Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə188/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189

zıll ü zül (a.b.s.) 1. horluk, alçaklık. 2. itaat; alçakgönüllülük.

zımâd (a.i.c. zamâid) 1. merhemle yaraya sarılan sargı, bez. 2. ilâç, lapa, yakı.

zımâd-ı hardal hek. hardal yakısı.

zımâr (a.i.) namus, ırz.

zımn (a.i.) 1. iç taraf. 2. açıkça söy-lenmeyip dolayısıyla anlatılmak istenilen söz, gizli maksat. 3. maksat, istek, niyet.

zımnen (a.zf.) açıktan olmayarak, dolayısıyla, kapalıca, üstü kapalı olarak, (bkz: zımnî).

zımnında (a.zf.) için, dolayısıyla.

zımnî, zımniyye (a.s. ve zf.) l. üstü kapalı, örtülü, açıktan olmayarak, dolayısıyla anlatılan.

Maksad-ı zımnî üstü kapalı, örtülü maksat, gizli istek, (bkz: zımnen). 2. kendiliğinden.

zımnî irade beyanı huk. bir beyanda bulunan kimsenin hukukî netice iradesinin, ancak şart ve vaziyetin de birlikte değerlendirilmesiyle anlaşılan irade beyanı.

zımnî irâde izhârı kapalı olarak istek bildirme.

zındîk (a.s. c. zenâdîk, zenâdıka) (bkz: zindîk).

zındîkî (a.s.) zındıklık.

zındîkiyyet (a.i.) zındıklık.

zınnet (a.i.) cimrilik, pintilik, (bkz: buhl).

zırâât (a.i. zırâat'ın c.), (bkz. zirâât).

zırâat (a.i.). (bkz. zirâat).

zırâî (a.s.). (bkz. zirâî).

zırâr (a.i.) karşılıklı zarar verme.

zırgam (a.i.c. zarâgım) arslan. (bkz: dırgam, esed, gazanfer, haydar, leys, şîr).

zırgame ("ga" uzun okunur, a.i.) arslan. (bkz. dırgame).

zırh (f.i.) zırh, demirden örme veya dökme savaş elbisesi, (bkz: cevşen, dır').

zırh-bâf (f.b.s. ve i.) zırh yapan, zırhçı.

zırh-câme (f.b.i.) zırh kaplı elbise, zırh elbise.

zırh-dâr (f.b.s.) zırhlı, zırh giyen, zırh giymiş olan. (bkz: zırh-pûş).

zırh-dûz (f.b.i.) 1. zırh halkası yapan kimse. 2. zırhı delip geçen bir ok çeşidi.

zırh-kürte (f.b.i.) kısa zırh.

zırh-pûş (f.b.s.) zırh giymiş, zırh giyen.

zırnîh (f.i.) zırnık, sıçanotu, arsenik mâdeni ile kükürt karışığı bir madde.

zırnîhî (f.s.) zırnık renginde olan, sarı renkli, (bkz: zirnîhî).

zırr (a.i.c. zurûr) 1. döğme. 2. bot. tomurcuk.

zıya' (a.i. zay'a'nın c.) tarlalar; küçük çiftlikler.

zıyâ' (a.i. zay'a'nın c.) tarlalar, küçük çiftlikler.

zıyâ' (a.i.) kayıp, yitim, kaybolma.

zıyâ-i ebedî ölme, ölüm. (bkz: mevt).

zıyâ-i elem fels. acı yitimi, kaybı, anaezi, fr. analgesie.

zıyâ-i hâfıza fels. hafıza yitimi, kaybı, fr.amnesie.

zıyâ-i hiss hek. duyum yitimi, kaybı, fr. anesthesie.

zıyâ-i intizâm psik. şuurlu hareketlerdeki düzensizlik, ataksi, fr. ataxie.

zıyâ-i kelâm hek. söz yitimi, kaybı, afazi, fr. aphasie.

zıyâ-i kırâat okuma yitimi, kaybı, fr. alexie.

zıyâ-i savt psik. ses yitimi, kaybı, fr. aphonie.

zıyâ-i şahsiyyet benlik yitimi, kaybı, fr. depersonnalisation.

zıyâ-i şemm koklama yitimi, kaybı, fr. anosmie.

zıyâ-i tahrîr psik. yazma yitimi, kaybı, agrafi, fr. agraphie.

zıyyık (a.s.) pek dar.

Mekân-ı zıyyık pek dar yer. (bkz: dıyyık).

zıyyık-ı nefes nefes darlığı, tıknefeslik.

zıyyık-ı sadr göğüs darlığı, göğüs tutukluğu.

zî- - (a.s.) "sahip" mânâsına kelimelerin başlarına getirilerek birleşikler yapar.

zî-hayât canlı, yaşar.

zî-nüfûz nüfuzlu, sözü geçer.

zî-kıymet kıymetli, değerli, bahası yüksek.

zî-l-yed huk. bir malı, bir gayrimenkulu elinde tutan, bu malı -sahibi kendisi olsun veya olmasın- kullanmakta bulunan kimse.

zî-şân 1) şanlı, şerefli; 2) i. kadın adı.

zî (a.i.) heyet, kılık, kıyafet; elbise.

ziâb (a.i. zi'b'in c.) kurtlar, canavarlar. (bkz. gürgân, zu'bân).

ziâmet (a.i.). (bkz: zeâmet).

zîb (a.i.) süs, bezek, (bkz: zînet, zîver).

zi'b (a.i.c.ziâb, zu'bân) kurt, canavar. (bkz. gürk).

Dâ'üz-zi'b (kurt hastalığı) açlık, doymazlık.

Hânik-üz-zi'b bot. kurtboğan denilen nebat (bitki).

zi'b-i bahrî zool. deniz kurdu denilen bir cins yırtıcı büyük balık.

zi'b-i Yûsuf kabahati olmadığı halde suçlandırıltılan kimse.

zîbâ (f.s.) 1. süslü. 2. yakışıklı, güzel.

zîbak (a.i.) cıva.

zîbakî (a.s.) cıvaya ait, cıva ile ilgili, cıvadan ibaret, cıvalı.

zibâr (a.i. zebr'in c.) 1. kitaplar, cüzler. 2. kitap yapraklan. 3. yazı yazmalar.

zîbâ-rû (f.b.s.) güzel yüzlü, (bkz: dil-ber).

zîb-âver (f.b.s.) süsleyici, bezeyici.

zîbâyî (f.i.) süslülük; yakışıklılık, güzellik.

zibbân (a.i. zübâb, zübâbe'nin c.) sinekler.

zîb-efzâ (f.b.s.) süsü, güzelliği artıran, güzelleştiren.

zîbende (f.b.s.) zînetli, süslü, yakışıklı.

zibha, zübha (a.i.) hek. kuşpalazı, difteri.

zibha-i hakîkıyye hek. kuşpalazı, difteri.

zibha-i kâzibe hek. arazı kuşpalazına benzediği halde ondan daha hafif ve daha az tehlikeli bir hastalık, kunnâk-ı sarsarî.

zibl (a.i.) süprüntü; gübre.

zibr (a.i.c. zübûr) 1. mektup. 2. kitap. 3. yazı.

zîc (a.i.c. zîcât) astr. yıldızlann yerlerini ve dolaşmalannı göstermek için hazırlanmış cetvel, [bundan çıkarılan neticeye "zâyiçe" denir].

zidâ[y] (f.s.) pas açıcı, cilâlayıcı, temizleyip parlatıcı.

zîde, zîdet (a.f.i.) "artsın, çoğalsın, çok olsun!" mânâlarıyla dua ve temennilerde bulunmak üzere kullanılır.

Zîdet fazlü-hû! fazlı, bilgisi çok olsun!.

Zîdet kadrühû! kadri, îtibân çoğalsın!... gibi.

zifâf (a.i.) gerdeğe girme.

Beyt-üz-zifâf zifaf evi; gelin odası.

Hücre-i zifâf gerdek odası.

Leyle-i zifâf gerdek gecesi.

zifâf-hâne (a.f.b.i.) genel ev, randevuevi.

zîfân (a.i. zayf’ın c.) misafirler, konuklar, (bkz: zuyûf).

zift (a.i.) kara sakız, katrandan çıkarılan, kolay kınlan, az sıcakta eriyen katı, siyah, parlak bir madde olup en çok gemi kalafatında kullanılır.

zih (f.i.) 1. kiriş. 2. yay kirişi. 3. kaytan, şerit. 4. kenar çizgisi.

zihâf (a.i.c.zihâfât) ed. ibarede uzun okunması lâzımgelen bir sesli harfin vezin zaruretiyle kısa okunması. Meselâ "Ben neler çekmekteyim bilsen elinden ah senin" mısraındaki "ah" in çekilmeyişi gibi.

zihâfât (a.i. zihaf’ın c.) ed. zihaflar.

zihâm (a.i.) 1. kalabalık, sıkışıklık. 2. darlık, (bkz. müzâyaka).

zî-hayât (a.b.s.) canlı, yaşayan, yaşar.

zih-gîr (f.b.i.) ok atanlann parmaklanna geçirdikleri halka, yüzük, [kemikten, fıldişinden ve boynuzdan yapılırdı].

zihi (a.s.) "şu, bu" mânâsına gelen Arapçada müennes işaretidir.

Hâzihi işte şu.

zihî (a.e.) 1. ne güzel, ne hoş. 2. aferin, bravo!, (bkz: habbezâ, hôşâ).

zihn (a.i.c. ezhân) zihin, anlama, bilme, unutmama kuvveti, hafıza.

zihn-i mahdûd dar zihin.

zihnen (a.zf.) zihince, zihinde, zihinle, zihinden.

zihnî, zihniyye (a.s.) 1. zihine ait, zihinle ilgili.

Hesâb-ı zihnî mat. akıldan yapılan hesap, fr. calcul mental. 2. i. [birincisi] erkek, [ikincisi] kadın adı.

zihniyyât (a.i.) zihne ait hususlar.

zihniyye (a.i.) fels. akılcılık, entelektüalizm, fr. intellectualisme.

zihniyyet (a.i.) düşünce, düşünce yolu, kafa, anlayış.

zîk (a.i.) darlık, sıkıntı, (bkz: dîk).

zîk-ı maâş geçim darlığı.

zîk-ı nefes nefes darlığı, tıknefes.

zîk-ı sadr göğüs darlığı, (bkz: usr-ün-nefes).

zikâr (a.i. zeker'in c.) erkekler, (bkz: zikâre, zükrân, zükûr).

zî-karâbet (a.b.i.) bir kimseye babası veya anası tarafından Müslümanlığı ilk kabule yetişmiş olan büyük ceddine kadar mensubiyeti olan her hangi bir kimse.

zikâre (a.i. zeker'in c.) erkekler, (bkz: zikâr, zükrân, zükûr).

zî-kıymet (a.b.s.) kıymetli, değerli, bahası yüksek olan.

zikr (a.i.c. ezkâr) 1. anma, anılma.

zikr bi-l-hayr hayırla anma. 2. bildirme, bildirilme.

Ânif-üz-zikr, Sâlif-üz-zikr yukarıda adı geçen.

Âtiyy-üz-zikr aşağıda zikrolunan. 3. Kur'ân-ı Kerîm, (bkz: Fürkan, Hüdâ, Hitâb, Kitâb, Mushaf, Necm, Nûr).

zikr-i alenî tas. dervişlerin tekkede yahut her hangi bir yerde toplu olarak zikretmesi.

zikr-i cehrî yüksek sesle yapılan zikr.

zikr-i cemîl 1) güzelliğini, iyiliğini anma; 2) mekteplerde talebeye verilen mükâfat; 3) tas. Allah'ın adlarını anarak dua etme.

Halka-i zikr tekkelerde dervişlerin bir halka kurarak Allah'ın adını yâdettikleri topluluk.

zikr-i hafî gizli olarak yapılan zikr.

zikr-i kalbî sessiz olarak yapılan zikr.

zikrâ (a.i.) 1. anma, hatırlama. 2. ibret, örnek. 3. öğüt.

zilâl (a.s. zelîl'in c.) zeliller; hor ve hakir olanlar, (bkz: zullân).

zi-l-hicce (a.b.i.) arabî aylarının on ikincisi olup, onuncu günü kurban bayramına rastlar, [hacı olma töreni bu ayda yapılır].

zi-l-ka'de (a.b.i.) arabî aylarının on birincisi.

zille (a.i.) peygamber hatâsı.

zillet (a.i.) hakirlik, horluk, alçaklık, aşağılık.

zillet-i nefs nefis alçaklığı.

zi-l-yed (a.b.s.) bir malı, bir gayrimenkulu elinde tutan, malı -sahibi kendisi olsun veya olmasın- kullanmakta bulunan [kimse].

zilzâl (a.i.) zelzele, sarsılma, deprem, (bkz: zelzâl, zülzâl).

zilzil (a.i.c. zelâzil) uzun etek.

zimâm (a.i.c. ezimme) yular, hayvan yuları.

zimâm (a.i.) kendi tarafını koruma, gözetme.

zimâm-dâr (a.f.b.s.c. zimam-dârân) 1. yular tutan. 2. bir işi elinde tutan, idare eden, yürüten, yöneten.

zimâm-dârân (a.f.b.i. zimamdâr'ın c.) bir işi idare edenler, yürütenler, yönetenler.

zimâm-dârî (a.f.b.i.) 1. zimamdarlık, yular tutma. 2. bir işi elinde tutma, idare etme, yürütme, yönetme.

zimem (a.i. zimmet'in c.) zimmetler, borçlar.

zimemât (a.i. zimem'in c.) borçlar.

zimmet (a.i.c. zimem) l. sahip çıkma, koruma zorunda kalma. 2. üst, üstte olan şey. 3. bir ticarî kuruluşun borçlarının topu.

Be-râet-i zimmet suçsuz olduğu anlaşılarak temize çıkma.

Berî-üz-zimme suçsuz, ilişiksiz.

Ehl-i zimmet bir islâm devletinin himaye ve tâbiiyetinde (uyruğunda) olan Müslüman olmayan kimseler.

Tebriye-i zimmet aklanıp temize çıkma.

zimmî (a.s.i. zimmet'den) İslâm Devleti tebaasından olan ve haraç veren Hıristiyanlar, Yahudiler, (bkz. reâyâ).

zîn (f.i.) eyer [binek atlarına vurulan-]. (bkz. raht).

Zîr-i zîn eyer vurma.

zinâ' (a.i.) nikâhsız çiftleşme.

Veled-i zinâ nikâhsız birleşmeden doğan çocuk, piç.

zinâb (a.i. zeneb'in c.) kuyruklar, (bkz: eznâb).

zinâbe (a.i.) [her şeyin] ardı, arkası, (bkz: zünâbe).

zinâd (a.i. zend'ın c.) 1. çakmak demirleri; çakmaklar.

zinâd-ül-hacer çakmak taşı. 2. anat. (zend'in c.) bilekler.

zinâ-kâr (a.f.b.s.) zina eden, kanunsuz çiftleşmede bulunan.

zinâ-kârî (a.f.b.i.) zina işleme, zamparalık.

zincefr (a.i.) zencefre, civa ile kükürt karışığı bir çeşit kırmızı boya.

zindân (f.i.) 1. karanlık, yeraltı hapishanesi, (bkz: mahbes, sicn). 2. pek karanlık, sıkıntılı yer.

zindân-gîr (f.b.s.) zindana konulmuş, zindana atılmış.

zindânî (f.i.) 1. zindancı, zindan muhafızı. 2. zindana kapatılmış suçlu.

zindâniyân (f.i. zindânî'nin c.) zindanlıklar, zindana kapatılan suçlular.

zinde (f.s.c. zindegân) 1. diri, yaşayan, canlı. 2. dinç, sağlam, güçlü kuvvetli.

zinde-bâd (f.fi.) "yaşasın!".

zinde-dâr (f.b.s.) gece uyumayan, uyanık kalan, (bkz: sâhir).

zinde-dil (f.b.s.) yüreği canlı olan, uyanık.

zinde-gân (f.s. zinde'nin c.) zinde olanlar, diriler.

zindegânî (f.i.) 1. dirilik, hayat. 2. yaşayış; geçim.

zindegî (f.i.) zindelik, dirilik, canlılık.

zinde-rûd (f.b.i.) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş alü asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zindîk (a.s.c. zenâdîk, zenâdıka) zındık, münafık, âhirete inanmayan, Allahsız.

zînet (a.i.) süs, bezek, (bkz: zîb, zîver).

zinhâr, zînhâr (f.e.) sakın! asla, olmaya, aman!

zinhâr-hâr (f.b.s.) 1. aman dileyen. 2. sözünde durmayan adam.

zi-n-nûr (a.s.) nurlu.

Zi-n-nûreyn (a.h.i.) Hz. Osman. [Hz. Muhammed'in iki kızı ile evlendiği için bu ad verilmiştir].

zîn-pûş (f.b.i.) eyer örtüsü.

zîr (a.i.) sazın en ince teli.

zîr ü bâm sazın en ince ve kalın teli.

zîr (f.i.) 1. alt, aşağı, (bkz: taht). 2. tîz perde.

zîr-i ser başın altı.

zîr-i zemîn yerin altı.

zîr ü bâlâ aşağı yukarı, altüst.

zîr ü zeber altüst. 2. tîz perde.

zîrâ (f.e.) çünkü, şundan dolayı ki.

zirâ' (a.i.c. zirâât, zür'ân) 1. dirsekten orta parmak ucuna kadar olan bir uzunluk ölçüsü, (bkz. endâze). [75 - 90 santim arasında değişen şekilleri vardır].

zirâ-i a'şârî metre. 2. Ay menzillerinden biri.

zirâ-i âmme huk. [eskiden] altı kabza, yânî yirmi dört miktarı olan arşın [bunun karesi; 516 parmaktır; arşına Türkiye'de "zirâ-ı mi'mârî" denir], (bkz: zirâ-i kisrâ).

zirâ-i kirbâsî huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktarı olan arşın. [bezlerde, kumaşlarda kullanılır].

zirâ-i kisrâ huk. [eskiden] yedi kabza, yânî yirmi sekiz parmak miktarı olan arşın, [buna "zirâ-i melik" de denir], (bkz: zirâ-i kirbâsî).

zirâ-i mesâha yedi kabza ile bir dikili parmak miktarı olan ve arazîde kullanılan bir arşın.

zirâ-i mi'mârî kalfa ve dülgerlerin kullandıkları yirmi dört parmaktan ibaret bir uzunluk ölçüsü.

zirâât (a.i. zirâ'ın c.) zirâlar, uzunluk ölçüleri, (bkz. zür'ân).

zirâat (a.i.) ekincilik, çiftçilik, tarım, (bkz: filâhat).

Ehl-i zirâat çiftçi.

zirâat-i mütenâvibe zir. topraktan çok mahsul almak için o toprağa nöbet ile türlü ekin ekme usûlü.

zirâât (a.i. zirâat'ın c.) ekincilikler, çiftçilikler, tarımlar.

Ehl-i zirâât çiftçiler.

zî-rahm (a.b.i.) nesebî akraba, soydan gelen akraba.

zî-rahm-i mahrem huk. [eskiden] nikahları haram olan nesebî akraba, nikâhlanmalan şer'an haram olan kimseler, [usûl, fürû', oğlan ve kız kardeş ve bunların evlâdı, amca, hala, teyze, dayı gibi. Amca, dayı ve teyzenin evlâdı zî-rahm ise mahrem değildir].

zirâî (a.s.) zirâate ait, zirâatle ilgili, tarımsal.

zirâiyye (a.s.) ["zirâî"nin müen.]. (bkz. zirâî).

zîr-bend (f.b.i.) kuşak kemer, kayış. (bkz: nitâk).

zîr-dest (f.b.s.c. zîr-destân) el altındaki ahâli, el altında bulunan âciz [halk].

zîr-destân (f.b.s. zîr-dest'in c.) el altındaki halk, âcizler, (bkz. maiyyet, tebaa).

zîre (f.i.) kimyon.

zîr-efkend (f.b.i.) müz. Türk müziğinin en eski mürekkep makamlarından biri. Son asırlarda pek çok kullanılmış veya hiç kullanılmamıştır. Gazî Giray Hân'ın darb-ı fetih usûlündeki 5 haneli peşrevi ile sengin semaî usûlündeki 5 haneli saz semaîsi, makama nümunedir. Umûmî çatısı itibarıyla zîr-efkend şöyledir mahur, ruh-nüvâz, çargâh, aşîranda sabâ. Makam umumiyetle inici olarak seyreder ve geniş ölçüde müşterek seslerden istifâde ederek geçkiler yapar; anbitüsü en geniş makamdır. Yayılan makamlardan bâzılarında fazla kalındığı gibi, bâzılarının dizilerinden birkaç ses arzı da kâfî görülebilir. Bu Türk müziğinin en mürekkep makamında, muhtelif muvakkat ve asma kararlar yapılır, nihayet sabâ'nın şeddi ile hüseynî aşîran (mi) perdesinde durulur. Donanımına mâhûr'un "fa" küçük mücenneb diyezi konulur ki, ruhnüvaz'da da müşterektir. Ayrıca nota içerisinde lüzumunda yapılacak ana makama ait ta'dîlât şöyledir ruhnüvaz için "re" bakıyye diyezi, çargâh için "fa" bekar, aşîran'da sabâ için "si" koma bemolü, "la" bakıyye bemolü, "fa" bekar ve "fa" bakıyye diyezi ("si" bekar ve "mi" bakiyye bemolü de kullanılabilir). Güçlüler rast (sol) (mâhûr'un durağı, çârgâh'ın güçlüsü aşîran'da sabâ'nın güçlüsü), çargâh (do) (çargâh durağı), neva (re) (mâhûr'un güçlüsü), pûselik (si) (ruhnüvâz'ın güçlüsü) (ruhnüvâz'ın durağı olan hüseynî aşîran (mi), son durak ile müşterektir).

zîr-efkend-i büzürg müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zîr-efkend-i kûçek 1) küçük zîrefkend; 2) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zîr-efken-i rûmî müz. Türk müziğinin vaktiyle kullanılmış en az iki buçuk asırlık bir mürekkep makamı olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zîrek (f.s.) zeyrek, anlayışlı, uyanık. (bkz: zekî).

zîrekî (f.i.) zeyreklik, anlayışlılık, uyanıklılık.

zîrîn (f.s.) alttaki, aşağıdaki.

zirişk (f.i.) bot. kadın tuzluğu, anber-baris, lât. berberis vulgaris.

zirişkiyye (a.i.) zirişk'e benzeyen bitkiler sınıfı.

zirkeş-hâverân (f.b.i.) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zirkeş-hüseynî (f.a.b.i.) müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az yedi asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zir-keşîde (f.b.s.) 1. altı çekilmiş. 2. müz. Türk müziğinde vaktiyle kullanılmış en az beş altı asırlık bir mürekkep makam olup zamanımıza kalmış nümunesi yoktur.

zirnîhî (f.s.) zırnık renginde olan, sarı renkli.

zî-rûh (a.b.s.) canlı.

zîr ü zeber (f.zf.) altüst.

zirve (a.i.) doruk, bir şeyin en yüksek noktası, tepesi, [kelime anatomide de kullanılır].

zirve-i cebel dağ tepesi.

zî-san'at (a. s.) sanat sahibi. (bkz. san'at-kâr).

zî-şân (a.b.s.) 1. canlı, şerefli. 2. i. meşhur bir çeşit lâle. 3. i. kadın adı.

zî-şa'şaa (a.b.s.) şa'şaalı, çok parlak.

zişt (f.s.) çirkin, (bkz: kabîh).

ziştî (f.i.) çirkinlik.

zişt-rû (f.b.s.) çirkin yüzlü.

zî-vekar ("ka" uzun okunur, a.b.s.) vakarlı.

zîver (f.i.) 1. süs, bezek, (bkz. zîb, zînet). 2. erkek adı.

ziy (a.i.) (bkz: ziyy).

ziyâ' (a.i.) 1. ışık, aydınlık,

in'ikâs-ı ziyâ' fiz. ışık yansıması.

İnkisâr-ı ziyâ' fiz. ışığın kırılması. 2. erkek adı.

ziyâ-yi kamer astr. ayışığı.

ziyâ-yi muntafî bâzı akşamları Güneş battıktan sonra batı ufkunda ve sabahları Güneş doğmadan önce doğu ufkunda görülen hafif ışık.

ziyâ-bâr (a.f.b.s.) ışık saçan, (bkz: ziyâ-pâş).

ziyâd (a.i.) fazlalık, çokluk.

ziyâ-dâr (a.f.b.s.) ziyâlı, parlak, ışıklı, aydın.

ziyâde (a.i.c. ziyâdât) 1. artma, çoğalma. 2. s. artan, fazla kalan. 3. s. çok bol. 4. s. aşırı, fazla.

ziyâde-i muttasıla-i gayr-i mütevellide huk. [eskiden] bir şeye bitişik olup ondan doğmayan ziyâde, [arsadaki ağaç ve bina, bezdeki boya ve dikiş gibi].

ziyâde-i muttasıla-i mütevellide huk.[eskiden] bir şeyden doğan ve o şeyden ayrılması kabil olmayan ziyâde, [hayvanın semizliği gibi].

ziyâde-i münfasıla-i gayr-i mütevellide huk. [eskiden] bir şeyde husule gelmekte beraber ondan tevellüd etmeyip ayrı olan ziyâde.[hâne veya hayvanın kirası gibi].

ziyâde-i münfasıla-i mütevellide huk.[eskiden] bir şeyden doğan ve ondan ayrılan ve ayrılması kabil olan ziyâde, [hayvanın yavrusu, ağacın meyvası gibi]

ziyâ-efşân (a.f.b.s.) ışık saçan, ışık serpen, (bkz: ziyâ-feşân, ziyâ-nisâr, ziyâ-pâş).

ziyâf (a.s. zeyf’in c.) karışık, silik, kalp[paralar], (bkz. ezyâf, züyûf).

ziyâ-feşân (a.f.b.s.) ziya, ışık saçan, (bkz. ziyâ-efşân).

ziyâfet (a.i.) değişik ve karışık olma.

ziyâfet (a.i.) 1. misafir kabul etme. 2. misafire yedirip içirme, şölen.

ziyâ-güster (a.f.b.s.) ziya saçan, ışık yayan.

ziyâ-hâh (a.f.b.s.) aydınlık isteyen.

ziyâî, ziyâiyye (a.s.) ziyâya ait, ziya ile ilgili.

ziyân (f.i.) zarar, kayıp [kazançtan], (bkz: hasâr, zarar).

ziyâ-nisâr (a.f.b.s.) ışık serpen, (bkz: ziyâ-efşân, ziyâ-pâş).

ziyân-kâr (f.b.s.) ziyan edici, zarar edici; zarar veren.

ziyân-kârî (f.b.i.) ziyankârlık.

ziyâ-pâş (f.b.s.) ziya saçan, ışık, aydınlık veren, (bkz: ziyâ-bâr, ziyâ-nisâr).

ziyâret (a.i.) görmeye gitme, görüşmeye gitme, gidilme, [ziyâret-gâh mânâsına da kullanılır].

İâde-i ziyaret ziyarete gelenin ziyaretine gitme.

ziyâret-i resmiyye resmî ziyaret.

ziyâret-gâh (a.f.b.i.) ziyaret yeri, türbe, (bkz: mezâr1).

ziyy (a.i.) dış görünüş, kılık, kıyafet.

ziyy-i ulemâ ulemâ kılığı.

zîzefûn (a.i.) ıhlamur ağacı.

zîzefûniyye (a.i.) bot. ıhlamurgiller.

zôr (f.i.) sıkıntı, rahatsızlık.

zû- (a.s.) "sâhip" mânâsına kelimelerin başına gelerek birleşikler meydana getirir.

Zû-erbaat-il-adla' geo. dörtgen.

Zû-semâniyet-il-vücûh geo. sekizyüzlü, fr. octaedre.. gibi.

zû' (a.i.c. azvâ') aydınlık, ışık. (bkz: zav').

zuâbe (a.i.). (bkz. züâbe).

zuâf (a.s.). (bkz: züâf).

zuafâ (a.s. zaîfin c.) zayıflar.

zuamâ (a.s. zeâmet'den. zaîm'in c.) 1.büyük tımar sahipleri. 2. kefiller.

zu-bân (a.i. zi'b'in c.) kurtlar, canavarlar. (bkz: ziâb).

zubbân (a.i. zabb'ın c.) kertenkeleler, kelerler, (bkz: zıbâb).

zubbât (a.i. zâbit'in c.), (bkz. zâbitân).

zû-büzûr-i mahfûza (a.b.i.) bot. tohumları başka bir dış mahfaza içinde bulunan bitkiler.

zucret (a.i.) iç sıkıntısı, yürek darlığı. (bkz: ducret).

zucret-i kalbiyye kalb üzerine vakit vakit gelen sıkıntı.

zucret-ver (a.f.b.s.) sıkıntılı, (bkz: ducret-ver).

zûd (f.s.) çabuk, tek, acele, hemen olan. her gördüğü ile (bkz. çâbük).

zûd-âşnâ (f.b.s.)dost olan kimse.

zûd-endâz (f.b.i.) düşünmeden, hemen akla geldiği gibi söylenen şey.

zûd-hîz (f.b.i.) vazifesini çok çabuk gören hizmetkâr.

zûdî (f.i.) çabukluk, tezlik.

zûd-nakd (f.a.b.s.) para ödemeyi geciktirmeyen çok zengin kimse.

zûd-res (f.b.s.) çabuk erişen, çabuk yetişen.

zûd-sîr (f.b.s.) 1. bir şeyden çabuk doyup usanan. 2. faydasız. 3. kötü huylu.

zûd-ter (f.b.s.) daha çabuk, daha tez.

zû-erbaat-il-adla' (a.b.i.) geo. dörtgen, fr. quadrangle.

zû-erbaat-il-vücûh (a.b.s.) geo. dörtyüzlü, fr. tetraedre.

zû-esmâr-ı lâhmiyye (a.b.i.) bot. yuvarlak, göz gibi meyvaları olan bitkiler.

zufr (a.i.c. ezfâr) tırnak, (bkz: uzfûr1).

zufr-i mültehim hek. ayak başparmak tırnaklarının ete gömülmesi hâli.

zufrî (a.s.) 1. tırnağa ait, tırnakla ilgili. 2. tırnak gibi olan, tırnaklaşan.

zû-fünûn (a.b.s.) fenler sahibi, bilgi sahibi, bilgili.

zû-haddeyn (a.b.s.) mat. iki terimli, fr. binöme.

zu-hadd-i kesîre (a.b.s.) mat. çokterimli, fr. polynöme.

zû-hadd-i vâhid (a.b.s.) mat. birterimli, fr. monöme.

zuhâriyye (a.i.) sarma, pehlivanların yaptıkları bir oyun. [güreşçi, kendi ayağını arkasında bulunduğu hasmının ayağının iç tarafına sokup dolaması].

zû-hazz (a.b.s.) nasîbi olan, kısmetli, (bkz: vâye-dâr, vâye-mend).

zuhr (a.i.) ihtiyaç zamanı için alınan ve saklanan şey. [en çok maneviyatta kullanılır:a'mâl-i sâliha insanın zuhrudur].

zuhr (a.i.c. azhâr) öğle, öğle vakti.

Ba'de-z-zuhr öğleden sonra.

Kable-z-zuhr öğleden önce.

Salât-üz-zuhr öğle namazı.

Vakt-i zuhr öğle zamanı.

zuhrî (a.s.) öğleye ait, öğle ile ilgili. (bkz. zevâlî).

zuhruf (a.i.c. zehârif) 1. altın, sahte zînet. 2. yalancı süs, gösteriş, yaldız.

zû-hudûd-i kesîre (a.b.s.) mat. çokterimli, fr. polynömes.

zuhûr (a.i.) görünme, meydana çıkma, başgösterme, türeme.

Nâgeh-zuhûr ansızın, vakitsiz oluveren.

Nev-zuhûr yeni çıkma, moda, yeniyetme.

zuhûrât (a.i.c.) hesapta olmayan, umulmadık hâdiseler, rastlayış.

zuhûrî (a.i.) 1. orta oyununda komik rolünü yapan kimse. 2. erkek adı.

zuhûrî kolu orta oyunu takımı.

zuhûriyye (a.i.) fels. emanatisme.

zû-isnâ-aşeret-il vücûh (a.b.i.) geo. on iki köşeli cisim.

zûkafiyeteyn ("ka" uzun okunur.a.b.s.) ed. iki kafiyeli şiir.

zukak ("ka" uzun okunur, a.i.c.ezikka) sokak.

zû-kesîr-il-vücûh (a.b.s.) geo. çok yüzlü, çok satıhlı [cisimler].

zulâ' (a.i.) hek. binek hayvanlarının ayaklarından çıkan ve hayvanı aksatan bir hastalık.

zulâme (a.i.) mazlumun hakkı.

zulem (a.i. zalmâ ve zulmet'in c.) karanlık, (bkz: zulem, zulmât, zulümât).


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   181   182   183   184   185   186   187   188   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin