(35) Ve kulnâ ya Ademüskün ente ve zevcükelcennete ve külâ minha rağaden haysü şi'tüma, ve lâ takreba hazihişşecerate feteküna minezzalimiyn;
* Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Yine biz dedik ki “Ey Âdem”;
Bakın Cenâb-ı Hakk insân’a ne kadar yakından konuşuyor, ötelerde değil yani kendisi şah damarından yakınsa Zât-ı itibarıyla, Zâtında bulunan bütün sıfat ve Esmâ-i İlâhiyyesi de o varlıkta mevcuttur, işte o esmâların hepsinin birer terbiye edici özellikleri vardır.
Ey Âdem sâkin ol ve otur, sen ve zevcen cennette oturun ve orada dilediğiniz yerden dilediğiniz şekilde istifade edin, sadece şu ağaca yaklaşmayın zâlimlerden olursunuz.
Bu Âyetleri geçmişte olmuş bir hâdise olarak dinlemek güzeldir ama herbirerlerimiz birer Âdem olduğumuzdan bu yaşantıların kendi üzerimizde tahakkuk etmesini sağlamamız lâzım, madem ki Allah’ın kuluyuz, madem ki Hz. Rasûlullahın (s.a.v.) ümmetiyiz, son ümme-tiz, Kûr’ân’ı Kerîm’de son kitap olduğuna göre ve Ümmeti
54
Muhammedin şerefi bütün ümmetlerden üstün olduğuna göre ve Ümmeti Muhammed diğer ümmetlere şâhit olacağına, Hz. Rasûlüllah’ta (s.a.v) diğer peygamberlere şâhit olacağına göre ve şâhit olabilmesi için bir varlığın o işin özüne nüfuz etmesi, o işi çok güzel bilmesi lâzım geldiğine göre o halde bütün bu hakikatleri kendi bünyemizde yaşamamız gerekecektir, ki seyrimizi sürdürebilelim, Âdemliğimizin hakikatini idrak edememiş-sek bundan sonraki mertebeleri idrak etmemiz biraz zor olacaktır ama hepimiz Allah’ın kuluyuz o ayrı mesele.
Bu âlemde değişik mertebelerde yaşayan insânlar var, bu âlemdeki insânların, İslâm olan mü’minlerin hepsi bir mi? Tabii ki bir değil, olmaz zâten, Kûr’ân-ı Kerîm’de Arş-ı Alâ’ya kadar akıl aklın üstündedir deniliyor, o halde hiçbir şeyi kesin olarak olmaz, olamaz diye düşünmemek lâzım, belki şu anda ben anlayamıyorum gibi ifadeler kullanmak daha yerinde olacaktır, yolumuzu kapatmamak için ve eğer biz bir düşüncede sâbit olursak oradan ileriye gidemeyiz, ben böyle bir şey duymadım ama araştırayım belki doğrudur şeklinde düşünürsek bize daha faydalı olur.
İslâmiyyetin bir asgari müştereği vardır bir de mertebeleri vardır, niye insân tarikat ehli olup ehlûllah’ın peşinden koşuyor, ehlûllah’ın düşüncelerine ulaşabiliyor mu, ehlûllah’ın bir çoğunu kestiler, çünkü anlayamadılar, onun için düşüncelere hürmet etmek lâzım ve oradan açılan yolu araştırmak lâzım.
Şimdi burada oldukça büyük meseleler vardır, yukarıdaki Âyetlerde sadece Âdem (a.s.) dan bahsederken burada zevcesinden de bahsediyor, nasıl oldu bu hâdise, Âdem (a.s.) tek olarak hâlkedildi, kitaplar sol eğe kemiğinden çıktı diye yazıyor, tamam bu da doğrudur ama işte nasıl çıktı, Âdem (a.s.) hangi oluşumla meydana geldi ki onun varlığından ikinci bir varlık ortaya geldi?
Cenâb-ı Hakk’ın yaklaşmayın dediği ağaç hangi ağaçtır, cennetin içerisinde bir sürü ağaç duruyorken Adem (a.s.) ın milyarca yıl ömrü olsa o ağaca yaklaşma
55
ihtimali çok az bir ihtimalken niye Cenâb-ı Hakk gözüne batırır gibi şu ağaca yaklaşma diyor ayrıca o ağaca yaklaşılmayacaktı madem Cenâb-ı Hakk niye o ağacı orada bitiriyor, kimileri buğday dediler, kimileri elma dediler, değişik vasıflar verdiler, Cenâb-ı Hakk böyle bir ağaç olduğunu belirtiyor, eğer böyle bir belirtme olmasa belki de âdem (a.s.) hayatı boyunca o ağaca yaklaşacak değil, ta ki bir tesadüf olsun, işte insân men edildiği şeye haris olur derler ya işte o zaman Cenâb-ı Hakk’ın oraya yaklaşmayın demesindeki hususiyet aslında oraya yaklaşın demektir, dikkatini çekiyor eğer böyle bir hâdise olmasa oraya yaklaşılmaması gerekse hiç onu belirtmez.
