Anadolu Türk Beylikleri Sanatı


Tarihî Türk Halıcılığı / Prof. Dr. Hamza Gündoğdu [s.185-195]



Yüklə 12,18 Mb.
səhifə17/95
tarix17.11.2018
ölçüsü12,18 Mb.
#83030
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   95
Tarihî Türk Halıcılığı / Prof. Dr. Hamza Gündoğdu [s.185-195]

Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Orta Asya’da M.Ö. II. binlerde konfederasyonların oluşması ile bu konfederasyonların içerisinde yer alan Hunların ataları sonraki tarihlerde Büyük Hun Devleti’ni kurarak, doğuda Mançurya’dan batıda Hazar Denizi’ne, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Hindistan’a kadar bütün Orta Asya’ya hakim olmuşlardır.

M.Ö. I. binde Çinlilerin Hyong-Nu dedikleri Hun toplulukları içerisinde Türklerin atalarının da rol aldıkları yine Çin kaynaklarında belirtilmektedir. Siyasi ve etnik bakımdan daha karmaşık olan Hunların içerisinde Kızıl Tiler olarak da adı geçen Türklerin önemli bir çoğunluğa sahip oldukları ve bu dönemde oluşan Orta Asya kültürlerinin içerisinde yoğuruldukları bilinmektedir.

M.Ö. VII ve VI. yüzyıllarda bulundukları bölgelerden batıya doğru hareket eden ve Ural Dağları ile Hazar Denizi’nin kuzeyinden geçerek Kafkaslar’a ve Kuzey Karadeniz’e yerleşen Hun grupları içerisindeki bazı topluluklar, M.Ö. IV. yüzyılda burayı ziyaret eden Herodot tarafından “doğudan gelme kavimler” olarak nitelendirilmiştir. Böylece bu dönemde Orta Asya’da oluşan kültür ve sanatın taşıyıcıları olan ve tarihte İskitler adıyla tanımlanan bu kavimlerin, daha sonraki dönemlerde asimilasyona uğrayarak; değişik din, inanç, felsefi düşünce ve hatta farklı ırkların çerçevesinde siyasi faaliyetlerini sürdürdükleri, ancak temelde yaşama biçimleri ve kültürel yapılarını kolay kolay terk etmedikleri anlaşılmaktadır. Hatta bu grupların bazıları, daha sonraki asırlarda daha da batıya giderek Orta ve Doğu Avrupa halkları üzerindeki baskılarını sertleştirmişlerdir.

İşte aşağı yukarı 30o güney ve 50o kuzey paralelleri arasında yer alan Orta Asya’nın en geniş bölgesinde M.Ö. I. binde yaşayan ve içlerinde Türklerin çoğunlukta olduğu kavimler, anılan tarihlerde halıyı keşfederek ve onu daha sonraları dağıldıkları bütün bölgelere taşıyarak önemli bir rol oynamışlardır.

Yüz yıl öncesine kadar dünyanın en eski halılarının XIV-XV. yüzyıllardan kalmış oldukları literatürlerde yer alırken, Orta Asya’nın yüksek yaylalarında Hun kurganlarında yapılan kazılarda ortaya çıkan yeni halıların keşfiyle dünya halı sanatı tarihçesi, birden bire günümüzden 2500 yıl öncesine kaydırılmıştır.

M.Ö. VI. yüzyıllardan I. yüzyıla kadar, bütün Orta Asya’yı kapsayan ve Hun topluluklarının yayıldığı alanlarda görülen “hayvan üslubu”, milattan sonraki toplulukların batıya hareketleriyle Doğu Avrupa ve Karadeniz’in kuzeyindeki alanlarda da yaygınlaştığı için, kısaca iki kıtayı kapsayan anlamında “Avrasya hayvan üslubu” olarak tanımlanmıştır.

Orta Asya’da bu dönemde hayvan figürlerinde kuvvetli bir üsluplaşmanın orta ya çıkmasıyla; altın, gümüş, bronz gibi madenlerden ajurlama tekniği ile ya da başka tekniklerde yapılmış küçük figürinler ve çeşitli objeler, hayvan heykelleri veya kabartmalar ortaya çıkmıştır. Benzer örnekler, ahşap üzerine işlenerek veya biçim verilerek de elde edilmiştir. Ayrıca keçe üzerine uygulanmış, sakin ya da mücadele eder vaziyetteki figürlü kompozisyonların uzantılarını, dokumalar üzerinde de görmek mümkündür. Bazan da deriden kesilip, eğerlere aplike olarak yapıştırılmış hayvan şekillerinin, kuvvetli bir üsluplaşmaya giderek, çok geniş bölgelere yayılmış olduğunu görmekteyiz.

Bu şekilde üsluplaşmış ve içlerine efsane hayvanlarının katıldığı örneklerle zenginleştirilmiş, M.Ö. V-I. yüzyıllar arasına tarihlenen bir halı, yakın tarihlerde ortaya çıkmış ve “dünyanın en eski halısı” olarak kabul edilmiştir.

Rus arkeoloğu C. İ. Rudenko’nun, Kazakistan’ın doğusunda, Altay Dağlarının güneyinde Pazırık Yaylası’nda ortaya çıkardığı bu halı, teknik, motif, desen, renk ve kompozisyon açısından Orta Asya kültürlerinin ortak bir ürünü olarak değerlendirilmektedir. Aynı zamanda arkeoloji ve sanat tarihi açısından da dünyanın bugün için bilinen bu en eski halısı, halı tarihçesini günümüzden 2500 yıl öncesine çekmiştir.

Orta Asya’nın çeşitli yörelerinde daha milattan önceki asırlarda başlayan mezar soygunculuğu, Rudenko’nun kazdığı bu kurganı da hedef seçmiş ve bilinmeyen bir tarihte, bu kurgan da soyulmuştur. Soygundan sonra mezar içine sızan sular burada donarak, halı ile birlikte soygundan arta kalan eşya ve objelerin kaskatı şekilde günümüzde ulaşmasını sağlamıştır. Buzlanma olmasaydı belki bu kurgandaki objeler de zamanla çürüyecek ve halının tarihçesi konusunda çok önemli bir kanıttan yoksun kalacaktık. Belki de bu konuda, başka tarihler teklif etmeye devam edecektik. Burada dikkatimizi çeken önemli bir hususun, bu halının teknik, desen, renk ve kompozisyon bakımından oldukça ileri bir devreye işaret ediyor olmasıdır. Yani bu halı, basit bir ilk olmayıp, alt yapısının en az 5-6 asır öncesine dayandığı anlaşılan bir sanatın ulaştığı en üst seviyeyi göstermektedir. Benzer değerlendirmelerde bulunan bir başka Rus arkeoloğu Khoplin’de halıcılığın yörede iki bin yılından beri bilindiğini ve asıl vatanının da Batı Türkistan olduğunu ifade etmiştir.

Günümüzde St. Petersburg Hermitage Müzesi’nde bulunan bu halı, teknik olarak Türk (Gördes) düğümü ile dokunmuştur. Gayet ince, çift bükümlü yünden dokunmuş olan halının 1 dm2’sinde 3600 düğüm bulunmaktadır. Bu da bu halının özel bir şahıs için oldukça sık ve kaliteli dokunmuş olduğunu göstermektedir. Buna ilaveten halı üzerindeki desenlerde Türk kültürüne ait yansımalar ön plana çıkarken, yer yer Batı İran ve Mezopotamya kültürlerinin etkileri de görülmektedir. Kuşkusuz İlk ve Ortaçağlar boyunca Doğu ile Batı arasında çok önemli bir ulaşım sağlayan İpek Yolu üzerinde bulunan kurganlar, bu güzergahtan gelip geçen yolculardan etkilenen Orta Asya halkları tarafından meydana getirilmiştir. Halı üzerinde dikkat çeken motif ve şekiller, halıyı çevreleyen beş bordür ile, orta alanda görülmektedirler. En dıştaki ve içteki dar bordürde, Doğu toplumlarının sanat eserlerinde çokça yansıtılmış olan mitolojik grifon figürleri sıralanmıştır. Dıştan içe doğru ikinci bordürde haçvari şekilde düzenlenmiş kar çiçeği motifleri yer almışken, üçüncü bordürde ilerler şekilde süvari kompozisyonlarına yer verilmiştir. Bu süvariler; kuyrukları düğümlü, yeleleri süslü, başlarında tuğları ve oldukça süslü koşum takımları bulunan atlar üzerinde, vücutlarındaki dar paçalı çakşırları, başlarındaki önü açık, arkası kapalı başlıklarıyla, yer yer Mezopotamya ve Sasani kültürlerine ait motifleri akla getirirken, yer yer de Orta Asya Türk toplumlarının yaşama biçimine ait görüntüler ortaya koyarlar. İçteki dördüncü bordürde (ikinci geniş bordür), aynı yönde ilerler şekilde bataklık bir araziden geçen geyik dizilerine yer verilmiştir. Geyiklerin Sibirya’ya mahsus bir hayvan olmasının yanında, ön kol ve arka kalçaları üzerindeki nokta, virgül gibi şekiller, Avrasya hayvan üslubunun ortak özelliklerini yansıtmaktadır (Resim 1).

Halının orta alanında içleri kar çiçeği ya da post motifleriyle doldurulmuş 6x4=24 eşit kare yer almaktadır. Ancak burada, benzer örnekler arasında zemin rengiyle motif rengi arasında değişim görülmektedir. Genel anlamda Pazırık Halısı’nın hakim renkleri, kırmızı zemin üzerine beyaz, mavi ve sarıdan ibarettir.

Oldukça kaliteli ve ileri bir devreye işaret eden Pazırık Halısı’ndan sonraki ele geçen diğer halı parçaları arasında uzun bir boşluk bulunmaktadır. Ancak bu boşluk, bu dönemde halının yapılmadığı anlamına gelmez. Çabuk eskiyen, yıpranan bir malzeme olması dolayısıyla halıların, çok eski tarihlerden günümüze ulaşmış olmaları da ancak bir talih ve şans işidir.

Pazırık Halısı’nı, Sir Marc Aurel Stein’in 1906-1908 yılları arasında Doğu Türkistan’da Lou-Lan’da bir kuyu mezarında ve Lop-nor’da bir Budist mabedinde ortaya çıkardığı M.S. III ve VI. yüzyıllara tarihlenen halı parçaları takip etmiştir. Günümüzde Hindistan’da Yeni Delhi ve Londra British Müzelerinde sergilenen bu parçalar, teknik bakımdan pek ileri sayılmayan tek argaca düğümlü, sert ve kaba yünlerden örülmüş olup, yeşil, mavi, kırmızı ve kahverengi tonlardadır. Desen olarak da halı zeminindeki eşkenar dörtgenler, dikey ve yatay hatlarla zikzak şekilleriyle süslenmiştir.

A.von le Coq’un 1913 yılında Turfan bölgesinde, Koço yakınlarında Kızıl’da bir tapınak odasında ortaya çıkardığı halılar, M.S. V-VI. yüzyıllara tarihlenmekte ve bu dönemde buraların hakimiyetini ellerinde tutan Göktürklerin atalarına mal edilmektedirler. Günümüzde Berlin İslam Sanatları Müzesi’nde sergilenen bu halı, alternatif çözgüler üzerine tek düğümlü olarak kaba ve sert yünden dokunmuştur. Desenlerde geometrik şekillerin yanında ejder figürlerine de yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, Orta Asya’ya milattan önce ve milattan sonraki dönemlerde hakim olmuş bütün Türk toplulukları arasında, halı, keçe ve diğer dokumaların özel bir yeri vardır. Halı, o dönemde soyluluğun, zenginliğin ve prestijin de bir simgesi sayılmış, özellikle Türk hükümdarları, hatta Osmanlı Dönemi’nde bile halıcılık, özel bir anlam kazanmıştır.

Geçmişte tahtlara serilen kıymetli eşyalar üzerine örtülen halı, Uygurlar Dönemi’nde Çin hükümdarlarına gönderilen belli başlı hediyelik eşyalar arasında yer almıştır.

Çeşitli kaynaklarda VIII., IX. ve X. yüzyıllarda Uygurlarda halıcılığın çok yaygın olduğu, Maveraünnehir denilen Sir Derya ve Amu Derya (Seyhun-Ceyhun) Nehirleri arasındaki yerleşim merkezlerinde ve Buhara’da, oldukça kaliteli halıların üretildiği bilinmektedir.

VIII. yüzyılın sonları ile IX. yüzyıllar, Türklerin İslam dünyası içinde siyasi ve kültürel bakımdan oldukça etkili oldukları bir dönemdir. Abbasi hükümdarlarından Harun Reşid ve onun oğulları Emin, Me’mum, Mu’tasım Dönemlerinde başkent Bağdat yakınlarında kurulan Samerra, Türkler ve halifenin özel muhafızı olan Türk askerleri için özel bir merkez haline getirilmişti. Türklerin Yakın Doğu’ya gelmeleriyle yörede birden bire artan hareketlilik ve kültür ortamı içerisinde, bölgede halıcılık da yaygınlaşmıştı. İşte bu dönemden kalan bazı halılar, çok küçük parçalar halinde, Fustat’ta (eski Kahire) ortaya çıkmıştır. İsveçli bilim adamı C. J. Lamm’ın 1935-1936 yıllarında Fustat’ta yaptığı kazılarda ele geçen parçalardan biri üzerinde H. 202 (M. 817-18) tarihi okunmaktadır ki bu halı bugün, Kahire Arap Müzesi’nde teşhirde bulunmaktadır. Bunların kufi bordürleri, XIII. yüzyılda Anadolu’da dokunan Selçuklu halılarıyla ilişkili görünmekte ve diğerlerine göre daha ileri bir devreye işaret etmektedir.

Lamm’ın ortaya çıkardığı Abbasi Dönemi Türk halılarından bir kısmı, İsveç Göteborg ve Stockholm National Müzelerine götürülmüş ve orada teşhir edilmektedir. Bunlardan Göteborg Müzesi’nde IX. yüzyıla tarihlenen 30,5 x 13 cm. boyutlarındaki halı; kırmızı, beyaz ve mavi renklerin hakim olduğu, altıgen şekillerin kaydırmalı eksenlere göre sıralandığı bir düzenleme gösterir. Stockholm Müzesi’ndeki 29 x 32 cm. boyutlarındaki parça halı ise kırmızı, yeşil, deve tüyü sarısı, mavi ve beyaz renklerle geometrik bir desene göre dokunmuştur.

Eski Kahire’de Lamm’ın ortaya çıkardığı yüzlerce halı parçasından İsveç’e götürülenlerden sadece 29’u yayımlanmış, diğerlerinin özellikleri henüz tanınmamıştır. Yayımlanan halılardan yedisi XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu halılarıyla teknik, desen, renk ve kompozisyon özellikleri bakımından benzerlik gösterdiğinden, Anadolu Selçuklu halısı olarak teşhis edilmiştir. İsveç’e götürülen parça halılardan bazıları, Atina Benaki Koleksiyonu’na gönderilmiş ise de orada kaybolmuştur. Bir kısmı İsveç Stockholm Müzesi’nde bulunmakta, bir kısmı da New York Metropolitan Müzesi’ne götürülmüştür.

Teknik olarak Türk (Gördes) düğümlü ve yünden dokunmuş olan Selçuklu Dönemi’ne ait halıların daha çok; kırmızı, zeytin yeşili, kahve rengi ve koyu mavi renklere sahip oldukları, aynı zamanda Abbasi Dönemi halılarından daha ileri bir devreye işaret ettikleri dikkati çekmektedir. Oldukça sert, kaba yünden dokunmuş bu halıların içinde XIV ve XV. yüzyıla ait olanlar da bulunmaktadır.

Fustat’ta bulunmuş olan halılardan başka Anadolu Selçuklu ve Beylikler Dönemi’ne ait XIII. yüzyıla tarihlenen oldukça kaliteli ve sağlam dokunmuş halılar da keşfedilmiştir. Bunların hepsinin Gördes düğümlü olması, halıcılığın Batı Türkistan’da ortaya çıkarak çeşitli Türk grupları tarafından Anadolu’ya taşınmış olduklarını göstermektedir.

1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’yle Türk halı sanatının Anadolu’da daha düzenli bir gelişim seyri olmuştur.

Anadolu’da XIII. yüzyılda halıcılığın yaygınlaştığını, oldukça kaliteli ve ihraç anlamında dokunmuş halıların bulunduğunu bize, bu dönemde Anadolu’yu dolaşmış olan seyyahlar haber vermektedir. Bunlardan 1271-72 yıllarında Anadolu’dan geçerek Pekin’e kadar uzun bir seyahati gerçekleştiren Marco Polo, Seyahatnamesi’nde Konya, Aksaray, Kırşehir, Kayseri gibi şehirleri kastederek “Türkomanya’da dünyanın en güzel halıları dokunmaktadır” demektedir. Ayrıca 1330’lu yıllarda Anadolu’yu dolaşan İbn Batuta da “Aksaray’da koyun yünüyle dokunan halıların hiçbir ülkede eşi, benzeri yoktur. Bu sebeple bu halılar Suriye, Irak, Mısır, Hindistan, Çin ve Türk ülkelerine sevk olunur” diyerek, bu halıların önemli bir pazar alanının da bulunduğunu belirtmektedir.

İşte bu döneme ait, bugün için bilinen ve Anadolu Selçuklularına bağlanan 18 halı mevcuttur. Bu halılardan yedisi daha önce Fustat’ta Lamm’ın yapmış olduğu kazılarda ortaya çıkan parça halılar arasından tespit edilmişti. Motif, teknik ve renk özelliklerinden dolayı Anadolu’da keşfedilen halılarla ortak özelliklere sahip olan bu parçaların, Anadolu’dan ihraç edilen halılar olduğu anlaşılmaktadır. İhraç amacıyla dokundukları için halıların Gördes düğümlü, daha sık, tek veya çift bükümlü yünden, daha kaliteli dokundukları, içlerinde sarı deve tüyüne yer verildiği de görülmektedir. Ayrıca en belirgin özellik olarak da bunlarda zeytin yeşili kullanılmıştır.

Diğer bir grup Anadolu Selçuklu halısı, 1905 yılında Alman Konsolosluğu’nda görevli Danimarkalı Loytved’in delaletiyle İsveçli F. R. Martin tarafından Konya Alaaddin Camii’nde bulunmuştur. Bugün İstanbul, Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde teşhir edilen bu halıların sayısı sekizdir (Resim 2).

Daha sonra Rudolph M. Riefstahl tarafından 1930 yılında Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde, Anadolu Selçuklu Dönemi’ne ait üç halı daha keşfedilmiştir (Resim 3). Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi’nden kaldığı anlaşılan bu on sekiz halıdan, başka Prof. Dr. Oktay Aslanapa tarafından Tibet Grubu olarak adlandırılan on iki halıdan hayvan figürlü dört halı da Anadolu Selçuklu halısı olarak teşhis edilmiş, böylece XIII. yüzyıla ait halıların sayısı 22’ye çıkmıştır.

F. R. Martin tarafından Konya Alaaddin Camii’nde bulunup İstanbul Türk-İslam Eserleri Müzesi’ne götürülen sekiz halıdan yedisi camide, bir tanesi de cami avlusundaki Kılıçarslan Türbesi’nde keşfedilmiştir. Bu halıların tamamı, bir camiye vakfedilmek amacıyla büyük boyutlu olarak dokunmuşlardır. Alaaddin Keykubat (1219-1236) Dönemi’nde 1221’de, Alaaddin Camii’nin genişletilmesinden sonra, bu halıların dokutularak camiye serildiği anlaşılmaktadır. Desimetrekarede ortalama 729 ile 840 düğüm bulunan bu halıların geniş bordürlerinde, birbirine geçmeli sekiz kollu yıldızlardan meydana gelen kompozisyonlar yer almaktadır. Orta alanlarda sekiz kollu yıldızlardan gelişen çeşitli hat ve kartuşlarla oluşturulan eş kenar dörtgenler, bunların aralarında veya şekil olarak kuş, yılan, kartal, akrep; bitkisel şekiller, elibelindeler ve çengeller yer almaktadır. Bunların kaydırmalı eksenlere göre ve sonsuzluk prensibine uygun şekilde zemine yerleştirilmiş olması da Türk halı sanatında görülen ortak özelliklerdir. Arışların çift bükümlü kırmızı yünden olduğu, argaçların bazan tek, bazan çift bükümlü, düğümlerin ise tamamiyle Gördes tekniğinde olduğu görülmektedir. Renk bakımından da kök boya denilen doğal bitkilerden elde edilen renkler kullanılmıştır. Bordür ve zeminlerde birbirine yakın renkler kullanılmıştır. Mesela bordürde zemin sarı ise motif kırmızı veya bunun tersi renklere yer verilmiştir. Zemin renklerinde de açık-koyu maviler, desen ve zemin rengi olarak kullanılmışlardır. İçlerinde 15 m2’yi bulan halıların da yer aldığı bu örnekler cami için dokutulmuş olduğundan, üzerlerinde figürlü kompozisyonlara yer verilmemiştir.

1930 yılında Riefstahl tarafından Beyşehir Eşrefoğlu Camii’nde keşfedilen dört halıdan üçü XIII., birisi XV. yüzyıla ait bir halı olarak teşhis edilmiştir. Üzerlerindeki motifler ve teknik özellikler bakımından Alaaddin Camii’nde ele geçen halılara benzeyen bu halılar bugün Konya Mevlana Müzesi’nde bulunmaktadırlar.

XIII. yüzyıldaki Selçuklu halılarını takiben XIV. yüzyılda, hayvan figürlü halılar ortaya çıkmıştır. Bunlardan yakın zamanlarda Tibet’te ortaya çıkan figürlü dört halının, sipariş üzerine, Anadolu’dan götürülmüş oldukları tahmin edilmektedir. Teknik, desen, renk ve kompozisyon olarak ve yünlerin cinsi bakımından Anadolu Selçuklu halılarıyla ortak özellikler gösteren bu halılar, aynı zamanda Anadolu’da XIV. yüzyılda ortaya çıkacak hayvan figürlü halılar grubunun erken örnekleri olarak kabul edilmektedir. Bu halılarda zeminler, Bergama halılarında olduğu gibi dört eşit kare ve dikdörtgene bölünerek her birinin içerisine iç içe hayvan figürleri yerleştirilmiştir.

XIV ve XV. yüzyılda ortaya çıkan hayvan figürlü halıların aynı dönem Rönesans ressamlarının tablolarında yansıtılması bunların, Batı’da da çok sevildiğini göstermekte, zenginlerin, soyluların, asilzade ve kralların çevresi için bir prestij kaynağı olduklarını ortaya koymaktadır.

Bu gruptaki hayvan figürlerini yerleştiriliş ve duruş şekillerine göre dört gruba ayırarak inceleyen Prof. Dr. Kurt Erdmann ve Prof. Dr. Bekir Deniz’e göre birinci grupta, hayvan figürleri kesin sınırları bulunmayan kareler içerisinde yer almaktadır. Konya Etnoğrafya Müzesi’nde teşhir edilen Horozlu Halı, bu gruba dahil edilmektedir.

İkinci grupta; küçük karelere bölünmüş halı zemininde her biri içinde tek başına duran simetrik hayvan figürleri yer alır (Resim 4). Bunların erken tarihlilerine IX-X. yüzyıla ait Fustat halıları arasında rastlanmaktadır (Resim 5).

Üçüncü grup hayvan figürlü halılarda zemin, iki kareye bölünmüştür. Karelerin içinde kalın bordürlü sekizgenler ve köşelerde kartuşlu üçgenler bulunmaktadır. Sekizgenlerin içinde de ortadaki bir hayat ağacının iki yanında ejder figürleri, tavus kuşları ve diğer hayvanlarla zaferi, aydınlığı, karanlığı, düşmanı simgeleyen, birbirleriyle mücadele eden hayvan figürleri yer almaktadır. İsveç’te Marby Köyü’ndeki bir kilisede keşfedilen böyle bir halı, literatüre Marby Halısı olarak geçmiştir (Resim 6). Yine Orta İtalya’da bir kilisede bulunarak bir antikacıya satılan ve Wilhelm von Bode tarafından 1890’da keşfedilen Ming Halısı da bu gruba girmektedir. XIII. yüzyıla bağlanan Selçuklu halılarının henüz keşfedilmediği bu dönemde Ming Halısı, dünyanın en eski halısı olarak kabul edilmişti (Resim 7). Bu halı bugün, Berlin İslam Sanatları Müzesi’nde teşhir edilmektedir.

Üst üste yerleştirilmiş kareler içerisinde, birbirleriyle mücadele eden ejder ve zümrüdü anka kuşu bulunan Ming Halısı, Anadolu’da Beylikler Devri’ne mal edilmekte ve XIV. yüzyıla tarihlenmektedir. Halı’nın hakim renginin sarı olması dolayısıyla bu renk, Çin’in Ming Hanedanı’nın kutsal rengi sayıldığından halıya Ming Halısı denilmiştir. Ancak halının üzerindeki hayvan mücadeleleri, Avrasya hayvan üslubunun XIV. yüzyıla kadar devam ettiğini gösteren önemli bir belgedir.

Dördüncü Grup hayvan figürlü halılarda zemin, küçük madalyonlara dönüşmüş ve içlerine de serbest hayvan figürleri yerleştirilmiştir. Bunların benzerlerine Fustat Halılarında da rastlanmaktadır.

Hayvan figürlü halıların Batı’da tanınması çoğunlukla, Batılı ressamların tabloları vasıtasıyla olmuştur. Roma’da Sana di Pietro’nun “Meryem’in Nişanlanması” adlı tablosunda, Lippo Memmi’nin Berlin’deki bir tablosunda, William Lark’ın “Lady Cary” (1615) adlı tablosunda, Niccolo di Buonaccorso’nun Londra National Gallery’de bulunan bir tablosunda, Giovanni di Paolo’nun 1940 tarihli bir resminde, Jaume Huget’in Barcelona Katolonya Müzesi’nde bulunan bir tablosunda (1455-56), Ambrogio Lorenzetti’nin Münih’te Baer koleksiyonunda bulunan bir tablosunda, Fra Angelico’nun Floransa’daki bir resminde, Domenico di Bartolo’nun Siena’da bulunan resminde, Hans Memling’in Stuttgart’ta bulunan “Barthseba” adlı resminde, Carlo Crivelli’nin resimlerinde, hayvan figürlü Türk halılarının tasvirleri yer almaktadır. Görüldüğü gibi bu durum, sadece birkaç ressamın değil, pek çok ressamın tablosunda yer almakta ve bunların “Doğu’nun zenginliği ve lüksü” olarak gördükleri halıları, Batı’ya tanıtma arzularını gündeme getirmektedir. Burada sayılan ressamlardan başka daha pek çok ressam tablolarında, fireskolarında bu halıları kendi toplumlarına tanıtmışlardır.

Halıcılık geleneğinin sürdürüldüğü XIV ve XV. yüzyıl Anadolusu’nda Osmanlıların da bu gelişim çizgisinde eserler verdikleri, ancak XVI. yüzyıldan itibaren bu sanata yeni tip ve teknikle apayrı bir biçim ve şekil vermeye başladıkları görülmektedir. Bu dönem halılarının XIV. yüzyılın devamı olarak Erken Osmanlı devri halıları, XVI. yüzyıldaki halıları Klasik Osmanlı devri halıları, daha sonraki asırlara ait olanları da Geç Osmanlı devri halıları olarak tanımlamak mümkündür.

Erken Osmanlı devrinde Avrupalı ressamlar, Batı’ya ihraç edilen halıları tablolarında, fresklerinde resmettikleri için bunlar şekil, form ve desen bakımından geometrik motifli halılar olarak tanımlanmaktadır. Gördes düğümlü olmaları nedeniyle Türk halıları, çoğunlukla geometrik örneklerin ortaya çıktığı bir kompozisyona göre düzenlenmişlerdir. Bu bakımdan halı zemini daha çok kare ve dikdörtgen şekillere bölünerek bunların içlerine de geometrik ve soyut bitki motiflerinden oluşan kompozisyonlar yerleştirilmiştir (Resim 8). Genellikle kenarları örgülü hatlardan oluşturulan küçük sekizgenler ile bunların aralarında baklavaların yerleştirilmesinden meydana gelen örnekler, Alman ressamlarından Hans Holbein’in tablolarında uygulama alanı bulduğundan bu halılar, literatüre Holbein Halıları olarak geçmiştir (Resim 9). Oysa geometrik motifli Türk halılarının I. grubunu temsil eden bu örnekleri, Holbein’den başka birçok Batılı ressam da resmetmiştir. Batılıların resmettiği halı örneklerinin Timur ve Osmanlı devri minyatürlerinde de yansıtılmış olması, bunlara o dönemde ne kadar önem verildiğini ve çevrede ne derece yaygınlaşmış olduğunu göstermektedir.

Geometrik motifli Türk halılarının II. grubunu da Venedikli bir ressam olan Lorenzo Lotto, tablolarında resmetmiştir. Onun için bu halılara da Lotto Halıları denilmektedir (Resim 10). Halbuki bu halıları Lotto’dan başka, pek çok Batılı ressam da tablolarında resmetmiştir. Lotto halılarının genel kompozisyon düzeni; geometrik motifli halıların I. grubuna (Holbein) benzemekle birlikte, küçük karelere ayrılmış halı zemininde bitkisel rumi ve palmetlerin oluşturduğu bir sekizgen ve yine aynı örneklerin oluşturduğu eşkenar dörtgen ya da baklava şekillerinden meydana gelen bir kompozisyon düzeni esas alınmıştır. Daha serbest şekilde ve çözümlenmiş bitki formlarının (rumi, palmet) meydana getirdiği bu sekizgen ve baklava şekilleri, sonsuzluk prensibine ve kaydırmalı eksenlere göre, alternatif bir sıralama gösterir. Bunların bordürlerindeki kufi yazıdan bozma bitkisel form ve şekiller de karakteristik bir özellik taşır. Bir bakıma Uşak ve çevresindeki XVI. yüzyılda dokunmuş halılarla benzerlik gösteren Lotto halılarının kahverengi ve sarı zemin üzerine, çeşitli desenlerden meydana gelen renk anlayışı dikkat çekicidir.

Geometrik motifli III. grup halılarda zemindeki kare ve sekizgenler büyüyerek iç alan iki, üç veya dört eşit kareye veya dikdörtgene ayrılmıştır. Bu alanların her birine ayrı ayrı sekizgenler ve bunların içerisine de sekiz köşeli yıldızlar, çeşitli bitki motifleri, sakin duruşlu veya mücadele eder vaziyetteki hayvan figürleri yerleştirilmiştir. Bordürlerde de çoğunlukla çeşitli çiçek desenleri ve kufi yazı formları kullanılmıştır. Genellikle Bergama ve yöresinde dokunduğu anlaşılan bu grubun hakim renkleri; mavi, kırmızı ve kahverengidir (Resim 12).

IV. grup geometrik motifli halılar da III. grup halılara benzemekle birlikte, orta alanda üst üste yerleştirilmiş bir veya iki kareyle bazan da üç kare veya bir sekizgenin çevresinde daha küçük kare ve sekizgenlerden meydana gelen bir gruplaşmayı esas alır. Bordürlerde de iyice şematikleştirilmiş çiçek ve kufi yazı örneklerine yer verilmiştir.

XVI ve XVII. yüzyıllarda İç Batı Anadolu’da başta Uşak olmak üzere, Afyon, Kütahya ve Manisa çevrelerinde genel adıyla Uşak halıları denilen bir halı grubu ortaya çıkmıştır. Osmanlı Sarayı’nda çizilen bitkisel motiflere uygun şekilde, devrin kumaş, çini, tezhib, kalem işi ve benzeri süslemelerinde görülen desenleri andıran ve madalyon düzenini esas alan motifler ile süslü halı örnekleri, bu grup halılar içerisinde yaygınlaşmaya başlamıştır. Manisa’nın Osmanlı şehzadelerinin yetiştiği bir şehir olması dolayısıyla Saray’ca desteklenmiş bazı faaliyetlerin bu grubun ortaya çıkmasında etkili olduğu anlaşılmaktadır. Sipariş yoluyla Manisa ve Uşak çevrelerinde yaygınlaşan bu halılarda madalyon şeklinin kullanılmış olması, İmparatorluğu’n gelişmesi nedeniyle İran’dan, Tebriz’den gelen ya da Osmanlı tabiyetine geçen gruplarca, bu dokumaların çevrede yaygınlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Tamamen Gördes düğümlü olarak dokunmuş bu halılarda, madalyonlar zamanla parçalanarak yıldız motifleri şekline dönüştüğünden, bunlara kısaca Madalyonlu veya Yıldızlı Uşak halıları da denilmektedir (Resim 13).

Madalyon veya yıldız motifli Uşak halılarında zemin dolgusu, Osmanlı Saray Nakkaşhanelerinde çizilen; kıvrık dallar, rumiler, grift bitki formları, bahar çiçekleri ile lale, gül, karanfil, hatayi, penç, Çin bulutları ve gonca motiflerinden meydana gelmektedir. Bordürlerde ise yer yer örgülü kufiler, bulut motifleri veya ortalarından bağlanmış fiyonglarla çatal rumilerin oluşturduğu palmet ve çiçek desenleri bulunmaktadır. Renkleri itibarıyla genellikle mavi, kırmızı ve bunların açık koyu tonları kullanılmıştır. Uşak halıları arasında sipariş üzerine büyük boyutlu olanların yanında, halkın ihtiyacına göre dokunmuş, küçük boy örneklere de rastlanmaktadır.

Uşak halılarının daha sonraki dönemlerinde de benzer örnekler, daha fazla şematize edilerek dokunmuşlardır. Bunların yanında XVII. yüzyıldan itibaren Post motifli veya Beyaz zeminli bir gruba da öncülük eden halılar, daha çok Konya ve Afyon yörelerinde karşımıza çıkmaktadır (Resim 14). Genellikle beyaz zemin üzerinde yüzülmüş hayvan postlarını hatırlatan şekillerin içinde, benek benek işlenmiş kırmızı ve mor desenlere yer verilmiştir. Zaman zaman üç beneğin yanyana gelmesi ve pars motiflerini ya da dudak motiflerini andıran şekillerin ikisinin karşılıklı gelmesiyle oluşturulan kaplan veya zebra çizgilerine benzeyen şekiller Çintemani grub’un vazgeçilmez örnekleri olmuştur.

XV-XVI. yüzyılda karşımıza çıkan Uşak grubunun bir diğer temsilcisi de Ejderli halılardır. Eşkenar dörtgenlere bölünmüş halı zemininde, bulut motifleri yaygınlık kazanır. Bordürler genişleyerek bunların içlerine yine iri Çin bulutları ya da Çin bulutlarını andıran ortasından düğümlü fiyong şekilleri işlenmiştir.

XVII. yüzyıl başlarında İzmir, Uşak ve Konya yörelerinde ortaya çıkan bir grup halı da Kuşlu halılar olarak tanınmaktadır. Aslında kuş figürüyle ilgisi olmayan bu zemin motiflerinde, uçları yan yana gelmiş iri yaprak şekilleri bir kuşa benzetildiğinden, bu isimle anılmıştır. Yaprakların uçları birbirleriyle birleştirilerek kendi aralarında dörtlü gruplar oluşturan ve alternatif, sonsuzluk görüntüsü meydana getiren bu grubun bordürlerinde, çeşitli çiçek motifleriyle Çin bulutları da yaygınlık gösterir (Resim 15).

Bergama halıları diye tanınan bir grup halı XVII. ve XIX. yüzyıllar arasında Batı Anadolu’da Bergama, Yuntdağ, Kozak ve Ayvacık yörelerinde yaygınlık kazanır. Geç Bergama Halıları diye bilinen ve üçüncü ya da dördüncü grup geometrik motifli halılarda olduğu gibi bunların içlerinde de iki, üç ya da dört sekizgen bulunmakta veya ortadaki bir sekizgenin alt ve üst kısımlarında daha küçük ikişer madalyonla geometrik şekillerde gruplaşmalar oluşmaktadır (Resim 16). Madalyon içlerinde ya da madalyonu oluşturan şekiller arasında ejder, kuş, hayat ağacı ve benzeri motiflere yer verilmiştir. Bordürlerde ise Çin bulutu ve şematik çiçek motiflerinin yer aldığı bu örneklerin renkleri, koyu mavi, kırmızı ve sarı olup, bordür ve konturlarda da siyah kullanılmıştır.

XVI-XVIII. yüzyıllarda Anadolu’nun değişik yörelerinde organize olmamış şekilde yaşayan Yörüklerin İslahiye, Anamas Yaylaları ve Teke Yöresi’nde dokunmuş ilginç halı örnekleri görülmektedir. Tam olarak hangi aşiret veya göçer grubu tarafından dokunduğu bilinmeyen bu halıların içinde, yer yer ilginç örneklere de rastlanmaktadır. Daha genel bir ifade ile Anadolu halısı diye tanımlanan bu örneklerin içinde, büyük boyutlular fazla yer tutmaz. Konar göçer halkın günlük kullanımı için dokunan bu halılarda, tüyler uzunca kesildiğinden, daha dayanıklı, daha sıcak ve uzun havlı halılar olarak dikkati çekerler.

Türk halı tarihi açısından yer yer düzenli gruplar halinde karşımıza çıkan bu halılardan başka Anadolu’nun, hatta Avrupa’nın birçok yöresinde, o bölgenin adıyla anılan ve o yöreye mahsus bazı özellikleri de içeren halı örnekleri bulunmaktadır. Bunlardan adından söz edilebilecek derecede önemli olanlar arasında bazılarına değinmekte yarar vardır.

Anadolu dışında Macaristan’da Transilvanya’da dokunan halılar, Erdel halıları diye de anılmaktadır. Ayrıca İç Batı Anadolu’da Kula’da dokunan ve aynı isimle anılan halılar ile Gördes halıları da Osmanlı Saray halılarının bir uzantısı olarak dikkati çekerler. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Manisa yöresine hakim olan ayanlardan Karaosmanoğullarına ait Gördes halıları, Kırşehir ve çevresinde dokunan Sinekli Kırşehir, Mucur halıları, Smirna halıları, Konya Ladik, Konya Karapınar, Aksaray Taşpınar ve Milas halıları da üzerlerindeki desen ve kompozisyon bakımından farklı ve yöreye özgü örneklerle dokunmuş halılardır. Ayrıca Kayseri, Yahyalı, Sivas, Antalya Döşemealtı, Isparta, Fethiye, Ezine ve Kars yöresi halıları da kendi içlerinde tipik özellikler taşıyan örnekleri ile dikkat çekerler.

Osmanlı Saray Halıları: Bu grup halılar, Türk halı sanatının önemli bir kolunu teşkil eder. XVI. yüzyılda halının gelir getirici önemli bir ticari eşya haline gelmesiyle Osmanlı Sarayı’nda bu konuda çalışmalar başlatılmış, Saray’da kurulan atölyelerde halı dokunmaya başlanmıştır. Saray Nakkaşhanesi’nde oluşturulan desenlere göre, yeni bir teknik olan İran (Sine) düğümü ile dokunan bu grup halılar Saray’ın ihtiyacını karşılamak üzere, ya da ziyarete gelen Batılı elçi ve devlet adamlarına hediye amacıyla dokunmuşlardır.

İran düğümünün daha ince ve bir argaca düğümlenerek diğer argacın arkasını dolaşan ipliklerin uçlarının serbestçe öne salıverilmesiyle bu dönemde, Osmanlı Sarayı’nda kadife gibi çok ince halılar üretilmiştir. Bu tekniğin tercih edilmesinin sebebi, çok ince, sık düğümlü, zarif, dokunurken düğümlerin sağa ve sola çekilmesiyle iki yana oluşturulan kadife gibi meyilli ve yumuşak, aynı zamanda çok ince desenlerin işlenmesine müsait bir dokuma şeklinin ortaya çıkmasından dolayıdır. Ancak bu halılar Türk gördes düğümüyle dokunmuş halılar kadar sağlam ve dayanıklı değildirler.

Osmanlı Saray halıcılığının ortaya çıkışıyla ilgili olarak iki alternatif üzerinde durulmaktadır. Bunlardan biri Mısır’ın 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı Devleti’ne katılmasıyla ilgili görüştür. Kahire’de çok ince bükülmüş yün veya ipekten Osmanlı Sarayı’ndan gönderilen ve Saray nakkaşhanelerinde çizilmiş hançer yaprakları, palmetler, rumiler, laleler, güller, karanfiller, bahar dalları gibi zengin bitkisel kompozisyonlara göre çeşitli boyutlarda halılar dokunmuştur. Belki bir çeyrek asır kadar bu durum böyle devam etmiş, ancak sonradan tamamıyla İstanbul’da Saray’da veya Bursa’da kurulan atölyelerde, aynı şekilde Osmanlı Saray halıları dokutulmaya devam edilmiştir.

Sultan III. Murat zamanında 1585 yılında bir fermanla, Mısır’dan on bir halı ustasının, beraberindeki yün malzemeyle İstanbul’a çağrılması, bu dönemde Saray atölyelerinin ve Bursa tezgahlarının faaliyette olduğunu göstermektedir. Osmanlı Saray halılarının arış ve argaçlarında ipeğin kullanılmasıyla motif anlayışında da bir değişiklik olmuştur. Halı zeminine hakim olmaya başlayan madalyon fikrinin, İran’da Tebriz yöresinde dokunan halılardaki ana motif olması dolayısıyla, bu halıların etkilendiği alternatif ikinci çevre olarak İran gösterilmektedir. Ancak Saray halılarındaki madalyonlar Tebriz halılarındaki gibi ana motif değil, tamamıyla Türk kompozisyon ve çiçek desenli zeminin üzerinde daha küçük ölçülerde, tali motif veya unsur olarak görülen bir madalyon şeklidir (Resim 17).

Osmanlı Saray halıcılığı, XVIII. yüzyıla kadar önemini sürdürmüşse de bu tarihten itibaren bozulmaların başlaması ile, aynı desen ve kompozisyon özelliklerinin Konya ve Uşak yörelerinde de devam ettirildiği görülmektedir. Ancak Saray halılarının büyük bir kısmı Saray’da tüketildiği için bunlardan günümüze az örnek gelebilmiştir.

XIX. yüzyıl başlarında Osmanlı Saray halılarının niteliğini kaybetmesi ve desenlerinin de giderek şematik bir hal almasıyla bu sanatı sürdürmek için yeni yollar aranmıştır. 1844’te Sultan Abdülmecid tarafından yeni yaptırılan Avrupa usulü saraylar için halı dokutmak üzere Hereke’de açılan kumaş tezgahları, 1891 yılında II. Abdülhamid tarafından ilave edilen tezgahlarla genişletilmiş ve buralarda kaliteli halıların dokutulmasına devam edilmiştir. Günümüzde Sümerbank’ın kontrolünde olan bu tesisler Türk düğüm tekniğiyle kaliteli halıların üretimini sürdürmektedir.

Bu kısa tarihçede ağırlıklı olarak değindiğimiz Anadolu halıcılığı dışında Türklerin yayıldığı bölgelerde, kaynağını Türkistan’dan alan Türk (gördes) düğümü ile, halı dokumacılığı devam etmektedir.

Azerbaycan’da, Orta Asya’nın değişik bölgelerinde, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Afganistan’da yöre adlarıyla dokunan halılar da, tarihi Türk halıcılığının, VIII. yüzyıldan günümüze kadar düzenli biçimde sürdürüldüğünü göstermektedir (Resim 18, 19).

Çeşitli kaynaklar, Buhara’da, Aral Gölü çevresinde VIII. yüzyıldan X. yüzyıla kadar kaliteli halıların dokunduğunu bildirmektedir. Uygurlar Dönemi’nde IX. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan’da kaliteli halılar dokunmuştur. Bugün buralarda Kazaklar, Tacikler, Yomud Türkmenleri, Afgan ve Özbek Türkleri tarafından dokunan halılar ile Semerkand halıları, dünyaca tanınmaktadırlar.

Seccadeler: Boyutları bakımından daha küçük ölçüde dokunan halılar olup, üzerinde secde edilmesi (namaz kılınması) dolayısıyla bunlara seccade denilmiştir. Ya da bazı bölgelerimizde seccadelere namazla da denmektedir. Seccadelerin namaz boyutuna uygun olarak düzenlenmiş, sıra sıra ve saf düzenine göre şekil verilmiş olanlarına da saf seccade denilmektedir. Bunların üzerlerinde saf sırasını belirten mihrap nişleri ile bunları birbirinden ayıran kemer ve sütunlara yer verilmiştir. Ayrıca kemerlerin ortasından sarkan kandil motifleri ve ayak konulacak yerlerde de şematik nalın ve ibrik motifleriyle seccadeler, zengin bir kültürü yansıtırlar. Bazen üstte ve iki yanda sınırlayıcı olan kemerlerin ortasından sarkan kandillerde, kemer şekillerinde farklılıklar, şematik örnekler ortaya çıkar. Bunların değişmesi, bölge özelliklerine bağlı kaldığından, seccadelerin dokunma yerlerinin anlaşılmasında belirleyici olur. Bu şekillere göre de Anadolu’daki seccadelerin nerelerde dokunmuş oldukları tahmin edilebilir.

İslamiyet’ten önceki dönemlere ait, üzerinde namaz kılmak amacıyla dokunmuş herhangi bir seccade örneği yoktur. Ancak halıcılığın yanında, üzerinde namaz kılmak için temiz ve yumuşak bir zemin elde etmek amacıyla IX-X. yüzyıllarda seccadenin kullanılmaya başladığı anlaşılmaktaysa da bunlardan günümüze ulaşmış en eski örnekler XV. yüzyıldan kalmıştır.

İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde bulunan bir XV. yüzyıl seccadesi, diğer Selçuklu Dönemi halılarındaki sekiz köşeli yıldızları ve kufi bordürleri hatırlatan süs unsurlarıyla dikkat çeker. Bazıları iki, bazıları beş mihrap nişi ile ya da daha çok mihrap nişi ile şekillenen saf seccadelerin nişini oluşturan bordürler, alt kenarda içeri doğru kıvrılmışlardır. Bu bordürleri, bazen çok ince bir çizgi halinde, bazen bir sütun düzeninde, bazen de çift hatlı olarak görmek mümkündür. Renklerin koyu mavi zemin üzerine iki sıra halinde sekizer mihrap nişinden ibaret olan örnekte, mihrap çevreleri kırmızı şeritli, kenarları ise mor renktedir. Mor rengin XV. yüzyıldan önce kullanılmadığı bilinmektedir (Resim 20).

Seccadelerin de halılar gibi yöresel özellik gösterenleri XVI. yüzyıl sonundan itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunların içinde en tanınmış olanları Gördes seccadeleridir. XVII. yüzyılın sonlarına doğru kıvrak hatlarla çizilmiş mihrap nişli örneklerin iki tarafında, sütun şeklinde sınırlayıcı faktör bulunur. Marpuçlu Gördes seccadeleri olarak bilinen bu örneklerde zemin daima tek renk olup, bunların içinde lacivert zeminliler daha fazla tercih edilmektedir (Resim 21). Beyaz zeminli Gördes örneklerine az rastlanmakla birlikte, kırmızı, yeşil ve mavi örnekler çoğunluktadır. Beyaz zeminli olanlara yörede, Kız Gördes denilmektedir (Resim 22).

Kula Seccadeleri de daha sade mihraplı ve mat renklidirler. İnce şeritlerden oluşan bordürlerin yanında, içlerinde sıra sıra çiçeklerin bulunduğu ve bu görünüşü ile mezarları andırdıkları için adına, Mezarlıklı Kula denilen, geniş bordürlü örnekler vardır. Ayrıca içlerinde mavi, kırmızı ve sarı renklerle sık dokunmuş örneklere de rastlanmaktadır.

Bölgesel seccade örneklerinden bir grup da Lâdik’te dokunmuş olanlardır. Bu seccadelerde renklerle, mihrabın alt ve üst kısımlarında sıralanan uzun bir sap halindeki çiçek ve ağaç motifleri dikkat çekicidir. Bu grubun geç örnekleri arasında mihrap nişleri merdivenli olanlara da rastlanmaktadır. Genellikle kırmızı, mavi ve sarı renklerin hakim olduğu Lâdik seccadeleri, Konya yöresinde dokunarak özel bir grup oluştururlar. Boşluklarda kandil ve ibrik motiflerinin yer aldığı semboller, inancı, safiyeti, aydınlığı ve temizliği simgelemektedirler.

Kırşehir ve buna bağlı olarak da Mucur’da dokunmuş seccadeler XVIII ve XIX. yüzyılda yaygınlık kazanırlar. İçi çizgili mihrapları, marpuçlu örnekleri ve iki-üç çeşit kırmızı, yeşil, krem renkleriyle dikkat çeken bu seccadelerin, daha sonraları çeşitli örnekleri de ortaya çıkarak şekil, biçim ve desenleri de zenginlik kazanmıştır.

Milas Seccadeleri ile Gördes seccadeleri, şekil ve form bakımından Bergama geleneğini birlikte sürdürürler. Zeminin koyu kırmızı, bordürlerin sarı ve yeşil renklerden oluşan örnekleri yaygındır. Mihrap nişlerinin üst kısmında da baklava motiflerine rastlanır.

Halıcılıkta olduğu gibi, Osmanlı Saray Seccadeleri de, XVI. yüzyılda ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar şekil, form, kalite, renk ve desen bakımından yüksek bir nitelik ortaya koyarlar. Bunların da ilk örneklerinin İstanbul’dan gönderilen düzen ve şekillere göre Kahire’de dokunmuş olabilecekleri, E. Künhel, M. S. Dimand, K. Erdmann ve O. Aslanapa tarafından ifade edilmektedir. XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra Saray’da ve Bursa atölyelerinde de dokunmuş olan örneklerin, teknik bakımdan farklı olmaları dikkat çekicidir. Arış ve argaçları ipekten olan bu seccadelerin, pamuktan dokunmuş olanları, çoğunlukla mavi renktedirler.

Osmanlı Saray Seccadeleri içinde en dikkat çekeni Berlin Müzesi’nde bulunan 1610 tarihli bir seccadedir. İstanbul seccadesi olarak tanınan bu örnek I. Ahmed (1603-1617) Dönemi’nde dokunmuştur.

Sultan I. Ahmed’in Seccadesi olarak bilinen bir örnek de 1617’de açılışı yapılan Sultanahmed Camii’nin hünkar mahfeline konulmak üzere dokunmuş olmalıydı. Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan bu örnek, fıstık yeşili mihrap nişi ortasında, koyu kırmızı, sivri, oval bir madalyon dolguya sahiptir. Firuze renkli kıvrık dal ve rumilerden meydana gelen köşe dolguları, krem rengindedir.

Osmanlı Saray seccadelerinin Türk-İslam Eserleri Müzesi’nde de çeşitli örnekleri bulunmaktadır. Bunlardan Kâbe motifli olanında mihrap nişi üç kemer ve ikisi bordürle kesilmiş kemer içine, Kâbe motifi yerleştirilmiştir. Mihrap nişlerinin ortasından kandiller sarkar. Ayrıca yıldızlar, sütun başlıkları gibi kısımlarda, gümüş sırmaların kullanılmış olması da dikkat çeker.

XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Osmanlı Saray seccadelerinde de bozulma görülür. Bunların yerine Anadolu’nun değişik yörelerinde ortaya çıkan seccadeler bu boşluğu doldurmaktadır.

Başlangıcından günümüze kadar düğümlü dokumalar diye bilinen halı ve seccadeler Türk tarihi ile birlikte bir paralelizm gösterir. Siyasi ve ekonomik bakımlardan yükselme ve değer kazanma dönemlerinde, bu sanatın da kalitece yükselme gösterdiği dikkat çekmektedir. Batılılar bu sanatı “doğunun lüksü” olarak görmüş ve tanıtmışlardır. Parlak canlı renkleri, kuvvetli desenleriyle dönem dönem farklılık gösterse de Anadolu halıcılığında düzenli ve giderek zenginleşen bir renk ve kompozisyon anlayışı daima hakim olmuştur.

AKPINAR, C., “Anadolu Döşemealtı Halıları”, Antik Dekor, S. 41, 1997, s. 142-148.

ALDOĞAN, A., “Döşemealtı Halıları”, Sanat Dünyamız, Y. 12, S. 35, 1986, s. 29-32.

ALİYEVA, K., Azerbaijan Carpet, Bakü 1985.

ALİYEVA, K., Nahçevaskiye Kovri (Nahcivan Halıları), Bakü 1988.

ARIK, R., “Manzaralı Halılar”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. V., Ankara 1983, s. 23-30.

ASLANAPA, O., “Osmanlı Saray Halıları Meselesi”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi (Ankara, 19-24 Ekim 1959), Ankara 1962, s. 28-32.

ASLANAPA, O., “Türk Halı Sanatında Yeni Gelişmeler”, Sanatsal Mozaik, Y. 2, S. 19, Mart 1997, s. 54-57.

ASLANAPA, O., “Türk Halı Sanatında Yeni Keşifler”, Arış, Y. 1, S. 2, Ağustos 1997, s. 10-17.

ASLANAPA, O., Turkısh Art and Architecture, London 1971, New York 1972.

ASLANAPA, O., Türk Halı Sanatı, İstanbul 1972.

ASLANAPA, O., Türk Halı Sanatının Bin Yılı, İstanbul 1987.

ASLANAPA, O.-DURUL, Y., Selçuklu Halıları, İstanbul 1973.

ATALAY, B., Türk Halıcılığı ve Uşak Halıları, Ankara 1967.

AYTAÇ, S., “Yağcıbedir Yörük Halıları”, Sanatsal Mozaik, S. 4, Aralık 1995, s. 52-58.

BARIŞTA, H. Ö., “Karaman Taşkale Halılarından Örnekler”, Erdem (Halı Özel Sayısı-I), C. 10, S. 28, Ekim 1999, s. 43-48.

BATARİ, F., Ottoman Turkısh Carpets, Budapest 1994.

BAYRAKTAROĞLU, S., “Çanakkale Halıları”, Vakıflar Dergisi, S. XIX, Ankara 1985, s. 237-260.

BAYRAKTAROĞLU, S., “Sivas Halıları”, Kültür ve Sanat, Y. 2, S. 6, Haziran 1990, s. 25-28.

BİLGİN, Ü., “XIX. Yüzyıl Seccadeleri”, Sanat Dünyamız, Y. 6, S. 17, Eylül 1979, s. 18-22.

BODUR, F., “Karapınar Halıcılığı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, Ekim 1984, s. 73-81.

DENİZ, B., “Aksaray Halıları”, Sanatsal Mozaik, Y. 1, S. 11, Temmuz 1996, s. 33-46.

DENİZ, B., “Arısama Halıları”, Lâle, S. 5, Aralık 1987, s. 9-15.

DENİZ, B., “Kırşehir Halıları”, Arkeoloji-Sanat Tarihi Dergisi, S. III, İzmir 1984, s. 25-81.

DENİZ, B., “Mucur Halıları”, Bilim Birlik Başarı, Y. 12, S. 48; 1987, s. 20-24.

DENİZ, B., “Taşpınar Halıları”, Sanat Dünyamız, Y. 9, S. 25, 1982, s. 18-22.

DENİZ, B., Türk Dünyasında Halı ve Düz Dokuma Yaygılar, Ankara 2000.

DİYARBEKİRLİ, N., “Pazırık Halısı”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, Ekim 1984, s. 1-8.

DİYARBEKİRLİ, N., Hun Sanatı, İstanbul 1972.

DİYARBEKİRLİ, N.-HİNNER, R., “Early Turkısh Rugs Four Rugs in Aksaray”, Halı, 39/1986. pp. 28-31.

DOVODOV, N., Carpets and Carpet Product of Türkmenistan, Ashgabat 1983.

ERDMANN, K., Der Türkisch Teppiche des 15. Jahrhunderts, İstanbul (t. Siz).

ERGENE, C., “Türk Saray Halıları”, Kültür ve Sanat, Y. 4, S. 13, Mart 1992, s. 26-27.

GÜNDOĞDU, H., “Erzurum’dan Bir Grup Dokuma”, I. Milletlerarası Türk Halı Sanatı Kongresi’ne (7-14 Ekim İstanbul) Sunulan Bildiri (Basılmamış).

GÜNGÖR, H., Türk Halıları-I, İstanbul 1984.

HALICI, F., “Ladik Seccadeleri”, Antika, S. 2, Mayıs 1985, s. 6-9.

KARAHAN, R., “Van Kilimleri”, Kültür ve Sanat, Aralık 1996, s. 44-46.

KARAMAĞARALI, B., “Bir Konya Halısı Hakkında”, Arış, Y. 1, S. 1, Mart 1997, s. 112-117.

KAYIPMAZ, F., “Isparta’da Halıcılık”, Kültür ve Sanat, S. 22, Haziran 1999, s. 34-37.

KERİMOV, L., Azerbaydjan Kover, C. 1, Bakü-Leningrad 1961.

KIRZIOĞLU (GÖRGÜNAY), N., “Kars Ardahan Çevresinde Tarih Yazılı Halı ve Kilimlerden Örnekler”, Kültür ve Sanat, Y. 2, S. 8, Aralık 1990, s. 23-25.

KÜÇÜKERMAN, Ö., Anadolu’nun Geleneksel Halı ve Dokuma Sanatı İçinde Hereke Fabrikası “Saray’dan Hereke’ye Giden Yol”, İstanbul 1987.

KÜHNEL, E., “Die Entwicklung Des Orienttepichs”, Die Kunstwelt, III, 1914, pp. 441-460.

KÜHNEL, E., “Die Ewkaf-Museum in Konstantinopol”, Zeitschrift für Bildende Kunst, LVIII, 1924, pp. 41-50.

MARGULAN, A., Kazhskoye Narodnoc Prikladnoe İskusstvo (Kazak El Sanatları), C. 1, Almatı 1986, C. 2, Almatı 1987.

MARTİN, F. R., A History of Oriental Carpets Before 1800, London 1908.

MAY, F. T. D., “Ghördes Prayer Rugs”, Bullington Magazine, XXXIX, 1921, pp. 54 vd.

MOSKHOVA, V. G., Carpets of the People of Central Asia, of the Late XIX and XX. Centuries, George W. O’Bannon 1996.

ONUK, T. -VD., İçel El Sanatları, Ankara 1998.

ÖNEY, G., “Türk Halısının Serüveni”, Arış, Y. 1, S. 1, Mart 1997, s. 50-54.

ÖNGE, Y., “Eğer Örtülü Olarak Dokunmuş Konya Halıları”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, Ekim 1994, s. 63-72.

ÖZTÜRK, İ-AYDIN, Ö., “Türk Halıcılığının Tarihsel Gelişimi ve Gördes Halıları”, Türkiyemiz, S. 72, Mayıs 1994, s. 26-30.

ÖZTÜRK, Y., Balıkesir-Sındırgı Yöresi Yağcıbedir Halıları, Ankara 1992.

RASİM EFENDİ, “Azerbaycan Halıları”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, S. 5, Erzurum 1971, s. 143-162.

RİCE, T. T., Ancient Arts of Central Asia, London 1965.

RİEFSTAHL, R. M., “Primitive Rugs of the Konya Type in the Mosque of Beyshehir”, The Art Bulletin, XIII, 1931, s. 176-201.

ROBİNSON, V. J., Eastern Carpets, London 1982.

SAMUK, G., “Uşak Halılarının Dünü Bugünü”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, Ekim 1984, s. 107-133.

SARRE, F.-FALKENBERG, T., “Ein Frühes Knupfteppichfragment Aus Chinesisch Turkestan”, Berliner Musen, LXII, 1921, s. 21 v. d.

SEYİRCİ, M., “Antalya Yöresinde Dokunan Yörük Seccadeleri”, Milli Kültür, S. 65, Haziran 1989, s. 24-27.

SEYİRCİ, M., “En Eski Döşemealtı Halılarından Altı Örnek”, Milli Kültür, S. 62, Eylül 1988, s. 18-22.

SÖNMEZ, Z., “Batı Anadolu Halıcılığının 19. Yüzyıldaki Durumu Üzerine”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, 1984, s. 95-106.

STEİN, A., Ancient Khotan, Oxford 1907.

SÜMER, F., “Anadolu’da Türk Halıcılığına Dair En Eski Tarihi Kayıtlar”, Türk Dünyası Araştırmaları, Türk Halıları Özel Sayısı, S. 32, Ekim 1984, s. 44-54.

TAĞEYEVA, R., Azerbaycan Halçaları, Bakü 1983.

TEKÇE, E. F., Pazırık, Altaylardan Bir Halının Öyküsü, Ankara 1993.

VEGH, J.-LAYER, C., Tapis Turcs, Prevenant des Eglises et Collections des Transilvanie, Paris 1925.

YETKİN, Ş., “Osmanlı Saray Halılarından Yeni Örnekler”, Sanat Tarihi Yıllığı, VII, İstanbul 1977, s. 143-165.

YETKİN, Ş., Türk Halı Sanatı, Ankara 1973, Ankara 1991.

YÖRÜK, Ö., “Çanakkale-Ayvacık Yöresi Halıları Üzerine Bir Araştırma”, Kültür ve Sanat, Y. 2, S. 8, Aralık 1990, s. 70-75.


Yüklə 12,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin