ATATÜRK DÖNEMİNDE TÜRK – BULGAR İLİŞKİLERİ
VE
BULGARİSTAN TÜRKLERİ
(1919 – 1938)
Rıdvan TÜMENOĞLU
tumen_oglu@yahoo.com
Giriş
Osmanlı Devletinin 14.y.y.’ın ortalarından itibaren Balkanlarda fetih hareketlerine başlaması ile birlikte, bu bölgede sistematik bir iskan siyaseti uyguladığı görülmektedir. Bu iskan siyasetinin temel amacı Rumeli’yi bir Türk Yurdu hainle getirmek ve buralarda Devlet nüfuzunu tesis etmekti1. Bu iskan siyasetinin bir sonucu olarak bu günkü Bulgaristan coğrafyasına çok sayıda Türk’ün Anadolu’dan getirilerek iskan edildiğini biliyoruz. Gerçekten de devlet bu konuya çok önem vermiş ve bunu sağlamak amacı ile Tuna nehrinin güneyinde Balkanlardan Ege kıyılarına kadar önemli ölçüde iskan faaliyeti yapmış ve Türk İslam Eserleri ile Süslenen bu Beldeler adeta bir Anadolu şehri hüviyeti kazanıştır2. Bu iskan faaliyetleri Osmanlı Devletinin Balkanlarda ve Avrupa’da ilerlemesi süresince 17.y.y. sonlarına kadar devam etmiştir. İşte bu gün Bulgaristan Türkleri diye tabir edilen veya literatürlere bu şekilde geçen ve yüz yıldan fazla bir zamandan bu yana bir sorun olarak devam eden konunun ilk başlangıcı İlk iskan siyasetinin uygulanmaya başlanması ve Osmanlı Devletinin Genişleme süreci boyunca sistematik bir şekilde iskan hareketlerinin sonucunda gelişmiştir. Osmanlı Devletinin güçlü olduğu dönemlerde, bir sorun söz konusu olmamış, Bulgaristan Türkleri diye bir kavram henüz literatürlere geçmemiş, bölgedeki Türkler bütün Balkan Türklerini de kapsayan Rumeli Türkleri, Evlad-ı Fatihan v.s. isimlerle adlandırılmıştır. Ancak 19.y.y.’ la birlikte gerek Osmanlı Devletinin zayıflaması ve Fransız İhtilalinin etkileri gerekse Avrupa Devletlerinin özellikle de Rusya’nın Balkan Coğrafyasına yönelik politikaları sonucu Balkanların siyasi yapısı ciddi değişikliğe uğruyor Osmanlı Devletinin bünyesinden yeni yeni devletçikler ortaya çıkıyordu. Bununla birlikte bu coğrafyada yaşayan Türkler bundan olumsuz etkileniyor, düne kadar kendi vatanları olan topraklarda azınlık durumuna düşüyorlardı ve yüzyıldan fazla sürecek olan zorlu bir dönem böylece başlamıştır. Ancak bu zorlukların yanı sıra kısa dönemlerle de olsa Bulgaristan Türklerinin kısmen rahat ettiği veya kısmen de olsa bazı hakları elde ettikleri dönemler olmuştur. Biz bu çalışma çerçevesinde işte bu dönemlerden birisi olarak değerlenilebileceğimiz, 1919 Çiftçi idaresi ile başlayan zaman zaman zorluklar yaşansa da 1930’lu yılların sonlarına kadar devam eden süreç içerisinde Bulgaristan Türkleri ve Türkiye – Bulgaristan İlişkilerini (1919 – 1938) incelemeye çalışacağız. Bununla birlikte Bulgaristan Türklerinin durumunun, bu ilişkilere olan etkileri ve her iki tarafın Bulgaristan Türklerine yönelik politikalarını değerlendirmeye çalışacağız.
I.BÖLÜM
1919 ÖNCESİ TÜRK – BULGAR İLİŞKİLERİ
VE
BULGARSİTAN TÜRKLERİ
-
BULGARİSTAN’IN KURULUŞU VE BULGARİSTAN TÜRKLERİ
1.1.1. Bulgaristan’ın Kuruluşu ve İlk İlişkiler
Osmanlı Devletinin 19.y.y.’ın başlarından itibaren gerilemeye başlamasıyla birlikte Balkanlardaki nüfuzu da büyük ölçüde sarsılmıştı. 18.y.y.’ın sonlarında ortaya çıkan Fransız İhtilali diğer çok uluslu İmparatorluklar gibi Osmanlı devletini de olumsuz etkilemiştir. Fransız İhtilali ile birlikte yayılmaya başlayan milliyetçilik hareketleri özellikle Osmanlı devletinin bünyesinde olan Balkan Uluslarının milliyetçi duygularını arttırmış birde buna Büyük devletlerin provokasyonu eklenince Rumeli bir sürü bağımsızlık savaşına sahne olmuş ve yüzyıllardır Osmanlı hakimiyetinde sorunsuz olarak yaşayan Balkan halkları ve Türkler arasında sorunlar baş göstermeye başlamıştır. Özellikle Bulgaristan coğrafyasında çoğunluğu oluşturan Türkler, kurulacak yeni Bulgar Devleti için ciddi bir sorun olarak görülmüştür. Bunların topraklarını terk etmesi için bir taraftan Rusya’nın provokasyonu bir taraftan da yerli Bulgar komitacıların faaliyetleri, Türklere karşı büyük ölçüde terör faaliyetlerine sahne olmuştur. Böylece kurulacak olan Bulgar devletinin altyapısı oluşturulmuş ve bölgenin demografik yapısında Bulgarlar lehine deşiklikler meydana getirilmiştir. Bu altyapı faaliyetlerinden sonra devletin temellerinin atılması için fırsat beklenmeye başlanmıştır. Bulgarların beklediği bu fırsat kısa zamanda onların en büyük destekçisi olan Rusya tarafından yaratılacak ve Rusya’nın Osmanlı Devletini, tarihimizde 93 harbi diye de geçen 1877 – 1878 Osmanlı Rus Savaşında mağlup edip İstanbul önlerine kadar gelmesi ile sonuçlanınca Rusya bir Bulgar Devleti kurulmasını Osmanlı devletine kabul ettirecek ve 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) antlaşması ile Osmanlı Devletine vergi bağı ile bağlı büyük bir Bulgaristan Prensliği ortaya çıkıyordu. Bu Prensliğin sınırları, kuzeyde Tuna’ya, doğuda Karadeniz’e, güneyde Ege Denizine ve batıda da Arnavutluğa dayanıyordu. Yani Doğu Rumeli, Batı Trakya ve Makedonya Bulgaristan sınırları içine alıyordu. (Madde 6). 3 Böylece Bulgarlar istediklerinden daha iyi şartlarda bir devlete sahip olmuşlardır. Ancak 19. y.y.’la birlikte dünya siyasal tablosunun çizilmesini tekellerine alan diğer devletler İngiltere, Fransa Almanya ve Avusturya4, Rusya’nın bu siyasetini kendi çıkarlarına ters düştüğü için kabul etmemişler ve bu antlaşmanın revizyonu için Berlin Kongresini toplamışlarıdır.
Berlin Kongresi esas itibari ile Ayestefanos Antlaşmasının şartlarını yeniden düzenlemek için toplanmıştır. Bu doğrultuda Bulgaristan’la ile ilgili bir dizi düzenleme yapılmış özellikle Bulgaristan’ın sınırları Ayestefanos Antlaşmasına oranla oldukça daraltılmıştır. 13 Temmuz 1878’de İmzalanan Berlin Antlaşması ile Bulgaristan’ın statüsü aynı kalmakla birlikte, Tuna Vilayetinin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna sancakları üzerinde kurulu 63.000 km² büyüklüğünde Muhtar bir Bulgar Prensliği kurulmuştur.5 Bulgaristan Prensliğinin kurulmasından sonra 10 Ağustos 1879’da özel elçi Pertev Efendi ile Prens Aleksandr gerçekleşen görüşme ile Türk Bulgar ilişkileri resmen başlamıştır.6 Bu prensliğin kurulması ile birlikte Dünya siyasi literatürüne “Bulgarya Türkleri” kavramı da kesin olarak girmiş ve bu tarihten sonra Türk – Bulgar İlişkilerinin en önemli sorunu bu kavram üzerine yoğunlaşmıştır.
Bulgaristan’ın bu şekilde kurulmasından bağımsızlığını kazandığı 1908’e kadar Türk – Bulgar ilişikleri görünüşte otonom bir devlet ilişkileri gibi olmakla birlikte Bulgaristan tam bağımsız bir devlet gibi hareket etmiş. Avrupa Devletlerinin desteğini de alan Bulgar Prensliğinin Osmanlı Devletine bağlılığı sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Bununla da yetinmeyen Bulgaristan daha da ileri giderek Osmanlı toprağı olan Doğu Rumeli üzerinde haklar iddia ederek burasını kendisine bağlanması için bu bölgede kurduğu örgütlerle bir taraftan komitacılık faaliyetlerine başlamış, diğer taraftan da Avrupa’da bu yönde kamuoyu oluşturmaya çalışmıştır. Osmanlı Devletinin bu duruma seyirci kalması ve gerekli olan tedbirleri alamaması sonucunda Bulgaristan Prensliği 1885’te Doğu Rumeli Vilayetini ilhak ederek biraz daha büyümüş ve topraklarını 96.000 km²’ ye çıkarmıştır.7 Osmanlı Devleti ise bunu sadece Protesto etmekle yetinmiş ve ya yetinmek zorunda kalmıştır. Böylece bağımsızlık yönünde bir adım daha atan Bulgar Prensliği Osmanlı Devleti karşısında daha da güçlenmiştir. Osmanlı Devletini tepkisizliğinden de cesaret alan Bulgar yönetimi içerde ve dışarıda bağımsızlık faaliyetlerini yoğunlaştırmış bağımsızlığını ilan etmek için uygun koşulların oluşmasını beklemeye başlamıştır.
Berlin Antlaşması ile başlayan süreçten itibaren Türk Bulgar ilişkilerini genel olarak değerlendirecek olursak bu ilişkilerin olması gerekenden farklı bir boyutta cereyan ettiği sonucu ile karşılaşırız. Olması gereken Bulgar Prensliğinin sadece iç işlerinde serbest bir devlet olarak uluslar arası tek muhatabının Osmanlı Devleti olması gerekirken Bulgar Hükümetleri adeta Osmanlı Devletini yok saymışlar ve hatta ona karşı cephe almaya kadar ileri gitmişler diğer bir söylemle Osmanlı devletine kendilerini tanıtmaya güç göstermeye çalışmışlardır. Osmanlı Devletinin açısından Türk – Bulgar İlişkilerini değerlendirecek olursak, Bulgarların nasıl bu şekilde davranabildiklerini daha iyi anlayabiliriz. Bu dönemde Osmanlı Devleti içerde ve dışarıda zor durumlarla karşı karşıya kalmış olaylara tepki verebilecek gücünü kaybetmiş diğer taraftan da içeride olan problemlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. Genel olarak bakarsak, Bulgaristan sürekli güçlenmeye çalışmış ve bu yönde destek aramış Osmanlı devleti ise karşılaştığı badireleri asgari zararla atlatmaya çalışan bir profil çizmiştir. 1908’e kadar Türk – Bulgar ilişkileri bu ana hatlar doğrultusunda devam etmiştir.
1.1.2. Bulgar Prensliğinde Türklerin Umumi Durumu
Bulgaristan Türkleri deyiminin, ilk defa Berlin antlaşması ile ortaya çıktığına yukarıda değinmiştik. Söz konusu antlaşma ile azınlık durumunda olan bir millet için bir devlet yaratılmaya çalışılırken bir taraftan da çoğunluk olan bir millet yerinden yurdundan ediliyor, katlediliyor adeta bir soykırıma tabi tutuluyordu. Prenslik devrinde Türklerin Bulgaristan’daki durumunu değerlendirmeye çalışırken bu çerçeve içerisinde bir değerlendirilme yapılmalıdır. Diğer bir söylemle Berlin antlaşması ile başlayan süreç, bir tarafı ihya ederken, bir tarafı yok etme süreci olarak görülebilir
Bulgaristan’ın kurulduğu Tuna vilayetinde bu yıllarda yapılan çeşitli nüfus sayımları ve analizleri incelendiğinde bir birbiriden çok farklı rakamların söz konusu olduğu görülmektedir. Bunların büyük bir kısmı bölge ile ilgili çıkar politikaları olan güçlerce hazırlanmış propaganda malzemesi olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte Osmanlı devletinin bölgedeki gücünü tam anlamı ile kaybetmesi ve bölgedeki denetimini yitirmesi bölgede nüfus sayımı bile yapamaması sonucunu beraberinde getirmiş bu da Rumeli sakinleri ile ilgili demagoji ve istismarı kolaylaştırmıştır.8
Bulgaristan’ın Kurulduğu dönemin Nüfus istatistiklerine baktığımızda 93 harbi öncesi Türk nüfusun, Bulgar nüfustan kesinlikle az olmadığı hatta fazla olduğu bir gerçektir. İlker Alp, Rus yazar Teplow’un incelemelerini kaynak göstererek nüfus dağılışını şu şekilde tespit etmiştir:
Sancağı Bulgar Nüfusu Müslüman Türk Nüfusu
Rusçuk 201.205 354.324
Vidin 263.000 131.600
Tırnova 188.000 112.000
Tulça 40.000 188.930
Varna 36.000 74.100
Sofya 297.500 189.000
İslimiye 100.500 186.400
Filibe 382.000 564.000
TOPLAM 1.509.595 1.800.9549
Bulgaristan’daki, Türk ve Bulgar nüfusları arasında 93 Harbi öncesi bir denge söz konusudur. Fakat 93 Harbi ile başlayan yıllar Türkler için gerçekten zor olmuş ve sadece 93 süresince ve sonucunda yüz binlerce Türk göç etmeye zorlanmış yine yüz binlerce Türk’ten bir kısmı Bulgar çeteleri ve Rus Kazakları tarafından katledilmiş bir kısmı da göç yollarında hayatlarını kaybetmişlerdir. İşte bu acı kayıplardan dolayı 93 harbi Balkan Türklüğünün dönüm noktası olmuş ve halk arasında “Koca Bozgun”10 olarak adlandırtmıştır.
Bulgaristan Türklerinin nüfus açısından Bulgarlardan az olmadığı gibi bir çok diğer alanlarda da Bulgarlardan aşağı değillerdi. İktisadi olarak Bulgarlardan üstün durumdaydı. İşenebilir toprakların % 70 kadarı Türklerin elindeydi11. Sosyal olarak Türkler genellikle kapalı bir toplum yapısı görüntüsü çiziyordu. Genlikle Bulgarlarla aynı ortamda bulunmuyor onlarla olan ilişkilerini asgari düzeyde tutuyorlardı. Eğitim olarak baktığımızda Tuna Vilayeti, İstanbul’dan sonra en gelişmiş bölgesi olarak değerlendirilebilir. Yine bu dönemde Tuna Vilayetinde, 2700 sıbyan mektebi, 150 medrese, 40 rüştiye vardı.12 Özellikle Midhat paşanın Tuna Valiliği sırasına bu vilayet tampon bölge seçilerek bir çok ıslahat ve düzenlemeler yapılmıştır.13 Buda bölgedeki Türklerin ekonomik, sosyal ve eğitim alanında kalkınmasını hızlandırmış, Türkler böylece Bulgarlar karşısında güçlü konumlarını korumuşlardır.
93 Harbi, Balkan Türklüğü açısından gerçektende halkın nitelendirdiği gibi “Büyük Bozgun” olmuştur. Çünkü bu savaşla birlikte Bulgaristan Türkleri yukarıda bahsettiğimiz bütün üstünlüklerini kaybetmişler daha da vatanlarını hayatlarını kaybetmişlerdir. Berlin antlaşmasının 5. ve 12. maddelerinde Türklere bir çok azınlık hakları tanınmış, hayatları, mülkiyet hakları, eğitim kurumları, dini inançlarını yaşam özgürlüğü, vakıflar işletme hakları güvence altına alınmıştır. 14 Ancak, antlaşma sonrası uygulanan politikalar göstermiştir ki bu haklar sadece kağıt üzerinde kalmıştır.
Bulgaristan Türklerinin, Prenslik dönemindeki genel durumunu değerlenilecek olursak; Bu dönemde Türkler daha önce kendilerinde olan üstünlüklerinin tamamını kaybetmişleri toprakları gasp edilmiş, okulları yıkılmış hayatları katledilmiştir. Kısaca şunu söyleyebiliriz ki Bulgaristan Türkleri bu dönemde hak ve üstünlük elde etemek bir tarafa sadece varolma mücadelesine girmişler ve yok olmamak için çırpınmışlardır. Bu dönem için balkan Türklerinin en acı ve zor dönemi olmuştur demek yerinde bir tespit olacaktır.
1.2. BULGARİSTANIN BAĞIMSIZLIĞINI İLAN ETMESİ, TÜRK- BULGAR İLŞKİLERİ VE BULGARSİTAN TÜRKLERİNİN DURUMU
1.2.1. Bulgaristan’ın Bağımsızlığını ilan Etmesi
Osmanlı Devleti Berlin Antlaşmasından sonra iyice yıpranmıştır. Dolayısı ile bu antlaşma, Osmanlı Devletinin dağılma ve parçalanma merhalelerinden en önemlisini teşkil etmiştir.15 Bundan böyle artık devlet gelişen siyasi olaylar karşısında bir tepki verme veya bir alternatif siyaset geliştirme yeteneğini büyük ölçüde yitirmiştir. Ayrıca içeride de yaşanan problemler devletin zaten verimsiz olan dış siyasetini de olumsuz etkilemiştir. Bunun farkında olan Bulgar Prensliği, Osmanlı devletine zaten sadece görünüşte olan bağımlılığını tam manası ile koparmak için faaliyetlere başlamıştır. Bulgaristan hükümetleri temel olarak Ayestefanos Antlaşması ile kurulan “Büyük Bulgaristan” ı yeniden kurmanın peşindeydi. Bunun için bir taraftan Rusya’nın, diğer taraftan da Avusturya’nın desteğini aramıştır. Ancak Rusya kendi çıkarları ile örtüşmediği ve Bulgaristan’ın Avrupa ile olan yakınlaşmasından dolayı bu konuda Bulgaristan’a sıcaklık göstermemiştir. Buna karşılık Avusturya, bir taraftan Sırbistan’ı dengelemek diğer taraftan da Osmanlı Devletini bu konu ile meşgul ederek kendisinin planladığı Bosna-Hersek’in ilhakına karşı Osmanlı Devletinin direnç ve tepkisini azaltmak için Bulgaristan’ın bağımsızlık fikirlerini desteklemiştir. Bundan da cesaret alan ve muhtemel bir Osmanlı askeri harekatına karşılık Avusturya’ya güvenen Bulgaristan, Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu durumdan da faydalanarak 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etti. Osmanlı Devleti önceleri bunu tanımak istememiş, Avrupa devletleri nezrinde girişimlerde bulunarak destek aramıştır. Ancak kendisini dinleyen olmayınca Bulgarlarla anlaşma yolları aramaya başlamıştır. Hayli tartışmalı geçen görüşmelerden sonra Osmanlı Devleti ile Bulgaristan, Rusya’nın da araya girmesi ile anlaşmaya varmışlardır. Bunun sonucunda 19 Nisan 1909 günü iki ülke İstanbul’da bir protokol imzalamışlar ve Osmanlı Devleti Bulgaristan’ı resmen tanımıştır.16
1.2.2. 1908 – 1914 Türk Bulgar İlişkileri
İstanbul Protokolü ile birlikte Bulgaristan Osmanlı devletinden tam manası ile kopuyor Ve Türk – Bulgar İlişkileri başka bir boyut kazanıyordu. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Bulgaristan’ın temel hedefi Ayestefanos antlaşması ile kurulan Büyük Bulgaristan’ı yeniden ihya etmek ve o sınırlara ulaşmak olmuştur. Bu doğrultuda Bulgaristan özellikle Osmanlı toprakları üzerinde bir takım emeller beslemeye ve doğrultuda bir dış siyaset uygulama çabası içerisinde olmuştur. Diğer taraftan Osmanlı Devleti içindeki iç bunalım iyice artmış birbirinden ayrı olması gereken iki olgu olan ordu ve siyaset iç içe girmiştir. Bunun sonucunda hem orduda hem de siyasette zaten artmış olan yozlaşma iyice su yüzüne çıkmıştır. Osmanlı yöneticileri, devlet üzerine oynan oyunları fark etmemiş veya edememişlerdir. Birçok devlet gibi, çok yakın bir geçmişte Osmanlıya bağlı bir emaret olan Bulgaristan da Osmanlı Devleti üzerinde yayılmacı bir politika izlemeye başlamıştır. Osmanlı üzerine bu oyunlar oynanırken devlet yönetimi bunları göz ardı ederek daha ziyade iç çekişmelerle meşgul olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak Devlet artık tam manası ile yıkılma sürecine girmiştir.
Osmanlı toprakları üzerinde gözü olan sadece komşusu olan Balkan devletleri değildi. Avrupa’da sömürgecilik yarış son hız devam ediyordu ve Avrupa devletleri bu yarışta geri kalmamak için en yakın hedef olarak Osmanlı topraklarını görüyorlardı. Bu düşüncede olan İtalya da Osmanlı toprağı olan Trablusgarb’a saldırmıştı. Bunun neticesinde Osmanlı Devletinin İtalya ile savaşa tutuşması ise, Balkan devletlerinin yani Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ın, Makedonya’yı ele geçirmek hususundaki yeni çabalarına zemin hazırladı ve bu çabaların sonucu olarak da, Balkan Savaşı veya Balkan Savaşları patlak verdi17
Balkan Savaşlarının hazırlık aşmamsında, Bulgaristan diğer Balkan devletleri ile ittifaklar oluşturuyordu. Esas olarak 1911 yılından itibaren Rusya’nın da desteği ile Osmanlı devletine karşı bir Balkan Ligi oluşturuluyordu. Osmanlı topraklarında en fazla ihtiras Bulgaristan’a aitti. Dolayısı ile Balkan Ligi Bulgaristan etrafında toplanıyor ve Balkan liginin pivot devleti Bulgaristan oluyordu18. Böylece Bulgarlar tüm hazırlıklarını tamamlamış, ittifaklarını oluşturmuş ve dış desteklerini de sağlayarak savaş için oluşacak bir bahane beklemeye başlamıştır. Diğer taraftan Osmanlı Devleti savaşın kaçınılmaz olduğunun farkındaydı ve sadece savaşı olabildiğince geciktirerek hazırlıklarını tamamlamak istiyordu. Avrupa devletleri de gelişmeleri yakından takip ediyorlardı ve çıkacak savaşta Osmanlı Ordusunun kesin galibiyetinden emindiler. Bundan dolayı çıkacak muhtemel savaşta Balkan Devletlerinin çıkarlarını korumak için faaliyet içerisine girmişlerdir.
Beklenen savaş çok gecikmedi, Balkan devletler Osmanlı devleti nezrinde girişimlerde bulunarak, başta Makedonya’da ıslah yapılması olmak üzere bir takım isteklerde bulunması buna karşılık Osmanlı Devletinin bu isteklere cevap dahi vermemesi sonucu 8 ekim 1912’de Karadağ’ın savaş ilan etmesi ile Balkan savaşı başladı. Fakat savaş beklenin teri yönde gelişti ve Osmanlı ordusu yetersizlik ve komuta hataları yüzünden Bulgarlar dahil balkan devletlerine mağlup oldu. Bulgarlar Çatalca önerline kadar ilerlediler. İstanbul Bulgar işgali tehlikesi yaşadı. Bu uluslar arası bir sorun haline gelince Büyük devletler olay müdahale ettiler. Osmanlı devleti ile Bulgaristan arasında 3 Aralık 1912 tarihinde bir mütareke imzalandı. Buna göre Osmanlı Devleti, oldukça ağır şartları kabul etmek zorunda kaldı ve Bulgar isteklerine büyük ölçüde boyun eğdi. Daha sonra 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Barış Antlaşması ile Osmanlı Devleti Midye – Enez hattının gerisine çekilmek zorunda kalıyor, Bulgaristan , Doğu ve Batı Trakya ile Makedonya’da büyük toprak edinimlerine sahip oluyordu19. Ancak Balkan liginde doğan anlaşmazlıklar sebebi ile Bulgaristan ile Müttefiklerinin arası açılıyor ve bunlar kendi arasında savaşa başlıyorlardı. Osmanlı yöneticileri kısmen de olsa bundan yararlanması bilmişler ve Kaybedilen toprakların bir kısmını, Bulgarlardan ciddi bir mukavemet görmeden geri almayı başarmışlardır20. Bulgaristan II. Balkan savaşında tam manası ile hezimete uğramış ilk savaşta elde ettiği kazanımları büyük ölçüde yitirmiştir. Savaş sonucunda Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arsında 29 Eylül 1913’te İstanbul antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmadaki temel konular, sınırların tespiti ve Bulgaristan’daki Türk azınlıkla ilgili problemler olmuştur21.
Birinci Dünya savaşı arifesinde Türk – Bulgar ilişikleri, genel olarak Bulgaristan’ın düşmanca tavırları ve Osmanlı topraklarındaki emelleri yüzünden gergin bir dönem yaşamış ilişkiler başlangıcından itibaren devam ettiği gerginlik doğrultusunda artarak devam etmiştir. Bunda şüphesiz Osmanlı Devletinin zayıf durumu da etkili olmuştur. Genel itibarı ile bu dönemde Osmanlı Devleti başkentini tehdit edebilecek konuma gelen bir düşman sahibi olmuştur diyebiliriz.
1.2.3. 1908 – 1914 Bulgaristan Türklerinin Durumu
Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazandığı İstanbul protokolü ile Türklere bir takım azınlık hakları vermiştir. Ancak Berlin antlaşmasında olduğu gibi bu haklar da kağıt üstünde kalmıştır. Türkler için Bulgaristan’daki hayat şartları her gün biraz daha ağırlaşmıştır. Bu dönem için genel olarak Bulgaristan hükümetlerinin Türklere baskıları ve Türklerin Anadolu’ya göçleri ile geçen bir dönem diyebiliriz.
Balkan Savaşları ile birlikte Bulgaristan Türklerinin durumu iyice zorlaşmış ve göç hareketleri daha da hızlanmıştır. Balkan savaşları sırasında yaşanan göçler çok trajik olaylara sahne olmuş, bununla birlikte hafızalardan yıllarca silinemeyen acılar yaşanmış ve bir çok Türk göç yolarında ya hastalanmış yada hayatlarını kaybetmişlerdir22. Özet olarak bu dönem Bulgaristan Türkleri için Bulgaristan’ın kuruluşu ile başlayıp giderek ağırlaşan bir durumun devamıdır.
1.2.4. Mustafa Kemal’in Sofya Ateşemiliterliği Görevi ve Bulgaristan’daki Faaliyetleri
Mustafa Kemal’in Sofya’da görev yaptığı sıralardaki faaliyetleri ve burada kurduğu dostluklar, Cumhuriyet dönemi Türk – Bulgar İlişiklerinin şekillenmesinde öneli rol oynamıştır. Bundan dolayı bu yıllara kısaca göz atmakta yarar vardır.
Mustafa Kemal 25 Ekim 1913’te Sofya’ya Osmanlı devletinin ilk ateşemiliteri olarak gönderilmiştir23. Bu görevlendirmenin sürgün olduğu veya Balkan Savaşlarında gerilen ilişkilerin yumuşatılması için yapıldığın öne süren farklı görüşler bulunmakla birlikte bu dönemde Enver Paşa Mustafa Kemal çekişmesi olduğu bir gerçektir. Ancak bu konuya girmekten ziyade Mustafa Kemal’in Faaliyetlerine değinmek daha yararlı olacaktır.
Mustafa Kemal’in Bulgaristan’daki faaliyetlerini İki temel başlık altında toplayabiliriz. Bunardan birincisi görevi gereği Bulgaristan ile ilişiklerin düzelmesi için çalışmak ve askeri konularda istihbarat toplamak, diğeri ise kendi inisiyatifi doğrulusunda gerçekleştirdiği Türk azınlığa yönelik faaliyetleridir. Mustafa Kemal bu çalışmalarını gerçekleştirmek için Bulgaristan ileri gelenleri ile dostluklar kurmuş ve onların güvenini sağlamıştır.
Mustafa Kemal, Bulgaristan’da bulunduğu süre içerisinde çok yönlü bir siyaset takip etmiştir. Bir taraftan, Türklere sürekli temas halinde olmuş onarlın örgütlü faaliyetlerde bulunası için çalışmalar yapmıştır. Bunun neticesinde Şubat 1914’te yapılan seçimlerde 17 Türk Bulgar Millet meclisine girmiştir. Bu sayı o güne kadar Türklerin sağlayamadı bir başarı olmuş ve bundan sonra da uzun süre Türkler, bu çapta bir başarı sağlayamamışlardır24 Diğer taraftan da Bulgar ileri gelenleri ile ve Bulgar Komitacıları ile ilişkiler kurarak özellikle Milli Mücadele Döneminde onların yardımlarını görecektir.
Mustafa Kemal isteksiz olarak gittiği Sofya’dan görevini başarı ile tamlaya- rak 20 Ocak 1915’te dönmüştür. Bu görevi sırasında Mustafa Kemal, Türk Bulgar İliklerinin düzelmesine, Türklerin örgütlü olarak hareket etmesine katkı sağlayarak ve özellikle Milli Mücadele döneminde Bulgarların desteğini sağlayacak zemini oluşturmak gibi başarılar elde etmiştir.
1.3. I. Dünya Savaşı sırasında Türk Bulgar İlişkileri Ve
Bulgaristan Türkleri
Birinci dünya savaşının başlaması ile birlikte, Türk – Bulgar ilişiklerinin profili de değişecektir. Bulgaristan’ın kuruluşundan itibaren çoğunlukla gergin seyreden ve iki düşman devlet ilişkisi görünümü veren Türk Bulgar ilişikleri bu savaşla birlikte müttefik iki ülke ilişkisine dönüşecektir. Dolaysısı ile Bulgaristan’daki Türk azınlık da bundan olumlu etkilenecek ve deyim yerinde ise rahat bir nefes alacaktır.
1.3.1. I.Dünya Savaşında Türk – Bulgar İlişikleri
Bulgar Hükümetlerinin en büyük hedefi Makedonya üzerinde yoğunlaşıyordu diğer taraftan da Bulgaristan İkinci Balkan savaşında kaybettiği Dobruca, Kavala, Serez, ve Makedonya’yı geri almak istiyordu
Dostları ilə paylaş: |