“Şecer” olarak belirtilen bu mânânın hakikati nedir, ağaç diyor ama hangi ağaç nev’i belli değil, evvelâ ağaçlar meyveli ve meyvesiz olarak ikiye ayrılıyor ama ne şekilde olursa olsun ağaç mutlaka faydalıdır, meyvesi olmasa da gövdesinden, yaprağından, dallarından istifade ediliyor ve ağacın özelliği yayılması, dal budak salması, hani Rahmân sûresinde 22. Âyet “Yahrucu minhümellü'lüü velmer-can;” yani “onlar denizden inci ve mercan çıkarırlar” diyor ya işte deniz içindeki ağaçlar da mercanlar oluyor onlarında değişik yapıda olanları var, şimdi burada şecereden maksat şeriat mertebesinde genel anlaşılan mânâ’da o ağaça yaklaşmayın diye denilip geçiliyor, tarikat mertebesinde ağaç konusu biraz daha muhabbetli olarak deniliyor, ama hakikat mertebesinde bu ağaca yaklaşmayın denildiği zaman bu sendeki dünyaya karşı olan muhabbet ağacı, yani senin dalbudak salmış, bütün vücûduna tesir etmiş olan dünyaya ve maddeye olan muhabbetin buna yaklaşmayın diyor, cennet ve cennetteki ağaçlar diye belirtilen sendeki Rahmâni güzellikler işte onların arasında bir ağaç ki diğer ağaçlardan farklı bir ağaç ve buna yaklaşmayın yani nefsaniyetinize yaklaşmayın diye belirtiyor hakikat mertebesi itibarıyla, marifet mertebesinde ise kendi varlığında bulduğun bu âlemdeki hayal ve vehim ağacına yaklaşmayın diyor, ondan kasıt kişinin kendinde var olan hayal ve vehmi ve daha evvelki Âyette bahsedildiği gibi “iblis secde etmedi” dediği hâdise
56
de işte bu insândaki hayâl ve vehim, diğer kuvvetler insândaki Rahmân-î kuvvetler yani melek ismini verdiğimiz Rahmân-î kuvvetler namazdan, oruçtan, zikirlerden, tesbihlerden meydana gelmiş olan bizdeki Rahmân-î kuvvetler onlar Âdem-i mânâya yani Âdemin gönlüne Âdemin hakikatine secde ettikleri halde, Âdemin yine içinde bulunan o hayal ve vehim gücü dolayısıyla Âdeme secde etmemiş oldu, işte o ağaca yaklaşmayın dediğide hayal ve vehim ağacı, meyvesinin belirtilmemiş olması da bunu gösteriyor, Cenâb-ı Hakk bir çok yerde şu meyveyi veren ağaçlar var, incir var, üzüm var, hurma var diye cennetteki meyvelerden bahsederken isim veriyor fakat burada böyle ayırım yapılmadan ağaç diyor çünkü herbirerlerimizde bu ağacın oluşumu bir başka şekilde, herbirerlerimizde kendi varlığımız itibarıyla nasıl hayal ve vehmimiz varsa o şekilde onun meyvesi olduğundan herkeste değişik olduğundan sadece ağaç diye belirtiliyor, diğerlerinden yani Rahmân-i ağaçlardan dilediğiniz kadar yiyin onların meyvelerinden yeyin fakat o ağaca yaklaşmayın diyor, bakın yerseniz demiyor, diğerlerini yeyin diyor buna yaklaşmadan bahsediyor, bunlardan yemeyin gibi yeme hususunda bir açıklama yok yaklaşmayın diyor sadece demek ki yaklaşmak bir şeye muhabbet etmek işte o muhabbettin kesilmesi içinde yaklaşmayın yani uzaklaşın diye belirtiliyor, ne oluyor o zaman zâlimlerden olursunuz diyor işte Âdem (a.s.) ın Havva validenin o ağaca yaklaşması dolayısıyla kendileri de zâlimler sınıfına geçmiş oluyor o mertebe itibarıyla, zâlim zûlümden geliyor zûlümde karanlıktan geliyor yani cehaletten geliyor bir bakıma işte câhillerden olursunuz buna yaklaşırsanız, neden, çünkü aldığınız bilginiz artık hayali ve vehmi oluyor demek mânâsında,
İnsân tek yönlü bir varlık değil, bir er’lik tarafı var bir nisâ’lık tarafı var işte er olarak bir insân hiçbir şey yapamıyor, nisâ olarak bir insân hiçbir şey yapamıyor, ikisi bir varlık onların, buna bu gözle bakmamız lâzım, Âdem (a.s.) ın varlığında iki cinsin özellikleri mevcuttu, Âdem (a.s) cennette yalnız başına dolaşıyor iken içindeki o karşı
57
taraf özlemi başladı çünkü tek varlık olduğundan faaliyeti yoktu, anlayamıyordu içinde Havva validemizin hakikatini, Âdem aklı küll, Havva nefsi küll sol eğe kemiğinden meydana geldi demesi nefis yönünden, nefis düşünceleriyle birazda hayal ve vehim ağırlıklı olarak meydana geldiğini belirtiyor. Âdem (a.s.) bir ağacın altında uykuya dalıyor uyandığı zaman bakıyor ki sol tarafı yani nisai özellikleri kendinden ayrılmış, Âdem babamızda iki cinste mevcuttu, maddi plânda bunun ayrılması lâzım geliyordu, ikisi de faaliyetlerini bireysel olarak meydana getirsinler, eğer baştan Cenâb-ı Hakk Âdem babamız ile Havva validemizi ayrı, ayrı halk etmiş olsaydı bir daha birleşmesi mümkün olmazdı, bir varlığın iki yönü olduklarından ayrıldılar birleştiler bu böylece devam ediyor, sonra ikisi de birbirine ayna oldular. Cenâb-ı hakk Adem a.s’ı kendisine ayna olması için hâlketti, Adem a.s Havva valideyi zuhura getirdi kendisine ayna olması için, Havva valide çocuklarını zuhura getirdi kendine ayna olması için işte aşağıya doğru bu tecelli ve nuzül olmuş oluyor, şimdi Kûr’ân-ı Kerîm’de dört tane nesilden bahsediliyor,doğuştan yani;
-Âdem (a.s.) anasız ve babasız,
-Havva valide anasız babalı, yani Aklı küll den Nefsi kül meydana geliyor,
-İsâ (a.s) analı babasız,
-bizler hem analı hem babalı olarak meydana geldik.
Âdem (a.s.) ın hilkâti de Kûr’ân-ı Kerîm’de üç değişik şekilde ifade ediliyor, hangisi doğru, Kûr’ân-ı Kerîm’de çelişkimi var yoksa, hayır çelişki bizde anlayamadığımız için, bakın birincisi yukarılarda bir yerlerde hâlkedilip yeryüzüne indirilmesi, ikincisi dünya üzerinde bir yaylâda hâlkedilip ovaya indirilmesi, Tevrat böyle söyler, üçüncüsüde biz hayatı sudan hâlkettik demek sûretiyle tekâmülü belirterek, sudaki yaşamdan iki ayaklı insân’a kadar tekâmül eden bir yaşamın oluşması, bir de “Biz bir
58
şeyi irade ettiğimiz zaman ona ol deriz olur” ifadesi var ve buna göre Âdem (a.s.) ın topraktan bir defa da hâlkedildiğini açıklıyor Kûr’ân-ı Kerîm.
Bunları inkar etmek mümkünmü,? mümkün değil peki tenakuz mu var niye böyle üç nesilden, üç hâlkiyetten bahsediyor, işte değişik Âdemler zuhura getirilmesi böyle anlatılıyor, onun için beynimizi çok geniş tutmamız lâzım, Hakkikati Muhammedi tek bir varlık değil, Hakkikati Muhammedi bütün âlemi ihata etmiş bir mânâ işte bu mânâ değişik zamanlarda değişik sûretlerde zuhura geliyor, bizim zamanımızdaki bizim Hakkikati Muhamme-dimiz, Muhammedül Emin adıyla işe başladı ve zuhura geliyor ve Hz. Muhammed olarak kemâle eriyor, Hakkikati Muhammedi olarak geniş çevresi oluşuyor çevresi derken kendi gerçek varlığı oluşuyor.
Cenâb-ı hakk’ın ilk haklettiği şey Hakkikat-i Muhammedi, dünya daha ateş küresi iken toprağa dönüşmemişken cinler yaşıyordu üzerinde onlar isyan ettiler Cenâb-ı Hakk azazil komutasında bir ordu gönderdi onları yeryüzünden uzaklaştırdı, sonra dünya kabuk tutmaya başladı, Kâbe-i Şerifin olduğu yerden donmaya başladı ve bu kabuklaşma dünyayı sardı.
فَأَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَأَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا فِيهِ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ وَلَكُمْ فِي الأَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ إِلَى حِينٍ
Dostları ilə paylaş: |