ABA Yünden dokunmuş kaba ve kalınca kumaş, hu kumaştan yapılmış giyecek. Şehirlerde, daha çok tarikat mensupları dervişler tarafından kullanılırdıM.Sertoğlu.
ÂBÂDİ Hindistan'da, Devletâbâd şehrinde yapıldığı için bu adla anılan bir cins kalınca kâğıt. Sarı, şeker renginde pembe renklerde olurdu. Sonradan Cinde, Han-balık şehrinde yapılan kâğıda Çin Âbâdîsi denmiştir. Avrupada yapılan taklidine ise Frenk Âbâdîsi adı verilirdi. Asıl Âbâdi, dut ağacından yapılır ve hattatlarca pek makbul tutulurdu. Osmanlılar devlet işlerinde mühim yazılar için bu kâğıdı kullanmışlardırM.Sertoğlu.
ÂBÂNl Üzerine safran sarısı dallar işlenmiş pek açık sarı veya beyaz ince ipsk kumaş. Hindistan'dan, Bağdat ve Halep'den geldiği gibi Bursa ve İstanbul'da da dokunurdu. En fazla sarık için, ikinci derecede de perde, yorgan, başörtüsü ve bohçalarda kullanılırdıM.Sertoğlu.
ABAZA KESİMİ Erzurum Valisi iken II. Osman'ın öldürülmesi üzerine isyan edip cezası verildikten sonra affedilen, fakat 1634 yılında IV. Murad tarafından idam olunan Abaza Mehmet Paşa'nın icat ettiği bir tür giyiniş tarzı. Uzun zaman moda olmuş, sonra bırakılmış ve unutulmuştur.
ABDAL (Bak. Fütüvvet).
ABDÂLÂN-I RÛM (Bak. Gâziyân-ı Rûm)
ABDESTLİK (Bak. Cübbe).
ABDEST ODASI Ağakapısında, Daire-i Hümâyun denilen padişahlara mahsus dairedeki dört odadan biri. Öbürleri Yaldızlı oda, Taht-ı Hümâyun odası ve Maabeyinci ağalar odası idi. (Bak. Ağa-kapısı)M.Sertoğlu.
ACEM DEFTERDARI (Bak. Arap ve Acem deftardarı)M.Sertoğlu.
ACEMİ AĞA Harem ağalarının en küçük derecelisinden bir üstünü (Bak. Harem ağası)M.Sertoğlu.
ACEMİ BEYTÜLMALCİSİ Yeniçeri Ocağında veya sarayda yahut başka hizmetlerde çalışan acemi oğlanları için acemi yayabaşılarından beytülmalci olarak tâyin edilen kimse. Vazifesi ölen acemilerin muhallefat (tereke) bedelini ocak namına almak ve ocak beytülmalcisine teslim etmekti. (Bak. Kara sandık)M.Sertoğlu.
ACEMİ CARİYE (Bak. Gedikli cariye)M.Sertoğlu.
ACEMİ OCAĞI Osmanlılarda yaya kapıkulu askerine kaynak olmak üzere kurulan teşkilat. XIV. Yüzyılda Çandarlı Kara Halil ve Molla Rüstem'in teşebbüs ve çalışmaları üzerine I. Murad zamanında Gelibolu'da kurulmuştur. Ondan önce harbde alınan esirler, kısa bir eğitimden sonra iki akçe gündelik ile yeniçeri olur, sefere giderlerdi. I. Murad zamanında ise, harb esirlerinin önce Çardak ve Lapseki ile Gelibolu arasında işleyen ve süvari askerinin taşınmasına mahsus olup At gemisi diye anılan gemilerde bir akçe gündelikle beş seneden on seneye kadar hizmet ettikten sonra iki akçe gündelikle Yeniçeri olmaları usulü kabul edildi. Daha sonra, bunların Ocağa alınmalarından önce Anadolu'da Türk çiftçisinin yanına verilerek ziraat işlerinde kullanılmaları, bu sırada Türk dilini, Türk - îslâm geleneğini öğrenip benimsemeleri daha uygun görüldü. Buna Türk'e vermek denilirdi. Türk'e verilenler de Acemi Ocağına bağlı sayılırlardı. Böylece ilk kurulan bu ocağa Gelibolu Acemi Ocağı, bunun ağasına Gelibolu Ağası denildi. Harb esirlerinden ordu için asker yetiştirmek daha önce bazı Anadolu beyliklerinde, meselâ Aydın -oğullarında da görülmüştür. Acemi Ocağına alınacak kimseler, harbde ve akınlarda ele geçirilen esirlerden beşte bir beytülmal, yani devlet hazinesi hakkı olarak alınmak suretiyle elde edilirdi. Bu usule Pençik kanunu denilir-id. (Bak. Pençik). Yıldırım Bayezid 1403 yılında Ankara Meydan Muharebesinde Aksak Timur'a yenildikten sonra Osmanlı devleti kısa bir zaman için parçalanmış, fetihler durmuş, esir elde edilemez olmuştu. Bunun