Abdal (Bak. Fütüvvet)



Yüklə 2,51 Mb.
səhifə8/52
tarix27.12.2018
ölçüsü2,51 Mb.
#86799
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52


BOSNA EYALETİ (Bak. Bosna)M.Sertoğlu.

BOSTANCI OCAĞI Osmanlı saraylarının içinde ve dışında hükümdarlara ait bağ, bahçe ve bostanlara bakan ve sarayın diğer bazı hizmetlerinde ve bu arada Padişaha ait kayıklarda kullanılan bir sınıf hizmet ehlinin mensup olduğu Ocak. Buraya devşirmeden gelen Acemi Oğlanları, ya doğrudan doğruya veya bir müddet Türk çiftçisi yanında kalıp Türk-İs-lâm kültür ve ananesiyle yetiştikten sonra alınırlardı. Acemilerden Bostancı olacakları Bostancıbaşı seçer ve bunların gürbüz ve yakışıklı kimselerden, mümkünse Bosna bölgesi halkından olmasına dikkat olunurdu. Bu ocakta hizmet edenler, dış hizmetlere çıktıkları vakit yükselmiş oldukları derecelere göre Yeniçeri, Kapıkulu süvarisi veya Hünkâr Müteferrikası olurlardı. Bazan tersane hizmetine de verildikleri olurdu. Bu çıkışlarda Bostancılara Silâhbaha adıyla bir miktar para ve Süvari Ocaklarına çıkanlara birer at verilirdi. Bostancı Ocağına giren Acemilerin bir kısmı sarayın içinde bir kısmı sarayın dışında bulunan bahçe ve bostanlara dağıtılırdı. Bu Acemiler bellerine beylik çuha sararlardı. Bir derece yükselenler Akdizge ile, bir .derece daha yükselenler Sarıdiz'ge, dördüncü derecedekiler Uskumru denilen Londra kumaşı, beşinci sınıfta bulunanlar Bez, altıncılar beyaz gemle, yedinciler Kara bez, sekizinciler Kırmızı Makdem, dokuzuncular ise Yeşil Makdem kuşanırlardı. Böylece Bostancılar dokuz derece idiler. Dokuzuncuların kıdemlisi terfi ederse Hamlacı olur, yani Padişahın ve diğer saray erkânının kayıklarında kürek çekerdi. Hamlacı yükselirse Bostancı Hasekisi ve o terfi ederse Bostancı Kethüdası olurdu. / Bahçe ve bostan iğlerine bakan Bostancılar Has Bahçe ve Hassa Bostancılar olmak üzere iki kısımdı. Yirmi bölük olan Has bahçe erleri saraydaki Has bahçeye bakarlardı. Öbürleri ise saray dışındaki bahçe ve bostanlarda çalışırlar, Usta adlı âmirlerin nezareti altında 15-100 kişilik birlikler halinde bulunurlardı. Saray dı-gında bulunan bu bahçe ve bostanlara Hâdâik-i Hassa denirdi. (Bak. Hadâik-i Hassa). Bir kısmı ise Yalı köşkü, Sepetçiler köşkü, Kayıkhane, Balıkhane, Otluk kapı, Soğuk çeşme, Heybeci, Bamyacı, Kuşhane, Gülhane, incili köşk, Dolap, Değirmen, Mezbelekeş (yani çöpçü), Tulumbacı ilh.. Ocaklarında çalışırlardı. Bostancıların asıl kışlası Has bahçe'de idi; bir de camileri vardı. Bostancıbaşmın dairesi ise Yalı köşkü tarafındaydı. Yine Bostancı Hasekileri koğuşu ve Bostancı fırını ve hamamı da buradaydı. / Bostancı Ocağının en büyük âmiri Bos-tancıbaşı idi. Sarayda yalnız bunun sakal bırakmasına müsaade edilirdi. İstanbul civarındaki Marmara, Karadeniz ve Haliç kıyılarının inzibat ve muhafazasından Bostancıbaşı sorumlu idi. Padişah kayıkla bir yere gitse, dümeni Bostancıbasımn tutması kanundu. Yine, hükümdar saray bahçesini gezerken yanında bulunurdu. Bu suretle Padişahın birinci derece yakınla-rındandı. İstanbul civarındaki ormanların teftişi, kara ve deniz avları da onun ne-zaretindeydi. Devlet ricalinden biri saray içinde idam olunsa buna Bostancıbaşı memur edildiği gibi, Sadrıâzam ve Vezirlerin azil ve sürgünleri onun aracılığı ile olurdu. Bostancı fırınının yanındaki fırın hapishanesine hapsedilen devlet ricaline onun nezaretinde işkence yapılırdı. Bostancıbaşı hiçbir zaman halkın yanına çıkmaz, bayramlarda Sadrıâzam'ı tebrik için bile gece giderdi. Bostancıbaşıların mutlaka kendi ocaklarından gelmeleri kanundu. Saraydan terfi ile dış hizmete çıkarlarsa Beğlerbeği veya Vezir olurlardı. Terfi ederek çıkmazlarsa yolları Kapıcıbaşı-lık veya Sancak Bsğliği idi. Bu sancak ekseriya Gelibolu olurdu. Bazan Bostancıbaşı bulundukları halde kendilerine Beğ-lerbeğilik payesi verilirdi. / Hamlacılıktan terfi edip Haseki olanlardan on ikisi Padişah tebdil gezerken beraber bulunurlardı. Bunlara Tebdil Hasekileri denirdi. Hasekilerin başı olan Baş-haseki Ağa terfi ederse Bostancıbaşı our-du. Bununla beraber, Başhaseki, derece bakımından Bostancı Kethüdasından aşağı idi. Kethüda Ağa, Ocağın bütün işlerini yürüten âmirdi. XVII. Yüzyılın sonlarına kadar, terfi ederlerse bunlar Bostancıbaşı olurlardı. Başhasekiden sonra bazan Baş-hamlacı, bazan Tebdil Başhasekisi, bazan ise Kozbekçibaşı gelirdi. (Bak. Koz-bekçibaşı). Bunun gibi, Bostancı kışlasının âmiri ve Bostancıbasımn hükümetteki Kapı Kethüdası,, yani temsilcisi olan Bostancılar Odabaşısıyla, Bostancıbasımn habercisi olan Bostancı Karakulağı ile Sadrâzamla Hükümdar arasında haberleşme vasıtası olan Vezir Karakulağı'nın Başhaseki'den sonra geldiği olurdu. Yani, âmirlerin sırası biraz karışık olur ve şahısîarıyla Padişahların arzusuna göre değişirdi. Bundan başka, âmir olarak dört tane de muteber Baltacı vardı. / Asâkir-i Mansure teşkilâtından sonra Bostancı Ocağının düzeni değiştirilmiş ve yeni bir düzene sokulmuştur. (Bak. Yeni Bostancı Ocağı)M.Sertoğlu.

BOSTANİYAN-I HASSA NEZARETİ Bak. Yeni Bostancı Ocağı)M.Sertoğlu.

BOŞNAK Peçenek kelimesinin zamanla aldığı şekil. (Bak. Bosna)M.Sertoğlu.

BOZAHÂNE Eskiden insanı şarap gibi sarhoş eden fazla ekşimiş ve afyon karıştırılmış bozanın içildiği yer. Meyhaneler kapatılıp yıktırıldıkça aynı muameleye bunlar da uğrarlardı. XIX. Yüzyıla doğru bunlar da ortadan kalkmışlardırM.Sertoğlu.

BOYAR Romen asilzadelerine verilen isimM.Sertoğlu.

BOYUNDURUK HAKKI (Bak. Resm-i Dönüm)M.Sertoğlu.

BOZDOĞAN Başı topuzlu çomak olup Yeniçeriler arasında atlı Zağarcılar, atlı Sekbanlar ile Ocağın büyük zabitleri ve Yayabaşı, Bölükbaşı, Odabaşılar tarafından kullanılan bir silâhtı. Atların eğerlerinde asılı dururduM.Sertoğlu.

BOZMA Kapıkulu Süvarileri çoğu zaman devlet merkezinde bulunmadıklarından üç aylık ulufeleri çıktıkça İstanbul'da bulunan bir subayları veya arkadaşları onlar adına parayı alırlar, buna karşılık kendilerine bir hisse çıkarırlardı. Eğer ulufe zamanından önce askere para lâzım olursa yine bunlar maaşlarını kırarlardı. Bu kırdırma muamelesine Bozma ve maaşı kırana ise Salıcı denirdiM.Sertoğlu.

BÖĞÜRDELEN Tuna'nm kollarından Sava'nın sağ kıyısında ve Belgrad'ın batısında bir kaledir. Macarların Szabacs adını verdikleri bu yer Osmanlı belgelerinde Sabac - Şabac - Sapaç - Şapaç şeklinde de görülür. / Belgrad'ın elde tutulmasında ve o bölgeye hâkim olmakta önemli rolü olması dolayısıyla, bu mevki eskiden beri tahkim edilmiştir. / Osmanlılar, Fâtih Sultan Mehmed zamanında ve daha önce Böğürdelen'i birçok defalar ele geçirmişler ve tekrar Ma-carlara kaptırmışlardır. Kanuni Sultan Süleyman Belgrad kuşatmasından önceki günlerde burayı aldı ve İlk fethettiğim kaledir diye genişletilmesini ve bir iç kale yapılmasını emretti. (1521). / İkinci Viyana bogunundan (1683) sonra, Balkanlara kadar giren müttefikler bir aralık Belgrad ve Böğürdeleni de aldılar. Fazıl Mustafa Paşa'nın başarılı hareketlerinde tekrar Osmanlı ülkesine katıldı ve Karlofça (1699) sulhünde devletin sınırları içinde kaldı. Pasarofça (1718) andlaş-masında Belgradla birlikte Avusturyalılara geçti. Fakat sonraki başarılı savaşın, Belgrad (1739) sulhünde, yine Belgrad'la birlikte Osmanlı topraklarına alındı. Sırbistan istikâlini kazanıncaya kadar bu durumda idiM.Sertoğlu.

BÖLÜK Osmanlılar devrinde belli hizmet sahiplerinin teşkil ettikleri birliklere bu isim verilmiştir.Bunların en önemlisi ise Yeniçeri Ocağındaki Ağabölükle-ri'dir. (Bak. Ağa bölükleri). Bundan sonra Kapıkulu Süvari Ocaklarındaki bölükler gelir. (Bak. Kapıkulu Süvari Ocakları). Bunun gibi muhtelif deniz ve kara birliklerinde ve milis askerleriyle kapı halkında bölük teşkilâtı vardı ki, herbiri kendi maddesinde anlatılmıştır. Bölük kumandanlarına Bölükbaşı denirdi. Ağa bölükba-şıları atlı olup Kanuni devrinde gündelikleri 9 akçe iken sonraları 12 akçeye kadar çıkmıştır. Tımara çıkarlarsa ilk zamanlar sekiz bin, sonraları onbeş bin akçe Dirlik verilirdi. Başlıkları Eörk olmayıp^ tepesi öne eğik ve kıymetli taşlarsa süslü Keçe külahtı. Buna süpürge sorguç takarlardı. Dolamalarının üstüne göğsünden boğazına kadar düğmeli, alt tarafı açık, pek geniş yenli, yine geniş ve devrik yakalı, yanlarında cep gibi yırtmaçları bulunan ipek mintan, ayaklarına zarif kop-çah ayakkabı giyerlerdi. Bölükbaşıların en kıdemlisine Başbölükbaşı denirdi. (Bak. Başbölükbaşı)M.Sertoğlu.

BÖLÜKAĞASI Altı Kapıkulu Süvarisi Bölüğünün herbirinin âmirine verilen isim. (Bak. Kapıkulu Süvarileri). Bu bölüklerin her biri yine başka bölüklere ay-lırır, bunların âmirine ise Bölükbaşı denirdiM.Sertoğlu.

BÖLÜKÂT-I ERBAA Kapıkulu Süvari Bölüklerinin son dördüne verilen isim. (Bak. Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.

BÖLÜKBAŞI (Bak. Bölük)M.Sertoğlu.

BÖLÜK ÇORBACISI (Bak. Çorbacı)M.Sertoğlu.

BÖLÜĞE ÇIKMAK Saray, Yeniçeri Ocağı vesair hizmetlerde bulunanların Kapıkulu Süvari Bölüklerine verilmesi mânasına gelen bir tâbir. (Bak Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.

BÖLÜK HALICI Kapıkulu Süvarilerine verilen isimM.Sertoğlu.

BÖLÜK KETHÜDASI Kapıkulu Süvari Bölüklerinin her bölük ağasından sonra gelen âmir. Kendisinden sonra ise sıra ile Kethüda yeri, Başçavuş ve Çavuş gelirdi. (Bak. Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.

BÖLÜKLÜLER Ağa Bölüklerine kayıtlı olanlar, Kapıkulu Süvarileri. (Bak. Ağa Bölükleri, Kapıkulu Süvarileri)M.Sertoğlu.

BÖLÜKSÜZ REİS (Bak. Bahriye Azablan)M.Sertoğlu.

BÖRK Beyaz keçeden yapılma bir cins başlık. Aslında Ahilere ait olup Sultan Orhan zamanından beri Osmanlı Ordu'sunda kullanılmış ve Yıldırım Bayazid devrinden bağlamak üzere Türk Ordusunun yaya bölümü olan Yeniçeriler tarafından resmî başlık olarak giyilmiştir. Bunun bir adı da Yeniçeri keçesi'dir. Yüksekliği kırk beş santimdir; bundan sonra arkaya devrilen ve omuzlara kadar inen kısmına yatırma denirdi. Bork'ün basa girecek ağzında üç dört parmak eninde gümüş veya altın işlemeli bir zırh, arkaya devrilecek yerinde de bir demir çember vardı. Ün kısmında ise gümüşten veya başka bir madenden yapılmış yuvarlak ve yünlük diye anılan kaşıklık bulunurdu. Subaylar buraya sorguç takarlardı. Bu yüzden bir adı da tüylüktü. Bak. Horasanî, Üsküf)M.Sertoğlu.

BRİK Tek ambarlı, iki direkli, yarım armalı en hızlı yelkenli harb gemisiM.Sertoğlu.

BUCAK Sarayda, Padişah çocuklarının yaşadığı daireM.Sertoğlu.

BUCAK Basarabyamn ismail, Kohûl, Akkirman, Bsnder vilâyetlerini içine alan güney kısmı. XV. Yüzyılın sonlarında Boğ-dan'dan ayrılarak Türk idaresi altında kalmıştır. (Bak. Basarabya)M.Sertoğlu.

BUCUKÇU Osmanlı Hükümdarlarının alayla camie çıktıkları sırada fıkaraya Padişahın vereceği sadakayı dağıtan kimseler. Bunlar, Silâhdar Bölüğünden olurlardı. (Bak. Silâhdar)M.Sertoğlu.

BUDİM (Bak. Budin)M.Sertoğlu.

BUDİN Osmanlı İmparatorluğunun Macaristan'daki başlıca eyaleti ve bu eyaletin merkezi olan şehir ki şimdiki Budapeşte'nin Tuna nehrinin kuzeyinde kalan kısmını teşkil eder. Türkler tarafından Bedun, Budun, Budim, Budum isimleriyle de anılmıştır. Budin, Mohaç meydan muharebesinden sonra 1526 da Kanuni tarafından zaptolunmuştur. Kanuni, önce burasını sadece himaye ederek krallığın devamına müsaade etmişse de 1541 den sonra bir eyalet haline konmuş ve Beğlerbeğilik olarak idare edilmiştir. Budin'in Türklerin elinden çıkışı Avcı diye anılan IV. Mehmcd zamanında, 1686 yılında olmuştur. Dük do Loren komutasındaki doksan bin kişilik Haçlı ordusuna karşı Abdi Paşa kaleyi on altı bin Türk askeriyle parlak bir şekilde müdafaa etmiş, teslim tekliflerini reddederek kahramanca şehit oluncaya kadar dövüş-müştür. Türkler zamanında Budin'in nüfusu elli altı bin kadardı; Tuna'ya hâkim tepelerde bir kalesi, kıyıda surla çevrili şehri ve güneyde bir varoşu vardı. Kıyıdan köprü ile Peşte'ye bağlı idi. Yalnız şehir bölümünde yirmi iki cami, on altı mescit ve birçok medreseleri bulunuyordu. (Bak. Peşte)M.Sertoğlu.

BUDlN, EĞRİ, KANİJE EYÂLETLERİ Banlar Osmanlı imparatorluğunun Rumeli tarafındaki üç önemli eyâleti idi. On yedi Sancaktan meydana gelirdi. Zeamet ve Tımarlıları iki bin sekiz yüz altmış dört kılıçtı. Sefer zamanlarında Cebelileri ile birlikte on bir bin kişilik bir kuvvet olurlardı. Bundan başka ulûfeli Yerli kulu askeri de vardı (Bak. Gönüllü). Sancakları şunlardı: Budin, Estergon, Si-getvar, İstoni Belgrad, Seçen, Npvigrad, Peçuy, Seksar, Sekuçay (veya Mohaç), Sirem, Semendre, Hatvan, Solnok, Sege-din Simontorna, Kopan, PojegaM.Sertoğlu.

BUDUM, BUDUN (Bak. Budin)M.Sertoğlu.

BUGAT Asi ve çapulcu mânasına bağl kelimesinin çoğulu. Hükümete sebepsiz olarak isyan edip eşkiyalıkla meşgul olan kimselere denirdiM.Sertoğlu.

BUĞDAY Ağırlık ölçüsü. 0.051 093 gram. (Bak. Dirhem)M.Sertoğlu.

BULAK Mısır'da bir mevki. Mehmed Ali Paşa tarafından kurulan matbaasiyle meşhurdur. İstanbul'daki Matbai Âmire (Devlet Matbaası) ile rekabet edecek derecede Türk ve islâm eserleri basmıştır. Mehmed Ali Paşa'mn vefatından (1874) sonra Türk irfan hayatına olan hizmeti sona ermiştirM.Sertoğlu.

BUMBARTA Yelkenli iki direkli, orta büyüklükte gemi. Kıçı aynalı ve iskota armalı idiM.Sertoğlu.

BURCU (Bak. Matbah-ı Amire)M.Sertoğlu.

BURÇ Kale duvarlarında belli mesafe ile yapılan müdafaa noktaları. Kale duvarından daha yüksek ve geniş, dört köşe veya çok köşeli olurdu. Kaleleri müdafaa eden büyük toplar buradaydı. Astronomi ıstılahı olarak yıldız topluluklarına verilen isimdir. Cevzja burcu, Esed burcu gibiM.Sertoğlu.

BURMA SARIK Uzunca bir tülbend-den burularak sarılmış sarık. Orhan Gazi zamanında Beyler tarafından kullanılırdı. Sonraları bırakılmış ve sarayların dışında vazifeye gönderilen Acemi Oğlanlarının sarması âdet olmuştur. Bununla beraber halktan da kullanmayı âdet edinenler vardıM.Sertoğlu.

BURMA TÜLBEND (Bak. Burma Sarık)M.Sertoğlu.

BURNUS Kolsuz geniş pelerin biçimindeki üst elbisesi. Eskiden, daha çok kadılar vazife dışındaki gezintilerinde giyerlerdi. Arapların giydikleri dört köşe geniş mantoya da bu isim verilir. Bornoz vs bornuz şeklinde söylenirdiM.Sertoğlu.

BURSA MUKATAASI KALEMi Baş mııkataa kalemine bağlı olup Bursa yöresindeki mukataalarm hesabına bakardı. (Bak. Mukataa)M.Sertoğlu.

BURTON Sadece yelkenle giden gemilerden. Bir cins kalyon. (Bak. Kalyon)M.Sertoğlu.

BURULTA Ateş kayığının başka adı.

BUYRULTU Sadrıâzsm, Derya Kaptanı, Vezir, Bsğlerbeğı gibi devlet erkânının yazılı emirleri. Sadrıâzamm İkindi Divanında çıkardığı emirler. Bu divanda tutulan defterlere Buyrultu Defteri denirdi. (Bak. İkindi Divanı)M.Sertoğlu.

BÜLBÜLCÜBAŞI (Bak: peşkir Şagir-di)M.Sertoğlu.

BÜRÜMMCÜK Ham ipskten yapılmış ince kumaş. Yatak örtüsü, gömlek, kadın elbisesi ve bazan da kaftan yapılırdıM.Sertoğlu.

BÜYÜK ÇIKMA AKÇASI (Bak. Mü-nakkaş Akçası)M.Sertoğlu.

BÜYÜK İMRAHOR (Bak. İmrahor)M.Sertoğlu.

BÜYÜK KALE KALEMİ Mora ve Arnavutluk hariç olmak üzere imparatorlukta mevcut büyük muştanken mevki ve kalelerin askerlerinin maaşları ile bunların erzak, cephane, tamirat gibi işlerine ve bulundukları bölgelerin Yerli Kulu askerinin yoklamalarına bakan maliye kalemlerinden biriM.Sertoğlu.

BÜYÜK MEVLUD (Bak. Büyük Tövbe)M.Sertoğlu.

BÜYÜKODA Topkapı sarayının Enderun böümündeki altı koğuştan ikincisi. Buna Hane-i Keblr'de denirdi. Enderuna gelen ilk Acemiler buraya ve bundan önceki küçük odaya alınırlardı. Büyükoda, Hasoda ile Kuşhane arasındaydı. Buraya, Edirne, Galata ve İbrahim Pasa saraylarından kıdemli Acemiler alınırlı. Bazan pek istidatlı veya zaten Müslüman dininde olan devşirmelerin doğruca buraya ve Kü-çükodaya alındıkları olurdu. Acemiler burada Kur'an-ı Kerim, Arapça, Farsça, Türkçe okurlar, Türk-lslâm kültür ve ana-nesiyle yetişirler, aynı zamanda spor ve silâh talimi ile meşgul olurlardı. Buranın bir adı da Hâne-i Kcbir'di. Bunlar ve Kü-çükoda efradı dolama cüpps giydikleri için kendilerine Dolanıalı denirdi. Bunların âmiri Saray Kethüdası idi. Bundan başka Odabaşı, İmam ve Külhanbaşı kıdemlileri ve ikinci derecede âmirleriydi. Ayrıca, Halife adlı on iki kalfa vardı. Kalfalar, hocalardan ders okur ve beşer onar kişiyi okuturlardı. Bu odadakiler başlangıçta yüz kadar idi. Zaman gelince kıdemlerine ve boş yer varsa oralara sırasıyla Doğancı, Seferli, Kiler ve Hazine koğuşlarına verilirlerdi. Buna Kaftan altına vermek denirdi. Zira, geçtikleri odaların efradı dolama değil, kaftan giyinirlerdi. Büyük-oda, Küçükoda Edirne Galata ve Ibrahim-paşa saraylarıyla birlikte 1675 yılında ilga olunmuştur. Bu sırada mevcudu 250 den fazla idi. (Bak. Enderun)M.Sertoğlu.

BÜYÜK RUZNAMÇE Bâb-ı Defterî'-nin Hazine-i Âmire dairesinin başkalemi olup, Mukataa, Mevkufat ve Cizyeden hasıl olan geliri günü gününs kaydederdi. Âmiri Büyük Ruznamçeci ve bunun yardımcısı Küçük Ruznamçeciydi. Hünkâr Müteferrikaları, Çeşnigirler ve Ulûfeli Divan kâtipleri maaşlarını bu kalemden alırlardı. Hazineye giren ve hazineden çıkan para, kürk, kumaş, altın ve gümüş kab-kacak vesairenin bu kalemde kaydı tutulurduM.Sertoğlu.

BÜYÜK TEZKÎRECİ (Bak. Küçük Tezkireci)M.Sertoğlu.

BÜYÜK TÖVBE Eski Türk kadınlarının arabî ayların beşincisi olan Cemazi-yelevvel ve daha sonra doğru olarak Cumadelulâya verdikleri isim. Bunun gibi Muharrem ayına Aşure, Rebiyülevvel ayına Küçük mevlût, Habiyülâhır ayına Büyük mevlût, Cemazîyelahir ayına Küçük tövbe, Şevval ayına Aralık denirdiM.Sertoğlu.

BÜYÜK YAZICI Yeniçeri Ocağının kütük kaydını tutaE kâtip. (Bak. "Yeniçeri Efendisi)M.Sertoğlu.

CABA, CABA BENNÂK (Bak. Çift)M.Sertoğlu.

CÂBİ Tahsildar demektir. Bilhassa Cizye ve Evkaf gelirlerini toplayan tahsildara denirdi. Osmanlı Devletinde muazzam bir teşkilât halinde idilerM.Sertoğlu.

CAİZE Eskiden şairlerin hükümdarlara veya devlet erkânına sundukları met-hediei şiirlerine karşılık onlar tarafından verilen ihsan ve hediye. Vaktiyle bir memuriyet alanın karşılığında devlet hazinesine ödediği belli paraM.Sertoğlu.

CÂME Giyilecek şey, elbise, çamaşır. Bol, geniş yenli rahat ev elbisesi. Gecelik olarak giyilen cinsine câme hâb denirdiM.Sertoğlu.

CÂMEDAN Çuha veya kadifeden yapılmış, kenarları ve bazan üstü sırma veya gaytan işlemeli, çapraz düğmeli bir nevi kısa yelek. Daha çok yazın potur veya şalvarın üstüne giyilirdiM.Sertoğlu.

CÂMEDAR Efendisinin elbiselerine bakan kişiM.Sertoğlu.

CAMİT Eski ve Ortaçağlarda Samsun ile Giresun arasındaki dağlık bölgeye verilen isim. Bu kelime, Osmanlılar devrinde Canik olmuşturM.Sertoğlu.

CAN Mevlevilik ve umumiyetle tarikat tâbirlerindendir. Derviş namzetlerine verilen bir isimdir. Mevlevilikte canlar üç gün saka postunda oturup derviş; olup olmamaya karar vermek için konu? madan ve bir şey okumadan düşünürdü. Karar verdikten sonra hizmete başlar ve kendisine o zaman ayakçı denirdi. (Bak. Mevlevilik)M.Sertoğlu.

CANBAZAN Caniyle oynayan, -canım tehlikeye koyanlar demektir. Osmanlıların ilk fetih yıllarında kullanılan bir nevi asker. Orhan Gazi devrinde veya ondan az sonra teşkiâtlanmışlardır. Asıl muvazzaf ve daimi yaya ve atlı askerden ayrı bir sınıf oldukları ve muayyen zamanlarda muayyen hizmetler için kullanıldıkları, bazı muafiyet ve mükellifiyetlere sahip oldukları sanılmaktadır. Rumeli canbazlan onar kişilik ocaklardan mürekkep olup sıra ile biri sefere gider, diğer dokuzu onun masrafını görürlerdi. Vergi ödemezler c(i. Seferdeki vazifeleri ise ordunun ve ileri gelen Vezir ve başka devlet adamlarının atlarına bakmak, bunun dışında ise Has âhır ve çayır hizmetlerinde bulunmaktı. Bunların sefer Voynukları ile aynı vazifeyi gördükleri anlaşılmaktadır. Yalnız onlar Hıristiyan, bunlar ise Müslümandı. (Bak. Voynuk)M.Sertoğlu.

CANDAROĞULLARI 1292-1461 yıllan arasında Kastamonu'da hüküm süren bir sülâle. Kurucusu Selçuklu emirlerden Şem-süddin Temür Candar'dır. Osmanlı tarihçileri, bu sülâleye altıncı hükümdarları olan İsfeydiyar Bey'den dolayı İsfendiyar-oğuîları da demişlerdir. Nitekim son hükümdarı Kızıl Ahmet Bey'den dolayı Kı-zîîahmedli diye de anılmışlardır. Bu devleti ortadan kaldıran Fâtih Sultan Meh-med'dirM.Sertoğlu.

CANİK (Bat: Camit)M.Sertoğlu.

CAR Eskiden Türk kadınlarının da örtündükleri çarşaf. Türk kadınları yaşmak ve ferace giyerlerdi. Tanzimattan sonra Arap kadınlarını taklid ederek ve Arap memleketlerine gidip gelenlerden görerek, çarşaf giymeye başlamışlardır. Ekseriya siyah, bazan renkli ipek, yün veya düz kumaştan olurdu. Bazısı belden aşağısı ayrı iki parça, bazısı bilhassa Anadolu'da giyilenler tek parça olurdu ki buna torba çarşaf denilirdi. Bol olup bütün vücudu örter, yüz kısmı peçe denilen ince ve sık delikli kumaşlarla örtülürdü. Cumhuriyet dverinden sonra yavaş yavaş ter-kolunmuş, şimdi ise hemen hemen unutulmuş gibidirM.Sertoğlu.

CARİYE Doğuda ve batıda harbde esir edilen veya para ile satın alınan kadın. (Bak. Bsççe). Sahibi, bunun üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahipti, istediği işi gördürür, istifraş (yatak hizmeti) eder veya satabilirdi. Hukuk bakımından cansız eşyadan farksızdı. Câriye alıp satmak hususi bir ticaret işi idi. Bunların arasında ana olmak suretiyle bulundukları konakların veya sarayların sahibliği ve valideîiği rütbesine erenler de olurdu, Kösem Sultan, Turhan Sultan, Safiye Sultan, Hürrem Sultan gibileri Padişah karısı ve anası ve imparatorlukta söz ve kudret sahibi olan cariyelerdendir. Cariyeleri ilk defa himaye eden ve onları hürriyete kavuşturmayı büyük sevaplardan sayan İslâm dinidir. Nihayet XIX. Yüzyılda milletlerarası bir anlaşma ile cariyelik ve kölelik kaldırılmıştır. (Saray cariyeleri için Bak. (Gedikli Cariye)M.Sertoğlu.

CÂY-I KETHÜDA (Bak. Kethüda yeri)M.Sertoğlu.

CAZGIR Güreş meydanlarında pehlivanları birbirine ve halka takdim ve hakemlik eden kimse. Kendisine eskiden Meydan şeyhi de denirdiM.Sertoğlu.

CEBE Muharebe esnasında düşman silâhlarına karşı vücudu korumak için giyilen ve yekpare olmıyan zırh, kalın meşin elbise. Aynı mânada olan cevşen kelimesiyle ekseriya Cebe ve Cevşan şeklinde beraber kullanılırM.Sertoğlu.

CEBECİ Silâh yapan, tamir ve muhafaza eden ve harb zamanlarında ordunun harb malzemesini ileri hatlara kadar ulaştırmakla ödevli bulunan Yaya Kapıkulu Ocaklarından bir sınıf asker. Bunlar ulûfeli yani yevmiyeli idiler. Yeniçerilerden sonra en makbul ve muteber zümre sayılırlardıM.Sertoğlu.

CEBECİBAŞI Cebeci Ocağının en büyük subayı. Devlet teşrifatındaki yeri Kapıcılar Kethüdasından sonra ve. Topçuba-şından önce gelirdi. Yetmiş akçe gündeliği vardıM.Sertoğlu.

CEBECİ OCAĞI Cebecilerin mensup oldukları topluluğun adı. Bu ocak elli dokuzu bölük, otuz yedisi orta olmak üzere seksen allı odaya ayrılmıştı. Padişah veya Sadrıâzam sefere giderse bunlar da hep birden giderler, aksi halde Ocaktan bir kısmını gönderirlerdi. Ok, yay, kılıç, tüfek, kalkan, tolga, barut gibi harbe yarayan şeyler bu ocakta yapılırdı. Ocakta âmir olarak Cebecibaşından sonra en kademlisine Beşkethüda denilen dört Kethüda, Cebeciler, Başçavuşu, Çavuşlar, Çorbacılar, Odabaşılar bulunurdu. Bundan başka Cebeciler Kâtibi, BaşhaKfe, Kise-dar gibi kalsm işlerini görenler de vardı.

CEBE DEFTERİ Bir sefer açıldığı zaman her sancaktan kimlerin sefere memur olduklarının yazılı bulunduğu defterM.Sertoğlu.

CEBEHÂNE Gerek harb âletlerine ve gerekse bunların muhafaza olundukları yere verilen isim. Ayasofya caminin arkasında, Darphanenin karşısında idi; uzun zaman Askerî Müze olarak kullanıldığı gibi, bugünkü Gülhana hastanesinin yerinde de bir cebehane vardı. Ayrıca İstanbul'da Ayasofya camii karşısında yanan eski Adliye binasının yerinde ve bir zamanlar muvakkaten Yerebatan sarayının üzerinde bulunan Cebeciler kışlası da böyle anılırdıM.Sertoğlu.

CEBEHANE OCAĞI (Bak. Sağ ve sol kol Cebecileri)M.Sertoğlu.

CEBELÜ Bir Zeamet veya Timar sahibinin dirliğinin miktarına göre harb zamanlarında maiyetinde gölürmsye mecbur bulunduğu silâhlı süvari. Zeamet sahipleri ilk beş bin akçeden sonra her beş bin akçe için, Tımar sahipleri iptidadan sonra, (Bak. İptida) her üç bin akçe için bir cebelü götürürlerdi. Cebelülerin yetiştirilmesi ve her türlü masrafları Zeamet veya Tımar sahibine aitti. Bunların bir araya gelmesi,, harbde Türk ordusunun mühim bir kuvvetini teşkil ederdi. Muharebeler sırasında yararlık gösteren cebelü-lere münhal (boşalmış) tımarlar verilirdiM.Sertoğlu.

CEBELÜ BEDELİYESİ Tımar veya Zeamet nevinden birçok dirliklerden ve bilhassa Eşkincili vakıf ve mülklerden zamanla Cebelü yerine onun masrafına eşit bir miktar para alınmış ve giderek bu bir vergi haline gelmişti. Buna Cebelü bedeliyesi denirdi. Bilhassa Topraklı Süvari teşkilâtı bozulduktan sonra daha ziyade yaygın hal almıştır. (Bak. Eşkincili Vakıf, Eşkincili Mülk, Cebelü)M.Sertoğlu.


Yüklə 2,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin