BASIN BÜLTENİ
OYUNBOZAN
“İlk mermi eski kız arkadaşım Lily’nin (yirmi altı yaşında, ünlü, çok güzel) vücuduna, sol memesinin yaklaşık beş santim altından giriyor. Ağustos sonunda, herkesin kısa kollu giysilerle dolaştığı, ılık bir cuma akşamı. Soho’da, Frith Caddesi’nin ortalarında, modern bir Fransız restoranı olan Le Corbusier’nin üst katında Lily ve ben karşılıklı oturuyoruz.
Birinci mermi Lily’nin vücuduna girerken, tetikçiye bakmak için dönüyorum. Adam fosforlu turuncu bir bisikletçi fanilası giyiyor. Başına kask takmış. Gözleri, camları aynalı, spor güneş gözlüğünün ardına gizlenmiş. Ağzı ve burnu, yüz maskesiyle örtülmüş. Bisikletli bir kurye bu (sağ elinde siyah ve metalik gümüş renkte bir tabanca var) ve hala aşık olduğum kadını vuruyor.”
İşte her şey böyle başladı. Ama asıl soru bundan sonra nasıl devam edecek?
Basında Oyunbozan
Toby Litt’in namlusundan çıkan satırlar insanın tüylerini diken diken ediyor.
Time Out
Litt… Diyalogları canlı, kurgunun ilerleyişi ise çok heyecanlı. Bu “çok yakında büyük bir film olacak” bir roman ve gereken her şey zaten içinde yazılmış.
The Mirror
Gerçekten zorlayıcı ve çok güzel yazılmış bir roman.
The Book Seller
Evet o, okuyucunun ne istediğini biliyor.
Independent On Sunday
Elinizden bırakamıyorsunuz... İpuçlarının yerleştirilmesinde ve son derece tititz üslubunda bir Agahta Christie ustalığı var… Vera Caspary’nin Laura’sı gibi başlayıp absürd bir Nabokov’a dönüşüyor ve tam bir Dashiell Hammett gibi sona eriyor.
Saturday Telegraph
ALINTILAR
Bir merminin vücut içerisindeki hareketiyle ilgili balistik yasası şöyle der: En büyük hasar çekirdeğin vücuda ilk girişinde ya da herhangi orta bir noktada değil, kinetik enerjinin en çok kaybedildiği noktada oluşur. Başka bir deyişle, hareket eden çekirdek ne kadar çok yön değiştirir, yalpalar, düzensiz bir şekilde ilerlerse, ilerleyişi o kadar fazla hasara neden olur.
*
Bu adam Lily’yi layıkıyla vurmuyor. Eski ekolün saygıdeğer profesyonelleri, bu işin görgü kurallarını öğretmeli ona. Bu iş, siyah takım elbise (namuslu amcalarının kusursuz bir şekilde diktiği) ve beyaz gömlek (vefakar annelerinin yeni yıkadığı) giyen adamlar tarafından yapılmalı. Bu adamlar garsonların arasında süzülürlerken kendi aralarında, müşterilerden daha uzun yaşayacak ıstakozlarla ilgili bir espri yapmalılar. “Bu ciddi bir iş,” tavır bu olmalı; “Dışarı çık da oynayalım,” ya da “Hadi bir hamburger almak için duralım,” tavrı değil.
*
Tavana bakıyorum ve aşağıya damlayan kanı görüyorum.
Başımı eğip masaya bakıyorum.
Kan. Bir sürü kan. Her tarafta kan. Baştan aşağı kan. Lily’nin kucağında göllenen kan. Arkasındaki parçalanmış aynada, ince bulanık serpinti halindeki kan. Göğsündeki yaradan büyük, kırmızı bir kurbağa gibi sıçrayan kan. Parmaklarımın arasından sızan kan. Yerdeki açık renk tahtayı lekeleyen kan. Yan masadaki bağıran kadının saçındaki kan. Kadının sessiz kocasının beyaz gömleğindeki kan. Yemeklerimizin üstündeki kan. Kan üstünde kan. Onun kanı. Benim kanım. Onun kanı üstünde benim kanım. Benim kanımın üstünde onun kanı. İkimizin kanı birlikte. Kan içinde kan. Atardamardan çıkan kan. Kirli kan. Damlayan kan ve bulaşan kan. Akan kan ve pıhtılaşan kan. Vücudumdan çıkan kan. Nabzımla beraber akan kan. Benim kanım. Hayat kanı. Lanet olası. Kahrolası kan.
*
...Komada olmak, ıssız bir gezegene bırakılmış, mükemmel çalışan, son teknoloji ürünü bir televizyon olmak gibi. Alacak hiç sinyal olmadığından, aklım açık, tertemiz bir biçimde durgundu. Bu durgunluk halindeyken, yavaş yavaş bir düzen hayal etmeye ve görüntüler görmeye başlarsınız, ateşe bakarken olduğu gibi. Bu görüntüler koma rüyalarıyla ilgili en çok tartışılan konudur. En büyük korkum, gerçek bir zaman duygum olmamasına rağmen, periyodik olarak zihnimde beliren kurttu. Kurt bacaklarımı yiyordu. İnternet’teki komadan kurtulanlar grubuna katıldığımda, buradaki insanlardan bazıları da o kurdu gördüklerini iddia ettiler. Ancak ondan ilk ben bahsettim.
Çok korkunç bir şey yapılmıştı ve yarısı (başarısız, berbat olan tarafı) bana yapılmıştı. Ben bir fiyaskoydum; bu, hayatıma son noktayı koymak anlamına geldiğinde bile: bir tür sıradan mükemmellik, çok kereler gerçekleşmesini beklediğim bir şey. Ölüm. Nokta.
*
Vurulma olayı yaşanırken bile bunun, tam anlamıyla hazırlıklı olduğum bir şey olduğunun farkındaydım. Bunun gibi şeyleri severdim; Lily kız işi bir şey için ısrar etmediğinde, kiralayacağım film bu olurdu. Üstelik hikayenin başlaması için birinin vurulması gerekiyorsa, buna bir itirazım olmazdı.
*
Film kareleri: içine giren pirinç mermiyle beraber dışarı doğru püsküren bir elma, İspanya iç savaşında Capra’nın el bombası atan aleti, Capone’un kaygan kaldırımın üstündeki feci sonu. Siyah beyaz klasikler: sınırı aşıp Passchendaele ve Somme’ da Chaplinvari gülünç düşüşler sergilemek. Belgeseller: Başkan John F. Kennedy’nin bir merminin sihrine yenik düşmesi, kırış kırış suratlı Vietkong’un BAM diye kafasından vurulması, bir basın toplantısında silahını yiyen ABD kongre üyesi. Kurgu filmler: Straw Dogs, Bonnie ve Clyde, Baba, Rezervuar Köpekleri.
*
Eğer uzun ve mutlu bir hayatın olsun istiyorsan, etrafta dolaşıp insanlara soru sorma işini unut. Metroda bir yabancıya saati sorma. Polise yol sorma. McDonalds’ da ketçap isteme. Hatta gece uyumadan önce dua ederken dünya barışını dahi isteme. İyi bir çocuk ol; sonra, bir gün iyi bir adam olabilirsin ve sonra, bir gün iyi bir ihtiyar olabilirsin. Çünkü aksi halde bu benim kısa fragmanımın yanında, seninki bir aksiyon filmi olur.
*
Aptallığın da kendine özgü avantajları vardır: İstediği şeyi bazen tamamen yanlış şeyi yaparak elde eder; o şeyi öyle acımasızca yapar ki en azından bir şey olur ve bir şey olduğunda, olayların ve insanların tahmin edilemezliği nedeniyle sonuç kazara başta istenen şey olur.
*
Böyle kolayca anlaşılabildiğim için kendimden, kendi psikolojimden utandım. Bazı kişilik özelliklerimin (akıl, olgunluk, zeka) beni travmadan kurtarması gerektiğini düşünüyordum. Benim gibi kendinin farkında olan birinin tüm bunları aşabilmesi gerekmez miydi? Hoşuma gitmeyebilirdi, kabul etmeyebilirdim ama işte buradaydım ve ben bendim; ve ben, hep olmayı umduğum kadar cool değildim.
Artık suyun altındaydım, buzların arasından düşmüştüm, donuyordum, boğuluyordum. Anne-Marie arkamdan suya atladı, bana doğru yüzdü ve beni yakaladı. Bir süreliğine suyun altındaydık birlikte, odamın tavanına sanki buzun alt yüzüymüş gibi bakıyorduk. Her nedense ne boğulduk ne de donduk. Kalplerimiz yavaşlayıp durduğu için hayatta kalabiliyorduk. Orada uzanmış tavana bakıyor, buzun koyu grimavi alt yüzündeki kabarcıkların ince bir çizgi halinde sızdıkları yeri seyrediyorduk. Bunlardan birkaçının bizi düştüğümüz deliğe, çıkış yoluna, havaya ve yaşama geri götürmesini umuyorduk. Su yüzüne dehşetle ve soluk soluğa çıktık.
*
Para destesini ona uzatırken işin içinden böyle bir aldatmacayla sıyrıldığıma inanamıyordum: Bu silahın tüm o zalim mükemmelliğine karşılık şu lahana kılıklı kağıt parçaları mı? Böyle bir şeyden yakayı sıyırabilmek için onu öldürmem gerekiyormuş gibi geldi bir an; ama o, para tomarıyla yeterince mutlu görünüyordu.
*
Orada ayakta durmuş, paslanmaz çelikten bir tırabzana tutunurken, çevremdeki insanlarla aramda bir tür bağ hissetmeyi bekledim. Hepimiz günlük işlerimizi yapmak için dışarı çıkmıştık, hepimiz eve istediğimizden daha yavaş ve rahatsız bir halde dönüyorduk. Bunun yerine, kendimi vagonda bulunan her bir insandan ayrı ve (söylemek zorundayım) üstün hissettim. Onların sadece işleri vardı, benim ise bir misyonum.
*
Silahı elimde tutmak, kendimi bir sanat teröristi/kuramcısı gibi hissetmeme neden olmuştu, en mükemmel resim yapma aletini kendimin, sadece kendimin bulduğuna ikna olmuştum. Bu metal alet devasa kan çiçeklerinin yaratıcısıydı (bir et bahçıvanıydı); duvarlara ve aynalara fırlatılan kocaman, çok güzel, kanlı çiçekler. Bu, Jackson Pollock’un hayatı boyunca aradığı, fırça olmayan fırçaydı, kırmızı ve grinin anlık bir kompozisyonunu yaratan: Hayatın ve Ölümün tüm o Büyük Sanat Temaları; sanat yapma tarzı (damlatmak/tetiği çekmek) üzerine tartışmalar; rastgele oluşturma unsuru (kontrolsüzlük ama kontrolsüzlüğün kontrolü); herhangi bir gerçek mermi sanatının, işbirliğine yatkın doğası. (Nokta. Nokta. Nokta.)
TOBY LITT
Toby Litt, 1968’de İngiltere’nin Ampthill kasabasında doğdu. Çocukluğu ve gençliği Bedford’da geçti. Oxford’da okudu, East Anglia Üniversitesi’nde “Yaratıcı Yazarlık” eğitimi aldı. İlk kitabı, kısa hikayelerden oluşan Adventures in Capitalism 1996 yılında yayınlandı. Bir İngiliz Yol Romanı alt başlıklı, Beat kuşağını anlattığı Beatniks ise yazarın ilk romanıdır. 1997’de yayınlanan Beatniks’i, 2000 yıllında Corpsing ve 2001 yılında Deadkidsongs izledi. Eserlerine, isimlerini alfabetik sırayla veren Toby Litt, 2002 yılında Exhibitionism ve 2003 yılında da Finding Myself’i yayınladı. Birçok edebiyat dergisinde hikaye ve denemeleri yayınlanan Litt ayrıca Henry James’in The Outcry isimli eserinin editörlüğünü de yapmıştır.
The Guardian ödüllerinin jürisinde yer alan Toby Litt, İngiltere’de on yılda bir açıklanan, ülkenin en başarılı yazarlarının yer aldığı Granta 2003 listesine seçildi. İngiltere’de kitapları yok satan Litt’in ilk romanı olan Beatnikler yine plan b yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştı. Hem Beatnikler hem Oyunbozan (Corpsing) filme uyarlanıyor. Oyunbozan yazarın ikinci romanı.
Toby Litt’in diğer eserleri de plan b tarafından yayınlanacak.
*
Granta Listesi
Granta, 1983'ten beri, on yılın en başarılı yazarlarını belirliyor. 1983 ve 1993 yıllarında Granta listesine giren yazarlar arasında Martin Amis, Ian Mc Ewan, Salman Rushdie, Graham Swift ve Pat Barker vardı. 2003 yılında Toby Litt, Granta listesine seçildi.
Dostları ilə paylaş: |