üzerine onların yerine Acemi Ocağı için Osmanlı idaresi altındaki memleketlerden Hristiyan asıllı çocukların alınması usulü konuldu. Bunlara ise Devgir-me denirdi. (Bak. Devşirme). Fetihler yeniden başladıktan sonra ise, Acemi Ocağına hem Pençik, hem de Devşirme usulüyle gençler alınması sürdürülmüştür. Gelibolu Ağasının emrinde sekiz çorbacı, yani Acemi Yayabaşısı bulunurdu. Ağalar bir yolsuzlukları görülmedikçe yerlerinden atılmaz, kayd-ı hayat şartıyla (ölünceye kadar) bu vazifeyi görürlerdi. Yeri boşalınca, Acemi Ocağı baş yayabaşısı olan birinci çorbacı Gelibolu Ağası olurdu, İstanbul'un fethinden sonra ise Yeniçeri ocağının ihtiyar yayabaşılarından birisinin Gelibolu Ağalığına getirilmesi kanun oldu. Gelibolu ocağının mevcudu dört, beş yüz kadardı. Bunlardan zamanı gelenler, ihtiyaca göre Yeniçeri Ocağına alınırlar; onların yerlerim ise Türk çiftliklerinde dil ve din bakımından yetiştirilen gençler doldururlardı. İstanbul alındıktan sonra, Fatih tarafından İstanbul Acemi Ocağı kurulmuştur. Gelibolu ocağı da muhafaza edilmiş fakat ehemmiyeti ikinci dereceye düşmüştür. Bu ocağın neferlerine de Acemi Oğlanı veya Torba Oğlanı yahut da Sadi denirdi. Oda diye anılan kışlaları Şehzadebaşı ile Vezneciler arasında ve Yeniçeri eski odalarının yanında olup karşılıklı iki sıra halinde idiler. Bunların biri Ağa odasıyla birlikte on altı oda, yani koğuş olup Kethüda Dairesi ve öbürü on beş oda olup Çavuş Dairesi diye anılırdı. Ağalarına İstanbul Ağası denilirdi. Bunun odası dokuz bölüktü; Ağa Bölüğü diye anılmıştı. Öbür odalar halkınaise Cemaat, birliklerine Bölük yerine Orta, Orta kumandanlarına Çorbacı veya Yaya başı denilirdi. Otuz birinci odanın çorbacısı aynı zamanda Ocağın kâtibi idi. Ağa'dan sonra gelen âmir Kethüda idi. Ceza işlerine ise Meydan Kethüdası veya Meydan Başı bakardı. Kethüda'dan sonra Çavuş, sonra da sıra ile Aşçıbaşı, Ariyeti Çavuş yani çavuş vekili gelirdi. Her ortanın bir Yayabaşısı, her Odanın bir Odabaşısı vardı. Dokuz Ağa Bölüklerindeki en kıdemli acemiye Bölük-başı, hepsinin âmirine ise Baş Bölükbaşı adı verilirdi. Nitekim Yayabaşıların en kıdemlisi de Baş Yayabaşı diye anılırdı. Acemi Çorbacıları terfi ederlerse Yeniçeri Yayabaşısı olurlar veya Kapıkulu süvarilerinden Sipahi Bölüğüne alınırlardı. Acemi Ocağı Ağası ocaktan ayrılırsa kendisine Yaya Beyliği Zeameti verilirdi. (Bak. Zeamet). Acemi Ocağı efradından yaşı küçük olanlar Odalarda hizmet ederler, öbürleri tersanede, imalat yerlerinde, odun ambarlarında, devlet ve hanedana ait inşaatlarında, buz kayıklarında, at gemilerinde, Sekban fırınlarında ve başka çeşitli hizmetlerde kullanılırlardı. Acemi Oğlanları başlangıçta yalnız esir Devşirmelerden olurken zamanla teşkilât bozulmuş, ilk defa 1582 tarihinde IV. Mu-rad zamanında Ağa Çırağı adıyla Acemi Ocağına dışarıdan adam alınmış, sonraları bu, usûl halini almıştır. XVII. yüzyılın başında, ölen Yeniçerilerin çocukları da ocağa alınır oldu; bunlara Kuloğlu denildi. XVII. yüzyılın sonlarına doğru ise, Devşirme usulü tavsamış, fetihler durmuş olduğu için yavaş yavaş şehir halkından da Acemi Ocağına eleman alınmış, zamanla ekseriyeti bunlar teşkil eder olmuştur. Bu hal, sonuna kadar böyle devam etmiş ve Acemi Ocağı Yeniçeri Ocağıyla birlikte 1826 tarihinde kapatılmıştır. (Bak. Vak'a-i Hayriye)M.Sertoğlu.
ACUZE (Bak. Beççe)M.Sertoğlu.
AÇIKLAR AĞASI Tuna nehrinde gidip gelen Üstü açık adlı gemilere bakan ve bunların donatımıyle uğraşan kimseye verilen ad. (Bak. Hafif donanma)M.Sertoğlu.
ADET-1 AĞNAM Koyun ve keçiden alınan bir cins vergidir. Muhtelif eyaletlerde kendi kanunlarına göre koyun veya keçi başına bir veya yarım akçe olarak alınırdı. Başdefterdalığa bağlı Mevkufat ka-lemindeki Ganem (koyun) dairesi bu verginin hesaplarına bakardı. 1820 yılında para biriminin akçe olmasından vazgeçilip bir guruş kırk para itibar edildiği zaman Âdet-i Ağnam koyun başına on para olarak tesbit edilmiş, ancak 1870 yılında malî sıkıntılar yüzünden öbür vergilerle birlikte Âdet-i Ağnam'a da Rumeli bölgesinde kırk para öbür bölgelerde yirmi para zam yapılmıştır. (Bak. Ağnam resmi)M.Sertoğlu.
ÂDET-İ KEMANBAHA (Bak. Yay Parası)M.Sertoğlu.
ÂDET-İ ZERPUL Acemi Oğlanlarına birer akçe gündelikten başka ayda beş akçe olarak verilen papuç parası (Bak. Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.
ADİL KÖŞKÜ (Bak. Kasr-ı Adil)M.Sertoğlu.
AĞA Muhtelif Türk lehçelerinde aka, akay, agay, ağa şeklinde kullanılan bu kelime yerine göre büyükbaba, büyük kardeş, aile büyüğü, efendi mânasına gelmektedir. Osmanlı Devletinde memur ve ulema sınıfı için efendi, beylerbeyi ve daha yüksek memurluktakiler için paşa tabiri kullanıldığı gibi ordu, saray memur ve mensupları için Ağa tabiri kullanılırdı. Yine, halkın ileri gelenlerine, esnaf kethüda ve yiğit basılarına, taşra ayan ve eşrafına da ağa denilirdi. Bey tabiri ise, daha çok asalet manası taşırdıM.Sertoğlu.
AĞABABASI (Bak. Beweban-ı Sofi-yan-ı kule)M.Sertoğlu.
AĞA BAYRAĞI (Bak. Yeniçeri sancakları)M.Sertoğlu.
AĞA BÖLÜĞÜ (Bak. Acemi Ocağı)M.Sertoğlu.
AĞA BÖLÜKLERİ Yeniçeri Ocağı kuruluşta yalnız 101 Cemaat Ortasından ibaretti. (Bak. Cemaat Ortalan). Fâtih devrinde önce Sekbanlar Ocağa katıldı. (Bak. Sekban). Böylelikle Ocakta padişaha daha sadık bir zümre (sınıf) yaratılmak istenmişti, n. Bayezid tahta çıktıktan sonra ise Sekbanların itaatsizliğe ön ayak olmaları üzerine yalnız Devşirmelerden oluşan Ağa Bölükleri kuruldu. Ağa bölükleri 61 tane idi. Bunlar, doğrudan doğruya Yeniçeri Ağasının maiyeti idiler. Kumandanlarına Bölükbaşı denirdi. Bundan başka her bölükte bir Odabaşı, Vekilharç, Bayraktar gibi ikinci derecede olan âmirler vardı. (Bak. Yeniçeri subayları). Kanunî Sultan Süleyman devrinds ağa bölüklerinin önemi artmış, hükümdarların 1. Ağa Bölüğüne yoldaş olmaları geleneği kurulmuşturM.Sertoğlu.
AĞA ÇIRAĞI 1582 tarihinden başlanmak üzere Acemi Ocağına kanunsuz olarak kabul edilenlere verilen ad. (Bak. Acemi ocağı)M.Sertoğlu.
AĞA DİVANI (Bak. Yeniçeri Ağası Divanı)M.Sertoğlu.
AĞA GEDİKLERİ Ağa Kapısında bulunup Yeniçeri Ağasına hizmet eden on dokuz kişilik bir sınıf. Bunlara Serâser Kuşaklılar da denirdi. Buna sebep ise, Ağaya hizmet edenlerle etmiyenleri birbirinden ayırmak için bunların bellerine serâser denilen, baştanbaşa sırma ile dokunmuş çok kıymetli bir kumaştan kuşak sarmalarıdır. Ağa Gediklilerinin birincisi Baş mehter olup Ağanın en yakını ve özel hizmetkârıydı. Ondan sonra İkinci mehter gelirdi ki Ağa Divanının tertip ve tanzimi onun işiydi. (Bak. Yeniçeri Ağası Divanı). Üçüncü mehter'in vazifesi ise, Ağa Kapısındaki imalâthaneye nezaret etmekti. (Bak Ağa Kârhânesi). Bundan sonra Saraç, Çuhadar, Mataracı, Câmedar, Tüfekçi, Bayraktar, Tuğcular, Mumcular ve başkalan... gelirdiM.Sertoğlu.
AĞA İMAMI (Bak. Yeniçeri imamı)M.Sertoğlu.
AĞA KAPISI II. Bayezid devrine kadar Yeniçeri Ağacı, Ocak halkından olurdu, Bu hükümdarın tahta çıkışı sırasında Ocakta görülen itaatsizlikler yüzünden Ocaktan ağa olması usulü bırakılarak ağalar Enderundan çıkar olmuşlardır. (Bak. Yeniçeri ğası). Böylece ağa olanlar Ocakta oturmadıklarından kendilerinin ve maiyetlerinin oturmaları için ayrı daire yapılıp onlara ayrıldı. Bunun yeri, yeniçeri kanunnamesine göre Eski ve Yeni Odaların ortasında ve Divana yakındı. Eski odalar Şehzadeba-şında, yenileri ise Aksarayda ve Divan Topkapı saraymdâ olduğuna göre burası ihtimalki Çarşıkapı, Türbe civarında idi. Lâkin bu eski Ağa Kapısı, son zamanlara kadar bu vazifeyi gören yer değildir. Meşhur Ağa Kapısı ise, Süleymaniye'de Nebatat (bitki) Enstitüsü ile İstanbul Müftülüğünün bulunduğu yerdeydi. Eski Ağa Kapısının bırakılıp burasının ne zamandan beri kullanılmağa başlandığı henüz bilinmiyor. Yalnız, XVII. Yüzyılın başlarında Eski Ağa Kapısının ve bu yüzyılın ortalarına doğru yenisinin kullanıldığı biliniyor. Ocağın ilgasından sonra, yani 1826 tarihinde ise burası Bab-ı Meşihat Şeyhülislâm Kapısı olmuştur. Ağa Kapısında çeşitli dairelerden başka yeniçeri ağalarının aileleriyle beraber oturmaları için bir de harem kısmı vardı. Mevcut daireler ise şunlardı: 1 — Daire-i Hümâyun adlı hükümdarlara mahsus kısım; burada bir yaldızlı oda ile ağa divanına bakan kafesli Taht-ı Hümâyun Odası, Abdest Odası ve Mabeyinci Ağalar Odası vardı. 2 — Tekeli köşk ile bitişiğindeki sofa e yatak odası. 3 — Kış çarşamba dairesi. Burada ocaklı odalar, camekân dairesi, hazine odası, kahve odası, hizmet odaları, geniş bir sofa ve bir hamam vardı. 4 — Yaz çarşamba dairesi. 5 — Divan dairesi. Burada ağa odası, ağa hasekisi odası, gusülhane ve abdesthane vardı. 6 — Silâhtar ağa odası ve cami. 7 — Kul kethüdasının yazlık ve kışlık dairesi, ağa yazıcısı, serdar kâtibi, kethüda kâtibi odasıyla diğer memurların odaları. 8 — Topçu, top arabacıbaşlanyla birinci kethüda, beşinci çavuş, ocak bezirganı odası. 9 — Vekilharç, falakacılar dairesi ve hapishane odaları. 10 — Kethüda, yeri, kâtip efendi odaları ve Akşemseddin makamı. 11 — Kalem odası, şakirt odası, rüus divan odası, divan efendisi odası, kethüda yeri kâtibi odası, karakulak ağa odası, zindan kâtibi odası, orta kâtipleri odası, baş tüfekçi odası, baş yamak ağa odası, baş ağa odası, çaşnigir odası, sarıkçıbaşı odası, silâhtarağa odası, kapı çamaşırcısı odası, mehterbaşı odası, mühürdar odası, emektar koğuşu, mehterler koğuşu, başçuhadar kahve odası. Ağa Kapısında ayrıca bir cami, bir de tâlimyeri ve dışında ise Sakalar kışlası ve Süleymaniye yakınında İmam hanesi diye anılan kadınlara mahsus hapishane vardı. Ağa Kapısı ahşap olduğundan birçok defalar yanmıştır. Bu yangınlar Temmuz 1660, Şubat 1750, 1771, 1782 tarihlerine rastlar. Son defa âdeta yeniden yapılırca-sına tamiri ise II. Mahmut devrinde ve 1820 tarihinde yani ocağın kapatılmasından altı yıl öncedir. Ağa Kapısında, İstanbul'da çıkan yangınları görüp haber vermek üzere, etraftaki binalardan daha yüksek olmak üzere bir de ahşap yangın köşkü vardı. Burada Dideban denen gözcüler daima etrafı gözlerlerdi. Burasının bir ismi de Harik (yangın) köşkü idi. Ocağın kapatılmasından sonra ise 1828 yılında yapılan Bayezid kulesi bu işi görmüştür. Burada hizmet edenlere halk Köşklü den bozma olarak Köşlu derdi. (Bak. Bayezid kulesi Bevvabân-ı Sofiyan-ı Kule)M.Sertoğlu.
AĞA KAPISI ŞAGİRDLERİ Ağa Kapısındaki kalem dairesinde çalışan kâtiplere verilen isim. Bunlar on kişi olup en kıdemlisine Başşagird denirdi. Başları ise Ağa Divanı kâtibi idi. Bu daire, Kanunî devrinde kurulmuştur. Bunların vazifesi maaş defterlerinin birer nüshasını tutmak ve ulufeden ulufeye yenilemek, acemi ocağına girenlerin defterlerini muhafaza etmek, Memhur denilen ağa tezkerelerini yazmak, ocağa hitaben çıkan ferman ve buyrultuların kaydını tutmak gibi işlerdi. AĞA KÂRHANESİ: Yeniçeri Ağasına bağlı, bir kısmı Ağa Kapısında, bir kısmı dışarıda bulunan imalâthanelerdir. Burada ehl-i hiref denilen sanatkârlar bulunurdu. Âmirleri kethüda yeri olup kendilerine Üçüncü Mehter nezaret ederdi. (Bak. Ağa gediklileri). Bu sanatkârların başhca-Ları şunlardı: 1 — Ağa Kapısında bulunanlar: Saraç, çizmeci, çadırcı, aşçı, ekmekçi, gazzaz (yani ipekçi veya ibrişim bükücü), kuyumcu, berber, doğramacı. 2 — Ağa Kapısı dışında bulunanlar: Demirci, terzi, çamaşırcı, cerrah, cebeci (yani silâh yapan veya tamir eden), hallaç, semerci, saka, seyis, şamdancı, kırbacı, kazancı, teğeltici( yani hayvanın sırtına, eğerin altına konulan keçeyi yapan), kapıcı, köşk bekçisi, mutemet, kilerci, karcı, keçeci, mumcu, nalband, meşkçi yaycı. Sanatkârlar arasında ustalar berber-başı, kuyumcubaşı, çadırcıbaşı... diye anılırlardı. Ustalar terfi ederlerse bölükbaşı . olurlardı. Yalnız, ekmekçibaşı terfi ederse ölünceye kadar kalmak şartiyle sekbanlar fırınına ekmekçibaşı olurdu. (Bak. Fodla fırını)M.Sertoğlu.
AĞA MEKTUBU (Bak. Devşirme)M.Sertoğlu.
AĞA PAŞA Vezir rütbesi verilen yeniçeri ağalarının ünvanı. (Bak. Yeniçeri Ağası)M.Sertoğlu.
AĞIL RESMİ Koyun sürülerinden alınan bir nevi vergi. Her üç yüz koyun için yılda beş akçe alınırdı; bir adı da çift parası idiM.Sertoğlu.
AĞIR ZEAMET Yıllık geliri ellibin akçenin üstünde olan dirlik. (Bak. Zeamet)M.Sertoğlu.
AĞNAM RESMİ Koyun ve keçilerden alınan ve rüsum-u örfiyenin tekâlif cinsinden olan çeşitli vergiler olup şunlardan ibaretti: 1 — Adet-i ağnam. (Bak. Âdet-i ağnam). 2 — Ağıl resmi. (Bak. Ağıl resmi). 3 — Ondalık: yalnız Rumelindeki hayvanlardan alınan onda bir nispetindeki vergi.. Mal veya para olarak alınırdı. 4 — Toprak bastı parası, selâmet akçesi, geçit resmi, taşrada geçit ve derbentlerde, İstanbulda iskelelerde sürülerden alınan vergi. 5 — Bâc-ı ağnam: Pazar yerlerinde satılan koyun ve keçiden alınan vergi. 6 — Otlak, yaylak ve kışlak resmi. Otlağa, yaylağa çıkan ve kışlağa inen sürülerden alınan vergi. 7 — Şercin, Dercin, Mürdebacı. (Bu maddelere bak). Ve mezbahada kesilen hayvanlardan alınan zebhiye (kesim) res mi, Bu vergilerden ondalık hariç olmak üzere, diğerleri belli bir tarifeye bağlı olmayıp mahallî geleneklere göre alınırdı. Ağnam vergisi Tanzimat'tan, yani 1839 tarihinden sonra kaldırılmıştırM.Sertoğlu.
AHAR Eskiden imal olunan kâğıtlar şimdiki kadar cilâlı yapılmazdı. Sebebi ise bunu kullanacak olanların kendi istedikleri gibi cilâlıyabilmeleri idi. İşte bu cilalama işi Ahar ve Mühre ile olurdu. Ahar, kâğıdın yüzüne sürülen özel bir maddedir. Bu da maksada göre kâğıdın bir veya iki tarafına, ince veya kalın olarak sürülürdü. Ahar, türlü maddelerden yapılırdı. Nişasta, yumurta akı, nisadır, kitre, tutkal, arap zamkı, üstübeç bunların başlı-calarıydı. Bunlar ya teker teker veya karışık olarak kullanılır, bazan da birkaç cins üstüste sürülürdü. En iyisi bunları sıcak suda eritmek ve sonra kâğıdı içinde daldırıp, yahut süngerle üstüne sürüp kurutmaktı. Kâğıt böylece aharlanmış olurdu. Mühre ise, sert bir cisimle kâğıdın üzerini parlatmaktı. Bu sert cisim billur, balık dişi, fil dişi, kaygan taş gibi şeylerdi. Bunlar, yuvarlak hale. getirilir, çoğu zaman bir sapa bağlanıp kâğıt düz bir yere, meselâ parlak somaki veya mermer üzerine koyularak bununla cilâlanırdı. Gerektiği gibi aharlanmış ve mühre-lenmiş bir kâğıt yüzlerce sene bozulmadan durur, her türlü şartlara göre, başka kâğıtlarla ölçüîmiyecek kadar fazla dayanır. Arşivlerimizde altı, yedi yüz sa-nelik vesikaların dün yazılmış gibi yeni bir halde durması ve yüzlerce sene böyle durmağa elverişli oluşları iyi ahar ve mühre görmüş olmalarındandır. Bunun bir faydası da, yanlış yazılan bir yazının aharlı ve mühreli kâğıttan kolaylıkla ve hiç iz bırakmadan silinip yerine doğrusunun yazılabilmesidir. Eskiden en başarılı ahar ve mühre Türk üstadları tarafından İstanbulda yapılırdı. Bu sanat bugün bile ölmüş değildir. Birçok meraklıları tarafından yapılmakta ve onların himmeti ile yaşamaktadırM.Sertoğlu.
AHİ (Bak. Fütüvvet)M.Sertoğlu.
AHİDNÂME Osmanlı Devleti zamanında yabancı bir devletle yapılan her türlü yazılı anlaşmalara verilen ad. Türklere zamanla ve yavaş yavaş yükletilen Kapitülâsyonlar, ilk zamanlarda fermanlarla lütuf olarak bahşedilen bâzı imtiyazlardan ibaret iken, yenik çıkılan harblerin sonunda böyle ahidnâmelerle bir taahhüt şekline sokulmuştur. Osmanlı ahidnâmeleri yedi temel üzerine tertibolunurdu. l — Allahütealâya hamd, 2 — Hazreti Peygambere salât ve selâm, 3 — Ahdin, yani verilen sözün, büyüklüğü ve önemi, 4 — Ahidnâmeye aykırı hareketlerden çekinilmesi, 5 — Ahidnâmenin aslını ve önemini açıklama, 6 — Ahidde durmanın lüzumu, ve aksini yapmaktan sakınma, 7 — Ahde sadık kalmak için Cenabı Haktan dilek ve niyazda bulunma. Ahidnâme, hangi devletle aktediliyorsa, bir nüshası da o devletin diliyle yazılırdıM.Sertoğlu.
AHİYAN-I RÛM (Bak. Gaziyan-ı Rûm)M.Sertoğlu.
AHKÂM DEFTERÎ Divanı Hümâyundan çıkan hükümlerin kaydına mahsus-olan defterlere genel olarak verilen ad. Padişah adına hazırlanan bu hükümlere ferman da denirdi. (Bak. Ferman). Hükümler, cinslerine göre çeşitli defterler* yazılırdı. Bunların başlıcaları ahkâm-ı mühimme, ahkâm-ı şikâyet, ahkâm-ı rüus ve tahvil olup divan sicillerinin bir kısmını teşkil ederlerdi. (Bak. Divan sicilleri). Malî meselelere ait hükümler ise ahkâm-ı maliye diye anılır ve bunlar defterdarlık kanalıyla çıkarılırdı. Ahkâm defterlerinin bir kısmı zamanımıza kadar gelmiş olup Başbakanlık arşivinde korunmaktadırlarM.Sertoğlu.
AHKÂM KÂTİPLERİ (Bak. Divan-ı Hümayun kâtipleri)M.Sertoğlu.
AHMEDİYE Yeniçeri ocağı ilga edildikten sonra bu zümrenin kışlaları olan Yeni ve Eski odalar yıkılmış, eski odaların bulunduğu yere Sultan Mahmut tarafından Fevziye ve yeni odaların bulunduğu yere ise Ahmedîye ada verilmişti. (Bak. Eski odalar, Yeni odalar)M.Sertoğlu.
AHMEDİYE m. Ahmet zamanında dokunan bir cins döşemelik kumaş. (Bak. Çatma)M.Sertoğlu.
AİDE Bir kimsenin geçimini sağlayan gelir veya maaş. Avâid bunun çoğul şeklidirM.Sertoğlu.
AKAĞALAR Osmanlı sarayında çalıştırılan hadımağalarmın bir sınıfı. Ha-dımağalardan zenci veya habeş olanlar daha çok Harem ağalan diye anılırlar, beyaz ırktan olanlara ise Ak ağalar veya Ak hadımlar denirdi. (Bak. Harem ağaları). Akağaların başı Kapı Ağası veya Ba-bfisaade Ağası diye anılırdı. Kendisi, Sarayın üçüncü kapısı olan Babüssaadenin muhafızı olan Akağaların âmiri olduğu gibi XVI. Yüzyılın sonlarına kadar Harem kısmı dahil olmak üzere sarayın en büyük şefi idi ve Darüssade Ağalığı da üzerinde bulunuyordu. (Bak. Kızlarağası). Ondan sonra gelenler sıra ile Hasodabaşı, Hazi-nedarbaşı, Kilercibaşı, Saray Ağası ve Saray Kethüdasıydı. Saray Kethüdasından sonra ise Köşebaşı, Başeski Ağa ve iki özengi Ağası gelirdi. Kapı Ağası ile Hasodabaşı, Kilerci Başı ve Saray Ağası padişaha doğrudan doğruya dileklerini söyleyebilen Arz Ağalarındandılar. Bununla beraber, bu vazifeyi hepsinin adına Kapı Ağasının yapması kanundu. Kapı Ağası, Babüssaade'nin yanında bulunan bir odada otururdu. Akağaiardan miftan, (Anahtar) peşkir, ibrik ve şerbet gulâmı adlı maiyeti vardı. 1587 yılına kadar dışarıda sadrazam ne ise, saray içinde Kapıağası o idi. Lâkin bu tarihte Kızlar Ağalığı vazifesi, yani Darüssaade Ağalığı hizmsti kendilerinden alınarak siyah hadımlara verildi ve ilk defa Habeşi Mehmet Ağa bu şekilde Kızlar Ağası oldu. Dokuz sene sonra onun ölümünde yerine geçenler bu vazifeyi gereği gibi yapamadıklarından Kızlar Ağalığı yine Akağala-ra geçmiş, lâkin 1594 senesinde ve bu sefer kesin ve son olarak yine siyahilere verilmiştir. Kapıağalarmın geniş yetkileri sonraları büsbütün daraltılmış ve XVIII. Yüzyılda, III. Ahmet zamanında bu padişahın emriyle saray amirliği Akağaiardan alınarak silâhdarlara verilmiştir. (Bak. Silâhtar). XVII. Yüzyılın ortalarında Akağaların derecesi Kapıağası, Hazinedar Başı, Saray Ağası, Saray Kethüdası, XVII. Yüzyıl başlarında ise, Kapıağası, Saray Ağası, Saray Kethüdası, Başkapı Gulâmı, İkinci Kapı Gulâmı şeklindeydi. Bunlar incelenince, Hasodabaşı, Hazine-darbaşı, Kilercibaşınm ancak hadımlardan oldukları zaman bu hiyerarşiye uydukları anlaşılmaktadır; Akağalar, ya doğuştan hadım olanlardan veya sonradan hadım edilenlerden seçilirlerdi. Bunların asıl hizmeti üçüncü kapının korunması ve sarayların temiz tu-tulmasıydı. Bir Akağa uzun zaman hizmet ettikten sonra Eski sayılırdı. Eski'-lerden biri lâyık görülürse Kapıağasının maiyetinde bir vazifeye alınırdı. Bundan sonra Üzengi Ağası, Başeskiağa olurdu. Başeskiağa terfi ederse Saray Kethüdah-ğına yükselirdi. XVIII. Yüzyıl başlarında ise araya ikinci Kapı Gulâmı ve Başkapı Gulâmı dereceleri girmiş, bu yüzyılın sonlarında Başkapı Gulâmlığından sonra Küçükoda veya Hane-i Sagir Kethüdalığı do-recesi eklenmiştir. Kapıağası terfi ile taşra hizmetine çıkarsa kendisine vezirlik rütbesi ve çoğu zaman Mısır valiliği verilirdi, içlerinde Sadrazamlığa kadar yükselenler vardır. II. Bayezid devrindeki Hadım Ali Paşa, Yavuz Sultan Selim devrindeki Hadım Sinan Paşa, Kanunî Sultan Süleyman devrindeki Hadım Süleyman Paşa, IV. Sultan Murad devrindeki Hadım Gürcü Mehmet Paşa bunlardandır. Kapıağaları başlarına selimi kavuk. üstlerine serâser kumaş kaplı samur kürk giyerlerdi. Dereceleri vezirlerle eşit idi. Emirleri altında yetmiş kadar cami bulunur, bunların evkafına ait gelir fazlasını mütevelliler kendilerine teslim eder, onlar da padişaha takdim ederlerdi. XVI. Yüzyılda 90 akçe gündelikleri, yılda 3000 akçe kuşak bedelleri ve 18.0000 akçe para gelirleri vardıM.Sertoğlu.
AKAĞALAR KAPISI (Bak. Bâbüssaa-de)M.Sertoğlu.
AK ALEM (Bak. Saltanat sancakları)M.Sertoğlu.
AKBAYRAK AĞASI Sol Ulûfecile ağasına verilen bir isim. (Bak. Sol ulûfeciler, Kapıkulu süvarileri)M.Sertoğlu.
AK BÖRK (Bak. Börk)M.Sertoğlu.
AKÇE Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından 1687 yılına kadar bu devlette kullanılan para birimi Rumca Aspro kelimesinin Türkçeye aktarılmış şeklidir. İlk Osmanlı akçesi 1327 yılında Bursa'-da Orhan Gazi tarafından kestirilmiştir. Osmanlı akçesinin ağırlık bakımından ne Selçuklu, ne de başka islâm devletleri paralarıyla münasebeti yoktur. 90 ayar gü müşten olarak ilk kesildiği zaman ağırlığı, on allı kırat, bir dirhem ve bir dirhem 3,2075 pram hesabiyle 5,75 kırat, yani bir miskalin dörtte biri ve net olarak 1,1526953125 gramdı. Bugün, Orhan Beyin akçeleri elde bulunduğu için tartılarak 5,75 kırat oldukları ve bazı klâsik kaynakların bildirdiği gibi, şer'î veya örf! dirhemin dörtte biri, yani 3,40 veya 4 kırat olmadıkları açıkça anlaşılmıştır. Ak-çe'nin ağırlığı zamanla değişmiş, Fâtih devrinde önce 5,25 kırata inmiş, sonra yine inerek 4, Kanunî zamanında 3,75, 3,50, 2,75 ve 2,50 kırata kadar düşmüş, sonunda yüz dirhem gümüşten beş yüz akçe kesilerek değişmez bir hale sokulmuştur. II. Bayezid devrinde ise ilk defa ayarı 85 ve sonraları daha aşağıya inmiş, XVII. Yüzyılda ise büsbütün bozulmuştur. Altınla karşılaştırılırca, ilk defa olarak Fâtih'in kestirdiği Osmanlı altını Orhan Gazi'nin akçesiyle on akçe ediyordu. Bu altın bugünkü altının yarı ağırlığmdaydı. II. Ba-yezid'in altınları 54, Yavuz'un ve Kanu-nî'nin altınları 60, II. Selim'in 63 akçeydiler. III Murad devrinde akçe yeniden düşmeğe başlamış, Sultan Süleyman yüz dirhem gümüşten beş yüz akçe kesilmesini kanun haline getirmişken yüz dirhem gümüşten iki bin akçe kesilir olmuş ve bir dirhem gümüş 12 akçeye kadar fırlamış, altın 120 akçeye, 45 akçe olan kuruş (Bak. Kuruş) 80 akçeye çıkmıştı. IV. Murad zamanında 250 akçeye kadar fırlamış, 40 olan altın için 120 ve kuruş için 80 akçe resmen geçer fiyat kabul edilmiş, altın ve kuruşun daha fazlaya satılması yasaklanmış, lâkin akçenin bu kıymeti güçlükle korunabilmiştir. Zaman zaman devlet bile piyasaya daha düşük ayarlı para sürmeğe mecbur kalmış, bu yüzden altın ve buna müsavi olarak ihtiyaç maddesi fiyatları durmadan yükselmiş, bir ara çarşı ve pazar esnafı devletin askere ulufe (maaş) olarak verdiği akçeyi, ayarı çok düşük olduğu için, alışverişte kabul etmez olmuş, bu hal birçok kavgalara ve sonunda ayaklanmalara yol açmıştır. İlk akçelerde tarih yoktu; bir tarafında şahadet kelimesi ile dört halifenin adları, öbür tarafında hükümdarın adı vardı. Yıldırım Bayezid zamanında akçelere tarih kondu. Aksak Timur'un Osmanlı Beyliğini parçalamasından sonra Çelebi Mehmet 1404 yılında' Bursa'da bastırdığı paralara kendi adıyla birlikte Timur'un adını da koydurmuş ve böylelikle onun egemenliğini tanımıştı. On sene sonra, Osmanlı birliğini ve istiklâlini yeniden kurmayı başardığı zaman ise, sikkelerinden Timur'un adı kalkmıştı. Aynı zamanda bu vakte kadar akçelerde hiçbir unvan yokken Çelebi Mehmet, admı Sultan Ibn-i Sultan Mehmst İbn-i Bayezid Han. şeklinde yazdırarak Sultan ve Han tâbirlerini kullandı ve Halldemülkehu, Halled Allahe mülkehu duasını da İzzu Nasruhu şekline çevirdi. Akçenin bölümlerinden olan bakır mangır ise ilk defa Fâtih devrinde kesilmiş ve sekiz mangır bir akçe sayılmıştır. IV. Murad zamanında beş kırattan biraz daha fazla ağırlıkta olan para adlı bir sikke basılmış ve ilk defa olarak II. Osman zamanında Onluk akçe adıyla devrin on akçesi değerinde, yani on beş kırat ağırlığında bir sikke kesilmiştir. Onluk .akçe halk tarafından ayarı değişmez olduğu için makbul tutulmuş ve o zaman Darphane Emini bulunan Bekir efendinin adıyla Bekir Efendi akçesi diye anılmıştırM.Sertoğlu.
AK HADIM (Bak. Akağaları)M.Sertoğlu.
Dostları ilə paylaş: |