Uzun Hasan milli duygularının kuvvetli olmasından ötürü öz diline de önem veriyordu. Kuran’ı Kerim’i Türkçeye çevirtmiş ve huzurunda okutmuştu.114
Sultan Yakub da ilim ve kültür hayatına büyük önem verdi. O, Heşt Behişt adıyla bilinen sarayı yaptırmış ve zamanının bir bölümünü şâirlerle sohbete ayırmıştı.115
Akkoyunlu hükümdarları kimsesizlere yardımda bulunmayı da ihmal etmemişlerdi. Tebriz’de bulunan Sahib-Âbad Meydanı’nda Uzun Hasan Camii’nden sadece bir duvarla ayrılmış bulunan büyük bir hastane mevcuttu. Uzun Hasan ve Yakub Bey zamanında hastanede binden fazla muhtaç ve sakat insana bakılmakta idi. Ayrıca hastaneye bitişik mutfaktan saray hesabına fakirlere yemek dağıtılırdı. Uzun Hasan’ın kardeşi Cihangir’in Mardin’de yaptırdığı hastanenin yanında da bunun gibi bir aşhane ve misafirhane vardı.116
Büyük bir devlet kuran Uzan Hasan Bey, memleketinde ilim ve fennin yayılmasına da çok ehemmiyet verdiğinden her tarafta medrese, imâret ve sâir hayırlı müesseselerle Tebriz ve diğer şehirleri ihya etmekte, Irak, İran ve Mâveraünnehir ve Türkistan’ın âlim, şâir ve ediplerini dâvet ile etrafında toplamakta idi.117
Efendisi Uluğ Bey’in, katlinden sonra oğlundan yüz çevirerek hacca gitmek bahanesiyle yola çıkan meşhur riyaziye ve heyet âlimi Ali Kuşçu, Tebriz’den geçerek Uzun Hasan Bey’in rica ve ısrarıyla orada alıkonulmuştu. Yine yüksek ilim adamlarından olan ve aynı zamanda iyi bir şâir olan Celâlüddin Devvani de bu hükümdarın pek çok ihsan ve iltifatına nâil olmuştu. Meclisinde ilmi mübahaselere pek ziyade kıymet verip bunlardan hoşlanan, vukuf ve ihata kabiliyeti yüksek olan Uzun Hasan Bey ile oğulları Halil ve Yakub Hanlar namlarına da ilmi eserler yazan Celal Devvani, Halil Sultan namına, kelâmdan tecrid üzerine Hâşiye-i Kadime’yi ve Yakub Han adına da Risâle-i Adâlet isimlerindeki eserlerini telif etmişti. Uzun Hasan Bey zamanına ait vekayii “Kitab-ı Diyarbekriyye” ismiyle kaleme alan Tahranlı Mevlâna Ebubekir, yüksek riyazetçi olan Mahmud Can, âlim ve edib Kadı Mesihüddin İsâ Sâveci, Celâl Devvani ve Ali Kuşçu, İdris Bitlisî ile beraber Uzun Hasan Bey sarayının müdavimlerinden bulunuyorlardı. Uzun Hasan Bey’in kendi kütüphanesindeki vazife sahiplerinin adedinin elli sekiz olduğu nazarı dikkate alınacak olursa bu büyük şark hükümdarının ilme karşı gösterdiği hürmetin derecesi anlaşılır. Musikiyi de ihmal etmeyen ve seferlerinde bile beraberlerinde Ehli Tarab ismi verilen saz heyeti bulunduran Uzun Hasan Bey’in maiyetindeki bu heyetin mevcudu doksan sekiz kişi idi.118
Hasan Bey’in oğlu Yakub Han zamanında (vefatı 1490) babasının devrindeki ilim, şiir ve musiki hayatı daha mükemmel olarak devam etmiştir.
Güzel yazısı ve Türkçe, Farsça şiirleri olan, edip, şâir ve musikişinasları himaye ile namına pek çok kasideler yazılan Yakub Han Devri, bu ailenin ilme verdikleri yarım asırlık en parlak devir addedilmelidir.
Hükümdarın mahremi olup kıymetli bir âlim ve yüksek bir şâir olan Kadı İsa Saveci ile Şeyh Şerefüddin Mahmud Dergüzinî ahfadından Necmüddin Mesud, divân kâtipliği ve nişancılık eden meşhur İdris Bitlisî ve (Tarih-i Âlem Aray-ı Emini müellifi) Fazlullâh b. Ruzbihan ve Celâl Devvanî ve Ebubekir Tahrani’nin oğlu âlim ve şâir Mevlâna şah Mahmud ve Yakub Han’ın pek ziyade teveccühünü kazanmış olan şâir Mevlâna Hurremî ve şâirlerden Emîr-i Humâyun, Harezmli Mevlâne Enisi, Habibî-i şarkî, Derviş Dihkî daha bir hayli edip ve şâirler bu devirde yüksek varlıklarını göstermişlerdir. Bunlardan Fazlullah b. Ruzbihan’ın Tarih-i alem ârâ’sı Yakub Bey zamanına âit bir tarih olup onun emriyle yazılmıştır. Fazlullah’ın babası Ruz Behan, Akkoyunlu ümerasından olup Yakub Han’a Semere-t-ül-eşcar isimli eserini ithaf etmiştir. Akkoyunlu âilesinden olup Mardin’de hükümet eden Cihangir’in oğlu Kasım Bey’in bir kütüphanesi olduğunu biliyoruz. Bunlardan Göde Ahmed Bey zamanı (vefatı 1497) Yakub Han Devri’nin devamı ve sonu addedilir.119
DİPNOTLAR
1 H. Dursun Yıldız, “Akkoyunlu”, A Short History of Turkish-Islamic States, Translated by Ahmet E. Uysal, Ankara 1994, s. 367.
2 M. Çetin Varlık, “Akkoyunlular”, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. VIII, Konya 1994, s. 407; R. Quring-Zoche, “Aq Qkoyunlu”, Encyclopedia İranica, C. II, London ve Newyork 1987, s. 163.
3 H. R. Roemer, “The Türkmen Dynasties”, The Cambridge History of İran, ed. Peter Jackson and Lourence Lochort, C. VII, Cambridge 1986, s. 154.
4 R. Quring-Zoche, a. g. m, s. 163.
5 M. H. Yınanç, “Akkoyunlular”, İ.A. , C. I, s. 253.
6 M. H. Yınanç, a. g. m, s. 260.
7 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1986, s. 236.
8 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988, s. 199 (Beylikler).
9 John E. Woods, The Aqqoyunlu, Clan, Confederation, Empire, Mineneapolis ve Chicago 1976, s. 141; Türkçeye çev. Sibel Özbudun, 300 Yıllık Türk İmparatorluğu Akkoyunlular, İstanbul 1993, s. 234.
10 Fazlullâh b. Rüzbihan Hunci-i İsfahani, Tarih-i Alem Aray-ı Emini, Persian text edited by John E. Woods, Royal Asiatic Society 1992, s. 32.
11 Ebu Bekr-i Tihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye, Yayınlayanlar Necati Lügal-Faruk Sümer-Ankara 1983, s. 8-11. v.d.
12 Bkz. A. Nimet Kurat, “Timurîlerden Sultan Ebu Said Kürkânın Uzun Hasan’a Bitiği” Topkapı Sarayı Müzesi Arşivindeki Altınordu, Kırım ve Türkistan Hanlıklarına Ait Yarlık ve Bitikler, İstanbul 1940, s. 126.
13 Ebu Bekr-i Tihrani, a.g.e., c. I, s. 11 vd.
14 V. Minorsky, Persia A.D. 1478-1490, (An Abridged Translation of Fadlullâh b. Rüzbihân Khunji’s Tarikh-ı Âlam-Ârâ-yı Amini), London 1957, s. 20 (Tarih-i Emini).
15 Selâhattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasi ve Askeri Faaliyeti, Ankara 1999, s. 302.
16 Bekir Sıtkı Baykal, “Uzun Hasan’ın Osmanlılara karşı kati mücadeleye Hazırlıkları ve Osmanlı Akkoyunlu Harbi’nin Başlaması”, Belleten, Sayı: 82, Ankara 1957, s. 268.
17 A. K. S. Lambton, “Some Reflections on The Persian Theory of Government I”, Studia Islamic, V, s. 145 (Government I).
18 Halil İnalcık, “Kutadgu Bilig’de Türk ve İran Siyaset Nazariye ve Gelenekleri”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Seri: I-Sayı: A2, Ankara 1966, s. 261.
19 Bkz. Celâleddin Devvâni, Ahlâk-ı Celâli, Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye, 1438, 218/b-299/b.
20 A. K. S. Lambton, Government I. , s. 146.
21 A. K. S. Lambton, Government I. , s. 147.
22 V. Minorsky, “A Civil and Military Review in Fars in 881/1476”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, C. X, 1939, s. 162 (A Civil).
23 V. Minorsky, Tarih-i Emini, s. 22; Walther Hinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Çeviren: Tevfik Bıyıklıoğlu, Ankara 1992, s. 59.
24 V. Minorsky, Tarih-i Emini, s. 23.
25 Abbas al-Azzâvî, Tarih ul-Irak, el-Hukûmât ut-Türkmâniyye, c. III, Bağdad 1939, s. 255.
26 Abbas al-Azzâvî, a.g.e., s. 277.
27 Abbas al-Azzâvî, a.g.e., s. 252.
28 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul 1999, s. 170.
29 A. K. S. Lambton, Landlord and Peasant in Persia, London 1953, s. 106 (Peasant).
30 Abbas al-Azzâvî, a.g.e., s. 254.
31 V. Minorsky, “The Aq-qoyunlu and Land Refoms”, BSOAS, XVII, 1955, s. 450 (Land).
32 Fazlullah b. Ruzbihan, a.g.e., s. 30.
33 Fazlullah b. Ruzbihan, a.g.e., s. 72.
34 John E. Woods, a.g.e., s. 119; Türkçesi, s. 185.
35 Ebubekr-i Tihrani a.g.e., C. I, s. 8-29 vd. Türkçesi Mürsel Öztürk, Ankara 2001, s. 18-20-91-92 vd.
37 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 252.
38 Fazlullah b. Ruzbihan, a.g.e., s. 39.
39 İbrahim Artuk, a. g. m, s. 630.
40 John E. Woods, a.g.e., s. 91; Türkçesı, s. 145.
41 Walther Hinz, a.g.e., s. 25.
41 İbrahim Artuk, “Sikke”, İ.A. , C. X, İstanbul 1967, s. 630.
42 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilatına Medhal, Ankara 1988, s. 272 (Medhal).
43 Şerafettin Erel, Nadir Birkaç Sikke, Sayı; 3, İstanbul 1970, S, 35.
44 Hüseyin Mircağri, Tarih-i Timuriyan ve Türkmanan, İsfehan 1375, s. 376.
45 V. Minorsky, Tarih-i Emini, s. 26.
46 Rıza Rızazede Lengurdi, “Akkoyunlu”, Dairetü’l-Ma’arif-i Bozorg-i İslami, c. I, Tehran 1374, 502; İ. H. Uzunçarşılı, Medhal, s. 271.
47 Celâleddin Devvani, Arznâme, Millî Tebebbular Mecmuası, Yayınlayan: Kilisli Rıfat, C. 2, İstanbul 1331, s. 304; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 289.
48 M. Halil Yınanç, “ Akkoyunlular”, İ.A, c. I, s. 263.
49 Faruk Sümer, Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, Ankara 1992, s. 23.
50 A. K. S. Lambton, Peasant, s. 106.
51 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 274.
52 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. II, s. 385; Türkçesi, s. 232.
53 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. II, s. 347; Türkçesi, s. 209.
54 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 37.
55 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 181.
56 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 264.
57 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 274.
58 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 148.
59 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 274.
60 H. Dursun Yıldız, a.g.m, s. 367.
61 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 202; Türkçesi, s. 126.
62 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 275.
63 V. Minorsky, Teskiretü’l-Mülük, London 1943, s. 63.
64 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 274.
65 Celâleddin Devvani, Arzname, s. 303.
66 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 231; Türkçesi, s. 142.
67 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 274.
68 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. I, s. 245.
69 M. Halil Yınanç, a.g.m, s. 263.
70 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 275-276.
71 Karakoyunlu Hasan Ali’nin isyanından sonra Tebriz’i tekrar ele geçiren Cihanşah Mirza, Arapşah’ı kendisine Emir-i Divan yapmıştı. Bkz. Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., C. II, s. 360; Türkçesi, s. 217.
72 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 278.
73 Walther Hinz, a.g.e., s. 88.
74 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 279.
75 M. H. Yınanç, a.g.m, s. 263.
76 Mehmet Bayrakdar, Bitlisli İdris, Ankara 1991, s. 6; Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 291.
77 Walther Hinz, a.g.e., s. 87.
78 Fazlullah b. Ruzbihan, a.g.e., s. 128.
79 Celaleddin Devvani, Arzname, s. 301; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 279.
80 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., c. I, s. 104.
81 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 265.
82 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 273.
83 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 284.
84 Walther Hinz, a.g.e., s. 91.
85 İlhan Erdem, “Akkoyunlu Ordusunu Oluşturan İnsan Unsuru”, A. Ü. D. T. C. F. Dergisi, Cilt: XV-Sayı; 26-19991’den ayrıbasım, Ankara 1992, s. 86.
86 Münecimbaşı, Câmiü’d-Düvel (Sahâifü’l-Ahbar), c. III, İstanbul 1285, s. 154-155.
87 Bkz. V. Minorsky, A. Civil, s. 154-155.
88 İ. Erdem, a.g.m. , s. 87.
89 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., c. I, s. 107; Türkçesi, s. 75.
90 İ. Erdem, a. g. m, s. 88.
91 İ. H. Uzunçarşılı, Medhal, s. 286.
92 Ahmet Caferoğlu, “Türk tarihinde Nöker ve Nökerzâdeler Müessesesi”, IV. Türk Tarih Kongresi, c. IV, Ankara 1952, s. 253.
93 İ. Erdem, a. g. m, s. 89.
94 A. Caferoğlu, a. g. m, s. 256.
95 İ. E. rdem, a. g. m, s. 91.
96 John E. Woods, a.g.e., s. 68; Türkçesi, s. 99.
97 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 287.
98 Walther Hinz, a.g.e., s. 93; Minorsky, A. Civil, s. 168.
99 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 168.
100 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 277; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 283.
101 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 252.
102 John E. Woods, a.g.e., s. 122; Türkçesi, s. 187.
103 İ. H. Uzunçarşılı, Medhal, s. 284.
104 Walther Hinz, a.g.e., s. 83.
105 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 254.
106 Bkz. Ö. Lütfi Barkan, “Osmanlı Devrinde Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan Bey’e Ait Kanunlar”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler, İstanbul 1980, s. 545; Walther Hinz, a.g.e., s. 88, 89.
107 İ. Hakkı Uzunçarşılı, Medhal, s. 282.
108 V. Minorsky, “A Soyurghal of Qasim b. Jahangir Aq-qoyunlu”, BSOS, c. IX, 1939, s. 952.
109 İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 112.
110 İ. H. Uzunçarşılı, Medhal, s. 236.
111 Ebubekr-i Tihrani, a.g.e., c. II, s. 529.
112 Walther Hinz, a.g.e., s. 99.
113 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 254.
114 Faruk Sümer, “Az Tanınmış Bir Türk Hükümdârı Uzun Hasan Bey”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, 1988, sayı: 19, s. 20.
115 Abbas al-Azzavi, a.g.e., s. 267.
116 Walther Hinz, a.g.e., s. 95-96.
117 İ. H. Uzunçarşılı, Beylikler, s. 224.
118 İ. H. Uzunçarşılı, Beylikler, s. 225.
119 İ. H. Uzunçarşılı, Beylikler, s. 226
Türkiye Selçuklu Döneminde
Toplum ve Ekonomi
Prof. Dr. Tuncer Baykara
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
Giriş
ürklerin, doğrudan Türk adıyla batıya göçlerini ve sonradan dünyayı etkileyecek Avrupa ile temaslarını sağlayan olaylardan birisi, Selçukoğullarının İç-Batı Asya’da bir devlet kurmaları ve bunun gelişerek Bizans Devleti’nin askerî gücünü 1071’de büyük ölçüde yok etmesidir. Bunun sonrasında, Rum diyarı denilen bu ülkeye Türk beylerinin akın edip kalelere ve ülkeye sahip olmaları kısa bir zaman almıştır. Danişment, Saltuk, Mengücek ve Artuk Gazilerin kısa bir sürede bazı yörelerine sahip oldukları bu harekete de, Selçukoğullarının, o sıradaki iktidara küskün bir bölümü de katılmış idi. Büyük Selçuklu Sultanlığı için mücadele edip, canını bu yolda kaybeden Kutalmış’ın oğlu Süleyman Bey, Rum diyarının önemli bir kesimine de sahip olmuştu. Kutalmışoğlu Süleyman Bey, daha geniş ufuklu olmuş, bu harekâtında doğrudan İstanbul’u da hedef almış, İznik’i de ele geçirmiş idi.
Türkiye tarihinin bir dönemi, eğer bütün olayları Selçuklu ailesinin tarihi açısından görmezsek, doğrudan Türk beylerinin hakimiyeti dönemidir. Kutalmışoğulları bu dönemde Rum diyarında hakimiyet kuran Türk beylerinden sadece önemli birisidir. Diğer Türk beylerinin de, “kılıç hakkı” olmak üzere bu diyarda, yüksek Selçuklu hakimiyetini tanıyarak kurmuş oldukları kendi idareleri vardır. Bu sebeple, 1071 sonrası zamanın bir kesimini, Beylikler Dönemi diye de alabiliriz. Bu devri, genelde Bizans karşı saldırısının kesinlikle durdurulduğu 1176’dan itibaren muhtelif tarihlere kadar çıkarmak imkânı vardır. Önemli Danışmentli Beyliği’nin etkinliğinin giderilmesi de hemen bu yıllara rastlar. Bununla birlikte, Selçukoğullarına Danışmentliler kadar hasmane bir tavır içinde olmayan öteki beylikler de göz önüne alındığında bu dönemi yüzyılın sonuna, hatta 1211’e kadar götürmek imkânı vardır. Bu zaman teklifleri arasında II. Kılıçarslan’ın vefatı olan 1192 ile, oğlu Gıyaseddin Keyhusrev’in şehit düştüğü 1211 tarihi de söz konusu olabilir. Biz bu dönemi, daha sade olarak anlamak üzere XII. yüzyıl olarak belirleyecek, bu zamanı, Birinci Beylikler Devri olarak alacağız.
Gıyaseddin Keyhusrev’in ardarda Selçuklu sultanı olan iki oğlu, İzzeddin Keykâvus (1211-1220) ve Alâeddin Keykubad (1220-1237) dönemi ile Selçuklu idaresinde açık ve kesin bir yeni dönem başlamaktadır. Diyar-ı Rum, büyük ölçüde birliğe kavuşmuştur. Gerçi bu birliğe batı kesimi dahil değildir ama, 1260’a kadar bu sahada barış vardır ve dolayısıyla genel bir iktisadî bütünlük de oluşmuş gibidir. Onların, daha önceki dönemin de birikimi üzerine oluşturdukları harekette şehirleşme de dikkate değer bir yer tutar. Şehirleşme, aynı zamanda yeni imar hareketleri demektir. Yeni imar ve yapılanma ile, Diyar-ı Rum’un çehresi değişmekte, hem kesin olarak hem de ana çizgileriyle Türk ve Müslüman özelliğini kazanmaktadır.
Diyar-ı Rum’daki bu imar ve yapılanma hareketi 1243 ve sonraki olaylarla da durmaz. 1271 senesinde Sivas şehrinde aynı se
nede üç dev medrese yapılabilmesi, büyük servet birikimi yanında mühendis, mimar, usta ve işçi imkânlarının da çokluğunu gösterir.
Selçuklu Devleti’nin XIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra giderek İlhanlı etkisine girmesiyle, eski süreç devam eder. Fakat giderek çözülen Selçuklu ordusu, yüzyılın sonlarına doğru neticelerini gösterir. Bir kısım Türk boylarının beyleri, eskiden Selçuklu ordusu içinde, aralarından birisinin Beylerbeyliği’nde gördükleri hizmetleri görememenin etkisiyle, kendi askerî güçlerini oluşturmuşlardır. Böylece, kısmen 1261’den başladığı ifade edilirse de 1275’lerden sonra beylikler askeri güçlerini oluşturmaya başlamışlardır.
Bu hareket, iki yönlü bir gelişmeyi doğurmuştur. Selçuklu sultan ailesi, etkili ve adeta birer diktatör olan yöneticilerin (Muineddin Pervane gibi) de etkisiyle beyler ve halk üzerindeki etkinliğini gidermeye başlamıştır. Zaten Selçuklu sultan ailesi de İlhanlı Devleti yoluyla büyük kağana tâbi sayılıyordu. Kimi Türk beyleri, aradan Selçuklu idaresini çıkarıp doğrudan İlhanlılara bağlanmayı denemiş, daha sonra da bu yola başvurmuş idiler.
Selçuklu sultanlarının siyasi iktidarlarının kaybolması, fiilen XIII. yy. sonlarında, fakat isim olarak XIV. yy. başlarında, 1308’dedir. Netekim 1299’da kurulduğu ifade ve iddia edilen Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi de, ilk idarî yetkiyi, Selçuklulardan almış idi. Osmanlı Beyliği için bu türden bir yetki, doğru olabileceğinden öteki beyliklerin de XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yy. başlarında oluşmaya başladıkları muhakkaktır. Bu sebeple bu dönem için XIII. yüzyıl demek tam olarak doğrudur.
XIV. yüzyılın ilk yarısında, beyliklerin kendi iç idare yetkileri açık ve kesin olarak mevcuttur. Fakat dış siyasette böylesine bir bağımsızlık söz konusu olamaz. 1350 tarihinde dahi Orhan Gazi başta olmak üzere Aydınoğullarının ve Denizli beylerinin İlhanlı hazinesine vergi verdikleri kesinlikle biliniyor. Ancak 1356’da İlhanlı Devleti de tamamen çözülmüş ve boş bıraktığı yer için Temür Beğ dahil bir büyük mücadele ve çekişme başlamış idi. Böylece XIV. yüzyılın ilk yarısında iç siyasette etkili, fakat yüzyılın ikinci yarısında doğrudan siyasi olarak da açık ve kesin bir Beylikler Devri başlamış bulunmaktadır.
XIV. yüzyıl dendiğinde, Türkiye tarihinde adeta İkinci Beylikler Devri etkinlikle anlaşılabilir.
Bu dönemin bitişi için Yıldırım Bayezid’in artık Anadolu adını da alan ülke bütünlüğünü sağlama çabası, XIV. yy. sonları kabul edilebilir. Temür Hareketi ve Ankara yenilgisi ile beylikler yeniden canlanmış ise de, tarihin akışı içinde bunlar birer birer söneceklerdir. Bu sebeple bize göre XV. yüzyıl, ilk yarısı itibariyle Osmanlıların, öteki beylikler özellikle Karamanoğulları ile etkili mücadelesine şahit oluyor ise de, II. Murad Gazi’nin dikkatli ve etkin siyaseti ile Osmanlı Devleti çok büyük bir güç sahibi olacaktır. 1453 ise, Osmanlı Devleti’nin birleştirici gücünün zirvesidir ve zaten çok geçmeden bütün Ön Asya, özellikle batı kesimi Osmanlı idaresinde birleşecektir.
Bu sebeple biz Beylikler Devri’ni, XIV. yüzyıl olarak ele alacak, XV. yüzyılın özellikle ilk çeyreğindeki fikir ve bilim hareketini de önceki yüzyılın bir uzantısı olarak kabul edeceğiz.
Kısaca şöyle diyeceğiz:
1. 1071-1176?/1211: Beylikler Devri,
2. 1211-1308: Türkiye Selçuklu Devleti
3. 1308-1400?/1453: Beylikler Devri (2.)
Meseleyi, sosyal ve kültürel açıdan ele aldığımızda, bu devrin kendi içinde de üç ana kesime bölündüğü kesinlikle görülecektir. İlk kesim, Bizans uzantısı-Türk çabaları, ikinci kesim Türk özelliklerinin oluşması, üçünçü kesim ise beylik özellikleri ve Osmanlı kuruluşu.
Türklüğün en büyük devletlerinden birisi olan Osmanoğulları, şu halde doğrudan bir beylik olarak Selçuklu dünyasının içinden gelmektedirler. Aynı zamanda bu idare, İlhanlı etkilerini de taşıyabilir. Bütün bunlar Türk devlet geleneklerinin hem zaman hem de mekan olarak devamlılığının en açık göstergeleridir.
A. Ülke ve Fetih
1. Ülke
Türkler XI. yüzyılın son çeyreğinde büyük kitleler halinde batıya doğru akmaya başladıklarında, Romalıların Asia Minoru, yani bir bakıma Küçük Asyası, İslamlar veya Ön Asya kavimleri tarafından Romalıların Ülkesi, Romaoi=Diyar-ı Rum olarak anılıyordu.
En eski zamanlardan beri bu ülkede insanlar yaşamış, gerek bunların nesilleri, gerekse dışardan gelenler yurt tutmuşlardır. Hititlerin merkezi devleti sonrasında, küçük krallıklar kurulmuş, daha sonra Doğudan İranlılar, batıdan da Yunanlılar bu ülkeyi istilâ etmişlerdi. İran-Yunan mücadelesi İskender zamanında batının kesin zaferi ile neticelenmiş, İskender İç Asya’ya kadar uzanan, merkezi şimdiki Bağdad dolaylarında olan bir yeni büyük bütünlüğün batı kanadını oluşturmuştu. İskender sonrasında kurulan küçük devletlerin siyasî çekişmeleri sonrasında ülkenin batı yakası Romalıların, doğu kesimi ise İranlıların hakimiyetine girdi. Böylece ülkenin büyük bir kısmı, yazılı kaynakların çoğaldığı bir dönemde artık Romalıların ülkesi konumunda idi.
Roma’nın ikiye ayrılması ve Doğu Roma’nın Bizans diye de anılması bu adı etkilemedi. Ülkenin büyük bir kesimi VII. yüzyıl başlarında İslamiyet’in çıkması, İslam ordularının kuzeye ve hatta İstanbul’a kadar ilerlemesi döneminde de Romalıların ülkesi=Diyar-ı Rum idi.
Bu türden adlar, sonraki dönemlerde de devam etmiştir. XII. yüzyıldan itibaren bu ülkede hâkimiyet kuran bey ve hükümdarların kitâbelerinde, hükmettikleri yerler, bir gelenek olarak sıralanırken, oldukça farklı isimler de görülebilmektedir. Böylece biz, XI. yüzyıl sonrasında Türklere miras kalan yöre ve ülke adlarını tespit edebiliyoruz.
1. Rum: Romalıların ülkesi anlamında en yaygın bir kavramdır. Mülk-i Rum, Diyar-ı Rum, bir bakıma Roma çağının Asia-Minore’si ile özdeş gibi de sayılmıştır. Fakat bu genel isim içinde daha birçok alt isim de dikkatimizi çekmektedir.
Rum ülkesi; Rum diyarı, XIII. yüzyıl sonrasında artık Roma=Rum çağrışımı yaptırmayacak kadar değişti ve bir Türk diyarı oldu. Aşağıda da göstereceğimiz gibi burası zaten Avrupa kaynaklarında Turkae=Türklerin ülkesi diye adlanır olmuştu. Böylesine bir değişikliğe uğrayan Rum diyarı, XIV. yüzyılda tanımı da değiştirdi; Rum-eli, yani Romalıların=Rumların ülkesi, artık Avrupa yakasına denmeye başladı. Eski Diyar-ı Rum için yeni bir kavram, Anadolu öne çıkmaya başladı.
Rum, Artuklu, Saltuklu, Mengücekli ve Selçuklu yazıtlarında çok rastlanan bir kavramdır. Muhtemelen eski Romalıların ülkesini, yani Fırat nehrinin batısını kasdetmiştir. Bununla birlikti Arz-ı Rum, veya Erzen ür-Rum (=Erzurum) ifadesinden de anlıyoruz ki Erzurum da Rum diyarından sayılıyordu.
Rum bir coğrafya adı olarak, etnik bir özellik taşımaz. Rumî, Rum ülkesinin insanı olarak, mesela Mevlana Calâleddin Rumî’de, Rum asıllı olduğunun anlaşılmaması gerekir.
2. Yunan: Yunan diyarı, şimdiki bilgilerimize göre Avrupa yakasında ise de XII. yüzyılda Konya-Ankara yöresine denmiş olmalıdır. 1192 tarihli Ankara İçkalesi’nde, gerçekte Alaeddin Keykubad’ın amcasına ait olmakla birlikte, yaygın Alaeddin ismiyle anılan camideki yazıt, Mesud-şah’ın Mülk-i Rum ve Yunan ülkesine hükmettiğini belirtir.
Konya yöresine (şehrine değil) Yunan diyarı denilmesi, XII. yüzyıldan sonra da devam etmiştir. Beylikler Dönemi’nde böyle kullanıldığı gibi, klasik Osmanlı döneminde, yani XVI. yüzyılda da buraya İklim-i Yunan denilebiliyordu.
3. Ermen: “Yukarı iller” anlamında olan Ermen ile, adlarına günümüzde çok rastladığımız Ermenileri aynılaştırmamak gerekir. Diyar-ı Ermen, Van Gölü kuzeyi ve dolaylarına verilen bir coğrafî addır. Buradan çıkılarak oluşturulan Ermenî, Ermen ülkesinin insanı anlamında yaygınlaşmıştır. Oysa kökende bu insanlar doğrudan Türk veya Müslüman da olabilir. Nasıl ki Ermen-şahlar, bu yörede hakim olan bir Türk ve Müslüman sülâlesidir.
4. Efrenç: XII. yüzyıl yazıtlarında, Türkiye Selçuklularının hükmettiği yerler arasında Efrenç deyimi de geçmektedir. Muhtemelen Çukurova taraflarında bir zaman için Haçlıların hakim olduğu yöreler kasdedilmiş olsa gerektir.
5. Şam: Şam ismi günümüzde, Türkçemizde nedense Dimeşk/Damascus şehrinin ismi olarak yaygınlaşan bir kavram olmuştur. Oysa Şam gerçekte, Romalıların Suriye dediği ülkenin ve geniş bir coğrafyanın adıdır. Kuzeyde Maraş ve Malatya’ya kadar uzanır; netekim Yıldırım Bayezid’in Malatya’ya hakim olması Şam’a hakim olması biçiminde algılanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |