Ahlat Mezar Taşları / Prof. Dr. Beyhan Karamağralı [s.699-715]
Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Mezar taşları, tarihli olmaları sebebiyle, etnografik ve sanat tarihi eserleri için “terminus post quem” ve “ante quem” olarak da belge hüviyeti taşırlar. Kısaca mezar taşları yapıldıkları çevrenin ve devrin inançlarının, adetlerinin, sanat geleneklerinin, tabii, iktisadi ve sosyal şartlarının müşterek mahsulüdür. Türk mezar taşları, milli kültürümüzün nesiller boyu devam edegelmiş belgeleridir. Onlar halkın duygu ve düşüncelerinin, sanat zevkinin, örf ve adetlerinin akisleridir. Mezar taşları sadece bir milletin yayıldığı ülkelerdeki kültür birliğini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda o milletin menşeini de ortaya koyarak ona damgasını basar. Onlar bir milletin tapu senetleridir.
Türklerin zaman zaman hükümleri altında bulundukları Türkistan, Azerbaycan, Macaristan, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya ve Arap ülkelerinde yapmış oldukları mezar taşları ile Türkiye’deki örnekler arasında ayrı kültürü paşlaşmaktan doğan benzerlik dikkati çeker.
Düzensiz şehirleşme sonucu bir kısım mezarlık arsa haline getirilmiş ve buralardaki bazı mezar taşları müzelere yığın halinde atılmıştır. Bu taşların envanterleri de eğer yapılmış ise yanlış olmuş baş ve ayak taşları ile sandukaları birbirine karışmıştır.
Mezarlıklar
Mezarlıkları bakımından Ahlat, bütün Ortaçağ İslam dünyasında müstesna bir yer işgal eder. S. Eyice, bölgeyi dolaşan İngiliz seyyah H. B. Lynch’nin 1901 yılında yayımlanan kitabında bu mezarlığı, Kensal Green ve Pere Lachaise mezarlıkları ile mukayese ettiğini, bu mezar taşlarını sanata çok değer veren, çok seviyeli bir medeniyetin temsilcisi olarak gördüğünü söylediğini, Doğu Anadolu’yu dolaşan W. Bachmann’ın da Lych’in sözlerini tekrarladığını, ifade etmektedir. (B. Karamağaralı, Ahlat Mezar taşları, 1972).
Ahlat’ta muhtelif yerlerde görülen küçük mezarlıklardan başka tarihi değer taşıyan ve büyük sahalar kaplayan altı mezar vardır.
1. Harabe Şehir Kabristanı
Bu mezarlık Selçuklu Kalesi içindeki Harabe Şehir’de bulunmaktadır. Etrafı taş bir duvarla çevrili olan kabristanda alelade mezar taşları ile iki “akıt” (tümülüs tarzında mezar) bulunmaktadır.
2. Taht-ı Süleyman Kabristanı
Hasan Padişah Kümbeti’nin güneybatısında, adını taşıdığı mahallede bulunmaktadır. Burada XIV. asra ait pek çok şahideli mezar taşı, bir akıt ve bir koç heykeli mevcuttur. mezar taşları itina ile işlenmiştir. Bir kısım mezar taşları Meydanlık Kabristanı’nda isimleri bulunan sanatkârların kitabelerini taşımaktadır. Bununla beraber buradaki eserler Meydanlık Kabristanı’na göre ikinci sınıf eserlerdir. Bu mezarlığa Kara Şeyh Mezarlığı da denilmektedir.
3. Kırklar Mezarlığı
Kırklar Mahallesi’nde bulunan bu mezarlıktaki kabirlerin bir kısmı XIII-XIV. asırlara aittir. Bunlar da şahide ve sandık şeklinde mezar kısmını ihtiva eden tiptedirler. Kitabeli ve sanatkâr imzalı olmakla beraber, küçük ölçüde ve kabaca işlenmişlerdir. Fakat sütun şeklindeki bir sanduka, bu tipin, Ahlat mezarlıklarında bulunanların en itinalılarındandır. Bu mezarlıkta Orta Asya balballarını hatırlatan insan şekli arkaik şahideler mevcuttur. Bunlar yuvarlak bir baş ile omuzları belirleyen taş blokları halindedir.
4. Merkez Kabristanı
Merkez Mahallesi’nde Şeyh Necmeddin ve Erzen Kümbetleri’nin bulunduğu sahadır. Çoğu harap olmuş basit mezar taşlarını ihtiva etmektedir. Bu mezarlığın bulunduğu mahalleye “kayı” dan muarref olarak “Kaya” denmektedir. Mezarlık da aynı zamanda Kaya Mezarlığı olarak anılmaktadır. Erken Osmanlı devri yazmalarından Kayı Boyunun ilk durağının Ahlat olduğu kayıtlıdır. Civarda “Kınık” isimli bir köyün de olduğu söylenmektedir. Bu sebeple “Kaya” denen bölgede Kayıların oturdukları düşünülebilir.
5. Meydanlık Kabristanı
Ahlat’ın en mühim ve en büyük mezarlığı budur. Bugün kuzeyden güneye Taht-ı Süleyman yolu ile Tatvan şoşesi, doğudan batıya İki Kubbe Mahallesi ile Harabe Şehir arasındaki geniş düzlüğü kaplayan mezarlığın çevresi kısmen tarla haline getirilmiş ve şahıslara tapulanmıştır. Bugün Taht-ı Süleyman yolunu, Tatvan şoşesine bağlayan yol, mezarlık içinden geçirilmiş ve pek çok mezar bu yola rastlandığı için bozulmuştur. Mezarlıkta, bir oda, bir hol şeklinde veya birkaç odalı akıtlara rastlanmaktadır. Meydanlık Kabristanı XII. asrın başından XVI. asra kadar tarihlenen muhtelif tiplerden, takriben bin kadar mezar taşı ihtiva etmektedir. Mezar taşları sıralanışlarına göre bize devirleri, istilâ ve savaşları göstermektedir. Bu bakımdan Meydanlık Kabristanı bulunmaz bir tarihi belge durumundadır.
6. Kale Mezarlığı
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Seferi’nden sonra inşasına başlayan ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında tamamlanan Osmanlı Kalesi dışında bulunan bu mezarlık, Osmanlı devri mezar taşlarını ihtiva eder. Tezyinat yalnızca şahidelerin yan yüzlerinde, kuş ve hançer motiflerinden ibarettir. Kitabesinden “Şeyh” olduğunu öğrendiğimiz Eyyup’un mezar taşı 1644 tarihlidir. Diğer bir mezar taşında da ölen kimsenin ilim ve kalem sahibi olup ve yine aynı tarihte, 1644’te öldüğü anlaşılmaktadır. Bu mezar taşları, Ahlat’ta bu sanat kolunun artık sönmüş bulunduğunu ve Ahlat’ın bir mezar merkezi olma hüviyetini kaybettiğini göstermektedir.
7. Koç Heykelleri
Ahlat’ta üzerinde kitabesi bulunan kırmızı tüften yapılmış iki koç heykeli de bulunmaktadır. Bunların ikisinin de başları kopmuştur. Ortaokulun bahçesinde müzeye kaldırılmış bulunan 100x0.60x0.43 m. ölçüsündedir. Bu heykel karın kısmından ikiye ayrılmıştır. Sırtını kaplayan kitabe 1400-1401 tarihini verir. Diğer heykel Kırklar mezarlığında yarıya kadar toprağa gömülü vaziyette bulunmuştur. Bu mezar taşı 1.06x0.60x0.41 m. ölçüsündedir. Taşın sırtında itinasız dişi olarak yazılmış mezar kitabesi bulunmaktadır. Doğu Anadolu’nun pek çok bölgesinde bu tip mezar taşlarına rastlanmaktadır. Bunlar içinde üzerinde haz bulunanlar da vardır. Bizanslılar ve diğer Hırıstiyanlar topluluklarında koç, koyun ve at şeklinde mezar heykeli mevcut olmadığı için, Ermeni ve Gürcüler tarafından yapılmış bulunan bu tip mezar taşları köksüz kalmaktadır. Kanaatimizce bunlar Türk kültürünün Ermeni ve Gürcülere tesirinin belgeleridir; ya da bu topluluklar tarafından Hıristiyanlaştırılan fakat kendi inanç ve adetlerini yaşatan Türklerin bıraktıkları hatıralardır. Koç ve koyun heykellerinin Doğu Anadolu’dan başka, Seyitgazi, Afyon ve Akşehir gibi İç Anadolu bölgesinde rastlanması bunların Türklerden başka hiçbir topluluğa ait olamayacağını ortaya koyar.
Ahlat Mezar taşları genel vasıflarına göre; I. Çatma lahitler, II. Şahidesiz prizmatik sandukalar, III. Şahideli mezarlar olarak üç ana grup içinde incelenebilir.
I. Çatma Lâhideler
Bunlar gri tüften kesilmiş iki uzun levhanın kenarlarından bir açı teşkil edecek şekilde birbirine çatılması ile meydana gelen bir lâhitle, baş ve ayak uçlarındaki üçgen boşlukları kapatmak üzere yerleştirilen dikdörtgen bloklardan meydana gelmişlerdir. Meydanlık Kabristanı’nın kuzeydoğu köşesinde bulunan bu mezarlar sayıca fazla değildir. Mezarlıkların satıhları çoğunda boş bırakılmıştır. Yazı bulunan bir lâhitte “Besmele”den başka ölünün hüviyetini bildiren bir kitabe de görülür. Yazı arkaik bir kûfî’dir.
Bu tip mezar taşları Ahlat’ın bilinen en erken taşlarıdır. XI. asrın sonu veya XII. asrın başına ait olan örnekleridr.
II. Şahidesiz Sandukalar
Bu mezar taşları İslâm âleminde her bölgede ve devirde sevilerek yapılmışlardır. Bunların en eskileri Ahlat’ın Meydanlık Kabristanı’nda görülür. Kabristanın kuzeydoğusunda toplu olarak bulunan bu tipin, güney-batıya doğru seyrekleştikleri müşahede edilir. Bunlar iki gruba ayrılırlar:
1. Yekpare gövdeli Sandukalar
Bunlar kaidesiz veya alçak ve ensiz birkaç basamaklı bir kaide ile birlikte kesilmiş, beş kenarlı prizma biçiminde, yekpare bir kitle teşkil eden basit sandukalardır. Çoğu gri tüften yapılmıştır. Uzunlukları 1.91-2.15 m. yükseklikleri 0.60-0.90 m. arasında değişmektedir. Bunlar Meydanlık Mezarlığı’nın kuzeydoğusunda orta kısımlarda yer alırlar.
Bu sandukalarda, iki yanda çatıyı teşkil eden satıhlarda dişi olarak ölünün hüviyetini bildiren kitabe yer alır. Ayrıca “Besmele” ve “İhlas” surelerinin baş kısımlarına tesadüf edilmektedir. Kitabeler mail kesimdir. Hiçbirinde sanatkâr ve tarih kitabesi yoktur. Bu eserler de XI. asrın sonundan XII. asrın ilk çeyreği arasında tarihlenebilirler.
2. Gövdeli ve Kapaklı Sandukalar
Gövdeli ve kapaklı sandukalar olarak ele aldığımız bir grup sanduka daha vardır. Bu sandukalar yekpare sandıkların batısında yer alırlar.
Bunlar içi boş bir sandık şeklinde gövde ile onun üzerine konulmuş olan prizmatik kapaktan meydana gelmişlerdir. Ancak çoğunda kapak kaybolmuş, gövde toprak altında kalmıştır. Bunlar H. Karamağralı tarafından yapılan kazı sırasında toprak üstüne çıkarılmış ve temizlenmiştir. 1.94-2.18 m. uzunluğunda ve 0.27-0.68 m . yüksekliğindedirler. Bu tip mezarlar Orkun vadisinde Bilge Kağan Anıtı civarında da görülmektedir. Orta Asya’da pek çok örnek bulunan bu tip sandukaların diğer örneklerini Gaznelilerde de bulmaktayız. Şam’da, Halep’te başka örnekleri vardır.
Ahlat’taki bu tip lâhitlerde ölünün lâkabı, adı ve seceresi kapaktaki mail kısmın satıhlarına kûfî ile yazılmıştır. Kitabe kuzeye bakan yüzden başlar ve prizmatik kapağı dönerek devam eder. Ölüm tarihleri yalnız iki eserde kayıtlıdır. Biri 1158 diğeri 1161 tarihlidir. Bunların hiçbirinde sanatkâr kitabesi yoktur ve eserin kitabesinde yazı arkaik bir sülüstür. Bu taş arkaik sülüs için terminus ante quem (bundan evvel olamaz) ve kûfî hat için terminus post quem (bundan sonra olamaz) teşkil etmektedir. 1161 tarihli eserle birlikte ham kûfî yazı kullanımı hem de bu tip sanduka yapımı sona erer. Bu eserin bulunduğu devir Sökmenoğulları devridir. Bunlarda Samarra tezyinatının etkisi görülmektedir.
Bu taşlardaki tezyinatların esasını kûfî celisi ile yazılmış sureler teşkil eder. Sandukalardaki kûfî yazı çeşitleri dörde ayrılır. Bunların her birini eserler üzerinde görebiliriz.
A- Harflerin alt kenarları aynı hat üzerindedir. Harflerin sadeliği, köşelerin keskin olması ve alt kenarlarının aynı sırada olmaları ile karakterlenirler.
B- Kûfî yazının noktalarla süslendiği örnekler: Bunların başta gelen özelliği harflerin aralarına ve içlerine noktaların, ota benzer stilize motiflerin yerleştirilmiş olmasıdır. Bunlar Samarra C uslûbunu hatırlatırlar.
C- Bu grupta kûfî hattın uçları spirallerle biter. Spirallerin noktaların yerini aldığı müşahede edilmektedir. O halde bu kûfî yazı türü noktalı kûfîden sonra ortaya çıkmıştır. Yani kûfî yazı daha gelişmiştir. Bu mezarlar bir evvelkileri takiben yapılmışlardır. Bu gruptaki mezar taşları Samarra tezyinatını hatırlatmaları, “S” kıvrımlarını ihtiva etmeleri ile sandukaların en güzellerini oluştururlar.
D- Rumili ve kıvrık dallı kûfî ile yazılmış olan sandukalar, gerek ölçülerinin büyüklüğü gerekse kûfî yazıya karışan kıvrık dal tezyinatı ile evvel taşlardan daha sonra yapılmışlardır. Yazı ve kıvrık dallar evvelkilerden farklı olarak dik kesim gösterirler ve kabartma olarak işlenmişlerdir. Kıvrık dallardan çıkan filiz ve yapraklar harflerin aralarındaki boşlukları doldurur. Ahlat’taki sandukaların gelişme seyri içinde bu taşların 1160-1200 arasında Sundukoğulları (Ermenşahlar) zamanında yapılmış olduklarını düşünmekteyiz
III. Şahideli Mezarlar
Bu tip mezarlar XIII. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren görülmeye başlarlar ve XVI. yüzyıla kadar devam ederler. Şahideler genellikle taşın yalnız baş kısımda bulunur. Bunların sandukaları silindirik, sütün veya dikdörtgen priza şeklinde görülebilirler. Silindirik sandukalar bir veya birkaç basamaklı bir kaide ile onun üzerinde silindir şeklinde bir kapak ihtiva ederler. Meydanlık Kabristanı’nın doğu tarafından yoğun olarak bulunan bu tipin örnekleri batıya ve güneye doğru seyrekleşir. Bunlar 1210 tarihinden itibaren görülmeye başlarlar. Sökmenoğullarının kurduğu devletin 1207 yılında Eyyubillerin eline geçmesi mezar taşı yapımını etkilememiş, mezar taşı süsleme sanatı normal gelişmesini takip etmiştir. Bu dönemde Ahlat iç işlerine serbest, halkı huzurlu olmuştur. Fakat 1229’da Celaleddin Harezmşah’ın Ahlat’ı, istilası ile ve onu takip eden devrede, mezar taşlarının tip ve süslemelerindeki gelişme ve değişme durmuş buna mukabil Moğol istilasından sonra çok ihtişamlı eserler yapılmaya başlanmıştır. Şahideli mezar taşlarında sadece baş taşının bulunduğu örnekler giderek artmış ve önemli şahısların mezar taşları fevkalade süslü, ihtişamlı ve Orta Asya’daki Orkun Stelleri ile boy ölçüşecek ölçülerde olmuşlardır.
Şahideli mezar taşlarının mezarı teşkil eden dikdörtgen sanduka kısmının yan kenarları yanyana kısa boylu nişler, kandiler ve madalyonlarla süslenmişlerdir.
Şahideli Mezar taşlarında cephe kompozisyonu:
1- Geometrik ağ ile kaplı olan şahideler: Bunlarda geometrik ağ yekpaere bir pano gibidir. Bazen geometrik süsleme bir çerçeve içine alınır. Bu şahideler genellikle silindirik sandukalı mezar taşlarında görülürler. XIII. yüzyılın sonlarında bu tip sona erer. İmza kitabesi arkada, ölüm kitabesinin bitiminde yer alır. Bazen şahidenin ön yüzünde, üst kısımda, aşağıya doğru uzanan sağır bir sivri kemer görülür. Geometrik ağ, süslemenin gelişme seyri içinde daralarak ve küçülerek devam eder. Geometrik ağların erken örneklerinde yıldızların ortalarında meydana gelen boşluklara post Samarra motifi olan “S” kıvrımları işlenmiştir.
2- Nişli Şahideler: XIII. yüzyılın sonlarında şahideler geometrik ağ ile kaplı silindirik sandukalı mezar taşı tipi azalmış ve tek tük görülmeye devam etmiştir. XIII. yüzyılın ortalarından itibaren XIV. yüzyıl boyunca dikdörtgen biçimli sandukası bulunan şahideli mezar taşlarının şahidelerinin aşağı yukarı yarısını kaplayacak şekilde orta kısımlarına bir sağır kemer içinde geometrik ağ ve yıldız kompozisyonları yerleştirilmiştir. Kemerin kalın yüzü yazı ile kaplıdır. Bazen nişi teşkil eden bu alanda geometrik ağın konturları oyularak belli edildikten sonra yıldızların içi bir dantel gibi tekrar işlenmiştir. Bu iki defa oyulma şahidelere boyut kazandırmıştır. Orta kısımdaki büyük nişin içinde yalnızca palmet yaprak kompozisyonuna da rastlanmaktadır. Bir sivri sağır kemer içindeki bu palmetli nişler daha çok XIV. yüzyılda görülür. XV. yüzyılda ancak birkaç örnekle temsil edilirler. Şahidelerin üçte birinde ortanın yukarısında imza kitabesi yer alır. Yazı genellikle itinalı sülüstür. Kitabe bir çerçeve içine alınmıştır. Kitabenin fonu kıvrım dallarla doldurulmuştur. Kitabeliğin üst tarafında yine süsleme bordür ve şeritler görülebilir. Şahidelerin yukarı kısmına baktığımız zaman en üst örgülü kûfîden esinlenmiş bir desenin, alt alta iki bordür halinde yer aldığını görürüz. Bu kûfîdir bozma şekil zaman zaman “Allah” lafzını da ihtiva eder. Bazı örneklerde burada küçük nişler de görülür. Nişlerin içine kandiller asılıdır, şamdanlar da yanar vaziyette gösterilmişlerdir. Şahidelein en alt bölümünde yine enli bir nişli bordür vardır. Bu bordürde de içlerinde kandillerin asılı olduğu ve yanar vaziyette mumların yer aldığı şamdanların bulunduğu küçük yanyana nişler görülür.
Şahideler arka yüzlerinde ölenin ismi, şeceresi ve unvanları bildirilir.
“Meliku’ş-Şuara,” Hafızu’l-Kuran, Mazlum, Emiru’l-kebir; ve Emirül-ecel vs. gibi, suda boğularak veya başka bir ülkede bulunan oğlunun hasretine dayanamayarak bu dünyadan göçmüş ise bunlar da şehideler de belirtilmiştir. Dindarlar, kadılar, melik ve melikeler de mezar taşlarına kaydedilir. Ayrıca ölenlerin vasıflarına uygun şiirler de bu yüzde kalır. Dünyanın döndüğüne, gökyüzüne ve yıldızlara ait bilgileri de bu taşlardan öğrenmek mümkündür. Bütün İslâm felsefenin özelliklerinden kaydedildiği mezar taşları Türk kültür tarihinin belgeleridir.
Şahidelerin arka yüzlerindeki ölüm kitabelerinin üzerinde, bazen iki üç sıra halinde mukarnas bulunur. Bazen de bu bordürün yerinde başlangıç kısımları ejder başı şeklinde bir kemer görülür. Kemerin tepede düğüm yaptığı örnekler de mevcuttur. Bu ejder süslemelerin menşei Çin Han Sülalesi’ne (145-169) kadar dayanır. Bir Wu aile mezarında, taş bir levha üzerinde, tepede düğüm yapan kemer şeklinde ejderler görülür. Yine Çin’de Şhensi’de IV-VI. yüzyıllara ait mezar taşı mahiyetindeki bir kabartma levha üzerinde yine kemer şeklinde ortada düğüm yapan ejderler vardır. Mineapollis Müzesinde VI. yüzyıla ait bir lahit kapağı üzerinde birbirine sarılmış iki ejder kabartması görülür. Sian-Fu’da VIII. yüzyıla ait bir Nesturi anıtı üzerinde taşın yukarı kısmında başları yanlara doğru açılan iki ejder görülür. Osaka Müzesi’nde bulunan Lu-Ch’eng’e ait bir Sung devri (920-1126) manzara resminde, kemer şeklinde iki başlı ejder tasvirli bir mezar anıtı bulunur. Kırgızistan’da Burana şehrinde müzede yukarıda saydığımız anıtlara benzeyen ve Ahlat mezar taşlarını hatırlatan kemer şeklinde ve başlangıç yerleri ejderlerle biten bir mezar anıtı sergilenmektedir. Kültigin’in (Köl-Tigin) Orkun vadisindeki 732 tarihli anıtı üzerinde de böyle bir kabartmanın olduğu bilinmektedir. Bilge Kaan anıtında, bir kemer şekli meydana getiren bir çift ejder kabartması bulunmaktadır. Bu anıt, formu ve ölçüleri itibarıyla Ahlat mezar taşlarını hatırlatır. Buna ilave olarak Ahlat’taki taşların üst kısımlarında yer alan ejder kabartmaları ile de büyük bir kompozisyon benzerliği gösterirler. Bu durum ölüm hakkındaki duygu ve düşüncelerin büyük bir değişikliğe uğramadan Ahlat’’ kadar geldiğini göstermektedir. Evliye çelebinin dediği gibi dillerinin Çağatayca’ya çalması, Doğu Türkistan’dan gelen oymakların kendi geleneklerini ve etkisinde kaldıkları motifleri Anadolu’ya getirdiklerini ortaya koyar.
3- Büyük bir kandil motifi ile süslenmiş şahideler: Kandil motifleri bütün şahideyi kaplamaktadır. Bunun yanı sıra alt ve üstte yazı ve nişli bordürlerin bulunduğu örnekler de vardır. Bu tip mezar taşlarının üzerinden sanatkâr kitabesi yoktur. Bunlar daha ziyade mahtut gelirli kimselere ait olmalıdırlar. Meydanlık Kabristanında bulabildiğimiz en erken örneği 1249 tarihlidir. XIV. yüzyıl bu kandilli şahidelerin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yazılar
Şahideler üzerindeki yazılar, dini metinler ve kitabeler olmak üzere ikiye ayrılır. Dini metinler ayet ve hadisler ile dua ve ölümle ilgili hikmetli sözlerdir. Kitabeler ise ölüyü ve sanatkâr’ı tanıtan bilgileri ihtiva eder.
XII. yüzyılın sonlarına doğru “Besmele” ile birlikte Al-i İmran suresinin 185., Enbiya suresinin 35. ve Ankebut suresinin 57. ayeti olan “Küllü nefsin zaikatu’l mevt” (bütün nefisler ölümü tadıcıdır) yazıları mezar taşlarında görülmeye başlar.
XIII. yüzyılda kandilli şahidelerin alınlıklarında da “Küllü nefsin zaikatu’l-mevt” ayeti kullanılmıştır. Buna ilave olarak “Allah” lafzının da yazılı olduğu örnekler vardır. XIII. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren şahidenin orta kısmında bulunan sağır nişi meydana getiren kemerin yüzünde Ayetu’l-kürsi veya Al-i İmran suresinin 18. ayetinin bir kısmı yer almaktadır. Yazılar bazen dişi bazen kabartma olarak hakkedilmişlerdir. Bu dönem yazılarında görünüş ve gösteriş ön plana çıkmıştır.
Şahidelerin arka tarafındaki ölü kitabesinden arta kalan boşluğa bazen “küllümen” aleyha fanin (Bütün insanlar fânidir) manasındaki Rahman sûresinin 26. Ayeti veya bazen bir hadis “Ey-Dünya Saatün, Vecaalha Taaten (Dünya kısa bir müddettir. Onu ibadetle geçir)”, bazen de bir dua “Rahmetu’llahi (Allah ona rahmet etsin)” sözleri yerleştirilmiştir. Bu yazılar artistik yazılar değillerdir, ancak itinalı olarak yazılmışlardır. Sanatkâr ve ölüm kitabeleri oldukça süslü yazılmışlardır. XII. yüzyıl sonu, XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde ölümle ilgili Farsça şiirler ölü kitabesinin altında yer alır.
İmza kitabelerinin XII. asrın sonu ile XIII. asrın eserlerinde belli bir yeri yoktur. Sanatkârlar henüz araştırma safhasındadırlar. İsimlerini müsait bir yere sıkıştırmaktadırlar. XIII. asrın son çeyreğinde bir iki eser hariç hepsinde sanatkâr imzaları itinasızca ve küçük olarak yazılmıştır.
XVI. asrın başında sanatkâr kitabesinin belli bir yeri, belli bir yazı üslubu belirlenir. Kitabeler düz silmeli veya zencirekli bir çerçeve içine alınırlar. Kitabelik böylece değişmez bir şekil almış olur. Sanatkâr Havend b. Bergi, Asil b. Veys ile bu klasik tarz XIV. asrın sonuna kadar devam eder.
Ölüm kitabeleri XII. sırda “haza kabru” kelimeleri ile başlar. Bu tarz XIV. asra kadar devam eder. XIII. asırda “hazihi türbeti” veya “hazihi ravzatü” ibareleri nadir görülür. XIV. asırda bunlar çoğalarak devam ederler. Bunlar ölüm kitabelerinin başlama sözleridir. XIV. asırın ilk çeyreğinde nadir görülen “Allahumme taattaf birahmetuke ve rafetuke ala sakini haza’llahd” ile başlayan ibareler XV. ve XVI. asırlarda moda halinde yaygınlaşır.
Ölüm kitabesi metinlerinde kısaca ölünün şeceresi, lâkap ve şöhreti yazılır ve ölüm tarihi kaydedilir. XIII. asrın ikinci yarısından itibaren ölüyü öven ve onun vasıflarını anlatan ibareler artmaya başlar. XIV. asırda ise Orkun stellerindeki gibi ölünün sağlığında yaptığı işler övgüyle anlatılır. Meselâ bir kitabe “İlmiyle iş gören, fazıl, kadınların ve hakimlerin en büyüğü, iki âlemin müftüsü, dinin ve milletin süsü” gibi sıfatları yer alır. Bazı kimselerin Emir, Ahi, Fetâ olduklarını da öğrenmekteyiz.
Ölüm kitabelerinde yer alan ölünün arkasından duyulan hüzün, ölünün hayat hikayesini kısaca anlatan ibareler, Göktürk mezar kitabelerinde de dikkati çeker. Orkun anıtlarından başka Koşo Çaydam’da bulunan mezar taşları üzerinde de ölünün arkasından duyulan hüzün, ölünün hayat hikayesini anlatan pasajlar mevcuttur. Bu durum eski Türk geleneklerinden birinin daha Ahlat’ta tekrar ortaya çıktığını göstermesi bakımından ehemmiyetlidir.
Mezar Taşı Ustaları ve Ahlatlı Sanatkârlar
İstila ve bilhassa zelzeleler Ahlat’ın XII.-XIV. Asır anıtlarının ve kümbetlerinin bir çoğunu yıkmış ve ortadan kaldırmıştır. Bu yapıların mimarî ve tezyini karakterleri hakkında ancak kazılar sonunda bilgi edinilmiştir.
Ahlatlı sanatkârlardan beşini, Ahlat dışında meydana getirdikleri eserlerden tanıyoruz. Bunlar Konya Alaaddin Camii’nin minberini yapmış olan “El-Hac Mekki b. Bergi el-Hilâti”, Anadolu’daki bütün XIII. asır anıtları içinde gerçekleşen müstesna bir yer işgal eden Divriği Ulu Cami ve Darüş-Şifası’nı yapmış “Hurşah el Hilâti” Tercan’daki Mama Hatun Türbesi’nin mimarı Ebu’n-Nema b. Mufaddal’l-Ahval el-Hilâti” Gevaş Halime Hatun Künbeti’nin ustası “Esed b. Havend el-Hilâti” Kayseri-Nevşehir yolu üzerindeki Alay Han’ın ismi tam olarak okunmayan sanatkârdır.
Anadolu Selçuklu Sanatı içinde nevi şahsına münhasır birer yapı olarak kalan Divriği ve Tercan’daki mimari anıtların Ahlatlı birer sanatkâr tarafından yapılmış olması Ahlatlı sanatkârlar üzerine dikkati çekmektedir. Biz bugün eserleri Ahlat dışında bulunan beş büyük sanatkârdan başka 23 Ahlatlı sanatkâr daha tanıyoruz. Bunlar mezar taşlarını mezar anıtları haline getiren sanatkârlardır. Bu sanatkârlardan “Kasım b. Üstad Ali” Ahlat’ın en güzel kümbetlerinden olan Erzen Hatun Kümbeti’nin mimarıdır. Gevaş Halime Hatun Kümbeti’ni yapan “Esed b. Havend” Ahlat mezar taşlarını yapan ustalardan biridir. Bu durum Ahlat mezar taşlarında ismi bulunan sanatkârların aynı zamanda mimar olduklarını ortaya koymaktadır. Esasen bu ustaların süslemiş oldukları eserlerin kalitesi de bunların yüksek bir kültür sahibi olduklarını göstermektedir.
Ahlat mezar taşları üzerinde sanatkâr imzalarının bulunuşu bu eserlere bir hususiyet ve ayrıca da ehemmiyet kazandırmaktadır. Uygurlardan kalan Koşo Çaydam havalisindeki bir sanduka üzerinde “azgana er ağar yapmış” denilmektedir. Müslüman mezar taşları içinde tespit edebildiğimiz en erken imza Yezd’de, Fatıma binti Yezd b. Ahmet b. Ali’nin mezar taşındadır. Anadolu mezar taşlarında ilk olarak imza Ahlat’ın Meydanlık Kabristanı’ndaki şahide mezar taşları üzerinde görülmektedir. Tokat mezar taşlarından birinde ve Akşehir mezar taşlarının birkaçında imzaya rastlanmaktadır. Bunların değeri sadece münferit bazı ustaların isimlerinin bilinmesinden ileri gitmemektedir.
Genellikle mezar taşlarındaki üslûpların gelişme ve değişmesinde sanatkârların rolü tespit edilememektedir. Buna mukabil Ahlat mezar taşlarındaki imza kitabelerinden, sanatkârların hüviyetlerinden başka, hayatlarının muhtelif safhalarını ve üslûplarının gelişme ve değişme seyrini takip edebiliyoruz. İmza kitabelerinin bazılarında, sanat hayatının merhalelerini ifade eden “gulâm, şagird, “ûstad” gibi lâkaplar bulunmaktadır. Dikkati çeken diğer bir husus da Ahlatlı mezar taşı sanatkârlarından mühim bir kısmının dede, baba, oğul, amcazade ve hoca-talebe münasebetleri içinde bulunmalarıdır. Sanatkârlar ilk eserlerinde ustalarının ismini belirtmektedirler. Ahlat mezarlıklarında yatanlar arasında ahi ve feta sıfatlarını taşıyan bazı isimlere rastlanmaktadır. Bu durum, sanatkârlar arasındaki dikkat çekici bağları ve dayanışmayı. XII.-XVI. asırlardan Doğu Anadolu’da yaygın olan Fütüvvet veya Ahilik teşkilatının mevcudiyetini ortaya koymaktadır. Bir esnaf teşkilâtından olan fütüvvet veya ahilikte esnafın riayet etmesi gereken bir çok kaide ve merasim mevcuttur. Mesela bir sanata intisap eden bir kimsenin muayyen bir müddet bir ustanın yanında o sanatı öğrenerek çırak veya kalfa olması gerekmekte, ondan sonra kendi başına iş yapabilmesi veya işyeri açabilmesi için bir ehliyet merasimi yapılmaktadır. Ahlat mezar taşlarındaki imza kitabelerinde rastladığımız gulam şakirt ve üstat unvanları bu teşkilatın burada taşçı sanatkârları, arasında ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. Kitabelere göre, Ahlatlı sanatkârların, daha sonra sadece isimlerini yazdıklarını yani bir merasim sonunda kendi başlarına iş yapma iznini aldıklarını ve nihayet “üstad” unvanını kullandıklarını; bu safhadan sonra çıkrak ve kalfa yetiştirdiklerini tespit edebiliyoruz.
Dostları ilə paylaş: |