben. Fazla yoktuk Alevi olarak, ama vardık gene de. Burada bir sorun yaşadık. Biz mesela, Ramazan aylarında, özellikle işçiler arasında, işte soruyorlar, oruç tutacaklar, isim listesi çıkıyor. Oruç tutacaklar, tutacaklarsa artı işareti koysunlar, tutmayanlar eksi işareti koysunlar. Biz de tutmayacağız diye eksiyi koyuyoruz, bakıyorum bir iki kişi. Ama Alevi insan da çok, yani bizimle çalışıyor, o zaman güvenlikte. Biz tutmuyoruz, ondan sonra yemek verdiler, yani vardiya içerisinde bir öğün bir yemeğimiz var, onu vermiyorlar. Ondan sonra bu arkadaşlar oruç tuttukları için, bunlara ayrı bir şey yapılıyor. Mesela, benim de dinlenme hakkım var, onlara mesela iki saat dinlenme hakkı veriyorlar, bize 15 dakika. Yemek molalarında, mesela onlar tam iftar saati, ben nöbette oluyorum, beni dikiyorlar, onlar yemek yiyorlar, bir saat, iki saat dinleniyorlar, ondan sonra yukarı çıkıyorlar, en son yemek kalırsa, ben yiyorum. Böyle bir sorun yaşadık.
Samsun'da yaşayan bir yurttaş Ramazan ayındaki ayrımcılığa dikkat çekiyor:
K - Benim yine arkadaşımın bir tanesi askerde, her ne kadar diyorlar işte askeriye laiktir şudur budur da, ben öyle bir şey görmedim. Ramazan geldi işte o somun ekmeği dediğimiz şeyler pideye dönüştü, pideler geliyor. Tabi bizim Alevi arkadaşlar onların da canı istiyor, pide yeni çıkmış, onlar da almaya başladı. Ama diğer arkadaşlar, kolluğu çavuş olan arkadaş vermedi. Oruç tutanlara dağıtıyor, diğerlerine vermiyor. Ben de çavuştum, bana geldiler şikayet ettiler. Ya işte böyle böyle bize pide vermiyorlar. Bende gittim pideleri getirdim bizim arkadaşlara da dağıttım. Üsteğmene şikayet etmişler. Gittim, üsteğmen de Malatya Arguvan’dandı. Dedi ki: “Ya Aziz sen bu işi bilmiyor musun? İşte bak bu pide normal zamanda çıkmıyor, Ramazan’da çıkıyor, bu onların hakkı.” Dedim: “O zaman komutanım getirirsin, bunlara dersin ki bunu sahurda yiyeceksin iftara getirmeyin. Bu insanların da canı çekiyor, ne yapsın mecbur onlarda istiyor.” Üsteğmenle böyle bir tartışmamız oldu bu konuda.
İzmir’de yaşayan bir yurttaşın Antep’teki bir anısı - Sahura kalkmak zorunda kalış:
K - Semahat Teyze Kayseri’de gece kalkıp ışıkları yakıyormuş ya oruç tutuyormuş gibi. Biz Antep’te bunu çok yaptık, yani Ramazan’da. Kalkıyordum ışıkları açıyordum. Çünkü gözetliyorlar bir tek ev biz varız bizden önce yaşanmış olaylar var yani. İnsan korkar, korkmaz diye bir şey yok. Kalkıyordum ışıkları açıyordum. Sahura kalkar gibi ışıkları açıyordum, bazen de açık bırakıyordum. Bir de Ramazan davulcuları Alevi ve Sünnilerin ortak oturdukları yerlerde özellikle oruç tutmayan Alevi evlerinin önünde çok uzun davul çalıyorlar. Mehtap Mahallesi’nde oluyor bu olay. Orada Alevilerle Sünniler beraber oturuyorlar. Dayım bir iki uyarıyor davulcuyu: “Bak kardeşim,” diyor, “bu üç beş ev Alevi burada çalma git yan tarafta çal.” Artık adam dinlemiyor. Sabaha kadar çalıyor. Sabah kalkıp işe gidecek. Gidip davulcunun davulunu patlatıyor, adamı da dövüyor gönderiyor. Tutmazsan rahatsız ediyorlar öyle taciz vuruşlar var.
Çeşme'de yaşayan bir yurttaş Sahur'da taciz edilişlerini aktarıyor:
K - Şimdi ben ilk Çorum’da çalışmaya başladığım zaman bizim patronlarımız bizim Alevi olduğumuzu biliyorlardı. Bildikleri halde sabahleyin, biz onların apartmanının kapıcı dairesinde kalıyorduk. Bildikleri halde geliyorlardı kapıyı çalıyorlardı, tam oruç tutma zamanı, kaldırıyorlardı bizi, hoşaf getiriyorlardı, pişi getiriyorlardı, biz onlarla oruç tutuyorduk onlarla beraber. Alevi olduğumuzu bile bile oruç tutturuyorlardı.
A - Gece sahura kaldırıyorlardı diyorsun?
K - Kaldırıyorlardı. 12, 13 yaşındaydık. Yani orada oruç tutanların hepsi de Alevi çocuğuydu. Hepimiz orada kalıyorduk, hepimize de oruç tutturuyorlardı yani, akşam da beraber açıyorduk. Yani Alevi olduğumuzu bile bile tutturuyorlardı.
Tokat'taki bir yurttaş Muharrem ayında saygı beklediğini söylüyor:
K - Hep biz saygı duyacağız, biz hoşgörülü olacağız. Ben muharrem orucunun tutulduğunu, muharrem orucunun ayının geldiğini hayatta kimse bilmiyor. Ben ilk tuttuğum sene, 4 yıldır tutuyorum, 5. mi, 6. günü bildiler. Niye. Biz ilan etmiyoruz ki, televizyonda ilan edilmiyor. Yemekhane kapanmıyor, şey kapanmıyor. 1 ay 2 ay önce hazırlanıyorlar değil mi? Bizde reklâm yok. Benim odama gelen, mesai arkadaşım Sünni olsun şey olsun, bu kadar ayrıma rağmen ben ayrım yapmam yine de, ben çayını getirdim. İlk şeyi anlatayım, ilk oruç tuttuğum seneyi. Çayını getirdim çay saatinde, kendim getirdim ya. “Sen niye içmiyorsun?” “Ya ben biraz rahatsızım,” falan. “Orucum,” demiyorum bak. Yani “orucum” desem sanki şey mi olacak, yani oruçsam kendime orucum. Ben onun oruç tutuyor diye ilan etmek zorunda mıyım? Yok. O sadece bana ait bir şey. Ondan sonra sormadan öğrendiler mesela, Muharrem ayını öğrendiler. Yoksa bilmiyorlardı. Bir hafta sonra öğrendiler. Çayını getiriyorum yanımda içiyor, bak sigarasını da içiyor. Ama biz sigara içemeyiz çay içemeyiz, yemek yiyemeyiz. Kapıları kapatıp gizli yapacağız bu işi. Gizli yaparsak orda rahat ediyoruz. Yoksa rahat edemeyiz. Somut şeyler böyle, uzun zamana yayılmış baskı ve en küçük fırsatların değerlendirilmesi.
İzmir'de yaşayan bir yurttaşın Muharrem orucu tutması engelleniyor:
K - Şimdi biz ilkokuldaydık. İlkokul üçe gidiyordum ben. Bizim, oruçluyduk muharrem ayında oruçluyduk biz. Annemin, Ali Fırtına’nın kızı, bizim akrabamız, Kezban. Onunla ikimize üçüncü sınıfta öğretmen oruçluyuz diye bizi gönderdi orucumuzu bozdurdu.
A - Zorla bozdurdu?
K - Zorla bozdurdu. Muharrem ayında oruç tutmayacaksınız diye orucumuzu bozdurdu. Çocukluğumdan hatırladığım bir olay o.
Çeşme'de yaşayan bir yurttaş Muharrem oruçlarına saygı duyulmadığını belirtiyor:
K - Burada o oluyormuş biliyor musun. Senin dudakların kuru işte. Şimdi İzmir’deyken, bizim oğlan tuttururdu: “Anne ben de oruç tutacağım.” “Hayır oğlum sen buluğ çağındasın gelişme çağındasın sen oruç tutamazsın.” “Yok anne tutmam lazım.” “Ama oğlum Ali senin tutmaman gerekiyor.” “Ama anne işte arkadaşlar dudaklarına işte şey yapıyor... işte dudakların kuru mu değil mi? Ben yalan söylüyorum ben de orucum diye.” “Ama onlar sen oruç değilsin diye dudakların kuru değil diye soruyorlar.” Hani bu okullarda çoğunluk rastladığımız şeyler. Hani bize bile diyorlardı: “Ya siz işte Allah'a inanmaz mısınız?” “Ramazan’da siz oturup yemek yiyorsunuz.” Hani bu bizim Sünni komşularımız filan. E biz şimdi oruç tutuyoruz. Hatta geçen bu şeyde, muharremde, yine bir yere gittim, orada oturmuşlar çay içiyorlar. Ya işte sen otur Şenay sen de ye, dedim: “Ben oruçluyum.” “Hayda yılın bu mevsimde nereden çıktı bu oruç.” E dedim: “Bu da bizim matem orucumuz,” “bu da bizim orucumuz.” “Yaa,” dedi. “12 gün oruç tutmakla,” dedi. “Sanki oruç mu tutuyoruz zannediyorsunuz? Gösteriş gibi bir şey.” Dedim: “Siz 30 günü gösteriş için mi tutuyorsunuz?” Biz yine 12 tutuyoruz gösteriş yapıyoruz, hani siz 30 gün mü gösteriş yapıyorsunuz. Hani şimdi ben ona saygı duyuyorsam birisi niyetliyse, bilirsem, ben o ara elimde sigaram varsa, çayım varsa masamdan kaldırıyorum çünkü saygı duyduğum için. Ben götürüp onu mutfağıma koyuyorum. Ona bir teklifte bulunmuyorum. Ama o ısrarla sana teklif ediyor hani biliyor ki senin oruç olduğunu. Israrla teklif ediyor hani sanki ben burada onun ısrarlarına dayanamayıp da bir anda bozacak mıyım ya da bozdurabilecek miyim. Yani bu tür şeylere de maruz kalıyorsun tabi.
İzmir'de yaşayan bir yurttaş yaşadıklarını İran'la kıyaslıyor: