Âb (f i. su. (bkz: mâ')



Yüklə 17,16 Mb.
səhifə23/189
tarix21.10.2017
ölçüsü17,16 Mb.
#8652
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   189

cism-i eflâtûnî mat. poligon.

cism-i felekî gökcismi.

cism-i gayri muzî f i z. ışıksız cisim.

cism-i hâil korkunç cisim.

cism-i hevâî gaz hâlinde olan madde.

cism-i latîf 1) beş duyu ile idrâk edilemeyen cinler, melekler; 2) meç. güzel kadın veya kız.

cism-i mürekkeb kim. bileşik cisim.

cism-i müteharrik f iz. harekette olan cisim.

cism-i muhâmî biy. sümüksü cisim.

cism-i nâtık söz söyleyen cisim, insan vücudu.

cism-i nizâr zayıf vücut.

cism-i sefenî biy. nasırlı cisim.

cism-i semavî astr. gökcismi, fr. astre.

cism-i sulb f i z. katı cisim.

cism-i üryan çıplak vücut.

cismânî (a.s.) 1. bedenle ilgili. 2. ruhanî karşılığı, dînî işlerden ayn olan.

cismâniyye (a.s.) ["cismânî"nin müen]. (bkz: cismânî).

cismâniyyet (a.i.) cisim, vücut.

cismen (a.zf.) cisim itibarıyla, vücutça, bedence.

cismi (a.s). (bkz. cismânî).

cismiyyet (a i ) (bkz. cismâniyyet).

cisr (a.i.) köprü, (bkz: pul, kantara, sırat).

cisr-i atîk (eski köprü) bugünkü Atatürk Köprüsünün yerindeki eski köprü, Unkapanı Köprüsü.

cisr-i cedîd (yeni köprü) bugünkü Galata Köprüsünün yerindeki köprü.

Cisr-i Ergene (Ergene köprüsü) Uzunköprü'nün eski adı.

cisr-i muallâk asma köprü.

cisreyn (a.i.c.) iki köprü [istanbul'daki Unkapanı ve Galata köprüleri].

civan genç (bkz: cüvân). [doğrusu "cevân" ve "cüvân" dır].

civan kaşı g. s. fildişi oyma ve kakmalarda paralel kenar şeklindeki parçalarla yapılan zig-zak bir motif.

civânân (f-'- civân'ın c.) gençler.

civânâne (f.zf.) genç olana yakışacak surette.

civân-baht (f.b.s.) talihli.

civânî (f.i.) gençlik.

civân-merd (f.b.s. civân-merdân) temiz, asîl, cömert, (bkz: âlî-cenâb).

civân-merdân-ı millet millet fedakârları.

civân-merdân (f.b.s.) civân-merd'in c.) cömertler, eli açık olanlar.

civân-merdâne (f.b.zf.) civan-merte yakışır yolda, cömertlikle, el açıklığı ile, yücegönüllülükle. (bkz: âlî-cenâb-âne).

civân-merdî (f.b.i.) cömertlik, el açıklığı, (bkz: sahavet).

civar (a.i.) 1. çevre, yöre. 2. yakın yer, yakın komşu.

civârî yakınlıkla, komşulukla ilgili.

civâriyyet (a.i.) yakınlık, komşuluk.

cîve (f.i.) cıva. (bkz: zîbek).

ciya' (a.s. câyi'nin c.) açlar, karnı acıkmış olanlar.

ciyâd (a.s.c.) iyi eşkin giden soy atlan.

ciyâdet (o.i.) 1. iyilik, güzellik. 2. tazelik.

ciyef (a.i. cîfe'nin c.) iaşeler, leşler.

ciz' (a.i.) hurma ağacının kökü.

cizâl (a.i.) hurma toplama.

cizâret (a.i.) deve kasaplığı.

cizfe (a.i.) küçük sürü.

cizm (a.i.) tayın, porsiyon.

cizmîr (a.i.) ağaç kütüğü.

cizn (a.i.) 1. ağaç kütüğü. 2. kök.

cizye (a.i.) [evvelce] Müslüman olmayan teb'adan alınan vergi.

cizye-i gebrân Hıristiyanlardan alınan cizye, vergi.

cizye-dâr (a.f.b.s.) haraççı, cizye denilen vergiyi alan tahsildar.

cizye-güzâr (a.f.b.s.) Müslüman olmayan, fakat tslâm devleti tâbiiyetinde bulunarak cizye, vergi ödeyen delikanlı.

cû (f.i.) arama, araştırma.

Cüst ü cû arayıp sorma, araştırma.

cû (f.i.) akarsu, ırmak, çay. (bkz: cûy).

-cû (f.s.) "arayan, araştıran, arayıcı" mânâlarına gelen sıfatlar meydana getirir.

Fursat-cû fırsat arayan.

Çare-cû çâre arayan... gibi.

Cû (a.i.) açlık, aç kalma.

Def'-i cû açlığı giderme.

cû'-i kelbî (köpek açlığı) hek. tutulanın, bir türlü doymak bilmediği bir hastalık.

cû'an (a.zf. cû'dan) aç olarak.

cu'bûb (a.i.) işe yaramayan adam.

cu'bûs (a.s.) aptal.

cüce (f.i.) civciv.

cûd (a.i.) cömertlik, elaçıklığı.

cûd-i kerem, cûd-i sehâ cömertlik.

Cûdî (a.i) Şırnak ilinin 6 kilometre güney doğusunda bulunan büyük bir dağın adı. [Nuh'un gemisinin bu dağın üzerinde oturduğu Kur'an'da yazılıdır]. 2. erkek adı.

cûg (f.i.) öküz boyunduruğu, (bkz: çûg).

cuğd (a.i.) baykuş.

cu'l (a.i.) 1. ücret, karşılık. 2. ayak kirası.

cu'l-ale-l-cihâd gazada bulunmak üzere alınıp verilen ücret.

cûl (f.i.) çaylak.

cûlâh (f.i.) 1. çulha. 2. örümcek.

cûlâ-hek (f.i.) 1. küçük dokumacı. 2. örümcek.

cûleh (f.i.) fakirlerin giydikleri çul veya kaba dokunmuş kumaş.

cûlehî (f.i.) abalı, kebeli, kalender [kimse].

cum'a (a.i. cem'den). c. cum'ât, cu-meât, cumuât) 1. perşembeden sonra gelen gün. 2. toplanma.

Sûre-i cum'a Kur'ân'ın 62 nci sûresi.

Cum'a-i atîk (eski Cum'a) Bulgaristan'da Osmanlılar zamanında, Şumnu ile Razgrat arasında bulunan meşhur bir yer. Cum'a-i bâlâ (yukarı Cum'a) Osmanlılar zamanında Selanik vilâyetinin Serez sancağında bulunan bir kaza merkezi.

cum'ât (a.i. cum'a'nın c.) perşembeden sonra gelen günler, (bkz: cumeât, cumuât).

cumeât (a.i. cum'a'nın c.) perşembeden sonra gelen günler, (bkz: cum'ât, cumuât).

cumhur (a.i.c. cemâhîr) halk, ahâli; kalabalık; başıboş kalabalık. cumhura muhalefet kuvve-i hatâdandır : halkın benimsediği davaya karşı çıkılmaz.

cumhûr-i hükemâ filozoflar sınıfı.

cumhûr-i nâs halk kalabalığı.

cumhûr-i üdebâ edebiyatçılar.

cumhûrî, cumhûriyye (a.s.) millete, halka mahsus.

Hükûmet-i cumhûriyye cumhuriyet hükümeti.

cumhûriyyet (a.i.) 1. cumhurluk. 2. istanbul'da çıkan ve hâlen çıkmakta olan, ilk sayısı l Mayıs 1924 te yayımlanmış günlük siyâsî gazete. Kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi Abalıoğlu idi.

cumhûriyyet-perver (a.f. b.s.) cumhuriyetçi, cumhurcu.

cuımı' (a.i. cem'in c.) 1. toplamalar, yığmalar. 2. cemi'ler, çoğullar.

cumuât (a.i. cum'a'nın c.) perşembeden sonra gelen günler, (bk cum'ât, cumeât).

cumûh (a.i.) atın hamlığı, baş sertliği.

cûş (f-i-) l- coşma, kaynama, (bkz: cuşiş, cûşânî).

cûş-i âb suyun coşması, coşkun akışı.

cûş-i dil-i enhâr ırmakların gönlünün coşması, coşkunluğu.

cûş ü hurûş taşıp coşma.

cûş ü hurûş-i nev-bahâr ilkbahar neşesi ve ahengi. 2. tas. coşma, taşma.

cûşâcûş (f.b.s.) çok coşkun, taşkın.

cûşâk (f.i. cûşî'den) kaynama, kaynayış.

cûşân (f.s.) coşan, kaynayan, coşkun.

cûşânî (f.i.) coşma, kaynama, (bkz: cûş, cuşiş).

cûş-âver (f.b.s.) coşturucu.

cûşen (f.i.). (bkz: cevşen).

cûşîde (f.s.) coşmuş, kaynamış.

cûşîde-gî coşkunluk.

cûşîr, cûşîre (f.i.) dokumacı.

cuşiş (f.i.) coşma, kaynama, (bkz: cûş, cûşânî).

cûşiş-i ahzân hüzün, elem, keder coşkunluğu.

cûşiş-i dil gönül coşkunluğu.

cûşiş-i efkâr düşüncelerin coşkunluğu.

cûşiş-i yâd anmanın coşkunluğu.

cûy (f.i.) nehir, akarsu, ırmak, (bkz: cû).

cûy-i revân akarsu.

cûy-i sîrişk gözyaşı ırmağı.

-cûy (f.s.). (bkz. -cû).

cûyâ, cûyân arayıcı, arayan. (bkz: cûyende).

cûy-bâr (f.b.i.) 1. çay, dere, akarsu, ırmak. 2 . ırmak kenarı.

cûy-çe, cûyek (f.b.i.) küçük ırmak.

cûyende (f.s.) arayıcı, araştırıcı. (bkz. cûyâ, cûyân).

cûyende-gî (f.i.) arayıcılık, araştırıcılık.

cübb (a.i.) kuyu. (bkz: bi'r, çeh).

cübb-i Yûsuf Yusuf peygamberin atıldığı kuyu.

cübbe (a.i. c. cübeb) [evvelce] sarıklı din adamlarıyla bâzı yaşlı kimselerin giydikleri uzun üstlük.

cübeb (a.i. cübbe'nin c.) pardesü gibi üste giyilen şeyler, üstlükler, (bkz. cibâb).

cübn (a.i.) 1. korkaklık, (bkz: cebânet). 2. peynir.

cübnî (a.s.) 1. peynir hâlinde olan şey. 2. i. peynirci.

cübün (a.i. cebîn'in c.) alınlar.

cüda (f.s.) ayrı, ayrı düşmüş, ayrılmış.

cüdâî (f.i.). (bkz. cüdâyî).

cüdât (a.i. câdî'nin c.) dilenciler.

cüdâyî (f.i.) ayrılık, (bkz: iftirâk).

Cüdde (a.i. c. cüded) 1. dağ arasındaki yol. 2 . çizgi. 3 . şekil, tarz, işaret.

cüda cüda tek tek, ayrı ayrı.

cüdâ-gâne (f.zf.) ayrı ayrı, ayrıca, başkaca.

cüderâ' (a.s. cedîr'in c.) lâyık olanlar, yakışanlar, uygun olanlar.

cüderî (a.i.) çiçek hastalığı.

cüderî-i bakarî inek veya öküzde meydana gelen çiçek hastalığı.

cüderî-i kâzib su çiçeği.

cüdeyy (a.i.) astr. "Demirkazık" denilen kutup yıldızı.

cüdrân (cedr'in c.) duvarlar.

cüdûd (a.i. cedd'in c.), (bkz: ecdâd, niyâgân).

cüdür (a.i. cidâr'ın c.) 1. duvarlar. 2. zarlar, ince deriler.

cüfâ' (a.i.) 1. köpük. 2. su üzerindeki çerçöp.

cüfâen (a.zf.) boşuna, beyhude, faydasız yere.

cüfâf (a.s.) kurumuş.

cüfâl (a.s.) bol. (bkz: vâfir).

cüff (a.i) 1. dimağa işlemiş olan baş yangı. 2 . s. kof, içi boş.

cüfre ia (a.i.c. cüfer) çukur, boşluk.

cüft (f.s.) çift, ikili, eşi olan, tek olmayan.

cüft-i betûl Hz. Fâtıma'nın kocası, Hz. Ali.

cüft-i felek Güneş ile Ay.

cüfte (f.i.) at katır gibi hayvanların attığı çifte. 2. hayvan ve insan sağrısı. 3. benzer, eş. (bkz: mânend).

cüfte-endâz (f.b.s.) çifte atan.

cüft-gâv (f.b.i.) çift öküzü, bir çift öküz.

cühâl (a.i.) zehir.

cühela (a.s. câhil'in c.) bilgisizler, bilmezler. (bkz: cehele, cühhâl).

cühemiyye (a. i.) Müslümanlar arasında çıkan mezheplerden birinin adı. [Hicretin ikinci (mîlâdî 8 inci) yüzyılında Emevî hükümdarlarından ikinci Mervan'ın üstadı Cad ibn-i Derhem tarafından kurulan bu mezhebi Cühem (hicrî 128) yaymaya başladığı için bu adı almıştır].

cüherâ (a.i. cehîr'in c.), (bkz. cehîr).

cühhâl (a.i. câhil'in c.) bilgisizler, (bkz: cehele, cühela').

cühûd (a.i.). (bkz. cehûd).

cehûd-i anûd çok inatçı Yahudi.

cül (a.i.). (bkz. cüll).

cülâb (a.i.) 1. gülsuyu. 2. ishal veren şerbet, (bkz: cüllâb).

cülâhek (f.i.) 1. küçük dokumacı. 2. örümcek.

cülâzî (a.s.) 1. kocaman ve kuvvetli. 2. i. hizmetkâr. 3. i. kilise veya manastır uşağı. 4. i. papaz veya keşiş.

cülbe (a.i.) hek. onulan yaranın derisi, pullan.

cülcül (a.i.c. celâcil) küçük çan, ufak çıngırak.

cülcülân (a.i.) kişniş.

cülcüle (a.i.) 1. hademeyi çağırmakta kullanılan el çıngırağı. 2. tef çevresine dizilen zil, pul.

Cülesâ (a.s. celîs'in c.) birlikte oturanlar.

Cüleyde (a.i.) zool. dericilik, fr. pellicule.

cüll (a.i.) çul.

cüllâb (f.i.) gülsuyu, (bkz: cülâb).

cüllâh cülleh (a.i.) çul dokuyan,, çulha.

cüllâs (câlis'in c.) cülus edenler, oturanlar.

cüllenâr, cülnâr (a.i.) gülnar, narçiçeği.

cülmûd (a.i.) kaya.

cülmüd (a.i.) sesi kuvvetli olan kimse.

cülnâr (a.i.). (bkz: gül-nâr).

Cülûd (a.i. cild'in c.) hayvan derileri.

Cülus (a.i.) 1. oturma. 2. tahta çıkma.

cülûs-i hümâyûn pâdişâhın tahta çıkması.

cülûsî (a.s.) tar. pâdişâhın tahta çıkmasıyla ilgili olan.

cülûsiyye (a.i.) 1. tahta çıkanlar için söylenmiş veya yazılmış yazı. 2. hükümdarın ilk tahta çıktığı gün verdiği bahşiş.

cümâde - (a.i.) arabî aylarının beşinci ve altıncısının adı.

cümâd-el-âhire (a.b.i.) arabî aylarının altıncısı, (bkz: cemâzi-yel-âhir).

cümâd-el-ûlâ (a.b.i.) arabî aylarının beşincisi, (bkz: cemâzi-yel-evvel).

cuman (a.i.) iri inci.

Ikd-ül-cümân inci gerdanlık.

cümâne (a.i.) tek inci.

cümcüme (a.i.) kafatası.

cümd (a.i.) taş.

cümel (a.i. cümle'nin c.) cümleler, takımlar, kelime dizileri, (bkz: cümle).

cümel-i hikemiyye hikmetli cümleler,

cümel-i müntahabe seçme cümleler.

cümel, cümmel (a.i.) harflerin sayı kıymetine göre ölçülmesi, hesaplanması.

cümel-i ekber ebced cümlesi harflerinin sayılarının, Arapça adlarının sayılmasıyla yapılan hesap. Meselâ Muhammed birincide 92, ikincide 224, üçüncüde 1530 eder.

cümel-i kebîr ebced harflerinin adlarının sayısına göre yapılan hesap.

cümel-i sagîr ebced hesabı.

cümle (a.i.c. cümel) l. bütün, hep, birikiş. 2. fiil, fail (özne) ve mefûl (nesne) den meydana gelen manâlı söz. 3. sistem.

cümle-i asabiyye anat. sinir sistemi.

cümle-i asliyye gr. temel cümlesi.

cümle-i cezâiyye gr. şart cümlesinin ikinci kısmı.

cümle-i fi'liyye gr. fiil cümlesi.

cümle-i emriyye gr. emir cümlesi.

cümle-i hukûk-i müktesebe kazanılmış hakların benzerlerinden biri.

cümle-i ihbâriyye gr. haber cümlesi.

cümle-i iltizâmiyye gr. istek cümlesi.

cümle-i inşâiyye gr. emir cümlesi,

cümle-i ismiyye gr. isim cümlesi.

cümle-i istidrâkiyye gr. karşıtlı cümlecik.

cümle-i istifhâmiyye gr. soru cümlesi.

cümle-i kevkebiyye astr. takımyıldız.

cümle-i lenfâviyye anat. lenf sistemi.

cümle-i mu'tarıza gr. iki virgül veya iki çizgi, parantez içinde bulunan cümle.

cümle-i müfessire gr. (bkz: cümle-i tefsî-riyye).

cümle-i müste'nefe gr. kendinden önceki cümleye bağlı olmayan cümle.

cümle-i mütemmeme gr. başka bir cümleye bağlı olan, anlamı başka bir cümle tarafından tamamlanan cümle, (bkz: cümle-i tâbia).

cümle-i mütevâliyye gr. sıra cümlecikler, fr. proposition juxtaposees.

cümle-i sempati-i kebir anat. büyük sempatik sinir sistemi.

cümle-i şartiyye (f.b.i.) eğlence yeri. kubbe; kümbet, (bkz

cümle-i şartiyye gr. şart cümlesi.

cümle-i şartiyye-i faraziyye gr. Sözde şart cümleciği.

cümle-i şartiyye-i hakîkıyye gr. Gerçek şart cümleciği, fr. proposition conditionnelle reelle.

cümle-i tâbia gr. (bkz: cümle-i mütemmeme).

cümle-i tâmme gr. tek başına anlamı tamam olan cümle.

cümle-i tefsîriyye gr. "yâni", "meselâ.." gibi sözlerle kendinden önce gelen cümleleri açıklayan cümle, (bkz. cümle-i müfessire).

cümle-i vasfiyye gr. cümlede sıfat olarak kullanılan kelime grubu.

cümle-i vücûbiyye gr. gereklilik cümlesi.

cümle-i zarfiyye gr. zarf olarak kullanılan kelime grubu.

cümle kapısı sarayın büyük kapısı.

cümleten (a.zf.) bütün, hep, hep birlikte.

cümmâ' (a.s.) bir araya gelerek tortop olmuş, küme.

cümmâ-ül-keff (dertop olmuş avuç) yumruk.

cümmâ-üs-Süreyyâ astr. Ülker topu, Ülker yıldız kümesi.

cümmâl, cümal (a.s.) çok güzel, çok iyi.

cümûd (a.i.) donukluk, donuk olma, donma.

cümûd-ı ayn göz donukluğu.

cümûd-ül-mevt ölüm titremeleri.

Dâ-ül--cümûd donma, katalepsi, fr. catalepsie.

cümûdiyye (a.i.) glâsiye, "buzul.

cümûh (a.i.). (bk cemâh).

cünâb (f.i.) yâdes (lâdes) tutuşma.

cünâbe (f.i.) ikiz çocuk.

cünâh (a.i.) günâh.

cünbân (f.s.) sallayan, kımıldayan, hareket eden.

-cünbân (f.s.) kımıldanan, kımıldatan, sallanan, oynayan, oynatan manâsıyla sıfatlar yapar

Dünbâle-cünbân kuyruk sallayan.

Ser-cünbân baş oynatan, baş sallayan.

cünbânî (f-i.) tahrik edicilik.

cünbîde (f.s.) kımıldanmış, sallanmış, hareket etmiş.

cünbiş (f.i.) l. kımıldanma, hareket.

cünbiş-i evvel 1) kaza ve kaderin başlangıcı; 2) feleğin hareketi; 3) gezegenlerin Hamel burcundaki hareketi.

cünbiş-i müjgân kirpiklerin hareketi. 2. cümbüş, zevk, eğlence, (bkz: cünbüş).

cünbiş-i yemin yer sarsıntısı, deprem.

cünbiş-i zemîn yer sarsıntısı, deprem.

cünbüde (a.i.) kubbe, kümbet, bkz. cünbüz).

cünbüş (f.i.) 1. eğlenti, zevk. 2. uta benzer madenî bir çalgı. 3. hareket, kımıldanma. [doğrusu "cünbiş" dir].

cünbüz (a.i.) kubbe, kümbet, kemer.

cünd (a.i. c. cünûd) asker; asker topluluğu.

cündî (a.s.) askerî süvari, sipahi, ata iyi binen, binici.

cündiyâne (a.f.zf.) cündîcesine, iyi binicilere yakışır bir tarzda, böyle bir tarz takınarak.

cünh (a.i.) koruma, esirgeme.

cünha (a.i.) ufak cürüm, küçük kabahat, küçük suç.

cünha-dâr (a.f.b.s.) suçlu.

cünnâr (a.i.) çınar.

cünne (a.i.) 1. eski savaş silâhlarından kalkan. 2. kadın başörtüsü.

cünûd (a.i. cünd'ün c.) askerler, ordular.

cünûn (a.i.) 1. delirme, çıldırma, delilik. 2. tas. ve ed. aşkın galip gelmesi.

cünûn-i âhidî merak hastalığı.

cünûn-i devrî zaman zaman gelen delilik.

cünûn-i ehl-i aşk âşıkların çılgınlığı.

cünûn-i gayr-i mutbık gelip giden akıl bozukluğu.

cünûn-i mutbık kesilmeksizin devam eden akıl hastalığı.

cünûn-i şebâb erken bunama, (bkz: kabl--el-mîâd).

cünüb (a.i.) şer'an yıkanmak zorunda kalma hâli. (bkz: cenabet).

cür'a (a.i.) yudum, içim.

cür'a-i cânı-i leb dudak kadehinin yudumu, bir damlası.

cür'a-i mevt ölüm yudumu.

cür'a-dân (a.f.b.i.) 1. içki kadehinin dibinde kalan kısım. 2. şarap artıklarının döküldüğü kap.

cür'a-nûş (f.b.s.) içen, içki içen.

cür'a-nûşân (a.f.b.i.) içki içenler.

cür'a-rîz (f.b.i.) 1. bir çeşit ibrik. 2. s. damla damla döken.

cürâz (a.s.) keskin.

cürd (a.s.) 1. tüysüz, kılsız. 2. kısa tüylü [at]. 3. bitki örtüsü olmayan. 4. cilt hastası [deve]. 5. piyâdesiz [süvari].

cürde (a.i.) 1. çıplak vücut. 2. çorak bölge. 3. atlı asker.

cür'et (a.i.) cesaret, atılganlık, yiğitlik.

cür'et-kâr (a.f.b.s.) cesur, yiğit, atılgan, gözüpek.

cür'et-kârâne (a.f.b.zf.) cesurlukla, yiğitlikle.

cür'et-kârî (a.f.b.i.) cesurluk, atılganlık, yiğitlik.

cür'et-yâb (a.f.b.s.) cesur, atılgan. (bkz. cür'et-kâr).

cürez (a.i.c. cirzân) tarla faresi.

cürf (a.i.) yar, uçurum.

cürh (a.i.c. cürûh) yara.

cürha (a.i.) 1. bir tek yara. 2. şahitlikte bir tek hükümsüzlük sebebi. '

cürm (a.i.c. cürüm, cerâim) suç.

cürm-i meşhûd gözönünde işlenen suç, suçüstü.

cürmâne (f.i.) ceza.

cürm-nâk (a.f.b.s.) kabahatli, suçlu.

cürre (f.s.) 1. cesur, cür'etkâr. 2. i. uçan her türlü kuşun erkeği.

cürre-bâz (f.b.i.) 1. erkek şahin veya akdoğan. 2. atmaca [kuş]. 3. hızla uçan ok.

cürsûme (a.i.) 1. dip, kök. (bkz: bîh).

cürsûme-i dıraht ağacın kökü. 2. karınca yuvası.

cürûb (a.i.c.) fena sözler, beddualar, ilençler.

cüruf (a.i.) mâden posası, demir boku.

cürûh (a.i. cürh'ün c.) yaralar.

cürûn (a.i.) alışkanlık.

cüruf (a.i.) yar, uçurum.

cürüz (a.s.) verimsiz, çorak [yer].

cürz (a.i.). (bkz: gürz), [kelime Farsçadan geçmedir].

cüsâd (a.i.) karın ağrısı.

cüsâl (a.i.) tarla kuşu.

cüsâle (a.i.) sonbaharda dökülen yapraklar.

cüsâm (a.s.) büyük, geniş.

cüsâm (a.s.) uykuda gelen ağırlık, ağırbasma, kâbus.

cüses (a.i. cüsse'nin c.) gövdeler, cesetler, bedenler, kalıplar, çelimler.

cüseym (a.i. cism'den. c. cüseymât) küçük cisim, cisimcik.

cüseymât (a.i. cüseym'in c.) küçük cisimler, cisimcikler.

cüseyme (a.i.) cisimcik, fr. corpuscule.

cüsmân (a.i.) bütün vücut [azalarla birlikte].

cüsse (a.i.c. cüses) gövde, ceset, beden, kalıp, celim.

cüsse-dâr (a.s.) cüsseli, iri yapılı, irikıyım [kimse].

cüst (f.i.) arama, araştırma.

cüst ü cû (f.b.i.) arayıp sorma, araştırma.

cüst ü çâlâk (f.b.s.) çabuk, hareketli, çevik.

cüsû (a.i.) tamahkârlık, pintilik.

cüsûm (a.i. cism'in c.) cisimler, (bkz: ecsâm).

cüsûr (a.i. cisr'in c.) köprüler.

cüşâ' (a.i.) geğirme.

cüvâl (f.i.) çuval.

cüvâl-dûz (f.b.i.) çuvaldız, (bkz cüvâl-dûz).

cüvân genç, taze delikanlı, (bkz: civan), [kelime "cevân" şeklinde de kullanılır].

cüvân-baht (f.b.s.) bahtı açık, talihli, şanslı.

cüvânî (f.i.) gençlik.

cüvân-merd (f.b.s.) cömert, eli açık.

cüvân-merdâne (f.zf.) cömertlikle, elaçıklığıyla.

cüvân-merdî (f.b.i.) cömertlik, elaçıklığı.

cüveyre (a.i.) küçük câriye, câriyecik.

cüyûb (a.i. ceyb'in c.), (bkz: ceyb).

cüyûd (a.i. cîd'in c.) boyunlar, gerdanlar.

cüyûş (a.i. ceşy'in c.) askerler, ordular.

cüz' (a.i.c. ecza) 1. kısım, parça, bölük.

cüz gülü bir çeşit süsleme olan hâlkârda görülen gül motifinin bir nev'i.

cüz'-i cedd huk. babanın babasının oğulları ve onlann oğullan, yânî yakın ve uzak ana baba bir amcalar ve onlann oğullan ve oğullannın oğullan.

cüz'-i eb huk. babanın oğlu ve oğlunun oğlu. [yânî ölünün ana ve baba bir kardeşleri ve onlann oğullan].

cüz'-i ferd atom.

cüz'-i ferdî atomal.

cüz'-i ferdiyye fels. atomculuk, fr. ato-misme.

cüz'-i içtimâ' astr. iki gök cisminin birbirini kestiği yerin tülü (boylamı).

cüz'-i istikbâl astr. fezada karşı karşıya gelen iki şeyin tülü (boylamı).

cüz'-i la yetecezzâ bölünemeyen, parçala-namayan kısım, bölünme imkânı olmayan en ufak zerre. 2. elifbe, tebâreke, amme cüzleri gibi evvelce mahalle mekteplerinde okunan küçük okul kitabı.

cüz'-i mütemmem tam olan parça.

cüz'-i şayi' bir şeyin üçte bir veya dörtte bir gibi bir parçası.

cüz'-i tam bütün, parçalandığı vakit ana vasfını kaybeden şey.

cüzâf (a.i.) götürü pazar.

cüzâfen (a.zf.) götürü-pazar olarak.

cüzâfen bey' götürü satmak.

cüzam (a.i.) insan vücûdunda onulmayan çıbanlar ve yaralar meydana getiren miskin hastalığı.

cüzâm-hâne (a.f.b.i.) cüzamlıların barındığı yer.

cüzâzât (a.i. cüzâze'nin c.) kesintiler, kırıntılar.

cüzâzât-ı zeheb altın kesintileri, kırıntıları.

cüzâze (a.i.c. cüzâzât) kesinti, kırıntı.

cüz-bend (f.b.i.) 1. bir nevî cüzdan, cilbent. 2. mücellit.

cüz-bendî (f.i.) mücellitlik.

cüz-dân (a.f.b.i.) 1. evrak konulan çanta. 2. portföy, para çantası. 3. maaş defteri.

cüzeyr (a.i.) ince kök, kök dalı.

cüzeyre (a.i.) küçük ada, adacık.

cüzeyrevî (a.i.) adalı, adada oturan.

cüz-hân (f.b.i.) Kur'ân'ı okumayı öğrenen talebe.

cüz'î, cüz'iyye (a.s.c. cüz'iyyât) az, pekaz, az miktarda.

İrâde-i cüz'iyye elinde olma, elindelik.

Masârif-I cüz'iyye küçük bir masraf.

cüz'î küsûf astr. güneşin kısmen tutulması.

cüz'î-yi hakîki hakikatte var olan şey.

cüz'î-yi izafî varlığı başka bir şeye veya duruma bağlı olan şey.

cüz'iyyât (a.i. cüz'î'nin c.) 1. ehemmiyetsiz, değersiz, ufak tefek şeyler. 2. mânâsı düşünüldüğü zaman zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler.

cüz'iyyât-i umur işlerin ayrıntıları.

cüz'iyyet (a.i.) azlık.

cüzûliyye (a.i.) Şâzeliyye tarîkatinin on iki şubesinden biri. [kurucusu Berberiye kabilelerinden Sus-ı Aksâ'da sakin Cüzûle kabilesi halkından şeyh Ebû Abdullah Mehmet bin Süleymân-ül-Cüzûlî'dir].

cüzûr (a.i. cezr'in c.) kökler.

ç ç (f.ha.) Osmanlı alfabesinin yedinci harfi olup, "ebced" hesabında "cim" gibi üç sayısının karşılığıdır.

ça, çay (f.i.) içtiğimiz çay [aslı Çince ça'dır].

çabuk (f.s.), (bkz. çabuk).

çabuk (f.s.) çabuk, seri, hafif, (bkz: zûd).

çâbük-dest (f.b.s.) eline çabuk [kimse].

çâbük-destî (f.b.i.) elçabukluğu, eline çabuk olma.

çâbük-hırâmân (f.b.s.) çabuk yürüyen.

çâbükî (f-i-) 1. çabukluk, çeviklik. 2. sür'atli giden at.

çâbük-inân (f.a.b.s.) dizginine çabuk, atını hızlı süren, (bkz. çâbük-süvâr).

çâbük-pâ (f.b.s.) ayağına çabuk [kimse].

çâbük-rev (f.b.s.) çabuk giden.

çâbük-süvâr (f.b.s. c. çâbük-süvârân) iyi at süren, ata iyi binen, (bkz: çâbük-inân).

çâbük-süvârân (f.b.s.) ata iyi binen kimseler.

çâçele (f.i.) çarık, pabuç, postal.

çâder (f.i.) 1. çadır. 2. kadınların başlarına büründükleri örtü.

çâder-i kâfûrî sabahın aydınlığı.

çâder-i ihram meç. kar.

çâder-i kûhlî 1) gök; 2) karanlık gece.

çâder-i Laciverd 1) gök; 2) çayır ve çimen.

çâder çeb 1) yatak bağlanan yaygı. 2) genellikle Arap kadınlarının giydiği çarşaf.

çâder-i tersâ 1) Hıristiyan kadınların büründükleri bir çeşit örtü; 2) şafak ve güneşin aydınlığı.

çâderî (f.s.) gök rengi, mavi ile yeşil arası bir renk.

çâder-nişîn (f.b.s.) çadırda oturan, göçebe.

çağz (f.i.) 1. kurbağa, (bkz: dıfda'). 2. ağzı kapandığı halde içinde cerahat bulunan yara. 3. inilti. 4. korku.

çâh, çeh (f.i.) kuyu, çukur.

çâh-ı Bâbil Bâbil'de Harut ile Marut'un kıyamete kadar saçlarından asılı kalacaktan kuyu.

çâh-ı Bîçen Bîjen'in Efrâsyâb tarafından hapsolunduğu kuyu.

çâh-ı bun kuyu dibi.


Yüklə 17,16 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   189




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin