Anneye Ve Babaya İtaat (İsra sûresi, 23. Âyet-i Kerime)



Yüklə 100,75 Kb.
tarix17.01.2019
ölçüsü100,75 Kb.
#97972

Anneye Ve Babaya İtaat

c:\users\aydemir\desktop\besmele.png

c:\users\aydemir\desktop\isra 23.png

(İsra sûresi, 23. Âyet-i Kerime)
Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken(merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» diyerek duâ et!” (el-İsrâ, 23-24)

عن أبي عبد الرحمن عبد اللَّه بن مسعود رضي اللَّه عنه قال : سأَلتُ النبي صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: أَيُّ الْعملِ أَحبُّ إلى اللَّهِ تَعالى ؟

قال : « الصَّلاةُ على وقْتِهَا » قُلْتُ : ثُمَّ أَيُّ ؟ قال:

«بِرُّ الْوَالِديْنِ » قلتُ : ثُمَّ أَيُّ ؟ قال : «الجِهَادُ في سبِيِل اللَّهِ »

متفقٌ عليه . )Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48; Müslim, Îmân 137-139.



Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2; Nesâî, Mevâkît 51 )
İbn-i Mesud (r.a.) bir gün sevgili Peygamberimiz’e şöyle sorar:
Ya Resulallah! Allah katında en güzel iş hangisidir?
Efendimiz (s.a.v.) de şöyle cevap vermiştir:
Vaktinde kılınan namazdır.
İbn-i Mesud, “Sonra hangisidir?” diye tekrar sorar.
Resulullah (s.a.v.): “Anneye ve babaya iyiliktir.” cevabını verir.
İbn-i Mesud: “Peki ondan sonra hangisidir?” diye tekrar sorunca,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı verir:
Allah yolunda cihattır. (Buhârî, Edeb 1.)
Anne ve Babanın Önemi

Bir Müslüman’ın hayatında değer vereceği insanların başında annesi ve babası gelir. Hazreti Âdem, Hazreti Havva ve Hazreti İsa’dan başka hiçbir insan annesiz ve babasız yaratılmamıştır. Anne ve baba, Cenâb-ı Hakk’ın yaratma sıfatına vasıta olmuşlardır. Bu sebeple Allah Teâlâ, anne ve baba hakkına riayet edilmesini istemiştir.


İbn-i Mesud (r.a.) bir gün sevgili Peygamberimiz’e şöyle sorar:
Ya Resulallah! Allah katında en güzel iş hangisidir?
Efendimiz (s.a.v.) de şöyle cevap vermiştir:
Vaktinde kılınan namazdır.
İbn-i Mesud, “Sonra hangisidir?” diye tekrar sorar.
Resulullah (s.a.v.): “Anneye ve babaya iyiliktir.” cevabını verir.
İbn-i Mesud: “Peki ondan sonra hangisidir?” diye tekrar sorunca,
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı verir:
Allah yolunda cihattır. (Buhârî, Edeb 1.)

&

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

Birgün Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

Uyumuştum, kendimi cennette gördüm. Bir kimsenin sesini işittim, Kur’ân okuyordu.



«–Bu kimdir?» diye sordum.

«–Bu, Hârise bin Nûmân’dır.» dediler.”

Bunu anlatan Efendimiz, sözlerine şöyle devâm etti:

“–İyilik işte böyle olur, iyilik işte böyle olur!”



Rivâyetin sonunda, Hârise -radıyallâhu anh-’ı bu mertebeye yükselten meziyetinin, annesine çok iyi davranması olduğu beyân edilerek, “O, annesine karşı en iyi davranan bir sahâbî idi.” denilmektedir. (Ahmed, VI, 151-152; Hâkim, IV, 167)

&

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek hayâtı, akrabâlarına ve diğer insanlara karşı nice vefâkârlık numûneleriyle doludur:

Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın annesi Fâtıma bint-i Esed -radıyallâhu anhâ-, gençlik yıllarında Hazret-i Peygamber’e öz annesiymiş gibi hizmet etmişti. Bu sâlihâ kadın vefât ettiği zaman Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cenâzenin yanına gelmiş, başucuna oturmuş ve onun fedâkârâne hizmetine Hak katında şâhitlik ederek şöyle buyurmuştur:

Ey annem! Allah sana rahmet eylesin. Sen, benim öz annemden sonra annemdin. Kendin aç kalır beni doyururdun, kendin giymez beni giydirirdin, kendini güzel yiyeceklerden mahrum bırakarak bana yedirirdin ve bunları yaparken Allâh’ın rızâsını ve âhiret yurdunu arzu ederdin.”



Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, cenâzenin üç kere yıkanmasını emir buyurdu. Sıra, içinde kâfûr denilen güzel kokunun bulunduğu suya gelince Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu suyu onun üzerine kendi eliyle döktü. Sonra kendi gömleğini çıkarıp ona giydirdi. Cenâze bu gömlek üzerinden kefenlendi.

Kabir açılıp sıra cenâzenin konulacağı lahdin (yâni mezarın dip kenarındaki oyuğun) hazırlanmasına gelince, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, onu bizzat kendisi kazdı ve toprağını kendi elleriyle çıkardı. Bu işi bitirdikten sonra orada bir müddet yan üstü uzandı ve şöyle buyurdu:

Dirilten ve öldüren, Allah’tır. O, hiç ölmeyen diridir. (Ey Allâh’ım!) Annem Fâtıma bint-i Esed’e mağfiret eyle! Ona hüccetini (kelime-i tevhîd’i) telkin eyle ve girdiği yeri (kabrini) ona genişlet. Peygamber’inin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için (duâmı kabûl eyle). Şüphe yok ki Sen, merhametlilerin en merhametlisisin…”



Sonra Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cenâze için dört tekbir getirdi, ardından da Hazret-i Abbâs ve Ebû Bekir -radıyallâhu anhümâ- ile birlikte bizzat kendisi cenâzeyi kabre koydular.” (Taberânî, Kebîr, XXIV, 351-2; Ya’kûbî, II, 14; İbn-i Abdilber, IV, 1891)

Anneye Ve Babaya İtaatin Önemi

Allah ve Rasûlü’ne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebimiz ve velî-nîmetimizdir. Maddî ve mânevî hayâtımızı inşâ eden müstesnâ fazîlet âbideleridir. Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershânedir. Âile yuvası, çocuğun istikbâlini şekillendiren ilk eğitim müessesesidir. Dolayısıyla anne ve babaların evlâtları üzerindeki hakları sayılamayacak kadar çoktur.

Fazîletli anne-babalar, evlâtlar için büyük bir rahmet ve berekettir. Sâliha anne, ilâhî kudretin insanoğluna lutfettiği bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, huzur ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat pınarıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân” ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtenâ bir tecellîgâhıdır.

Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzîmi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anneler, cidden engin bir muhabbete, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar.

Bir anne rûhunda biriken o engin şefkatin sınırlarını tâyin edebilecek bir ölçü var mıdır? Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş… Hayâtın fırtınalarında bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını seferber etmiş olan anne ve babaların haklarını ödeyebilmek mümkün müdür? Bunu Mevlânâ Hazretleri ne güzel ifâde eder:

Anne hakkına dikkat et! Onu başında tâc et! Zîrâ anneler doğum sancısı çekmeselerdi, çocuklar dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”



&

Veysel Karânî Hazretleri’nin annesine olan hürmetini ve sevgisini duymayanımız, bilmeyenimiz yok gibidir. Nesilden nesile aktarılan, mü’min gönüllerde yankılanan bir muhabbet destanının kahramanıdır Veysel Karânî.Peygamber Efendimiz (s.a.v.) devrinde yaşamasına rağmen sahabe-i kiramdan olamamıştır. Tabiin neslinin büyüklerinden kabul edilir.Sevgili Peygamberimiz’e karşı gönlünde tarifi imkânsız bir muhabbet ateşi yanmaktadır. Allah Resulü’nü ziyarete gidebilmek için günlerce annesine yalvarır, ondan izin ister. Kadıncağız çok yaşlıdır ve oğlundan başka kimsesi de yoktur. Oğlunun gidip de dönmemesinden endişe etmektedir. Oğlunun yokluğuna, hasretine dayanamayacağını söyleyerek gitmesine bir türlü izin vermez. Günler, haftalar, aylar böyle geçer. Annesi bakar ki, Peygamber aşkının ateşiyle yanan oğlu günden güne eriyip bitmektedir. Anne yüreği bu ya! Daha fazla dayanamaz,oğluna izin verir. Ama bir şartı vardır: Medine’de fazla kalmayacak,Resulullah’ı görüp hemen geri dönecektir.

O gün Yemen’den bir gönül kanatlanır Medine’ye doğru. Ne sıcaktan kavrulan çölün yakıcılığı ne de çöl gecesinin donduran ayazı onu bu çetin yolculuktan alıkoyabilir. Veysel Karânî Hazretleri, günlerce süren yüzlerce kilometrelik meşakkatli bir yolculuğun ardından nurlu Medine’ye ulaşır. Hemen büyük bir heyecanla PeygamberEfendimiz’in mübarek evine varır. Fakat İki Cihan Güneşi o vakitte evde değildir.

Evde bulunan Aişe annemiz, Peygamber Efendimiz’in ne zaman döneceğini bilmediğini söyler. Sevdiğini dünya gözüyle görmek kendisine nasip olmayan çileli âşık, gerisin geri Yemen’e döner. Çünkü kendisini yaşlı gözlerle bekleyen annesine verdiği bir söz vardır. Medine’de çok kalmayacak, Allah Resulü ile görüştükten sonra hemen dönecektir. Ardında Resulullah’a iletilmek üzere buram buram muhabbet kokan bir selam bırakır. Gözünde yaşlarla Yemen yollarına düşer. İki cihan güneşi Efendimiz, evine döndüğünde daha kendisine söylenilmeden sorar:

Buraya benden önce birisi mi geldi?



Veysel Karânî, sevgili Peygamberini göremediyse de canından çok sevdiği Allah Resulü, onun varlığından habersiz değildir. Aişe annemiz, evde olup biteni kendisine anlatır. Gözleri yaşlı Peygamber âşığının muhabbet kokan selamını, Efendisine iletir.Peygamber Efendimiz vefat etmeden önce Veysel Karânî’ye hırkasını gönderir ve şu nasihatte bulunur:

Bu hırkayı giysin ve ümmetime dua etsin! (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 223-225)



Cenâb-ı Hakk’ın, Kendi Haklarından Sonra Anne-Babaya İyi ve Güzel Davranmayı İlk Sırada Zikretmesi

Ayet- kerimede Yüce Mevlamız şöyle emreder:



c:\users\aydemir\desktop\nisa suresi 36.png

Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)



c:\users\aydemir\desktop\lokman 14.ayet.pngBiz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.(İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokmân, 14)

Cenâb-ı Hak, kendi rızâsını ana-babanın rızâsına bağlamıştır. Bu hakîkati Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle haber verir:

Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek sûretiyle celbedilir.” (Tirmizî, Birr, 3/1899)

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şu duâsı bir mü’min için ne büyük bir müjdedir:

Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyâdeleştirsin!” (Heysemî, VIII, 137)

Ebeveynin evlâtları üzerindeki hakları o kadar çoktur ki, bunları ödemek pek zor, hattâ imkânsızdır. Hadîs-i şerîfte buna şöyle bir teşbihle dikkat çekilmektedir:

Hiçbir evlât, babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) ödemiş olur.” (Müslim, Itk, 25; Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120; Tirmizî, Birr, 8/1906)

Bu sebeple, Allah rızâsı için herhangi bir hayır ve iyilik yapılacaksa, evvelâ ana-babanın düşünülmesi îcâb eder. Sonra da en yakından uzağa doğru diğer insanlar… Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:



c:\users\aydemir\desktop\vaazlar\anneye babaya itaat\bakara 215.png

Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar.De ki “Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah, yapacağınız her hayrı bilir.” (el-Bakara, 215)

&

Bir sahâbî, Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’a:

“–Hicret ve cihâd etmek üzere Sana bey’at ediyorum. Bunların sevâbını Allah’tan dilerim.” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Anne ve babandan hayatta olan var mı?” diye sordu. O zât:

“–Evet, her ikisi de hayatta.” dedi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sordu. Sahâbî:

“–Evet.” deyince Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–(O hâlde) ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurdu. (Buhârî, Cihâd 138, Edeb 3; Müslim, Birr 6)

&

Büyük velî İmâm-ı Âzam -rahmetullâhi aleyh-, Bağdad zindanlarında zulmün acı kırbaçları altında inlerken:

“–Aman bu hâlimi anneciğim duymasın; mahvolur! Ben onun üzülmesine dayanamam!..” diyerek anne muhabbetinin müşahhas bir misâlini vermiştir.



&

Mâneviyat yolunun büyüklerinden ve yüce mürşidlerimizden Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin bir vasiyet niteliğindeki şu nasihati, yüksek bir İslâm ahlâkını gözler önüne sermektedir. Hazret-i Pîr buyuruyor ki:

Bizim kabrimizi ziyârete gelenler, önce vâlidemizin kabrini ziyâret etsinler!”



Nitekim bugün, Şâh-ı Nakşibend Hazretleri’nin kabrini ziyârete gidenler, önce annesinin kabrini ziyâret etmektedirler.

Abdurrahman Câmî -kuddise sirruh- da anne muhabbetiyle alâkalı olarak:

Ben annemi nasıl sevmem ki; o beni bir müddet cisminde, uzun bir zaman kucağında, ölünceye kadar da kalbinin şefkat köşesinde taşımıştır. Ona hürmetsizlik göstermekten daha kötü bir şey bilmiyorum!..” demiştir.



&
İki kardeş vardı. Bu kardeşlerin bir de hizmete muhtaç yaşlı bir anneleri vardı. Her gece sırayla kardeşlerden biri annesinin hizmeti ile meşgul olur, diğeri Allah Teâlâ’ya ibadet ederdi. Bir akşam ibadet eden kardeş, ibadet etmekten daha çok haz aldığı için kardeşine dedi ki:

Bu gece benim yerime anneme sen hizmet et de ben ibadet edeyim,



olur mu?Kardeşi kabul etti. İbadet eden kardeş, secdede bir ara uyuyakaldı

ve bir rüya gördü. Rüyasında bir ses ona şöyle dedi:

Kardeşin affedildi, sen de onun hatırı için bağışlandın.



Genç, hayretle itiraz etti:

Ben, Allah’a ibadet ediyorum, kardeşim ise anneme hizmet ediyor.



Fakat ben, onun yaptığı hizmet sebebiyle bağışlanıyorum. Bu nasıl olur? Ona şöyle cevap verildi:

Doğru! Ama senin yaptığın ibadetlere Allah’ın hiçbir ihtiyacı yok. Fakat kardeşinin annene yaptığı hizmetlere annenin ihtiyacı var.



Allah’ın rızasını kazanmak isteyen, annesinin ve babasının gönlünü hoş tutsun.

Üç Baba Bir Anne Eder

c:\users\aydemir\desktop\lokman 14.ayet.pngBiz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur.(İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokmân, 14)

Ayet-i kerimede de görüldüğü üzere Rabbimiz anne ve babaya iyiliği emrettikten sonra anneyi bir adım öne çıkarmıştır.

Hadis-i –Şeriftede Fahr-i Kainat Efendimiz Cenab-ı Muhammed Mustafa (s.a.v.) biz ümmetine şöyle buyurmaktadır:

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:

Bir şahıs, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:



«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Annen!» buyurdu. O sahâbî:

«–Ondan sonra kimdir?» diye sordu. Efendimiz:

«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:

«–Ondan sonra kim gelir?» diye sordu. Allah Rasûlü yine:

«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:

«–Sonra kim gelir?» diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sefer:

«–Baban!» cevâbını verdi.” (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Diğer bir rivâyete göre o şahıs:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Kendisine en iyi davranılması gereken kimdir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Annen, sonra annen, daha sonra yine annen, sonra baban, sonra da sana en yakın olan akraban.” buyurdu. (Müslim, Birr, 2)

Evlatların Anne ve Babaya Karşı Vazifeleri

Çocuklar, ana-babalarına karşı hürmet, itaat ve gerekli hizmetlerle mükelleftirler. Eğer farklı yerlerde ya da muhtelif şehirlerde yaşıyorlarsa, ana-babalarını ziyâret edip gönüllerini almalı, duâlarını istemelidirler. Onlara hizmet etmek, güzel söz söyleyip ikramda bulunmak, bilhassa yaşlandıkları zaman evlâtların en büyük vefâ borcudur. Yüce Rabbimiz, onlara karşı en ufak bir memnûniyetsizlik göstermeye bile müsâade etmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:



c:\users\aydemir\desktop\vaazlar\anneye babaya itaat\isra 23- 24.png

Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken(merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» diyerek duâ et!” (el-İsrâ, 23-24)

Anne babaya hizmette bulunmak, çok fazîletli bir amel-i sâlihtir. Bu fırsatı değerlendiremeyen kimseler, büyük bir kayıp içindedirler. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mühim bir îkaz ve ihtar mâhiyetinde şöyle buyurmuştur:

Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun!” (Müslim, Birr, 9, 10)

Kendisine sayılamayacak kadar çok iyilik yapmış olan anne-babanın hakkına riâyet etmeyen bir kimsenin, diğer insanların haklarını gözetmesi elbette düşünülemez. Dolayısıyla anne-babasına hayırlı bir evlât olamayan kişilerin, büyük bir ahlâkî zaaf taşıdıkları muhakkaktır.

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle nakleder:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir kişi geldi. Yanında da yaşlı bir zât vardı. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:



«–Ey filân! Yanındaki kimdir?» diye sordu. O kişi:

«–Babamdır.» cevâbını verdi. Bunun üzerine Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi şu îkazda bulundu:

«–Onun önünde yürüme, ondan evvel oturma, onu ismiyle çağırma ve ona hakâret ettirme!»”(Heysemî, VIII, 137)

Bir kimse başkasının babasına hakâret eder veya kötü davranırsa, o da aynıyla mukâbele edebileceğinden, böylece evlât, kendi babasına hakâret ettirmiş ve kötülük etmiş olur.

&

Ashâb-ı kirâmdan bir zât, Yemen’den hicret ederek Medîne-i Münevvere’ye Efendimiz’in huzûruna gelmiş ve cihâda katılmak üzere O’ndan izin istemişti. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile aralarında şöyle bir konuşma geçti:

“–Yemen’de kimsen var mı?”

“–Anam-babam var, yâ Rasûlallah!”

“–Onlar sana izin verdiler mi?”

“–Hayır, vermediler.”

“–Haydi Yemen’e git; onlardan izin iste! İzin verirlerse gel, cihâd et! Vermezlerse, anneni-babanı memnun etmeye çalış!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31/2530)



&

Vaktiyle bir sahâbî, Allah Rasûlü’nün huzûruna geldi ve:

“–Ana ve babamı geride ağlar durumda bıraktım ve hicret etmek üzere sana bey’at etmeye geldim.” dedi. Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu zâta şu mânidâr cevâbı verdi:

“–Hemen onların yanına dön! Onları ağlattığın gibi yüzlerini tekrar güldür!” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 31/2528; Nesâî, Bey`at, 10)

Hicret ve nâfile cihâd için bile ana-babadan izin almak şart koşulduğuna göre, diğer işlerde onların iznini almak daha evlâdır.[161]

&

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ- anlatır:

Sa’d bin Ubâde -radıyallâhu anh-’ın annesi vefât etmişti. O, Peygamber Efendimiz’e gelerek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Yanında bulunmadığım bir sırada annem vefât etti. Onun adına sadaka versem kendisine bir faydası dokunur mu?” diye sordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Evet.” buyurunca, Sa’d -radıyallâhu anh-:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Siz de şâhid olunuz ki meyve bahçemi annem adına tasadduk ediyorum.” dedi. (Buhârî, Vesâyâ, 15)



&

Mâlik bin Rebîa -radıyallâhu anh- şöyle der:

Birgün biz Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûrunda otururken Selimeoğulları’ndan bir adam çıkageldi ve:

“–Yâ Rasûlallah! Anamla babam öldükten sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı?” diye sordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“–Evet, onlara duâ ve istiğfarda bulunursun, vasiyetlerini yerine getirirsin, akrabâsını koruyup gözetirsin, dostlarına da ikramda bulunursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 119-120/5142; İbn-i Mâce, Edeb, 2)

&

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- Zülhuleyfe’de otururdu. Annesi bir evde kendisi de başka bir evde ikâmet ederdi. Evinden çıkıp gideceği zaman annesinin kapısında durup şöyle seslenirdi:

“–Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey anneciğim!” Annesi:

“–Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun yavrum!” karşılığını verirdi. Sonra Ebû Hüreyre:

“–Beni küçükken şefkatle büyütüp yetiştirdiğin gibi Allah da sana merhamet eylesin!” derdi. Annesi de:

“–Bana yaşlılığımda iyilik ve ihsanda bulunduğun gibi Allah da sana merhamet eylesin, seni hayırla mükâfatlandırsın ve senden râzı olsun!” cevâbını verirdi.

Ebû Hüreyre evine döndüğü zaman da aynı şeyleri yapardı. (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, no: 12, 14)

&

Abdullah bin Dînâr der ki:

Bir defâsında İbn-i Ömer -radıyallâhu anh-, Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı. Deveye binmekten usandığı zaman bindiği bir merkebiyle, başına sardığı bir de sarığı vardı. Birgün İbn-i Ömer merkebin üzerinde iken bir bedevîye rastladı. Ona:

“–Sen falan oğlu falan değil misin?” diye sordu. O şahıs:

“–Evet.” deyince merkebi ona verdi ve:

“–Buna bin!” dedi. Sarığını da ona uzatarak;

“–Bunu da başına sar!” dedi. Arkadaşlarından biri İbn-i Ömer’e:

“–Allah seni affetsin. Merkebini ve başına sardığın sarığı şu bedevîye boşuna verdin!” deyince İbn-i Ömer şunları söyledi:

“–Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i;

«İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun âilesini kollayıp gözetmesidir.» buyururken işittim. Bu adamın babası, babam Hazret-i Ömer’in dostuydu.” (Müslim, Birr, 11-13; Ebû Dâvûd, Edeb, 120; Tirmizî, Birr, 5)

Anne Baba Duasının Önemi

Ana-babanın duâsı makbûldür. Onların hayır duâlarını almaya gayret edilmeli, bedduâlarından da sakınılmalıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

Makbûl olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:

Babanın çocuğuna duâsı; misâfirin duâsı; mazlumun duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/1536; Tirmizî, Birr 7/1905, Deavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

Babanın oğluna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.” (Süyûtî, II, 12/4199)

Annenin duâsı ise babanınkinden daha tesirlidir. Bu yüzden hadîs-i şerîfte zikredilme ihtiyâcı hissedilmemiştir.

Bu durumda anne-babaya âsî olmanın büyük günahların başında yer alacağı husûsunda şüphe yoktur.



Nüfey bin Hâris -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet eder:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:



«–Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?» diye üç defâ sordu. Biz de:

«–Evet, yâ Rasûlallah!» dedik. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

«–Allâh’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek!» buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve;

«–İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak!» buyurdu.[159]

Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, daha fazla üzülmesini istemediğimiz için, keşke sükût buyursalar da yorulmasalar, diye arzu ettik.” (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143)

Bâzı rivâyetlerde, kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın, anne ve babasına itaatsizlik eden kimselerin yüzlerine bakmayacağı haber verilmektedir.[160]

Kişi, anne-babasına nasıl muâmele ederse evlâtlarından da aynı muâmeleyi görür. Peygamber Efendimiz:

“…Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler…” (Hâkim, IV, 170/7258)

buyurarak bu hakîkate işâret etmiştir.

Ebeveynlerine karşı kötülük yapan ve kırıcı davrananların, sonradan kendi evlâtları tarafından aynı muâmeleye tâbî tutulduğu, çok sık rastlanan ibret manzaralarındandır.

İnsanlar, gerek ana-babalarına gerekse diğer insanlara karşı muâmelelerinde İslâm’ın koyduğu edeb ve nezâket kâidelerine tâbî olurlarsa, son derece huzurlu ve gıpta edilmeye lâyık bir toplum meydana gelir.



&

Büyük Allah dostlarından Bayezid-i Bistâmî Hazretleri bir gün Kur’an-ı Kerim okurken bir âyet-i kerime dikkatini çeker. Ardından hemen kalkar ve eve gider. Her zamanki vaktinden daha erken döndüğünü gören annesi hayretle sorar:

Evladım,neden bu kadar erken geldin?

Kur’an-ı Kerim okuyordum,

baktım ki Rabbim hem kendisine hem de sana hizmet etmemi emrediyor.

Ben de bunun üzerine kalkıp senin hizmetine geldim. Anneciğim, bana dua et. Bana dua et de hem Rabbim’e ibadette hem de senin hizmetinde kusur etmeyeyim.

Annesi oğlunun bu cevabından ziyadesiyle memnun olur ve ona

şöyle der:

Evladım, ben seni Allah’a bıraktım. Kendini bir tek O’na ver. Benim için üzülme. Annesi her ne kadar böyle söylese de Bayezid-i Bistâmî Hazretleri ne Rabbi’ne kullukta ne de annesine evlatlıkta kusur gösterir.



Çünkü bu ilahî dengeyi isteyen Allah’tır.

Bayezid-i Bistâmî Hazretleri, gece ibadetiyle meşgulken annesi titreyen

sesiyle ondan su ister:

Oğlum Bayezid, su! Susadım!



Seccadesinden kalkan Bayezid Hazretleri dışarı çıkıp su getirir. Fakat dönünceye kadar anneciği tekrar uykuya dalar. Bu derya gönüllü hak dostu, annesini uyandırmadan onun başucunda öylece bekler. Nihayet bir müddet sonra annesi tekrar uyanır. Hazret, büyük bir edeple anneciğine suyu uzatır. Başucunda evladının kendisini beklediğini gören annesi onun bu davranışı mukabilinde evladına şöyle dua eder:

Ya Rabbi! Ben Bayezid’den razıyım, Sende razı ol!



Osmanlıda Anne Baba ve Evlat Olmak

Her alanda bizden farklı olan Osmanlı’da anne baba omakta farklıydı,evlat olmakta. Nitekim Fransız müellif Brayer, Osmanlı toplumunda müşâhede ettiği fazîlet tablolarını, bâzı kıyaslar yaparak şöyle ifâde eder:

“Osmanlı’da çocuklar, yetişip kemâl yaşına geldikleri zaman, anne ve babalarının yanında bulunmakla iftihâr ederler. Anne-babaları küçükken kendilerine nasıl şefkat gösterdilerse, çocuklar da aynı şekilde mukâbele etmekle bahtiyâr olurlar. Oysa diğer memleketlerde çok defâ çocuklar olgunluk çağına girer girmez, ana ve babalarından ayrılırlar. Maddî menfaatleri husûsunda onlarla çekişe çekişe münâkaşa ederler. Hattâ bâzen kendileri refah içinde yaşadıkları hâlde onları sefâlete yakın bir hayat içinde bırakırlar. Kendilerine en çok ihtiyaçları olduğu bir devrede anne-babalarına karşı âdeta yabancılaşırlar.”

Günümüz Toplumunda Anne Babaya İtaat

Yüce Allah (c.c.) müminlere, iman etmeyen anne ve babalara dini konularda itaat edilmemesini, dünyevi konularda ise iyilikle davranmak gerektiğini haber verir: 



lokman 14.ayetlokman 15

Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. Hem Bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız Banadır. Bununla birlikte, onların ikisi (annen ve baban), hakkında bir bilgin olmayan şeyi Bana şirk koşman için, sana karşı çaba harcayacak olurlarsa, bu durumda onlara itaat etme ve dünya (hayatın) da onlara iyilikle (ma'ruf üzere) sahiplen (onlarla geçin) ve Bana 'gönülden-katıksız olarak yönelenin' yoluna tabi ol. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, böylece Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim. (Lokman Suresi, 14-15) 

Yüce Allah'a itaat insanın yaşamının tamamını kapsar. Anne-babaya itaat ise, Allah’ın izin verdiği kadardır. Anne-babanın, "Benim isteklerim herşeyden önemli, benimkileri yerine getirmelisin" şeklindeki bir isteğine boyun eğmek, anne-babayı Allah'a şirk koşmak anlamına gelebilir. Bir mümin için böyle bir itaat söz konusu olamaz. 

Günümüz toplumlarında, din ahlakıyla yaşayan anne-babalar dışında, çocuklarının dine yönelmelerine şiddetli tepkiler veren aileler de vardır. Bu durumdaki bazı anne babalar, dini yaşamak isteyen çocuklarını yaşadıkları cahiliye toplumuna geri çekebilmek için, "anne babaya karşı gelinmez, bu en büyük günahtır", "anne-baba hakkı herşeyin üstündedir", "dediklerimi yapmazsan sana hakkımı helal etmem" gibi hatalı sözler ve davranışlar sergiler. 

Kur’an’da anne-baba konusundaki ayetlerde Allah'a ortak koşulmaması, Allah'tan başkasına kulluk edilmemesi gibi emirler özellikle vurgulanır. Ve yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere yoluna tabi olunması önerilen, yaşadıkları cahiliye toplumuna çağıran anne-baba değil, ‘gönülden-katıksız olarak Allah'a yönelen’ insandır. 

Kur’an'ı incelediğimizde, inananların bir bölümünün aileleriyle ya da yakın akrabalarıyla imtihan edildiklerini görürüz. Bunların arasında peygamberler de bulunur. Örneğin Hz. İbrahim (as), kendi ilahlarından yüz çevirdiği için onu bu konuda tehdit dahi eden babasına karşı, Kur'an'da emredilen ‘itaat etmeme ancak iyi geçinme’ yöntemini uygulamıştır.
Sevgisiz Olmaz…!
Eski geleneklerimizde anne-baba, ailede otoriter bir konumda olmanın yanı sıra, çocuklarıyla aralarında saygıya dayalı bir mesafe vardı. Günümüzde birçok yöremizde çocuklarını kucağına almamak, ailesinin yanında sevmekten kaçınmak gibi adetler bulunuyor. Halbuki bu davranışın dinimizle, anne-babaya saygısızlıkla hiçbir alakası yoktur.
Günümüzde, evlenip çoluk-çocuğa karışan evlatların, anne-babasına bakış açısında  değişmeler olmakta. Onlara karşı umursamazlık, hal ve hatırlarıyla yeterince ilgilenmemek,  zoraki bir ahbap ziyareti gibi soğuk ziyaretlerle baştan savmak, yazık ki sıkça rastlanır durumlar oldu. Yaşlanan anne-baba, sırtta yük, evde kalabalık, rahatlığı kısıtlayan kişiler olarak görülmekte. Böyle olmasaydı her geçen gün huzurevlerinin sayısı artmaz, yaşlı anne-babalar huzurevlerinde değil, hayatlarının son demlerinde çocukları ve cıvıl cıvıl torunlarıyla gerçek huzurla içiçe olurlardı.Oysa huzurevlerinde veya uzak memleketlerde kalmış, evladının arada bir lütfen arayıp sorduğu anne babalar ne derece mutlu olabilir? Unutmayalım, ne ekersek onu biçeriz…

Sonuç Olarak;

Velhâsıl, insan üzerindeki anne-baba hakkı, ölçüye gelmeyecek derecede büyük ve ehemmiyetlidir. Îmandan sonra yapılacak en mühim iş, anne-babanın hizmetini görerek onları memnûn etmektir. Şirk koşmayı ve günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat edip isyânkâr olmamaktır.

Cennetin yolu, anne-babanın rızâsından geçer. Cenâb-ı Hak cenneti sâliha annelerin ayakları altına sermiş, babayı da cennetin orta kapısı kılmıştır. Artık dileyen onları memnûn etsin, dileyen de kırıp incitsin!..

DUÂMIZ…

Cenâb-ı Hak, cümlemizi ana-babasına itaat eden ve onları memnûn ederek huzûr-i ilâhîye varan bahtiyar kullarından eylesin…Âmîn!

KONUNUN ÖZETİ

Bir Müslüman’ın hayatında değer vereceği insanların başında annesi ve babası gelir. Hazreti Âdem, Hazreti Havva ve Hazreti İsa’dan başka hiçbir insan annesiz ve babasız yaratılmamıştır. Anne ve baba, Cenâb-ı Hakk’ın yaratma sıfatına vasıta olmuşlardır. Bu sebeple Allah Teâlâ, anne ve baba hakkına riayet edilmesini istemiştir.


İbn-i Mesud (r.a.) bir gün sevgili Peygamberimiz’e şöyle sorar:– Ya Resulallah! Allah katında en güzel iş hangisidir?Efendimiz (s.a.v.) de şöyle cevap vermiştir: – Vaktinde kılınan namazdır.İbn-i Mesud, “Sonra hangisidir?” diye tekrar sorar. Resulullah (s.a.v.): “Anneye ve babaya iyiliktir.” cevabını verir.

İbn-i Mesud: “Peki ondan sonra hangisidir?” diye tekrar sorunca, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu cevabı verir:

Allah yolunda cihattır. (Buhârî, Edeb 1.)

Allah ve Rasûlü’ne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. Çünkü anne ve babalarımız varlık sebebimiz ve velî-nîmetimizdir. Maddî ve mânevî hayâtımızı inşâ eden müstesnâ fazîlet âbideleridir. Bir anne yüreği ve kucağı, çocuk terbiyesinin yapıldığı muhteşem bir dershânedir. Âile yuvası, çocuğun istikbâlini şekillendiren ilk eğitim müessesesidir. Dolayısıyla anne ve babaların evlâtları üzerindeki hakları sayılamayacak kadar çoktur.

Fazîletli anne-babalar, evlâtlar için büyük bir rahmet ve berekettir. Sâliha anne, ilâhî kudretin insanoğluna lutfettiği bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, huzur ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat pınarıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân” ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtenâ bir tecellîgâhıdır.

Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar da kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya ortak olabilecek başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzîmi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anneler, cidden engin bir muhabbete, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktırlar.

Bir anne rûhunda biriken o engin şefkatin sınırlarını tâyin edebilecek bir ölçü var mıdır? Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş… Hayâtın fırtınalarında bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını seferber etmiş olan anne ve babaların haklarını ödeyebilmek mümkün müdür? Bunu Mevlânâ Hazretleri ne güzel ifâde eder:“Anne hakkına dikkat et! Onu başında tâc et! Zîrâ anneler doğum sancısı çekmeselerdi, çocuklar dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”

Hadis-i –Şeriftede Fahr-i Kainat Efendimiz Cenab-ı Muhammed Mustafa (s.a.v.) biz ümmetine şöyle buyurmaktadır:Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:“Bir şahıs, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:«–Kendisine en iyi davranmam gereken kimdir?» diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:«–Annen!» buyurdu. O sahâbî:«–Ondan sonra kimdir?» diye sordu. Efendimiz:«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:«–Ondan sonra kim gelir?» diye sordu. Allah Rasûlü yine:«–Annen!» buyurdu. Sahâbî tekrar:«–Sonra kim gelir?» diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sefer:«–Baban!» cevâbını verdi.” (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)

Ana-babanın duâsı makbûldür. Onların hayır duâlarını almaya gayret edilmeli, bedduâlarından da sakınılmalıdır. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

Makbûl olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:

Babanın çocuğuna duâsı; misâfirin duâsı; mazlumun duâsı.” (Ebû Dâvûd, Vitr 29/1536; Tirmizî, Birr 7/1905, Deavât 47; İbn-i Mâce, Duâ 11)

Babanın oğluna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.” (Süyûtî, II, 12/4199)

Annenin duâsı ise babanınkinden daha tesirlidir. Bu yüzden hadîs-i şerîfte zikredilme ihtiyâcı hissedilmemiştir.

Bu durumda anne-babaya âsî olmanın büyük günahların başında yer alacağı husûsunda şüphe yoktur.



Nüfey bin Hâris -radıyallâhu anh- şöyle rivâyet eder:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:



«–Büyük günahların en ağırını size haber vereyim mi?» diye üç defâ sordu. Biz de:

«–Evet, yâ Rasûlallah!» dedik. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

«–Allâh’a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek!» buyurduktan sonra, yaslandığı yerden doğrulup oturdu ve;

«–İyi dinleyin, bir de yalan söylemek ve yalancı şâhitlik yapmak!» buyurdu.[159]

Bu sözü o kadar çok tekrar etti ki, daha fazla üzülmesini istemediğimiz için, keşke sükût buyursalar da yorulmasalar, diye arzu ettik.” (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti’zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143)

Bâzı rivâyetlerde, kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın, anne ve babasına itaatsizlik eden kimselerin yüzlerine bakmayacağı haber verilmektedir.[160]

Kişi, anne-babasına nasıl muâmele ederse evlâtlarından da aynı muâmeleyi görür. Peygamber Efendimiz:

“…Babalarınıza iyilik edin ki, çocuklarınız da size iyilik etsinler…” (Hâkim, IV, 170/7258)

buyurarak bu hakîkate işâret etmiştir.

Ebeveynlerine karşı kötülük yapan ve kırıcı davrananların, sonradan kendi evlâtları tarafından aynı muâmeleye tâbî tutulduğu, çok sık rastlanan ibret manzaralarındandır.

İnsanlar, gerek ana-babalarına gerekse diğer insanlara karşı muâmelelerinde İslâm’ın koyduğu edeb ve nezâket kâidelerine tâbî olurlarsa, son derece huzurlu ve gıpta edilmeye lâyık bir toplum meydana gelir.

Çocuklar, ana-babalarına karşı hürmet, itaat ve gerekli hizmetlerle mükelleftirler. Eğer farklı yerlerde ya da muhtelif şehirlerde yaşıyorlarsa, ana-babalarını ziyâret edip gönüllerini almalı, duâlarını istemelidirler. Onlara hizmet etmek, güzel söz söyleyip ikramda bulunmak, bilhassa yaşlandıkları zaman evlâtların en büyük vefâ borcudur. Yüce Rabbimiz, onlara karşı en ufak bir memnûniyetsizlik göstermeye bile müsâade etmemiştir.

Anne babaya hizmette bulunmak, çok fazîletli bir amel-i sâlihtir. Bu fırsatı değerlendiremeyen kimseler, büyük bir kayıp içindedirler. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, mühim bir îkaz ve ihtar mâhiyetinde şöyle buyurmuştur:

Anne ve babasına veya onlardan sadece birine yaşlılık günlerinde yetişip de cennete giremeyen kimse perişan olsun, perişan olsun, perişan olsun!” (Müslim, Birr, 9, 10)

Kendisine sayılamayacak kadar çok iyilik yapmış olan anne-babanın hakkına riâyet etmeyen bir kimsenin, diğer insanların haklarını gözetmesi elbette düşünülemez. Dolayısıyla anne-babasına hayırlı bir evlât olamayan kişilerin, büyük bir ahlâkî zaaf taşıdıkları muhakkaktır.



Sonuç Olarak;Velhâsıl, insan üzerindeki anne-baba hakkı, ölçüye gelmeyecek derecede büyük ve ehemmiyetlidir. Îmandan sonra yapılacak en mühim iş, anne-babanın hizmetini görerek onları memnûn etmektir. Şirk koşmayı ve günah işlemeyi emretmedikleri müddetçe onlara itaat edip isyânkâr olmamaktır.

Cennetin yolu, anne-babanın rızâsından geçer. Cenâb-ı Hak cenneti sâliha annelerin ayakları altına sermiş, babayı da cennetin orta kapısı kılmıştır. Artık dileyen onları memnûn etsin, dileyen de kırıp incitsin!..

DUÂMIZ…Cenâb-ı Hak, cümlemizi ana-babasına itaat eden ve onları memnûn ederek huzûr-i ilâhîye varan bahtiyar kullarından eylesin…Âmîn!
Yüklə 100,75 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin